31 Mayıs 2014 Cumartesi

Yedi kapıya yedi aşure

İslâm tarihlerinde yazar ki, Hazreti Âdem’in tövbesinin kabulü, Hazreti Nuh’un gemisinin tufandan kurtulması, Hazreti Yunus‘un balığın karnından çıkması, Hazreti İbrahim‘in Nemrud’un ateşinde yanmaması, Hazreti İdris’in göğe çıkarılması, Hazreti Yakub’un oğlu Yusuf’a kavuşup gözlerindeki perdenin kalkması, Hazreti Yusuf’un kuyudan çıkması, Hazreti Eyyüb’ün şifaya kavuşması, Hazreti Musa’nın Kızıldeniz’den geçip, firavunun boğulması ve Hazreti İsa‘nın doğumu ve göğe çıkarılması Aşure günündedir. Bu sebeple İslâmiyet Aşure gününe kıymet verir. Hazreti Peygamber Medine’de iken Yahudilerin oruç tuttuğunu görüp sebebini sordu. “Allah, bu günde Benî İsrail’i düşmanlarından kurtardı. Şükür olarak Hazret-i Musa o gün oruç tuttu” dediler. Bunun üzerine Hazreti Peygamber “Kardeşim Musa’nın yaptığını yapmaya ben daha layığım” buyurarak oruç tuttu. Ramazan orucu farz kılınana kadar Müslümanlar bu günde oruç tuttular. Sonra bu gün oruç tutmak sünnet olarak kaldı. Âşûra, İbranice 10. gün demektir. 

AMBARDA NE KALDIYSA
Aşure günü aynı zamanda Hazreti Hüseyn‘in Kerbelâ‘da şehid edildiği gündür. Iraklılar, Müslümanların bu göz bebeğine yardım etmeyip kaçtıkları için o gün matem yapmışlar; Muhtar Sekafî de bu bahaneyle ayaklandığında halkı yanına çekebilmek için adamlarına bu günde matem yaptırmıştı. İran’da hâlâ bu gelenek sürer. Mamafih İslâmiyette matem tutmak yoktur. Olsaydı Hazret-i Peygamber’in vefatı için tutulurdu. Müslümanlar Kerbelâ için her zaman üzüntü duyar. Nitekim şair “Küllü ardın lenâ arzu Kerbelâ/Küllü yevmin lenâ yevmü Âşûra” (Her yer bize Kerbelâ/Her gün bize Âşûra) demiştir. 
Bu günün bir hususiyeti de aşure tatlısıdır. Eskiden her tatlının bir zamanı vardı. Baklava bayramda, kadayıf düğünde, güllaç Ramazan’da, lokma kandilde, helva ölümde yapılırdı. Başka gün birine lokma verseniz, “Hayırdır kandil mi?” diye şaşardı. Rivayete göre Hazreti Nuh’un gemisindekiler tufandan kurtuldukları gün ambarda kalan az sayıda zahire ve yemişi çıkarıp birbirine katarak bu tatlıyı yapmışlar. Bu sebeple hemen her cemiyette birbirine benzer şekilde aşure yapılır. İçine en az yedi çeşit katmaya da itina edilir. Yarma, nohut, fasulye, pirinç, kayısı, üzüm, dut, erik, incir, fıstık, portakal kabuğu ve elma (veya armut) konur. Nar, ceviz, badem, kuşüzümü, fındık ve tarçın ile süslenir. Lokma, helva gibi konu komşuya dağıtılır. Bunun için en az yedi kapı dolanılır. Nitekim bazı sayıların hususiyeti olduğuna inanılır. Kendinden başkasına bölünemeyen 7 de böyledir. Haftanın günleri, yerler, gökler, cehennem yedidir. Tavafta Kâbe yedi kere dönülür. Şeytan taşlama yedişer taşladır. Bir sığırı en çok yedi kişi kurban eder. Kur’an-ı kerim yedi lehçe üzeredir. Secde yedi uzuv üzerinde olur. Fâtiha yedi âyettir. Eshab-ı Kehf yedi kişidir.
Din âlimleri Hazret-i Nuh’un gemideyken pişirdiği rivayet edilen aşure tatlısını 10 Muharrem’de ibadet niyetiyle pişirmeye cevaz vermemiştir. Çünki Hazret-i Nuh’un böyle bir tatlı pişirdiği, Hazret-i Peygamber ve sahabe-i kiramdan bildirilmiş değildir. Demek oluyor ki bugün veya başka zaman ibadet maksadı olmaksızın aşure veya başka tatlı pişirip dağıtmak mahzurlu değildir. Hatta sevaptır. Nitekim İbni Âbidîn’in nakline göre İslâm dünyasında Aşure günü bu tatlıyı pişirmenin âdet olması, Hazret-i Muhammed’in “Kim Aşure günü çoluk çocuğunun maişetini geniş tutarsa, bir sene boyu onun da maişeti geniş olur” hadîsine uymak içindir. Çünkü aşure tatlısında çok çeşitli gıda maddeleri bulunmaktadır. Bu genişlik onlara da şâmildir. Dinî hususlarda gayrimüslimlere benzemeye cevaz verilmemiş; ama âdetlerde benzemekte mahzur görülmemiştir. Bu sebeple aşure orucu da yalnızca bugün tutulmaz. Hazret-i Peygamber bu günün orucunu, 9’u veya 11’i ile beraber tutmuştur.

GOLİFA MI SANDIN?
Rumlar aşureye koliva derler ve yeni yılın ilk ayında bol bol pişirirler. Türklerden farklı olarak bakliyat yerine kuruyemiş koyarlar. Kıbrıs Türkleri kolivayı kendi lehçelerinde golifa yapmışlar. Hatta Kıbrıs’ta “Golifa gibi dağıtmak” diye tabir vardır. Bir şeyi çarçur edene de “Golifa mı sandın?” denir. Ermeni aşuresi Rumlarınkine benzer. Anuş abur denir. Alevîler, Muharrem’in ilk 12 günü 12 imam orucu tutarlar. Sahura kalkılmayan, su içilmeyip et ve mahsullerinden kaçınılan ve gece yıldızlar görülene dek süren bu oruç günlerinin sonunda en az 12 malzemeden aşure pişirilir. 
Anadolu’da bazı yerlerde aşure cıvık yapılır, adına da aşure çorbası denir. Kazanlarla yapılıp herkese dağıtılır. Fevkalâde gıdalı ve lezzetli, ama pişirilmesi zor bir tatlıdır. Malzemesi farklı zamanlarda ve ayrı ayrı pişer. Usulünce zamanı geldiğinde karıştırmak, şekerini en son katmak, biraz daha pişirip sonra kaplara koymak gerekir. Şekeri fazla olursa tadından yenmez, az olsa bir şeye benzemez. Buğday, fasulye, nohut diri olsa, ağza gelir, tadı bozar. Eriyip gitse olmaz. Malzemeden birisi bulunmasa, neyin eksik olduğu anlaşılmasa bile hissedilir. Çalışan kadınların çoğaldığı günümüzde aşure yapmak kolay değildir. Ama şimdi hazır aşure bile imal edildi. Eskiler aşure sevmişler. Çocuklara yedirmişler. Misafirlere yedirmişler. Konu komşuya dağıtmışlar. Geleneği devam ettirmek bakımından bu insanlık tarihi kadar eski tatlıya sahip çıkmak vecibe olsa gerektir.

