22 Ocak 2017 Pazar

Sultan Abdülaziz'i kim öldürdü?


Sultan Abdülaziz bir darbeyle tahttan indirildiği halde neden öldürüldü? Doktorların cesedi incelemesine neden izin verilmedi? Ölüm raporu nasıl hazırlandı? Masonların bu olaydaki rolleri neydi? Derin Tarih dergisi Mayıs sayısında 139 yıldır aydınlatılamayan Sultan Abdülaziz cinayetini kapağa taşıdı. Dosyaya katkıda bulunan Mehmet Ali Beyhan, Ekrem Buğra Ekinci, Süleyman Kocabaş, Arzu Tozduman Terzi cinayetin sebeplerini siyasi, tarihi ve hukuki açıdan incelediler.

Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesi ve 'hal' edildikten birkaç gün sonra odasında ölü bulunması Osmanlı tarihinin bir türlü aydınlatılamayan hadiselerinden biri. Dosya yazarlarına göre cinayete giden süreç doğrudan darbeyle ilgilidir. Darbeyi gerçekleştiren ekip, bir tertip (komplo) neticesinde iş başına geldi. Sultan Abdülaziz, Veliahd Murad Efendi etrafında birleşenlerin gerçekleştirdiği bir darbe sonucu tahttan indirildi. Darbenin, İstanbul'daki Prodos Mason Locası üzerinden uluslararası bir boyutu da bulunmaktadır.

Cuntadakilerin Abdülaziz'e karşı farklı hesapları vardı. Midhat Paşa'nın şahsında tecessüm eden Yeni Osmanlıların amacı, meşruti bir monarşi ve anayasaya dayalı parlamenter bir sistem getirmekti. Ancak Abdülaziz böyle bir sistem için engeldi. Bu sebeple cemiyet çalışmalarını, Veliahd Murad Efendi ile sürdürdü. Ayrıca Abdülaziz'in orduyu çağının modern silahlarıyla donatması, donanmayı dünyanın -İngiltere ve Fransa'dan sonra- 3. deniz gücü haline getirmesi, tahta çıkışından itibaren 450 km. uzunluğundaki demiryollarını üç katına çıkarması onu uluslararası güçlerin hedefi haline getirmişti.

İngiltere meşruti bir yönetimin kendi çıkarları açısından daha avantajlı gördüğünden Sultan Abdülaziz'in muhaliflerine destek verdi. Ayrıca Sadrazam Mahmud Nedim Paşa'nın Rusya'ya yakınlığı da İngilizleri rahatsız eden unsurlardan biriydi. Bu sebeple İmparatorluğun yönetimini kontrol edebilmek amacıyla İngiltere ve Mason locaları meşrutiyet taraftarlarını desteklemiş, hatta Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesi ve öldürülmesinde aktif rol oynamışlardı.

Cuntanın Abdülaziz işbaşında kaldıkça emellerini gerçekleştiremeyecekleri aşikârdı. Bu yüzden onu devirmek ve meşrutiyeti ilan edeceğine söz veren Mason Veliahd Murad Efendi'yi tahta çıkarmak amacıyla darbeye giriştiler. Midhat Paşa Padişah'tan bir şekilde kurtulmak isteyen devlet ricaliyle, yani Şeyhülislam Hasan Hayrullah, Bahriye Nazırı Kayserili Ahmed Paşa, Askerî Şurâ Reisi Redif Paşa, Fetva Emini Filibeli Kara Halil Efendi, Şirvanizade Ahmed Hulusi Efendi, Serasker Hüseyin Avni Paşa ve Askerî Mekteb Kumandanı Süleyman Paşa ile Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesi hususunda anlaştı.

Medrese öğrencilerinin dersleri boykot ederek sokağa çıkarılması ve ayaklandırılması kararı Midhat Paşa'nın konağında yapılan bir toplantıda alındı. Çıkarılan karışıklar sonucunda amacına ulaşan cunta kabineyi ele geçirmeyi başardı. Ardından da 29 Mayıs 1876'da saray kuşatılarak Şehzade Murad Efendi dairesinden çıkarılmış ve kendisine çete mensuplarınca biat edilmiştir. Sultan Abdülaziz Topkapı Sarayı'na hapsedildi. Birkaç gün sonra Feriye Sarayı'na nakledilen Sultan Abdülaziz, burada kendisine reva görülen pek çok eziyetten sonra 4 Haziran 1876'da ölü bulundu. Sultan'ın intihar ettiği duyuruldu oysa bir cinayete kurban gitmişti. Küçük bir makasla iki bileğini birden kesmesi imkansızdı.

Cunta Sultanı öldürmekle kalmadı. İhtilal sırasında Abdülaziz'in mal varlığı dışında padişahın annesi, eşleri ve bütün harem halkının mücevherleri ve kıymetli eşyalarına da el konuldu. Elde edilen servet de V. Murad'ın borçları için kullanıldı. Bu darbe sırasında haremde yaşananlar ise ilk kez karşılaşılan hadiselerdi.

Sultan V. Murad nasıl Mason olmuştu?
Sultan Abdülaziz, 1867'de Avrupa seyahatine çıktığında yanında Murad Efendi'yi de götürmüştü. İngiliz Veliahdı Prens Edward liberal fikirleri sebebiyle Murad Efendi'ye yakın ilgi göstermiş, dahası masonluk hakkında bilgi vererek teşkilata girmesini istemişti. 1872'de Edward'dan Murad Efendi'ye mason olması için bir teklif mektubu geldi. Mektup Prodos Locası Üstad-ı Azamı Kleanti Skaliyeri tarafından özel doktoru yine bir mason olan Kapolyon aracılığıyla ulaştırılmıştı. Bunun üzerine Veliahd Murad Efendi Dolmabahçe Sarayı'nın tenha bir odasında yapılan basit bir törenle mason yapılarak adı geçen locaya kaydedildi (Ziya Şakir, Çırağan Sarayında 28 Sene, İst., 1943, s. 57). Kurbağalıdere'deki köşkünde veya Mısır seyahati sırasında tekris edildiği de rivayet edilir.

Sultan Abdülaziz’in kızı Nâzime Sultan anlatıyor: "Babamın katledilişini gördüm!"


Burada ilk defa yayınlayacağımız vesikayı ve Sultan Abdülaziz Han’ın kızı Nâzime Sultan’ın babasının katli sırasında gördüklerini nakletmeden önce padişahın vefatı hâdisesini kısa da olsa hatırlatmakta fayda vardır. Sultan Abdülaziz Han erkân-ı erbaa (dört kişi) diye adlandırılan Mithat Paşa, Hüseyin Avni, Mütercim Mehmed Rüştü Paşa ile Şeyhülislâm Hasan Hayrullah Efendi’nin ve önceden elde ettikleri altmış kadar yandaşlarının tertip ettiği bir darbe neticesi 30 Mayıs 1876 günü tahttan indirilmiş ve dört gün sonra da şehid edilmiştir.

PADİŞAHIN HAL’İ
Sultan Abdülaziz Han, yukarıda isimleri verilen dört kişinin şahsî kin ve garezleri ve bazı yabancı devletlerin parmağı ve yardımları sayesinde yapılan bir darbe neticesinde tahtından indirildi. Hâdise özetle şöyle olmuştu:

Hüseyin Avni, Mithat, Rüştü ve Süleyman Paşalar tarafından bu darbenin 30 Mayıs 1876 Salı sabah saat 4.30 civarlarında yapılması kararlaştırılmıştı.

Hüseyin Avni Paşa önceden, talim için Suriye’den getirttiği askerlerin, kışlalarda yer açılana kadar saray bahçesinde kalması için sultandan izin almıştı. Süleyman Paşa, hal’ gecesi bu askerler ile 300 Harbiye talebesine, padişaha bir suikast yapılmak istendiğini, yarın bu hususta erkenden tedbir alınacağını, verilecek emirlere aynen riâyet etmeleri gerektiğini, kimsenin giriş-çıkışına müsaade etmemelerini ve bunun padişahın emri olduğunu söylemişti.

İşte bu askerler gece saat dört civarında uyandırıldılar ve Harbiye talebeleri ile birlikte sarayı kuşattılar. Dünyanın en büyük ve modern harp gemileri ve zırhlılarından oluşan donanma, zaten geceleyin Dolmabahçe açıklarına demirlemişti.

Hal’in esas tertipçileri de geceden beri Kuzguncuk’ta Hüseyin Avni Paşa’nın yalısında, dürbünlerle sarayı gözetliyorlardı. Burada bulunmaları, eğer darbe muvaffak olamazsa toplantı yaptıklarını söyleyerek kendilerini temize çıkarmak içindi. Sultan Abdülaziz Han ise ibadet ve istirahattaydı…

Her şey planlanmış ve saray karadan ve denizden ablukaya alınmış, hal‘ kararı Dârüssaâde Ağası Cevher Ağa vasıtasıyla Pertevniyal Vâlide Sultan’a bildirilmişti.

Vâlide Sultan, derhal oğlunun odasına çıkıp onu uyandırdı. Ama hal’i oğluna doğrudan söylemeye cesaret edemiyordu. Tam bu esnada top sesleri duyulmaya başlamıştı. Sultan Abdülaziz Han, büyük bir teessürle:

“Bunlar Sultan Murad’ın cülûs toplarıdır vâlide. Beni amcam Sultan Selim Han’a döndürdüler ve bu işi Avni Paşa yapmıştır. Zannederim Rüştü ile Ahmed Paşa da bu işte birliktir. Cenâb-ı Hakk’ın takdiri böyle imiş” diyerek hızla giyindi.

Sultan Abdülaziz Han ve yakınları hemen sarayın rıhtımına indirildiler ve Topkapı’ya götürülmek üzere burada kendilerini bekleyen kayıklara bindirildiler.

Bu hazin manzarayı bir kişi daha seyrediyordu ki o da gelecekte tahta çıkacak olan şehzade Abdülhamid idi. Amcası ve âilesinin kayıklara bindirildiği ve zırhlıların açığından geçirilerek Sarayburnu’na çıkarıldığı sahneyi, hayatının sonuna kadar unutmayacak, bu işi yapanların simaları asla hâfızasından silinmeyecekti.

Sultan Abdülaziz Han ve efradı, Topkapı Sarayı’na nakledildi. Ailesine ve kendisine öğle yemeği verilmedi. Bizzat Hüseyin Avni Paşa’nın emriyle ve kasten, amcası Sultan Üçüncü Selim Han’ın şehid edildiği daireye yerleştirildiler. Bunların hiçbirisi tesâdüf değildi. Cinayetin safhaları birer birer tatbik ediliyordu.

Hemen o gün, 30 Mayıs 1876 Salı günü, Veliahd Murad Efendi tahta çıkarıldı.

İHTİLALCİLERİN YAĞMASI
Sultan Abdülaziz Han, Dolmabahçe Sarayı’ndan ayrıldıktan sonra, geride kalan eşyalarının ve paralarının büyük bir kısmı bazı fırsatçı darbeciler tarafından yağmalandı.

Sultan Abdülaziz Han’ın şahsî servetinin tamamına el konulmuş ve paralarının hazineye devrine dair komisyon tarafından bir karar alınmıştır. Mücevherler ise, satılmak üzere, Hiristaki isminde bir Rum sarrafa teslim edilmiş ve Paris’te daha pahalı satılır diyerek oraya gönderilmiş ancak, Hiristaki Efendi bir daha geri dönmemiştir. Böylece bir Türk hakanının mücevherleri, dolandırıcı bir Rum’un elinde kalmıştır.

SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SON RİCASI
Sultan Abdülaziz Han, Topkapı Sarayı’na hapsedildiği sırada, Sultan Beşinci Murad’a bir mektup yazdı. Mektubunda özetle:

“Evvelâ Cenâb-ı Hakk’a, sonra atebe-i şevketlerine sığınır, kendi elimle silahlandırdığım askerin beni bu hâle koyduğunu hatırlamalarını tavsiye eder ve husûsî bir mekâna naklimi rica ederim.” diyerek, kendisinin bir an önce emin bir mekâna naklini istemiştir.

NEDEN KATLEDİLDİ?
Sultan Abdülaziz Han, Topkapı Sarayı’ndan, Ortaköy’de Çırağan Sarayı yanında bulunan Fer’iye Sarayı’na nakledilmesini istemiş ve bu isteği 1 Haziran 1876 günü yerine getirilmişti. Sultan Abdülaziz, burada gayet sıkı bir şekilde gözaltına alındı ve hemen, hizmetine üç hizmetçinin tayin edildiği vâlide sultana bildirildi. Bu üç uşak, Cezâyirli Mustafa Pehlivan, Yozgatlı Mustafa Çavuş ve Boyabatlı Hacı Mehmed idi.

Bu üçü, cinayet günü sabah erkenden Fahri Bey tarafından gizlice saraya sokulmuşlardı. Binbaşı Necib ve Binbaşı Ali Beyler de gelmişti. Reyhan ve Rakım Ağalar odanın kapısı önünde, kimsenin sokulmaması için nöbetçi bırakıldılar. Böylece katil heyeti sekiz kişi oldu. Bu altı kişi, sessizce Sultan Abdülaziz Han’ın odasının önüne geldiler ve içeri girdiler. Çok hızlı hareket eden kâtiller, Sultan Abdülaziz Han’ın üzerine atıldılar. Bir mücadele yaşandı. Bu mücadelede padişah zaman zaman ellerinden kurtulmayı başardı. Fakat daha sonra padişahı ellerine geçirdiler ve bilek damarlarını kestiler. Sultan tamamen bitkinleşince de olduğu gibi bırakıp her biri bir yere savuştular.

