29 Ocak 2016 Cuma

Deyimlerin ilginç hikayeleri


Ateş pahası 
Kanuni Sultan Süleyman maiyetiyle Halkalı civarında ava çıkar. Aniden başlayan şiddetli yağmur, padişah ve adamlarını karşılarına çıkan ilk eve sığınmak zorunda bırakır. Ev sahibinin yaktığı ateşin karşısında elbiselerini kurutup ısınan padişah, yanındakilere dönerek, "Şu ateş bin altın eder" der. Yağmurun dinmemesi üzerine padişah ve maiyetindekiler, geceyi de bu evde geçirirler. Konuklarını tanıyamasa da önemli ve zengin şahıslar olduklarını anlayan ev sahibi, sabah ona borcunu soran sultana "Binbir altın" cevabını verir. Bu cevabın şaşkınlıkla karşılanması üzerine ise ateşe bin altın değeri kendisinin biçtiğini, gecelik konaklamanın ise bir altın olduğunu söyler. "Ateş pahası" deyimi, bu hadise üzerine doğmuştur. Ederinden fazla çok pahalı şeyler için bugün de yaygın şekilde kullanılmaktadır.

Ateş Almaya mı Geldin?
Eskiden kibrit yokmuş. Ateş sönünce, ateş küreği ile komşuya gidilir, bir parça ateş alınırmış.Ateş almak için komşuya geçen kadınlar, kürekteki ateş sönmesin diye oturup çene çalamazlar ve acele ederlermiş.Kapıdan içeri girmeyerek, kısa bir konuşmadan sonra gitmek isteyen ziyaretçilere:-Ateş almaya mı geldin? denmesi de işte bu devirlerden kalmadır.


Dingo'nun ahırı 
İstanbul'da ulaşım için atlı tramvayların kullanıldığı yıllarda iki at ile çekilen tramvaylara dik Şişhane yokuşunu çıkabilmesi için fazladan atlar koşulurdu. Azapkapı'da tramvaya eklenen takviye atlar, Taksim'de Dingo isimli bir Rum vatandaş tarafından işletilen ahırda dinlendirilir, sonra tekrar Azapkapı'ya götürülürlerdi. Gün içinde sürekli atların girip çıktığı ahırın, bu durumu dolayısıyla girenin çıkanın belli olmadığı veya her önüne gelenin girip çıkabildiği yerler için "Dingo'nun ahırı" deyimi kullanılmaya başlanmıştır.


Meteliğe Kurşun Atmak 
Eskiden atış talimleri yapılırken, usta atıcılar hedef için metelik denilen bozuk paralar kullanırlarmış. Metelik, eskiden kullanılan on para değerinde olan bir sikke. Sikke de madeni para veya bu paralara vurulan damga demektir.
Köyden çıkıp okuyarak yükselen, mal mülk ve şöhret sahibi olan bir adam köyünde yaptırdığı evde, gümüş paraları hedefe koyup atış talimi yaparmış. Onu ziyarete gelenler, gümüş mecidiyeye ateş ederken görünce, içlerinden biri, "Baksana bizimki meteliğe kurşun atıyor." demiş.


Etekleri Zil Çalmak
Bir zamanlar Anadolu'nun bir yerinde, herkesin sevip hürmet ettiği güler yüzlü, tatlı dilli bir şeyh yaşarmış.
Şeyhin, pabuçlarının sivri ucunda ve cüppesinin eteklerinde yüzlerce kuzu çıngırağı bulunurmuş. Şeyhin uzaktan gelişi bu çıngırakların çıkarttığı sesten anlaşılırmış.
Bir gün şeyhe bu çıngırakları niçin taktığını sormuşlar. O da:
- Yürürken yerdeki karıncaları ürkütüp çiğnenerek ölmelerine engel olmak için, diye cevap vermiş.
Bir gün güvenlik güçleri , çok tehlikeli bir hırsız çetesinin saklandığı yerden çıkmasını beklerken, çıngıraklı şeyh oradan geçiyormuş. Azılı hırsızlar çıngırak sesini duyunca ortaya çıkmış ve kaçmaya çalışırken yakalanmış.
Azılı bir çetenin yakalanmasına sebep olan çıngıraklı şeyhi halk sevincinden kucaklayıp havaya kaldırırken, şeyhin eteklerindeki çıngıraklar, daha fazla ses çıkarmış, adeta zil çalmış. Halk da bu çıkan sesten çok mutlu olmuş.
Bu olaydan sonra o yerin ahalisi, bir şeye çok sevinip mutlu olanları görünce, "Ne o eteklerin zil çalıyor." demeye başlamış.


Ocağına İncir Dikmek 
Yaptığı zulümlerle tanınan bir devlet adamı, konağının bahçesini düzenletiyormuş. Kocaman bir incir ağacını görüntüyü bozuyor diye kestirmek istemiş. Bahçede bulunan İncili Çavuş, bunu duyunca devlet adamına şöyle seslenmiş:
- İncir ağacı yerinde dursun, kestirmeyiniz.
- Niçin?
- Nasıl olsa bir gün birinin ocağına dikersiniz, cevabını vermiş.


Ağzınla Kuş Tutsan Nafile
Osmanlı Devletinin güçlü zamanlarında, Fransa ile iyi ilişkiler kurulmuş, bu arada, İspanya Kralım ezmek için Osmanlı Devletinin desteğini gören Fransa, Osmanlı Padişahını en büyük hükümdar olarak tanımıştı. Akdeniz'de Türk bayrağı çekerek, Barbaros'un enirine giren Fransız donanması gibi, Fransız ordusu da Osmanlı desteğine güveniyordu.O devirlerde, Topkapı Sarayı'nın arz odasında, huzura kabul edilmeyi bekleyen Fransız elçisi. Kızlar Ağasına, işinin önemli ve acele olduğunu bir türlü anlatamamış, içeri alınmayı sağlayamamıştı.
Bin bir rica ve ısrar sonunda Kızlar Ağası, sabırsızlanan elçiye şöyle dedi:
-Siz ne lâf anlamaz adamlarsınız yahu! Şevketli Sultanımız hazretleri bugün çok hiddetli. Demincek bir Frenk hokkabaz burada idi. Adamcağız ne hünerler gösterdi: Külahının altından tavşanlar çıkardı, alev alev yanan demir çubuklan ağzında söndürdü, sekiz arşın uzaklıktaki iğneye iplik taktı, havaya bir kuş uçurdu, uçun kuşa bir şeyler söyledi, kuş gelip ağzına kondu, o da ağzıyla ayaklarından yakaladı. Sultanımız onu bile huzurdan kovdu. Senin anlayacağın, ağzınla kuş tutsan nafile; ama daha büyük hünerlerin varsa bir kere Zat-ı Şahaneye arz edeyim


Hapı Yutmak
Sultan Murad'ın kave, müskirat (sarhoş edicimaddeler) ve mükeyyifatı (keyif verici maddeler) yasakladığı dönemde saray casuslarından biri, belki de kıskançlık sebebiyle, hekimbaşı Emir Çelebi nin yasakları çiğnediği ve afyon kullandığına dair bir ihbarda bulunur. Onun için "Hapı Yuttu" deyimi ortaya çıkmıştır.


Keçileri Kaçırmak 
Dağda keçilerini otlatan bir çoban, öğle sıcağında, bir ağacın altında uyuyakalmış. Uyandığında keçilerin otladığı yerde bulunmadığını görmüş. Aramış, aramış, keçilerini bir türlü bulamamış. Kendi kendine, "Şimdi keçilerin sahibine ne söyleyeceğim? Ağa beni döve döve öldürür, koca sürü nereye kaybolur?" demiş. Çoban, sağa sola koştururken, "Çobanlık görevimi yapamadım, keçileri kaçırdım." diye yakınırmış. Önüne gelene, "Keçileri kaçırdım, şimdi ben ne yapacağım?" diye sormaya ve anlamlı anlamsız konuşmaya başlamış.
Köylüler de merak edip keçileri aramaya başlamışlar. Bu arada suları içip serinleyen keçiler, mağaradan çıkmış, çobanın bıraktığı yerde otlamaya başlamışlar. Köylüler sürüyü yerinde bulunca şaşırmış ve keçileri tek tek saymışlar. Ortada bir durumun olmadığını gören köylüler, çobanın aklını oynattığına hükmetmişler.


Gözüne Girmek
Recep, şaban derken ramazan ayı yaklaşmış. Mahalle kahvesinde ramazanın ne zaman başlayacağına dair sohbetler ediliyormuş. Orada bulunan hocanın biri, "Ay görülmeyince ramazan başlamaz." dermiş.
Bu sözleri duyan bir adam eve gelir gelmez hanımına:
-Hanım perdeleri iyice kapat. Karısı:
-Niçin efendi?
-A hanım niçin olacak? Yakında ramazan ayı başlayacakmış. Müslümanlar oruç tutacaklarmış. -Ne var bunda efendi? İyi ya sen de oruç tutarsın.
-Hanım ne diyorsam onu yap demiş. Adam, geceleri mahalle kahvesine gidip gelirken temkinli davranıyor, ayı görmemek için hep yere bakıyormuş. Bir gün yağmur yağmış, sokaktaki çukurlar sularla dolmuş, hava da açılmış.
Adam, bir akşam kahveye giderken Ay'ı görmemek için başını yerden kaldırmıyormuş. Fakat gözü birden bir su birikintisine çarpmış, orada gökteki ayın suya yansıdığını görmüş. Öfkelenen
Adam, sudaki ayın aksine, "Bre mübarek!… Başımı yerden göğe kaldırmıyorum diye, yere inerek gözüme mi gireceksin?" "Nereme girersen gir, oruç falan tutmayacağım." demiş.


Lafla Peynir Gemisi Yürümez 
Bir zamanlar İstanbul'da Aksi Yusuf adında bir peynir tüccarı varmış. Bu tüccar çıkarcı ve cimri kişiymiş. Trakya'dan getirdiği peynirleri İstanbul'da satar, artanı da deniz yoluyla İzmir'e gönderirmiş. İzmir'de peynir fiyatları yükseldikçe elinde ne kadar mal varsa gemilere yükletir, ama taşıma ücretini peşin vermeyerek kaptanları yalanlarıyla oyalar durur.
- "Hele peynirler sağ sâlim varsın, istediğiniz parayı fazla fazla veririm" diye vaatlerde bulunurmuş. Birkaç kez aldanan gemi kaptanlarından birisi yine İzmir'e doğru yola çıkmak üzere iken sinirlenmiş ve şöyle demiş.- Efendi, tayfalarıma para ödeyeceğim. Gemimin kalkması için masrafım var. Parayı peşin ödemezsen Sarayburnu'nu bile dönmem.
Aksi Yusuf :
" Hele peynirler sağ salim varsın…" demeye başlayacakmış ki, Gemici:
-Efendi "Lâfla peynir gemisi yürümez." sözünü yapıştırıvermiş ve sözlerine "geminin yürümesi için kömür lâzım, yağ lâzım" diyerek devam etmiş.
Bu sözler üzerine Aksi Yusuf parayı ödemiş. O gün akşama kadar şu tek cümleyi sayıklayıp durmuş. "LÂFLA PEYNİR GEMİSİ YÜRÜMEZ HA!" bu söz daha sonra iş yapmayıp sadece boş konuşanlar için söylenmeye başlanarak deyimleşip güzel Türkçe'mize yerleşmiş.


Atı Alan Üsküdarı Geçti
Bolu Bey'ine başkaldıran, çoğunlukla ünlü halk şairi ile karıştıran eşkıya Köroğlu, bir gün atını çaldırmış. Köroğlu, değerli ve akıllı bir hayvan olan atını aramak için diyar diyar dolaştıktan sonra, İstanbul'da satılık hayvanlar arasında kendi atını bulmuş. O'nu tanımayan satıcıya müşteri gibi görünmüş. Önce şöyle bir binip deneyeceğini, sonra satın alacağını söyleyerek ata atlamış, hayvan da bir binip deneyeceğini, sonra satın alacağını söyleyerek ata atlamış, hayvan da sahibini tanıdığından, atı mahmuzlamasıyla şimşek gibi fırlayıp kaybolmuş. Kıyıya varınca da sala fazla para verip Üsküdar'a çektirmiş. Öfkesinden küplere binip izlemeye yeltenen at cambazına, kalabalıktan biri seslenmiş:Beyhude çabalama atı alan Üsküdar'ı geçti. O adam Köroğlunun kendisi idi.


Üsküdar'da Sabah Oldu
Üsküdar'da yakın planda iki Selâtin Camii bulunur. İlki Üsküdar iskele meydanındaki Yeni Valide Camii, diğeri ise Mihrimah Sultan Camii'dir.
Bu camilerin güzel, gür ve yanık sesli müezzinleri, sabah ezanlarını karşı sahildeki müezzinlerden daha önce okurlarmış. Gayeleri Yıldız Sarayı'ndaki padişaha, sabahın sakin vaktinde seslerini duyurup padişahın dikkatini çekmek, ihsan koparmak, sonunda saray müezzinliğine tayinlerini sağlamakmış.
Üsküdar'da sabah ezanları okunurken Beşiktaş'taki halk ve esnaf uyanır, diğerlerini de uyandırırmış. Uykuya dayanamayan ve uykudan bir türlü uyanamayan insanlara da:
- Hayır vakti tamamdır, duymuyor musun? Dinle, bak, Üsküdar'da sabah oldu, derlermiş.


Dananın Kuyruğu Kopmak
Geçmişte düzenbaz ve yalancı bir adam varmış. Tüccar ve esnafa borç vermediği hâlde vermiş gibi gözükür, onların aleyhine dava açar, şahitler ve kadıya rüşvet vererek davayı kazanır, haksız kazanç elde edermiş.
Bu sahtekâr adam, bir gün, kasabanın sözü geçen bir adamı hakkında dava açmış, kadıya da rüşvet olarak bir dana göndermiş. Davalı tüccar bunu öğrenince, daha büyük bir danayı kadıya teslim etmiş. İşin tadının kaçtığını anlayan kadı, her iki danayı getirtip mahkemenin avlusuna bağlatmış. Kadı makamına kurulup herkesin önünde şunları söylemiş:
- Bu davayı görmek için uzun zaman vicdanımla savaştım. Ben adalet için çalışırım. Gelin görün ki, iki taraf da evime birer dana göndermiş. Şimdi kimin haklı, kimin haksız olduğunu danalara bakıp anlayalım.
Avludaki danalar, kuyruklarından birbirine bağlanır ve kuyruk altlarına neft sürülerek hayvanlara birer diken batırılır. Hayvanlar böğürerek birbirini aksi yönde çekerler. Bu arada kadı bağırarak, "Kimin danasının kuyruğu koparsa, o taraf haksız çıkacak ve adalet yerini bulacaktır." der.
Kısa bir çekişmeden sonra sahtekârın getirdiği dananın kuyruğu kopar ve hayvan can acısıyla sokağa fırlar.


Ölme Eşeğim Ölme 
Memlekette bir sene kıtlık olmuş; arpa, buğday kalmamış. Kış da gelip çatmış. Nasreddin Hoca, eşeğinin her gün arpasını azaltmaya ve hayvanın günlük payından kesmeye mecbur kalmış. Her gün birer parmak eksilen arpa, son zamanlarda iyice azalmış. Hoca hayvana yem verirken onunla konuşur gibi yaparmış; "Aman benim emektar eşeğim, sakın açlıktan ölme. Senin için on dönüm yonca ektirdim. Hele bir bahar gelsin, hepsi de senin olacak, bol bol yonca yiyeceksin. Yalnız şimdi biraz tasarruf etmemiz lazım." deyip, arpayı günden güne azaltırmış.
Buna alışamayan eşek günden güne zayıflamış, iskeleti çıkmış ve bir sabah Hoca, ahıra girince eşeğin ölüsüyle karşılaşmış, "Vah zavallı eşeğim vah… Tam tasarrufa alışmıştın ama ecel sana zaman tanımadı. Yemyeşil yoncalara hasret gittin." demiş.


Eşek Sudan Gelinceye Kadar Dövmek
Balkan Harbi sıralarında cephedeki bir askeri birlikte su ihtiyacını her bölüğün saka neferleri temin ederdi.O zamanlar, mekkare katırlarından başka adına karanfil kolu denilen, merkepli nakliye kolları da vardı. Her bölüğe de bir merkep tahsis edilmiş. Saka neferleri bu eşeklere yükledikleri fıçılarla, ordugâha yarım saat uzaklıktaki bir pınardan su taşırlarmış.Bölüklerden birisinin saka neferi çok saf ve tembel imiş. Bir gün pınar başında yatmış, uyumuş. Eşek de çimenler üzerinde otlarken uzaklara gitmiş.Uyandığı zaman akşam olmak üzere imiş. Merkebi aramış, bulamamış. Koşarak bölüğe gelmiş. Susuzluktan kıvranan bölüğün çavuş ve onbaşıları sakayı yakaladıkları gibi, bölük kumandanı alaylı yüzbaşının karşısına çıkarmışlar.Çok sert ve aksi bir adam olan yüzbaşı saka neferini sorguya çekmiş. Neticede uyuduğunu ve eşeğini kaçırdığını öğrenince, hemen etrafa atlılar çıkarıp eşeği aratmaya göndermiş. Sakayı da çadırın direğine bağlayıp başlamış dayak atmaya. Can acısı ile avaz avaz bağıran saka:-Aman yüzbaşım, ölüyorum, bir daha uyumayacağım. Artık dövme! diye yalvardıkça, yüzbaşı:-Acele etme, daha eşek bulunamadı. Eşek sudan gelinceye kadar dayak yiyeceksin ki bir daha eşeğine sahip olup, muharebe yerinde, vazife başında uyumayacaksın… demiş.


Eli kulağında
İslamiyet'in ilk yıllarında ezan okunurken. Mekkeli müşrikler(inanmayanlar) alay ettikleri ve okuyanı şaşırttıkları için, ilk müezzin Bilal Habeşi, elleri ile kulaklarını tıkayarak okurdu. Birisi yanındakine, 'Ezan okundu mu?' diye sorduğu zaman, eğer ezan çok yakın ise, diğeri şöyle cevap verir:'Hayır okunmadı ama, eli kulağında' Olması çok yakın işler için hemen, eli kulağında gibi sözlerin kullanılması buradan kalmıştır. )İslamiyet'in ilk yıllarında ezan okunurken. Mekkeli müşrikler(inanmayanlar) alay ettikleri ve okuyanı şaşırttıkları için, ilk müezzin Bilal Habeşi, elleri ile kulaklarını tıkayarak okurdu. Birisi yanındakine, 'Ezan okundu mu?' diye sorduğu zaman, eğer ezan çok yakın ise, diğeri şöyle cevap verir:'Hayır okunmadı ama, eli kulağında' Olması çok yakın işler için hemen, eli kulağında gibi sözlerin kullanılması buradan kalmıştır.

Eline Su Dökemez 
Eskiden, namaz abdesti alınırken, abdest alan kişi, bir usta ise, çırakları, kalfaları, Medrese hocası ise mollaları, öğretmen ise öğrencileri, eline ibrikle su dökerek abdest almasına yardımcı olurlardı.Böyle önemli bir kişinin eline, yolu yordamınca, ibrikten su dökmek için, o kişiye biraz yakın olmak, onun yanında iyi kötü bir yer almış bulunmak gerekirdi. Yoksa her önüne gelenin yapacağı iş değildi.İşte bu nedenle, iki değerli kişi ölçülürken, bilgisi, yeteneği, zekası daha az olan için, bu deyim kullanılır.


Pabucu Dama Atılmak 
Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu. Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı. Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim. Ama kusurlu çıktı. Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor. Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu. Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu. Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu.


Yağma Hasan'ın Böreği 
Fatih'in Gebze'de ölümü (1481) nden sonra İstanbul'da kıyamet kopmuş, zaten fırsat bekleyen asi yeniçeriler de İstanbul'a dağılmışlar. Kimse canından ve malından emin değilmiş. Yağmacı yeniçeriler, önce kendilerini aldatan sadrazam Karamani Mehmet Paşa'yı parçalayıp konağını yağmalamışlar. Daha sonra şehirdeki zenginlerin konaklarına hücum edip her tarafı talan etmişler. Zengin Yahudilerin oturdukları semtlere akın eden zorbalar büyük yağmalar yapmışlar.
Bu sırada Hasan adlı bir yeniçerinin işlettiği börekçi dükkânını da yağma eden yeniçeriler, işin aslını öğrenince, "Oldu bir kere, Yağma Hasan'ın böreğidir." diye, börekleri yemeye devam etmişler.


İpsiz Sapsız 
Şimdi olduğu gibi eskiden de Anadolu'dan İstanbul'a çalışmak üzere adamlar gelir,bunların çoğu da herhangi bir mesleğe sahip olmadıkların dan ya hamallıkla, yahut kazma kürekle çalışarak işe başlarlarmış.Bunların içinden öyleleri olurmuş ki hamallık yapmak için de ne bir kazma veya kürekleri bulunurmuş.Bir ip veya tutacak bir sap sahibi olmayan bu kişiler için söylenen ipsiz sapsız deyimi de yaramayan adamlar hakkında tahkir anlamında kullanılmıştır.


Dağdan Gelip Bağdakini Kovmak 
Köylünün biri kendine ekecek bir saha açmak için dağdaki fundalık ve çalıları söküp temizliyormuş. Ayrık otu gibi çabuk üreyip etrafı kaplayan otları da söküp söküp atmış. Bu ayrık otlarından biri arazinin eğiminden olsa gerek, çok bakımlı bir bağın içine düşmüş. Bağ sahibi de bunu önemsememiş. Fakat bir de bakmış ki bağının her tarafının ayrık otlarıyla dolduğunu görmüş. Bir sürü işçi tutarak bağını bu ayrık otlarından temizlemiş, iyice masrafa girmiş. Toprağın derinliklerine salkım saçak kök salan bu ayrık otlarını temizletirken kendi kendine şöyle mırıldanmış, "Dağdan geldiniz, bağdaki asmalarımı kovmaya kalktınız. Öyle yağma yok!"


Mürekkep Yalamak 
Mürekkep bezir isinden hazırlandığı için suda çözülmesi tabidir. Bu yüzden el yazması eserler asla su ve türevleri ile temas ettirilmez. Ancak kitap henüz yazılma aşamasındayken mürekkebin bu özelliği hattatların işine yarar, gerek divitlerin ucunda kalan mürekkep lekelerini gidermek ve temizlemek, gerekse sayfaya küçük bir tırfil yahut imla koymak için diviti tekrar mürekkebe bandırarak israf etmek yerine ucunu dillerine değdirir ve oradaki mürekkebin çözülüp kullanılmasını sağlarlarmış. Bu durumda da dillerinin mürekkep olması, yani mürekkebi yalamış olmaları kaçınılmazdır. Bu durumda da dillerinin mürekkep olması, yani mürekkebi yalamış olmaları kaçınılmazdır. Sonuçta eskiler, bir insanın yaladığı mürekkep miktarca ilminin ziyadeleştiğini varsayarlar ve okuma yazma bilenlerin pek az olduğu çağlarda azıcık da olsa mürekkep yalamış olmayı toplum içinde saygı alameti olarak alırlarmış.


Dimyata Pirince Giderken Evdeki Bulgurdan Olmak 
Dimyat Mısır'da Süveyş Kanalı ağzında ve Portsait yakınlarında bir iskeledir. Eskiden Mısır'ın meşhur pirinçleri, ince hasırdan örülmüş torbalar içinde buradan Türkiye'ye gelirdi.Dimyad'a pirinç almaya giden bir Türk tüccarının bindiği gemi Akdeniz'de Arap korsanları tarafından soyulmuş ve adamcağızın kemerindeki bütün altınlarını almışlar.Binbir müşkülât içinde Türkiye'ye dönen pirinç tüccarı o yıl iflas etmek durumuna düşmüş. İstanbul'dan kalkmış memleketi olan Karaman'a gitmiş. O sene tarlasından kalkan buğdayları da bulgur tüccarlarına sattığından, kendi ev halkı kışın bulgursuz kalmışlar. Dimyad'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak sözünün aslı buradan kalmıştır.


Zülfüyâre Dokunmak 
Âşığın sevdiği kız alıngan, her sözden bir anlam çıkaran bir afetmiş. Yüzünün her iki yanındaki zülüfler, âşığın hem hoşuna gider hem de onları bukleli ipeklere benzettirmiş. Bu benzetmelerden gücenen afet, "Demek benim zülüflerim ipek teller gibi cansız ve ruhsuz mu geldi sana?" diye âşığa sitem edermiş.
Genç âşık bir gün sevgilisiyle güllerin açtığı, bülbüllerin öttüğü bir bahçede gezerken hırçın bir rüzgâr esmiş. Bu rüzgâr sevgilisinin saçlarını dağıttığı için kızmış. Sevgilisi bundan da bir anlam çıkarmış: "Anlıyorum, sen rüzgârı bahane ederek, benim ihmalimi yüzüme vurmak istiyor, saç ve zülüflerimi taramadığımı ima ediyorsun." demiş.
Âşık sevgilisinin bu sitemlerinden usanınca ağzına bir daha onun adını almamış. Âşık, cevr ü cefaya ne kadar katlanır…


Eski Kulağı Kesiklerden
Hacı Bektaşi Veli'nin tarikatına girmek isteyenlere tarikatın şartları açıklanır, gerekli öğütler verilir, tekkenin girişinde derviş adayının kulağına bir delik açılarak küpe takılırmış.
Tarikatın şartlarından biri de hiç evlenmemekmiş. Sonradan bu kuralı bozanların kulaklarından küpeleri çekilerek alınır ve bu yırtık kulakla dolaşırlarmış. Halk, cezalı dervişlere "kulağı kesikler" diye hitap edermiş.
Osmanlı sultanlarından Yavuz Selim'in kulağındaki küpe, bu tarikatın işaretlerinden biri olarak bilinir. Sultan Selim'in şeyhin eşiğine baş koyup kulağını deldirdiği rivayet edilir.


Çil Yavrusu Gibi Dağılmak
Keklik kuşunun bir adı da çildir. Tüylerindeki benekler yüzünden bu isim verilmiştir. Dişi keklik yavru çıkarınca, onlarla hiç ilgilenmez, kendi başlarına bırakır. Yumurtadan çıkan yavrular, seke seke çevreye dağıldıklarından, sözün buradan kaynaklandığı söylenebilir.

Musul Çesmesinden Su İçmek
Musul'da Yunus Nebi zamanından kalma bir çeşme varmış. Suyundan içen mahsumlara şifa, zalimlere zehir olurmuş. Ne zaman şehre bir zalim vali gönderilse,halk bir müddet sonra onu götürüp bu çeşmeden su içirirler ve bir kaç günde göçürterek zulmünden kurtulurlarmış.Musul'un zarif kişi zadeleri arasında zalimlere karşı "İçtiğin Yunus Nebi çeşmesi ola!"demek bir darbı mesel olmuş


Öküz Öldü Ortaklık Bozuldu
Evvelce fakir bir köylünün çift sürmekte kullandığı bir çift öküzü varmış. Bunlardan biri ölmüş. Köylü, toprak ağasına giderek yalvar yakar bir öküz parası istemiş. Ağa, köylüye:
- Öküzün parasını ödeyinceye kadar hayvan ortak malımız sayılacak. Elli dönüm tarlamı süreceksin, ağılıma bakacaksın, harmanda yardım edeceksin, diyerek ağır şartlar ileri sürmüş.
Ağanın şartlarını kabul eden köylü ona kul köle olmuş. Fakat aradan üç yıl geçtikten sonra parasının yarıdan fazlası ödenen öküz, gördüğü ağır işlere dayanamayıp ölmüş.
Ağa, eskisi gibi köylüye angarya işlerini yaptırmak istemiş. Sabrı tükenen köylü:
- Ağam, gayrı öküz öldü, ortaklık bozuldu, deyip ağanın zulmünden kurtulmuş.


Maymun Gözünü Açtı 
Bir adamın her şeyi taklit eden bir maymunu varmış. Her gün maymununu yanında dükkana götürür, namaz vakti gelince da onu dükkana gözcülük etsin diye kapının önüne bırakırmış.
Bir gün maymun dükkanda, sahibi de namazda iken, hırsızın biri, maymunun karşısına geçip esnemeye başlamış. Maymun da aynısını taklit etmiş. Derken adam uyuma taklidi yapmış. Maymun da aynısını yaparak sonunda uyuyakalmış. Hırsız da fırsattan istifade dükkanda ne varsa alıp götürmüş. Dükkan sahibi camiden gelip dükkanının soyulduğunu görünce maymuna bir güzel dayak atmış.
Hırsız birkaç gün sonra yine çıkagelmiş. Bu defa maymun yediği dayağın etkisiyle, karşısında esneyen hırsızı taklit etmemiş. Maymun, "Pışşşt, pışşşt!" yapmış. Hırsız da kendi kendine, "Maymun gözünü açtı, artık burada ekmek yok." demiş


Kaş Yapayım Derken Göz Çıkarmak 
Düğünlerde, perşembe günü gelin hanımın yüzü süslenirmiş. Eskiden kalemkâr denilen kadınlar gelinin yüzüne saatlerce makyaj yaparlarmış. Gelinin kaşlarına, gözlerine özel kalemlerle şekil verirlermiş. Bu tür işler yapılırken düğün evinde de davetliler çalgı çalıp oyunlar oynarlarmış.
Ortalıkta oynamakta olan genç kızlardan birinin her nasılsa ayağı kaymış, bu arada makyaj yapan kadına çarparak yere düşmüş. Kadının elindeki sert uçlu kalem gelin hanımın gözüne batmış, zavallı kör olmuş.
Bu olaydan sonra gelin hanım yüzünden makyajcı kadın da işinden olmuş. Bu kadını kimse çağırıp bir daha ona iş vermemiş.


Leb Demeden Leblebiyi Anlamak
Medrese öğrencilerinden ukala bir molla varmış. Farsça'dan imtihana girmiş. "Ne soracaklar?" diye öğretmenlerinin ağzına bakıyormuş. Hocalardan biri, Farsça, "dudak" anlamına gelen "leb" sözüyle işe başlamış. Ukala molla, "leblebi" diye lafa karışmış, "leb, leblebi kelimesinin bir hecesidir, efendim." demiş. İmtihandaki hocalar gülmüşler. Soruyu soran hoca:
- Maşallah 'leb' demeden 'leblebiyi' anladın. Yine de lafın sonunu beklesen iyi olurdu, çünkü akıllı olan, icabında susmasını bilmeli, demiş.


Saman Altından Su Yürütmek 
Geniş bir ovanın üzerinde bir köy, bu köyünde bir tanecik ırmağı varmış. Irmağın suları aynı anda köyün bütün tarlalarına yetecek kadar gür olmadığından her gün bu ırmağı bir köylü kendi tarlasına sulamak için kullanıyor, diğerleri de sıranın kendisine geleceği günü bekliyorlarmış. Ancak bir gün köyün açıkgözlerinden biri ırmaktan kendi tarlasına gizli bir kanal yapıp, diğer köylüler bu durumu fark etmesin diye kanalın üstünü toprak ve samanlarla kapatmış. Böylece tarlasına her gün yeteri kadar su geliyor, bolca mahsul alıyormuş. Bir süre sonra ırmağın suları azalıp, bu açıkgözün tarlasından bereket fışkırınca köylüler vaziyetten kuşkulanıp adamın tarlasına baskın yapmışlar. Birde bakmışlar ki kanallar suyla dolu ve üzerinde otlar yüzüyor. Cevap belli: "Ulan köftehor, saman altından ne su yürütüyorsun!"


Denize Düşen Yılana Sarılır
Dönem II.Mahmut dönemi ve Kavalalı Mehmet Paşa Mısır Valisi dir. Kendine aşırı güvenen Kavalalı Mehmet Paşa nın amacı önce Suriye ,ardında Osmanlı yı ele geçirmektir. Oğlu İbrahim Paşa ,Suriyeyi ele geçirmiş Osmanlının yolladığı gücüde yenmişti. İstanbula doğru yola çıkmıştı. II. Mahmut ,ordunun o an için bunlarla başedebilecek vaziyette olmadığından Ruslarda yardım isteme taraftarıdır. Rus çarı Nikoladan yardım ister. Bir Osmanlı sultanın Ruslardan yardım istemesi yadırganır. Bir takım vezirler ''bu nasıl işdür?'' diye mırıldanınca, Sultan Mahmut Ne yapalım? Düştük denize sarılırız yılana der.


İlk Göz Ağrısı 
Eskiden savaşlar şimdikinden çok olduğu için, Anadolu' nun hemen her köyünden, hemen her hanesinden şu yada bu cephede savaşan bir asker olurmuş.Bu askerlerin geride kalan anaları, kardeşleri, hanımları, nişanlıları, yavukluları olurmuş elbette.
Bu biçareler, vatanını, milletini, dinini muhafaza için cephe cephe koşan yiğitleriyle elbet gurur duyarlarmış ama ağlamadan, göz yaşı dökmeden de gün geçirmezlermiş.Bazen aşikar, bazen gizli gizli ağlayan genç kız ve gelinlerimizin göz pınarları kuruyup gözleri çapaklanmaya ve ağrımaya başlarmış.Birbirleriyle konuşurken, o zamanın terbiyesi icabı:
"Senin yavuklun, senin kocan" diyemezler, utanırlarmış."Benim göz ağrımdan hiç mektup gelmiyor, seninkinden haber var mı?" diye sorarlarmış.Bu deyim, sevdiklerimiz içinde en birincisi anlamında kullanılır


Adam Yerine Koymamak 
Kethüdazade Arif Efendi, hatır gönül yoluyla tanıdıklarından birinin oğluna bir memuriyet verilmesini ister. Devrin şeyhülislamına bir tavsiye mektubuyla birlikte delikanlıyı gönderir. Şeyhülislamdan:
- Önce imtihana girsin. Kazanırsa bir yer bulunur, tayinini yaparız, cevabını alır. Aradan zaman geçtikten sonra Arif Efendi ile şeyhülislam karşılaşırlar. Arif Efendi:
- Efendi hazretleri, size gönderdiğim adama imtihana girsin, kazanırsa bir yerlere tayin ederiz, demişsiniz. Siz bu makama imtihanla mı geldiniz, deyince, Şeyhülislam:
- Beni de işte bunun için adam yerine koymuyorlar ya, diye cevap vermiş


Onun İpi İle Kuyuya İnilmez 
Eskiden, kendir ve keten liflerinden çul, yular, ip, urgan ve halat gibi günlük işlerde kullanılan eşyalar yapılırdı. Bu işlerle uğraşan, hileli malzeme ile çürük ip yapan Ali Usta adında biri varmış. Hatta bu adama İpi Çürük Ali Usta demeye başlamışlar. Bu ustanın yaptığı ip ve urganlar olmadık yerde kopar, birçok kazalara sebep olurmuş.
Bir gün, derin bir kuyuya bir kuzu düşmüş. Kuyuya inmeye hazırlanan biri, ev sahibinden urgan istemiş. Getirilen urganı beğenmemiş:
- Bu urgan, İpi Çürük Ali Usta'nın malıdır. Onun ipiyle kuyuya inilmez, demiş.
- Haksızlık ediyorsun, Ali Usta'nın ipiyle kuyuya inilir, ama aynı iple çıkılır mı çıkılmaz mı, orasını bilmem, deyince çevresinde bulunanlar, gülüşmüşler.





28 Ocak 2016 Perşembe

Ottan makarna

Ayda 4 ton makarna üreten Karakaş, ürününü kilosu 15 liradan İstanbul, Bursa ve Balıkesir'deki marketlere satıyor. Manyas'ın kırsal mahallelerinden Kulak'ta yaşayan Karakaş, Manyas'ın, tüketilebilir otların doğada kendiliğinden yetiştiği bölgelerden olduğunu söyledi.

Hiçbir kimyasal ilaç ve gübre kullanılmayan bu otların tamamen doğal yetiştiğini vurgulayan Karakaş, bu otları bir şekilde farklı yollardan tüketime sunmak amacıyla proje geliştirdiğini anlattı.

Projesini sunduğu KOSGEB'den 70 bin liralık kredi aldığını ifade eden Karakaş, "Küçük bir imalathane kurdum. Üç kadın istihdam ettim. Kırlardan topladığımız ısırganotu, ebegümeci, gelincik, kazayağı gibi otları, değişik tahıllardan oluşan özel un ile karıştırıp makarna yapıyorum. Öncelikle otları bir güzel kaynatıp püre haline getiriyorum. Ondan sonra tahılla karıştırıyorum. Aynı zamanda brokoli, semizotu, kırmızı pancar, yeşil ve kırmızı biber gibi sebzelerden de makarna üretiyorum. Şu anda 12 çeşit makarnamız var. Otlu, sebzeli makarnadan ayda 4 ton üretiyoruz" diye konuştu.

Makarnalarının 3 dakikada piştiğini anlatan Karakaş, önce Manyas ve Balıkesir'de satışa sunduğu ürünlerinin kısa süre tanındığını aktardı.

İNTERNETTEN DE SATIYOR


Kilogramını 15 liradan sattığı makarnalarına İstanbul, Bursa ve Balıkesir'deki marketlerden talep geldiğini ifade eden Karakaş, "İnternet aracılığıyla beni arayıp sipariş verenler de oluyor. Ben bu işe sıfır sermaye ile başladım. Sadece KOSGEB bana kredi desteği sağladı. Tüketiciler bu tür ürünleri istiyor. Doğal içerikte olsun, fabrika üretimi olmasın istiyorlar" dedi.

REÇEL DE YAPIYOR

Karakaş, ürün çeşitliliği üzerinde çalıştıklarını, kızılcık, böğürtlen, erik ve armuttan meyve reçelleri üretmeye başladıklarını kaydetti.

27 Ocak 2016 Çarşamba

Terörün Gercegiyle yasanmis itiraflar

Botan Zaxros PKK ile okul yıllarında katıldığı sokak eylemlerinde tanıştı. Babası PKK Erzurum eyalet bölge sorumlusu olan Zaxros, ortaokul öğrencisiyken terör örgütüne sempati duymaya başladı. Eylemlerin ardından DEHAP İstanbul İl Başkanlığı'na davet edildi ve burada eğitim aldı. Ardından Diyarbakır'da 3 aylık kamp eğitimine, 13 yaşında ise örgütün dağ kadrosuna katıldı. Lice'de sabotaj ve suikast konularında eğitildi. 25 Haziran 2009'da çatışmasızlık dönemi sürerken Bahoz Erdal'dan gelen “İstanbul'u cehenneme çevirin" talimatının ardından sorgulama dönemine girdi ve örgütten kopmaya başladı.
Gerçek Hayat dergisinden Yılmaz Bilgen'in sorularını yanıtlayan Zaxros, PKK'ya ilişkin şok itiraflarda bulundu. Terör örgütüne katılanları Kürtlerin 100 yıldır sistematik bir zulüm ve işkence altında olduğuna ve sosyalist devletin şart olduğuna dönük yoğun telkinlerle inandırdıklarını söyleyen Zaxros'un itiraflarından konu başlıkları şöyle:
EN BÜYÜK SİLAHI AJİTASYON
Zaxros, örgütün PKK militanlarını motive etmek için sık sık ajitasyonlara başvurduğunu söyledi. “Duyguları sömürmeyi çok iyi biliyorlar" diyen Zaxros şunları anlattı: "Örgütün en başarılı olduğu alanlardan birisi ajitasyondu. 15 Şubat 2013'te Kandıra'da Halit Aktaş isimli bir üyemizin Kürtlere yönelik baskıları protesto için kendisini yaktığı açıklandı. Oysa örgütün emirlerine karşı geldiği için yakılarak infaz edilmişti. Ancak olay bir protesto eylemi gibi gösterildi ve toplum buna inandırıldı. Yine Yüksekova'da Cüneyt Ertuş isimli 12 yaşında bir çocuğun 2008'de Nevruz kutlamalarına izin verilmemesini protesto ederken polis tarafından yakalanarak kolunun kırıldığı açıklandı ve bu yönde yoğun bir propaganda yürütüldü. Oysa ortada böyle bir şey yoktu. Bu ve benzeri ajitasyonlarla binlerce insanı sokağa döktüler."
LİCE ESRAR DEPOSU
"Bölgede çok büyük bir uyuşturucu ağı vardı. O yıllarda bu durumdan örgütle birlikte birçok kişi ve kurum da nemalanmaktaydı. Türkiye'nin esrar deposu Lice'dir. PKK buradaki alanlarda kendi belirlediği oranda esrarı ektirir. Sonra taşıması ve pazarlamasını bilfiil üstlenir. Benzer bir uygulama o dönem Bingöl'de de olmuştu. Örgüt maaş vererek kenevir ektirdi ve aynı insanlar bakımını da gerçekleştirdi."
DÜŞMANIN KALBİ İSTANBUL
"Bize hep söylenen bir şey vardı; İstanbul düşmanın kalbidir. PKK'nın kendi tanımlaması böyleydi. Bu sebeple İstanbul'da yakılan 2 araba ya da kundaklanan birkaç banka, Güneydoğuda öldürülen 20 askere bedel görülürdü. Diğer yapılanma ise YDG-H (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) ile birlikte Türkiye'nin 81 ilinde 15'erli timler şeklinde oldu. Bu timler Ege, İç Anadolu ve Karadeniz'de Türk Solu tarafından oluşturulur. Birçok bölgede Kemalist- Sol fraksiyonlardan da destek görüyorduk. Aynı durum İstanbul'un bazı semtleri için de geçerlidir."
CEMAAT ÖRGÜTE HARAÇ VERDİ
"Bazı üst düzey isimlerin çocukları Gülen'e ait dershanelere gidiyordu. Ayrıca Kürdistan'da açılan dershane, okul ve diğer girişimlerinden dolayı örgüte haraç veriyorlardı."
Öcalan vitrin Bayık lider
İtirafçı Abdullah Öcalan'ın örgüt için hiçbir zaman gerçek lider olmadığını söyledi. "O sadece bir vitrin" diyen Zaxros şu ifadelerde bulundu: “Arka planda gerçek aktör her daim Cemil Bayık olmuştur. Cezaevi sürecinde Öcalan zaten tamamen tasfiye edildi ve etkisi sıfıra indirildi. Elbette tamamen bitmemek adına onun da bazı hamleleri oldu. Bayık figüran olarak da Öcalan'ın bitmesi gerektiğine üst düzey yöneticileri ikna etti ve son darbeyi vurdu. Bu yıl PKK kendi içinde tarihi kararlar aldı. Bunlardan birisi Bahoz Erdal'ın öldürülmesi, diğeri de Öcalan'ın nüfuzun tamamen yok edilmesidir. Örgüt yalanlıyor ancak yaşadığına dair hiçbir emare de koymuyor. Bahoz, en azından ayda bir kez açıklama yapardı. Esed ile işbirliğine karşı çıkıyordu. Bedelini canıyla ödedi. "
Çevik Bir eylemi!
2009'da 25 Haziran günü bize Kandil'den “İstanbul'u cehenneme çevirin" emri geldi. Çatışmasızlık dönemi olmasına rağmen niçin böyle bir emir verildiğini anlamadık. Ertesi gün anladım ki Çevik Bir savcılar tarafından sorguya çağrılmış ve sonra serbest bırakılmıştı.
İngiliz hamlesi bölgeyi değiştirir
PYD şayet Öcalan çizgisinde kalabilirse PKK'dan kalın hatlarla ayrışabilir. İngiliz etkisi egemen olur da Cemil Bayık inisiyatifi kazanırsa her şey farklı gelişir. İngilizler henüz hamlesini yapmadı. Biraz da bunu görmek lazım. Şayet güçlü bir İngiliz hamlesi gelirse bölgede birçok şey daha farklı gelişir. İşte bu noktada da PYD içinde büyük bir temizlik harekâtı gerçekleştirilip tamamen Kandil üzerinden İngiliz hâkimiyeti sağlanabilir. Son sözü söyleyen Cemil Bayık olduğu sürece Öcalan “sempati duyulan etkisiz önder" boyutundan çıkamaz. Şu an olduğu gibi.
İran hendekleri destekliyor
Pejak ve İran anlaştı. Şu an Pejak İran adına oradaki Kürt kitleye karşı baskı aracı olarak kullanılıyor. İlişkinin Türkiye kısmında ise Şemdinli Yüksekova, Başkale, Doğubayazıt'la birlikte son dönemde Iğdır hattı silah sevkiyatı için kullanılıyor. İran'ın PKK'ya yoğun lojistik desteği hep sürdü. Türkiye içerisinde birçok can alıcı eylem bu kanaldan gelen silahlar ile gerçekleştirildi. Son hendek savaşları da İran tarafından sevk edilen silahlarla devam ediyor. Bunu yapmaya İngiltere, ABD ya da diğer batılı güçlerin imkânları el vermiyor ancak İran'ın böyle bir imkânı, gücü var. İran ve PKK arasında var olan bir diğer işbirliği kanalı da uyuşturucu naklidir. Afganistan'dan getirilen uyuşturucu İran üzerinden Türkiye'ye girer, uyuşturucu ve silah sevkiyatı ayrı hatlardan yapılır. Uyuşturucu naklinde kullanılan güzergâh Yüksekova- Başkale hattıdır.
PYD yeni bir yapı peşinde
"PYD ile PKK'nın birbirinden farklı örgüt olduklarını vurgulayan Zaxros, yönetim kadrolarının farklılığını şu sözlerle anlattı: Suriyeli Kürtler daha az politize. Kobani meselesinden dolayı Kandil tamamen yönetime el koymak istedi ve 4 binden fazla kişi buraya sevk edildi. Çatışma döneminde ise çok büyük kayıplar verdi. Örgütün Kandil kadrosundan Kobani'ye gönderdiklerinden yüzde 70'i burada öldü. Şu an ciddi bir ayrışma yaşanıyor. PYD'nin askeri komutanı Redur Halil, PKK'dan kopmak ve daha yerel bir yapı kurmak istiyor. Kandil'in iradesi dışında, Rusya, ABD ve Batılı ülkelerle çıkara dayalı bir yöntem dâhilinde o bölgede bir devlet tesis etmek istiyor. Cemil Bayık ve Kandil ise İngiliz egemen mücadele şeklinin devam etmesinde ısrarcı. Şayet Redur Halil yaşarsa ayrışma yaşanacak. Bahoz Erdal gibi suikasta kurban gitme ihtimali de çok yüksek."
HDP'nin Kandil için bir değeri yok
"Son 10 senedir sürekli güçlenen bir kontrol mekanizması oluşturdular. Güneydoğu'da oy açık verilir. Silahlı timler seçimden 3 ay önce özel hazırlık yapar ve HDP ile tüm yerleşim birimlerini kuşatan listeler hazırlar ve sonuçları karşılaştırarak fire veren köyleri, kasabaları, mahalleleri cezalandırırlar. HDP'ye gönül veren bir taban var. Ancak korkuya dayalı oy oranı da azımsanmayacak düzeyde. Mesela Diyarbakır'da özgür bir seçim yapılabilse en az 200 bin oy HDP'den başka partilere kayar. Hiçbir HDP'linin gerilla, YDG-H mensubu ve KCK'lı nezdinde herhangi bir karşılığı, değeri ve vasfı yoktur. Küçük bir YDG-H'li genç dahi Demirtaş'a hesap sorabilir, hatta onu yargılayabilir."
İsrail Gezi'ye destek istedi
“Gezi sürecinde İsrailliler benimle görüştü. Gezi'ye katılmamızı istediler ve sonrasında 5 yıllık üst düzey eğitim için İsrail'de bize özel eğitim kampı tahsis edileceği sözü verildi. İngiliz istihbaratından üst düzey bir ekiple olayların ikinci gününde Fatih'teki Burger King'te bir araya geldik. Bana 'Kürtleri buraya çek, hükümet kesin olarak düşecek, sen de kahraman olursun' denildi. PKK üst yönetimi bunu büyük bir fırsat olarak gördü. Ancak ırkçı Kemalistlerle aynı karede yer alıyor olmanın tabanda oluşturacağı rahatsızlık ve bu durumun Kürt tarafına anlatılamaması ve örgütün prestij kaybedeceği yönünde endişeler vardı. 'Her şeye rağmen destek verin' denildi fakat tabandan olumlu tepki gelmedi. Kandil, bize 'Taksim'e inin ve orda olduğunuzu da belli edin' talimatı verdi. Üst yönetimde, şayet hükümet düşecek olursa bizim de kazanımlardan mahrum kalmamamız gerekiyor görüşü hâkimdi. Ben o günlerde Karayılan ve Cemil Bayık'ın hükümetin düşeceğine inandırıldığını gördüm. Gezi bir yanı ile PKK'nın boşa düştüğü çok önemli bir gelişme olarak da görülmeli. Beraberinde büyük bir ders de verdi örgüte."
Birinci misyonu İslam'ı yok etmek
Örgütün birinci misyonunun İslam'ı yok etmek olduğu net bir biçimde ve sürekli ifade edilir. Eğitimlerimizde İslam peygamberi ve diğer kutsal unsurlar hep alay konusudur. Kötü örnek olarak İslami aidiyetler verilir. İslam'a inanmak küçümsenen alt tabaka zafiyeti olarak görülür. Örgüte yeni gelen birçok genç bu durumdan mutlaka rahatsız olur. Halk nezdinde bu aleni yapılmaz. Kürt kitleye özgürlük-eşitlik sloganıyla gidilir ve propaganda bu temelde yapılır. İslam aleyhinde hiçbir söylem ya da tavır sergilenmez. Bunu zamana bırakırlar. Çünkü Kürt halkı için İslam öyle hemen terk edilecek bir değer değil



Çiyager yaptığı Kürtçe albümlerle Kürt halkının gönlünde taht kurmuş ünlü bir ses sanatçısı… Terörün 90’lı yıllarda yakıp yıktıpı Silvan’da babasını faili meçhul bir cinayete kurban vermiş onlarca Kürt gençlerinden biri aynı zamanda… PKK ile siyasi uzantıları arasında bir ömür geçiren Çiyager yıllar sonra örgütün Kürt halkına verdiği zararları çok acı bir tecrübeyle öğrendi.  
“Artık uyanmanın zamanı geldi” diyen Çiyager HDP ve PKK’yı eleştirince bir anda hain ilan edildi. Yaşadıklarını ve PKK/DBP/HDP ile KJA’nın Kürt halkına verdiği zararları çarpıcı bir dille Star’a anlatan sanatçı Çiyager, “Birkaç ay öncesine kadar HDP’liydim, bu topluma yapılanları görünce artık bir noktadan sonra uyanmak zorundasınız. Geç de olsa uyanmak ve o gördüğünüz gerçekleri topluma da göstermek zorundasınız” dedi.
Müziğiyle yıllardır bölgenin acılarına tercüman olan ve gençlerin gönlünde taht kuran Çigayer 90’lı yıllarda babasını faili meçhul bir cinayete kurban verdi. Yılmadı hayata küsmedi, yaşadığı acıları müziğiyle dile getirdi. Asıl adı Mehmet Karakuş olan ancak Kürt halkı içinde Çiyager olarak bilinen ünlü sanatçı yurt içi ve yurt dışında sayısız konser verdi yüzlerce eser seslendirdi.  Bir yandan da üniversiteyi bitirerek, MTA’da tekniker oldu ve çok sevdiği eşi Arife Karakuş ile evlendi. Biri erkek üç çocukları oldu. Bu mutlu aile tablosu tam 20 yıl sürdü… Bu tablo taki eşi, terör örgütü PKK’nın kadınlara yönelik kurduğu Özgür Kadınlar Kongresi (KJA) tarafından yuvasından koparılana kadar… Ünlü Kürt ses sanatçısı Çiyager yaşadıklarından sonra PKK/HDP’nin Kürt halkına verdiğini zararları anlatınca bir anda hain ilan edildi. Müziğiyle bu güne kadar HDP siyasi çizgisinde yer alarak emek veren Çiyager’i bir anda örgütçülerin ve HDP’lilerin gözünde hain olmasına neden olan olayın altından ise büyük bir trajedi çıktı.
20 YILLIK EŞİM BEN SENİN NAMUSUN DEĞİLİM DEDİ
Her şey Çiyager’in 20 yıllık eşi Arife Karakuşu Kürtçe okuma yazma öğrensin diye Kürt Dili Derneği (Kürdi Der)’ne göndermesiyle başladı. Üç çocuk annesi Arife Karakuş Kürdi Der’e gidip geldikçe günden güne değişti, çocuklarını, eşini ve evini ihmal ederek parti binasından çıkamaz oldu. İlk başlarda eşindeki bu olağan dışı değişimi çok fazla önemsemediğini söyleyen Sanatçı Çiyager, taki 2009 yılında PKK’nın talimatıyla Kongreya Jinen Azad/Özgür Kadınlar Kongresi (KJA) kurulana ve eşinin buraya katıldıktan bir süre sonra kendisine “artık ben senin namusun değilim ben özgür bir kadınım istediğimi yaparım” diyene kadar.
ARTIK UYANMAK ZORUNDAYDIM
Yaşadıklarını ve PKK/DBP/HDP ile KJA’nın Kürt halkına verdiği zararları çarpıcı bir dille Star’a anlatan sanatçı Çiyager, “Son birkaç ay öncesine kadar HDP’liydim, bu topluma yapılanları görünce artık bir noktadan sonra uyanmak zorundasınız. Geç de olsa uyanmak ve o gördüğünüz gerçekleri topluma da göstermek zorundasınız” dedi. Açık bir şekilde topluma verilen sistematik zararlar uyanmama ve bazı gerçekleri görüp ifade etmeme neden oldu diyen Çiyager, “Özgürlük, barış ve demokrasi gibi bir takım çağdaş kavramların arkasına sığınılarak toplumun değiştirilmesi ve dönüştürülerek öz değerlerinden yoksun bırakılmaya çalışılmasına dur demenin zamanı geldi. Kürtleri kürt yapan namus haya yardımlaşma gibi değerler bir bir yok ediliyor. Bunu uzun uzun düşündüm ve facebook sayfamda HDP ve PKK’nın yaptıklarının yanlış olduğunu toplumu bozduğunu yazdım. Aman sen misin bunu yapan beni yıllardır baş tacı eden yüzlerce PKKlı, HDPli bir anda hain ilan ettiler. Hiçbiri HDP/PKK’yı neden eleştirdiğimi sormadı sorgulamadı bile. Ancak binlerce insan da yazdıklarımı okuduktan sonra bana hak verdiler” ifadelerini kullandı.
PKK KÜRT KÜLTÜRÜNÜ YERLE BİR ETTİ
PKK’nın Kürt kültür, inanç ve geleneklerini nasıl yerle bir ettiğini anlatan Çiyager, “KJA (Özgür Kadınlar Kongresi) kurulduktan sonra “biz kimsenin namusu değiliz” sloganıyla Kürt gelenek ve kültürüne, “kimsenin emaneti değiliz” sloganıyla da Peygamber efendimizin “kadınlar sizin emanetinizdir” hadisi şerifi üzerinden İslam’a meydan okuyarak bölge kadınını dönüştürmek ilk adımı atmış oldu” dedi. DBP/HDP/KJA gibi onlarca değişik isimle hareket eden ancak temelde PKK’nın talimatları dışında hareket edemeyen tüm oluşumların halkı korumaktan çok uzak olduğunu anlatan Çiyager toplumu uyararak önemli açıklamalar yaptı.
PKK/KJA AİLE DÜŞMANIDIR
İşte Çiyager’in yaptığı o açıklamalar…
 “Bir toplumu ayakta tutan temel yapı aile mefhumudur, ancak bu gün HDP ile PKK bu mefhumu tamamen yok ediyor. Aile olmasa toplum olmaz, PKK’nın talimatıyla kurulan ve HDP’nin arka bahçesi olan Özgür Kadınlar Kongresi (KJA) en büyük aile düşmanıdır. Kadınları özgürleştirme adına yaptığı tek şey aileleri dağıtmak, kadınlara sen kocanın namusu değilsin sen özgürsün arkanda biz varız diyerek eşlerine düşman edip evlerinden koparıyor. Bunlar özgürlüğü kadının evini ve kocasını bırakıp kendilerine köle yapmak şeklinde algılıyor. Oysa biz kadınların özgürce düşünüp hayata katkı sunması gerektiğine inanıyoruz, kadınların kocalarına baş kaldırması özgürlük değil.”
KADINLARI BOŞATIP KÖLELEŞTİRİYORLAR
KJA ise eşlerin arasına girerek kadınları köleleştiriyor. Çünkü evli bir kadını kullanamazlar. Eşiyle beraber olan bir kadın, çocukları olan ve evine bağlı bir kadın gece yarılarına kadar bazen sabahlara kadar bunların yanlarında kalıp onların egolarını tatmin edebilir mi veya ailesini çocuklarını bırakıp o şehir bu şehir gezebilir mi… Onlar bunu yaparak sözde kadınlara özgürlük veriyorlar. Bu kültürümüze, dinimize ve toplum ahlakına saygısızlık değimli Allah aşkına…
HDP DULLAR PARTİSİ OLDU
Yüzlerce kadın KJA yüzünden eşlerini, yuvalarını terk etti. HDP adeta bir dullar partisi oldu. Özgürlük adı altında kadını kocasından boşuyorlar sonra ona artık sen özgürsün diyorlar. İstediğin her şeyi yapabilsin diyorlar. Oysa böyle bir özgürlük yok, yaptıkları hem doğaya hem de kültüre hem de dine aykırı.
KADINLAR FUHŞA İTİLİYOR
Kadınları bir daha eşleriyle bir araya gelemesin diye sıkı bir şekilde baskı ve takipte tutuyorsun ancak sözde özgürleştirdikleri kadınları partide bir sürü erkeğin içine sokarak en büyük ihaneti de yine onlar yapıyor. Bu şekilde çok büyük ahlaksızlığa hizmet ediyor. Yani eşlerinden koparılan zavallı kadınlar adeta erkeklere peşkeş çekiliyor. Kocasına ben namusun değilim dedirttikleri kadınlar yedi yabancı erkeklere muhtaç ediliyor.  Ben buna tahammül edecek kadar namussuz değilim çünkü bu kadınlar fuhşa itiliyor.
HEWAL HEVAL DİYEREK YÜZLERCE AİLEYİ DAĞITTILAR
Diyarbakır’da bu şekilde yüzlerce kadın boşandırıldı, ne yapacak bu kadınlar tek başına namusuyla yaşayabilecek bir ortam ve imkân mı var, yine bir erkeğe ihtiyacı var. İşte bu noktada örgüt ve parti sözde özgürleştirdikleri bu kadınları her türlü yönlendirip kullanıyor. Heval heval diyen nice partilinin davası uğruna hapse giren arkadaşının eşine göz koyacak kadar alçalmıştır.
14 YAŞINDAKİ KIZIM SİGARA İÇMEYE BAŞLADI
Anne babasız bırakılan yüzlerce çocuk bunlara yazık değimli,  anne babası boşanmış bu çocukların psikolojisi… Bakın 14 yaşındaki küçük kızım bana ne diyor, baba siz boşandığınız gün öyle içim acıdı ki o günden beri sigara içmeye başladım. Ne kadar acı bir durum… PKK/DBP VE HDP kendi insanlarına acımıyor, Eğer acısalardı kadınlara sizin yeriniz evinizdir çocuklarınızı yanıdır sen evine çocuklarına yaramazsan bize de yaramazsın demeleri gerekirdir.
KJA EŞİME BOŞANMAZSAN ÖZGÜR OLAMAZSIN DEDİLER
Eşimi ve çocuklarımı seven babalık görevlerimin bilincinde olan ve bunları yerine getiren bir insanım. Eşime sürekli KJA’da işe başlaman için boşanman gerekiyor baskısı yaptılar, özgür olup bizimle olman için boşanman gerekiyor dediler. Bu vicdansızlıktır zalimliktir.
MAHKEME KURUP BENİ YARGILADILAR
KJA ayırdığı eşlerin tekrar bir araya gelmesini engellemek için de taraflara “eğer bir birinize bir şey iletmek isterseniz önce bize söyleyeceksiniz tüm iletişiminiz bizim üzerimizden olacaktır” diyor. 20 yıllık eşimle bir araya gelip konuşmak istedim diye mahkeme kurup beni yargıladılar. Beş erkek beş kadın parti binasında toplanarak beni yargıladılar. Onlara ‘eğer demokratız ve toplumun iyiliği için çalışıyoruz diyorsanız o zaman uzlaştırmacı olun, aksi takdirde topluma ve kadına zarar veriyorsunuz, kadını fuhşa çekiyorsunuz, çocukları uyuşturucuya ve yine fuhşa sürüklüyorsunuz’ dedim.
AHLAKSIZLIĞI YAYGINLAŞTIRMAYA ÇALIŞIYORLAR
Özgürlük adı altında sapkın yaşam biçimini bölgeye HDP taşıdı. Kadının kadınla, erkeğin erkekle ilişki mantığını özgürlük adında vermenin neresi doğrudur. Toplum buna izin veremez. Buna öncülük yapanlar başta HDP ve diğer sol örgütlerdir. Ahlaksızlığı normalleştirmeye çalışıyorlar. Bunu bizzat bana da anlattılar. Kadın erkek için, erkek ise kadın için yaratılmıştır. Bunun ne İslam'da ne de kültürümüzde yeri yoktur. O sapkınlığa özgürlük istediğini söyleyenler de yarın eşi ve çocuğuyla beraber tuzağa düşeceklerdir. LGBT’liler sapkın bir gruptur ve yaptıkları yaydıkları şey yaratılışa aykırıdır.
PKK'NİN ÇATIŞMALARI ŞEHRE TAŞIMASINA HALK DESTEK VERMEDİ
Sen, hendek kazarak Diyarbakır'ın tarihi dokusuna zarar veriyorsun. Bu şehre, halkına ve davasına yapılan bir zulümdür. İnsanlar hastalarını hastaneye götüremedi. Günlerce bir ekmek alamadı. Sivil, masum insanlardan ne istiyorsunuz? Yıllarca oylarımızı inandığımız partiye verdik. İnandıklarımızın halka, esnafa, işçiye sahip çıkmadığını gördük. Ailemle beraber her şeyi yaşadık, bin bir çile çektik. Geldiğimiz süreçte özgürlük adı altında nice ailelerin canını yaktıklarını gördüm. İktidarlarını bir fırsat bilerek müteahhitlerden çok fazla paralar alıyorlar.  
11-15 YAŞLARINDAKİ ÇOCUKLARI ÖLÜME SÜRÜYORLAR

Bu yolda babamı kaybetmiş bir insanım. Bir sürü yeğenimi, akrabalarımı feda etmiş bir insanım. Kan kanla temizlenmez. İnsanların ölümüne müsaade etmek, onların ölümüne aracı olmak, bazı insanların fuhşa girmesine sebebiyet vermek, çocukların ölmesine sebebiyet vermek ne demektir... Kürt davası çocuklara mı kalmış? Şimdi 11-15 yaşlarında çocuklar öne sürülüyor ve öldürülüyorlar. Sizce burada kim suçlu? Onları sokaklara sürenler mi suçlu yoksa öldürenler mi? Bunları iyi hesaplamak, iyi düşünmek gerekiyor.”  (Kemal Gümüş - Star

 Evinden çıkarken saldırdı.

HDP%E2%80%99yi+ele%C5%9Ftiren+%C3%BCnl%C3%BC+sanat%C3%A7%C4%B1y%C4%B1+komaya+soktular%21;

Terör örgütünün ve HDP’nin Kürt halkına ihanet ettiğini dile getiren Çiyager, PKK’nın hedef tahtası oldu.
“HDP bizi kandırdı uyanın artık” manşetinden sonra PKK, Çiyager’e sosyal medya hesabı üzerinden tehditler savurmuştu. Kürt sanatçının Facebook hesabını ele geçiren terör örgütü, sosyal medya sayfasına yazdıkları mesajda ihanetle suçladıkları Çiyager’e daha büyük bir ceza verileceğini ima etmişti.

HASTANEDE TEDAVİ ALTINA ALINDI
PKK'nın dünkü tehdinin ardından, Çiyager'in bu sabah saldırıya uğraması, olayın faillerinin kim olduğunu apaçık ortaya koydu. Çiyager hastanede tedavi altına alındı. Kaynak: Star




HDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız ve ekibi dün sabah saatlerinde bir grup kadınla birlikte güvenlik güçlerinin çembere aldığı bir binaya girmek istedi.
Güvenlik güçleri Sarıyıldız'ın mahalleye girmesine izin vermedi. Bazı kadınların üzerinde iki etek olduğu tespit edildi. 
Sarıyıldız'ın kadınlarla birlikte apartmana girmek istemesinin altında örgüt militanlarını etek, elbise gibi kıyafetler giydirerek binadan kaçırma niyetinin olduğu öne sürüldü. Girişimi başarısız olan Faysal Sarıyıldız ve ekibi, polis tarafından binanın çevresinden uzaklaştırıldı.
ÖRGÜT BOMBACISI İÇERİDE KISTIRILDI
Cizre'de kıskaca alınan 30 kişi arasında, Cizre'nin tamamına bomba döşeyen Mamo (Amca) kod adlı militan başta olmak üzere, sözde KCK Cizre sorumlusu Mehmet Tunç, Azadiya Welat Yazı işleri Müdürü Rohat Aktaş, Cizre'de para toplayan ve saklayan örgütün kasası olarak bilinen bir militan ve dağ kadrosu militanları yer alıyor.

Özel harekât polisleriyle çatışmaları sürdüren militanlardan 6'sının yaşamını yitirdiği belirtiliyor. Kıstırılan bu grup içerisinde örgüt tarafından sokağa çıkma yasağından önce rehin alınan kaymakam koruması olan polis memuru A.K. ile başka bir güvenlik görevlisinin olduğu bilgisi var. Cizre'de Sırp asıllı bir keskin nişancı da yakalandı. Kaynak: Yeni Şafak