23 Mart 2014 Pazar

EROİN FABRİKASINI KiM KURMUŞ?


Kurulan İsmet İnönü Hükümeti’nin kapısını bir Japon firması tıklatıyor.
... İnönü hükümetine Türkiye’de, eroin fabrikası kurmayı öneriyor.
Böylece de 1926 yılında, Japon firmasıyla ortak, bugünkü Taksim Divan Oteli’nin yerinde, T.C. Uyuşturucu Maddeler İnhisarı boy gösteriyor.
Tüm dünyada yasak ama bizde yasal olan eroinin getirdiği kazanç ve ekonomik hareketlilikle, Türkiye bir anda uyuşturucu cenneti olup çıkıyor!
Bu kadarla kalmıyor iş...
Hemen ikinci fabrikayı kuruyoruz!
Eyüp’te, Haliç kenarına...
Adı da çok hoş! Eczayı Tıbbiye ve Kimyeviye - ETKİM !
Hiç soluk almadan, üçüncü eroin fabrikası da boy atıyor; bu kez Kuzguncuk’ta...
Adı da, ‘Türk Ecza-yı Tıbbiye ve Kimyeviye Şirketi - TETKAŞ’!
Yönetim Kurulu Başkanı kim?
TBMM Başkan Vekili ve Trabzon Milletvekili Hasan Saka!
O kim?
Daha sonra, yani 1947′de Başbakanlık koltuğuna oturan siyasi!
Bakın, bu yıllarda,Türkiye’de tam tamına 27 sanayi kuruluşu var!
Bunların, yıllık toplam karı 2 milyon lira!
Ama üç eroin fabrikasının getirisiyse 15 milyon lira!
O dönemde çok ucuz olan eroin, toplumun hemen hemen bütün kesimine yayılıyor.
Her ne kadar yurt içine satışı yasaksa da, önce fabrikalarda çalışan işçiler eroin bağımlısı oluyor, sonra da bunların aracılığıyla toplumun dört bir yanına dağılıyor beyaz zehir.
Yıl 1930! Dünya gazeteleri,
İsmet İnönü’yü ‘Uyuşturucu Satıcısı’ olarak resmetmeye başlıyor.
Derken,
1930′da, New York’ta yakalanan Alesia adlı bir gemide,
Türkiye’den yüklenmiş 500 bin dolarlık saf morfin ele geçiriliyor.
Ve bütün T.C. Bandıralı gemiler, dünyada ‘uyuşturucu kaçakçılığı yapan deniz taşıtları’ olarak fişleniyor!

Adını hepimizin bildiği meşhur Bayer ilaç firması 1897 yılında bir ilaç keşfedip tescil ettiriyor. Müthiş ağrı kesici özelliği olan ilaç, bir yıllık fare testlerinin hemen ardından, kanser, tüberküloz ağrıları için zaman kaybetmeden piyasaya sürülüyor. Hikâyeye göre, Bayer’de çalışan bir mühendis, keşfettikleri ilacın insan bedenindeki etkilerini tam anlamak ve bir test sürüşü yapmak için, ilacı damarına enjekte ediyor, ilacın etkisindeyken de “Kendimi kahraman gibi hissediyorum” diyince, bunu duyan diğer ayık kafalı mühendisler ilacın adını “Hero’in” koyuyorlar…

