30 Nisan 2016 Cumartesi

Karadenizli fedailer

AH CANAKKALE AH!!!      pdf INDIR
Yıl 1915; Karadeniz’ in Zonguldak’ ından Rize’ sine kadar, herhangi bir kasabasında yaşı 18-19 yaşından yukarı genç bulmak mümkün değildir. Çünkü hepsi savaşa gitmişlerdi.
Peki, geride kalanlar?
Giresunlu Rıza; Çanakkale’ de savaş var deyip ortaya çıkmış. Hem de nasıl biliyor musunuz? Köy köy gezip cepheye gönüllü ararmış. Kendisi niye cepheye gitmiyor da böyle bir yolu seçmiş? Çünkü Giresun’ lu Rıza’ nın yaşı 49 imiş. Askerlik Şubesi Giresun’ lu Rıza’ nın müracaatını kabul etmemiş.
Karadeniz’ li yolundan döner mi? O da bu yolu seçmiş.
Kendisi gibi sevdalı, kendisi gibi fedai dört Karadeniz’ li daha bulmuş. Bu dört Karadenizli’ nin yaşları da Giresun’ lu Rıza’ dan aşağı değilmiş. Ver elini Çanakkale deyip yollara düşmüşler. Yayan gitmişler, vasıta bulmuşlarsa binmişler. Aç kalmışlar, susuz kalmışlar, yollarından dönmemişler. İnadım inat İstanbul’ a varmışlar.
İstanbul’ un o büyülü havasına kapılıp, ne sağda, ne solda eğlenip kalmamışlar…
Sirkeci’ de, Çanakkale’ ye gidecek olan 64 numaralı Şirket-i Hayriye Hastane Gemisi’ ne gelmişler. Ne çare ki, gemiye binememişler… Ne dedilerse de kabul edilmemiş. Son çare: Biz denizciyiz, kazanlara kömür atarız, mazgal temizleriz, cimacılıkta yaparız demişler. Ama nafile…
Bu kahramanlarımızın niyetleri halis olduğundan, karşılarına geminin makinisti, hemşehrileri çıkmış. Onları üzmeden, gizlice gemiye almış ve kazan dairesinde saklamış.
Gemi akşam ezanından sonra hareket etmiş. Sessiz ve sakin bir havada bütün gece Marmara’ yı geçmişler. Sabahın ilk ışıklarında Kilye iskelesi’ ne yanaşmışlar. ..
Ben bu menkıbeyi yıllarca evvel, Ankara’ da dinlediğim zaman; bu Karadenizliler’ in beş kişi olduklarını, üzerine basa basa not ettirmişlerdi. Halbuki diğer bir kaynaktan edindiğim bilgilere göre, bu Karadenizliler’ in Kilye Limanı’ na geldiklerinde on kişi oldukları ifade edilmişti. Demek ki, beşi Arıburnu Cephesi’ ne, bizim anlatmak istediğimiz diğer beş kişi ise, Seddülbahir Cephesi’ ne intikal ettikleri anlaşılıyor.
Fedailerimiz, Gelibolu Yarımadası’ nın topraklarına ayak basmışlardı. Rıza’ nın etrafına baktığı zaman gördüğü manzaradan bütün benliği alt üst olmuş, yüreği parçalanmıştı. Çünkü yüzlerce asker kanlı elbiseleri içinde, yere bir yaygı serilmiş, kimisi yatıyor, kimisiyse oturuyordu.
Bir yaralının yanına sokuldu, hatırını sordu. Karadeniz’den buraya hizmet için geldiklerini söyledi. Acaba hangi cepheye gitsek uygun olur? Diye sorduğu suale şöyle karşılık geldi:
-‘’Seddülbahir Cephesi’ nin insana ihtiyacı var. Varın oraya gidin, iyi olur!’’ dediler.
Bu arada Rıza, Trabzon’ lu Hüseyin Avni’ ye döndü:
‘’Eyvah, eyvah!’’ diyerek feryat ediyordu. ‘’Ben bu topraklara artık pabuçlarla basamam, yalın ayak olmam gerek’’ dedi… Pabuçlarını çıkardı.
‘’Görmüyor musunuz kanları? Bu topraklara pabuçla basmak caiz değildir! Ne iyi ettikte geldik. Ben ölmeden, benim de kanım karışsın bu kanlı toprağa? Onun için çıkardım pabuçları.’’ Ve yola koyuldular.
Görev yerleri: 7. Fırka, 21. Alay, 1. Tabur, 1. Bölük olarak tespit edilmiş. Gözetleme ve keşiflerde çalışıyorlardı. On gün içinde ikisi düşman avcıları tarafından vurularak Şehit edildi.
Üçü dedi ki:
‘’Biz düşmanın avcı yerlerini, şu kan yiyen makinelerinin yuvalarını tespit ettik… Arkadaşlarımızın kanı yerde kalmayacak, aşacağız tel örgüleri, siperlerine ulaşacağız.’’
Yüzbaşı onların bu arzularına hayır dediyse de, dinletemedi.
Bir gece ayın karanlığında kasaturalarını, kamalarını ve beşer de el bombası aldılar. Saat: 01.30, karanlıkta yok oldular. İngiliz siperlerine doğru kayıp gittiler. Ortalıkta büyük bir sessizlik sürüyordu. Aradan bir zaman geçti. Sonra 02.45’ te bombalar patlamaya başladı. Bağrışmalar, feryatlar ayyuka çıktı. Tam 15 dakika sürdü. Bizim siperdekiler göz kesilip kulak kabarttılar. Biraz sonra sürüne sürüne Giresun’ lu Rıza, kucağında düşman makinelisi, üstü başı kan içinde kendisini siperin içine bıraktı.
‘’Bombalardan sonra, arkadaşlarımı düşmanla gırtlak gırtlağa boğuşurken gördüm. Şehit oldular. Ben de bu makinelinin başındaki dört İngiliz’ i kamaladım, aldım getirdim… Tekmilim budur çocuklar!’’

BOZCAADA (TENEDOS) MÜFTÜSÜ



Çanakkale savaşları sırasında kuzey Ege’de bulunan Midilli, Limni, İmroz ve Tenedos adaları İngilizler tarafından askeri üs olarak kullanıldılar.Bunların bugün ikisi İmroz (Gökçe Ada) ve Tenedos (Bozca Ada) bizim elimizdedir.
Bozca Ada müftüsü Mehmet Efendi  Bizim “Teşkilat-ı Mahsusa’nın o çevredeki adamıdır. Çevre adalarda yaşayan Türkler ve Rum balıkçılar İngilizlerle ilgili bütün bilgileri bir şekilde ona iletiyor, o da ışıkla karşıda, Anadolu yakasında  bekleyenlere bildiriyor, onlar da hiç bekletmeden telsizle İstanbul’a aktarıyorlardı. Deniliyor ki İngiliz gemileri daha limandan ayrılmadan Liman Paşanın her şeyden haberi oluyordu.
İngilizler bilgilerin Türk casusları tarafından elde edildiğinin farkında olduklarından hiç durmadan casusları yakalamağa çalışıyorlardı. İngilizlerin Ağustos muharebelerindeki başarısızlıklarının bir nedeni de planlarının Türk casuslarınca elde edileceği kuşkusuyla harekâtın son ana kadar yüksek rütbeli subaylardan bile saklanmış olmasıdır.
Fakat bir gün Müftü ışıkla haberleşirken oğluyla beraber yakalanır. Hemen mahkeme edilirler. O zamanki harp kurallarına göre ikisi de casusluktan idama mahkum edilirler.
İdam günü, ayaklarda zincirli bukağı eller arkadan zincirlerle kelepçeli infaz yerine götürülürler. Müftü “tekbir” getirerek hiçbir şeyi umursamadan yürür gider. Fakat oğlu çok gençtir, hayatının baharındadır. Belki ne yaptığının bile farkında değildir. Giderken korku içinde ağlamağa başlar. Çocuk ürkmüştür.
Duvarın dibine diktiklerinde  müftü tekbir getirmeğe devam etmekte, oğlu ise titreyerek göz yaşı dökmektedir.
Hüküm okunur.Türkçe’ye çevrilir. Son arzuları sorulur. Müftü cevap bile vermez. Oğlu başını kaldırır: “ Babamın elini tutmak istiyorum..”der. Kelepçeler çözülemeyeceği için izin vermezler. Bunun üzerine Müftü oğluna döner. “Bak oğlum gözlerime..Gözlerime bak..!”der. Oğlu başını kaldırır babasının gözlerine bakar. Birden silkinir, sanki bir şey görmüşçesine gülümsemeğe başlar sevinir..
Kurşuna dizilmek için gözleri bağlandığı zaman halâ gülümsediğini söylerler.
Acaba çocuk, babasının gözlerinde kendisini bu kadar sevindirecek ne gördü...?

29 Nisan 2016 Cuma

Bireysel sulama sistemlerine hibe desteği

Bireysel sulama sistemleri kurulmasında, hibeye esas mal alım tutarının KDV hariç yüzde 50'sine hibe yoluyla destek verilecek.

Kırsal Kalkınma Destekleri Kapsamında Bireysel Sulama Sistemlerinin Desteklenmesi Hakkında Tebliğ, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Program, tarla içi damla sulama, yağmurlama, mikro yağmurlama sulama sistemleri kurulması, lineer sistem, center pivot sistem veya tamburlu sistem yağmurlama sulama makinesi alınması ve güneş enerjili sulama sistemi kurulmasını kapsayacak. Tarla içi damla sulama sistemi kurulması için program tüm illerde uygulanacak.

Kabul edilen başvurulara ilişkin olarak başvuru sahibiyle il müdürlüğü arasında hibe sözleşmesinin imzalanmasından sonra mal alımları en fazla 45 gün içinde tamamlanacak.

Çiftçi Kayıt Sistemine kayıtlı olmak şartıyla, başvuru sahibi yatırım konularından sadece biri için tek bir parselde başvuru yapabilecek. Türk Ticaret Kanununda tanımlanan kollektif şirket, limited şirket ve anonim şirket şeklinde kurulmuş olan şirketler, ana sözleşmelerinde tarımsal üretim yapabileceklerinin belirtilmesi şartıyla tüzel kişilik olarak başvurabilecek.

Gerçek kişiler ve belirtilen şirketler, "lineer sistem, center pivot sistem veya tamburlu sistem yağmurlama sulama makinesi alınması" hariç kendilerine ait arazilerde veya en az üç yıl ve üzeri süreyle kiralama yaparak başvuruda bulunabilecek. Sulama kooperatifleri ve tarımsal kalkınma kooperatifleri de ana sözleşmelerinde tarımsal üretim yapabileceklerinin yer alması şartıyla kendilerine ait arazilerde veya kamu arazilerinden 10 yıl ve üzeri kiralama yaparak tüzel kişilik olarak başvuru yapabilecek.