Ardından da önceden ayarlandığı gibi, hizmetçi ve küçük memurlardan birkaçı hemen feryada başladılar. Bu feryadlar üzerine odanın kapısı kırıldı ve Sultan Abdülaziz Han, bir şilteye sarılarak çok hızlı bir şekilde karakola götürüldü. Bu acelenin asıl sebebi, padişahı katlettikleri sırada yaşanan boğuşma izlerini göstermemek ve muhtemel delilleri ortadan kaldırmaktı.

Sultan Abdülaziz Han’ın katli esnasında, sarayda bulunan şehzâdeler ve diğer saray erkânının kapılarına nöbetçiler dikilmiş, odalarından çıkmalarına asla müsaade edilmemişti.

Karakola nakledilen padişah hâlâ canlı idi. Muayene ve rapor için gelen doktorlardan bazıları padişahın vücudunu etraflıca incelemek istedikleri vakit, Hüseyin Avni Paşa:
“Bu, bir padişahın cesedidir. Onun için size her tarafını açıp gösteremem” demek suretiyle isteklerine mâni oldu.

Bu şekilde, incelenmeden tutulacak bir rapora imza atmayacağını bildiren Hekim Ömer Paşa’nın o anda rütbeleri sökülmüş ve askerlikten uzaklaştırılmıştı.

Hatta rapor iki kere yazılmış ve vekiller tarafından beğenilmemiş ve üçüncüsü yazılmıştı. Doktorlara önce yüzü açılıp gösterilmiş ve bu cesedin Sultan Abdülaziz Han’a âit olduğu tesbit ettirilmişti. Daha sonra sağ ve sol kolları açılarak gösterilmişti. Sadece bunlara göre rapor yazılmış ve cesed ile beraber bir de makas getirilmişti. Bu kontrol esnasında, doktorlara: “İşte yaraları açan bu makastır. Sultan bu makasla kollarını kesmiştir!” denilmişti. Doktorlar bu hususu raporlarında aynen şöyle yazmışlar ve:

“Mezkûr makas kanlı olup, Hüdavendigâr-ı sâbıkın bâlâdaki zikrolunan cerihaları bununla icra etmiş olduğunu bize beyân ettiler” demek suretiyle, intihar veya katil hususunda kendi görüşleri değil kendilerine söylenenin böyle olduğunu ortaya koymuşlardı. Hem muayene için izin verilmiyor, hem de işte kendini bu makasla kesti denilerek, daha o anda karar verilmiş oluyordu.

Raporu imzalayan doktorlardan üçü muayenede bulunmuş diğerleri ise, arkadaşlarının şahitliklerine binaen raporu imzalamıştı. Meşhur Doktor Marko Paşa ise cesede hiç elini sürmediğini daha sonra ifade etmiştir. Raporun ne için tutturulduğu bile meçhuldür. Eğer intiharı ispat içinse, doktorlar böyle bir şeyi raporda ifade etmemişlerdir. Bu rapor, sadece hiçbir şey yapılmadı denmemesi için acele ile yapılmış bir teşebbüstür.

Bu hâdisedeki en mühim nokta, padişahın naaşının niçin alelacele karakola nakledilmiş olmasıdır. Niçin olduğu yerde ve odasında tahkikat yapılmamıştır?

Bunun sebebi şudur; suikast sonrasında canlı kalma ihtimaline mahal vermemek için, nakil esnasında ve karakolda tamamen şehid edilmesi sağlanmıştır. Katil heyeti bu arada zaman kazanmış ve padişahın vefatını kesinleştirmiştir. Sultan Abdülaziz Han, sadece kan kaybıyla değil, pehlivanlarla yaptığı boğuşma sırasında da aldığı darbeler ve ardından kan kaybından vefat etmiştir. Yukarıda belirttiğimiz üzere Sultanahmed Camii baş imamı naaşı yıkayan kişi olması hasebiyle, Yıldız Mahkemesi’ndeki şahitliğinde, padişahın vücûdunda bilhassa kalp kısmında morluklar gördüğünü ifade etmiştir.

Hüseyin Avni’nin: “Bu ceset sıradan birinin cesedi değildir” diyerek muayeneye mâni olması da bu işin bir tertip olduğunu teyit ediyor. Sultan Abdülaziz Han’ın cesedi mühim bir şahsiyetin cesediydi de niçin bir karakolun alt katına ve hem de alelade bir şilteye sarılarak kondu, niçin acele ile saraydan çıkarıldı, niçin yangından mal kaçırır gibi taşındı?

Bu nakil hâdisesindeki asıl maksat da, Sultan Abdülaziz Han’a sarayda ilk yardım yapılmasına mâni olmak, kâtillerin saraydaki telaşlarını fark ettirmemek, cinayet mahallindeki delilleri bu esnada yok etmek ve saraya alınan kâtillerin kaçmalarını kolaylaştırmaktı. Zîrâ, ceset sarayda incelenmeye başlansa idi, bütün devlet erkânının yanında, ailesinin bütün ferdleri, feryatlar üzerine dışarıdan geleceklerle beraber, duruma şahit olacaklardı. Karakola gidilerek bu dikkatler tamamen bertaraf edilmiş ve kimse karakola alınmamıştır. Sadece katil komitesi ve doktorlar girebilmiştir.

Madem ki, Hüseyin Avni Paşa’nın katilden haberi yoktu, alışılagelmiş bir hareket olmamasına rağmen, bir padişahın cesedinin karakola nakli emrini kim verdi? Sabahın çok erken sayılabilecek saatlerinde henüz evinden bile çıkmamış bir paşanın, hemen saraya gelerek daha vefat edip etmediğine bile bakmadan, “Bu cesedi karakola nakledin” demesi mümkün mü? İşte bütün bunlar da gösteriyor ki, hâdise tamamen tertip ve cinayetti.

Eğer Sultan Abdülaziz Han, intihar etmiş idiyse onu kurtarmak için niçin kendisine hiçbir tıbbî veya insanî yardım yapılmamıştı? Osmanlı saraylarında doktor eksik olmamasına rağmen, hiçbir müdahalenin yapılmaması bu hâdisenin cinayet olduğunu bir defa daha isbat etmektedir. Eğer Sultan Abdülaziz Han, intihar etmiş olsa bile, kendisine canlı olduğu halde müdahale yapılmaması ve o şekilde karakola nakledilmesi ile cinayetin ta kendisi işlenmemiş midir?

Yıldız Mahkemesi’ndeki ifadelerinde Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa ki, ihtilal heyetinin başlarından birisi idi:

Naaşı karakola getirmişler ve getirdikleri zaman, hayat belirtileri mevcut imiş. Hekimler de karakola geldikleri zaman hayat belirtileri olduğunu tasdik etmişlerdi. O vakit bunu sordum. Fakat padişahın konuşmaya gücü olmadığı cevabını almıştım. Karakolda ne kadar yaşadığını bilemiyorum, zira ben sonradan gelmiştim ve bunu orada bulunan, vükela, vüzera ve ulemadan öğrenmiştik” demek suretiyle hâdiseyi tasdik etmiştir.

***

Yukarıda birer birer sıraladığımız hususlardan ve burada şimdilik yazmaya imkânı olmayan daha pek çok vesikadan anlaşılan odur ki, Sultan Abdülaziz Han katledilmiştir.

Esasen sultanın katli hakkında her geçen gün yeni yeni vesikalar ortaya çıkmaktadır. Çünkü “güneş balçıkla sıvanmaz” hükmü tecelli etmektedir.

Makalemizin asıl kısmı olan ve bugüne kadar bilhassa ülkemizde hiç bilinmeyen bir cihetini yani Sultan Abdülaziz’in o zaman on yaşında bulunan kızı Nâzime Sultan’ın babasının katli sırasında bizzat yanında olduğu halde şahit olduğu hâdiseleri tarihe bir not olarak düşeceğiz.

“BABAMIN KÂTİLLERİNİ GÖRDÜM!”
Nâzime Sultan, Sultan Abdülaziz Han’ın kızıdır. Babası şehid edildiğinde (1876) on yaşında idi. Annesi ise padişahın üçüncü hanımı olan Hayran-ı Dil Hanımefendi’dir. Hayran-ı Dil Hanımefendi Çerkez olup 1846 yılı Kars doğumludur. Bu padişah hanımından Dolmabahçe Sarayı’nda, ilk olarak 25 Şubat 1866’da Nâzime Sultan doğmuştur. Bilahare, sadece halife sıfatıyla Osmanlı’yı temsil edecek olan, Abdülmecid Efendi dünyaya gelmiştir.

Hayran-ı Dil Hanım 26 Kasım 1895’te 49 yaşında olduğu halde Ortaköy’deki sarayda vefat etmiştir.

NE ZAMAN VE NEREDE VEFAT ETTİ?
Nâzime Sultan 1947’de, Beyrut’un Cünye kasabasında 80 yaşında vefat etmiştir. Dadısı ise Tâhir Mevlevi Olgun’un annesi olup Şam’da, Sultan Süleyman Camii’nde medfundur. Bu sultanhanım, Damad Ali Hâlid Paşa ile Yıldız Sarayı’nda Eylül 1885’te evlendi.

Nâzime Sultan’ın 1895 yılında vefat ettiğini kaydeden yazarlar varsa da bu kesinlikle doğru değildir. Çünkü Nâzime Sultan’ın 1895 yılından çok sonraları hayatta olduğuna dâir onlarca Osmanlı Arşivi vesikası vardır. Bu vesikalardan bazı örnekleri makalemize koyduk. Osmanlı Arşivi vesikaları dışında Cumhuriyet arşivi vesikaları da mevcuttur. Bu vesikalardan birisinde Nâzime Sultan’ın 1938’de hayatta olduğunu görmekteyiz.

Makalemizin esasını teşkil eden yazıda yer alan bilgiler de Nâzime Sultan’ın 1947’ye kadar Beyrut’ta yaşadığını ispat etmektedir.

NÂZİME SULTAN NE GÖRMÜŞTÜ?
Nâzime Sultan gördüklerini, 1940’lı yıllarda Beyrut’ta yaşadığı sırada aynı zamanda yeğeni ile evli olması hasebiyle akrabalığı da olan Adil Sulh isminde bir ilim adamına anlatmıştır. Onun da oğlu Munah Sulh babasından intikal eden bu vesika ve bilgileri o zaman tarihçi-yazar olan Halid Ziyâde’ye vererek El-Hayat Gazetesi’nde “Osmanlı Sultanı Abdülaziz’in Vefatındaki Esrar Kızının Şahitliği ile Dağılıyor” başlığıyla makale olarak yayınlatmıştı. Makalenin sadece bu mesele ile alakalı kısımlarının tercümesi şöyledir:

“Munah Sulh Bey’in kütüphanesinde babası Gazeteci-Yazar Adil Sulh’un Sultan Abdülaziz’in vefatı hakkında yazdığı evraklar yer alıyor. Evraklarda bunlara ilaveten Lübnan’da yaşayan ve küçük yaşta babasının katline şahit olan, Nâzime Sultan’ın Adil Sulh Bey’e babasının öldürülüşüne nasıl şahit olduğunu anlattığı ifadeler de yer alıyor.

“Burada şuna da işaret etmemiz gerekir ki Adil Sulh Bey, Derviş Paşa’nın ailesinden evlenmiştir. Adil Bey, bu evlilik ile Nâzime Sultan’a ve kocasına akraba olmuştur.

“Sultan Abdülaziz 30 Nisan 1876’da hal’ edildi. Ve aynı senenin üç haziranında şehid edildi. 3 Mart 1924’te saltanat ailesi mensupları Türkiye’den sürgüne gönderildi. Bunun üzerine aile, İstanbul’dan çıkarak muhtelif yerlere dağıldı. Ailenin büyük bir kısmı Lübnan’a geldi. Bir kısmı Beyrut’a yerleşirken diğer bir kısmı da Cünye’ye yerleşti. Gelen heyet içinde Mareşal Hâlid Paşa ve eşi de vardı. Sırba köyünde bir eve yerleştiler. Bu ev daha sonra Cumhuriyet Sarayı olacaktır. Damad Hâlid Paşa Osmanlı Meclis-i A’yanı üyesi ve Sultan Abdülaziz’in kızı Nâzime Sultan’ın kocası idi. Nâzime Sultan’ın kardeşi Abdülmecid Osmanoğulları halifelerinin sonuncusu idi. Kaderde Derviş Paşa’nın ailesine dünür olmak bana takdir olunmuştu. Bu evlilik Nâzime Sultan ile tanışmamı kolaylaştırmıştı. Nâzime Sultan, erdem sahibi, zekî, yüksek bir kültüre sahip, üstün ahlaklı ve nezaket sahibi bir hanımefendi idi. Bir defasında Osmanlı tarihinden hususiyle de babası Sultan Abdülaziz’in tahta geçiş devresi ve vefat hikâyesinden konuşmuştuk. Sanırım Nâzime Sultan’ın anlattıkları saltanat hayatındaki bu bariz hadisenin en açık görgü tanıklığıdır.