İlaç niyetine yasal satılan uyuşturucular dünya farmakoloji tarihinin bir parçası. Meşhur doktorumuz Freud’un çocuk, genç, yaşlı demeden tüm hastalarına senelerce “kokain” yazdığı bilinen bir gerçek. Tıpkı, şimdi ilköğretim kantinlerinde de bulabileceğimiz ectasy isimli üzeri rölyefli hapların seneler önce Türkiye eczanelerinde “mucize zayıflama hapı” diye satılmaya başlaması gibi.Tüm dünyada mucizevi olarak karşılanan eroin isimli ilaç, kısa sürede Amerika ve Avrupa’da bir bağımlılar ordusu yaratıyor. Ortalık eczaneleri, ilaç depolarını yağmalayan eroin bağımlılarından geçilmez hale geliyor. Batı dillerinde adı Heroin olan bu ilacın Osmanlı’ya Eroin olarak gelmesini H’leri yutan bir Trakyalı Türk tarafından getirtildiği iddiası üzerine yaslayabiliriz ama adı ve gelişinden ziyade Osmanlı’ya öyle bir geliyor ki eroin, gitmek bilmiyor…Eroin saf morfinden yapılıyor, morfin ise afyondan. Ve o vakitler, dünyanın en kaliteli afyonu, Anadolu’da yetiştiriliyor. 62 vilayette düzenli afyon ekimi yapmakta olduğumuz yıllar. Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesi…Tam o tarihlerde yeni icat edilen eroinin de ağır sonuçları görünmeye başlayınca, tüm dünyada afyon ve afyondan üretilen maddelere karşı sert bir kampanya yürütülmeye başlıyor. Elbette, afyon üzerinden büyük rantlar sağlayan ülkeler, bu kampanyaları yalanlıyor, gereksiz buluyor. Örneğin İngiltere, Afyon üretiminin sınırlandırılmasını onaylarken ticaretinin sınırlandırılması konusunda büyük direnç gösteriyor.Ancak, tüm dünyada büyük yankılar uyandıran doktor raporları ve özellikle eroin karşısında oluşturulan konsorsiyum çalışmalarıyla, 1912 yılında Lahey Afyon Sözleşmesi diye bilinen sözleşme imzalanıp, eroin üretimi tamamen yasa dışı ilan ediliyor. İngiltere afyon üretimine sınır getirilse de, satışına getirilmemesi için ne kadar dirense de kararı değiştiremiyor…Osmanlı ise, Lahey’e delege bile göndermiyor. 1914’te yapılan ek protokole ise delege gönderse de imza koymuyor.Sonrası Dünya Savaşı… Sonrası Kurtuluş Savaşı…Gerçi, Sevr Anlaşması ile konu Osmanlı’yı da bağlar hale geliyor ama Anadolu’da hiçbir yasal düzenleme yapılmıyor ve Anadolu dünya afyon ticaretinin merkezi haline geliyor… Arjantin’inden, Japon’una, İtalyan’ına kadar tüm dünyadan uyuşturucu tüccarları İstanbul’u mesken ediniyorlar. İstanbul bir uyuşturucu cenneti haline geliyor. Afyon ticareti serbest, üstelik de en kalitelisi.Milli mücadeleyi kazanıyoruz. İlk hükümetimiz kuruluyor ve yabancı sermaye Cumhuriyet halk partisine  , topraklarımızda “Eroin fabrikası” kurmayı teklif ediyor.1926 yılında CHP’nin aldığı bir kararla, Japon bir firma ile ortak, bugünkü Taksim Divan Oteli – Taşkışla mevkiinde Mecidiye Kışlası olarak bilinen yere tarihimizin ilk “Eroin Fabrikası” kuruluyor. 