Önceden kredilendirilmiş parsele hibe verilmeyecek

Kırsal kalkınma destekleri kapsamında daha önce bireysel sulamaya ilişkin hibe desteğinden yararlananlar, bu tebliğ kapsamında aynı yatırım konusunda başvuru yapamayacak, ancak farklı parsel için farklı yatırım konusunda başvuru yapabilecekler.

Başvuru yapılan yıl dahil olmak üzere son üç yılda arazi toplulaştırma projesi uygulanmış ve kadastro müdürlüklerince yeni mülkiyete esas parselasyonu tescil edilmiş alanlardaki parsellere ilişkin başvurular ilk defa yapılacak başvuru gibi değerlendirilecek. Başvuru yapılan yıl dahil olmak üzere son üç yıldan daha önceki yıllarda başlamış, geçici yer teslimi yapılmış, ancak tescil çalışmaları devam eden alanlardaki parsellere ilişkin başvurular da ilk defa yapılacak başvuru olarak değerlendirilecek.

Başvuru sahipleri, başvurularının kabul edilmesi halinde hibeye esas mal alım tutarının yüzde 50'si oranındaki katkı payını, ayni katkıyı, referans fiyat farkını ve toplam mal alım tutarına ait KDV'nin tamamını kendi öz kaynaklarından temin etmekle yükümlü ve sorumlu sayılacak. Başvuru yapılan yıl dahil olmak üzere son beş yıllık dönemde yürürlüğe giren Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerince Tarımsal Üretime Dair Düşük Faizli Yatırım ve İşletme Kredisi Kullandırılmasına İlişkin Uygulama Esasları Tebliğleri kapsamında modern basınçlı sulama kredilendirme konularından yararlananlar kredilendirmeye konu olan aynı parsel için hibe başvurusu yapamayacak.

Tebliğ kapsamında kabul edilen başvurularda, hibe sözleşmesinde belirlenen hibeye esas mal alım tutarının KDV hariç yüzde 50'sine hibe yoluyla destek verilecek. Hibe başvuru formunda belirtilen hibeye esas mal alım tutarının, başvuru değerlendirme aşamasında tespit edilen referans fiyatlar içinde kalan kısmı, hibe sözleşmesinde hibeye esas mal alım tutarı olarak belirlenecek. Referans fiyatları aşan kısmı ise referans fiyat farkı olarak belirlenecek ve tamamı yatırımcı tarafından karşılanacak.

Hibeye esas mal alım tutarı gerçek kişiler için 100 bin lirayı, tüzel kişiler için 200 bin lirayı geçemeyecek. Mal alım bedellerinin, bu miktarları aşması durumunda aşan kısım yatırımcı tarafından ayni katkı olarak karşılanacak. Yatırımcılar tarafından bu tebliğ kapsamında satın alınacak tüm mal alımları, tedarikçilerle yapılacak uygulama sözleşmesi kapsamında sağlanacak ve hibeye esas mal alım bedelleri hibe sözleşmesinde belirtilen tutarı aşamayacak.

Yerinde teslim ve montaj giderleri, mal alım bedeli içinde olacak şekilde mal alım faturası düzenlenmesi durumunda toplam tutar hibe desteği kapsamında değerlendirilecek. Mal alım giderleriyle yerinde teslim ve montaj giderlerinin faturada ayrı kalemler olarak faturalandırılması durumunda sadece mal alım bedeli hibe desteği kapsamında değerlendirilecek.

Yeraltı suyu kullanma belgesi alınması gerekecek

Yatırımcılar ve ortakları tarafından sürekli çalıştırılan veya düzenli ya da dönüşümlü olarak işe alınmış kişilerle kamu çalışanları ve kamu kurumları tedarikçi olamayacak. Başvurularda belirtilecek mal alım tutarları piyasa fiyat araştırmalarına dayandırılacak ve keşifleri ayrıntılı olarak belirtilecek. Hibe sözleşmesine bağlanan mal alım tutarları ve malzeme miktarları hibe sözleşmesi süresince artırılmayacak.

Bireysel sulama sistemlerine yönelik mal alımlarında, bent gibi su alma yapısı inşası, yeni kuyu açılması, enerji nakil hattı, depolama tesisi gibi yapım işleri ve su kaynağından sulama alanına kadar sadece iletim hattı yapılması hibe desteği kapsamı dışında tutulacak.

Hibe başvurularında, güneş enerjisi sistemiyle sulama sisteminin birlikte projelendirildiği durumlarda, güneş enerjisi sisteminin maliyeti toplam maliyetin yüzde 50'sini aşamayacak, aşması durumunda artan kısım yatırımcı tarafından ayni katkı olarak karşılanacak.

Yeraltı Suları Tüzüğünde yer alan komşu hakkı başlığı kapsamında, yeraltı suyu kullanma belgesi alınmış olan kuyular hariç, kişilere ait kuyular için sadece bir başvuru yapılabilecek. Kuyu kiralanmasıyla yapılan başvurulara hibe desteği verilmeyecek, ancak kiralanan arazi içinde arazi sahibi adına yeraltı suyu kullanma belgesi olan kuyu mevcut ise kabul edilecek. Satın alınan arazilerde bulunan kuyular için yapılacak başvurularda, arazinin yeni sahibi adına yeraltı suyu kullanma belgesi alınması gerekecek.

Düzenleme kapsamında başvuru yapacaklar, başvuru konusunda il proje yürütme birimlerine müracaat ederek ihtiyaç duyulan bilgileri alabilecek.
Program kapsamında başvuruların yapıldığı her il için Tarım Reformu Genel Müdürlüğü tarafından tahsis edilen ödenek miktarı kadar başvuruya hibe desteği sağlanacak.

Son başvuru tarihi mesai bitimine kadar teslim edilen başvurular en fazla yirmi günde il proje yürütme birimi tarafından incelenerek değerlendirilecek.

Referans fiyat listesinde bulunmayan veya metraj gerektiren bireysel sulama sistemi için fiyat tespitlerini il proje yürütme birimi bir rapora bağlayarak hazırlayacak. Fatura kalemlerinin veya bedelinin referans fiyattan fazla olması durumunda sadece referans fiyatın yüzde 50'si üzerinden hibe desteği ödenecek. Ancak bireysel sulama sisteminin hibeye esas yatırım tutarı referans fiyatın altında olduğunda malın satın alımında gerçekleşen fiyat üzerinden kesilen fatura kalemlerinin veya bedelinin KDV hariç yüzde 50'sine hibe desteği sağlanacak.

Bakanlar Kurulu kararı kapsamında programın başlangıç yılı olması nedeniyle 2016 yılına ilişkin başvurular tebliğin yayımı tarihinde başlayacak.

Tebliğ ile Kırsal Kalkınma Yatırımlarının Desteklenmesi Programı Kapsamında Bireysel Sulama Makine ve Ekipman Alımlarının Desteklenmesi Hakkında Tebliğ (2015/13) yürürlükten kaldırıldı.

24 Nisan 2016 Pazar

Zirai dona karşı öyle bir çözüm buldu ki!

Zirai+dona+kar%C5%9F%C4%B1+%C3%B6yle+bir+%C3%A7%C3%B6z%C3%BCm+buldu+ki%21;

Mut ilçesinde son 3 yıldır yaşanan don olayı nedeniyle yaz aylarında  ürün almakta zorlanan çiftçi Rüstem Selbi, Gıda, Tarım ve Hayvancılık İlçe  Müdürlüğü yetkilileriyle fikir alışverişinde bulunarak tedbir almaya karar verdi.
Selbi, bahçesindeki sulama sisteminden faydalanarak, ağaçların  aralarına 2 metre yükseklikte fıskiyeler kurdu. Bahçeye termometreler de bırakan  Selbi, sıcaklık 2 derecenin altına düştüğünde çalışan sistemle ağaçların  gövdesinin sulanmasını ve bahçedeki nemi artırarak kırağı oluşmasını engelledi.
'ZİRAİ DONU EN AZA İNDİRECEK'
Akören'de 15 yıldır çiftçilik yapan Selbi, AA muhabirine, son yıllarda  zirai don nedeniyle büyük sıkıntı yaşadıklarını söyledi.
Geçimini bahçesindeki kayısı ağaçlarından sağladığını anlatan Selbi,  "Son 3 yıldır ağaçlarımız don nedeniyle ürün vermiyor. Ben de zirai donu en aza  indirecek, ağaçlardaki ısıyı artıracak sistem geliştirdim." dedi.
Araştırmalarının ardından uyguladığı fıskiye yöntemiyle don olayının  ağaçlarına zarar vermesini engellediğini dile getiren Selbi, şöyle konuştu:
"Merkezi sulama sisteminden faydalanarak ağaçların aralarına 2 metre  yükseklikte büyük fıskiyeler kurdum. Ayrıca bahçe içine ve dışına termometreler  yerleştirdim. Termometreler sayesinde hava sıcaklığının 2 derecenin altına  düşmesi halinde sistem devreye giriyor. Böylece fıskiyeler, ağaçların üzerini  suyla kaplayıp kırağı oluşmasını önlüyor ve don olayını engelliyor. Geliştirdiğim  sistemle ağaçların üzerinde kırağı dediğimiz su nemi olmuyor. Bu sayede hava akımı sirkülasyonu sağlanıyor ve don yaşanmıyor."
Bölgedeki bütün çiftçilere bu sistemi öneren Selbi, "Az maliyetle  yapabilirler. Benim bahçenin yanındaki diğer bahçeler tedbir almadıkları için  ağaçlarda meyve yok. Geçtiğimiz günlerde yaşanan don olayından sadece benim  yapmış olduğum sistemle bahçeleri kurtardık." ifadelerini kullandı.
Mut Gıda,Tarım ve Hayvancılık İlçe Müdürü Levent Abaş da çiftçilerin  don olayından etkilenmemeleri için büyük gayret gösterdiklerini belirterek,  kendilerinin de Meteoroloji müdürlüklerinden aldıkları bilgileri üreticilere  ileterek uyarılarda bulunduklarını anlattı.
Çiftçilerin don olayına karşı çeşitli tedbirler aldığını aktaran Abaş,  şöyle konuştu:
"Bunlardan bir tanesi rüzgar gülü. Don olayına karşı rüzgar gülü çok  etkili bir yöntem olarak görülmektedir. Ayrıca vatandaşlarımızın don olayına  karşı geleneksel olarak aldığı bir diğer tedbir ise bahçede saman veya lastik  yakmaktır. Bu yöntem zaman zaman faydalı olabilmekte ancak yeteri kadar ihtiyacı  karşılamamaktadır. Bunun yanı sıra diğer bir metot ise Mut'taki çiftçinin  uyguladığı yağmurlama sistemi ile sis verilmesi ve havanın bahçede birkaç derece yumuşamasının sağlanması. Burada çiftçilerimiz yüksek yağmurlama sitemi ile  sisleme yaptığı zaman yaprakların üzerinde kırağı oluşmasını önlüyor. Bu da  ürünün zarar görmesine engel oluyor.  Yapraktaki buzlanma ise meyvenin kalitesine  herhangi bir zarar vermiyor." AA

'Ya bu deveyi güdeceğim, ya bu diyardan gideceğim' deyimi nerden geliyor?