“Padişahın kızı Nâzime Sultan’ın ifadelerini aynen bana anlattığı şekilde aktaracağım. Nâzime Sultan diyor ki:

Kuşkusuz, babamın intihar ederek vefat ettiğine hükmedenler aldatıcılardır. Ben babamın öldürülüşüne bizzat kendi gözlerimle şahit oldum. Gördüklerim şundan ibarettir:

Bir gün babam sarayın salonlarından birinde oturuyordu. Ben de hemen yanı başında idim. O zaman on yaşında idim. Birden yanımıza pehlivan gibi sekiz adam girdi. Kuvvetli ve kötü niyetli oldukları belli oluyordu. Babam onları görünce kötü niyetli olduklarını anladı. Kurtulmaya çalışarak ayağa kalktı. Adamlar ilerlemeye başladılar. Bir taraftan da babamdan gelecek bir mukavemete karşı ihtiyatla hareket ediyorlardı. Babam büyük cüsseli, sağlam bünyeli ve güçlü pehlivanlardandı. Birkaç oyuna getirme teşebbüsünden sonra babam adamlardan uzaklaşarak sarayın bir üst katına çıkaran seyyar merdivenin olduğu yere ulaşmayı başardı. Ancak oraya varınca şaşırdı kaldı. Çünkü merdiven yerinde yoktu. İhtiyat olsun diye komplocular onu kaldırmışlardı. Sonra durdu ve yüksek bir sesle haykırdı:

‘Burada merdiven vardı. Kim aldı?’ Bu soruyu tekrar tekrar sordu. Telaşla sarayın salonlarında dolaşmaya başladı. Adamlar da arkasından onu takip ediyorlardı. Gördüğüm bu sahne beni korkuttu. Kapılardan birinin örtüsünü kendime siper ederek olup biteni izlemeye başladım. Nihayet adamlar babamın şiddetli mukavemetinden sonra onu bir köşede sıkıştırarak ele geçirdiler. Sonra sırt üstü yere yatırdılar. İkisi sağ koluna, ikisi sol koluna, ikisi sağ ayağına, ikisi sol ayağına oturdular. İçlerinden biri bir ustura ile iki elinin atardamarlarını kesti. Çok kan kaybedinceye kadar üzerinden inmediler. Babam bu hal üzere ruhunu teslim etti. Sonra onu pencerelerden birinin perdesine sardılar. Girişte olan karakola götürdüler. Mithat Paşa da orada idi. Babama karşı niyetlerinin kötü olduğu baştan belli idi. Zira babam hal’ edildikten sonra münadileri mahallelere gönderip ‘Sultan Abdülaziz öldü. Sultan Murad onun yerine geçti’ diye nida ettirdiler.

Ben babamın hükümlerinde hatasız olduğunu iddia etmiyorum. Zira hata yapmayan ancak Allahü Teâlâ’dır. Fakat şunu kati olarak ifade edebilirim ki babam, ülkesinin sadık bir hizmetkârı idi. Milleti için çok şeyler yaptı. Orduyu kuvvetlendirdi. Osmanlı donanmasını dünyanın ikinci donanması yaptı. Güzel ahlaklı, yumuşak huylu ve tövbekâr bir insandı. Edip ve kâtipti. Resmî yazıları harika birer edebî eser parçası idi. Arap ve Fars edebiyatını çok iyi bilirdi. Mahir bir ressam idi. İstirahat vakitlerini zaman zaman Dolmabahçe Sarayı’ndaki boğaza nazır hususî odasında geçirirdi.

“Nâzime Sultan burada ağlamaktan yutkunamadı ve bir müddet sessiz kaldıktan sonra ‘Babama haksızlık ettiler’ dedi.

“Sultan Abdülaziz’in katlini bir de kızı Nâzime Sultan’ın sözlerinden tarihe kaydettik. Umulur ki, Mithat Paşa ve ortaklarının tertibi ile kanlı bir şekilde hayatına son verilen bir padişahın vefatı hakkında şüphe ve tereddüde mahal kalmaz. Ümid ederiz ki, bundan sonra Mithat Paşa ve ortaklarının bu cinayetini dile getirmeyi intihar diyerek ört bas edenler, bütün bunlardan sonra yine padişahın intihar ettiğini iddia ederek başka bir yanlışa ortak olma cinayetini işlemezler.”

“Hakikat bir gün olur tezahür eder,
Mezara dahi gömülecek olsa.”


Ömer Faruk Yılmaz
(Yedikıta Dergisi, 38.Sayı, Ekim 2011)

Kaynaklar: Mahmud Celâleddin Paşa, Mir’at-ı Hakikat, I, İstanbul 1326; Ahmed Cevdet Paşa, Maruzat, nşr. Yusuf Halaçoğlu, İstanbul 1980; Ahmed Cevdet Paşa, Tezâkir, I, s. XXIV; Sir Henry Elliot, İntihar mı, İmate mi? Yahud Vak’a-i Sultan Aziz, nşr. Kitapçı İlyas, İstanbul; Alberth Wirth,” Sultan Abdülazîz’in Öldürülmesi”, türk. çev. Salim Tura, Tarih Dünyası Mecmuası, sayı 18, 1 Ocak 1951; Abdurrahman Şeref, “Sultan Abdülazîz’in vefatı”, TTEM, sayı 6(83), 1 Teşrini sânî 1340; İbnülemin Mahmud Kemal,” Sultan Abdülazîz’e dâir”, TTEM, sayı 9(86); Hüseyin Hıfzî, Sultan Abdülazîz Devri, İstanbul 1326; Halid Ziyade, “Osmanlı Sultanı Abdülaziz’in ölümündeki gizem kızının şahitliği ile dağılıyor.”, El-Hayat Gazetesi, 6.5.1412 (11.11.1991) Pazartesi, Sayı: 10502.

SULTAN ABDÜLAZİZ'İN KATLEDİLMESİ
Sultan Abdülaziz Han, yapmaya çalıştıkları sonunu hazırladı. O, Osmanlı Devleti'ni yeniden ihya etmek ve eski ihtişamına kavuşturmak için çaba sarfetti ve bunun bedelini canı ile ödedi.
+++++++++++++++++++++
Osmanlı Devleti'nin çöküşü ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni de ihya edip atalarının ihtişamına kavuşturmaya çalışan tüm devlet adamları katledildi. Batı ve işbirlikçsi ihanet çetesi FETÖ'nün Tayyip Erdoğan düşmanlığının yegane sebebi, onun devleti güçlendirme çabasıdır.
++++++++++++++++++++
Sultan Abdülaziz özellikle orduyu ve donanmayı güçlendirmeye çalışmıştır. Sultan Abdülaziz döneminde Türk donanması dünyanın sayılı donanmaları arasına girmiştir. Sultan Abdülaziz yurt dışına, Avrupa'ya seyahat eden ilk Osmanlı Padişahı'dır. Günümüzdeki Sayıştay, Danıştay ve Yargıtay'ın temelleri onun döneminde atılmıştır.
++++++++++++++++++
Bu araştırmamızda amacımız tarihi verileri toplayarak Sultan Abdülaziz Han'ın Öldürülmesi olayını gün yüzüne çıkarmak değildir sadece. Neden Abdülaziz Han katledildi sorusuna cevap aramak ve katlediliş sebeplerini bulmaktı.
Abdülaziz Han'ın devleti ayağa kaldırmak için yaptığı yatırımlar, bürokrasi ve askeri alandaki yenileşme çabaları onun sonunu hazırlamıştır. Batı ve onun yerli işbirlikçileri, Osmanlı'nın yıkılmasına karar vermişlerdi. Ve bu karara karşı kim çıkarsa çıksın bertaraf edilecekti. Nitekim Sultan Abdülaziz Han katledilerek, Sultan II. Abdülhamid han ve Sultan Vahidüddin Han sürgünde perişan bir halde ölüm terk edilerek tasfiye edildiler.
Sultan Abdülaziz, Sultan Abdülmecit'in vefatından sonra Osmanlı tahtına geçmiş 32 'inci Osmanlı Padişahı'dır. 14 yıl boyunca tahtta kalan Sultan Abdülaziz görevini layıkıyla yerine getirmiştir.
DEVLETİ AYAĞA KALDIRDI
Sultan Abdülaziz özellikle orduyu ve donanmayı güçlendirmeye çalışmıştır. Sultan Abdülaziz döneminde Türk donanması dünyanın sayılı donanmaları arasına girmiştir. Sultan Abdülaziz yurt dışına, Avrupa'ya seyahat eden ilk Osmanlı Padişahı'dır. Günümüzdeki Sayıştay, Danıştay ve Yargıtay'ın temelleri onun döneminde atılmıştır.
Saltanatının ilk 10 yılı Tanzimat devrinin ünlü devlet adamlarından Ali ve Fuad paşaların başarılı icraatlarıyla geçmiştir. Sonraki yıllarda bu iki devlet adamının vefatıyla birlikte Sultan Aziz'in devrinde yeni bir dönem başlamıştır. Bu yıllarda iç ve dış siyasette büyük sıkıntılar yaşanmıştır. İçte ekonomi giderek kötüye doğru gitmeye başlamış, dışta da birçok Balkan ulusu, Rusya ve Avrupa Devletleri'nin kışkırtmalarıyla Osmanlı Devleti'ni bir hayli uğraştırmışlardır. Son olarak Bulgar isyanı ile Osmanlı Devleti oldukça sarsılmıştır.
Bu olaylardan sonra sahneye ülke yönetiminde değişiklik isteyen Mithat Paşa çıkmıştır. Seraskerlikten azledilip sürgüne gönderilen, padişaha diş bileyen Hüseyin Avni Paşa ve Rüşdü Paşa Mithat Paşa'yı desteklemişlerdir. Meşrutiyet rejimine geçilmesini isteyen, rejiminin gerekliliği konusunda kışkırtmalar yapmışlar ve Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilerek Şehzade Murat Efendi'nin padişah olmasını istemişlerdir. Zaten Şehzade Murat Efendi'de tahta çıkmayı dört gözle beklemektedir.
ASKERİ ÖĞRENCİ AYAKLANMASI
Sultan Abdülaziz karşıtları Sultanı tahttan indirmek için harekete geçmişlerdir. 10 Nisan 1876 tarihinde askeri talebeleri ayaklandırmışlardır. Bu isyan 3 gün sürmüştür. Sultan Abdülaziz Sadrazamlığa Mütercim Rüştü Paşa'yı, Seraskerliğe'de Hüseyin Avni Paşa'yı, Şeyhülislamlığa da Hoca Hayrullah Efendi'yi, Mithat Paşa'yı da hükümet üyeliğine tayin etmiştir.
İsyanı tertipleyenler bu değişiklikleri yeterli bulmamışlar ve asıl hedefleri Sultan Abdülaziz'i tahttan indirmek için türlü oyunlara başvurmuşlardır. Şeyhülislam Efendi'den padişahın şuurunun yerinde olmadığını belirten bir hal fetvası almışlardır.
Tarih 30 Mayıs 1876'yı gösterdiğinde Harbiye Mektebi Kumandanı yanındaki askerlerle beraber Dolma Bahçe Sarayı'na gelmişler ve Sultan Abdülaziz'i tahtından indirip bütün şahsi servetini yağma etmişlerdir. Artık Osmanlı tahtında V. Murad Han vardır.
Padişah haremleriyle birlikte yağmur altında kayıklara bindirilerek Topkapı sarayına getirilmiştir. Yağmurda ıslanan kıyafetlerini dahil değiştirmesine izin vermeden onu boş bir odada bekletmişlerdir. Bir süre sonra III. Selim'in öldürüldüğü daireye yerleştirilmiştir. Sultan Abdülaziz yeğeni V. Murad Han'a bir mektup yazmış, evvela onu tebrik etmiş ve bir ricada bulunarak Topkapı Sarayı'ndan başka bir yere yerleştirilmek istediğini belirtmiştir. Birkaç gün sonra Sultan Abdülaziz ve haremi kendi yaptırdığı Feriye Sarayı'na nakledilmişlerdir. Burada Sultan'a bakılmadığı aç bırakıldığı söylenmektedir. Tahttan indirildikten 4 gün sonra Sultan Abdülaziz odasında iki bileğindeki derin kesiklerle bağlı olarak ölmüş bir şekilde bulunmuştur.
OTOPSİ RAPORU SAHTE
Hüseyin Avni Paşa hemen saraya gelmiştir. Yanında getirdiği doktorlara doğru dürüst muayene yaptırmadan bir ölüm raporu düzenletmiştir. Bu raporda son günlerde bunalıma girip intihar ettiği yazılmıştır. İşte bu safhada kamuoyu ikiye ayrılmaktadır. Abdülaziz gerçekten de kamuoyuna duyurulduğu gibi İntihar mı etmiştir?, yoksa Hüseyin Avni Paşa ve arkadaşları tarafından mı öldürülmüştür?
Resmi kayıtlara göre; 4 Haziran 1876 tarihinde sabah Sultan Aziz Validesi'nden sakallarını düzeltmek için bir makas istemiştir. Sonrasında da herkesi odasından dışarı çıkartmıştır. Uzun bir süre odadan ses gelmeyince kapı kırılıp içeri girilmiş ve Sultan Abdülaziz iki bileğini oldukça derin bir şeklide kesmiş vaziyette bulunmuştur.
Diğer taraftan; Sultan Abdülaziz'in intihar edecek bir yapıya sahip olmadığı, dinine oldukça bağlı bir insan olduğu, dolayısıyla intihar gibi büyük bir günahı işlemesinin mümkün olamayacağı, bunun bir cinayet olduğu görüşü, gerek ülke içinde gerekse Avrupa basınında oldukça büyük bir yer tutmuştur.
Tabi ki bu işin manevi kısmıdır. Akla ve mantığa ters olan kısmı ise bir insanın iki bileğini de oldukça derin şekilde kesmesinin oldukça zor ve neredeyse imkansız olduğudur. Çünkü yaralı olan sol bileğiyle makası tutup tekrar diğer bileğini kesebilmesi neredeyse imkansız olduğundan pek akla sığmayacak bir durumdur.
Ayrıca ölen bir Osmanlı Padişahıdır. Her çeşit soruşturma ve otopsi yapılması gerekirken aksine olay yerinde alelacele bir rapor düzenlenmiş hemen akabinde de cenazesi defnedilmiştir. Cenazeyi yıkayan Sultan Ahmet Camii imamı Sultan'ın iki dişinin de kırık olduğunu, saçlarının ve sakalının da bir kısmının yolunmuş olduğunu söylemiştir. Valide Sultan ve cariyelere konu ile alakalı sorular sorulmamış hatta gelen askerlerden birisi Valide Sultan'ın kulağındaki küpeyi çekerek alma cüretini gösterdiği söylenmektedir.
Sultan Abdülaziz'in ölümünden kısa bir süre sonra eşlerinden Neşerek Hanım'da vefat etmiştir. Neşerek Hanım'ın kardeşi yaşananların sebebi olarak gördüğü Hüseyin Avni Paşa'yı ve Harbiye Nazırı Raşid Paşa'yı, hükümet toplantısı esnasında toplantıyı basarak öldürmüştür. V. Murad yaşanan olaylardan sonra bunalıma girmiş ve gittikçe ruhsal yapısı bozulmaya başlamıştır. Bunun üzerine Şeyhülislam'dan yine bir hal fetvası alınarak V. Murad tahttan indirilmiş ve yerine II. Abdülhamit tahta geçirilmiştir.
II. Abdülhamit döneminde 1881 yılında Sultan Abdülaziz'in ölümü ile ilgili Yıldız Sarayı'nda bir mahkeme kurulmuştur.Yargılama sırasında olayla bağlantılı olduğu düşünülen birçok kişi ağır cezalar almıştır. Sürgüne gönderilen Mithat Paşa ve Damat Mahmud Celaleddin Paşa 8 Mayıs 1884 gecesi muhafızları tarafından öldürülmüştür.
 
 
SULTAN ABDÜLAZİZ'İN OTOPSİ RAPORU
 
30 Mayıs 1876 akşamı, penceresinden yaşlı gözlerle izleyen Abdülhamid'in bakışları altında, Sultan Abdülaziz ve ailesi sağanak yağmur altında kayığa bindirilirken Hüseyin Avni Paşa'nın yaveri, arkadaki kayıklardan birine bindirilmekte olan Padişahın eşi Neşerek Kadın'ın üzerinde mücevher olabileceği düşüncesiyle, sarındığı şalı aldı. Alelacele uyandırılıp çıkmak zorunda kalan Neşerek Kadın'ın üzerinde omuzları açık bir elbise vardı. Bu halde kayığa binip, soğuk ve yağmurlu bir havada, uzunca bir süre yolculuk yapmak zorunda kalan kadıncağız ciddi şekilde üşüttü ve iki gün sonra vefat etti.
  Abdülaziz Topkapı Sarayı'nda, altmış sekiz yıl önce III.Selim'in yeniçerilerce öldürüldüğü odaya yerleştirildi. Bu, tesadüfen yapılmış bir hareket değil ; Hüseyin Avni Paşa tarafından kasıtlı olarak alınmış bir karardı. Zaten bu paşayı herhangi bir nedenle öven bir tarihçi de yoktur..
 Avni Paşa, Sultan'ı öldürmeyi çoktan planlamıştı. Uzun zamandır Saray'da casusluğunu yapan İkinci Mabeyinci Fahri Bey'i bu işte kullandı. Cezayirli Mustafa Pehlivan, Yozgatlı Pehlivan Mustafa Çavuş ve Boyabatlı Hacı Mehmet Pehlivan'ı Feriye Sarayı'na bahçıvan yaptılar. Bu üç pehlivan, Şehzade Murad Efendi'nin Kurbağalıdere'deki köşkünde, ayda üç altına bahçıvanlık yaparlarken şimdi geldikleri Feriye Sarayı'nda aylıkları yüz altın olmuş, otuzar altın da ikramiye almışlardı..
Abdülaziz de Topkapı Sarayı'ndan alınarak Feriye Sarayı'na getirildi. İkinci Mabeyinci Fahri Bey ile bu üç pehlivan, eski padişahın odasına girip, uzun bir dövüşmeden sonra bileklerini kestiler, sonra da pencereden atlayıp kaçtılar. Binbaşı Necip ve Binbaşı Ali Bey'ler de cinayet sırasında odada olup onlara yardım etmişlerdi. Yani toplam altı kişiydiler..
DOKTORLAR RAPORU İMZALAMIYOR  Sultan Abdülaziz'in cesedi doktor raporu için yakındaki karakola götürülür. Hüseyin Avni Paşa, cesedin üzerine karakolun perdesini kopartarak örtmüş ve sadece kollarını açıkta bırakmıştı. Cesedin kollarını ilk gören Tıbbiye-i Askeriye-i Şahane (Gülhane) Kumandanı Dr. Marko (Apostolidis) Paşa'dan, bileklerdeki yara izlerine bakarak ve cesede elini bile sürmeden, intihar raporu yazıp imzalaması istenir. Marko Paşa, Avni Paşa'nın dostu ve adamıydı ama, böyle bir raporun altına imza atmayacağını söylediğinde Avni Paşa çılgına döndü. Sonra, askeri Doktor Miralay Ömer Bey çağrılır ; o da imzalamayınca hemen orada apoletleri sökülerek Libya'ya sürgüne gönderilir..
  Sonunda, on dokuz doktor bulunur. Birkaçı sadece kollarına bakar, diğerleri sadece izleyerek raporu imzalarlar. Başlarında Sadrazam, Serasker, Bahriye Nazırı, diğer iki nazır ve çok sayıda subay beklemekte iken zaten fazla şansları yoktur.
  İmzalanan rapora göre ; sol bilekte beş santim uzunluğunda, üç santim genişliğinde ; sağ bilekte ise iki buçuk santim uzunluğunda bir yara vardır. Tıp bilimine göre, bir bileğini kesen bir insanın kesik bileği ile diğer bileğinde böyle bir yara açması imkansızdır,
  Ayrıca intihar olaylarında sadece üstteki "radial" damarlar kesilmektedir. En alttaki "cubital" damarların kesildiği hiç görülmemiştir.
  Ertesi gün yayınlanan hükumet tebliği şu şekildedir : 
"Sultan Abdülaziz sakalını düzeltmek üzere istediği küçük makasla her iki bileğinin damarlarını açarak intihar etmiştir.."
  Bu tebliğ ve ekindeki doktor raporu, hiç kimseyi inandıramadığı gibi ; zaten pehlivanlar da yaptıklarını sonradan itiraf etmişlerdir.
  Pehlivan Mustafa olayı şöyle anlatıyor: 
CENAZEYİ YIKAYAN İMAM HER ŞEYİ GÖRÜYOR
"Fahri Bey arkasından dolanıp kollarını tuttu. Hacı Mehmet ile Cezayirli Mustafa dizlerine oturdu. Ben de sol kolundaki damarları çakı ile iyice kestim. Sağ kolunun dahi birkaç yerine çakı ile bastırdım.." (Ahmet Mithat Efendi, "Mirat-ı Hayret", S.262)
 Sultan Abdülaziz'in naaşını yıkayan sekiz imamdan, Sultanahmet Şeyhi Ömer Efendi, Yıldız Muhakemesinde; Sultan'ın iki dişinin kırılmış olduğunu,sakalının sol tarafının yolunmuş olduğunu, sol memesi altında büyük bir çürük olduğunu söylemiştir..
  İsmail Hami Danişmend, beş ciltlik "İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi" adlı eserinde, Sultan'ın ölüm nedeninin intihar değil de cinayet olduğuna dair tam otuz bir tane delil sayar.
  Cesedi gören doktorlardan, İngiltere Sefareti doktoru da bu kesikleri insanın kendi kendine yapamayacağını söylemiştir..
Halkın hiçbir katkısı olmayan bu hareket tamamen saray içinde yapılan bir darbeydi. Bu darbeyi yapan Midhat Paşa, Hüseyin Avni Paşa, Mütercim Rüştü Paşa ve Süleyman Paşa'nın ortak özelliği ise mason olmalarıydı !..
  Masonluk Osmanlı'da bir padişahı tahtından indirip öldürecek kadar güçlenmişti.
SULTANI ÖLDÜREN PADİŞAHIN CANI CEHENNEME GÖNDERİLİR
  Abdülhamid olayı şöyle özetler :
"Sultan Murad'ın hastalığı daha ilk gün, biat töreni sırasında hissedilmiş ve görülmüştü. Sultan Aziz, belki gafil avlanmıştı ama kendisinden yana olanlar pek çoktu. Kısa bir süre içinde, Abdülaziz'in lehinde,toplumda büyük tepki doğacağını kurnaz serasker 'hal' sırasında gördü. Tehlikeyi ne suretle olursa olsun kaldırmak, onun için bir zorunluluktu. İşte Sultan Aziz'in şehadet sebebi budur !.."
İhtilal gecesi şuurunu yitiren yeni padişahın hastalığı, Abdülaziz'in eşi Neşerek Kadın'ın vefatını duyduğunda büsbütün şiddetlenir. Daha sonra Abdülaziz'in ölüm haberi ile tamamen şoka girer. Duyduğunda düşüp bayılır, sonra da bir buçuk gün boyunca hep kusar.
  Abdülaziz'in kayın biraderi, Neşerek Kadın'ın da erkek kardeşi olan Kurmay Binbaşı Çerkez Hasan Bey; bakanlar toplantısını basarak ablasının ölümünden sorumlu tuttuğu Serasker Hüseyin Avni Paşa'nın üzerine kurşun yağdırır. Bu arada Paşa ile birlikte Hariciye Nazırı Reşit Paşa, birkaç subay ve asker de can verirler. Yaralı ele geçirilen Çerkez Hasan birkaç gün sonra Beyazıt Meydanı'nda idam edilir..
  Bu son olay Sultan Murad'ın şuurunun hepten kaybolmasına neden olur. Çünkü Serasker Avni Paşa en büyük destekçisidir; Çerkez Hasan'ı da uzun zamandır tanımaktadır..
  Hükümdarlığının ilk iki haftası boyunca hareketleri o derece garipleşir ki, Eyüp'te yapılacak Kılıç kuşanma töreni devamlı ertelenir. Osmanlı tarihinde Kılıç kuşanmadan padişah olan tek kişi Sultan V.Murad olmuştur..
  Hükumet erkanı ise, Sultan'ın vücudunda çıban çıktığını, iyileşince halkın huzuruna çıkacağını ilan etmişti. Asıl hastalığı gizlendi.. 
  Fakat işin iç yüzünü bir süre sonra bir Fransız gazeteci açıkladı. Rusya Sefiri Ignatiyef de İstanbul'u terk ederken, "Benim Rusya'ya dönüşüm artık İstanbul'da sefirlik için bir şey kalmadığındandır. Devlet-i Aliye Hükumeti başıbozuk bir hükumettir. Padişahları delidir, hizmet etmek mümkün değildir" demesi bardağı taşıran son damla olmuştu. (Hüseyin Hıfzı, "Sultan Murad-ı Hamis ve Sebeb-i Hal'i",s.16)
  3 Ağustos 1876 tarihli "The Times" ; tahta çıkışından dokuz hafta sonra Sultan Murad'ı şöyle tarif ediyor : Hipnotize olmuş gibi kanepede hareketsiz ve sessiz oturuyor, uzun gün boyunca bıyıklarını ve sakalsız çenesini sıvazlayıp tahttan çekileceği günü düşünüyor ve kendi omuzlarına çok ağır gelen bu yükü kardeşlerinden hangisinin omuzlayabileceğini hesaplıyor.."