T.C. Uyuşturucu Maddeler İnhisarı tarafından toz ve ekstre halinde satışa sunulan Morfin şişeleri-
Tüm modern dünyada yasak ama bizde yasal olan eroinin getirdiği kazanç ve ekonomik hareketlilikle, taze cumhuriyetimiz bir uyuşturucu cenneti haline geliyor.1929’da ikinci eroin fabrikamız, Eyüp’te Haliç kenarına kuruluyor. Adı; “Eczayı Tıbbiye ve Kimyeviye” – ETKİM.Yine aynı yıl, üçüncü eroin fabrikamız Kuzguncuk’ta “Türk ecza-yı tıbbiye ve kimyeviye şirketi” – TETKAŞ – adı altında kuruluyor. Kurucuları arasında Kurtuluş savaşı kahramanı İsmail Hakkı’nın da bulunduğu şirketin yönetim kurulu başkanı zamanın TBMM başkan vekili ve Trabzon milletvekili Hasan Saka (1947’de Başbakan).Bu yıllarda, Türkiye’nin 27 sanayi kuruluşu var ve bunlarının tamamının yıllık kârı 2 Milyon TL düzeyinde seyrederken, eroin fabrikalarımızın cirosu 15 Milyon TL. Aylık bir milyon bağımlının ihtiyacını karşılayacak kadar ve en kalitelisinden eroin imal ediliyor o sıralar genç cumhuriyetimizde.
Bu dönemde inanılmaz ucuz olan eroin toplumun her kesiminde kullanıcı bulmaya başlıyor, iç pazara satışı yasak olan ama denetlenmeyen madde, fabrika çalışanlarından başlayarak tüm ülkede bir bağımlılar ordusu yaratmaya başlıyor.İçte durum böyleyken, dışarıdan tüm dünyadan gelen ambargo tehditleri, yasal zorlamalar, dayatmalara rağmen Türkiye üretime devam ediyor, 1930’a gelindiğinde dünya gazetelerinde Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü uyuşturucu satıcısı olarak resmediliyordu. Mustafa Kemal bu işe bir son vermek istese de Mecliste eroinden kasasını dolduran milletvekilleri nedeniyle fabrikaları kapattırıp, eroin üretimini yasadışı hale getiremiyordu.Şubat 1930’da New York’ta yakalanan Alesia isimli bir gemide Türkiye’den yüklenmiş 500 bin dolarlık saf morfin ele geçiyor. Tam bu sıralarda da kurtuluş savaşımızın kahraman gemilerinden Pierre Loti, Lamartine, Bulgaria, Vesta gibi gemiler tüm dünyada uyuşurucu kaçakçısı gemiler olarak fişlenmiş bulunuyordu. Ekim 1930’da Londra’da düzenlenen konferansa Türkiye de heyet gönderdi, amaç uluslararası arenada eroin yüzünden darmadağın durumda olan imajı düzeltip, Milletler Cemiyeti’ne girebilmenin çarelerini aramaktı. Ancak konferansta, Türk heyetinin yaptığı hatalarla Dünya uyuşturucu kaçakçılığının merkezinin, Türkiye’nin yasal eroin ticareti olduğu belgelendi.Artık tüm Dünya’da Türkiye adı eroinle birlikte anılmaktaydı. 1931 yılında Mustafa Kemal Cenevre’de Türkiye’nin uyuşturucu trafiğinin ana konu olduğu toplantıya bir heyet gönderdi. Heyetin başında eroin fabrikaları yönetim kurulu başkanı Hasan Saka vardı. Hasan Saka, eroin rantının tepesinde oturan isimlerdendi ve tamamen üretimi durdurmaya yanaşmıyordu. Bunun üzerine toplantıdan genç cumhuriyete ağır ambargolar uygulanması yönünde bir karar çıktı. Türkiye köşeye sıkışmıştı.1933’e kadar göstermelik azaltmalar ve göstermelik eroin taciri tutuklamaları, sınır dışı etmeleriyle fabrikalar üretime devam etti.1933 yılında bir gün Mustafa Kemal ani bir şekilde kabineyi toplayıp “Eroin Fabrikaları kapanmıştır” açıklamasını yapıyor, direnmelere rağmen karar Halk Fıkrası tarafından onaylanıyor. Mustafa Kemal’in gücüne karşı bile sıkı muhalefet gösteren eroin lobisi kararın yasalaşmasını bir yıl kadar daha erteletmeyi başarıyor. Ve Türkiye’nin yasal eroin fabrikaları bir takım meraklılar konuyu kurcalayana kadar tarihe gömülüyor…
Konuyla ilgili kitaplar:
Overdose Türkiye – F. Cengiz ErdinçTaklamakan – Serap Bengü
kaynak: http://hafif.org/yazi/turkiye-deki-yasal-eroin-fabrikalari
Türkiye Cumhuriyeti Uyuşturucu Maddeler İnhisarı