'Ya bu deveyi güdeceğim, ya bu diyardan gideceğim' deyimi nerden geliyor?

Vaktiyle Hint Mihracelerinden  biri, deve ile hacca gidip gelmiş.
Kendisini götürüp getiren kıymetli ve emektar deveye iyi bakılması için sıkı emirler vermiş. Bununla da yetinmeyerek vezirini çağırmış:
"Vezir, eğer bu hacı deveye bir hâl olursa evvela seni sorumlu tutarım. Her sabah kuşluk vaktine kadar bizzat otlatacaksın.
 Yemine, suyuna, istirahatına iyi bakacaksın. Yoksa seni bu memleketten sürgün ederim" demiş.
 Zavallı vezir mecburen her sabah deve çobanlığı yapmağa başlamış.

Bir gün memleketin ileri gelen bilgelerinden bir dostu, kendisini deve otlatırken görünce şaşırmış:

"Bu ne hâl hazret? Senin bu kırda ne işin var? Bu deve de ne oluyor?" deyince, vezir boynunu bükmüş ve başına gelenleri anlatmış.

"Yâ, işte böyle dostum. Ya bu deveyi güdeceğim, ya bu diyardan gideceğim" demiş.

Türkiye şerefimizdir

Kardavi:+T%C3%BCrkiye+%C5%9Ferefimizdir

10'dan fazla Arap ülkesinin vatandaşlarının organize ettiği "Teşekkürler Türkiye" festivalinin ikinci günü İstanbul Gönen Hotel'de gerçekleşti. Arap aleminin tanınmış alimleri ve akademisyenlerinin katıldığı festivalde düzenlenen sempozyumlarda İslam aleminin sorunları tartışıldı, Türkiye'ye teşekkürlerini sunan katılımcılar dinlendi.
ONU BİZ AYAKTA TUTACAĞIZ
Hasta olmasına rağmen festivale katılan Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı Yusuf el-Kardavi, "Bugün buraya Müslüman ve Arap halkları adına geldik. Bugün teşekkürlerimizi sunma, var gücümüzle ona destek olma günü. Eğer Türkiye'yi ayakta tutarsak kendimizi ayakta tutmuş olacağız" diye konuştu. "Bugün Türkiye günü için, İslam günü için burdayız, Müslümanlar için burdayız. Türkiye'ye teşekkür borcumuzu yerine getirmek için burdayız" diyen Kardavi, "Bugün tüm teşekkürlerimizi Türkiye'ye sunma günü" dedi.
 
NEREDE MAZLUM VARSA TÜRKİYE ORADA
Türkiye'nin savaştan kaçan mültecilere sınırsız nimet ve hizmet sunduğunu söyleyen Kardavi, "Türkiye bizim şerefimizi ve izzetimizi taşıyor. İslam tarihinde gelmiş geçmiş en izzetli ülke Türkiye'dir. Türkiye, tarih boyunca İslam hizmetkarı olan nadir ülkelerden birisidir. Eğer bir mazlumun yardıma ihtiyacı varsa Türkiye hep onun yanında olmuştur" ifadelerini kullandı.
 
KİM KARŞILIKSIZ KAPILARINI AÇAR?
Türklerin tarihten bu yana İslam için çalıştığını belirten Kardavi, "Türkler kadim dönemlerden itibaren gerek siyasi, gerek dini, gerekse kültürel anlamda dirençli, güçlü ve cesur bir tavır ortaya koydu. Osmanlı zamanında yapılan okullar bile halen insanlığa eğitim vermeye devam ediyor. Bugün Türkler İslam'ın bayraktarlığını yapıyor. Türkiye savaştan, katillerden kaçan insanlara kucağını açtı. 3 milyon mülteciye bakıyor. Sorarım size kim bu kadar mülteciye karşılıksız kapılarını açtı?” şeklinde konuştu.
 
İNKAR EDEN NANKÖR OLUR
Kardavi, sözlerini şöyle sürdürdü: "Türkiye'nin İslam'ı savunmadaki rolü büyüktür. Erdoğan Müslümanların ve İslam'ın umududur. O Kur'an'ın, sünnetin, akidenin, şeriatın ve ahlakın adıyla çalışıyor. O milyarlarca Müslüman için tüm bunları yapıyor, onlara öncülük ediyor. Bunu kim inkar ederse en büyük nankördür. Eğer kim ki Türkiye'nin İslam'a karşı yaptığı büyük hizmetleri inkar ederse karşısında Recep Tayyip Erdoğan'ı bulur. Ona 'terör' dediklerinde 'hayır' diye bağırır, ona 'savaş' dediklerinde 'hayır' diye bağırır. O zalimlere daima 'hayır' der. 70 milyon Türk halkı var ki, İslam aleminin iyiliği için çabalar durur." (Yeni Şafak)
Wulff%E2%80%99tan+d%C3%BCnyaya+ders+gibi+s%C3%B6zler
Almanya eski Cumhurbaşkanı Wulff, "Bu kadar çok Türk kökenli askerimiz olmasaydı ordumuz bu kadar etkin olmazdı. Medyada, kültür alanında çok sayıda Müslüman göçmen aydın ülkemizi savunuyor ve temsil ediyor." dedi.
Görevde bulunduğu sırada "İslam Almanya'ya da aittir" sözüyle yoğun bir tartışma başlatan Almanya'nın eski Cumurbaşkanı Christian Wulff, Almanya'da akredite olan Yabancı Gazeteciler Cemiyetinde düzenlenen toplantıda, küreselleşme, terör ve savaşlardan kaynaklanan korkulardan dolayı çok sayıda ülkede artan bir milliyetçiliğin görüldüğünü belirtti. 
 "Kim, 'Almanya'da, Avrupa'da İslam'ı istemiyorum' derse, anayasaya karşı hareket etmiş olur"
Avrupa topraklarında dini sebeplerden dolayı çok savaşlar yaşandığını ve çok kan aktığını anımsatan Wulff, "Kim, 'Almanya'da, Avrupa'da İslam'ı istemiyorum' derse, anayasaya karşı hareket etmiş olur" dedi.
Medeniyetler çatışması yerine birlikte yaşamaya ihtiyaç duyulduğunu vurgulayan Wulff, bunun bir insani görev olduğunu ve bu tartışmanın Almanya'da yapılması gerektiğini belirtti.
Wulff, 2010'da sarf ettiği "İslam Almanya'ya da aittir" ifadesinin ardından ülkede yoğun tartışmalar yaşandığına işaret ederek, "Eleştiriler oldu. Bazıları Müslümanlar aittir ama İslam değil diye ifadeler kullandı. Hayır, 3 milyon Müslüman ülkemizde yaşıyorsa o zaman onlar bu ülkede dinleriyle birlikte aitler ve inançları, İslam din dersi, imamların yetiştirilmesi ve merkezi yerlerdeki camileriyle buraya dahiller" dedi.
Almanya'da anayasayı savunan çok sayıda Müslüman'ın yaşadığına da dikkati çeken Wulff, "Bu kadar çok Türk kökenli askerimiz olmasaydı ordumuz bu kadar etkin olmazdı. Medyada, kültür alanında çok sayıda Müslüman göçmen aydın ülkemizi savunuyor ve temsil ediyor" ifadelerini kullandı. 
Camiler Müslümanların paralarıyla yapıldı
Wulff, Almanya'daki camilerin finansmanı konusunda görüşlerini dile getirerek, ülkedeki çok sayıdaki caminin Müslümanların maaşlarından tasarruf ettiği paralarla inşa edildiğine dikkati çekti.
Türkiye’den gelen imamların ve Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) cemiyetlerinin görünür bir şekilde terörden uzak olduklarını vurgulayan Wulff, Müslüman Türk cemiyetler ile DAEŞ terörizmi arasında herhangi bağı bilmediğini ifade etti.

23 Nisan 2016 Cumartesi

Piskinlik derecesi

PİŞKİNLİĞİN BÖYLESİ!


SAHİLE YAPILAN DOLGU YANLIŞ DA SİZİN YAPTIĞINIZ DOĞRU MU?
CHP Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Ordu Milletvekili Seyit Torun beraberinde, CHP Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen, CHP Samsun Milletvekili Kemal Zeybek, CHP Kayseri Milletvekili Çetin Arık ve CHP eski İstanbul Milletvekili Çetin Sosyal ile birlikte Ordu’ya gelerek, sahilde yapılan deniz dolgusuna tepki gösterdi. Torun, Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz’a akıl vererek, “BİR HİZMET YAPILIRKEN O YÖREDE YAŞAYAN İNSANLARIN DA DUYGULARI VE DÜŞÜNCELERİ ALINMALIDIR.” dedi.
İşte Seyit Torun’un partisine, sivil toplum kuruluşlarına ve Ordululara rağmen,  ben yaptım oldu mantığıyla, inatla yaptığı çirkin ve usulsüz bir imar uygulamalarıyla şehrin kimliğini değiştirirken, geleceğe de kötü bir miras bıraktı. Yerimizin yettiği kadarıyla birkaç örnek;
YENİ BELEDİYE BİNASI
Yörede yaşayan insanların duygularını ve düşüncelerini dinlemeden, yapılan eylemlere karşı inatla halkın meydan olması isteğine karşın şimdiki Büyükşehir Belediyesi Hizmet binasını inşa eden Seyit Torun, dün sahilde kendi yaptıklarını unutarak, “Ben yaptım oldu mantığı ile hareket ederse bu kabul edilemez. Bir yönetici hizmet yapabilir ama gönülleri kazanamazsa hizmet yapılmış sayılamaz.” diyebiliyor.
CENAZE ARACI KARŞILIĞI KAT VERİLDİ
1/1000 ölçekli imar olanında rekreasyon alanı 0.15/0.30 2 katlı otel, motel, pansiyon ve benzeri turizm yapılabilir olan bu arazi, Seyit Torun döneminde plan değişikliğine gidilerek, kat sayısı 3’e yükseltilmişti. Bu da yetmiyormuş gibi cenaze aracı karşılığı bu yere iki kat verilerek, bina 5 kata yükseltildi. Dönemin Mimarlar Odası Başkanı Mehmet Özçelik, bu uygulamaya tepki gösterse de olumlu bir sonuç alınmayarak, denizin önüne set çekilmişti.
BOZTEPE’DE ÇİRKİN YAPILAŞMA
Aynı bu yanlışların bir benzeri ise Boztepe’de uygulandı. Adına Türküler yakılan Boztepe, Seyit Torun döneminde beton tepeye dönüştürülmek istendi. Bunlara en güzel örnek ise Balkon kafeterya, Tepe Restoranı ve yeni yapılan otel inşaatıdır. Çarpık yapılaşmayı ilçe merkezinde uygulayan Torun, Boztepe’de yaptığı bu yanlış uygulamalarla da tepkileri çekmişti fakat, her zaman olduğu gibi halkın taleplerine kulaklarını tıkamıştı.
DÜĞÜN SALONU İÇİN AĞAÇLAR KESİLMİŞTİ
Eski Belediye Başkanı Seyit torun döneminde Ordu’nun en kimlikli ve en eski mahallelerinden olan doğa harikası Kirazlimanı Mahallesi’ndeki asırlık çam ağaçları kurutularak kesilmişti. Eski bir mezarlık sahası olan yer Belde Otel’e düğün ve konferans salonu yapılması için verildi. Mahalleli olaya büyük bir tepki göstermesine rağmen, bu tepkiler dikkate alınmamıştı.
PALMİYELER
Modernleşme adı altında kendi coğrafi dokusundan uzak, yapay hamlelerle palmiye ağaçlarını sahile diken Başkan Seyit Torun, yine yanlış bir uygulamaya daha imza atmıştı. Doğu Karadeniz’in iklimine ve yapısına uygun olmayan palmiyeler, dikildikten 1 yıl sonra solmaya başlamıştı. Hatta bazı palmiyelerde ise çam bitmişti. Ulusal basında bile tepki toplayan bu uygulama da Seyit Torun’un yanlışları arasında yer alıyor.
TAHIL PAZARI KATLİAMI
İki dönemlik Ordu Belediye Başkanlığı sürecinde ‘’modern düzenlemeler’’ adı altında büyük bir inatla, hiçbir görüş ve tepkiyi dikkate almadan kentin tarihi ve kültürel dokusunu katleden Seyit Torun, Tahıl Pazarı’nı da adeta yok etmişti. Belediye eski meclis üyesi şehir planlamacısı Meltem Melikoğlu Aldeniz gibi turizmcilerin ve mimarlar odasının tepkilerine aldırış etmeyen Torun, şehrin kimliğini kaybetmesinde önemli rol oynamıştı.
TELEFERİK DİREĞİ
Şehrin uzun yıllardır beklediği Teleferik Projesi’nin hayata geçirilmesi büyük bir sevinçle karşılanmıştı. Ancak projenin tarihi ve doğal alanların içerisinden geçmesi bu heyecanı karamsarlığa çevirdi. Teleferiğin 2. ayağının sit alanı içerisine yerleştirilmesiyle mahkeme kararıyla durdurulan inşaat bir süre sonra apar topar tekrar başlatıldı. Kaçak bir şekilde gece dikilen ayaklar sonrasında Seyit Torun, bir yanlışa daha imza atmıştı.  
ÖZÜRLÜ PROJE
Seyit Torun’un belediye Başkanlığı döneminde ‘Büyük Yatırım’ sloganları ile 17 Mayıs 2011 tarihinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından temeli atılan ve 7 Aralık 2013 tarihinde hizmete açtığı, ancak otomobil dışında hiçbir araç giremediği için Ordulular tarafından ‘özürlü otopark’ olarak isimlendirilen Yenimahalle Katlı Otoparkı, şehrin ortasında enkaz gibi duruyor. Bina şimdilerde Altınordu Belediye binası olarak kullanılıyor.
YELKEN KULÜP SÜRECİ SEYİT TORUN’LA BAŞLADI
CHP eski İl Başkanı Av. Haluk Türkmen ve CHP eski Belediye Meclis Üyesi Eczacı Mustafa Çavuşoğlu, daha önce gazetemize yaptığı açıklamada, Yelken Kulüp arazisinin bugün otel inşaatına başlanmasında en büyük sorunun Seyit Torun’un araziyi yeşil alandan çıkartarak belediye kamu hizmet alanına çevrilmesi olduğunu açıklamışlardı.

21 Nisan 2016 Perşembe

Unutulmuş bir zafer: Kutü’l-Amare

Unutulmuş bir zafer: Kutü’l-Amare

Kamuoyunun gündemine dün Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun 'ya Sykes - Picot ya Kutü'l Amare' sözleriyle yeniden giren Kutü'l Amare, Osmanlı'nın Birinci Dünya Savaşı sırasında, kenarda kalmış, unutulmaya yüz tutmuş ünlü bir zaferi. Osmanlı'nın bu zaferi, dönemin İngiliz basınında “Britanya tarihinin en aşağılık şartlı teslimi” olarak yer almıştı






Emre Gül/ Dünya Bülteni - Tarih Dosyası
Osmanlı İmparatorluğu’nun, Birinci Dünya Savaşı’nda savunma yapmak durumunda kaldığı cephelerden biri de bölgede bulunan petrol yatakları sebebiyle İngiltere’nin hedefi haline gelen Irak oldu. İşgal hazırlıklarına Eylül 1914’te başlayan İngiltere, Bahreyn adalarında topladığı Hintli ve İngilizlerden müteşekkil Irak Sefer Kuvvetleri’yle 22 Kasım 1914’te Basra’yı işgal etti. General John Nixon komutasındaki bu kuvvetlerin saldırısıyla, yaklaşık dört yüz yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalan Irak’ta planlı bir şekilde ilerlemeye başlayan İngiliz-Hint birliklerini durdurmak için Süleyman Askeri Bey görevlendirildi. Yeterli miktarda askerin bulunmadığı cephede, Trablusgarp’ta olduğu gibi yerli Arap milislerle örgütlenmeye çalışan Süleyman Askeri Bey, Basra’ya yapılan Şuaybe hücumunda mağlup olunca intihar etti. Bu sırada Nasıriye ve Amare’yi ele geçiren İngilizlerin başında, gelecekte Mondros Mütarekesi için İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında arabuluculuk yapacak olan General Charles Townshend vardı.
Kendisi ilerlemeyi tehlikeli görmesine rağmen bir an önce Bağdat’ın ele geçirilmesini lüzumlu gören üstlerinin emriyle harekata devam eden General Townshend, 29 Eylül 1915’te Kutü’l-Amare’ye girdi. Osmanlı kuvvetleri ise geri çekilerek Albay Sakallı Nurettin Bey komutasında “Selman-ı Pak”ı tahkim etmeye başladı. Tahkimat sürerken cepheye Enver Paşa’nın amcası Mirliva Halil Paşa’nın bir kolorduyla gelmesi, kötü gidişatı tersine çevirdi ve General Townshend, 4500’den fazla kayıp vererek Kutü’l-Amare’ye ricat etti. Dicle Nehri sahilindeki bu kasaba coğrafi konumu sebebiyle İngiliz-Hint ordusu için adeta bir kapandı. Burada mevzilenmekten başka çaresi kalmayan General Townshend,  kasabayı tahkim ederken, Mirliva Halil Paşa ise kuşatma çemberini kapatmak için birliklerine manevra emri verdi.
Düşmanın içinde bulunduğu durumun farkında olan Mirliva Halil Paşa, çemberi kapattığı sırada İngilizlere teslim olmaktan başka çareleri olmadığını bildirdi. Bu teklifin reddedilmesi üzerine de 7 Aralık 1915’ten, 29 Nisan 1916’ya dek sürecek olan 143 günlük Kut Kuşatması başladı. Kuşatma hattını yarmak için girişimlerde bulunan General Townshend, sadece Osmanlı askerleriyle değil kendi ordusu içinde meydana gelen sorunlarla da mücadele etmek zorunda kaldı. Çünkü 6.Tümenin içinde bulunan Hintli askerler, özellikle Müslüman Patanlar din kardeşleri olan Türklere karşı savaşmak istemedikleri için disiplin sorunlarına, firarlara ve isyanlara sebep olmaktaydı. Bildiriler yazdırarak Müslüman askerleri Halifenin ordusuna katılmaya teşvik eden Mirliva Halil Paşa, gayri Müslim askerleri de İngiliz emperyalizmi üzerinden isyana davet etti.
Bu sırada, Basra üzerinden gelecek İngiliz kuvvetlerini durdurmak için gerekli tedbirler alınırken Başkumandanlık Genel Karargâhı İran, Irak ve Musul’daki kuvvetlerden müteşekkil iki tümeni VI. Ordu haline getirerek Alman Mareşal Von Der Goltz Paşa’nın emrine verdi. Cephe Grup Kumandanlığı’na ise Mirliva Halil Bey atandı. İngiliz Komutanlığı ise Townshend kuvvetlerini kurtarmak için General Fenton Alymer’le bazı girişimlerde bulundu ise saldırılar püskürtüldü. 22 Mart 1916’ya gelindiğinde Times Gazetesi, Townshend’ın durumunun son derece tehlikeli olduğunu yazmaktaydı.
Hem Kutü’l-Amare’deki hem de onlara yardıma gönderilen İngiliz ordularının ağır zayiatlarla neticelenen başarısızlığı, Kutü’l-Amare’de erzakın azalmasına bağlı olarak açık ve hastalıklara neden oldu.  Sebze, meyve ve konservelerin tükenmesi üzerine önce öküzler yendi. Bunlar da bitince İngiliz askerleri at ve katırları yemeye başladılar. Dini inançları gereği bunları yemeyerek aç kalan Hintli askerlerin sağlığı ise günden güne kötüleşti. General Townshend, Hintlilere at eti yedirebilmek için Hindistan’daki İngiliz yetkililerden at eti yemenin caiz olduğuna dair dini liderlerden fetvalar alırdı ancak at eti yemeyi reddeden Hintli askerler güçten düştüler.
Kutü’l-Amare’de savaşan İngiliz askerlerinden Lan Martin de yazdığı mektuplardan birinde bu durumu: “İlk atı yaklaşık 3 hafta önce kestik. O günden beri günde 20 tane kesiyoruz. Etimiz vardı ama et değildi. At kıyması, çömlekte pişmiş at çorbası, tıka basa at eti. İngiliz askerleri katır veya at eti yemeyi reddeden Hint taburlarından daha iyi dayanıyor.” şeklinde anlatmaktaydı. Bu durum gazeteler aracılığı ile Osmanlı kamuoyunca da dikkatle takip edilmekteydi. Örneğin Tercüman-ı Hakikat Gazetesi, Times Gazetesi’ne dayanarak: “Times Gazetesi Irak’taki vaziyet hakkında neşr olunan  son işarat-ı resmiden bahisle Dicle havalisindeki  İngiliz kavası vaziyetin birçok endişelere bais olduğunu itiraf eylemektedir. Aynı gazete, Iraktaki İngiliz heyet-i seferiyyesinin idaresindeki yolsuzluk ve intizamsızlık hakkında bir makale neşr edip diyor ki: “Dicle ile Fırat arasındaki sahne-i harekattan pek acı şikayetler aldık. Bilhassa Hükümet-i Hindiyye memurlarından pek ziyade şikâyet ediyorlar. İhtiyacat-ı harbiyyenin teşkilatı ve tedariki mesuliyeti hususunda memurin-i Hindiyye, Londra Harbiye Nezareti’yle müşterektir.
Bize vaki olan ihbarat ve şikayat, sıhhiyenin tamamiyle iflas eylediğini isbat ediyor. Ağır mecruh zabitler ve askerler iki üç gün bakılmaksızın kalmaktadır.  Mecruhların yaraları ancak iki üç gün sonra tedavi-i iptidaiye nail olmaktadır. Dicle’den aşağı inen vapurlar mecruhlar ile dolu bulunmaktadır. (Bombay)a gelen mecruhların ahvali son derecede fenadır. Bardaktan boşanırcasına yağmakta olan yağmurlardan yaralar tefessüh etmektedir.
Bu ahval-i fecianın bütün mesuliyeti Hindistan İdare-i Sıhhiyesi’ne aid bulunur. Bilhassa Irak muharebatının safahat-ı ahiresi Hint İdare-i Sıhhiyesi’ni büsbütün ezmiştir. Parlamento azasından Malcolm yazmış olduğu mektupta diyor ki: “Irak sahne-i harbindeki İngiliz ordusunun ahvali pek feci olduğu ihbar ediliyor. Askerin iaşesi ve elbas-ı hususatı büsbütün noksan olup ahval-i sıhhiyesi son derecede şayan-ı endişedir. Binlerce mecruhu ancak üç tabib müdavat ediyor. Sargı levazımı mefkud bulunuyor. İbtal-i his edilmeksizin ameliyat-ı cerrahiye icra edilmektedir. Beş yüz mecruh tek bir hasta bakıcının taht-ı nezaretindedir. Yalnız birkaç Hintli hamal, hasta bakıcıya muavenet etmektedir.  Ayağından mecruh olan bir zabit on sekiz gün bakılmamış ve sargısı değiştirilememiştir. Hükümetin bu ahval-i feciaya dair derhal izahat vermesini talep ederim. Hükümet Irak’taki umur-ı sıhhiyenin Hükümet-i Hindiyeye aid olduğunu temin ederek kabahati kendi üzerinden atamaz. Mademki İngiltere Hükümeti, İngiliz evladını Irak’a göndertiyor. Bunlara bakılmamasından dolayı kendisi mesuldür.” Şeklindeki haberleri okuyucularına duyuruyordu.
Bu kötü durum İngiliz komuta kademesinde değişikliklere ve İngiliz kamuoyunda tepkilere neden olurken, hala kendisine yardım geleceği ümidinde olan General Townshend, Halil Paşa’nın yaptığı ikinci teslim teklifini: “Türkler muharebe sırasında daima iyi asker ve necip insanlardır fakat ben henüz teslim olmayı düşünmüyorum” diyerek reddetti. İngiliz karargahı her şeye rağmen kuşatma altındaki kuvvetlerine cephane ve yiyecek ikmali yapabilmek için daha önce denenmemiş yollara başvurmaya başladı. Dünya savaş tarihinde ilk defa olarak 15-29 Nisan 1916 arası Short 184 tipi 225 beygirlik deniz uçakları ile havadan yardım yapmaya çalıştı. Kuşatma altındaki İngiliz ordusu için son yardım girişimi ise 12 Nisan 1916 gecesi Felahiye’den gönderilen 270 ton erzak ve çeşitli silahlar ve üç makineli tüfeğin, kaptanı ve mürettebatıyla birlikte etkisiz hale getirildiği “Julnar Vapuru” yla yapıldı. Irak’ta uğradığı son hezimet üzerine İngiliz Genel Komutanlığı, Kutü’l-Amare’de Halil Paşa ordusu tarafından tecrid ve muhasara edilmiş olan İngiliz askerinin kurtarılması için artık ümit kalmadığından  General Townshend’e başının çaresine bakmasını emretti.
 