Ay isimleri

Antik Roma’da Venüs, Mars, Terminus (gençlik) ve Iuventas (yaşlılık) adında dört ay ismi vardı. Diğerleri sonradan sayıyla verilmiş veya bazılarına hususi isimler takılmıştır. Süryânî ayları sırasıyla şöyledir: Âzar, Nisan, Âyar, Haziran, Temmuz, Âb, Eylûl, Tişrin (2), Kânun (2), Şubat. Bugün Araplar Süryânî ay isimlerini hâlâ kullanır; Teşrinievvel, Teşrinisâni, Kânûnıevvel ve Kânûnısâni derler. Osmanlılar ay takvimi yanında güneş takvimini de kullanır ve bu ay isimlerini Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül, Teşrinievvel (İlkteşrin), Teşrinisâni (İkinciteşrin), Kânûnıevvel (İlkkânun) ve Kânûnısâni (İkincikânun) olarak kullanmıştır. 1917’de yılbaşı Kânûnısâni (Ocak) ayına alınmış; 1944’te İlkteşrin, İkinciteşrin, İlkkânun ve İkincikânun isimleri, Ekim, Kasım, Aralık ve Ocak olarak değiştirilmiştir.
Eski Türklerde ay isimleri Aramay, İkinçay, Üçünçay, Törtünçay.. diye giderdi. Halk dilinde aylara şu isimler verilmiştir: Gücük, Mart, Avril, Kiraz, Haziran, Orak, Harman, Çürük, Avara, Koç, Karakış, Zemheri. İran‘da da ay isimleri değişiktir: Nevruz 21 Mart (3 Nisan) yılbaşıdır. Ay isimleri şöyledir: Ferverdin (30), Ordibeheşt (31), Tir (30), Hordad (30), Şehriver (31), Mordad (30), Aban (31), Azer (30), Dey (31), Behmen (30), Esfend (31). 

SENE BAŞI MART İDİ
Mart: Bâbil’de Abdaru, Süryanice Adar, Roma’da Martius idi. Mars, Romalıların savaş tanrısıdır. Senenin ilk ayıdır. 1582’de Papa XIII. Gregorius’un tanzim ettiği takvimde ilk ay Ocak olmuş; bu değişiklik İtalya, Portekiz, İspanya ve Almanya’da kabul görmüş; İngiltere 1752, İsveç 1753, Japonya 1873, Çin 1912, Rusya ve Balkan ülkeleri 1918, Yunanistan 1923, Türkiye 1926’da bunu kabul etmiştir. Mart ayı bizde malî yılbaşı olma hüviyetini 1980’lere kadar devam ettirmiştir.
Nisan: Bâbil-Süryanî takvimindendir. Roma’da Aprilis denirdi. Apricus, güneşli, apricare güneşlenmek demektir. Avrupalılar April der.
Mayıs: İsmi Bâbil-Süryanî takviminde Ayru, Roma’da Maius idi. Maia, Merkür’ün annesi ve Romalıların bitkileri büyüten tanrıçasıdır.
Haziran: Süryânîcedir. Roma’daki adı Junius idi. Juvenis, gençlik, iunius genç demektir.
Temmuz: Sümerlerin bereket tanrısı ve festivalinin adı Dumuzi idi. Dam Sümerce kadın demektir. Eski Mısırda dama bir araya gelme, damuzu kadının erkek arkadaşı demektir. Sanskritçe dam ev, eş manasına gelir. Latince domina hanım, demeter ziraat tanrıçasıdır. “Damızlık” ve “Damsız Girilmez” tabirleri buradan gelir. Roma’daki adı Quinutilis (beşinci ay) idi. Sonra Sezar Roma takvimini tashih ederken bu aya Julius adını verdi. Juli, Sezar’ın aile ismidir.
Ağustos: İsmi Bâbil-Süryanî takviminde Ab idi. Roma’da 
Sextilis (altıncı ay) iken, İmparator Octavius unvanı olan Augustus’u bu aya verdi; Sezar’dan geri kalmamak için Şubat’tan bir gün alıp buna ekleyerek 31 güne çıkarttı.
Eylül: Süryanîcedir. Bâbil’de Ulul, Roma’da September (sekizinci ay) idi.
Ekim: Süryânî takvimindeki adı Tişrin, Roma’da October (dokuzuncu ay) idi.
Kasım: Roma’da November (dokuzuncu ay) idi.
Aralık: Bâbil’deki adı Kânun idi. Ocak, mangal demektir. Roma’da December (onuncu ay) idi.
Ocak: Roma’daki adı Januarius idi. Janua, kapı, giriş demekti. Janus, Romalıların taklar tanrısı idi.
Şubat: Roma’daki adı Februarius idi. Februum, arındırma demektir. Februa, Romalıların günah kefâreti olarak kurban kesildiği arındırma festivaline verilin isimdir. Bu ayda yapılırdı.


İHTİLÂLCİLER AYLARI BİLE DEĞİŞTİRMİŞTİ
1789 Fransız İhtilâli’nden sonra eski devre ait her şeye alerji duyulduğundan takvim de değiştirilmiştir. 1793’te kabul edilen ve bu yılı I. yıl sayan Fransız ihtilâl takvimi, 22 Eylül’den başlayan 12 aya tabiattan isimler uydurmuştur. Mamafih on sene geçmeden eskiye dönülmüştür.
Vendemiaire. Vendange, bağ bozumu. 
Brumaire. Brume, sis.
Frimaire. Frimas, kırağı, kış.
Nuvose. Neige, kar.
Pluviose. Pluie, yağmur.
Ventose. Vent, rüzgâr.
Germinal. Germe, tohum.
Floreal. Fleur, çiçek.
Prairial. Prairie, çayır.
Messidor. Moisson, orak, hasat.
Thermidor. Thermeque ısıya dair, thermes ılıca.
Fructidor. Fruit meyve.

Ingiliz cöregi

Mısır dünyanın en eski medeniyetlerinden birisiydi. Bilhassa astronomide çok buluşlar Mısır’a aittir. Mısır’ı asırlarca demir yumrukla idare eden firavunların ekserisi Mısırlı değildi. Ya Nubyalı, ya Yemenli, ya İranlı idi. Küfr ve zulmün sembolü olarak görülen firavunlar arasında mümin olanlar da yok değildi. Tarihçiler IV. Amenofis‘in Allah’a ibadet ettiğini söyler. Muhtemelen Hazret-i Yusuf zamanındaki firavun buydu ve kendisini maliye nâzırı yapmıştı. Mısır firavunlarından II. Pepi 94 yıllık saltanatıyla en uzun tahtta kalan hükümdar olarak bilinir. 
Mısır sonra Büyük İskender‘in hâkimiyetine girdi. Son firavun ailesi Ptolomeler Makedon idi. Bu aileden meşhur Kleopatra Yunanca konuşur ve tek kelime Mısır dili bilmezdi. Derken Romalılar Mısır’ı ele geçirdi. Mısır, Roma’yı besleyen zengin bir tahıl ambarı idi. Hazret-i Muhammed’in mektup gönderip imana davet ettiği Mukavkıs, Mısır’daki Roma idarecisiydi. Mısır bilahare Müslüman Arapların eline geçti. Amr bin As Mısır fâtihidir. Mısır’ın ilk ve en büyük câmiini inşa ettirmiştir. 
Mısır’ın yerli halkına Kopt (Kıptî) denir. Mısır’ın Avrupa lisanlarındaki ismi Egypt de buradan gelir. Araplar Kopt memleketini fethedince burada bir garnizon kurular. Adına da el-Mısrü’l-Kâhire (Kahredici Garnizon) dediler. Mısır adı buradan gelir. Bilinen tahıl cinsi ile alâkası yoktur. Arap fethinden sonra Hâmi asıllı bu yerli halktan Müslüman olanlar Araplarla karıştılar. Karışmayanlar Hıristiyan olarak kaldı. Bunlara bugün Kıptî denir. Butros Gali Kıptî idi. Mısır’dan geldikleri zannedildiği için Çingenelere de herkes yanlış olarak Kıptî der. Asılları Hindistan’dır.

ED-DEVLETÜ’T-TÜRKİYYE
Arap hâkimiyetinin yerini Eyyübîler aldı. Salâhaddin Eyyübî, Kürtleşmiş Arap asıllı bir Selçuklu kumandanı idi. Mısır’a hâkim olan Şiî Fâtımîleri altedip Mısır’da Arapça konuşan sünnî bir devlet kurdu. Haçlıları kovdu. Eyyübî ordusu, Kıpçak ve Çerkes asıllı kölelerden müteşekkildi. Bunlardan Aybek adında bir subay, hanedanın son ferdi melike Şeceretüddür ile evlenip sultan oldu. Bundan sonra bu kölelerden liyakati ve şansı olanlar sultan seçildi. Bunlara Memlûkler (Kölemenler) denir. Mısır o zamanlar baştaki Kıpçak sultanlar sebebiyle ed-Devletü’t-Türkiyye diye anılır. Memlûkler, Moğolların Bağdad’ı işgali ile yıkılan Abbasî halifeliğini Kahire’de ihya edip İslâm dünyasında çok prestij kazandılar. Kimsenin yenemediği Moğolları yendiler. 
Memlûkler, Şah İsmail ile ittifak kurma hatasını işleyince, 1517‘de Mısır Osmanlıların eline geçti. Yılda birkaç mahsul alınan Mısır, en zengin Osmanlı eyâleti idi. XVIII. asırda sömürgeci İngiliz ve Fransızlar gözünü Mısır’a dikti. Fransızlar, Napoleon kumandasında Mısır’ı işgale kalkıştı. Osmanlı ve İngiliz ordusu, Fransızları kovdu. Bu arada gönüllü olarak Kavala‘dan Mısır’a gelen gönüllülerden Mehmed Ali talihin yardımıyla sivrilerek 1805 yılında Mısır Vâlisi oldu. Fransızların kışkırtmasıyla ayaklanıp, Osmanlı ordusunu bozguna uğrattı. Böylece Mısır muhtariyet kazandı. Mısır vâlileri hıdiv adıyla Mehmed Ali Paşa’nın ailesinden tayin edilmeye başlandı. Aile Türk ise de, Rumelililere Arnavut demek adet olduğu için Mısır’da bu aile Elbânî (Arnavut) olarak bilinir. Mehmed Ali Paşa’nın büyük dedesinin Gümüşhane‘den Kavala’ya göçmüş bir Türk olduğunu son Mısır melikesi sayılan Neslişah Sultan‘dan işittim. Isyanı bir yana, Paşa, müspet bir şahsiyetti. Mısır’a çok hizmeti geçmiştir.

İNGİLİZLER MISIR’A ÇÖREKLENİYOR
Hindistan’ın eşiği sayılan ve Süveyş Kanalı‘nın yapılmasıyla kıymeti artan Mısır’a, 93 Harbi bahanesiyle İngilizler yerleşti. Hıdiv ve bazı memurları yine İstanbul tayin ediyordu. Bu arada “Mısır Mısırlılarındır” slogan İngilizlere ayaklanan Urabî Paşa muvaffak olamadı. 1914’de harbe girilince İngilizler Mısır’ı ilhak etti. İstanbul’a sadık Abbas Hilmi Paşa‘yı sürerek, aynı aileden Fuad‘ı melik (kral) ünvanıyla başa geçirdi. Fuad, kendisine paşalık verilmediği için İstanbul’a kırgın idi. İngilizlerin maşası oldu. 1936’da ölünce yerine oğlu Faruk geçti. İran Şahı bunun kızkardeşi ile evliydi. Faruk, babasının Mısır’a sokmadığı sürgündeki Osmanlı hanedanı ferdlerine iltifat gösterdi. Yakışıklı, fakat zayıf karakterli Faruk sefih hayatı sebebiyle herkesin gözünden düştü. 1952’de İngilizler Mısır’ı terk etti. Aynı sene çıkan askerî ihtilal, Faruk’u tahtından etti. Faruk’un amcazâdesi ve Neslişah Sultan’ın zevcesi Prens Abdülmünim kral nâibi oldu. Faruk, 1965’de İtalya’da vefat etti. 
Başa geçen ihtilal lideri General Necib de ertesi sene arkadaşı Cemal Abdünnâsır tarafından devrildi. Nâsır, sosyalist bir idare kurdu ve memleketi Sovyet Rusya’nın peyki hâline getirdi. Müslümanları ezdi. Öldükten sonra yerine geçen Enverü’s-Sâdât, Rusları Mısır’dan kovdu. Müslümanlara hürriyet verdi. İsrail ile sulh yaptığı bahanesiyle 1981’de bir resmî geçitte “İslâmcı” bir terörist tarafından öldürüldü/öldürtüldü. Yerine geçen Hüsnü Mübarek, o zamandan beri demir yumruğu ile memleketin başındadır. Binlerce sene Mısırlı olmayanların hüküm sürdüğü Mısır 1952’den beri Mısırlılar tarafından idare olunmaktadır ama halk Kavalalılar zamanındaki günleri çok aramaktadır.

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Dünya devi Türk oluyor


Favarger satın almasını doğrulayan Kahve Dünyası'nın patronu Birol Altınkılıç, tarafların anlaştığını ancak imzaların önümüzdeki günlerde atılacağını söyledi. İmzalar atılmadan, çok detaylı konuşmak istemediğini belirten Altınkılıç, Favarger'in İsviçre'nin en eski ve köklü butik çikolatacısı olduğunun altını çizdi. Altınkılıç, hedeflerinin Favarger'i öncelikle İsviçre ve Avrupa'da, sonra da ABD'de açacakları mağazalar ile büyütmek olduğunu kaydetti. Altınkılıç, Favarger ürünlerinin bazılarının Kahve Dünyası'nda satılacağını da sözlerine ekledi.
ÜRETİM 1826'DA BAŞLADI
Satın almanın ne kadara gerçekleştiği de imza sonrası açıklacak. Hiç kuşkusuz bu satın almayı satış ağı ve cirosal bakımdan Godiva ile kıyaslamak pek doğru olmaz. Ancak 1826 yılında üretime başlayan Favarger'in, dünyanın en eski üçüncü, İsviçre'nin ise en eski çikolata markası olduğu düşünüldüğünde, böyle bir markanın bir Türk şirketi tarafından satın alınması hiç kuşkusuz çok önemli. İsviçre'nin üst segment çikolatalarından biri olan Favarger'in en önemli yanı portföyündeki ürünlerin el yapımı ve butik üretim olması. Cenevre ve Versoix'te 2 büyük mağazası bulunan Favarger'in, ürünleri birçok satış noktasında satılırken, 3 ürünü de Kahve Dünyası'nda var.

Sir Operasyon

Boston'da John Kerry ve Mitt Romney'in muhteşem evinin önünden geçerek Charles River'ın kıyısına indiğim dostumla sohbet giderek daha da derinleşti! Öyle bir an geldi ki Ankara'nın her yaptığının onun odasına geldiğini düşündüm! Öyle şeyler söylüyordu ki "Bunları Türkiye'de kaç kişi biliyor?" sorusunu sorduruyordu!
Kafam karışıyordu açıkçası!
Bilginin bu kadar hızlı dolaştığı dünyada ÇOK BİLENLERE yakın olmak bir gazeteci için büyük şanstı! Bazen de söylenenlere inanmakta zorlanıyordum!
Eğer son cümleme inanmıyorsanız buyurun sohbete tanık olun!
Bakalım haksız olduğumu düşünecek misiniz?
Kim bilir belki de ben abartıyorum! Bilemiyorum!
En iyisi siz karar verin!
İşte yürüyüşümüz devam ediyor! 

Kiev ve ardından Kırım!
Neler oluyor? Obama ve Putin'in arası mı açıldı?
Sana açık yüreklilikle söylemek istiyorum ki Kırım olayını dünyada doğru dürüst anlayan yok! 

Anlatın lütfen!Obama ve Putin arasında gergin bir süreç var. Hakikaten son dönemde yaşanan en gergin durum. Zor günleri beraberinde getirecek. Kabul! Ama oradaki kavganın tarafları ABD ile Rusya değil! 

Kim? Almanya mı?Kısmen! Kırım'ın tek sahibi İngiltere'dir! Kiev'in olduğu gibi!
ABD, Almanya'yı destekler gibi yapıp İngilizler'i oradan kovmanın hesabını yaptı! Almanlar, Londra'nın yerini almak istedi!
Putin buna izin vermedi! Obama da çok fazla kart masaya sürmedi!
Obama, Putin ve Erdoğan ittifakı devam ediyor! İnanmıyorsan Moskova ve Kiev'den gelen paralara bak! Türkiye'ye para akıyor! Gelenler de çok büyük isimler üstelik! Bu nedenle Türkiye hiç sesini çıkarmıyor! AB de öyle!
Çünkü kavganın aslında kiminle kim arasında olduğu biliniyor! Ama dünya medyası bunu ıskalıyor! Olay bu! Atlama bunları! 

Kırım'da ABD'nin özel timleri var ama? Ellerinde silahlar! Bu neyin nesi?ABD'nin özel timleri, Kırım'da da var elbette. Ancak 60 ülkede daha var. Fakat bu özel timler, birçok farklı gruba bağlı. Beyaz Saray'a yakın olanlar da var, karşısında yer alanlar da... 

Türkiye'de oldu mu hiç?Tam da oraya geliyordum! 

Nasıl yani?Türkiye'dekini kimse bilmiyor çünkü! 

Meraklandım iyice!Merakını gidereyim hemen... 

Bir zahmet!Barış sürecinin hiç başlamaması için Türkiye'ye sızan ve operasyon yapmak isterken imha edilen 17 kişilik bir Amerikan timi vardı. 

Türkiye'de 17 Amerikalı imha edildi yani? Nasıl olur?
Şaka mı bu?
Bal gibi olur! 

Anlatın lütfen!Oslo süreci, 2011'de barış olacağının ilk hamlesiydi. O görüşmeleri sızdırarak, sürece darbe vurdular. Sızdıranlar belli! İngiltere ve kullandığı yapı! Artık barış süreci mutlaka başlayacaktı. Bunu PKK'ya destek veren 11 ülke de biliyordu.
Ankara da işin farkındaydı! 

Eeee, devam edin! İşte Neo-Con ABD'nin en özel timlerinden biri de 7 Ağustos 2012'de Çukurca'ya giriş yaptı.
Ancak Türk ordusu, en özel timlerini bu bölgeye göndermişti. Günlerce, dışarıyla irtibatı kesilen bu bölge tarihi bir savaş yaşadı. Tek kayıp vermeden, PKK ve ABD özel timi imha edildi. Altını bir kez daha çiziyorum, tek kayıp vermeden. 

Neden? Barış süreci bitecek miydi o zaman?O gün oraya gelenlerin amacı PKK tarihinde olmadığı kadar derin ve acımasızdı! 

Açar mısınız?O gün büyük bir katliam hedefleniyordu, en az 200 şehit için bölgeye sızma olmuştu.
Hedefledikleri yerlerin en ince ayrıntılarına kadar planlar yapılmıştı! Ancak MİT'in özel istihbaratı, bu operasyonu biliyordu. Türk ordusunun özel timleri de gerekeni yaptı.
Operasyonu yöneten kişi o bölgeye bizzat giden Necdet Özel'di. Sizde en son operasyon yöneten büyük komutan Atatürk'tü. Ne kadar büyük ülke olmak istediğinizi bu detay anlatıyor. Ayrıca Fidan'ın hedef olmasına yol açan olayların başında bu gelir! Bilesin! O istihbarat, barış sürecini ortadan kaldırmak isteyenlere büyük ders oldu! 

Genelkurmay ve MİT'in ortak refleksi yani?Tabii ki! Siz de düne kadar bu olmuyordu! Şimdi bunu gerçekleştirdiğiniz için operasyonlar tutmuyor! Sonra ne oldu peki?Sonrasını anlatırım ama burada araya girmem lazım! 

Tamamdır! Buyurun!Erdoğan'ın tüm çalışması 2014'te Başkan olmaktı. Ardından da MİT Başkanı Hakan Fidan'ı Başbakan olarak atamaktı.
Kafasındakinin bu olduğunu duydum! Doğruluğuna inanıyorum! Ama şimdi işler biraz değişti gibi... Hakan Fidan'ın MİT'in başında olması artık büyük önem taşıyor! 

Cemaat Türkiye'nin asıl konularından biri! Son aylarda çok tartışıldı, konuşuldu! Ne olacak bu iş? Siz bunu çok iyi bilirsiniz?Fethullah Gülen'e yeni görevleri tebliğ edildi. Öncelikli olarak onun mağdur olduğu algısı oluşturulacak.
Haklılığını ortaya çıkaracak olaylar gerçekleştirilecek! Üzerinde kurulacak büyük baskılar sonucu Erdoğan'ın hata yapması isteniyor.
Şimdi Gülen'in Türkiye'deki medyası ve tümüyle Erdoğan karşıtı olan medyalar, yine birlikte manşet atacak. 

Bu bilmediğimiz bir şey değil ki!Tamam, ben de bunu söylüyorum! 

Tamam kızmayın! Öncelikle ABD'de her medya kuruluşu, destekleyeceği kişileri açıklar ve öyle yayınlar yapar.
Şimdi Fox yani Murdoch'a "Demokratlar lehine" bir haber yaptıramazsınız. Onun medyaya giriş amacı Demokratlar'a karşı olmak. Fakat hani siz Erdoğan'ı "medya üzerinde baskı kuruyor!" diye eleştiriyorsunuz ya; Obama, Murdoch üzerinde öyle baskılar kurdu ki muhalif gücünü yüzde 60 azalttı. Daha önce altını çizdiğim gibi dünyada medya üzerine baskı kuran iki lider vardır. Biri Obama, diğeri Kuzey Kore lideri... Obama'yı en çok eleştirdiğim konu bu, ancak ben de ABD Başkanı olsam onun yolundan ilerlerim. 

Erdoğan'a gelelim! Saldırılarla uğraşacak mı yine?Fethullah Gülen ve diğer Erdoğan karşıtları, yoğun bir kampanya başlatacak. Erdoğan, onlara karşı yapması gereken hamleleri yaptığında da dünya basınını karşısında bulacak.
Erdoğan zafere gidecek ancak ekibinin onun kadar başarıyı istemesi şart. Yoksa, "Büyük Güç Türkiye" hayalinizi ertelemek zorunda kalırsınız! Herkes Erdoğan kadar davaya inanmalı! Tabii yük de sadece ona bırakılmamalı!

Yangının sebebi trafo değil"


Sda maden işçisi  faciaya trafo patlamasının değil daha çok kömür elde etmek için patlatılan dinamitin neden olduğunu öne sürdü.
A Haber'de yayınlanan Mehmet Ali Önel Yönetimindeki  Programına  nda hayatını kaybeden işçilerin yakınları, Emniyet İstihbarat Eski Daire Başkanı Bülent Orakoğlu, Yeni Akit Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hasan Karakaya ve Musevi İş Adamı Doğan Kasadolu konuk oldu.

Soma'da patlamanın meydana geldiği madende çalışan  ''Trafoyu devre dışı bırakıp sigortayı söktüler ve direk bağladılar. Faciaya neden olan bu idi. Kömür işletmelerinde firma sahipleri için kömür çıksın da ne olursa olsun mantığı var.'' diye konuştu.



"MASKELER KONTROL EDİLMİYORDU"
Mehmet Çolban, "Ben bu saatten sonra orada çalışmayı düşünmüyorum. Benim psikolojim çöktü oraya girersem bu acımız daha çok büyür bunu biliyorum. Bize ne bir eğitim ne tatbikat yaptırıyorlardı. 1 yıldır çalışıyorum maskeler hiç kontrol edilmedi. Bu bilgiler doğru ve gerçek bu bilgiler savcılığa verilecek." dedi.

"DİNAMİT PATLATIYORLARDI"
"Trafonun üç metre yanında dinamit patlatıyorlardı" diyen Çolban, "Bunu bana orada çalışan maden işçisi Özcan Cüce anlattı. Bu arkadaş bir gün önce kendi görevliymiş aynı yerde ertesi gün de bant ekibinin kendi adamları görevliymiş orada. Bu adamlar bandı dinamit atarak orayı temizleyerek bandı düşürerek bandın kuyruğuna gitmişler. 



"O BÖLGEDE METAN GAZI SEVİYESİ YÜKSEKTİ"
Bandın kuyruğu dedikleri bölge aşağı yukarı 3 metre içeri giriyor ve olduğu bölgeye oksijen girmiyor. Orada metan gazı seviyesi aşırı derecede yüksek olan bir bölge kendim orada çalıştım biliyorum. Orada da taşı kırmak patlatmak için dinamit atıyor 3 metre önünde de trafo var bunu emniyete almadan bu dinamiti atmak doğru değil. 

Mühendis bunun ölçümünü almadan dinamiti attırmaması gerekiyordu. Buradaki yetkililer nerede. Olayın patlamasıyla birlikte orası alev topuna döndü. 

http://www.takvim.com.tr/webtv/video-haber/video/alp-gurkanin-dolandiricilik-davasi

"TRAFODAKİ GÜVENLİK ŞARTELİNİ İPTAL ETTİLER"
Üretim durmaması için trafodaki aşırı yüklenmede kapatan şarteli iptal ettiler ve düz bağladılar. Neden trafo zorlanınca açmayacak diye devam etmesini istiyorlar üretimin. İşçi önemli değil üretim durmasın da yeter onlara. Yemeğe gidiyorsun hadi hadi yürü hemen işbaşına diyorlar." dedi.

"YANGININ ASIL SEBEBİ DİNAMİT"
Soma'daki maden kazasında oğlu şehit olan Bayram Uçkun, "Ocağın genel müdürü mühendisleri nerede bu ocağı emniyete almadan nasıl dinamit patlatırlar. Madende trafo diye bildiriyorlar dinamit patlattılar trafo değil. Dinamit patlayınca ocağın tavanında cereyanlar şase yapınca bant yanmaya başlamış. 

Dinamit patladığında diğer vardiyada o sırada içeri giriyor dumanı görenler geri çıkıyor. Bu ocağın mühendisleri genel müdürü vardiya amiri neredeymiş ocağı boşaltmadan işçiler çalışırken dinamit patlatılmaz tedbirini alırsın ondan sonra patlatırsın. Bu olayı kurtarma ekipleri ocağa inenler söylüyor. Emniyete almadan işçileri çıkarmadan dinamit atamazlar." şeklinde konuştu.



"SUÇLULAR CEZASIZ KALMASIN"
Soma'da kardeşini kaybeden Hakan Uçkun da, "İşe çağırsalar artık o madene inmem. Herkes şikayette bulunsun bu suçlular cezasız kalmasın artık yeter." diyerek yetkililere çağrıda bulundu.

"DEVLET ÜZERİNE DÜŞENİ YAPTI"

"Devlet Soma faciasında üzerine düşeni yaptı, Devlet tüm imkanlarıyla oradaydı.Ama olayı Hükümeti devirmek için fırsat görenler oldu." diyen Bülent Orakoğlu, "Temiz hava sistemine enerji veren trafonun patlaması beni şüphelendirdi. Soma faciasında bana göre Sabotaj ihtimali var.Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi ciddi provokasyon tehlikesi var." şeklinde konuşarak sözlerini noktaladı.

20 Mayıs 2014 Salı

Teşvikle başladı, çilek köyü oldu

Teşvikle başladı, çilek köyü oldu

Devlet teşviki ile 1 dekarlık arazide üretime başlayan Osmancalılar, tütünü bırakıp çilek üretimine yöneldi. Köylünün destekle ürettiği çilekler RusyaYunanistan ve Romanya’ya ihraç edilmeye başlandı.

Bir zamanlar tek geçim kaynağı tütün üretimi olan Yunusemre İlçesi’ne bağlı köyden mahalleye dönüşen Osmancalı, sulama göletinin 2006 yılında devreye girmesinin ardından çilek üretiminin rağbet görmesiyle ’çilek köyü’ haline geldi.
Manisa Valiliği ve İl Özel İdaresi tarafından 2004 yılında uygulanmaya başlanan Kırsal Kalkınma Projesi kapsamında, tütün üretimi dışında başka gelir kaynağı olmayan köylere alternatif geçim kaynakları kazandırılması amaçlandı. Osmancalı Muhtarı Bekir Akdeniz, köyde 10 ailenin deneme amaçlı olarak çilek üretimine başladığını belirterek, elde edilen başarılı sonuç ve gelirle çilek üretiminin her geçen gün yaygınlaştığını söyledi. 2012 yılına kadar yüzde 100 hibe desteği ile dağıtılan çilek fidelerinin 2012 yılından sonra yüzde 50 hibe desteği ile verildiğini aktaran Akdeniz, "İkinci yılda 13 dekara yükselen çilek üretimi daha da ileriye gidiyor. 2011 yılından bu yana Yunanistan, Romanya ve Rusya’ya çilek ihraç ediyoruz. 200 dekar alanda günlük 10 ton çilek teslim ediyoruz. Fiyatlar bu yıl daha iyi. Kilosunu 2 lira 80 kuruş olarak satıyoruz" dedi.
Devletin desteği ile çileklerini marka haline getirdiklerini kaydeden Akdeniz, 1 dekar çilekten 5 dekar tütün üretiminden aldıkları parayı kazandıklarını vurguladı. Yuntdağı Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Mustafa Uyumaz da 150 ailenin çilek üretimi yaptığını söyleyerek "Köylü artık başka iş yapmıyor. Kazançtan çok memnunlar" dedi.

Bunu da gördük: Faşist Sol!


Türk Solu isimli, 'solcu' geçinen ancak Murat Belge'nin ifadesiyle "Türk faşizminin en şedid yayın organlarından biri" olan faşizan ve sansasyonel başlıklarla çıkan dergi yöneticisinin sosyal medyada paylaşılan videosunda söyledikleri yenilir yutulur cinsten değil.

 

Türkiye'de basın özgür değilmiş! 

Türk Solu dergisinin başyazarı Gökçe Fırat, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "Asılacak adamsın Ulan!" kapakları yüzünden haklarında açılan dava dolayısıyla Türkiye'de basın özgürlüğü olmadığını iddia ediyor. Gökçe Fırat'ın bundan sonra söyledikleri ise yeni bir dava konusu olacak kadar çığırından çıkmış sözler!

"Başbakan'ı asacağız" diyebilme özgürlüğü(!)

Gökçek Fırat Türkiye'de basın özgürlüğü olmadığını iddia ettiği sözlerinin ardından, "Ne kadar çırpınsanız da, kendinizi aklamaya çalışsanız da Tayyip Efendi eninde sonunda asılacak!" diye tehdit savuruyor ve tehditlerinin dozunu iyice arttırıyor.

Skandal sözler!

Gökçe Fırat konuşmanının devamında elinde tuttuğu ilmek yapılmış halatı gösterip akla ziyan açıklamalar yapmaya devam ediyor: "Tayyip için bu bile fazladır. Biz eğer iktidara gelirsek, milli irade, milli irade, her şeyi sandık belirler diyen Tayyip Erdoğan için şöyle bir seçeneğimiz var. Halkı refenduma çağırağız. Tayyip Erdoğan'ı iple mi asalım, yoksa ..............?" Yüzde 50 ne derse onu yapacağız. Tayyip Erdoğan gibilere ip bile fazladır" 

TÜRK SOLU'nun asma merakı

Türk Solu dergisinin "asma" merakı yeni değil. Dergi  geçmişte de kapakta, kanlı urganla beraber 'Dağa çıkanı da, dağa çıkartanı da dağdan indireni de, hepsini asacağız!' başlığıyla çıkmıştı.

Türk Solu dergisinin kapaklarından bir kaç örnek:

Gökçe Fırat Çulhaoğlu kimdir?

Gökçe Fırat Çulhaoğlu (d. 1974, İstanbul, Türkiye), Ulusal Parti Genel Başkanı ve gazeteci-yazar. Türksolu gazetesi başyazarlığını da sürdürmektedir.
Gökçe Fırat, Marmara Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme bölümü mezunudur. 2000 yılında İleri Dergisini yayımladı, 2002'de kurulan Türksolu gazetesini çıkarmaya başladı ve başyazarlığını üstlendi. Bugüne kadar yayımlanmış 17 kitabı bulunmaktadır.
İşçi Partisi döneminden sonra Cumhuriyet Halk Partisi'ne üye olmuş fakat Kemal Derviş'in partiye üye olmasıyla istifa etmiştir.
Mücadelesini 16 Mart 2010'da kurucusu olduğu Ulusal Parti'de devam ettiren Gökçe Fırat, partinin Genel Başkanıdır. 2011 Türkiye genel seçimlerine katılamayan parti; İstanbul 3. Bölge'den Cafer Özsoy, İzmir 1. Bölge'den Tuncer Sümer, Balıkesir'den Serap Yeşiltunave Mersin'den Hasan Pektekin'i bağımsız aday yaparak seçime katıldı.

HAYIRLI EVLAT TANER YILDIZ


Türkiye olayın ilk duyulduğu andan son işçinin de çıkarılmasına kadar Soma ile yatıp Soma ile kalktı.
Tüm resmi bilgileri de ‘Buraya Başbakanımızın talimatıyla geldim' diyen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'dan öğrendik.
Acılı maden işçilerinin tepkilerini hükümet adına tek başına göğüsleyen, onlarla birebir ilgilenen ve 5 gün süren kurtarma çalışmalarını organize eden Taner Yıldız taraflı tarafsız her kesimin takdirini kazanan isim oldu.
Yıldız, bölgede sadece kurtarma çalışmalarını koordine etmedi. Madenden sağ çıkan işçileri hastanelerde ziyaret edip, en doğru bilgileri onlardan aldı. Hayatını kaybeden işçilerin morga alınması ve morgdan ailelerine teslim edilmesi sırasında da hep ailelerin yanındaydı.

Saat kavramını ortadan kaldırdı

Olayın en sıcak saatlerinde gece yarısı bile canlı yayınlarda kameralar karşısına geçen Yıldız, açıklamasının her cümlesindeki kelimeleri büyük bir dikkatle kullandı ve yanlış bilgi verip kaos ortamı oluşturmaya çalışanlara bir tek fırsat bile vermeden Soma'daki görevinin en iyi şekilde yerine getirdi.
Bölgeye gelen siyasetçilere de eşlik etti. Başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Meclis Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ana muhalefet partisi genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'yi de bilgi veren isim oldu.
MHP lideri Bahçeli'nin Soma'daki ziyaretini değerlendirirken Taner Yıldız ile söylediği sözler ise durumu özetler nitelikteydi; Özellikle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı sayın Taner Yıldız beyin olayın başlangıcından itaberen Soma'da bulunması, kriz yönetimini üstlenmesi ve gece gündüz demeden devletin imkanlarını, bürokrasisini, sivil toplum kuruluşları, arama kurtarma ekipleriyle koordineli çalışma başlatmış olması milletimizin her şart altında devletimizin yanında olduğunun güzel bir işareti olarak kabul edilmelidir.
TANER YILDIZ'IN BİLİNMEYEN YÖNLERİ

Necip Fazıl'ın çaycısı

Kayserili diye biliniyor ancak o Yozgat doğumlu. Lise eğitimini 2 Cumhurbaşkanı çıkaran Kayseri Lisesi'nde tamamlamış. Üniversite için İstanbul'a gelmiş. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde okurken okul dışı zamanlarda Necip Fazıl'ın Büyük Doğu dergisinde vaktinin çoğunu geçiriyordu.
Üstad'ın sadece sohbetlerini dinlemeye gitmemişti, orada Üstad'ın çaycılığını da yapmaya başladı. 3 yıl boyunca da bu görevini sürdürmüş. Sakal bırakmaya da o yıllarda karar vermiş.

Hayırlı evlat Taner Yıldız

Başbakan Erdoğan'ın enerji danışmanlığıyla başlayan AK Parti serüveni bakanlığa yükselmesiyle devam etti.
Bakan olduğu ilk günlerde Sabah gazetesi yazarı Yavuz Donat, Yıldız'ın ‘Hayırlı evlat... Taner Yıldız' başlıklı yazısında şunları yazmış ve kamuoyu ve onun hakkında ilk kez bu bilgiyi öğrenmişti.
Hayırlı evlat... Taner Yıldız
Allah herkese böyle "hayırlı evlat" versin. 
Babası "emekli başçavuş." 
"Felç geçirdi" yatıyor. 
Annesi "yaşlı." 
"Hayırlı evlat" her hafta sonu (genellikle cuma günleri) direksiyona geçer, Ankara'dan Kayseri'ye gider.
Felçli babasını "yur-yıkar, tıraş eder." 
"Yaşlı annesine" bakar. 
Ellerini öper, hayır dualarını alır ve gece Ankara'ya "eş ve çocuklarının yanına"döner.
***
"Yeni" Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'dan bahsediyoruz. 
Babası yemedi, içmedi onu okuttu. 
Elektrik Mühendisi oldu. 
Kayseri'de (bölgeye elektrik veren kuruluşun) genel müdürlüğünü yaptı. 
"Çalışkandır, özverilidir, dürüsttür." 
Ve -Kayserili onu çok iyi tanır- hayırlı evlattır. Üstlendiği "zor görevi-ağırlığı" taşıyacak bir isim.

Tam 25 yıldır sakallı

Bakan Yıldız'ın dikkat çeken bir yönü de sakalı. Bakanlar Kurulu'na girerken polemik konusu olmuştu. Ve ‘Lügatımda olmayan tek kelime ‘sinekkaydı' diyerek sakalını asla kesmeyeceğini söylemişti.

“Yahudi damat” ve Iplikci Nedim


şu anda atv’de yayınlanan Kurtlar Vadisi dizisinin 10 yıl önceki ilk bölümlerinde rol alan “İplikçi Nedim”den bahsetmek istiyorum...
Herhalde hatırlarsınız;
Kurtlar Vadisi’ndeki “İplikçi Nedim”in tek görevi vardı:
“Mafyanın para kasası olmak!”
Malûm, dizideki İplikçi Nedim; “Yahudi kökenli bir işadamı”nı canlandırıyordu...
Görünürdeki işi “tekstil”di!..
Özellikle de, “iplik satışı!”
Zaten bu yüzden, herkes onu “İplikçi Nedim” olarak tanıyordu...
Ne var ki;
“İplikçi Nedim”in asıl işi,
“Tefecilik”ti!..
Yani;
“Para satmak!”
Yani;
“Paradan para kazanmak!”
“Musevi aksanlı konuşması” ve beklenmedik anlarda yaptığı; “O günler geçti caniiim. PUT-İN, Çeçen out... Değil?.. Sen şu Nedim kuluna, fiubat bitmeden fiabat’ı gösterdin kuzuuum!” şeklindeki “espri”leriyle seyirciyi kendine bağlamıştır.
Favori içeceği “ıhlamur”dur. Ayrıca dizide, özellikle de “Musevi kökenli” karaterlerle bir araya geldiği sahnelerde, adı zaman zaman “Niso” diye de geçer.
Vadi’deki macerasında sık sık “canı ile paracıkları arasında tercih yapmak” durumunda kalır...
Ayrıca dizide; kendisi hakkındaki slogan şöyledir:
“Derler ki, vadide kasasına inmeyen şey, yüreğine iner!”
Dizide Nizamettin Güvenç tarafından yaptırılan silahlı saldırı sonucunda öldürülmüştür... O zamanlar; bu karakterin, Ören Bayan firmasının sahibi olan Nesim  Malki’yi temsil ettiği ileri sürülmüştü...
Bu vesileyle, dizide “İplikçi Nedim” karakterini canlandıran, tiyatro sanatçısı İsmail İncekara’yı da analım ve gelelim bugüne...
ALP GÜRKAN’IN DAMADI
Bugün de bir “İplikçi Nedim”imiz var...
Adı “Nedim” değil ama,
“İplikçi!”
Kim mi?..
“Soma Holding’in sahibi Alp Gürkan’ın damadı Mahir Asafrana!..”
“İplikçi Nedim”in asıl adı nasıl ki “Nedim” değildir, Mahir Asafrana’nın gerçek adı da “Mahir”değil, “Mario”dur!..
Çünkü “Yahudi kökenli”dir!..
Efendim, olay şu:
“Facia”nın yaşandığı ve “301 işçimizin şehit olduğu” madenin işletmecisi ve aynı zamanda“Koç ailesinin taşeronluğu”ndan “Soma Holding’in patronluğu”na yükselen Alp Gürkan’ın kızı Müzeyyen Nazlı Gürkan, Yahudi kökenli Mario Asafrana ile evlenir ve “Asafrana” soyadını alır...
Mario Asafrana da “adını değiştirir” ve “Mahir” ismini kullanmaya başlar.
“Mario Asafrana”nın babası İsak Asafrana da, tıpkı oğlu gibi, İstanbul 20. Asliye Hukuk Hakimliği’nin kararıyla ismini değiştirir ve “İzzet” adını alır...
Bu karar da, 29 fiubat 1968 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanır... 
Yalnız, karısı Korin, adını değiştirmez!..
Özetleyecek olursak;
Mario Asafrana, ya da ismini değiştirmiş haliyle Mahir Asafrana“İsak Asafrana-Korin Asafrana çiftinin oğlu”dur... 
Ve tabiî; “Alp Gürkan’ın damadı”dır!..
Dahası da var:
Bu “soruşturma”da “Damat Bey”in adı hiç geçmiyor ama, Mahir Asafrana, aynı zamandaSoma İnşaat ve Ticaret A.fi.’nin “Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı”dır!..
Dahası;
“Türkiye’deki Yahudilerin paralarını çalıştırdığı” bilinen Korkmaz Yiğit’le birlikte iş yapar!..
Gerisini haberimizden okursunuz...
ADI NİYE GEÇMİYOR?
Tüm bu “ilişki”ler, tüm bu “bağlantı”lar, Mahir Asafrana’nın “suçlu” olduğunu elbette göstermez!..
Ama, şu “soru” sorulur:
“Facia”nın ilk günlerinde adından hiç bahsedilmeyen ve adeta “koruma altına” alınan Alp Gürkan gibi, damadı Mahir Asafrana’dan da hiç söz edilmemesi, yine bir “koruma kalkanı”oluşturulduğundan mıdır?..
Mahir Asafrana, bir “Yahudi” olmasına rağmen, elbette bir “T.C. vatandaşı”dır ve her vatandaş gibi, o da “eşit haklara” sahiptir...
İyi de;
“Kayınpederi” bile gözaltına alınırken, “damat bey”e niye hiç dokunulmaz, niye hesap sorulmaz?..
Ne yani;
Bu olaylarla hiç mi ilişkisi yoktur, “facia”da hiç mi dahli bulunmamaktadır?..
Bunda “Yahudi” olmasının bir rolü var mıdır, yok mudur?..
Hayır, “ırkçılık” veya “ayrımcılık” yapıyor değilim... Sadece ve sadece; “301 vatandaşımızı kaybettiğimiz maden faciası”nda, en ufak dahli olan herkesten hesap sorulmasını istiyorum...
******************************************************************************
SALDIRININ SEBEBİ
fiunu da merak ediyorum:
Malûm, Başbakan Tayyip Erdoğan, sanki “facianın tek sorumlusu” gibi gösterildi,“vatandaşa tokat atmak” gibi bir “palavra” ile adeta “linç” edilmek istendi... Bu“itibarsızlaştırma”da; “Paralel Medya” kadar, “yabancı medya organları” da, acayip bir“ajitasyon”a giriştiler... 
Ve bunların büyük çoğunluğu, daha doğrusu tamamı “Yahudi beslemesi medya organları”ydı!..
“TKP’li karıları” bütün dünyaya “işçi karısı” gibi gösterdiler... Erdoğan için, “cehenneme kadar yolun var” dediler... 
İşte bunların hepsi, “sahipleri Yahudi olan medya organları”ydı!..
“Acaba” diyorum;
Erdoğan’a bu derece yüklenenler; dikkatleri “Alp Gürkan ve Yahudi damadı” üzerinden çekmek, “olayı, aslından uzaklaştırmak” mı istediler?..
“İsrail’le ilişkileri” çok iyi bilinen ve İsrail’i “otorite” olarak gören “Paralel Medya”nın Erdoğan aleyhindeki yayınlarında, “Yahudi damat”ın bir rolü var mıdır?..