Kurtuluş Savaşı’nın bitiminde, kurulan İsmet İnönü Hükümeti’nin kapısını bir Japon firması tıklatıyor. Ve Türkiye’de, eroin fabrikası kurmayı öneriyor. Böylece de 1926 yılında, Japon firmasıyla ortak, bugünkü Taksim Divan Oteli’nin yerinde,T.C. Uyuşturucu Maddeler İnhisarı boy gösteriyor.
Tüm dünyada yasak ama bizde yasal olan eroinin getirdiği kazanç ve ekonomik hareketlilikle, Türkiye bir anda uyuşturucu cenneti olup çıkıyor! Bu kadarla kalmıyor iş.

Hemen ikinci fabrikayı kuruyoruz! Eyüp’te, Haliç kenarına. Adı da çok hoş: Eczayı Tıbbiye ve Kimyeviye – ETKİM! Hiç soluk almadan, üçüncü eroin fabrikası da boy atıyor; bu kez Kuzguncuk’ta. Adı da, ‘Türk Ecza-yı Tıbbiye ve Kimyeviye Şirketi- TETKAŞ’!
Yönetim Kurulu Başkanı kim? TBMM Başkan Vekili ve Trabzon Milletvekili Hasan Saka. O kim? Daha sonra, yani 1947′de Başbakanlık koltuğuna oturan siyasi!
Bu yıllarda,Türkiye’de tam tamına 27 sanayi kuruluşu var. Bunların, yıllık toplam karı 2 milyon lira. Ama üç eroin fabrikasının getirisiyse 15 milyon lira!
O dönemde çok ucuz olan eroin, toplumun hemen hemen bütün kesimine yayılıyor. Her ne kadar yurt içine satışı yasaksa da, önce fabrikalarda çalışan işçiler eroin bağımlısı oluyor, sonra da bunların aracılığıyla toplumun dört bir yanına dağılıyor beyaz zehir. Yıl 1930... Dünya gazeteleri, İsmet İnönü’yü ve Mustafa Kemal'i ‘Uyuşturucu Satıcısı’ olarak resmetmeye başlıyor.
Derken, 1930′da, New York’ta yakalanan Alesia adlı bir gemide, Türkiye’den yüklenmiş 500 bin dolarlık saf morfin ele geçiriliyor. Ve bütün TC Bandıralı gemiler, dünyada ‘uyuşturucu kaçakçılığı yapan deniz taşıtları’ olarak fişleniyor.
1933 yılında bir gün Mustafa Kemal ani bir şekilde kabineyi toplayıp “Eroin Fabrikaları kapanmıştır” açıklamasını yapıyor. Direnmelere rağmen karar Halk Fıkrası tarafından onaylanıyor. Mustafa Kemal’in gücüne karşı bile sıkı muhalefet gösteren eroin lobisi kararın yasalaşmasını bir yıl kadar daha erteletmeyi başarıyor. Ve Türkiye’nin yasal eroin fabrikaları bir takım meraklılar konuyu kurcalayana kadar tarihe gömülüyor…
1933 Senesinde İstanbul Bahçekapı'da Çekilen Bu Fotoğraf Gerçeklerin Kanıtı... Levha'nın üst kısmındaki üçgen ve göz şekli ise dikkatlerden kaçmadı...
02 Aralık 1933 tarihli Cumhuriyet Gazetesi, eroin fabrikasını 'çok modern bir daire' diyerek övüyor ve ziyaret edilmesi hususunda tavsiyerlerde bulunuyor.



M. Kemal Atatürk eroin üretimini bitirmek istiyor.

M. Kemal Atatürk eroin üretimini bitirmek istiyor.
M. Kemal Atatürk eroin üretimini bitirmek istiyor ancak bu işten cebini dolduran bürokratlar ve milletvekilleri sebebiyle mevzu uzadıkça uzuyor. 1930 yılında New York'ta bir Türk gemisi 500.000 dolar değerinde morfinle yakalanınca problem iyiden iyiye büyüyor.