Teslim şartları için görüşmelere başlayan General Townshend,ordusunu kurtarmak için son bir hamle olmak üzere Mirliva Halil Paşa tarafından latife olarak telakki edilen bir rüşvet teklifinde bulundu.  Bu teklif İngilizlerin ünlü casusu Arabistanlı Lawrence, tarafından ikinci kez tekrarlandı ise de reddedildi. Halil Paşa’ya yapılan rüşvet teklifi Tercüman-ı Hakikat Gazetesi’nde: “Townshend’in kurtulmak için ettiği teklif” başlığıyla ve “General Townshend, ordusuyla beraber  serbestçe çıkmasına  müsaade edilmek şartıyla Kutü’l-Amare’nin teslimini teklif ve buna mukabil ne kadar topu varsa bunları ve nakit olarak bir milyon lira vereceğini vaad etmiş ise de bu gülünç teklif bi’t-tabi derhal reddedilmiştir.” Satırlarıyla Osmanlı kamuoyuna duyuruldu.
Neticede General Townshend, İngiliz Karargâhı’na gönderdiği telgrafla onay aldıktan sonra ordusuyla birlikte 29 Nisan 1916’da kayıtsız şartsız teslim oldu. Yerli ve yabancı basında geniş yankı uyandıran zafer, Tercüman-ı Hakikat Gazetesi’nde “İngilizlerin Tarihi En Büyük Felaketi” başlığıyla manşet oldu. “Kutü’l-Amare’de mahsur bulunan 13000 mevcutlu General Townshend ordusunun bugün esir-i harb olarak teslim alınmaya başlandığı Başkumandanlık Vekalet-i Celilesi’nden işar olmağla ahali-i muhteremeye ilan olunur. Türk ordusu bugün Osmanlı bayrağını yine yeni bir şan ve şerefle ila etti. Birkaç günden beri İngiliz menabiinden gelen haberlerde İngilizlerin memleketleri efkâr-ı umumiyyesini Kutü’l-Amare’nin sukutuna hazırlandıklarını ihsas ediyordu.  İngilizlerin korktuğu ve bizim büyük bir atşanla beklediğimiz bu akıbet nihayet tahakkuk etti.  Ve Çanakkale’de Türk süngüsünün acısını çeken İngilizler bu defa da Irak’ta yine aynı elemi fakat bu defa daha vasi bir mikyasda his ettiler. Yekdiğerini takib eden bu hezimetler artık İngiliz necm-i ikbalinin sönmek üzere olduğunu vazıhan gösteriyor.”Şeklinde haber olan zafer, yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da sevinçle karşılandı ve başta Almanya İmparatoru olmak üzere, Avusturya Kralı, Saksonya Kralı gibi müttefik devlet başkanlarından tebriknameler geldi. Hatta Kutü’l-Amare muzafferiyeti üzerine Viyana şehri Türk bayraklarıyla donatıldı.
Gölgede kalan ve hatta biraz da unutulan bu zafer, “Britanya tarihinin en aşağılık şartlı teslimi” olarak hafızalarda yer edindi.  Burada uğradığı hezimeti hiçbir zaman unutmayan General Townshend hatıralarına “İngiltere Hükümeti bana bir ay dayandığım takdirde kurtarılacağımı vaat etmişti, ben beş ay dayandım ve fakat ne yazık ki verilen söz tutulmadı… Kutü’l-Amare ve Cehennem eğer benim olsaydı, herhalde Kutü’l-Amare’yi satar, Cehennemi muhafaza ederdim” derken, İngiliz askerlerinden William Spackman, “Herkes kahrolmuştu. Korkunç bir değersizlik hissi veren o teslim olma sabahını asla unutmayacağım. Teslim olmanın melankolik işlerini yapmaya başladık. Zavallı topçular gururla baktıkları silahlarını parçalara ayırırken bazıları gözyaşlarını tutamıyordu. Türkler öğleyin geldiler ve mevzileri devraldılar. Babil’in sularının kenarında oturduk ve ağladık.” Diye yazdı. Kuşatmayı bizzat yaşamış İngiliz subayları ise yıllar sonra İngiltere’de “Kut Cemiyeti”ni kurdular.
Kaynaklar:
Kut, H., Bitmeyen Savaş, 7 Gün Yayınları, İstanbul.
Atatürk Araştırma Merkezi, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, c.1, 3.baskı, Ankara.
Townshend, C.V.F., Irak Seferi ve Esaret, Yeditepe Yayınevi, İstanbul.
Sakin, S., (2008) “Birinci Dünya Savaşı’nda Irak Cephesi’nde Osmanlı Devleti ile İngiltere Arasındaki Çarpışmalar(1915)”, Akademik Bakış, c.2, S.3, İstanbul, s.133-152.
Karakaş, N., “Britanyalıların Gözüyle Sina-Filistin Cephesi’nde Türk Askeri”, Tarih İncelemeleri Dergisi, c. XXVII, S.2, İstanbul, s.403-425.
Üzen, İ., “Türklerin Kut’ül-Amare Kuşatması Sırasında İngiliz Ordusunda Bulunan Hintli Askerlerin Tutumu(Aralık 1915-Nisan 1916)” Akademik Bakış, c.2, S.3, İstanbul s.81-102.
(18 Mart 1916), (21 Mart 1916), (22 Mart 1916), (22 Nisan 1916), (25 Nisan 1916), (26 Nisan 1916), (29 Nisan 1916), Tercüman-ı Hakikat.
Danişmend, İ. H., İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c.4, 2.baskı, Doğu Kütüphanesi Yayınları, İstanbul.
Harp Mecmuası, (1334), S. 12,İstanbul, ss. 192


Beyaz Show'da ortaya çıkan Burak Kut gerçeği
    Osmanlı Ordusu'nun Irak'ın Kut bölgesinde İngilizlere karşı kazandığı büyük zaferin üzerinden 100 yıl geçti. 13 bin 300 İngiliz asker ile 13 İngiliz general ve 418 İngiliz subayın esir edildiği Kut'ül Amare'de 40 bini aşkın İngiliz asker de öldürülmüştü. Günümüz tarih kitaplarında yer almayan Osmanlı'nın bu büyük zaferi 100'üncü yılında tarihin tozlu raflarından çıkarılırken, dikkati çeken bir detay ortaya çıktı.

    Kahraman Paşa, Burak Kut'un dedesi çıktı
    Kanal D'de yayınlanan Beyaz Show programının konuğu Burak Kut, Kut'ül Amare ile ilgili ses getiren bağlantısını açıkladı. Canlı yayın sırasında Burak Kut'un Kut'ül Amare zaferinin efsane komutanı Orgenaral Halil Kut Paşa'nın torunu olduğu ortaya çıktı.

    Halil Kut Paşa, Enver Paşa'nın kendinden iki yaş küçük amcası ve Burak Kut'un dedesi.


    Halil Paşa’nın kumandasındaki 6. Ordu’nun 1916 Nisan’ında Kutülâmare’de İngilizler’e karşı kazandığı zaferin yüzüncü yıldönümü Türkiye’de ilk defa dün geniş şekilde törenlerle kutlandı.

    Kut zaferi münasebeti ile toplantı-lar yapıldı, sergiler açıldı, konferanslar verildi. Bütün bu etkinliklerde Halil Paşa’nın nasıl önemli bir asker olduğu ve kahramanlıkları vurgulanıyordu ama Paşa ile ilgili önemli bir husus hiç dile getirilmedi: Halil Paşa’nın Türkiye’ye girişi 1921 Mart’ında çıkartılan bir bakanlar kurulu kararı ile yasaklanmış, yasağa rağmen memlekete gelen Paşa 1921 Nisan’ında sınırdışı edilmiş ve Türkiye’ye bu kararın 1922’de bir başka kararname ile iptal edilmesi üzerine dönebilmişti.

    ZİNDANDAN ANKARA’YA KAÇTI

    Senelerden buyana “Kut Kahramanı” olarak bilinen Halil Paşa’nın Türkiye’den çıkartılmasının ve girişinin de yasaklanmasının sebebi ne idi bilir misiniz?

    Kurtuluş Savaşı sırasındaki siyasî faaliyetleri, daha doğrusu İstiklâl Harbi senelerinde İttihad ve Terakki’yi tekrar canlandırabilmek için giriştiği çabalar...

    Dünya Savaşı senelerinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Harbiye Nâzırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa’nın bir yaş küçük amcası olan Halil Paşa, Irak’taki başarılarının ardından Kafkasya’ya, Kafkas İslâm Ordusu’na gitmiş ve yarbaylıktan paşalığa yükseltilen diğer yeğeni Nuri ile beraber 15 Eylül 1918’de Bakü’yü almış, savaştan sonra İstanbul’a dönüşünde İngilizler tarafından tutuklanmış ve Malta’ya gönderilmek üzere Bekirağa Bölüğü’ne kapatılmıştı.


    Halil Paşa, İttihadçılardan Küçük Talât Bey ile beraber 7 Ağustos 1919’u 8 Ağustos’a bağlayan gece Bekirağa’dan kaçıp Bulgurlu üzerinden Anadolu’ya geçti, Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa ile buluştu ve Rusya’da o günlerde resmî temsilcisi bulunmayan Ankara’nın “gayrıresmî temsilcisi” olarak Moskova’ya gitti.



    RUS ALTINLARINI GETİRDİ
    Moskova’ya 1920 Haziran’ında vardı, komünist liderlerle görüştü, kendi ifadesine göre Anadolu’ya o günlerde yapılan silâh ve cephane sevkiyatını düzenledi. Yine kendi ifadesi ile sekiz tonluk altın külçeleri Karaköse’de Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir’in kurmay başkanı ve Enver’in de eniştesi olan Kâzım Bey’e teslim etti, bir ara Türkistan’a gitti, sonra tekrar Moskova’ya döndü.

    O günlerde Rusya ile Almanya arasında seyahatler yapan Enver Paşa, amcası Halil Paşa’yı İttihad ve Terakki’nin Anadolu’ya yeniden hâkim olmasını sağlaması için “Anadolu Müfettişi” ve “öncü” olarak Trabzon’a gönderdi.

    İttihadçılar’ın faaliyetlerini yakından takip eden Ankara’nın bu gelişmelere izin vermesi mümkün değildi. Hükümet, 1921’in 12 Mart’ında Enver ve Halil Paşalar ile yakınlarının Anadolu’nun herhangi bir yerine gelmeleri halinde derhal sınırdışı edilmelerini emreden bir kararname yayınladı. Kararnamenin altında hükümet üyeleri ile Meclis Reisi Mustafa Kemal’in imzaları vardı!

    KAFKASYA’DAN TRABZON’A GEÇTİ

    Ama, Halil Paşa bu kararnameyi ve Ankara’nın sınırlardaki birliklere aynı konuda gönderdiği emirleri ciddiye almadı, 1921 Nisan’ının ilk haftasında şimdi Rusya’nın Krasnodar idarî bölümüne bağlı olan sahil kasabası Tuapse’ye, oradan da Batum’a gitti. Mayıs başında Trabzon’a geçti ve iki buçuk ay kaldı!



    Halil Paşa’nın Kutülâmare’de esir aldığı ve aralarında generallerin de bulunduğu İngiliz subaylardan bazıları.


    AFGAN ELÇİLİĞİ PASAPORT VERDİ

    Ancak, Enver Paşa ile temasını yakından takip eden ve Millî Mücadele’ye müdahalede bulunacakları endişesi içerisinde olan Ankara’nın baskılarına karşı koyamadı. Irak Cephesi’nde emrinde olan ama artık Ankara’ya bağlı olan bazı subayların da baskı- ları üzerine Haziran ortalarında Trabzon’u terkedip tekrar Tuapse’ye döndü, oradan Batum’a ve Moskova’ya gitti. Sovyetler, 1922 Haziran’ında bütün İttihadçılar’ın Sovyet topraklarını derhal terketmelerini isteyince Halil Paşa bu defa Moskova’daki Afganistan Büyükelçiliği’nden aldığı bir Afgan pasaportu ile Almanya’ya gitti...

    Ama, Almanya’da da fazla kalmadı; Macaristan’a, oradan da Avusturya’ya geçti. 1922 Ağustos’unda Büyük Taarruz’un zaferle bittiği günlerde Viyana’da böbreklerinden ameliyat oldu, nekahet günlerinin ardından o sırada Ankara Hükümeti’nin temsilcisi olarak İstanbul’da bulunan Refet Paşa’ya bir mektup gönderdi ve memlekete dönmesinde mahzur olup olmadığını sordu. Ankara Hükümeti, 1 Ağustos 1922’de Halil Paşa ile İttihad ve Terakki’nin önde gelenlerinden Dr. Nâzım ve Küçük Talât Beyler hakkında daha önce vermiş olduğu memlekete giriş yasağını iptal eden bir başka kararname çıkartmıştı. Refet Paşa, Viyana’da bulunan Halil Paşa’ya bu kararnameye dayanarak Türkiye’ye gelebileceğini bildirince Halil Paşa senelerdir uzak kaldığı İstanbul’a, evine döndü...

    Paşa daha sonra Ankara’ya gidip Mustafa Kemal’i ziyaret edecek, bir vazife almasının mı yoksa “serbest hayatı” mı tercih etmesinin uygun olacağını soracak ve “serbest kalmasının” daha uygun olduğu, yani siyasetle ve devlet işleri ile artık uğraşmaması gerektiği cevabını alınca köşesine çekilecekti.

    Daha sonra “Kut” soyadını alan Halil Paşa, 1957’de İstanbul’da, gırtlak kanserinden vefat etti. Hayatı boyunca en yakın dostu olarak bildiği rakıdan hastalığının en ağır günlerinde bile vazgeçmedi, rakıyı burnundan midesine uzanan sonda vasıtası ile aldı, hattâ mezarına da rakı dökülmesini vasiyet etti!

    İşte, Birinci Dünya Savaşı’nın en önemli kahramanlarından biri olan Halil Paşa’nın, Cumhuriyet dönemindeki hüzünlü hayatından birkaç enstantane...



    Ankara Hükümeti’nin, Halil ve Enver Paşalar ile arkadaşlarının Türkiye’ye girmelerini yasaklayan 12 Mart 1921 tarihli kararı. Kararnamenin altında hükümet üyelerinin ve Mustafa Kemal Paşa’nın imzası var (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Sayı: 731, Fon: 30..18.1.1 Kutu: 2, Dosya: 28, Sıra: 18)


    HALİL PAŞA, MACERALI HAYATINI ÖZETLİYOR: 'HAYAL UFKUMUZ SINRSIZDI. ŞİMDİ BU HATIRALAR YIĞINININ TÜRBEDARI GİBİYİM'

    Halil Paşa, hatıralarını hayatının son senelerinde Necdet Özgelen adında, o sırada Tıbbiye talebesi olan bir gence dikte ettirmişti.

    Mustafa Kemal, İsmet ve Enver Paşalar hakkındaki en önemli biyografilerin sahibi olan ve gençlik senelerinde öğrenci olarak Moskova’da bulunan Şevket Süreyya Aydemir, Halil Paşa ile Moskova günlerinden tanışıyordu. Paşa ile 1950’lerin başında tekrar biraraya geldi, hatıraları beraberce elden geçirdiler ve Şevket Süreyya Bey, Paşa’nın anlattıklarından yaptığı bir “seçkiyi”, Akşam Gazetesi’nde 1967’de, yani Halil Paşa’nın vefatından on sene sonra, 81 günlük bir dizi hâlinde yayınladı.
    Halil Paşa, hatıralarının sonunda gençlik yıllarındaki hayalleri ile ihtiraslarını samimi ve çarpıcı şekilde özetliyordu:

    “...Şimdi artık hem hür bir vatandaş serbest vatandaş, hem de bütün bu hatıraları yaşayan bir eski askerim. O hatıralar ki, mektepten, Abdülhamid mahkemelerinden başlar. Makedonya’ya, Tunus’a, Trablusgarb’a, İran’a, Kafkasya’ya, Irak’a, Dağıstan’a, Türkistan’a, Gürcistan’a, Rusya’ya, Moskova’ya, Avrupa’ya kadar uzanır. Bazen bakarım, bunlar bir hayata sığ- mayacak şeyler gibi görünür. Ama sığdı işte. Ve ben bunların hepsini yaşadım. Daima hareketli, daima mücadeleci olarak. Hiçbir zaman yenilgi kabul etmedik. Ümit, heyecan, karar gücü, ihtiras ve hayal ufkumuzun genişliği sınırsızdı. Hayatımın bu akışından memnunum.

    Gerçi şimdi bu mücadele arkadaşları- mızın safları gittikçe seyrekleşiyor. Yeğenim Enver Paşa, Şarkî Buhara’da belki hazırlıksız ama temiz bir gaye uğrunda can verdi. Sonra, hemen bütün İttihadçı arkadaşlarım hemen kâmilen öldüler. Ordu arkadaşlarım olan paşalar, subaylar, Cemal Paşalar, Karabekirler ve diğerleri ve hele şu bizim yıllar yılı ‘Bizim Mustafa Kemal’ olarak tanıdığımız Atatürk, o da Hakk’ın rahmetine intikal etti.

    Ben şimdi bütün bu hatıralar yığını arasında âdetâ bir türbedar gibiyim. Ve geriye baktığım zaman görüyorum ki, yalnız dalgalı, hareketli bir şahsî hayatın değil; dalgalı, hareketli, ihtiraslı ve hayâl ufuklarına sınır tanımayan bir değerli ve üstün neslin de son temsilcisi gibiyim”.

     Halil Paşa’nın 1967’de Şevket Süreyya Aydemir tarafından yayınlanan hatıralarından.

    Kut-ülAmare’nin gerçek kahramanı ve gerçek komutanı İttihatçı Halil Paşa’dır(1882-1957)…
    Zaten Halil Paşa, soyadı kanunu çıkınca ‘Kut’ soyadını almış (1934) ve ölünceye kadarbu zaferin şanını göğsünde bir madalya gibi taşımıştır…
    Halil Paşa yakışıklıdır, pervasızdır, korkusuzdur, ataktır…
    İyi binici ve iyi silahşördür… Turnayı gözünden vurur….
    Halil Paşa İttihatçıdır…
    Halil Paşa’nın İttihatçılığı çekirdektendir...
    Halil Paşa, 1906’da eylül ayında Selanik’te gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) ilk kurulduktan sonra, İTC’ye gizli yemin töreni ile ilk katılan subayların başında gelir….
    Halil Paşa, Enver Paşa’nın ondan bir yaş küçük amcasıdır….
    Enver Paşa’yı İTC’ye sokan da Halil Paşa’dır…
    Daha sonra Enver İTC’nin önde gelen üç liderinden biri olacaktır.. (Talat-Enver-Cemal)
    I. Dünya Savaşı’nda Harbiye Nazırı olan Enver, ülkede ve orduda tek yetkili askeri komutanhaline gelecek ve amcası Halil Paşa’yı da çok önemli görevlerin başına getirecektir…
    Halil Paşa’nın yaşamı, kuşağının tüm İttihatçı subayları gibi baştan sona renkli, heyecanlı, soluk kesen bir aksiyon filmi gibidir…
    Başka nelerle anabiliriz Halil Paşa’yı?...
    Kafkas şahinidir… Dünya Savaşı sonunda Bakü’ye Türk ordusu ile giren komutandır…
    1918’de işgal İstanbulu’nda İngilizler tarafından tutuklanır…
    Mustafa Kemal’in Bekirağa Bölüğü’nden özel talimatla kaçırtıp, Sivas Kongresi sırasında (4 -11 Eylül 1919) yanına getirttiği tek İttihatçı’dır Halil Paşa… 
    Mustafa Kemal, Halil Paşa’yı Sovyetler’den destek almak için Rusya’ya yollar…
    Halil Paşa, Milli mücadelenin Sovyetler’deki ilk temsilcisidir…
    Halil Paşa, yanında 4 kağnı arabası altınla Türkiye’ye döner, bunları teslim eder ve geri döner…
    Ruslardan gelen bu para milli mücadelenin ilk mali dayanağı olur…
    1922’de, Sakarya Savaş sırasında Halil Paşa, Enver Paşa’nın Anadolu’ya dönmesini elinden geldiğince engellemeye çalışır…
    Kurtuluştan sonra, Ankara Hükümeti (Mustafa Kemal bunun için arkadaşlarına Fethi ve İsmet Paşa’ya danışır) Halil Paşa’ya resmi görev vermek yerine özel hayata dönmesini isterler…
    Halil Paşa sivil hayata, köşesine çekilir…
    Yeğeni NuriKilligil’in(Enver Paşa’nın kardeşi), Sütlüce’deki silah ve mühimmat fabrikasının faaliyetlerine destek olur…
    Beykoz’da arkadaşları ile ava çıkar…
    2 Mart 1949’da muhtemelen İsrail ajanlarının Nuri Killigil’in silah fabrikasnda gerçekleştirdiği büyük patlamadan, o gün fabrikada olmadığı için kurtulur… Nuri ve 27 fabrika çalışanı paramparça olurlar… 
    Halil Paşa 20 Ağustos 1957’de 76 yaşında vefat eder.
    FIRTINALI YILLARDA FIRTINA GİBİ YAŞAM
    Halil Paşa daha Harbiye’de iken uyduruk bir soruşturmada yeğeni Enver ile birlikte Yıldız Sarayı’nda hapsedilip sorguya çekilmiştir… Genç Halil Paşa uyanıklığı ve Enver’e tembihi ile bu soruşturmayı kazasız atlatmıştır…
    Ondan sonra Rumeli’ye III. Ordu’ya gönderilmiş ve eşkiya takibine başlamıştır…
    Komuta ettiği avcı taburu ile, ünlü Bulgar ve Rum çetelerini dize getirdiği için kısa sürede ismi Rumeli’de duyulmuştur…
    İTC’ye bu sırada 1906’da girer ve yeğeni Enver’i de gizlice İTC’ye kaydettirir…
    Halil Paşa’yı 1908 Meşrutiyet ilanı öncesi diğer İttihatçı subaylar ve Enver ile birlikte dağa çıkmış buluruz… 
    II. Abdülhamit’e anayasa ilanı ve meclis açılmasını dayatmak için Rumeli’de dağlara çıkan isyancı İttihatçı subayların önde gelenleri arasındadır Halil Bey…
    1909’da Halil Beyi dört İttihatçı silahşörarkadaşı ile birlikte İranlı hürriyetçilere destek için Kafkas dağlarında görürüz…
    Onlar İran’ı Hürriyet’e kavuşturmak için koşarken arkalarında İstanbul’da 31 Mart gerici ayaklanmasında Hürriyet sırtından hançerlenir…
    Halil ve arkadaşları Erzurum’a gelir, 31 Martçı şeriat yanlısı karşı hareketleri bastırırlar…
    Halil Bey dönünce Saray’ın ve padişahın muhafızı olur…
    Bu arada Saray’dan bir sultanla evlendirme girişimlerini reddederek, halktan bir kızla evlenir…
    1911’de Halil Trablus’ta İtalyan işgaline karşı yerli halkı ayaklandırmaya koşan İttihatçı subayla arasındadır… Tıpkı Enver, Mustafa Kemal, Fethi vb. gibi…
    Onlar Trablus’u kurtarmaya çalışırken 1912’de Balkan Savaşı ile Rumeli toprakları elden gider…
    Mecburen dönerler…
    Halil, Balkan Savaşı sırasında İstanbul’da mahkumlardan kurulu bir taburla Silivri’ye Bulgar hattının arkasına maceralı bir çıkarma harekatı yapacaktır…
    Daha sonra Halil Van Jandarma Komutanlığı’na yollanır…
    İTC’nin, Enver ve Talat’ 23 Ocak 1913’te gerçekleştirdiği ünlü Babıali darbesinden sonra Enver, amcası Halil’i İstanbul Merkez Komutanlığı gibi önemli ve ağır bir göreve getirir…
    1914’te artık Harbiye Nazırı olan Enver, I. Dünya Savaşı başında amcası Halil’i özel bir birlik ile (kuvve-i seferiye)İran ve Hindistan’a yollar… Hedef Tebriz’dir… Oradan Dağıstan’a gidip ayaklandıracak, sonra dönüp Hindistan’a yönelecektir…
    Kuvve-i seferiye’de 3 piyade alayı, dağ topçu bataryaları makineli tüfek ve süvari bölükleri vardı.Toplam 12 bin asker…
    Enver aynı anda Kazım Karabekir’i de kurulan başka bir kuvve-i seferiye ile Tahran’ı fethe gönderir… 
    Enver’in Alman baskısı ile giriştiği Sarıkamış harekatı ağır bir yenilgi ile sonuçlanınca Enver, Halil’i Ulukışla’ya çağırır… Onun birliğini zayıflayan Erzurum cephesine sevkeder…
    Halil Bey İstanbul’da kurduğu yeni bir kuvve-i seferiye ile (özel seyyar tümen) tekrar Kafkasya’ya İran üzerine hareket eder… İran’a girer ve Ruslar ile çatışmaya başlar…
    İran’ın I. Dünya Savaşı’nda, Alman savaş planlarında stratejik bir önemi vardır…
    Kayzer II. Wilhelm’in emriyle Alman Genelkurmayı, İngiltere’yi, Bağdat demiryolu üzerinden Mısır’dan ve İran üzerinden Hindistan’ı zaptederek vurmak istemektedir…
    Almanya için Osmanlı ile askeri ittifak yapmasının ana nedeni budur…
    Osmanlı coğrafyasını bir sıçrama tahtası olarak kullanmak isteyen Almanya buradan İran yoluyla Hindistan’a sıçramaya çalışır…
    Bu yüzden Berlin, ‘Alman Cihadı’ denilen bir plan çerçevesinde İslam dünyasını cihad fikri etrafında İslam fanatizmini kullanarak Rusya ve İngiltere’ye karşı ayaklandırmaya çalışır…
    Berlin’in amacı düşmanın arka cephesinde İslam ihtilalleri yaratmaktır…
    Almanlar Enver Paşa’yı bu planı uygulatmaya İslam ihtilalleri çıkartmaya yönlendirirler…
    Teşkilatı Mahsusa, Enver tarafından Alman finansmanıyla bu hedefler için kurulur…
    Bu nedenle Enver Paşa da savaşın başından itibaren etrafındaki bütün önemli İttihatçı subayları (Halil, Rauf ‘Orbay’, Kazım ‘Karabekir’, Ömer Naci, Mustafa Kemal…) İran’a yollamaya çalışır…
    Kimi özel kurulan ve adına ‘kuvve-i seyyare’ denilen mobilize birliklerle, kimisi, Teşkilatı Mahsusa bünyesinde mahkumlardan oluşan gönüllü çetelerle (Ömer Naci), İslam ihtilalleri çıkartıp Rusya ve İngiltere’yi arkadan vurmak için Kafkasya’ya, İran’a, Basra’ya (Süleyman Askeri) , Arap çöllerine yollanırlar… Mustafa Kemal bu hayali maceraya girmeyi reddeder…
    Halil Paşa’nın yolu da işte İran’da böyle bir macera içindeyken Kut-ülAmare’ye düşecektir…
    Rusların Anadolu’ya ilerlemesi sonucu, gelen emir üzerine Halil seyyar tümeniyle İran’dan geri çekilir binbir zorlukla Siirt üzerinden Van gölünün Batı yakasına gelip mevzilenir…
    Burada daha önce yollanan diğer seyyar tümenle birleşir( bunlara 51. ve 52 Tümen adları verilir), Van Seyyar Jandarma Tümeni ile, 36. Kerkük Tümeni ve bir süvari alayı da Halil’in emrine verilir… Halil, 3. Ordu Sağ Kanat grubu komutanı olur…
    Ancak İngilizlerin Bağdat’a karşı saldırıya geçmeleri üzerine, 9 Ekim 1915’te merkezden gelen bir emirle Halil emrindeki iki tümenle Van’dan, Irak cephesine yollanır…Mesafe kuş uçuşu 2 bin kilometredir, dağlar tepeler sayılmazsa!...
    GOLTZ PAŞA İLE KUT-ÜL AMMARE’DE
    Osmanlı’da 12 yıl boyunca (1883-1895)  II. Abdülhamit’in askeri danışmanlığını yapan ünlü Alman Goltz Paşa ile Halil Paşa’nın yolları Kut-ülAmmare’de kesişecektir…72 yaşındaki Goltz Paşa, İran-Irak Orduları komutanı olmuştur…Kurmay başkanı da Kazım Karabekir’dir...
    Halil Paşa, Enver Paşa’nın emriyle 10 Ocak 1916’da Kut-ülAmare’de komutayı Nurettin Paşa’dan devralacaktır… Irak cephesi komutanı artık Halil’dir….
    Goltz Paşa’nın 19 Nisan 1915’te Bağdat’ta tifüsten ölümünden 10 gün sonra, Kut’ta 29 Nisan 1915’te İngiliz komutan Townshed’i 13 bin İngiliz askeri ile birlikte esir almak şerefi de, Goltz Paşa’nın yerine 6. Ordu komutanlığına getirilen Halil Paşa’ya nasip olacaktır… 
    Ama adım adım gidelim…
    O sırada henüz ‘Miralay’ (albay) rütbesinde olan Halil, Van’dan Irak’a gitmeye çalışırken Siirt’te apandisit krizine yakalanır, Dicle üzerinden keleklerle Musul’a kadar getirilir, iki tümenden oluşan kolordusunu da aynı yöntemle Musul’a kadar indirir…
    O şartlarda ameliyat olamayan Halil, Irak’ta savaş cephesine ulaşır, kolordusu ile kendisinden daha kıdemli olan Albay Nurettin’in emrine girer…
    Albay Nurettin emrindeki birliklerle Bağdat’ daha güneyde savunmaya çalışmaktadır… Apandisit sancısı süren Albay Halil de otomobilin içine serdiği yatağı ile cepheleri dolaşıp savaş yönetmektedir…
    Basra’dan gelen İngiliz General Townshend’in birlikleri Bağdat’a doğru saldırı halindedir….İngilizler ile Osmanlı güçleri 22 Kasım 1915’te Bağdat’ın güneyinde Selman-ı Pak savaşında kapışırlar… İki taraf da ağır kayıp verir…
    Albay Halil’in Kafkasya’dan getirdiği Osmanlı tümenleri, İngilizler’esol kanattan saldırıp şaşırtırlar ve geri püskürtürler…
    Townshend, daha sonra kaleme aldığı anılarında ‘18 bin kişilik Türk ordusunu tam bozguna uğratacak iken, Kafkasya’dan taze kolordusu ile Halil Paşa, Waterloo’dakiBülcher gibi savaş alanına çıkageldi…’ diye yazacaktır… 
    Albay Nurettin ağır kayıplar nedeniyle Bağdat’a çekilmek ister… Halil, asıl İngilizlerin geri çekileceğini öne sürerek buna karşı çıkar… Ertesi sabah Albay Halil haklı çıkar…
    General Townshend ve İngiliz birlikleri 4 Aralık 1915’te Kut-ülAmmare’ye çekilerek burayı tahkim etmeye başlarlar… 
    Bunun üzerine Osmanlı kuvvetleri, İngilizleri Kut-ülAmare’de kuşatmaya alırlar…
    Bundan sonra İngilizler ya güneyden gelip Osmanlı kuşatmasını yararak Townshend’i ve birliklerini kurtaracaklar, ya da kuşatmadakiler teslim olacaktır…  
    Enver Paşa, 10 Ocak 1916’da daha güneyde İngilizler karşısında gerileyen Albay Nurettin yerine, cephenin komutasını Albay Halil Bey’e verir… Nurettin İstanbul’a döner…
    Halil Bey, Goltz’un da onayıyla Kut-ülAmare kuşatmasını korumak için cepheyi, biraz daha geriye Felahiye’ye çeker… Böylece sol kanadını bataklığa, sağ kanadını Dicle’ye dayayan Osmanlı birlikleri 1000 km’lik dar bir mevzide güçlü bir savunma hattı oluştururlar… İngilizlerin bunu yarıp geçmesi çok zor olacaktır….
    KURTARMAYA GELEN İNGİLİZLER PÜSKÜRTÜLÜR
    İngilizler 4 ay boyunca Osmanlı kuşatmasını yarmak için sürekli saldırırlar… Ancak sıkı direnen Osmanlı birlikleri geçit vermezler… Çatışmalarda İngilizler de, Osmanlılar da ağır kayıplar verirler…
    13 Ocak, 21 Ocak, 8 Mart, 11 Mart, 6 Nisan, 12 Nisan, 17 Nisan, 23 Nisan… Hep İngilizlerin topçu ateşi, piyade saldırısı ve Osmanlı askerlerinin son anda giriştiği süngü hücumu ile püskürtülmesi ile sonuçlanır… Her iki taraf yüzlerce, binlerce kayıp verir…
    9 Nisan savaşında, 43. Alay komutanı ‘İttihatçı’ Fazıl Bey birliklerinin önüne geçerek başlattığı karşı saldırıda şehit düşecek ancak İngilizlere geçit vermeyecektir… Halil onu rahmet ve şanla anar…
    Kut-ülAmmare’deki İngiliz birlikleri komutanı Townshend29 Nisan’da teslim olur…
    HALİL PAŞA RÜŞVETİ REDDEDER
    General Townshend, Miralay Halil’e (Halil Paşa) hesabına yatacak 1 milyon sterlin karşılığı, askerlerinin serbest bırakılmasını önerir…
    ‘Baltacı devirleri geçti’ yanıtını veren Halil, ‘Bu İngilizler İttihatçıları hiç tanımamış’ der yakınlarına… 
    Daha sonra İngilizler Casus Lawrence aracılığı ile Türk Hükümeti’ne 2 milyon sterlin vererek yine serbestlik önerirler… Bu da reddedilir….
    Halil Paşa, Kut önündeki savaşlarda Osmanlı ordusunun 350 subay ve 10 bin askeri şehit verdiğini belirtir… İngilizler 30 bin kadar kayıp vermiştir…
    Kut’ta İngiliz ordusundan 13 general, 481 subay, 13.300 asker teslim alınır
    Mirliva Halil bu zaferden sonra askerlerine yayınladığı ünlü bildiride şöyle seslenir:
    ‘’Arslanlarım;