SULTAN ABDULAZİZ VE OĞLU YUSUF İZZETTİN EFENDİYİ ÖLDÜREN GÜÇLER VE BUGÜNKÜ UZANTILARI
Tarihi olayları değerlendirmek için ciddi bir bilgi birikiminin yanı sıra meseleyi bakış açısı veya bu bakış açısını seçmedeki niyetiniz önemlidir. Daha doğrusu bu niyeti şu örnekle daha iyi açıklaya biliriz. Deniz kıyısında evi olan bir kişi, uzaktan gelmekte olan gemiyi hangi açılardan nasıl görebilir? Dumanını, evin girişinde; bacasını birinci katında; en üst katta ise güvertesini görür. Yani bu nereyi görmek istediğinize bağlıdır. Şimdi 1. Dünya Savaşı bir Sırplının ateşi ile başladığını söylemek ne derece doğru ise kimi tarih kitaplarında Sultan Abdulaziz'in tahttan indirilmesinden bir kaç gün sonra intihar etti diye yazılması veya biraz daha insaflı olanlar bunu Serasker Hüseyin Avni Paşa'nın kini nedeniyle öldürttüğünü ifade etmesi o derece doğrudur. Biz meseleye 1. kattan bakmaya çalışalım. Daha üst katından bakanlar o cürüme sebep olanların bugünkü uzantılarıdır.
Osman Nuri Lermioğlu'nun  "Halkın İstemediği İnkılâp Meşrutiyet" isimli kitabında İttihat Terakki Fırkası'nın iç yüzünün anlatmaktadır.
Bu kitabın arka kapağındaki şu tespitler meseleye bakış açımızın ne olması konusunda ciddi ipuçları vermektedir:
"Tarihimizde bir Patrona Halil Ayaklanması, bir Kabakçı Mustafa İsyanı en yakın mazide de bir 31 Mart Vak'ası vardır. Bir Hamam tellâkı, III: Ahmed'i ve bütün devrini devirecek ihtilali nasıl hazırlamıştır? Yine bir topçu neferi Kabakçı Mustafa'nın Üçüncü Selim'i ortadan kaldıran Nizam-ı Cedid ordusunu bozmaya kadar varan isyanı tertiplemeye nasıl muvaffak olduğunu hangi tarihçi düşünmüş, hangi eserde sonradan tetkik ve tahmin ile okuyanlara kanaat mesnedi olacak tek bir satırcık olsun bırakabilmiştir? Kabakçı İsyanı yalnız Sadâret Kaymakamı Köse Musa Paşa ile Şeyhülislam Ataullah'ın himaye ve göz yummalarıyla mı meydana gelmiştir? Perdenin arkasında ecnebî nüfuz, para ve tahriki yok mudur?
Hamam tellâkının, Kabakçı'nın Hamdi Çavuş'un maskelediklerin kim olduklarını bilmek memleket insanının hakkı, araştırıp vesikalarla ortaya koymak da tarihçinin vazifesidir. Bunu yapmayan tarihçi günahkardır. Bunu yapmayan kitap tarih kitabı değildir." Biz buna daha çok şey eklemek isteriz fakat buna şu anki bilgi seviyemiz müsaade etmiyor fakat şüphelendiğimiz bazı olaylar varsa da şunu söylemekle yetineceğiz.
YUSUF İZZEDİN EFENDİ'NİN ÖLDÜRÜLMESİ
Gerek Sultan Abdulaziz gerekse Osmanlı tahtının varislerinden Sultan Vahdettin'den önce gelmesi beklenen Yusuf İzzettin Efendi'nin Öldürülmesi veya intihar ettiğine dair birçok makaleler yazılmıştır. Özellikle Sultan Abdulaziz'in intihar etmeyip öldürüldüğü hakkında yazılmış en önemli eserler arasında sayabiliriz. Yine Ramazan Balcı'nın "Beyaz Atlının ölümü" isimli kitabı Sultan Abdulaziz'in nasıl öldürüldüğüne ışık tutmaktadır. Yine Sultan Abdulaziz'in oğlu olan Sultan Reşad'dan sonra tahtın varisi olan Yusuf İzzettin Efendi'nin ölümü ile ilgili iki farklı görüşü kitaplaştırıp yayına hazırlayan Tahsin Yıldırım'ın kitabı olan "Şehzade Yusuf İzzettin Efendi Öldürüldü mü? İntihar mı etti?" kitap bu konuda en önemli eserlerdendir.
Bu kitapları okuduğumuzda şöyle bir sonuç ortaya çıkmakta Türkiye'de İki farklı insan tipinin Osmanlı'nın son zamanlarında da olduğunu görüyoruz. Bugün yakın tarihimizde olan hadiseler gizlenilmeye çalışılmaktadır. Bu gizlenilme yeni kurulan devletin kendini koruma refleksinden öte daha derin manalar taşıdığı olayın içine girdikçe anlaşılmaktadır. Bu nedenle günümüz insanları yakın tarihimizdeki olaylara biraz daha duyarlı olurlarsa günümüzde de devam eden hadiselerin sebeplerinin anlaşılmasında önemli ipuçlarını bulacağı kanısındayız.
Sultan Abdülazîz Han; Sadrâzam Mütercim Rüşdî Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Şeyhülislâm Hayrullah Efendi ve Midhat Paşanın gizli çalışmaları neticesinde 30 Mayıs 1876'da tahttan indirildi. Hüseyin Avni Paşanın ayda yüz altın lira maaşla Fer'iyye Sarayına bahçıvan adıyla aldığı Cezayirli Mustafa, Yozgatlı Mustafa Çavuş ve Boyabatlı Hacı Mehmed adlı pehlivanlar tarafından 4 Haziran 1876'da şehit edildi. Fakat intihar süsü verilerek olayın üzerine gidilmedi. Bize okutulan tarih kitaplarında olayın intihar olduğu yazılı idi. Nitekim hala birçok tarih kitaplarında olayın intihar olduğu iddia edilir. Sultan Abdulaziz öldürüldüğünde yani saldırı esnasında Yusuf Suresi'ni okumaktadır.
Hal böyle iken nasıl olurda yanında Kur'ân-ı Kerim olan ve Kur'ân-ı Kerim'de  Yusuf Suresinin okuduğu anlaşılan Padişah intihar edebilir ve bu tarih kitaplarında böyle ifade edilir? Akıl baliği olmayan çocuklara bile intihar etmenin günah olduğu, cehenneme gideceği ifade edilirken Osmanlı Padişahı, İslâm imparatorluğunun bir padişahı buna cesaret etsin buna kargalar güler. Nitekim aşağıdaki Kur'ân-ı Kerim âyetini Sultan'ın bilmediğini kim iddia edebilir.
 Yılmaz Öztuna'nın "Bir Darbenin Anatomisi" adlı kitabında Abdülaziz'in nasıl
Öldürüldüğünü bütün ayrıntılarıyla anlatıyor:
Katillerin isimleri: Cezayirli Mustafa, Yozgatlı Mustafa ve de Boyabatlı Hacı Mehmet.adlı üç pehlivan.Yılmaz Öztuna, kanıtlarını büyük ölçüde kendisinden önce yazmış Osmanlı tarihçilerine (Cevdet Paşa, İbnülemin Mahmut Kemal gibi) fakat esas olarak Yıldız Mahkemesi tutanaklarına dayandırıyor.
Tarihçi Yılmaz Öztuna öyle detaylar veriyor ki kitabında sanki bir tarih kitabı değil de bir tarih filmi seyrediyor hissine kapılıyorsunuz. Mesela Serasker Hüseyin Avni Paşanın metresi Arz-ı Niyaz Kalfa, odaya girmeden, "intihar etti" diye bağırması, gibi bir çok detayları dakikası dakikasına veriyor.
Hüseyin Avni paşa doktorlara, cesedin kollarından başka hiçbir yerini göstermiyor Cenazeyi yıkayan Sultanahmet Cami imamı, iki dişinin kırık, saçının ve sakalının yolunmuş, göğsünde de büyük bir çürük olduğunu söylüyor. Ölüm raporu cesede bakmadan yazılıyor, fakat Hüseyin Avni ilk üç raporu beğenmediği için, içlerinde "intihar" teşhisi bulunmadığı için yırtıyor!
Sol bileğinde üç santim derinliğinde kesik olan adam, o elle sonra sağ bileğini de nasıl kesmişti? İntihar eden "radial" damarı keser, en dipteki "cubital" damarı nasıl kesebilmişti? Gibi inanılmaz detaylar var.
YUSUF İZZEDİN EFENDİ'NİN ÖLDÜRÜLMESİ
Sultan Abdulaziz'in oğlu Yusuf İzzettin Efendi'nin öldürülmesi ile intihar etmesine biz katılmıyoruz. Neden katılmadığımızı aşağıda ifade etmeye çalışacağız. Şehzade Yusuf İzzettin Efendi Öldürüldü mü? İntihar mı etti? İsimli kitaptan bazı bilgileri sizinle paylaşacağız bu bilgileri sizlerde diğer bilgilerle bir araya getirdiğinizde bizim neden o sonucu çıkardığımızı siz de anlayacaksınız.
Murat Bardakçı'nın Şahbaba adlı kitabında belirtildiğine göre 1966 yılında ölen Abdulaziz'in torunlarından Tevhid Efendi, Yusuf İzzettin Efendi'nin kızı Mihrişah Sultan'a şunları anlatır:
"...Zincirlikuyu'daki köşkte her gece dört doktor kalırdı. Harem ağalarından biri, " bu gece hanımların eğlencesi var, oyuncularla sazendeler gelecek. Efendi Hazretleri (Yusuf İzzettin Efendi) zaten erkenden odalarına çekilecekler, dolayısıyla sizin kalmanıza lüzum yok" diye doktorları evlerine göndermiş. Akşam çengilerle saz heyeti geldi. Geç vakte kadar musiki yapıldı. Gece Efendinin odasında garip bir sessizlik olduğunu fark ettik ve içeri girdik. Efendi bilekleri kesilmişi kanlar içerisinde yatıyordu. İşin garibi duvarlar da kan içindeydi. Odada sanki bir mücadele olmuştu. Üstelik aylardan Şubat'tı, hava buz gibi soğuktu ama pencere ardına kadar açıktı ve penceredeki ağaçlardan biri pencerenin önüne kadar yükseliyordu..." diğer detayları yazmıyoruz.
Çok önemli detaylardan birisi de yine bu kitapta Yusuf İzzettin Efendi'nin özel doktorluğunu yapan Bahaettin Şakir hakkında şöyle bir cümle geçmektedir: " Onun Bahaettin Şakir tarafından katl olunduğu nazariyesine gelince bu çürüktür..." diye karşı çıkan Yusuf izzettin Efendi'nin İntihar ettiğini savunan Ercüment Ekrem Talu, Dr. Bahattin Şakir'in İttihat Terakki'nin önemli yöneticilerinden biri olduğunu göz ardı etmektedir.
İTTİHATÇILAR HANGİ LOCAYA BAĞLIYDILAR?
Yine Sultan Abdulhamid hatıratında Dr. Bahaettin Şakir ile ilgili düşünceleri şu şekilde ifade eder:
"Ahmet Celalettin Paşa'nın Mısır'da Ali Kemal Bey'den aldığı bir mektubu görmüştüm. Bu mektup her halde Yıldız evrakı arasında saklıdır. Kimin nereden para aldığını isim isim yazıyordu. Bu mektupta Dr. Ahbullah Cevdet, Dr. İshak Sükûti, Dr. Bahattin Şakir, Dr. Nazım, Dr. İbrahim Temo'nun Fransız ve İtalyan localarına bağlı olduklarını ve bu locaların yardımı ile yaşadıklarını, hatta memleketteki ailelerine dahi bu localar eliyle para gönderildiğini yazıyor ve bunların vesikalarını gönderiyordu.  Fakat mason locaları, bütün takiplerimize rağmen , "İttihat ve Terakki"ye bağlı subayları harekete geçirince, bu avare insanlar birer bayrak haline geldiler. İşte Jön Türk'ler ve İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin hikâyesi de budur..." diyerek ittihat ve Terakki dış destekli bir örgüt olduğunu ifade etmektedir.
Nitekim ülkeyi padişahın mutlakiyetçi idaresinden kurtaracağız diyerek Sultan Abdulhamid'i mason ve emperyalist işbirlikçilerinin desteği ile tahttan indirerek Osmanlı'yı görünürde padişahların ama perde arkasında dış güçlerin kontrolü altındaki İttihat Terakki'nin sultası idare etmeye başlamıştır. Nitekim bu sözde partide ipler Enver, Talat, Cemal Paşalar, Halil (Menteşe) Bey, Bahattin Şakir, Dr. Nazım ve Cavid Bey'den oluşan çetenin elindeydi. Nitekim l. Dünya Savaşı'na girme kararı, ilk dört adam tarafından partiye, hükümete ve Padişah'a danışılmadan alındı.
 İTTİHATÇILAR ÜST KADROSU HAİNDİ
Burada bir şeyi ifade etmekte yarar var. İttihat Terakki'nin içindeki bütün unsurları ihanet çizgisinde görmek ve bu kişiler hakkında sui zanda bulunmak doğru değildir. Ama bu durum onların suçsuzluğuna mazeret teşkil etmez. Memleket idaresine soyunan bu aydın geçinen güruh, bakkal dükkanının idaresine soyunmadıklarının farkında olmaları ve etrafındaki insanları ve onların arkasındaki unsurları görme yeti ve becerisine sahip olmaları gerekir. Çünkü bu bir sorumluluk ve vebal gerektiren bir olaydır. Bunlar Osmanlı'nın dinine düşman mason ve düğer unsurlarla işbirliği yapmışlardır. Bir atasözü vardır körle yatan şaşı kalkar diye ya da kıratın yanında kalan ya huyundan ya suyundan etkilenirmiş.
 İşte bu daha önce Genç Osmanlılar daha sonraki adları İttihat Terakki olan bu çetenin üyeleri masonlarla,Osmanlı Devleti'nden kopmak isteyen Sırp, Yunan, Ermeni, Arap, Arnavut ihtilâlcilerle, dahası Osmanlı Devleti'ni yıkmak isteyen emperyalist Batı Avrupa ülkeleriyle işbirliği yapmışlardır. Bunu bilerek yapan pirincin içindeki beyaz taş olan münafıklara bu bağlamda diyecek bir şey yok ama günümüzde de bu zihniyetin örnekleri olan bu güruhun gafleti hoş görülebilir mi?
 ABDÜLAZİZ HAN NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ
Gelelim Sultan Abdulaziz'in öldürülme sebebinin perde arkasındaki sebeplerine: Abdulaziz Han tahta çıktığı zaman, Masonların ve Emperyalist Batı ülkelerinin güdümüne girmiş ve kendilerine Jon Turk (Genç Turk) denilen güruhun devletin içten çökertilme faaliyetinin had safhaya ulaştığı bir devredir. Bunlar ekseriyetle- Fransa'da tahsil görmüş ve orada hususi bir şekilde misyonerler tarafından sinsice yetiştirilerek yukarıda Sultan Abdulhamid'in ifade ettiği gibi zafiyetlerine göre ele geçirilmiş Osmanlı görünümlü bir misyonerler topluluğu idi. Memleket, dıştan maddi istilaya uğrarken, içten de manevi bir tahribata maruzdu. Tanzimat Fermanı ile misyonerlik faaliyetleri artmış, basta Ermeniler olmak uzere Hıristiyan azınlıklar üstündeki tahrikler çoğalmıştı.
Bu bahsettiğimiz Siyonist gurubun faaliyetleri daha sinsi ve Sanki Osmanlı'nın çıkarlarını korumak için faaliyet gösteriyormuş görünümünde olan Osmanlı aydınlarını kendi emellerini gerçekleştirmek için ön plana iten ama kendileri daha geri planda kalıp her an rüzgâr gülü gibi her yana dönen hiç kimseye dost olmayan ama dost görünen ama asla asimile olmayan, pirincin içindeki beyaz taş misali gurubun faaliyetleri daha tehlikeli bir boyutta seyrediyordu.
Nitekim bu kesimin özelliklerini Ilgaz Zorlu ( Kendisinin de bu kökenden olduğunu gizlememektedir) " Ben Selanikliyim" isimli kitabında şu şekilde bahsetmektedir:
"Türkiye mozaiğini oluşturan topluluklar içinde en az bilinenini ve en kapalı olanı kuşkusuz ki sabetaycılardır. Mistik Mesih Sabetay Sevi'nin öğretisini takip eden dışta Müslüman içte ise kabalistik bir Yahudi yaşamını devam ettiren...."  Yine bu kitapta İttihat ve terakki adlı bu partiden şu şekilde bahsetmektedir. " Sabetaycılar özellikle İttihat Terakki'den günümüze dek Türk Siyasi Hayatı'nın vazgeçilmez unsurlarından biridirler. Önemli pek çok siyasi aktör sabetaycı kökenlidir..."
Yine bu kitapta bu kesimin devlet kurma fikrinin nasıl ortaya çıktığı ile ilgili tespitleri şu şekildedir:
 " Osmanlı topraklarına Fransız İhtilali sonrası giren milliyetçilik fikirleri tüm milletler üzerinde etkili olmuştur. Yunanlıların egemenlikleriyle doruğa çıkan merkezden ayrılma fikirleri, altı asırdır beraber yaşayan farklı unsurlar arasında kin, hırs ve savaşlara yol açtı. Her millet kendi devletini kurmak istiyordu. Yahudiler 400 yıla yakın Osmanlı topraklarında yaşamakta idiler. Sık sık yaşanan pogromlar ve soykırımlar yüzünden Yahudi cemaatleri yok olmakta  zorunlu göçlere tabi tutulmaktaydılar. İşte bu Yahudilerin bu yurt sahibi olmalarını temel alan Siyonizm bu bağlamda ortaya çıkmıştır..."
" Tabi batı kökenli olan siyonizmin ilk başlarda Osmanlı Yahudileri için bir belirleyiciliği olmamıştır. Fakat zamanla imparatorlukta yaşanan kargaşaya paralel olarak, özellikle batı ile teması olan cemaatlerin bu fikirlerden etkilenmesini beklememek yanlış olacaktır. Alliance okullarıyla Osmanlı Yahudileri bu fikirleri tanımaya başlamışlardır. Merkezi yönetime karşı başkentten uzak olan Selanik'e giderek güçlenen İttihat Terakki harekâtı, bu kente önemli nüfusa sahip olan Yahudi ve sabetaycı cemaatlerin desteklerini kazanmakta gecikmemiştir. Özellikle İslamcılık siyasetinin giderek etkisini kaybettiği bir sırada başlayan kimlik arayışları,  Osmanlılık fikrinin iflasıyla beraber ister istemez milliyetçi düşüncelere dönüştü.  1908 harekâtı sonrasında yaşanan karışıklık, Yahudi burjuvazisinin desteğindeki İttihat ve Terakki'nin iktidara gelmesine yol açtı..."
FATİH SULTAN MEHMED HAN'IN ZEHİRLENMESİNDE DE AYNI ÖRGÜTÜN PARMAĞI VAR
Kitabında çok önemli tespitlerde bulunan ve bu cemaatle ilgili çok gizli ayrıntılara yer verecek kadar bilgi birikimine sahip bu yazarın bu cemaatin faaliyetlerini Osmanlı'da yaşanan kargaşa ve kaos ortamının sebeplerinden birisi değil de sonuçlarından birisiymiş gibi göstermeye çalışması bize pek inandırıcı gelmedi. Osmanlı, Yahudileri Avrupa da yaşanan birçok soykırımdan kurtararak kucak açmasına rağmen bu kesimin Siyonist emelleri olan unsurları, Osmanlı'nın düşmanlarıyla işbirliği yapmaktan onlara stratejik destekler vermekten vazgeçmemiştir. Nitekim Fatih Sultan Mehmed'in zehirlenme hadisesinde zehirleyen doktorun Bu cemaatten olması ve bunu Papa'nın emriyle gerçekleştirmiştir. Hatta Yavuz Sultan Selim'in sirpençe hastalığından değil de bir sefer esnasında Yahudi doktoru tarafından zehirlenerek öldüğünü Cemal Kutay "Sohbetler" isimli kitabında ifade etmektedir.
Burada yanlış anlaşılmasın bir kesime düşmanlığı körüklemek değil, niyetlerin ortaya çıkmasına katkıda bulunmaktır. Bu niyet nedir? İşte günümüzde olayların ve dökülen kanların arkasında da bu niyet gizlidir.
Bu niyet  Chrıstıan Jacq'in Hiram Usta ve Süleyman Peygamber isimli kitabından anlaşılmaktadır: Hz. İbrahim Peygamber'in İsrail kavmi için seçtiği, Hz. Davud'un oğlu Hz. Süleyman iç çatışmalarla paramparça olan İsrail'i birleştirdiği ve Kudüs kayasının üstüne bir tapınak inşa ettiği bu topraklar Siyonistlerin gizli emellerine temel teşkil etmektedir.. Bu tapınağı Süleyman (AS)'ın gizemli güçlere sahip olduğu iddia edilen Hiram adı verilen bir ustaya yaptırıldığına inanılmaktadır. Bu gün Hiram adının bu kavim arasında yaygın olmasının sebebinin bu olması muhtemeldir.
İşte asıl mesele Hz. Davud (AS)'ın ilk başkenti olduğuna inanılan Kudüs şehrinde bu tapınağın kalıntılarına benzerinin inşa edilme gayretleri ve Büyük İsrail devletinin kurulması için küresel güçlerin bu coğrafyada sudan sebeplerle cirit atmasıdır. İşte bu devletin sınırları nerde başlamakta nerde bitmektedir. Bu sorunun cevabı ortaya çıktığında Türkiye'nin de dahil olduğu bu coğrafyada ki sıkıntıların kaynağının ne olduğu konusunda ipuçları ortaya çıkacaktır.
ORDUYU GÜÇLENDİRİNCE ÖLÜMÜNE KARAR VERİLDİ
Buradan tekrar konumuza dönecek olursak yani Sultan Abdulaziz dönemine: Düşmanlarına karşı harbi göze almaktan çekinmeyen, bu maksatla ordu ve donanmayı dünyanın en ileri seviyesine çıkarmaya çalışan Sultan Abdulaziz'in devri, Tanzimat'la başlayan yılgınlıktan milletçe silkinip doğrulma temayüllerinin bir başlangıcı olmuştu. O'nun faaliyetlerinin ana hedefi Tanzimat'la açılmış bulunan batılılaşma hareketlerine yüz vermeyerek, kendi milli ve dini hüviyetine sadik kalmak ve bu yolda ilerlemekti.
Nitekim bu padişahın devrinde,  Fransız medeni kanunu aynen tercüme edilip alınarak, Müslüman teb'aya tatbik edilmesi gibi temayüller belirmişti. Sultan Abdulaziz, bu hareketi, devrinin büyük alimi olan Ahmed Cevdet Pasa ile elele vererek İslam hukukundan yapılmış bir medeni kanun demek olan Mecelle-yi Ahkam-i Adliyye'yi kisaca "Mecelle" denilen büyük kanun metnini ortaya çıkararak önlemiştir.