Türkiye'ye eroin üretimi nedeniyle ambargo kararı

Türkiye'ye eroin üretimi nedeniyle ambargo kararı
1931'de Cenevre'de toplanan konferansta Türkiye'nin eroin üretimini bitirmesi, bitirmediği halde ağır ambargolar uygulanması yönünde bir karar alınıyor.

Gelelim hikayemizin finaline: Atatük fabrikaları kapattııyor.

Gelelim hikayemizin finaline: Atatük fabrikaları kapattııyor.
Bir süre göstermelik adımlar atan Türkiye, kökten yasağa yanaşmasa da nihayetinde Mustafa Kemal Atatürk 1933 yılında kabineyi toplayıp “Eroin fabrikaları kapanmıştır!” diyor. Ülkede iyice yer etmiş, önemli yerlerdeki devlet görevlilerini etkisi altına almışuyuşturucu lobisi bu karara 1 sene kadar dirense de eninde sonunda fabrikalar kapatılıyor ve Türkiye'nin bu enteresan uyuşturucu macerası son buluyor.

Aziz Üstel / Star
Tek partinin kurduğu ve işlettiği yasal eroin fabrikalarını biliyor muydunuz?
Eroini piyasaya ilk süren ünlü Bayer firması; hani şu Aspirin’i de şişelere doldurup satan kuruluş. Yıl da 1897!
Bayer de çalışan bir kimyager, eroini keşfedip damarına boca ettikten sonra ‘I feel like a hero!’ diye bağırıyor; Yani ‘Kendimi kahraman gibi hissediyorum!’ Millet de bu ‘hero’ sözcüğünü (kahraman) alıp in takısını ekliyor; ve oluyor heroin! Türkiye’ye ilk gelişindeyse, H’leri yutan bi Trakyalı ‘heroin’ yerine ‘eroin’ diyor... Tabi söylentiye göre.
Eroin, saf afyondan yapılıyor ve dünyanın en nitelikli afyonu Anadolu’da yetişiyor. Yıl 1910’u bulduğunda, 62 ilde düzenli, afyon ekimi yapılıyor.
Ancak bu eroinin ne menem bir bela olduğunu, insanı uçuruma götürdüğünü anlayan dünyada kampanyalar başlıyor, yasaklatmak için. Ve 1912 yılında, Lahey Afyon Sözleşmesi imzalanıyor; eroin üretimi hemen hemen bütün dünyada ‘yasa dışı’ ilan ediliyor! Ancak Osmanlı Hükümeti, Lahey’e delege bile göndermiyor.
Kurtuluş Savaşı’nın bitiminde, kurulan İsmet İnönü Hükümeti’nin kapısını bir Japon firması tıklatıyor. Ve Türkiye’de, eroin fabrikası kurmayı öneriyor. Böylece de 1926 yılında, Japon firmasıyla ortak, bugünkü Taksim Divan Oteli’nin yerinde, T.C. Uyuşturucu Maddeler İnhisarı boy gösteriyor.
Tüm dünyada yasak ama bizde yasal olan eroinin getirdiği kazanç ve ekonomik hareketlilikle, Türkiye bir anda, uyuşturucu cenneti olup çıkıyor! Bu kadarla kalmıyor iş.
Hemen ikinci fabrikayı kuruyoruz! Eyüp’te, Haliç kenarına. Adı da çok hoş! Eczayı Tıbbiye ve Kimyeviye - ETKİM ! Hiç soluk almadan, üçüncü eroin fabrikası da boy atıyor; bu kez Kuzguncuk’ta.
Adı da, ‘Türk Ecza-yı Tıbbiye ve Kimyeviye Şirketi- TETKAŞ’!
Yönetim Kurulu Başkanı kim? TBMM Başkan Vekili ve Trabzon Milletvekili Hasan Saka! O kim? Daha sonra, yani 1947’de Başbakanlık koltuğuna oturan siyasi!
Bakın, bu yıllarda, Türkiye’de tam tamına 27 sanayi kuruluşu var! Bunların, yıllık toplam karı 2 milyon lira! Ama üç eroin fabrikasının getirisiyse 15 milyon lira!
O dönemde çok ucuz olan eroin, toplumun hemen hemen bütün kesimine yayılıyor. Her ne kadar yurt içine satışı yasaksa da, önce fabrikalarda çalışan işçiler eroin bağımlısı oluyor, sonra da bunların aracılığıyla toplumun dört bir yanına dağılıyor beyaz zehir. Yıl 1930! Dünya gazeteleri, İsmet İnönü’yü ‘Uyuşturucu Satıcısı’ olarak resmetmeye başlıyor.
Mustafa Kemal bu fabrikaları kapatmak istiyor ancak Meclis’te, eroinden kasasını dolduran milletvekilleri fabrikaları kapatıp eroin üretimini yasadışı ilan etmiyor!
Derken, 1930’da, New York’ta yakalanan Alesia adlı bir gemide, Türkiye’den yüklenmiş 500 bin dolarlık saf morfin ele geçiriliyor. Ve bütün TC Bandıralı gemiler, dünyada ‘uyuşturucu kaçakçılığı yapan deniz taşıtları’ olarak fişleniyor!
Ve 1931 yılında Atatürk ‘yeter artık!’ diyor, CHP’yi de TBMM’yi de sollayıp, Cenevre’ye, Türkiye’nin, uyuşturucu trafiğini yönlendirdiği tartışmalarına son noktayı koymak amacıyla bir heyet yollanmasını emrediyor. Heyet gidiyor... Gitmesine de, heyetin başkanı, eroin rantının tepesinde oturan Hasan Saka!! Ve tabi Hasan Saka ipe un seriyor, ama son anda Atatürk’ten gelen çok sert bir telgraf işe noktayı koyduruyor. Böylece de Milletler Cemiyeti’ne girme yolu açılıyor!!
Yani Baykal’ın tek parti düzeni ve İnönü dönemlerini sorgulama isteği çok yerinde bir girişim. Çünkü, özellikle 1938-1950 yılları arası, iyiden iyiye irdelenmeli, incelenmeli ki aynı hatalara bir daha düşülmesin!

