30 Haziran 2015 Salı

Nil Karaibrahimgil ölen emzirme hemşiresine duygusal mektup


Ünlü sanatçı Nil Karaibrahimgil oğlunun doğumunun ardından kendisine emzirme hemşiresi olarak yardımcı olan Zeynep Aydın'ın vefatının ardından duygusal bir yazı ile veda etti.



Komik kızdın Zeynep.
Gecenin dördünde, çocukluğundan anlattığın hikâyelere gülmekten, sezaryen yaralarım sızlardı.
Yeni anneydim daha, sana da çok ihtiyacım vardı. 

Sen ne iyi bir hemşireydin.
Bebekler eline doğardı. Hani bir tanesi o kadar büyük doğmuştu ki, çarşafla zapt edememiştin, ona da ne gülmüştük.
İçimi rahatlatırdı başka doğum hikâyeleri dinlemek. 

Sende çok vardı onlardan.
İki de kedin vardı. Birinin adını Çapul koymuştun. Vicdanın vardı.
Seninle kısa zamanda arkadaş olduk. 

O yaz, bağıra çağıra Whitney Houston şarkıları
söyleyip denizlere baktık.
Dolmalar sardın, saçlarımı boyadın, düğümlerimi taradın.
Oğlumun gazını çıkardın, yanına yattın, üstünü örttün.
İlk karşılaşmamızı hiç unutmuyorum. 

Ben yürüyüşten gelmiştim. Paniktim.
Bebek süt içmiyordu. Sesim titriyordu. Hastaneyi arıyordum.
Bir bebeğe nasıl bakılıyordu? Aç mı kalıyordu?
Sen gelmişsin, salonda bekliyormuşsun, iyi bir hemşireymişsin, emzirme konusunu iyi biliyormuşsun.
Bebek kucağımda ağlıyordu. Bana baktın ve ilk cümleni kurdun: "Her şeyden önce şu omuzları indirin, derin bir nefes alın, bir rahatlayın."
Bu cümlenle sana teslim oldum ben. 

Omuzlardan bahsetmen iyi olmuştu.
Öyle omuzlar kulakta, gergin gergin, bebek mi emzirilirdi canım.
Sonra bitmez, uzun gecelerimiz başladı seninle. 

Uyumuyorduk, konuşuyorduk. 
Ben uykusuzluğu, yorgunluğu, sızlayan bakamadığım yaramı, senin hayatına girerek unutuyordum.
"Anlat Zeynep" diyordum, "Çanakkale'nin Yenice köyünde geçen çocukluğunu anlat.
Bahçenizde hangi meyve ağaçları vardı?"
Yanında yedi-sekiz fotoğraf taşırdın. 

Biri erken yaşta kaybettiğin, gül yüzlü annen,
kardeşinle seni leğende yıkarken. Bakıp bakıp gülerdik, böyle de yıkanıyor işte diye.
Ama en çok kardeşinin doğumunu anlatmanı severdim. 

O çok komikti.
Annen kardeşini evde doğurmak üzere, sana diyor ki: 

"Zeynep koş ebeye haber ver. Annem doğuruyor de."
Sen de küçücüksün. Ebe ne, ne yapacak onu bile bilmiyorsun. Başlıyorsun aheste aheste yürümeye...
Sonra yolda bir şeftali ağacı görüyorsun, durup bir güzel şeftali yiyorsun.
İşte burası beni mahvediyordu hikâyenin. 

Doğumdan yeni çıktığım için, benim canım
hikâyemdi bu.
3 ay, 24 saatim seninle geçti. Hayatımı biliyordun işte. 

Ben de seninkini.
Kendimce sana moraller veriyor, 

"Barış, affet" diyordum kalbini kıranları.
Söylemesi kolaydı. Hep kolaydır söylemek. 

Ama sen koca yürekliydin. Affettin,
barışlar yaptın. Seninle gurur duydum ben.
Sen giderken ağlamayacağım demiştim, öğle vaktiydi, güneş tepemizdeydi. Üç ay 
dolmuştu işte gidecektin, yüreğinde seni sevebilecek bir erkeğin heyecanı vardı.
İkimiz de ağladık. Ne güzel yazdı. Ne güzel arkadaşlıktı. 
Ne kolay geçti seninle o günler.
Keşke şu mide küçültme ameliyatını olmasaydın da, aramızda olsaydın, bunu okuyup
beni arasaydın, telefonda o günleri anıp ağlaşsaydık.
Ama şimdi tek başıma ağlıyorum ben. Çünkü sen artık yoksun. Olsan da olmasan daben seni çok seviyorum.
Mekânın cennet olsun canım arkadaşım. Güzel hemşire.
O tatlı annenin omzuna daya başını, huzur bul yeni sonsuzluğunda...

Biltaciden Tarihi konusma

Mısır'da darbe ile yönetime gelen cuntanın mahkemesince yargılandıktan sonra
 idama mahkum edilen Muhammed Biltaci mahkeme salonunda tarihi bir konuşma yaptı
.İşte o tarihi konuşma:
Hakimin yanındaki: "Neden ona böyle bir izin verdin.Hakim: Onun hakkı en azıdnan konuşşsun. Biltaci: Allah'ın adıyla, Allah Resulüne selat ve selam olsun. Çok basit ve mantıklı anlatacağım. Ben, Muhammed Bedi ve Safvet Hicazi 25 cinayetten yargılanıyoruz. Siz bizim hakkımızda beraat hükmü çıkarsanız bile.
Hakim:Hüküm ancak Allah'ındır. Sen bize söyleyeceklerini söyle, Allah hakkını verecek. 
Biltaci: Demem o ki; heyetinizin beraat kararı verirse, vallahi bu bizi değil size kurtaracaktır. Bu ülkeyi yöneten kişi (Sisi) bizi idam etmek için başka heyetleri, başka kuruluşları görevlendirecektir. Allah bizi bu şekilde onurlandırırsa ne mutlu bize. Vatanımız uğruna idam edilmişiz şehitlerimizin yanına katılmamız bizi onurlandıracaktır. Allah'u Teala şahidimiz olsun ki; bundan sonra idam etsenizde bizim için fark etmeyecek çünkü biz ruhlarımızı Allah'a adadık.Buna rağmen bu konuşmayı burada yapmamın nededi, Allah katında kıyamet gününde bir kanıt olması içindir.Sadece ahiret için de değil, dünya döndüğü müttedçe bütün insanlığa kanıt olsun diye yapıyorum bu konuşmayı. Kimin Hakkın safında kimin ise batıl safında olduğunu bilsinler diye yapıyorum bu konuşmayı.İki nokta üzerinde duracağım. Birincisi rejimin bana ve arkadaşlarıma karşı nefret beslemesi konusu. Çünkü polis savcılık ve devlet kurumlarında bulunan bazı yetkililer, hem siyasi hemde kişisel olarak bizden nefret ediyor. Ben Muhammed Biltaci, 51 yaşındayım. Ezher Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde öğretim üyesiyim. 50 yaşıma kadar hiçbir suç işlememişken son sekiz ay içinde birden ülkemde bana mayfa mafya muamelesi yapılmaya başlandı. Bir çok cinayetle suçlanır oldum. Böyle saçmalık olur mu? Mısır'da yaşadım 50 yıl boyunca farklı başarılarım oldu. Üniversite yerleştirme sınavında üçüncü oldum. Sonrasında üniversite hayatım boyunca tıp fakültesinde hep bölüm birincisi oldum.eğitimim bittiğinde ise hayatıma eğitim görevlisi olarak devam ettim. Allah'ın bütün bu nimetlerinden sonra insanlara faydalı olmak adına Tıp Fakültesi'nin başarılı bir öğretim üyesi olarak klinik açtım.
Hakim: Taleplerini söyle
Biltaci: Esas önemli noktaya geldim. 50 yıl boyunca bu şekilde yaşam süren biri olarak, son 8 ay içinde otomatik silahlarla insanları tarayıp öldürmekle suçlanıyorum...Bu nasıl izah edilir? Sizin mantığınıza uyuyor mu?Hakim: Taleplerin nelerdir?Biltaci: Allah (cc) bize bu asılsız suçlamayı yöneltenlerden hakkımızı alacaktır. And olsun ki bizim hakkımızı alacak ve herşey düzelecek. Ve bu yıllar sonra değil belki birkaç ay sonra gerçekleşecek. Allah bunun hesabını sizden soracak. Bana ait tıbbi malzemelerle donatılmış kliniğimi yakıp tahrip ettiler. Bunu savcılık ve polis müdürü denetiminde yaptılar.Hakim: Taleplerine gelBiltaci: İzin verin konuşayım. Kızım 10 ay önce öldürüldü, hiçbir soruşturma açılmadığı gibi kızımın ölümünden tek bir kelime dahi söz edilmedi.
Hakim: Taleplerini söyle yoksa mikrofonu alacağız
Biltaci: Bütün bunlara rağmen yargılanan biz oluyoruz, bunu anlamak mümün değil.Benim birtek talebim var ve bunun tarihe geçmesini istiyorum. Allah (cc) Kur'an'da sizin oturduğunuz yerde oturan Hz. Davut (as)'a hitaben buyuruyor ki; ''Ey Davut biz seni yeryüzüne halife kıldık. O halde insanlar arasında adaletli hükmet. Nefis ve hevesine uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara...Hakim: Biltaci bu son...Biltaci: Hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır'' Sizden hiçbir şey talep etmiyorum. Vatanım için beni idam etmeniz, benim için büyük bir şereftir. Artık benim için vereceğiniz hükmün hiçbir değeri yoktur

.