Donanmasının Kızıldeniz'deki bolumu, Endonezya'yı ezmeye giden İngiliz donanmasının onunu kesmiş, O'nu geri dönmeye mecbur bırakmıştı. Gerçekten de denizciliğe o kadar ehemmiyet vermişti ki, O'nun zamanında Fransız gemilerinin Haliç tersanesinde muvaffakiyetle tamirinden dolayı III. Napolyon bir teşekkür mektubu göndermişti. Burada Sultan Abdulaziz'in ölüm sebeplerinden birisi ortaya çıktığını fark etmişsinizdir. Sultan Abdulaziz'in donanmaya verdiği önem ve bunun da İngilizlerin emperyalist emelleriyle çatıştığıdır. Bunu niçin söylüyoruz Sultan Abdülaziz'i öldürülmesinde parmağı olduğu için Sultan Abdulhamid'in kurduğu Yıldız Mahkemesinde yargılanan Mithad Paşa'yı kurtarmak için İngilizlerin tehdit de dâhil her türlü yönteme başvurmalarıdır.

Burada Hüseyin Avni Pasa, 1871'de görevinden azledilip rütbeleri sökülerek Isparta'ya gönderilmesi. Daha sonra da Mahmud Nedim Pasa tarafından seraskerlikten de azledilmesi sebebiyle «Kinim dinimdir!» diyerek ifade eden Hüseyin Avni Pasa, Sultan'ın hal' edilmesi yanında O'nu öldürmeği de düşünmesini tarihçiler günümüze kadar Sultan'ın öldürülme gerçek sebebiymiş gibi gösterme çabalarını anlamakta zorlanıyoruz. Görünürdeki sebep bu olsa da bu mevcut durumu özellikle İngiltere başta olmak üzere Haçlı ve  Siyonist ittifakı bu fırsatın üzerine balıklama atlamış ateşi elleriyle tutmaktansa Hüseyin Avni Paşa gibi ahlaksız bir despot, Mütercim Rüşdü Paşa, Allah'ın emirleri yerine para ve mevkinin emrine giren şeyhülislam gibi maşaları  kullanmayı tercih etmişlerdir.
Burada şu tespitte bulunmak da fayda var. Bu insanların hepsini aynı amaçlar etrafında birleştirmek ve hepsini bu Siyonist  planın bir  parçası gibi göstermek doğru olmayabilir . Bunların içinde para ve mevki için Sultan Abdulaziz'e ihanet edenler olduğu gibi kinlerinden dolayı ki Hüseyin Avni Paşa bunlardan birisidir. Osmanlı Devletini yıkmak gibi bir niyeti olduğunu sanmıyoruz. Nitekim Mthad Paşa'nın Meşrutiyeti getirme çabalarına engel olmuştur. Bu engeli de Sultan Abdulaziz'in kayınbiraderi olan Çerkes Hasan'a Hüseyin Avni Paşa'yı öldürterek ortadan kaldırdıklarına inanıyorum. Bu dörtlü çetenin üyesi olan Midhat Paşa'nın ise İngiliz ve mason taraftarlığının hangisinin ağır bastığının sorgulamasını konunun uzmanlarına bırakıyorum.
HERKES MENFAATİ İÇİN HADİŞAHA DÜŞMANDI

Mutercim Rusdü Pasa, iki sefer sadarete, uç defa da seraskerliğe getirilmesine rağmen su-i halinden dolayı azledilmişti. O da menfaatinin kesilmesi sebebi ile padişaha kin bağlamıştı.

Hayrullah Efendi'ye gelince, Ruşdü Paşa'nın himayesi ile getirildiği Şeyhülislam'lık makamından bir ay gibi kısa bir zamanda azledilmesi, onun da padişaha karşı kin bağlamasına sebep olmuştu.

Bu dörtlü çete grubu, talebeleri kışkırtarak nümayiş yaptılar. Padişah, kan dökülmemesi için yine bunları is başına geçirdi. Böylece ihtilalciler, istedikleri yere ulaştılar. Is padişahı hal' etmeğe kaldı.
Hüseyin Avni Pasa, pehlivanlardan uç kişiyi Fer'iyye Sarayı'nda mahsus bahçıvanlıkla vazifelendirdi. 4 Haziran 1876 sabah sularında odasına girdiler. Abdülaziz Han, bir müddet onlara karşı koydu. Cinayete intihar süsü vermek için O'nun bileklerinin damarlarını kesen zorbalar, hiçbir sey yokmuş gibi gizlice islerinin başına döndüler.
Tertiplediği katlin neticesini almak için Hüseyin Avni Pasa, saraya geldi. Yaralı Sultan'ı saray karakolunun kahve ocağına götürülmesini emretti. Henüz can çekişen Sultan'a doktor müdahalesini geciktirdi. Mazlum Sultan, caniler çetesi Hüseyin Avni, Mithat ve Rusdu Paşalar'ın gözleri önünde şehiden vefat etti
SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMÎD HAN, AMCASI ABDÜLAZÎZ HANIN ŞEHİT EDİLMESİ İLGİLİ GÖRÜŞLERİ:
Sultan İkinci Abdülhamîd Han, amcası Abdülazîz Hanın şehit edilmesiyle ilgili olarak el altından soruşturmaya başladı. Bizzat veya vâsıtalı olarak yaptığı soruşturma neticesinde amcasının iddia edildiği gibi intihar etmeyip, sûikastle öldürüldüğü kanaatine vardı.
Bir mahkeme kuruldu Otuz ikinci Osmanlı Pâdişâhı Abdülazîz Hanın tahttan indirilerek şehit edilmesine sebep olanları yargılamak için kurulan mahkeme. Yıldız Sarayı yakınındaki Malta Karakolunun yanında kurulan bir çadırda görüldüğü için bu ad verilmiştir.
Karara göre; Abdülazîz Han tahttan indirildikten sonra kaldığı Fer'iyye Sarayının bahçıvan ve bekçileri Pehlivan Mustafa, Cezayirli Pehlivan Mustafa ve Boyabatlı Pehlivan Hacı Mehmed ile Mâbeynci Fahri Bey, Ali Bey, Necib Bey, Dâmâd Mahmûd Celâleddîn Paşa ve Dâmâd Nûri Paşa îdâma, Seyyid Bey ve İzzet Bey onar sene hapse mahkûm edildiler. Cinâyete ortak olduğu anlaşılan, fakat cezâsı tespit edilmemiş olan Midhat Paşa da kendisini savundu. Mahkeme heyeti karar için çekildi. İkinci reis Hristo Forides tekrar celseyi açarak, Midhat Paşanın da îdâma mahkûm edildiğini, temyiz yolunun açık olduğunu, îtiraz için sekiz gün mühlet verildiğini açıkladı.
KATİLİ ABDÜLHAMİD HAN AFFEDİYOR
Abdülazîz Hanın öldürülmesinde eli bulunanlardan Hüseyin Avni ve Kayserili Ahmed Paşalar mahkemeden önce öldükleri için haklarında işlem yapılmadı. Midhat Paşa 6 Temmuz 1881'de temyize başvurdu. Temyiz Mahkemesi Midhat Paşanın îtirâzını görüşerek taleplerinin reddine karar verdi. Mahmûd Celâleddîn ve Nûri Paşaların cezâlarının hafifletilmesinin kararı ile Temyiz Cezâ Dâiresinin tasdikine âit iki îlâm Adliye Nezâretine gönderildi. Adliye Nâzırı Ahmed Cevdet Paşa ve başvekil ünvânıyla Sadrazam olan Küçük Saîd Paşa da îlâmları göndererek Vekiller Heyetinde "görüşülmesini istedi. Vekiller Heyeti toplanarak felâketlerin kaynağının Abdülazîz Hanın tahttan indirilmesi olduğunu, ayrıca mahkeme kararlarını değiştirmeye selâhiyet ve lüzum olmadığını, cezâların affı veya hafifletilmesinin Kânûn-i Esâsîye göre pâdişâhın yetkisi dâhilinde olduğunu belirtti.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han, bakanlar dışında birçok devlet adamının katılmasıyla bir heyet toplayarak mahkeme kararlarının aynen tatbiki veya değiştirilmesi hakkında tek tek tekliflerinin bildirilmesini istedi. 9 Temmuz günü Yıldız Sarayında eski sadrâzamlardan Safvet Paşanın başkanlığında toplanan 25 kişilik heyetten 15 kişi kararların aynen uygulanmasını, 10 kişi ise cezâların hafifletilmesini istedi. Sultan İkinci Abdülhamîd Han, heyet üyelerinin yazılı mütâlaalarını tek tek inceledikten sonra kendi yetkisine dayanarak îdâm cezâlarının hepsini ömür boyu hapse çevirdi. Sivil ve askerî rütbelerini, nişanlarını ve madalyalarını kaybeden mahkûmların on birinin de cezâlarını Hicaz eyâletindeki Taif Kalesinde çekmeleri kararlaştırıldı. Mahkûmlar cezâlarını çekmek üzere Taif'e gönderildi. Böylece Osmanlı târihinde karanlıkta bırakılmak istenen bir cinâyet de aydınlığa kavuşturuldu.
SULTAN ABDULHAMİT HATIRATINDA "SULTAN ABDÜLAZİZ ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR." DER

"Ortada, uydurulmamış, herkesin bildiği, belli bir olay vardı ki o da rahmetli amcamın kanlı ölümü idi. Sultan Abdülâziz intihar mı etti, yoksa onu şehit mi ettiler? Ben hâlâ o inançtayım ki Aziz amcam intihar etmiş değil, öldürülmüştür. Önce, doktor raporu o kadar lastiklidir ki dünyanın her yerinde en büyük tıp bilginleri tarafından tartışılabilir.
intihara kalkışan bir kimse, iki kolunun damarlarını birden nasıl kesebilir? Bunu daha o zaman, doktorlar ortaya koymuş, yazarlar kitaplarına geçirmişti." demektedir.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han, amcası Abdülazîz Hanın şehit edilmesiyle ilgili olarak el altından soruşturmaya başladı. Bizzat veya vâsıtalı olarak yaptığı soruşturma neticesinde amcasının iddia edildiği gibi intihar etmeyip, sûikastle öldürüldüğü kanaatine vardı. Olayın resmî olarak soruşturulmasını istedi. Sultan Abdulhamid hatıratında kurulan mahkeme ilgili aşağıdaki ifadelere yer vermektedir: "Mahkeme, açık yapıldı. Muhakeme usulleri dışına çıkılmamıştır. Tanıklardan başka, bazı suçluların itirafları da var. Cinayet ve temyiz mahkemelerinin bu kadar önemli bir davada hak ve adaletten uzaklaşacak kadar vicdansız ve pervasız üyeleri ve kurulları bulunduğunu ileri sürmek, içlerinde Mithat Paşa'nın da bulunduğu bütün milleti aşağılamaktır! Adalet mercilerinden geçmiş olan bir hükmü, bir de vezirler, devlet adamları ve din bilginlerinden kurulu bir fevkalâde Heyet'e inceleterek fikirlerini istedim. Hiç kimseyi madde ve manâ olarak baskıya almamış olduğum da içlerinden bazılarının, büyük bir özgürlükle fikirlerini söylemiş olmalarından bellidir. Dikkat olunursa, bunların arasında şahsıma bile söz dokunduranlar oldu. Böyle olduğu halde, toplanan oylar, hüküm giyenlerden yana bir çoğunluk sağlayamamıştı. Ben bu konuda mahkemelerden de, vezirler, devlet adamları, din bilginlerinden kurulu fevkalâde Heyet'den de insaflı kalarak hükümlülerin hayatlarına merhamet ettim: idam hükmü hiçbiri hakkında uygulanmadı."
SULTAN ABDULAZİZ'İN ÖLDÜRÜLMESİ HAKKINDA DİĞER GÖRÜŞLER
 
4 Haziran 1871 pazar günü Sultan Abdülaziz, Feriye Sarayı'nın üçüncü katındaki odasında bilekleri kesilmiş olarak bulunur. İddialara göre sakalını düzeltmek için annesinden aldığı makas ile intihar etmişti! Bu iddiayı kanıtlamak için Serasker Hüseyin Avni Paşa yerli ve yabancı doktorlardan oluşan 19 kişilik bir ekibe rapor hazırlattırır. Doktorlara Sultan Abdülaziz'in bütün vücudu gösterilmez, yalnızca bilekleri muayene ettirilir!
Pertevniyal Valide Sultan
 
Bunun bir intihar olduğuna başta annesi Pertevniyal Valide Sultan olmak üzere hiç kimse inanmaz. Evladının kanlı gömleğini ve giysilerini saklar.
Arzıniyaz Kalfa

Sultan Abdülaziz'in öldürüldüğü odaya ilk girenlerden Arzıniyaz Kalfa şu ilginç bilgiyi de bize sunuyor. Kanlar içindeki sultanın yanı başında Kur'an-ı Kerim açıktır. Saldırı esnasında Sultan, Yusuf Suresi'ni okumaktadır! Ne gariptir ki Hz.Yusuf da kardeşlerinin ihanetine uğramıştı ve O'nun hikâyesinde de bir kanlı gömlek vardı.
Tarihçiler
Tarihçiler, bir insanın her iki bileğini keserek intihar etmesinin mantıken mümkün olmadığına işaret ediyor.
Prof. Dr. Vahdettin Engin
 
Abdülaziz dönemiyle ilgili çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Vahdettin Engin, padişahın öldürüldüğü kanaatini yineliyor. Serasker Hüseyin Avni Paşa ile meşrutiyet arayışında olan Yeni Osmanlılar'ın bir olup Sultan'ı katlettiğini düşünen Engin, tarihin bu belgeler ışığında yeniden yazılması gerektiğini söylüyor. "Sultan Abdülaziz neden öldürüldü?" sorusunu ise şöyle cevaplıyor: "Abdülaziz'den sonra başa geçen V. Murad, aklî dengesi yerinde olmayan sağlıksız biriydi. Bunu herkes biliyordu. Onun başarısızlığı halinde başa yeniden geçecek ilk isim Abdülaziz olacaktı. Darbeciler bu ihtimali göz önünde bulundurarak padişahı katletti." padişahın kayınbiraderi Çerkes Hasan, bir süre sonra Hüseyin Avni Paşa'yı
öldürüyor. Bu cinayet de bize padişahın intikamını almak için yapıldığını gösteriyor." diye konuştu.
Tarihçi Yılmaz Öztuna
Tarihçi Yılmaz Öztuna "Bir Darbenin Anatomisi" kitabında Sultan Abdulaziz'in şehit edilmesi ile ilgili öyle detaylar veriyor ki sanki bir tarih kitabı değil de bir tarih filmi seyrediyor hissine kapılıyorsunuz. Mesela Serasker Hüseyin Avni Paşanın  metresi! Arz-ı Niyaz Kalfa, odaya girmeden, "intihar etti" diye bağırması, gibi bir çok detayları dakikası dakikasına veriyor.
 İngiliz elçisi
 Yine Sultan Abdulaziz'in intihar etmediği ve öldürüldüğü kanaati İngiliz elçisi bile dile getirmiş olup bununla ilgili olarak: "Haber duyulur duyulmaz kendim de dahil olduğum halde eski Padişah'ın vefat sebebi intihar olmayıp bilakis cinayet olduğuna şüphe eden bir fert bile yok idi desem caizdir" diyerek olayın cinayet olduğunu ifade etmiştir.
Mahkemeye ifade verenler arasında yer alan Sultanahmet Camii Vaizi Ömer Sait Efendi
Nitekim çağrılmış bulunan 19 doktor da cesedi muayene ediyorlar. Fakat, bu muayene sadece kol ve bilek kısmını muayene edilmesine müsaade ediliyor. Hüseyin Avni Paşa " Bu cenaze Ahmet ağa, Mehmet Ağa değildir, bir padişahtır. Onun her tarafını açtırıp size gösteremem" diyerek genel muayene mani oluyor. Bunun sebebi Olaydan beş yıl sonra Sultan II. Abdülhamit döneminde cinayetle ilgili iddiaları araştırmak için soruşturma açıldığında bu giysiler mahkemede delil olarak kullanılır. Mahkemeye ifade verenler arasında yer alan Sultanahmet Camii Vaizi Ömer Sait Efendi, Sultan Abdülaziz'in cenazesini yıkarken sol memesi altında bir bıçak yarası gördüğünü belirtir. Gömlekte bu bıçağın izi bellidir!
İntihar olmadığını gösteren sebepler
Olay intihar değil, açıkça Hüseyin Avni Paşa, Mithad Paşa ve arkadaşlarının işlettikleri bir cinayettir. Zira;   Evvela, Ahmed Cevdet Paşa'nın ifadesiyle, makasla sol kolunun damarlarını kestikten sonra yaralı kol ile sağ kolunun damarlarını kesmesi inanılmaz bir durumdur. 
 
 İkinci olarak, koskoca Osmanlı Padişahının bu şekilde ölümü üzerine, şer'an ve kanunen her çeşit soruşturma ve tıbbî incelemenin yapılması gerekirken, asla bu yola gidilmemiş ve sadece Fahri Bey denen birinden sorularak alel-acele sahte ölüm raporu hazırlanmıştır. Hüseyin Avni Paşa, muâyene taleplerini şiddetle reddetmiştir.
Darbeye, medreseli öğrencilerin katılımı nedeniyle "Softalar Darbesi" adı verildi. Ancak darbenin sonuçları, darbenin "softalar"ın kontrolünde olmadığını gösteriyordu. Aksine, darbe "masonik"ti; darbeden sonra ön plana çıkarılan mason Sadrazam Mithat Paşa, tahta mason biraderi 5. Murad'ı geçirmişti. Üstad-ı Azam Kemalettin Apak, Beşinci Murad'ın masonluğunu hakkında şöyle der:
 
"O vakıtlar henüz Veliahd olan 33. Osmanlı Padişahı Beşinci Sultan Murad dahi bu locaya (Fransız Ser Locası) kaydolmuş ve 18. dereceye kadar yükselmiştir." (Kemalettin Apak, Türkiye'de Masonluk Tarihi, sf.24)
SULTAN ABDULAZİZ'İ ÖLDÜREN PERDE ARKASINDAKİ GÜÇLERİM AMAÇLARI
 
Tanzimat Fermanı'nın okunmasından I. Meşrutiyet'in ilanına kadar geçen dönem, Osmanlı tarihinde Tanzimat Dönemi olarak anılır.
Bu ferman sayesinde padişahların yetkileri meclislere ya da kişilere devredilmiştir. Buradaki amaç, iktidarı saraydan alıp bürokrasiye vermek ve devlet yönetiminde merkezileşmeyi sağlamaktı. Buradaki amaç bürokrasiyi ele geçiren Siyonist ve dış güçlerin maşaları padişahın iradesini ortadan kaldırarak Osmanlı imparatorluğunun parçalanma sürecini hızlandırmaktı. Peki Osmanlı'nın parçalanması kimlerin işine geliyordu? Başta İngiltere olmak üzere Siyonistler ve işbirlikçilerinin Her ne kadar V. Murat padişah gibi görünse de Hüseyin Avni Paşa, Mehmet Rüşdü Paşa, ve Mithat Paşa memleketi idare ediyordu. Ama Allahû Tealâ bu masonları ve hainleri bir İslâm imparatorluğunun idaresini bırakmaya niyetli değildi. V. Murat'ın akıl hastası olmasıyla bu dört silahşorlar memleketi idare etmeye başladılar fakat olaylar o şekilde gelişiyordu ki bu siyonist çetenin işleri umdukları gibi gitmiyordu. 
İlk önce Sultan Murat delilik emareleri göstermeye başladı. Daha sonra Hüseyin Avni Paşa, Sultan Abdülâziz'in kayınbiraderi Çerkez Hasan tarafından öldürüldü. Hatta bu öldürülme hadisesinde çetenin diğer üyelerinin parmağı olduğu iddia edilir. Çünkü Hüseyin Avni Paşanın meşrutiyet taraftarı olmadığı çetenin diğer üyelerine karşı olduğu söylenir. Bu sebeple Çerkez Hasan Sultan Abdülâziz'in eşi olan kız kardeşi Sultan Abdülâziz tahttan indirildiğinde  hasta olması ve kötü muameleye tabi tutulması sonucu hastalığı daha da ilerleyerek ölmesi sonucunda yeğenlerinin hem annesiz hem babasız kalmasından dolayı belki de Osmanlı ordusunda yüzbaşı olması padişah olan kayınbiraderi sebebiyle geleceği parlak olan Çerkez Hasan bu duyguların da tesiriyle Hüseyin Avni Paşa'nın dahil olduğu toplantıyı basarak  iki kişiyi öldürmesi nasıl mümkün olmuştu.
Tamam Sultan Abdülâziz bir darbe sonucu öldürülmüştü ama darbenin lideri Millî Savunma Bakanı  olan Hüseyin Avni Paşa bir yüzbzşı tarafından öldürülsün hem de indirilen Padişahın kayınbiraderi ve kız kardeşi bu darbecilerin sebep olduğu olaylar sonucu öldürülsün böyle bir kişi elini kolunu sallayarak darbecilerin bir kaçını öldürsün ve bunda Mithat Paşa ve Onu desteklediği Siyonistler ve İngilter'nin parmağı olmasın hani bir reklam var fındığın faydalarını saydıktan sonra "yersen" diyor ya bizim milletimiz yıllardır bu masallarla büyütüldü.
Kısaca, İngilizlerin kuklası olan Midhat Paşa, Hüseyin Avni Paşa ve benzeri hırslı kişiler, kendi gayr-i meşru emellerine ters gördükleri Abdülaziz'i, İngilizlerin tahrikiyle şehid etmişlerdir
İngiltere açısından Hindistan yolunun güvenliği ve Rusya ile Almanya'nın denizlere açılmaması için, 1900 'lere kadar Osmanlının 'hasta adam' halinde yaşaması gerekiyordu.
Mithat paşa'nın Abdulaziz'i devirip önce V. Murad'ı, ardından II. Abdulhamid'i tahta çıkarması ile birlikte yeni Osmanlılar kısa bir ümide kapılmışlardı. Namık Kemal, Ziya paşa ve Şinasi'nin de bulunduğu bir komisyon, Kanun-i Esasi taslağını hazırladı. Ancak Abdülhamit, Mithat paşa korkusu nedeniyle 1877 de Rusya ile savaşı bahane ederek bu ilk anayasayı rafa kaldırdı. Mithat paşa ise önce sürgün edildi, ardından 1884'te, Abdulaziz'i öldürtmekle suçlandı ve Taif'te boğularak öldürüldü. Böylece 30 yıl sürecek istibdat dönemiyle birlikte, Jöntürklerin serüveni yeni bir safhaya girdi.
Siyonistler kendilerine Tevrat tarafından vadedilen bu topraklara ulaşmak amacıyla 19. yüzyıl sonlarında resmi girişimlere başladılar. 1897 yılında Basel'de yapılan 1. Siyonist Kongresi'nde Yahudi lider Theodor Herzl, Yahudi devletinin sınırlarını şöyle açıklamıştı:
Kuzey sınırımız Kapadokya'daki (Orta Anadolu) dağlara kadar uzanır. Güneyde de Süveyş Kanalı'na; sloganımız Davud ve Süleyman'ın Filistin'i olacaktır. Herzl, bütün dünya Siyonistlerinin vereceği destekten emin olarak kongrede şunları da söylemişti: Basel'de ben Yahudi Devleti'ni kurdum. Eğer yüksek sesle söylersem bütün dünya bana güler. Fakat beş sene içinde veya elli sene sonra herkes bunu bilecek
 
Masonluk bu bölgede İttihat Terakki Cemiyeti'ne nasıl hizmet etti ise, bilahare Meşrutiyet'in ilanını müteakip bu cemiyet de Türk masonluğunun teşkilatlanıp gelişmesine öylece hizmet etmiş ve onun yükselmesine amil olmuştur. (Türkiye'de Masonluk Tarihi, Kemalettin Apak, s.41)
 
OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA SİYONİST FAALİYETLER
Cemal Kutay'ın "Sohbetler" simli aylık mecmuasının 2. sayısında Masonluğa karşı Osmanlı'da ilk mücadelenin ne zaman olduğu konusunda şu bilgilere yer vermekte: " Sadrazam Ali Paşanın devlete ait Fransızca resmi Lâ Turki gazetesini çıkarmak üzere getirdiği ve iki ayrı devrede 11 sene memleketimizde kalmış olan  Şarl Mismer, "Osmanlı Ülkelerinde ve İslam Âleminde Senelerim" adlı eserinde veriyor: Şarl Mismer'e göre Sultan Aziz'in 1867 senesinde Paris Dünya Sergisinin şeref misafiri olarak Fransa'ya yaptığı seyahat sırasında Masonların Osmanlı ülkelerindeki faaliyetinden bahseden bizzat Fransız İmparatoru 3. Napolyon'dur: Çünkü bu devrede Osmanlı Masonluğu İtalyan ve İngiliz Maşrıklarına daha yakındı. Halbuki Fransa Şarkta Katoliklerin hamisi sıfatıyla siyasi nüfuz kavgasına girişmişti ve gayesine erebilmek için her çareye başvuruyordu. Masonluğun o devre içinde nasıl siyasi hüviyeti olduğunu çok iyi bilen 3. Napolyon'un Padişahı ikaz etmesinden sonra Sultan Aziz maiyetinde Paris'e gelmiş olan Hariciye Nazırı Keçecizade Fuad Paşa'ya Masonluğun mahiyet ve gayesini sormuş "bunun gizli ve kökü dışarıda bir kuruluş" olduğunu anlayarak takip ve kapatılmasını istemişti.
Cemal Kutay,  "Osmanlı imparatorluğumuzda Masonluğa karşı ilk devlet hareketi böyle başlamıştı. İzmir'deki (Büyük Mahfil) in bu karardan sonra kendi kendine faaliyetini gizlediği sanılmaktadır" demektedir.
 Osmanlı İmparatorluğunda Mason olan Padişah ve Devlet adamları
 Büyük ihtimalle bugünkü masonlar tarafından basılan "İlk Türk Masonları ve Sultan Murat V" isimli kitapta Osmanlı Sultanı V. Murat'ın nasıl mason olduğu hakkında şu bilgiler yer almaktadır: "Veliaht Murat'ın mason olmasında Londra'da iken tanıştığı İngiltere Veliahtı Prens Edward'ın büyük rol oynadığı anlaşılmaktadır. Çünkü Prens Edward Veliaht Murat'a gönderdiği mektupta , "Buradaki mülakatımız sırasında size gizli bir cemiyetten bahsetmiştim ve bu cemiyet hakkında bazı izahat vermiştim. Hatta sizin de bu cemiyete dâhil olmanızın çok münasip olacağını söylemiştim. O zaman alelade bir tavsiyeden ibaret olan bu teklifimi şimdi size daha kuvvetle tavsiye ediyorum. Bu hususta size müracaat vuku bulacaktır. Sakın reddetmeyiniz" demiştir.
            Yine aynı kitapta V. Murat'ın hangi tarihlerde masonluğun üst derecelerine ulaştığı gibi birçok detaylara ve V. Murat'a diğer üstatlardan gönderilen mektuplar yer almaktadır. Bu mektuplardan birisi de Fransız Büyük Maşrık'ının Veliaht Murat'a gönderdiği mektupta mektup şu şekildedir:
                                               Fransız Büyük Maşrıkı, Paris, 1 Mayıs 1873
Haşmetli Veliaht Murat Efendi Hazretleri'ne
Çok kıymetli Kardeşim,
            Fransız Büyük Maşrıkı olarak, Konstantinopl Maşrıkı'nda sizin Proodos isimli bir Fransız locası'nda tekris edildiğinizi, çok büyük bir memnuniyetle öğrenmiş bulunmaktayız.
            Sizin üstün özellikleriniz ve mümtaz karakteriniz, masonik çalışmalarınız ve ilk üç dereceyi kazanmakta gösterdiğiniz arzu ve liyakat, bu derecelerin sembolik öğretilerini kavradığınıza işaret vermektedir. Eminim ki, sizi hür masonluk alemi en ateşli ve en nurlu bir azası olarak bağrına basacaktır.
Siz saygıdeğer Veliaht en içten sevgi bağlarımız bulunan bir toplumu yönetmek üzere, doğuşunuz icabı, bir tahtın basamaklarında ulunuyorsunuz. Tahta çıktığınız zaman büyük bir misyonu, yaşatacağınıza ve davranışlarınızla, kuruluşumuzun prensiplerine sadık kalacağınıza inanıyoruz. Tarih bize göstermiştir ki, antik çağlardan beri bu prensipler bir çok güzel ülkenin medeniyet düzeyinin süratle yükselmesinin başlıca nedeni olmuştur.
            Çok Muhterem Kardeşimiz, emin olunuz ki, gelecekte ki bu en ulvi, insani görevinizin başarıya ulaşmasında Fransız Büyük Maşrıkı'nın tüm kardeşleri yanınızda olacaktır.
            İşte bu düşüncelerle, çok muhterem kardeşimiz sizden,bu içten ve kardeşçe bağlılık duygularımızın kabulünü istirham ederim.
                                                                       Fransız Maşrık Konseyi Başkanı'nın izniyle
                                                                                   Dr. St Jean Genel Sekreter
 
Sonuç olarak; Osmanlı Padişahı olan V. Murad'ın 33. derece mason olmasına sebep olan insanlar ve bu insanların arkasındaki güçlerin İngiltere Kraliyet ailesinden bir prensesi Sultan Murad ile evlendirme gayretleri bu niyetin ne olduğu veya ne oldukları konusuna yeterli açıklık getirdiği kanısındayız..Yukarıda alıntılarla beraber kendi görüşlerimi ifade ettiğim satırları kısaca özetlersem Sultan Abdulaziz öldürülmüştür yukarıda saydığımız sebeplerden ötürü. Oğlu Yusuf İzzeddin Efendi öldürülmüştür. Sultan Reşad'dan sonra Osmanlı İmparatorluğunun başına geçecek olan ve yıllarca babasının öldürülme sebeplerini incelemiş bu olayın dahili ve harici aktörlerinin kim olduğu konusunda kafa yormuş, Yeni Osmanlılar, İttihat ve Terakki gibi mason teşekküllerinin niyetlerinin ne olduğunu sorgulayarak büyümüş bu padişah adayının iş başına geçmesine bu bahsettiğimiz unsurların yukarıda ifade edilen nedenlerden ötürü müsaade etmeyecekleri açık idi.  Günümüzde de bu insanların ve bu zihniyetin torunları olan İlluminatinin gayretleri bütün şiddetiyle sürmektedir. Gerisi laf ü güzâftır. 
Bu bölümde de Sultan Abdülaziz Han'ın kızı Nazime Sultan'ın hatıralarını Yedi Kıta dergisi için kaleme alan Ömer Faruk Yılmaz Bey'in araştırmasını aynen alıntılıyoruz:
SULTAN ABDÜLAZİZ'İN KIZI NÂZİME SULTAN ANLATIYOR: "BABAMIN KATLEDİLİŞİNİ GÖRDÜM!"
Burada ilk defa yayınlayacağımız vesikayı ve Sultan Abdülaziz Han'ın kızı Nâzime Sultan'ın babasının katli sırasında gördüklerini nakletmeden önce padişahın vefatı hâdisesini kısa da olsa hatırlatmakta fayda vardır. Sultan Abdülaziz Han erkân-ı erbaa (dört kişi) diye adlandırılan Mithat Paşa, Hüseyin Avni, Mütercim Mehmed Rüştü Paşa ile Şeyhülislâm Hasan Hayrullah Efendi'nin ve önceden elde ettikleri altmış kadar yandaşlarının tertip ettiği bir darbe neticesi 30 Mayıs 1876 günü tahttan indirilmiş ve dört gün sonra da şehid edilmiştir.

PADİŞAHIN HAL'İ
Sultan Abdülaziz Han, yukarıda isimleri verilen dört kişinin şahsî kin ve garezleri ve bazı yabancı devletlerin parmağı ve yardımları sayesinde yapılan bir darbe neticesinde tahtından indirildi. Hâdise özetle şöyle olmuştu:

Hüseyin Avni, Mithat, Rüştü ve Süleyman Paşalar tarafından bu darbenin 30 Mayıs 1876 Salı sabah saat 4.30 civarlarında yapılması kararlaştırılmıştı.

Hüseyin Avni Paşa önceden, talim için Suriye'den getirttiği askerlerin, kışlalarda yer açılana kadar saray bahçesinde kalması için sultandan izin almıştı. Süleyman Paşa, hal' gecesi bu askerler ile 300 Harbiye talebesine, padişaha bir suikast yapılmak istendiğini, yarın bu hususta erkenden tedbir alınacağını, verilecek emirlere aynen riâyet etmeleri gerektiğini, kimsenin giriş-çıkışına müsaade etmemelerini ve bunun padişahın emri olduğunu söylemişti.

İşte bu askerler gece saat dört civarında uyandırıldılar ve Harbiye talebeleri ile birlikte sarayı kuşattılar. Dünyanın en büyük ve modern harp gemileri ve zırhlılarından oluşan donanma, zaten geceleyin Dolmabahçe açıklarına demirlemişti.

Hal'in esas tertipçileri de geceden beri Kuzguncuk'ta Hüseyin Avni Paşa'nın yalısında, dürbünlerle sarayı gözetliyorlardı. Burada bulunmaları, eğer darbe muvaffak olamazsa toplantı yaptıklarını söyleyerek kendilerini temize çıkarmak içindi. Sultan Abdülaziz Han ise ibadet ve istirahattaydı...

Her şey planlanmış ve saray karadan ve denizden ablukaya alınmış, hal' kararı Dârüssaâde Ağası Cevher Ağa vasıtasıyla Pertevniyal