Türkiye'nin toplumsal haritasının derin kodlarını gizleyen 1920'li ve 30'lu yıllar, uyuşturucu tarihimiz açısından da hayli renkli manzaralarla dolu. Gazeteci Cengiz Erdinç'in ortaya çıkardığı ve "Overdose Türkiye" kitabında yayımladığı belgelere göre, Batılı ülkeler 1912'de Lahey Afyon Sözleşmesi'ni imzalayıp eroini yasadışı ilan eder ama Osmanlı Devleti oralı bile olmaz. Türkiye de Osmanlı'nın bu konudaki mirasını bir süre devam ettirir. Genç cumhuriyete yatırım için gelen ilk yabancı konuklar oldukça ilginçtir. 1926'da hükümetin aldığı kararla, Japonlarla ortak, Taksim'de Mecidiye Kışlası olarak bilinen yere tarihimizin ilk yasal "eroin fabrikası" kurulur. Fabrikanın getirdiği kazanç karşısında 1929'da Haliç kıyılarında Eczayı Tıbbiye ve Kimyeviye (Etkim) adıyla ikinci fabrika açılır. Hiç vakit kaybedilmez, üçüncü fabrika aynı yıl Kuzguncuk'ta Türk Eczayı Tıbbiye ve Kimyeviye Şirketi (Tektaş) adıyla faaliyete geçer. Fabrikanın başına da daha sonra başbakanlık yapacak olan dönemin Meclis Başkanvekili Hasan Saka atanır. Erdinç'in verdiği bilgilere bakılırsa o yıllarda Türkiye'nin 27 sanayi kuruluşu vardır ve bunlarının tamamının yıllık cirosu 2 milyon liradır. Oysa üç eroin fabrikasının cirosu tam 15 milyon lirayı bulur. 