Biltacinin Kizina mektubu....iŞTE O SATIRLAR:
"Pak ruhunun, tarihte gerçekleşen Büyük Kerbela günü ve Uhud Ashabı'nın yanına, herkesin gözü önünde yıldızlar gibi şehitlerin arasında yaratıcısına ulaştığı günün üzerinden bir yıl geçti. Temiz ruhlar her türlü kahır, zulüm ve isyana karşı çıkarak imanla ve bağlılıkla sebat içinde hakla göğe yükseldi. Üste çıkma, alçak görme, hakaret, zulüm ve zalimlerin üstüne yükselişle yükseldi.
SENİN YERİNE ARKADAŞLARINI TEBRİK ETMEK İSTERDİM
Sevgili kızım, geçtiğimiz günlerde lise bitirme sınavlarının sonuçları açıklandı, her zaman başarıda önlerinde olduğun kız arkadaşların adına mutlu oldum.
Senin yerine onları tebrik etmeyi temenni ederdim. Ancak, Allah'a yemin olsun ki, çoğu önceki ümmetlerden, birazı da sonrakilerden olan grubun içinde (Allah isterse) olman için seni seçtiğinde Allah'ın fazlı keremiyle daha da sevinçliydim."
SEN ARAMIZDA YAŞIYORSUN
Biltaci, kızı Esma'ya duyduğu özlemi şu satırlarla dile getiriyor:
"Sevgili kızım, güzel yüzüne, güleç dudaklarına, ince duruşuna ve olgun karakterine iştiyakımın ne kadar olduğunu ancak Allah bilir. Buna karşı sabrı da ancak Allah verir. Ancak sen aynı zamanda bizlerin arasında yaşıyorsun ve bizleri hiç terketmedin. Hatta annenin hapisane ziyaretlerinden birinde Allah'a yemin ederek "Esma aramızda yaşıyor" sözüne karşılık "doğru söylüyorsun" dedim.
SIKINTIYA DÜŞEN ARKADAŞLARININ RÜYALARINDASIN
Evet onlar Rablerinin katında rızıklanırlar. Bana annen, "o aramızda" sözleriyle, yaptıklarıyla gerçekten de yaşıyor. Cihadımızda ve hayatımızda bizlere katılıyor. Annen, kızlı erkekli gençlerle bir araya geldiğinde kendilerinin birçok sorunla karşılaştıklarını ve rüyalarında Esma'yı gördüklerini onları müjdelediğini, öğüt verdiğini ve sıkıntılarını atlatana kadar hayır işleri yapmaları konusunda yönlendirdiğini söylediklerini anlatıyor.
Kendi kendime dedim ki, ne de güzel yapıyorsun benim güzel kızım, şehadetinden önce de sonra da uğraşların ne de güzeldi." Kızı Esma'nın askeri bir kanas tarafından öldürüldüğünü hatırlatan Biltaci, kızının savunduğu davanın haklı olduğunu şu satırlarla anlatıyor:
SAVUNDUĞUN DAVA DOĞRU BİR DAVA
"Kızım ve hocam, senin özellikle askeri bir kanas tarafından ödürülmen, askerin vatana altmış yıl boyunca yıkım, yolsuzluk, gerilik ve tabi olmakla sürüklediği durumun sonlandırılması için çıkan Ocak Devrimi'nden sonra askeri yönetimin yeniden geri dönmesine karşıtlığın yolunda öldürülmüş olman, savunduğun davanın doğru olduğunun bir delilidir.
CEMAATLE FARKLI DÜŞÜNÜYORDUN
Özellikle senin öldürülmen, askeri darbeye karşı çıkanların ne bir cemaat ne de bir kişinin dönmesi için çıkmamış olduğunun güçlü bir delilidir. Hayatımda bir cemaate, bir partiye ya da bir kişiye bağlı olacak kişi olarak seni tanıdım. Bilakis, devrimdeki şehitlerin kısas haklarının alınması ve askere karşı gerekçesiz yumuşak davranıştan dolayı cemaatle farklı düşünüyordun.
SENİN ÖLDÜRÜLMEN KARŞI KOYUŞUNUN HAKLI BİR DELİLİ
Yine senin ne bir silah ne de bir taş dahi atmaksızın öldürülmen zulme ve karanlıklara karşı, darbeye karşı duranları hedef aldıklarının bir delilidir. Yine senin öldürülmen, başının üzerinde uçan askeri helikopter ve meydanı dolduran askeri kanas, onların ne kadar alçak ve adi olduklarının delilidir. Askeri birlikleriyle kibirli ve firavunlaşmış bu askeri isyankarlığa karşı koyanların ne kadar haklı, doğru ve adaletli olduklarının delilidir.
ASKER SİYONİSTLERİ DEĞİL KENDİ VATAN EVLADINI EZİYOR
Oysa ki halk suçsuz vatan evlatlarını öldürmeleri için değil, siyonistlere karşı kullanmaları için kendi gücünden bu askere harcamalarda bulunmuştu. Bir de bakıyoruz ki askerin kendisi bu gücü halkı öldürmek, ezmek ve vesayet sistemini güçlendirmek için kullanıyor."
GÖZÜMÜN NURU KIZIM
Biltaci, darbeden sonra başına gelenlere rağmen kendisini unutmadığını, kızı Esma'ya şu sözlerle ifade ediyor:
"Kızım, hocam ve gözümün nuru, ciğer parelerimizin katledilmesi, onlarca davanın sırtımıza yüklenmesi, mallarımıza el konulması, akademik görevlerimizden el çektirilmemiz, doğru olmayan yargı tarafından idam ve müebbet hapis kararlarının çıkması, evlatlarımızdan geri kalanlarımızın cezaevlerine tıkılması ve asılsız davalarla suçlanmaları, Allah'a yemin olsun ki ne seni ne de ak pak şehit kardeşlerini bir an için dahi unutturmaya yetmedi.
BAŞIMIZA GELENLERE ÜZÜLMEDİK
Bir an dahi uğrunda feda ettiğinizi unutmadık. Bilakis, Allah'a yemin olsun ki,  başımıza gelenden dolayı ne hüzünlendik, ne zayıfladık, ne de rehavete uğradık. İşte bizler sizlerin yolunda ilerliyoruz. İki güzel şeyden birine ulaşmadan rahat etmeyeceğiz. Darbecilerin geçen yıl boyunca, ihanet, katil, kahır, talan, yakıp yıkma, ortalığa saldıkları korku ve sessizlik; hile, yalan, sapıklık ve kalleşlik; vatanın tüm topraklarına yaydıkları aç bırakma ve isyan bizlerde sadece, bizlerin hak üzere olduğumuz, onların ise batıl üzere olduğu konusundaki eminliğimizi arttırmaktan başka bir şey yapmadı. İşte bundan dolayı hiç şüphesiz zafer gelecektir."    
Biltaci, kızının şehit edilmesinden sonra geçen bir yılda, kendilerini hapis, gardiyan, ölüm ve idam gibi kelimelerin korkutmadığını ifade ederek, mektubuna şu satırlarla son veriyor:
FEDAKARLIĞI TEMİZ RUHLARDAN ÖĞRENDİK
"Bizler hürriyet, adalet ve hakkın değerlerinin gerçekleşmesi için Allah yolunda fedakarlığın nasıl olması gerektiğini sizlerin temiz mümin, güzel ruhlarınızdan öğrendik. 
Son olarak, senin ve şehit kardeşlerin için her namazda derecelerinizi arttırması ve sizi kendisine yakın şahitlerden kılması için dua ediyoruz. Allah'a Muhammed'in (SAV) havz-ı kevserindeki salih kullarına ve sizlere katılana dek bizlere sabır ve sebat vermesi için duacıyız. O havz-ı kevser ki, orada sahabileriyle birlikte olalım. Onlar da bizlerin bu durumundan dolayı mutlu olsunlar. Şunu bilsinler ki arkalarından gelenlerin Allah'a verilmiş sözü yerine getiren, hiçbir şeyi değiştirmeyen sapasağlam adamların olduğundan emin olsunlar." 