    Bugün Türklere şeref-ü şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın müşemmes(güneşli) semasında şühedamızın ruhları şad-ü handan pervaz ederken (uçuşurken), ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum.
    Bize iki yüz seneden beri tarihimizde okunmayan bir vakayı kaydettiren Cenab-ı Allah’a hamdü şükür eylerim. allah’ın azametine bakınız ki, bin beş yüz senelik İngiliz devleti’nin tarihine bu vakayı ilk defa yazdıran Türk süngüsü oldu.
    İki senedir devam eden cihan harbi böyle parlak bir vaka daha göstermemiştir. Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut’u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve on bin neferini şehit vermiştir. Fakat buna mukabil bugün Kut’da 13 general, 481 subay ve 13.300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30.000 zayiat vererek geri dönmüşlerdir.
    Şu iki sayılara bakınca cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür.
    Tarih bu vakayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır. işte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci vakayı Çanakkale’de, ikinci vakayı burada görüyoruz.Yalnız süngü ve göğsümüzle kazandığımız bu zafer yeni tekemmül eden vaziyet-i harbiyemiz karşısında muvaffakiyet-i atiyemizin parlak bir başlangıcıdır.
    Bugüne Kut Bayramı namını veriyorum. Ordumun her ferdi, her sene bu günü tesit ederken şehitlerimize yasinler, tebârekeler, fatihalar okusunlar. Şühedamız, hayatı ulyatta,semevatta kızıl kanlarla pervaz ederken (uçuşurken), gazilerimiz de âtideki zaferlerimizle nigehban (gözcü) olsunlar.
    Mirliva Halil ’’
    BOŞA GİDEN ZAFER
    Kut’ta kazanılan bu zafer ne yazık ki, Almanların zorlaması ile boşa gider…
    Çünkü Enver Paşa bu zaferden sonra Almanların emriyle Halil Paşa ve ordusunu yeniden İran’a yollar…
    Halil Paşa, Enver’in u emrini ‘Bağdat’ı terketmek cinayettir!’ diye üç kez reddeder…
    Ancak sonunda kesin emirle İran’a yönelir…
    Halil Paşa anılarında ’13. Kolordu İran’da havada boşluğa sallanan bir kılıç gibiydi’ diye yazacaktır…
    Basra’dan 100 bin kişilik bir orduyla harekete geçen İngilizler bir yıl sonra 1917 baharında Kut’u ve Bağdat’ı ele geçirirler…
    Bu arada 1917’de Bolşevik İhtilali sonucu Rus orduları çöker…
    Halil Paşa 1918’de savaşın sonunda yeğeni Nuri Paşa ile birlikte Kafkas Ordusu ile Bakü’yü fetheder…
    Ancak bu zafer de boşa gider…
    Çünkü Alman-Osmanlı ittifakı I. Dünya Savaşı’nı kaybetmiştir…
    İstanbul’a dönen Halil Paşa’yı başka maceralar beklemektedir… İngilizler onu tutuklar ve idam talebiyle yargılamaya başlarlar…
    Mustafa Kemal, Halil Paşa’yı özel bir talimatla Bekirağa Bölüğü hapishanesinden kaçırtır… 
    Sivas’a gelen Halil Paşa’yı Moskova’ya Ruslardan destek almaya yollar…

    Halil Paşa, Mustafa Kemal’in verdiği görevi yapacak, Ruslar’dan milli mücadelenin ilk finansmanı sayılan altınları ve silahları getirecektir…