Ekonomi, uyuşturucu ile dinamizm kazanmıştır kazanmasına lakin, ucuzlayan eroin hemen herkesimden insanı hızla kendine bağlamaktadır. İşin siyasi cephesi daha da vahimdir. Özellikle uyuşturucuya karşı amansız savaş başlatan ABD basınında Atatürk ve İsmet İnönü uyuşturucu taciri olarak resmedilir. Genç cumhuriyetin bu talihsiz imajını silmek için Atatürk, 1933'te nihayet hükümet kabinesini toplar ve tek sözle toplantıyı noktalar: "Eroin fabrikaları kapanmıştır." 

Mazhar Osman Bey'in çabası yetersiz kaldı 

İstanbul sokaklarına ağır ağır sinen dumanlı havayı ilk gören Bakırköy Akıl Hastanesi'nin Başhekimi Mazhar Osman Bey'dir. Henüz 1928'de yazdığı bir makalesinde "Japon kıyafetindeki bir şeytan karşımıza çıktı" diyecektir. Zira, o günlerde kapısını çalan bir deri bir kemik kalmış hastaların neredeyse tamamının Japon eroin fabrikasının işçileri olduğunu farketmiştir. Uzun tedavi ve gözlemler sonucunda şöyle yazacaktır, Mazhar Osman Bey: "İlk heroinmanlar bana Japon fabrikasından geliyordu. Fabrikaya sapasağlam giren bu Türk ameleler yaparken koklamaya mecbur kaldıkları heroin tozu yüzünden yemeden içmeden kesiliyor, günden güne zayıflıyor, ayakta duramayacak hale geliyor, valeryana düşkün kediler gibi mutlaka o kokuyu arıyor ve en sonunda da patron ‘sen hastasın' diye on para tazminat vermeksizin suyu sıkılmış limon gibi kapı dışarı atıyordu..." (M. Osman, Keyf Veren Zehirler, 1934) 

Mazhar Osman Bey'in işaret ettiği tehlikeyi Şişli Fransız Hastanesi'nde "Emraz-ı Akliye ve Asabiye" uzmanı Dr. Hüseyin Keman da dile getirir: "Birkaç sene evvelisi Taksim'de kurulan Japon fabrikası sayesinde bu zehir bugün pek çok genci mahveden, berbat eden bir iptila şeklinde memleketin genç, ihtiyar hatta çocuk yaşında birçok insanlarda ve her sınıfı içtimaiye mensup zavallılarda görülmektedir." Dönemin uzmanları kısıtlı imkanlar içinde yaptıkları tıbbi araştırmalarla durumun vehametini ahaliye anlatmaya çabalarken, eroin argosu sokakta kendini çoktan ezberletmiştir bile: Oroin, beyaz, curu, maden, preze, mal, mek... 

Mazhar Osman, avamı eroin konusunda uyarırken, o sıralar adı yeni yeni duyulmaya başlanan kokain üzerine de incelemeler yapmaktadır. Ne var ki, hazırladığı uyuşturucu kitabında müptelasına rastlamadığı için bilimsel sonuçlarını veremediği bu yeni sinsi habise ahlaki bir öfke göndermekle yetinir: "Kokain insanı fahişeliğe ve kötü yola düşüren en önemli etkendir." 