28 Haziran 2015 Pazar

FOTO IŞIK STÜDYOSU’NUN 80 YILLIK MAZİSİ


ALAMİNÜTTEN BAŞLADI BUGÜN 1 NUMARA
Baba merhum Derviş Şükrü Bey Selanik’ten 1920’li yıllarda mübadele sonucu Ordu’ya gelmiş.
Bir fotoğrafçı dükkânı ki, aslı yaklaşık 80 yıl önceye dayanıyor.. Ordu’da fotoğrafçılık üzerine sanki dev bir çınar… Ve o çınarın ikinci kuşak sahibi Süleyman Düzgören’le beraberiz. O da babası Derviş Şükrü’den aldığı bu mirası yıllardır koruduktan sonra çocukları Ceyhun ve Cesur’a devretmiş..  Şimdi stüdyonun işini 3. kuşak bu gençler sürdürüyor. Süleyman Bey de tecrübesiyle çocuklarına yardımcı olmaya çalışıyor.. Kararlı ve işinin takipçisi olarak dikkatimi çekiyor, hiç boş durmuyor, oradan oraya uzanıp duruyor.
Süleyman Beyin yaşı 65 ve 13 yaşında babası Derviş Şükrü Beyin yanında mesleğe başlamış. Tam 52 yıl önce.
SELANİK’TEN GELMİŞLER
Baba merhum Derviş Şükrü Bey, Selanik’ten 1920’li yıllarda mübadele yolu ile Ordu’ya gelmiş. 3 ayaklı şipşak makinesi (alaminüt) ile fotoğrafçılık yapmış. Makinesini katlayıp, koltuğunun altına alarak yakın ilçelere vesikalık resim çekmeye de gitmiş... Şükrü Bey bu makine ile çalışmalarını 1968 yılına kadar sürdürmüş..
Daha sonra 72 yaşında hacca gitmiş. Hacdan sonra da fotoğrafçı dükkânını çocuklarına bırakmış. Çocukları Süleyman ve Bahri, aldıkları bu mirası korumuş, hatta gelişen teknolojiye uyumlu hale getirerek bu güne kadar getirmişler. Bugün Foto Işık, Ordu’da bir benzeri olmayan teknolojisi ile hizmet veriyor..
SIRRI DİKKATİ
Bu kadar ilgi görmesi ve büyümesinin bir sırrı olup olmadığını soruyorum. Hiç duraksamadan cevap veriyor: “Ben işime çok dikkat ederim. Üzerine titrerim. Yeniliklere açığım. Ve daima ileriye gidebilmek için teknolojiyi de yakından takip ederim. Dürüstlükten taviz vermem. Müşterilerimi hep velinimetim olarak görür, saygı duyarım.”
FOTOĞRAF MAKİNESİNİN İCADI
Bugün birkaç saniyede poz verip çektiğiniz, banyosu son derece kolaylıkla yapılan, gerekirse tez zamanda büyültülüp istediğiniz boyutta kopyası elinize verilen fotoğrafın, aslında yüz yıllarca süren deneme ve çalışmaların sonucu olduğuna inanmak gerçekten güçtür. Aslında, fotoğraf makinesi büyük icatların çoğu gibi bir kişi tarafından icat edilmemiştir. Fikrin doğması, uygulanması, gelişimi, değişik kişilerin çalışmaları ve uzun aralıklı dönemlerin sonucudur.11. ve 16. yüzyıllar arasında, insanlar “karanlık oda” fikriyle ilgili çalışmalar yapmışlardı. Gerçekte kâğıt üzerine bir resmin “alınması” söz konusu değildi.
1568 yılında Daniello Barbaro, “karanlık oda” adı verilen cihaza bir mercek ekledi. İlkel bir objektif niteliğindeki merceğin açılışı, görüntünün daha kesin olabilmesi için değişebiliyordu. 1802 yılında, Thomas Wedgwood ve Sör Humphrey Davy, ışığa karşı duyarlı bir maddeyle kaplı kâğıt üzerine, kontak baskı yoluyla siluet ve görüntüler tespitine muvaffak oldular. Fakat baskı ömürlü değildi.
DEV BİR FOTOĞRAF MAKİNESİ
1816 yılında, Joseph Niepce, bir mücevher kutusu ve bir mikroskoptan alınmış mercekle ilkel bir fotoğraf makinesi yapmayı başardı. Negatif bir görüntüyü tespit etti. William Talbot adındaki İngiliz, 1835 yılında, negatiften alınma ilk pozitif baskıyı yaptı. Görüntünün ömürlü (devamlı) olması sağlanabilmişti.l839’da, Louis Daguerre, gümüş plak üzerine görüntü aldı. Aynı çıkış noktasından temellenen çalışmalar birbirini izledi. Başlangıçta ağır adımlı gelişmeler bir sonrakine zincirlendi.
En sonunda,1888 yılında, kutu fotoğraf makinesi piyasaya sürüldü. Bu makine, Kodak sistemini kullanan Kuru Plak ve Film Şirketi tarafından geliştirildi. Söz konusu makine, 100 pozluk filmle dolu olarak satıldı. Çekimden sonra, makine ve film Rochester’e gönderiliyor, burada film almıyor, banyo işlemi yapılıyor, makineye tekrar film doldurularak sahibine iade ediliyordu.

Soğanın Mucizevi Etkisi


Çoğu insanın kokusundan dahi rahatsız olduğumuz soğanı yatmadan önce ayak altınıza koyarsaınzı, bakın vücudunuzda neler değişiyor?
Soğanın antibiyotik etkisi eski çağlardan beri bilinir. Ama hepimiz kokusundan rahatsız olduğumuz için çok fazla tüketemeyiz.
Oysa soğan kanı arındırır, kan dolaşımını hızlandırıcı, toksinleri atıcı, dezenfektan, hızlı yara iyilştirici, mukus sıvılaştırıcı, soğuk algınlığı ve gribe iyi geldiğini biliyoruz fakat bu rahatsızlıkların giderilmesi için soğanı sadece yememiz gerekmiyor.
Yatarken ayak altına soğan koyun
Soğan dilimlerini bir tabağa yerleştirerek yatak başınıza koyduğunuzda sabaha kadar solunum yollarınızın açıldığını göreceksiniz. Tabi bu etkiyi artırmak için kapıyı kapatmayı da unutmayın.
Soğanı lapa olarak uygulayarak göğsünüze sürerseniz balgam attırıcı ve kabızlığınıza iyi geldiğini göreceksiniz.
Ağrı Kesiyor
Ayak sinir uçlarımızda 7 bin tane sinir ucu olduğundan soğan dilimlerini romatizmal ağrıların olduğu yere yada ayağınızın içine yerleştirip bir streç yada çorapla sarıp uyuduğunuzda hem vücudunuzun dinlendiğini hemde ağrılarınızın geçtiğini göreceksiniz.
************************************************************************************
Ayrıca Soğan kürü yapanların tavsiyeleri
1-Tansiyonunuz çıktıgında ,ayaklarınızın altına soğan rendesi
2-Basit ayak burkmaları için;'' Zeytini çekirdeğiyle ezin,rendelenmiş soğan ile karıştırıp ayağına sürün, iyice bağlayın, eğer sadece burkulma ise kesinlikle geçirecektir, kocakarı ilacı diyenler çıkabilir, ama denenmiş ve kesin etkili bir yöntem
(Soğan doku yenilemeye etkilidir ve ödem birikmesini engeller, zeytin ise besleyicidir, çekirdeği ise antiseptiktir.aynı şekilde balda kesinlikle bakteri üretmez ve antiseptiktir. Bu ürünler hala bu amaç ile kırsal alanlarda kullanılır ve tedavi imkanı sağlar)
3-Çıban ve sivilcenin üstüne ısıtılmış soğan katmanı koyup sarın.Bir gün içinde bütün iltihapı toplar ve patlatır.
4-İkiye bölünmüş sarı soğanı kabuğu ile kaynatıp sabahları aç karnına bir ay boyunca içilmesi bayanlarda kis'leri yok eder.
5-Bol bol kırmızı soğanın yenmesi hebatit B den kurtulmaya yetiyor.
6-Haşlanmış soğan suyu kürü ile 3 ayda 10 kğ zayıflıyabilirsiniz.
7-Soğan suyunu tıkalı burun deliklerine 1-2 damla uygulayın.Ağır griplerde iksir gibi,burnu açtığı gibi baş ağrısınıda gideriyor.
8-Eklem erimeleri sonucu şişlikler ve agrılar olur.Soğanı ısıtıp ısıtıp agrıyan yerlerinize sarın.İltihapı kurutur.
9-Kulak ağrılarında 1 damla soğan suyu 2dk içinde ağrıyı keser.(Dr İbrahim Saraçoglu)
10-Ayak tırnağı batmalarında,soğanın göbegini parmagınıza geçirip gazlı bez ile sarın.Sabah bütün iltihabı topluyacaktır.

25 Haziran 2015 Perşembe

Ordu'da yeni altın ve linyit kömürü sahaları bulundu


Maden Tetkik Arama Enstitüsü'nün (MTA) son 5 yılda yaptığı araştırmalar sonucu Ordu'da yeni altın ve linyit kömürü sahaları bulundu. 
Yıllardır 'kurşun, bakır, çinko, bentonit, magnezyum' madenleri bulunduğu söylenen, geçmiş yıllarda bu madenlerin işlenildiğini ve rezerv kalmadığı belirtilen Ordu'da, yeni altın ve linyit kömürü maden damarları bulunduğu ortaya çıktı. Buna göre en zengin altın yataklarının Ulubey'in Akoluk köyünde değil, Fatsa'nın Altıntepe mevkisinde olduğu
belirlendi. MTA'nın belirlemelerine göre, Altıntepe mevkisinde 1 tonda yaklaşık 2 gram altın çıkarılabileceği, 1 milyon 191 bin ton görünür, 5 milyon 355 bin ton muhtemel altın rezervi olduğu tespit edildi. Ulubey'in Akoluk köyünde ise 1 tonda 0.90 gram altın elde edilebilecek nitelikte 1 milyon 100 bin ton muhtemel görünür rezervin yanı sıra, bir tonda 50 gram elde edilebilecek nitelikte 1 milyon 300 bin ton gümüş rezervi de olduğu kaydedildi. Ayrıca Gölköy-Çetilli'de kurşun-çinkonun yanında altın varlığı da belirlendi. Bu alandaki altın rezervini belirleme konusunda çalışmaların ise sürdüğü bildirildi.
AYBASTI-GÖLKÖY ARASI KÖMÜR YATAĞI
MTA'nın yaptığı bir başka araştırmada ise Aybastı ile Gölköy sınırındaki arazilerde linyit kömür damarları ortaya çıkarıldı. Kömür rezervi belirleme çalışmalarının sürdüğü bildirilirken, Fatsa-Zavi köyünde yaklaşık 2 milyon ton kurşun, Gölköy-Şıhman mevkisinde 116 bin ton, Kumru-Gümüşdere mevkisinde 100 bin ton rezervli yeni bakır, kurşun ve çinko yatakları bulundu. Ünye-Kavaklar sahasında çoğu ağartma toprağı olmak üzere 743 bin ton, Keşköy yatağında 460 bin ton, Emireli mevkisinde 421 bin ton, Ahizetli
mevkisinde 128 bin ton, Tavkutlu-Gülcüğen mevkisinde 812 bin ton, Mesudiye-Çavdar köyünde 80 bin ton bentonit tespit edildi. Çambaşı Yaylası Fundacık mevkisinde 750 bin ton demir, Ünye-Kumarlı sahasında 107 ton gümüş olduğu ortaya çıktı. Ulubey İlçesi Akoluk mevkisinde seramik ve kağıt sektöründe kullanılabilen 148 bin ton, Sayaca mevkisinde ise 2 milyon ton kaolen bulunuyor. Ayrıca Mesudiye ilçesi Topçam beldesi sahasında ise yörenin en güzel ve sert mermer yataklarına rastlandı.

22 Haziran 2015 Pazartesi

YOK OLAN BİR MESLEĞİN ORDU’DAKİ SON TEMSİLCİSİ; NALBANT KİZİR OSMAN…

Bir zamanlar atı olan herkesin tanıyıp, kapısını çaldığı, atlarının ayaklarına nal çaktırdığı. Hemen herkesle ahbap olan, geçer akçe bir meslek erbabı Nalbant Osman amca.  Şimdi nostalji olan, ancak büyük şehirlerin atlı spor kulüplerindeki sahalarında yüzlerce lira verip üye olarak binebildiğimiz atlar için, en luzümlu mesleği yaşayan son Ordu temsilcisi…
İki kuşak öncesinde hepimizin kapısında bizlere hizmet ediyordu atlar. Ormandan odunumuzu, çeşmeden suyumuzu, bahçeden fındığımızı hep atlarla taşırdık. Bahçeli evlerimizde özel ahırlarında besleyip tımarını yapar, ayaklarına da düzenli olarak, tırnaklarını korumak için nal denilen demir koruyucu çaktırırdık. Atın tırnağı çok özeldir. Onun için özel olarak mesleğin en iyisini tercih ederdik. İşte Ordu’da bu işin en iyisi, ağaların, beylerin, at severlerin nalbantı Kizir Osman amca. Yıllarca severek yaptığı ve binlerce atın ayağına nal çaktığı, yarını olmayan mesleğini anlattı. Nalbantçılığın yok olmasının nedenlerini anlattı.
68 yıllık Nalbant
Kulakları ağır işiten Osman Amcaya sorduğum soruları, berberlik mesleğinde rüştünü ispatlamış, küçük yaşta meslek öğrensin diye, Babası tarafından, Ordu’da Adanalı berber Ömer’e teslim ettiği, meslek öğrenerek Çambaşı’nın tek berberi olan, mesleğinde 40 yılını tamamlamış, büyük oğlu Berber İhsan da kulağına eğilip tekrarlayarak duymasına yardımcı oluyordu. Ve anlatıyor;
“Eskiden At her şeydi, köyle ilgisi olan her ailenin atları olurdu. Köyden şehre atlarla gelinirdi. Atların konaklaması, çalınmaması için hanlar vardı. O yıllarda at hırsızlığı çok olurdu çünkü. Köprübaşı’nda Yürürlerin hanı vardı. Laz Hamdi çalıştırırdı. Hacı Kazım’ın hanı vardı, İbrahim çalıştırırdı. Yüncüler sokağında da Ermeni Hasan’ın hanı vardı. Atın beslenmesi için, başına içi saman ve arpa karıştırılarak doldurulan  torbalar takılır, atın beslenmesi sağlanırken, diğer yandan da bu günkü otoparklar gibi belli ücret verilerek atın rahat etmesi de sağlanırdı. Handa  aygır atlar, huysuz atlar, eşek ve katırlar  için özel bölmeler olurdu. Bir köşesinde de nallama işini yapan nalbantlar işlerini yapardı.
O yıllarda Ordu’da Nalbantlık geçer akçe olduğu için belli başlı nalbantlar vardı. Hepsi de birbirinden üstün insanlardı ve hep yardımlaşırdılar. Nalbant Ermeni Hasan, Nalbant Yunis, Nalbant Dursun Ali, Nalbant Kırışo Ahmet, Nalbant Ermeni Ahmet, Nalbant Murat ve Nalbant Hamdi vardı, mesleğin duayenleriydi. Allah rahmet etsin, hepsi de gün boyu at nallarlardı. Atlar sıradaydı, bir günde 57 at nalladığımı bilirim.”
1929 doğumlu olduğunu ve Öceli’den  İmamolarından olduğunu da belirten Osman amca, “kizir” lakabının nereden geldiğini de; “dedem o yıllarda muhtarlık yapmış. Eskiden muhtarlara ‘kizir’ derlermiş. Bize de ‘kizir Mehmetler’ derler” diyerek açıkladı.
Atın ayağını tutunca, numarasını anlayacaksın”
Mesleği, 1947 yılında Ermeni Süren ustanın yanında demirci çırağı olarak başlayarak öğrendiğini de belirten Osman amca şöyle devam etti:
“Ali abim de Demirci Mıgır ustanın yanında idi. Süren usta; benimle birlikte Meletli Osman’ın oğlu Dursun Ali’ye, Gercelinin Ali’ye, Yemişli’den Topal Hüsnü’ye örste nal dövüp yapmasını öğretti. Biz nal yapıyorduk, Osman’la  Süren Usta da nalları çakıyordu. Kısa zamanda işi öğrenip ben de nal çakmaya başladım. Atların, eşeklerin hepsinin nalları farklı farklıdır. Ayni ayakkabı numaraları gibi. İyi bir nalbant atın ayağını tutunca kaç numara nal olacağını hemen anlaması lazım. 40 numara 13 santimdir. 47 numara 9 santimdir. Katırın nalları 57’den başlar. Taylar için önce ölçü alınır. Atın tırnak mayası çok önemlidir, yanlış çakılan bir mıh (nala çakılan çivi) atın ayağını sakat bırakır. İltihaplanma yapar, müdahale edilmezse ayak şişer, o attan daha hayır gelmez.”
Ben de, ‘çaresi ne?’ diye sordum.
“Mıh değen yere nişadır ve gaz yağı koyup üzerine su değmesin diye muşamba ile kapatıp o vaziyette nallarız. Bir haftaya kalmaz iyileşir. Bu meslek sırrıdır. Ustalarımızdan öğrendiğimiz şeyler. Şimdi duydum okulu açılıyormuş nalbantlığın. Belki bize de danışırlar, sorarlarsa söyleriz mesleğin inceliklerini. 70 yılın birikimleri var.”
‘Kimseye öğretmedin mi, ustalık yapıp çırak yetiştirmedin mi?’ diye sordum. Dertlendi, kızdı…
“Birkaç kişi geldi öğrenmek istedi, baktı ki ağır iş, işin inceliği de var zorluğu da. Vazgeçtiler, işin kolayını tercih ettiler. Kimseye kızmıyorum. Bu meslek kaba gözükse de; çok ince işçilik ister. Nalla tırnağı birbirine çaktığınız mıhın deri ile arası bir arpa boyudur. Bir santim üstü deridir. Yanlış çaktınız mı atı sakat bırakırsınız. Bazen de at sizi sakat bırakır, dikkatli olmazsanız.”
Bir seferinde Osman amcanın da ayağına bir at tekme atmış, bacağı kırılmış….
Rahvan at taşıyıp, defalarca atımın nallamasına şahit olduğum için Kizir Osman amcanın yaptığı işi hep önemsemiş, hep saygı duymuşumdur. Mesleğin nasıl zor olduğuna da defalarca şahit oldum. Bir seferinde nallanmak için ahırdan çıkartılan katırın, ahır kapısının tavanına attığı tekmeleri görünce takibe aldım. Osman amcaya getirdiler. Katırı iki kişi zor zapt ediyordu. Bir kazığa bağlanan katırın burnuna yavşa adını verdiği ağaçtan yapılma kıskacı  taktı, adamların yardımıyla da ön ayağının birini semerin kaşına bağladı. Diğer çaprazdaki arka ayağını bilekten kuyruğuna dolayarak gayet rahat  havaya kaldırıp ayağını nalladı. Bir seferinde de aygırlığı saldırgan hale dönüşen bir erkek atın testislerini ameliyatla alırken görmüştüm. O zaman kendisine olan sempatim biraz zayıflamıştı. Sonra sordum; ‘Neden böyle şeyler yapmaya ihtiyaç duyuyorsun. Bırakın o hayvanda aygırlığını yapsın’ diyince; “Bak gallenco at çok güçlü bir hayvandır. Bu gücünün farkına bir kez varır da, bunu insanlara zarar verme boyutuna taşırsa o atı kimse istemez. Devamlı at el değiştirir alan satar, alan satar. Her sahip değiştirdiğinde atın hırçınlığı ve saldırganlığı daha da artar. Sonunda canı yanan biri çeker vurur” diyerek, olayı çok güzel ve mantıklı olarak izah etmişti. Yerden göğe de haklıydı.
Binlerce at nallayan Kizir Osman amcaya at taşıyan eski atçıları sordum. Gözleri parladı, bir an eskilere gittiğini suratındaki ifadeden anladım. Kaşları bir kısıldı, bir toplandı, sonra suratında bir tebessüm peydah oldu;
“Ohooo kimler geldi, kimler geçti. Ne atlar, ne ağalar, ne beyler” dedi. “Katırco Ferhat, Şifo Hulis, Gallenco Sali, Yunis, Kasımo Hüsnü, Velefendo Şükrü, Vehbi, Gavur İmam, Keleşo Durmuş, Mollamaro Durmuş, Belikıro Osman, İmamo Şahap, Fahri Çelebi, Felo Hüdaver, Ercan, Poyrazo Selami, Kürt İsmet, Felo Sali, Bacıno Fethi, Saatçi Ali, Kör Fikret, Kulaço Rıfat, Murat Uzunlar, Felo Ağ dayı, Osman Meydan, Parmaksız Arif, İnekçi Cemil, Şifo Mithat, Muzaffer Bacıno, Kotanalı Remzi, Sılco Hasan, Topal Ahmet, Aziz Ağanın Mustafa, Yarım Ağa Dursun, Çağlar Atinkaya, Şenel Ağa, Durano Hamit, Ispo Ahmet, Osmano Fahri, Donubozuğun Hamit, Çeteco Sabri, Marazın Rahmi ve daha niceleri” diye devam etti. Ayrıca Tirebolu’dan Karabo Kemal ağa ile marazın Rahmi, O’nu özel olarak aldırır, atlarını nallatırmışlar.
Nalbantların çok sık kullandığı ve önemini vurgulayan eski bir söz vardır. Cengiz Hanın söylediği varsayılan bu sözü hep söylerdi, yine söylettim;
Bir çivi, bir nalı kurtarır. Bir nal bir atı kurtarır.
Bir at, bir yiğidi kurtarır. Bir yiğit bir ülkeyi kurtarır…
Önceleri binek hayvanları için geliştirilmiş olan nalbantlık mesleği demircilikle beraber gelişmiştir. Önceleri demir nal yokken atların ayaklarına tırnakları aşınmasın diye, keçe, kalın bez, çaput, kösele koruyucular sararlarmış. Osmanlı 1988’de baytar yetiştirmek için okul açmış ve buralarda nalbantların yetişmesine öncülük etmiş.
Hayatımızın içinde iken şimdi değişen şartlarla, yerini motorize ulaşım araçlarının aldığı, insanoğlunun ilk evcilleştirmiş olduğu atları şimdilerde fındık bahçelerinde çuval taşırken ve yaylalarda yol kenarlarına bırakılmış olarak görüyoruz. Bazı rahvan at meraklıları ve uzak yaylacıların dışında at taşıyanın olmadığı için de Nalbantlık mesleği de artık ilgi görmüyor.
Kizir Osman amcaya hayranlıkla baktım. Gözlerinde bir devre imza atmış olmanın gururunu taşıyordu. Bizim tanıyamadığımız, aile büyüklerimizi tanımış, atlarını nallamış, bir devre şahitlik etmiş, yok olan Nalbantlık mesleğinin son temsilcisi.
Her sene eskiden olduğu gibi Çambaşı’na düzenli gidiyor. Şimdi anılarıyla ve torunlarıyla baş başa mesleğinin hatıralarıyla yaşıyor.
İlgimizi, sevgimizi  gösterip saygıyla ellerinden öptüm…

21 Haziran 2015 Pazar

Balkona süs diye aldı geçim kaynağı oldu


Andırın ilçesine bağlı Pınarbaşı Mahallesi'nde yaşayan Nilgün Kayran, 4 yıl önce halk pazarından aldığı 5 kök çilek fidesini evinin balkonundaki saksılara süs olsun diye dikti. Daha sonra fideleri tarlaya taşıma fikriyle girişimcilik hikayesi başlatan Kayran, temin ettiği fidelerle 1,5 dönümlük çilek bahçesi kurdu. Saksıda süs olsun diye aldığı çilek fidesi sayesinde çilek yetiştiriciliğine başlayan Kayran, bu yıl bahcesinden 5 ton ürün almayı bekliyor.
Çilek bahçesi hayali saksıda başladı
Kayran, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çilek bahçesi kurma hayalinin saksıda başladığını söyledi. Kendisine ait tarlada çilek bahçesi kurduğunu dile getiren Kayran, "Balkonumda yetiştirmek için 4 yıl önce halk pazarından aldığım 5 kök çilek fidesini tarlaya taşımayı düşündüm. Şu anda 5 bin fidem var. Bu sene Allah'ın izniyle 5 ton ürün alacağız" dedi.
Pazarlama konusunda sıkıntı yaşamadığını belirten Kayran, çilekleri KahramanmaraşAdana veMersin'e sattığını ifade etti. Meyveciliğin merkezlerinden Adana ve Mersin gibi kentlere çilek satmaktan duyduğu mutluluğu dile getiren Kayran, hedefinin üretim alanını genişletmek olduğunu söyledi. İlçede 3 çilek bahçesinin kurulmasına da vesile olduğunu aktaran Kayran, kilogramı 5 liradan satılan çileğin önemli gelir kaynağı olduğunu ifade etti. 
Bahçeyi internetten araştırarak kurdu
Kadınlara çilek bahçesi kurmalarını öneren Kayran, küçük bir bahçesi olanın bile söz konusu işi yapabileceğini belirtti. Kadınların para kazanmanın mutluluğunu yaşamaları gerektiğini vurgulayan Kayran, "Bahçemi hiçbir Önder olmadan, internetten araştırarak kurdum. Her şeyiyle birebir ilgilendim. Bütün kadınlara bu işi yapmasını tavsiye ediyorum" diye konuştu.

Baba ve hayirli evlatlar!!???


Mersin’de yaşayan baba Mehmet Uğur Erdil, de Paralel paralel yapı soruşturması kapsamında görevlerinden uzaklaştırılarak emekliliğe sevk edilen iki oğlunu affetmedi. Baba Uğur Erdil, Paralel Yapı soruşturmaları kapsamında geçtiğimiz günlerde emekliliğe sevk edilen oğulları Adana Polis Okulunda görevli 1. sınıf Emniyet Müdürü Abdussettar Velit Erdil ile Elâzığ Polis Okulunda görevli 2. sınıf Emniyet Müdürü Süleyman Hilmi Erdil’i Paralelci oldukları gerekçesiyle evlatlıktan reddetmek için Mersin Aile Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkemenin ortada ağır bir suç olmadığını ileri sürerek başvurusunu reddettiğini söyleyen Baba Erdil, “Mahkeme başvurumu kabul etmemiş olsa da ben kendi nezdimde her ikisini de paralelci oldukları için evlatlıktan reddettim” dedi.
SON ÇAREYİ EVLATLIKTAN REDDETMEKTE BULDUM
Paralel yapı operasyonları sonrasında, görevlerinden uzaklaştırılan iki oğlunu da evlatlıktan reddetmek için mahkemeye başvurduğunu söyleyen Mersinli baba Mehmet Uğur Erdil, “Ben emekli vaizim ve emekli Kur’an kursu hocasıyım. Yıllardan beri din sömürüsü yapan cemaatlerle, din tüccarlarıyla özellikle Terör Örgütü Liderliğiyle yargılanan Fetullah Gülen’le mücadele ediyorum. Ne yazık ki her iki öz oğlumu da uzun zaman evvel bunlar pençesine aldılar. Çok mücadele ettim, onlarla sohbet ettim, nasihat ettim ama kurtaramadım. Beni dinlemediler. Fetullah Gülen’e yoğun bir sempati beslemeye devam ettiler.   En son çareyi öz çocuklarımı evlatlıktan reddetmek için mahkemeye başvurmakta buldum.  Hatta pazartesi günü mirasımdan da men etmek için mahkemeye başvuracağım” dedi.
“BANA, ‘ERDOĞAN’I DA SADDAMGİBİ ASTIRACAĞIZ’ DEDİ”
Halkın gerçekleri görmesi için Paralel Yapı’nın yapmış oldukları pislikleri anlatan bir bildiri dağıttığını da ifade eden baba Erdil, “Fetullah’a gönül bağıyla yoğun bir şekilde bağlı olan iki oğlum bunu görmüş olmalılar ki, evimde kahvaltı yaparken bana saldırdılar. Ağza alınmayacak hakaretlerde bulundular. Büyük oğlum Süleyman Hilmi Erdil bana ‘Recep Tayyip Erdoğan’ı Saddam gibi astıracağız’ dedi. Her ikisini de bana ettikleri hakaretlerden dolayı da mahkemeye vereceğim” şeklinde konuştu.
“BENİ ‘SENİ ÖLDÜRÜRÜM’ DİYE TEHDİT ETTİ”
Mehmet Uğur Erdil’in küçük oğlu Ahmet Erdil, abilerinin 26 seneden beri emniyet teşkilatı içinde Fetullah Gülen’in istediği tarzda çalıştıklarını hem kendisinin hem de babasının çok iyi bildiklerini söyleyerek, “Zaten babam Terör Örgütü Liderliğinden dolayı hakkında yakalama kararı çıkartılan Fetullah Gülen’den uzun yıllardan bu yana nefret eden birisiydi” dedi.
KÜÇÜK KARDEŞLERİ DE ŞİKAYETÇİ
Erdil, “Abim Abdussettar Velit Erdil ile yaptığım telefon konuşması esnasında abisinin kendisine, ‘Hepiniz Tayyip’in köpeği mi oldunuz la?’ şeklinde hakaret içeren bir soru sorduğunu, kendisinin de abisine, ‘ben ancak bu vatana köpek olurum, vatan hainleri ile mücadele ederim’ dediğini aktardı. Ahmet Erdil, sözlerinin devamında, “Ayrıca bana, babama ve Cumhurbaşkanımıza ‘köpek’ diye hakaret ettiği için birinci sınıf emniyet müdürlüğünden emekli ettirilen abim Velit Erdil, ‘seni öldürürüm’ diye beni tehdit ettiği için ikinci sınıf emniyet müdürlüğünden emekli ettirilen abim Süleyman Hilmi Erdil’i de mahkemeye vermiş bulunmaktayım. Sayın Cumhurbaşkanımızın avukatlarını da konu hakkında bilgilendirdim” ifadelerini kullandı.

20 Haziran 2015 Cumartesi

Ramazana özel tatlılar



Özellikle iftar sofralarının bir diğer vazgeçilmezi de tatlı. Tatlıyı da ustasına Kuğu Pastanesi sahiplerinden Mehmet Kamber’e sorduk. Mehmet Kamber, tulumbadan hanım göbeğine, revaniden güllaça kadar bir çok çeşit tatlıyı imal ettiklerini belirterek, tarifine vermese de kendileri ile marka olmuş Laz böreğinin de liderliğini sürdürdüğünü söyledi.
Köy yumurtasından yapılan revani, tulumba, bol fındıklı güllaç, şekarpare ve tabiî ki kadayıf çeşitlerinin iftara yakın tükendiğini söylüyor. Yılmaz Ülgü (özel haber)
ramazan tatlı

BOR MADENİ VE TÜRKİYE REZERVİ..

Bu yüzyılın en önemli madenleri arasında yer alan ve dünyanın en stratejik madeni olarak kabul edilen Bor rezervinin yarısından fazlası Türkiye’de bulunuyor. Bor, nükleer sanayiden uzay araçlarına, gübre sanayiinden ilaç sanayine, kimya sanayinden otomobil sanayine kadar 400’ü aşkın alanda kullanılıyor.

Türkiye, dünyada bor rezervlerinin %65 ila 72 aralığında bir rezerve sahip bulunurken, dünya üretiminin %40’ını gerçekleştiriyor. Türkiye dışındaki ülkelerde bor rezervlerinin ömrü son 80 yıllık iken ülkemiz tüm dünyanın 450 -500 yıllık ihtiyacını karşılayabilecek bor rezervlerine sahip konumdadır.

Türkiye’de devlete ait olan Eti holding A.Ş. aracılığı ile bor madenleri, Burhaniye’den Savaştepe’ye, Susurluk’tan Dursunbey’e, Bigadiç’ten Sultançay’ına, Bursa Kestelek’ten Sındırga’ya, Kütahya Emet’den Eskişehir Kırka’ya kadar 1 milyon 700 bin hektarlık bir bor maden rezervleri alanı kamulaştırılmış durumdadır. Bu alanlardaki bor rezervleri yaklaşık 2.5 milyar tonluk kapasiteyle dünyanın en zengin ülkesi Türkiye’dir. Bu Bor’un ülkemiz için ekonomik değer olarak 1 trilyon dolardan daha fazla zenginliğe sahiptir. Türkiye bor madenlerinin ihracatının %50’sini ham madde halinde, %50’sini işlenmiş olarak satmaktadır.

ÖZAL VE ERDOĞAN BOR’U GÖRDÜ
Eti Maden Genel Müdürü Orhan Yılmaz’a göre, dünya ile rekabet etmenin yolu maliyetleri düşürmekten geçiyor: “Maliyetleri o kadar hızlı düşürdük ki, bizimle kimse rekabet edemez hâle geldi. Üç yıl önce piyasanın lideri olma yolunda büyük bir adım attık. Rakibimiz pazar kaybederken biz üretimi artırdık. Üstelik yeni pazarlar da oluşturduk. Rakibimizin en güçlü olduğu ABD’de bile satışlarımızı katladık.”

Türkiye’deki bor madenleri, 1960’larda yabancı şirketlerin eliyle çıkarılıp pazarlanıyordu. Ham hâldeki maden, İngiltere ve Amerika gibi ülkelerde işlendikten sonra pazara sürülüyordu. 1978’de kamulaştırma kararı alınan borda yatırımlar ilk kez dönemin başbakanı Turgut Özal tarafından başlatıldı. Ancak uzun yıllar bu madene önem verilmedi. AK Parti’nin iktidara gelmesiyle bu konu, önce Acil Eylem Planı’na alındı, ardından yatırımlara başlandı. Bor Enstitüsü (BOREN) kuruldu, ulusal ve uluslararası düzeyde çeşitli paneller düzenlendi, tanıtıma büyük önem verildi. Girişimler meyvelerini kısa sürede verdi. Çin pazarının yüzde 77’si Türkiye’nin eline geçti. Rusya’ya 5, ABD’ye 3 kat fazla ihracat yapılmaya başlandı. Pazarda liderliğe yükselen Türkiye, tesislerini yeterince geliştirmediği için taleplere hâlâ cevap veremiyor. Şu an 5 tesiste gece gündüz süren üretim, tatillerde bile durmuyor.

Fabrikaların üretim kapasitesi yüzde 170’ler seviyesine ulaştı. Mevcut üretim göz önüne alındığında 2010 yılının siparişleri bile doldu. Eti Maden, üretim sorununu aşmanın yolunu arıyor; devletin yeni tesisler kurmasını, özel sektörün de üretime katılmasını istiyor. Bunun da yetmeyeceği göz önüne alınarak yurt dışında üretim yapılması hedefleniyor. Böylece Türkiye dört yıl içinde 2 milyon tonu aşkın üretimle, 2 milyar dolar gelir elde edebilecek.

BOR’UN PAZARI
Bir yer altı kaynağı, ulusal zenginlik olarak Bor’u anlayabilmek için bazı yalın gerçeklere bakmakta yarar var :
* Dünyanın en büyük Bor tuzu yatakları ülkemizde (yeterli bilgisi derlenip rezerv niteliği kazandırılmış olan yataklarla bile dünyanın bilinen rezervlerinin yaklaşık 2/3’si) ;
* Dünya tüketiminin %75’ini bizim Eti Bor (Eti Holding) ve Rio Tinto’nun ABD’de kurulu Borax Ltd’i karşılıyor ;
* Ülkemizdeki yataklar dünyanın gereksinimini bugünkü tüketim hızı ile 400 yıldan uzun bir süre karşılayabilecek düzeyde ;
* Borax ise ancak 80 yıllık rezerve sahip (dünyada Bor fiyatları makul bir düzeye düşecek olursa, bu 12 yıla inecek) ;
* Ülkemizdeki yataklar hemen bütün ekonomik Bor tuzu mineralleri açısından zengin, yataklar sığda ve açık ocak işletmesine elverişli, ulaşımı kolay yerlerde ;
* Dünya pazarının büyük bölümüne taşıma kolaylığı da ülkemizden yana ;
* G. Amerika’daki rakip yataklar küçük, 4000 m’lerden yüksekte, zor ulaşılabilir yerlerde, yılın uzun bir döneminde olumsuz iklim koşullarından ötürü çalıştırılamıyor
* Borax’ın yatağı ise açık işletme ile işleniyor, ama ocak derinliği 750 m’ye ulaşmış, sayısız güçlüklerle boğuşuyorlar.
Türkiye 'bor'da dümene geçiyor

Dünya bor rezervinin çoğuna sahip olan Türkiye, bu değerli madenin üretimi ve ihracatında birinci sıraya oturdu. Ancak ‘yüzyılın madeni’nin geleceğini kurtarmak için teknoloji ve sanayi alanında yapılacak çok iş var.

Eskişehir’deki bor fabrikası yöneticilerinin hararetli toplantısını telefon sesi bölüyor. Ahizenin ucundaki kişi “Çinli müşteriler acele bor istiyor. Neden mal gelmedi?” diye soruyor. Cevap gecikmiyor: “Üretim kapasitemizi aştık, taleplere yetişemiyoruz.” Dünya bor rezervlerinin yüzde 72’sine sahip Türkiye, yurtdışından gelen ürün talebine cevap veremiyor. Şimdiden ileriki yılların siparişleri bile alındı. Eskişehir-Kırka başta olmak üzere Kütahya, Bursa ve Balıkesir’deki bor işleme tesislerinde üretim aralıksız devam ediyor. Talep patlaması ihracat rakamlarına da yansıdı, 2005 yılından sıonra bor ihracatı dört kat arttı. İşçisinden mühendisine, teknisyeninden yöneticisine kadar hemen herkes siparişleri yetiştirme telaşında. Personel iki yıldır izin kullanamıyor.

PAZAR PAYI KATLANIYOR AMA…
Deterjandan uzay mekiğine, ilaç sanayinden televizyon ekranına kadar birçok alanda kullanılan bor madeninde Türkiye, tekel olma yolunda ilerliyor. Birkaç yıl önce dünyadaki bor pazar payı sadece yüzde 17 olan Türkiye, bugün payını yüzde 40’a çıkardı. Eti Maden Genel Müdürü Orhan Yılmaz’a göre, rakam kısa sürede artacak: “Artık üretimde, hasılatta ve kârlılıkta bir numarayız. Şimdi pazardan daha çok pay almanın heyecanı içindeyiz. Kutuplar dışında herkese ulaşmaya çalışıyoruz.”

Türkiye, 2005 yılından öncesine kadar dünya bor tüketiminin sadece beşte birini (400 bin ton) karşılıyordu. 2005 yılından itibaren dünya piyasasında üstünlüğü ele geçirerek, ihracat rakamlarını 1 milyon 200 bin tona çıkardı. Yine 2002’de 150 milyon dolarlık bor satarken, bu miktar şu an 600 milyon doları aştı. Eti Maden, son yıllardaki taktik ve atılımlarıyla uluslararası madencilik devi ve en yakın rakibi ABD menşeli US Borax’ın liderlik koltuğunu elinden aldı. (Şirketin pazar payı yüzde 32’ye geriledi.) Türkiye fiyat politikasını belirler noktaya gelmek istiyor.

BEŞTE BİRİ FİYATINA ÇIKARIYORUZ
Peki, Türkiye kısa sürede bu seviyeye nasıl geldi? Borun endüstriyel hâle getirilmesi için hangi stratejiler izlenmeli? Öncelikle, Türkiye’deki maden yatakları yüzeye çok yakın. Örneğin Çin’de 4 bin metre yüksekliğe sahip dağ yataklarında madene bin metre derinlikte ulaşılırken, ülkemizde bu mesafe sadece ve sadece 50 metre. Bu nedenle çıkarma ve taşıma maliyetinin düşmesi Türkiye’ye büyük avantaj sağlıyor. Diğer ülkeler madenin tonunu 100 dolara çıkarırken, Türkiye çok daha kaliteli madeni 20 dolara mal ediyor. Maliyeti düşüren bir diğer unsur ise atıl durumda bulunan başka sektörlerdeki fabrikaların küçük operasyonlarla bor üretimine geçmesi.

‘BOR ALTINI’ PİYASAYI SARSACAK
Türkiye bor madenini işlemede de sınıf atlıyor. Yakın zamana kadar bu madeni sadece tuz olarak işleyen tesislerimiz, artık bir sonraki aşama kabul edilen üretimi de gerçekleştiriyor. Bunların içinde boroksit, üleksit ve kolemanit gibi ürün ve kimyasallar öne çıkıyor. Eti Maden AŞ, bünyesinde faaliyet gösteren Eskişehir-Kırka (etibor-48), Kütahya-Emet (kolemanit), Bursa- Kestelek (kolemanit), Balıkesir-Bigadiç’te (kolemanit-üleksit) üretim yapılıyor. Ayrıca Balıkesir Bandırma’da da bor kimyasalı üretiliyor. Eti Maden, bir yandan üretimini artırıp pazar payını yükseltirken, diğer yandan yeni ürünlerle piyasaya giriyor. ‘Kalsine tinkal’ bunların en önemlilerinden biri. Bir süre önce keşfedilen ürün, ‘bor madeninin altını’ olarak nitelendiriliyor. Bir başka ifadeyle bugüne kadar üretilen bor ürünleri ‘14 ayar altın’ olarak düşünülürse, yeni ürün ‘24 ayar altın’a tekabül ediyor. Kaliteli bor ürünü diyebileceğimiz ‘kalsine tinkal’ LCD ekran yapımı, elektronik cihazlar, demir cürufunun alınması ve deterjan sanayii gibi alanlarda katkı maddesi olarak kullanılacak. Bu üründe su oranı düşük olduğu için müşteriler büyük rağbet gösteriyor. Numuneleri gören yabancı firmaların bu ürüne talebi hayli yüksek. Pazarda önemli bir yer edineceği anlaşılan ‘kalsine tinkal’in tonu, benzerlerinden en az 200 dolar daha yüksek fiyata satılıyor. Yeni ürün ilk etapta yıllık 200 bin ton üretilecek. Pazarda tutarsa bu rakamlar artacak. Kurumun beş yıllık strateji planlarında bu miktarın 2 milyon tona kadar çıkarılabileceği düşünülüyor. Sadece ‘kalsine tinkal’ üretimi bile kurumun gelir ve katma değerinin 1,5-2 milyar dolar artması anlamına gelecek.

Ayrıca bu cevher projesiyle eski üretim yöntemlerindeki boroksit kaçakları dörtte bire iniyor. Cevherin içinde kalan artık maddeler bu yöntemle tamamen ayrıştırılıyor. Hem ürün kalitesi hem de üretim randımanı artıyor. Üretim de diğer ürünlere göre üçte bir gibi daha kısa zamanda tamamlanıyor. Böylece zaman ve enerjiden tasarruf sağlanıyor. Sıvı atık olmadığı için çevre problemleri de minimize ediliyor. Ürün kısa süre önce Türk Patent Enstitüsü ve Avrupa Patent Birliği tarafından tescillendi.

20 ‘SIR PROJE’ SIRADA BEKLİYOR
Son yıllardaki kurumsal atılımda Eti Madencilik Genel Müdürü Orhan Yılmaz ve Yönetim Kurulu Üyesi Yücel Yalçınoğlu’nun rolü yadsınamaz boyutta. Büyük kısmı taşra olmak üzere 25 yıldır kurumun değişik birimlerinde çalışan Yücel Yalçınoğlu, geçmişte kalan kısır çekişmelerin yerini artık yeni fikir ve projelerin aldığını anlatıyor. Beş yıldır üzerinde çalıştıkları ‘kalsine tinkal’in yanı sıra birçok yeni ürün projesini de hayata geçirmek üzere olduklarını söylüyor. Eti Maden mühendisleri yeni bor ürünleriyle ilgili 20’ye yakın yeni projenin üzerinde çalışıyor. Ancak yöneticiler henüz tamamlanmayan projeler konusunda ser veriyor sır vermiyor.

ÂTIL FABRİKA BOR ÜRETİMİNE GEÇTİ
Bor pazarına hızlı giren Eti Maden, tesisleri yetersiz kaldığı için istenen seviyede üretim yapamıyor. Bunun için yeni tesislere ihtiyaç var. Ancak maliyetlerin yüksek olması ve inşasının 4 yıla yakın sürmesi büyük dezavantaj. İşte bu durumu göz önüne alan kurum yönetici ve mühendisleri, alternatif yollara yöneldi. Örneğin kurumun gözde ürünü ‘kalsine tinkal’, 10 ay gibi kısa sürede kurulan özel bir tesiste işleniyor. Klasik işleme yönteminde bor türev ve kimyasalları sudan geçirilip birkaç aşamada elde edilirken yeni ürün suya ihtiyaç duymadan yüksek dereceli sıcak fırınlarda işleniyor.

Yeni tesisin yıllık kapasitesi ilk etapta 200 bin ton olarak hesaplanıyor. Önceki yılın son aylarında üretime geçen bu ürün Avrupalı bazı firmalara pazarlanıyor. Çin ve Rusya menşeli, dünya pazarının önemli demir çelik ve paslanmaz firmalarıyla anlaşmalar yapılmış durumda.

ŞEKER FABRRİKALARI DA BOR ÜRETECEK
Özel tesisin inşası da pek alışılmadık bir başarı hikâyesine sahne oldu. Elazığ’da 1982 yılında kurulan krom fabrikası, o tarihten bugüne âtıl vaziyetteydi. Çürümeye terk edilen bu fabrikanın bazı aksamları sökülüp Eskişehir’de âtıl durumda bulunan başka bir tesise monte edildi. Böylece yeni fabrika üretime geçti. Bu projeyle tesis maliyeti 100 milyon dolardan 20 milyon dolara indirildi. Üstelik taleplere daha erken cevap verilmeye başlandı.

Yabancı firmalardan gelen yoğun taleplerin karşılanmasına yönelik arayışlar sadece bunlarla sınırlı değil. Şeker pancarına kota uygulandığı için çok az çalışan şeker fabrikalarında da bor üretilmesi planlanıyor. Zaten, bu fabrikaların üretim yapısı ile bor tesislerininki büyük ölçüde benzerlikler gösteriyor. Fabrikalarda yapılacak küçük ilave ve tadilatlarla bu tesislerin bor üretimine geçmesi mümkün. Bazı şeker fabrikalarında inceleme bile yapılmış. Susurluk Şeker Fabrikası’nda bu yıldan itibaren bor üretilecek. 20 milyon YTL’lik bir yatırımla senede 250 bin ton üretim yapılması öngörülüyor. Böylece sadece bu fabrikadan yılda 65 milyon dolar gelir elde edilmesi bekleniyor.

Eti Maden, talepleri karşılamak için arayışlarını sadece yurt içinde sürdürmüyor. Üretim için yurt dışında da girişimler devam ediyor. Rusya’da bir tesis birkaç ay içinde boraks üretmeye başlayacak. Burada işlenen bor Rus pazarına sürülecek. Peki neden Rusya? Birincisi üretim girdisi olarak enerji maliyeti Türkiye’ye göre çok düşük (beşte bir). İkincisi de Ruslar, kaliteli Türk borunu tercih ediyor.

Eti Maden’in bor üretimini artırmak için hayata geçireceği bir başka proje ise yurt dışından Türkiye’ye fabrikalar getirmek. İlk olarak Almanya’dan bir fabrika taşınacak. Aynı şekilde Çinli bir firma bu yıl içinde ülkemizde fabrika kurup maden üretmeye başlayacak. Eskişehir’de yapılan 250 bin ton kapasiteli tesisin iki yıl içinde faaliyete geçmesi bekleniyor. Ayrıca bor üretiminde yerli firmalardan yararlanılıyor.

Bor madeni yüzlerce üründe yan madde olarak kullanılıyor. Bunlardan biri de ısı yalıtımı. Petrol ve doğalgaz fiyatlarının sürekli arttığı düşünüldüğünde binalardaki ısı yalıtımı daha da önem kazanıyor. Özelikle sert soğuğuyla bilinen Rusya, Ukrayna ve Norveç gibi ülkelerin yanı sıra sıcak kuşaktaki Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde de son yıllarda yalıtım büyük önem kazandı. İzolasyonu sağlamak için kullanılan maddelerin en önemlisi ise bor. Eti Maden Başmüfettişi Galip Türkmen, pek çok alanda olduğu gibi yalıtım konusunda da bor madenine ilginin arttığına dikkat çekiyor: “Küresel bazda aşırı soğuma da aşırı ısınma da bor için yeni pazarlar oluşturuyor. Biz de fırsatları değerlendirerek ülkemizin kâr etmesini istiyoruz.”

Son yıllarda dünya bor pazarının ABD’den Rusya ve Uzakdoğu ülkelerine kayması sebebiyle bu bölgelerde pazarlama organizasyonu yapılanmasına da hız verildi. Rusya’da bir pazarlama şirketi kuruldu, Uzakdoğu pazarına girmek için ise Çin’de bir irtibat bürosu açıldı.

İŞLENİNCE FİYATI 30 KAT ARTTI
Sanayiden tarıma, sağlıktan tekstile kadar yaklaşık 400 alanda katkı maddesi amaçlı kullanılan bor madenini, Türkiye yarı işlenmiş mamul olarak piyasaya sürüyor. Daha önce tonu 20 dolara satılan ham hâldeki borun fiyatı, bu işlemeden sonra 600 dolara çıktı. Eğer Türkiye bu madeni sanayide kullanıp satabilirse fiyatlar astronomik şekilde yükselecek. Örneğin, yarı mamul hâlde ihraç edilen boroksitin tonu 500 dolarken, bunun nano teknoloji ve uzay teknolojisinde kullanılması durumunda rakamlar 1 milyon doları aşacak. Bugün milyar dolarlık kazançların elde edildiği borun üretiminde belki de en önemli faktörlerden biri; bu madenden kazanılan paraların bor Ar-Ge’sine yatırılması. Böylelikle sanayi-devlet-üniversite işbirliğiyle borda yeni hamleler yapılması çok daha kolaylaşacak. Türkiye’nin bu anlamda hâlâ eksiklikleri bulunuyor.

Dünya rezervinin dörtte üçüne sahip olmasına karşın Türkiye, boru teknoloji ve sanayide yok denecek kadar az kullanıyor. Üretimin sadece yüzde 7.5’lik kısmı iç piyasaya sürülüyor.

Pazarda açık ara liderliğe yükselse de Türkiye bazı risklerle karşı karşıya. Bor teknolojisini geliştiren US Borax’ın pazar payının iyice düşmesi hâlinde Türkiye bor teknolojileri konusunda daha yalnız kalacak. Bor madeninin kullanılabileceği teknolojiyi geliştirme konusunda ciddi mesafe alınmazsa alternatif ürünlerin sivrilmesinin önüne geçmek zorlaşacak. Meselâ Avrupa ülkeleri daha önce otomobil camını bordan yaparken artık ‘sodyum perborat’ denilen bir madenden yapıyor. Bu durumda borun cazibesi düşecek. Her ne kadar Türkiye’nin üretimi ve pazar payı katlanarak artsa da dünya bor tüketiminin son 5 yılda sadece yüzde 4-6’lık bir artış göstermesi aslında tehlikenin habercisi gibi.

‘Yüzyılın madeni’ borda, katma değeri yüksek ürün geliştirme konusunda devletin diğer kurumlarındaki teknolojik imkanlardan çok daha fazla yararlanılması hayati önem taşıyor. Yeni teknolojiler kapsamında, özel bor kimyasallarını üreten ve tüketen sanayilerin de mutlaka ülkemizde kurulup geliştirilmesi gerekiyor. Bu yönde bazı adımlar da atıldı. Örneğin, Eti Maden, daha önce seramik yapımında kullanılmak üzere yurtdışından katkı maddesi ithal eden yerli bir firma için şu an özel üretim yapıyor. Bu sayede firma, yıllık 50 milyon dolarlık ithalatı kesip Eti Maden’den ürün almaya başladı.

ETİ MADEN HÂLÂ ÖZERKLEŞEMEDİ
Son yıllardaki önemli başarılarına rağmen Eti Maden’in bürokratik yapısı da dünya ile rekabeti zorlaştırıyor. Dünyada özel şirketler istediği gibi at oynatırken, kamu kurumu statüsündeki Eti Maden, bürokratik hantallık başta olmak üzere birçok sebepten yeterince aktif ve etkin hareket edemiyor. Böylece fiyat politikasının belirlenmesinden bu madenin farklı teknolojilerde kullanılmasına, dünya piyasasında daha fazla yer alınmasından daha etkili bir pazarlamaya kadar birçok alanda istenen verimlilik henüz sağlanamıyor. Hükümet, Acil Eylem Planı’nda bor madenini işleyen Eti Maden’in 6 ay içinde özerk bir yapıya kavuşturulacağını öngörmüştü; ancak bu hâlâ yapılmadı. Ayrıca Hazine Müsteşarlığı, kamu işletmelerinde yapılması planlanan yeni düzenlemeyi gerekçe göstererek yeni projelere de izin vermiyor.

Eti Maden Başmüfettişi Galip Türkmen, kurumun artık daha hızlı karar alıp uygulayan bir yapıya kavuşturulmasının kaçınılmaz olduğunu söylüyor: “Türkiye, 2001’de borun özelleştirme kapsamından çıkarılmasıyla bir yanlıştan dönmüştü. Ancak Eti Maden’in yeniden yapılandırılmasındaki kararsızlık ileride telafisi imkânsız zararlar verecek. US Borax piyasadan çekildiğinde daha zor ve riskli kararlar alınmak zorunda kalınacak. Usul ve mevzuat hantallığı son derece değerli olan zamanın maliyetini artıracaktır. Türkiye, yeni tesisleri hızla devreye sokarak yeni ürün çeşitleriyle birlikte ihtiyaca cevap verecek stratejiler geliştirmeli.”

Enerji uzmanı Serdar İskender ise öncelikle ‘geleceğin enerjisi ve ülkenin borçlarını silecek maden’ gibi hamasî nutuklara sıkıştırılan bor konusunda artık daha gerçekçi adımlar atılması gerektiğini söylüyor. Devlet, üniversiteler ve özel sektör kuruluşlarının birlikteliğiyle, bor üretimini yapan Eti Maden’de idari yapıdan araştırma geliştirmeye, yatırım ve üretimden pazarlamaya millî stratejilerin geliştirilmesi gerektiğini dile getiriyor.

Bor pili, bor yakıtı, bor arabası, bor reaktörü… Dünya bor rezervlerinin dörtte üçüne sahip Türkiye’de bu ifadeler kimileri için hayal, kimileri için umut. Ama gerçek olan şu ki, Türkiye son dönemde bor üretimi ve ihracatında bir dönem hayal olan başarıyı yakaladı. Şimdi ise katma değeri yüksek ürün ve teknoloji geliştirmenin yanı sıra dünya piyasasında daha nitelikli roller kapma konusunda ciddi bir sınav veriyor.

RUSYA VE ÇİN’E DETERJAN KÜLTÜRÜNÜ AŞILAYACAKLAR
Bor madeni 400 farklı alanda kullanılıyor. Bor kullanımında, son yıllarda 100 milyar dolarlık büyüklüğüyle deterjan sanayii öne çıkıyor. Bunun büyük kısmı ise Avrupa ülkelerinde üretiliyor. Eti Maden AŞ, şimdi deterjan sanayiini Rusya, Çin ve Hindistan gibi ülkelere kaydırmayı hedefliyor. Çünkü, bu ülkelerde temizlik mefhumu yeterince gelişmemiş. Çin’de sadece 100-150 milyonluk bir kesim deterjan kullanıyor. Hindistan’da bu oran daha da düşük. Rusya’nın özellikle iç kısımlarında bu alışkanlık yok denecek kadar az. Eti Maden, şimdi bu ülkelere deterjan satmak için kolları sıvamış durumda. Bu ülkelere giden kurum çalışanları deterjan kullanımını artırmak için temizlik firmalarıyla ortaklaşa çalışmalar yürütüyor.

Eti Maden çalışanları yurtdışında yeni müşteriler bulmak için de yoğun çaba gösteriyor. Almanya, İngiltere, İtalya ve Fransa gibi Avrupa ülkeleri dışında Çin’den, Japonya’dan, Rusya’dan haftada birkaç müşteri grubu geliyor. Aynı şekilde pazarlamada daha fazla yer bulmak için kurum çalışanları gruplar hâlinde yurtdışı seferlerine çıkıyor. Satış hedefinin yüzde 90’ından fazlası yurtdışında olan Türkiye, İngilizce bilen çalışanlarına Rusça, Çince ve Japonca kursu veriyor. Kurslara halen 120 civarında personel devam ediyor.

Eti Maden Genel Müdürü Orhan Yılmaz: BOR SANAYİİ GELİŞMELİ

Asıl önemlisi bor ürün ve kimyasallarının katkı maddesi olarak değerlendirildiği sanayinin gelişmesi. Biz, üretimimizin yüzde 92,5’ni yabancılara satıyoruz. Sanayicilerimiz bu konuda adım atsın, bütün şartlarımızı zorlayarak onlar için çok cazip fiyatlarla en az 100 yıllık bor konsantre ürünü veya kimyasalı ihtiyaçlarını tekeffül ederiz.