Beyza Hanım'a sevdalı edebiyatın beş silahşoru 

Nitekim kokain, tıpkı bugünkü gibi o yıllarda da sosyetik gecelerin, bohem hayatının önemli bir figürüdür. Kokain üzerine enteresan bilgilerin kaynağı ise İstanbul'un gece hayatını keyifle kaleme alan, gazeteci Fikret Adil'dir. Öyle ki, Fikret Adil'in Asmalımescit'teki 74 numaralı evi, dönemin edebiyat ve sanat camiasının merkez üssü gibidir. Adil, 1933'te yayımladığı "Asmalımescit 74" adlı kitabında bohem hayatın gizli sırlarını bir bir deşifre eder. Kimler uğramaz ki Asmalımescit 74 numaraya: Necip Fazıl, Eşref Şefik, Mesut Cemil, Nazım Hikmet, Peyami Safa, Elif Naci, İbrahim Çallı... Türk edebiyatının mukaddesatçı ve çağdaş köşe taşları evin müdavimleridir. Adil, kitabında bohem takımının kokaine verdiği ismin "Beyza Hanım" olduğunu anlatır: "Beyza Hanımı tanır mısınız? Tanımazsanız tanıyanlara sorun. Pek nefis bir şeydir. Beyza Hanımın ağuşuna düşenler ordan ayrılamazlar. Aynı zamanda birçok aşığı vardır. Fakat hiç biri ötekisini kıskanmaz, onu herkes ayni derecede sever. Greta Gabro bile Beyza Hanıma aşıktır." 

Ressam İbrahim Çallı'nın Üsküdar'daki atölyesinde zaman zaman kokain geceleri yapıldığını söyleyen Necip Fasıl da anılarını topladığı "Babıali" kitabında yine Beyza Hanım'dan bahseder: "Beyza Hanımefendi adı ve sanıyla kokain... Küçük bir şişe içinde naftalin gibi pırıl pırıl, ince ve beyaz bir toz... Bu şişenin içine ruhu hapsedilen bir kadındır ve ismi Beyza Hanımefendi... Beyza Hanımefendinin etrafında beş kara sevdalı... Eşref Şefik, Fikret Adil, Mesut Cemil, Peyami Safa, Elif Naci... Genç Şair (kendisidir), içkiden sonra bohem halkasının tepesine binen ve onları deve gibi güden Beyza Hanımefendiden ne anladıklarını merak etmiş ve şu izahı almıştır: Müthiş bir şey! Tecrübe edersen anlarsın ve Beyza'nın sırlarını bizden daha güzel dile getirirsin..." (Soner Yalçın, Siz Kimi Kandırıyorsunuz.) 

Edebiyatın bu güçlü kalemleri yazdıkları hemen tüm eserlerinde Beyza Hanım'dan söz ederken, Türk romanının belki de en güzel eserlerini veren Ahmet Hamdi Tanpınar'ın da bir aralar Beyza Hanım'a uğradığını edebiyat profesörleri İnci Enginün ve Zeynep Kerman'ın günyüzüne çıkardıkları günlükler sayesinde geçen yıl öğrendik. Baştan sona hayal kırıklıklarıyla dolu günlüklerde iki satır hemen dikkati çeker: "Peyami ile birkaç defa kokain de çektik. Fakat, verdiği baş ağrısı tahammül edebileceğim gibi bir şey değildi." 

Uyuşturucu bu topraklarda çok eski elbette. Ama o bile, Türkiye'nin siyasi ve ekonomik hayatına uygun ilerliyor. Tüm tartışmaların avam/elit olarak bölündüğü bir ülkenin haliyle uyuşturucu tarihi de farklı olmuyor. Eskilerin deyimiyle "avama beyaz şeytan, havasa Beyza Hanım" dönemi hükmünü hiç yitirmiyor... 

Afife Jale'nin hazin öyküsü

İstanbul sosyetesinin en hazin kokain trajedilerinden birisi Afife Jale'nin hikayesidir. İlk Türk kadın tiyatrocu olarak adını tarihe yazdıran Afife Jale, çalkantılı hayatınde henüz genç yaşlarda kokain ile tanıştı. Artık ayakta duracak hali kalmadığında dostları O'nu Mazhar Osman Bey'in hastanesine kaldırdı. 1941 yılında, 39 yaşındayken tüm vücudunu esir alan kokain yüzünden yaşamını yitirdi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder