30 Eylül 2013 Pazartesi

Tohumunu üreteceğiz


Ege Tarımsal Araştırma Merkezi Müdürü Yakup Karaman, yaptığı açıklamada, çerezlik ve yağlık ayçiçeği tohumunda geliştirdikleri türlerin Türkiye'yi ithalattan kurtaracak kalite ve verimlilikte olduğunu söyledi.
Yağlık türde bu yıl tescil ettikleri "Turay" çeşidinde sulu koşullarda dekar başına 500 kilogramla dünya standartlarında verim aldıklarını belirten Karaman, bu türde önümüzdeki yıl ve yıllarda tescile sunacakları 8 çeşit daha geliştirdiklerini ifade etti.Ege Tarımsal Araştırma Merkezi Müdürü Yakup Karaman, yaptığı açıklamada, çerezlik ve yağlık ayçiçeği tohumunda geliştirdikleri türlerin Türkiye'yi ithalattan kurtaracak kalite ve verimlilikte olduğunu söyledi.
Hem yağlık hem de çerezlik ayçiçeği çalışmalarımız var
Tescil ettirdikleri türün yüzde 48 yağ oranı içerdiğini belirten Yakup Karaman, hibrit olan bu türün ilk yılda dahi geniş bir ekim alanı bulduğunu kaydetti. Karaman, "Hem yağlık hem de çerezlik ayçiçeği çalışmalarımız var. Yağlık hibrit ayçiçeğini tescil ettirerek üretime sunduk. Hibrit ayçiçeğimiz verim yönünden standartlara üstünlük ortaya koyarak, hastalıklara karşı daha dayanıklık gösteriyor. Uluslararası firmaların ülkemizde hazırlamış olduğu çeşitlerle rekabek edebilecek bir tür. Birinci ve ikinci ürün koşullarına uygun, Türkiye'nin ihtiyacına cevap verebilecek bir çeşidimiz" dedi.
Bakanlık destek verdi
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın destekleriyle yaptıkları çalışmalarda amacın Türkiye'yi hibrit ayçiçeği tohumunda ithalattan kurtarmak olduğunu dile getiren Karaman, "Türkiye'nin petrolden sonra en büyük ithalat kalemini sıvı yağ oluşturuyor. Ayçiçeği Türkiye'nin ithalat kalemleri içinde en büyük miktardaki ürünlerin başında geliyor. Sıvı yağ büyük ithalat kalemlerimizden biri olduğu için bu türlerin gelişimine önem veriyoruz. Tescil ettirdiğimiz tür tohum üreticilerinden büyük ilgi gördü. Yeni türlerin de devreye alınmasıyla ayçiçeği tohumunda ithalatın önemli oranda düşeceğine inanıyoruz" diye konuştu.
Ege Tarımsal Araştırma Merkezi Ayçiçeği Geliştirme Sorumlusu Ahmet Şemsettin Tan ise ayçiçeğinde üzerinde çalıştıkları türlerden birinin de "çerezlik" olduğunu söyledi. Türkiye'de çerezlik ayçiçeği üretiminin yerel çeşitlerden köy popülasyonu olarak gerçekleştiğini ifade eden Tan, verimi düşük olan bu türlerin makineli hasada da uygun olmadığı için üreticinin gelir kaybına yolaçtığını dile getirdi.
Ahmet Şemsettin Tan, "Yapmış olduğumuz çalışmalarda şu anada kadar yağlık ve çerezlik çeşitleri geliştirmiş bulunuyor. Çeşitlerimizden bir tanesi bu yıl 'Turay' ismiyle tescil ettirerek üretime sunduk. Gerek yağlık gerekse çerezlik hibrit tohum ıslahına yönelik bir çok ebeveyin hattı üretmiş bulunuyoruz. Bunlarla oluşturduğumuz kombinasyonlarla çok yüksek verim potansiyeline sahip çeşitler geliştirdik. Çerezlikte, Türkiye'nin fazla çeşidinin olmaması ve üretiminin yerel türlerden köy popülasyonundan yapılması nedeniyle üretici fazla verim elde edemiyor. Ekim alanını geniş olmasına rağmen düşük verim nedeniyle ihtiyaç ithalatla karşıyanıyor. Yerli türlerden melezlenme yöntemiyle 7-8 çeşit geliştirdik. Tescile hazır bu türlerimiz tüketici isteklerine uygun beyaz, beyaz çizgili, alaca ve siyah iri uzun taneli çeşitlerden oluşuyor. Bunlar yüksek verim ve makineli hasata uygunluğuyla dikkati çekiyor."

29 Eylül 2013 Pazar

Bir bilgeye sormuslar



Bir bilgeye sormuslar:
 "Efendim, dunyada en cok kimi seversiniz?"
 "Terzimi severim" diye cevap vermis.
Soruyu soranlar sasirmislar :
 "Aman ustad, dunyada sevecek o kadar cok kimse  varken terzi de kim oluyor? O da nereden cikti? Neden terzi?"
 Bilge, bu soruya da soyle cevap vermis :
 "Evet dostlarim, ben terzimi severim. Cunku ona her gittigimde, benim olcumu yeniden alir.
Ama otekiler oyle degildir. Bir kez benim hakkimda karar verirler, olunceye kadar da, beni hep ayni gozle gorurler."

28 Eylül 2013 Cumartesi

Bu Müslümanlıksa ben müslüman değilim

Alparslan Üniversitesi'nin davetlisi olarak Muş'a gelen Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, konferans verdi. Müslüman ülkelerde meydana gelen vahşet olaylarına değinen Başkan Kılıç, ''Eğer bu Müslümanlıksa, ben Müslüman değilim'' dedi.

Bugün öğlen saatlerinde THY'nin tarifeli uçağı ile Muş'a gelen Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, havalimanında Vali Vedat Büyükersoy, Belediye Başkanı Ak Parti'li Necmettin Dede, Cumhuriyet Başsavcısı Hasan Kaya, Alparslan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nihat İnanç, Emniyet Müdürü Muharrem Durmaz tarafından karşılandı.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç havalimanına 19 kilometre uzaklıktaki Güzeltepe köyündeki Alparsan Üniversitesine gitti. Üniversitenin 2013-2014 adademik yılı açılışına katılan Başkan Kılıç, Prof. Dr. Sebahattin Zaim Konferans salonunda, 'İnsan Onuru ve Anayasa' konulu konferans verdi.

Konferansında özellikle müslüman ülkelerde yapılan vahşete değinen Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, şöyle konuştu: 
''Pakistan'dan tutun, Afganistan, Hindistan gibi özellikle İslam ülkelerini şöyle bir analiz edecek olursak Irak, İran, Suriye, Mısır, Fas, Tunus ve Cezayir tam bir yangın yeri. Buradaki insan onurundan bahsetmeye mecalimiz yok. Her gün televizyonlarda görüyoruz. Bir gün birisi canlı bomba oluyor bir tarafta patlamalar yaşanıyor. Bu nasıl bir kültürdür, bu nasıl bir inançtır? 'Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir. Bir insanı kurtarmış bütün bir insanlığı kurtarmış gibidir' diyen bir öğretinin, bir inancın sahibi olan bu ülkelerde bu vahşeti ne diye izah edeceğiz? Eğer bu Müslümanlıksa ben Müslüman değilim. Böyle bir şey olamaz. Bir kilisenin içine girip orayı patlatıp, 80-100 insanın ölümüne sebep olmak dinin neresinde buna izin var. Kafası kesilen, koparılan, iç organları ellerinde gezdirilen böyle bir vahşeti, böyle bir insanlık dışı hareketi İslamla, Müslümanlıkla nasıl izah edebilirsiniz? Burada bir yanlışlık var. Herkesi bu yanlışlığa biraz eğilmeleri için dikkatini çekiyorum. Bu inancın insanlarının böyle bir şeyi yapmasına asla ihtimal vermiyorum, olamaz böyle bir şey ve bu hak ihlallerine baktınız zaman İslam coğrafyasında görüyorsunuz.''

Doğanın fedailerine müjde!


Ankara Valiliği'nin üzerinde hassasiyetle durduğu projeyi Başkent'te ilk olarak uygulayan Mamak Belediyesi, projenin tanıtımını gerçekleştirdi. Mamak'ın yıllarca çöplüğüyle anıldığını dile getiren Belediye Başkanı Mesut Akgül, 'Mamak'ta yıllardır devam eden dönüşüm çalışmaları, farklı bir boyutuyla devam edecek" dedi

Dönüşüm çalışmalarına kontrolsüz bir şekilde katılan sokak toplayıcılarının lisanslı firmaların çalışan personeli haline geleceğini belirten Başkan Akgül, "Maaş artı primle çalışacak olan kağıt toplayıcıları artık hem daha düzenli bir şekilde çalışacak hem de kontrol altında tutulacak. Mamak'ta 3 mahallede başlayan dönüşüm çalışmaları bugün 66 mahallede devam ediyor. Mamak'ta yürütülen dönüşüm çalışmaları hız kesmeden devam edecek.' ifadelerini kullandı.Ankara Valiliği'nin üzerinde hassasiyetle durduğu projeyi Başkent'te ilk olarak uygulayan Mamak Belediyesi, projenin tanıtımını gerçekleştirdi. Mamak'ın yıllarca çöplüğüyle anıldığını dile getiren Belediye Başkanı Mesut Akgül, 'Mamak'ta yıllardır devam eden dönüşüm çalışmaları, farklı bir boyutuyla devam edecek" dedi.
Sigortalı primli kağıt toplayıcılar geliyor
Sokaklarda son derece kontrolsüz bir şekilde çalışan kağıt toplayıcıları, Mamak'ta dönüşümü gerçekleştiren lisanslı firmalarla çalışmaya başlıyor. İlk olarak toplayıcıların kullandığı araçlar giydirildi. Kağıt toplayıcıları da firmaların hazırladıkları kıyafetleri giyecek. Sigorta, maaş ve primle çalışmaya başlayacak olan toplayıcıların, ilk etapta 25 tanesi lisanslı firmalarla çalışmaya başladı. Sunulan şartların son derece cazip olması nedeniyle bu sayının artması bekleniyor.
İlkokul öğrencilerine ambalaj atıkları tanıtıldı
Mamak'ta dönüşüm çalışmalarını aktif olarak yürüten lisanslı firmaların kullandığı dönüşüm kutuları ve araçlarının da tanıtıldığı basın toplantısına katılan Şehit Cihan Yıldız İlköğretim Okulu 4 C sınıf öğrencilerine ambalaj atıkları anlatıldı. Ambalaj atıkları konusunda çocuklara sorular soran Akgül, öğrencilere içerisinde çeşitli hediyelerin de bulunduğu çanta hediye etti.

Lahor'a 19 yeni Metrobüs




SEÇİM KAZANDIRDI
Pakistan'ın Pencap eyaletinin başkenti Lahor'da Albayrak Grubu tarafından işletilen ülkenin ilk metrobüs hattına 19 yeni metrobüs aracı daha katılması Pakistan halkı tarafından yoğun ilgiyle karşılandı. Oniki milyon nüfuslu Lahor'un çileli trafiğinde 3,5 saatlik yolu 50 dakikaya indiren metrobüs hattına yeni filonun katılması Pakistan basınında manşetlere taşındı.
Pakistan'a ilk kez metrobüs getiren Pencap Eyaleti Başbakanı Şahbaz Şerif'in eyalet seçimlerinde ikinci kez başarı elde etmesinde önemli rol oynayan metrobüs hattında çalışan metrobüs sayısının 45'ten 64'e yükselmesi Lahor halkı tarafından memnuniyetle karşılandı. Önceki 45 metrobüs çok tutulması yüzünden yolcuların aşırı akınına neden oluyordu.
YOLCU AKINI
Lahor'un 12 milyonluk nüfusunun metrobüsü denemek için farklı semtlerden akın etmeye devam ederken ülkenin diğer şehirlerinden de sürekli ziyaret amacıyla gelip binen yolcular bulunuyor. Pencap'ta hükümet kurması ardından başbakanı Şahbaz Şerif metrobüsü aşırı ilgi nedeniyle Albayrak yetkililerinden 19 adet metrobüs daha eklemesini istemişti.
Perşembe akşamı Lahor'da bulunan Albayrak metrobüs terminalinde yapılan törendeki açılışı, Pencap hükümetinde önemli görevlere sahip olan Pencap Başbakanı'nın milletvekili oğlu Hamza Şahbaz Şerif yaptı. Pakistan'ın basını gündem farklı olmasına reğmen ulusal televizyon kanalları 19 Metrobüsün daha operasyona koyma törenine önemli yer verirken, gazeteler de birinci sayfadan haberi değerlendirdiler.

26 Eylül 2013 Perşembe

Zonguldak'ın Çaycuma ilçesinde bahçesinden Roma dönemine

Arazi mahkemelik olurken, gece gündüz nöbet tutan Nizamettin Oral, geceleri uyku uyuyamadığını, çok zor şartlar altında araziyi korumaya çalıştığını söyledi. 

 ilçesine bağlı Kadıoğlu köyünde ikamet eden 69 yaşındaki Nizamettin Oral, 2008 yılında bahçesine sera kurarken ilginç bir durumla karşılaştı. Maden işçiliğinden emekli olan Oral, toprağa çaktığı seranın demirleri ilerlemeyince toprağı kazdı. Geç Roma-Erken Bizans dönemine ait olduğu tahmin edilen Zeugma mozaikleri ile karşılaşan Oral, jandarmaya haber verdi. Kültür Bakanlığı tarafından koruma altına alınan arazide 5 yıldır kazı çalışmaları yapıldı. 

Yedi emin olarak teslim edilen bahçedeki kalıntıların zarar görmemesi için gece gündüz nöbet tutan ve hiçbir maddi destek görmemesinden yakınan Oral, son yapılan restorasyon çalışmalarının ardından 173 bin TL kamulaştırma bedeli çıkartılınca bu bedeli yetersiz buldu. Oral'ın itirazı üzerine olay yargıya taşındı. Yapılan incelemeler sonucunda bir dönüm arazi ve üç katlı evi için 620 bin TL isteyen Oral, mahkemenin kesin bilirkişi raporunun ardından yeniden kamulaştırma bedelinin ortaya çıkacağını söyledi. 2008 yılında ortaya çıkan kazılar nedeniyle geceleri uyku uyuyamadığını, çok zor şartlar altında araziyi korumaya çalıştığını ifade eden Nizamettin Oral, şunları söyledi:

'Sera kurarken biz demirleri kaynak yapmak için topraktan aşağıya inmedi. Merak ettik. Kazdıktan sonra değişik taşlar çıktı, resimler çıktı. Onların değerli olup olmadığını biz bilmeyiz. Allah köyümüze böyle güzel bir nimet verdi. İnşallah hayırlı olur. 5 seneden beri çalışıyorlar. Zeugma mozaiklerinde tamirat yaptılar. Ekipler burada çalışmalar yaptı. Üzerlerini kapattıktan sonra gittiler. Burayı kamulaştırma için bizi Zonguldak'a çağırdılar. Fakat orada bize verilen teklif çok az olduğu için ben kabul etmedim, itiraz ettim. Bir dönüm yerle beraber üç kat evime 173 bin TL teklif ettiler. Benim evim diğer araziler gibi değil.

Yerimde Zeugma mozaikleri çıktı. Yol kenarında ve biz üç aileyiz. Biz, daire başına Çaycuma'dan komisyon geldi. Dairelere 150 bin TL istedim. Yerin metresine 80 lira istedim. 620 bine yakın hesabımıza göre tutuyordu. 450 bin TL daireler tutuyordu, arazi ile beraber 600 bini buluyordu. Olmadı, biz de itiraz ettik. Şu anda mahkemenin bilirkişi sonucuna göre devletimiz bilir.'

İHA'ya konuşan Çaycuma Belediye Başkanı Mithat Gülşen ise, ortaya çıkan tarihi eserlerin Çaycuma ilçesine marka şehirler konusunda büyük katkı sağlayacağını söyledi. Mahkemenin bilirkişi yoluyla kesin kamulaştırma bedelini tespit edeceğini belirten Gülşen, 'Kadıoğlu Roma dönemine ait Zeugma kazıları Kültür Bakanlığımız tarafından takip edilmektedir. Kazının bu sene en son restorasyon, tamirat çalışmaları yapıldı. Buranın kamulaştırılması söz konusudur. Şahsen bizler dönemin Zonguldak Valisi Erol Ayyıldız'a rica etmek kaydıyla Tabiat Kültür Varlıkları'nın Zonguldak fonundan yaklaşık bir sene önce buranın kamulaştırılmasını talep ettik. Buraya yaklaşık tüm yazışmalar bittikten sonra 180 bin TL dolayında ödeme yapılması noktasında kamulaştırılma bedeli çıkartıldı. 

Biz öyle biliyoruz. Vatandaşımızın itirazı oldu. Vatandaşımız yüklü bir miktar para talep etti. Şu anda konu mahkemelik oldu. Mahkeme, bilirkişi yoluyla buranın kamulaştırma bedelini tespit edecek. Bu bilirkişi ile tespit edildikten sonra yer Zonguldak İl Özel İdaremizin uhdesine geçmiş olacak. Kamulaştırılma çalışması bitmiş olacak' diye konuştu.

Kültür Bakanlığı ile protokol imzaladıklarını söyleyen Başkan Gülşen, arazide yapılacak olan inşaat ve restorasyon çalışmalarının ardından işletime açılmasını beklediklerini bildirdi. Gülşen, 'Buranın projelendirilmesi gerekiyor. Keşfi hazırlanması gerekiyor. Yine inşaatı, yapımı gerekmektedir. Biz, Kültür Bakanlığımıza şu teklifi de getirdik. Belediye olarak burayı işletebileceğimizi söyledik. Çünkü Kadıoğlu Zeugma kazıları bizim için marka şehirler konusunda çok önemlidir. Çaycuma bundan sonra yoğurdunun yanında Zeugma eserleriyle ün kazanacaktır' dedi.
Restorasyon çalışmaları tamamlanan tarihi eserlerin üzerleri toprak ile kapatılırken, kamulaştırma çalışmalarının ardından inşaat çalışmaları başlayacak olan bölge işletilmeye açılacak.

Türk mühendislerden müthiş buluş


Yüzde 99'luk başarı
Türk kimyacıların geliştirdiği boya sayesinde elektromanyetik radyasyon yüze 99 oranında engellenebiliyor. Geliştirilen boya İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik elektronik laboratuarlarından ve Fizik Mühendisleri Odası onay aldı.Kimya mühendisi Ercan Tokdemir, oluşturduğu Ar-Ge ekibiyle beraber 3 yıldır üzerinde çalıştığı boyayla büyük bir başarıya imza attı. Astar boya şeklinde duvara uygulanan boyanın üzerine normal boya yapılıyor. Boyanın çocuk odalarında, hastane ve okullar dahil tüm yaşam alanlarında kullanımının elektromanyetik radyosyona engelleyeceği belirtiliyor. Ürünü İstanbul Teknik Üniversitesi elektrik elektronik laboratuarları, fizik mühendisleri odası inceleyerek onaylamış durumda. Ayrıca boya için patent başvurusu da yapıldı.
Dünyada bu boyanın bir benzeri daha var fakat içeriğinde ağır kurşun olduğu için tercih edilmiyor. Kurşun maddesi insan sağlığı için tehlike oluşturmakta yerli üretim boyada ise sağlık açısından her hangi bir sakınca bulunmuyor. Geliştirilen boyanın uygulandığı odada ölçülen elektromanyetik radyasyon değeriyle boya uygulanmamış odadaki radyasyon değerleri arasında yüzde 99'luk fark görülüyor.
Başardık
Yüksek Kimya Mühendisi Nalan Gülçin Kaykaç, "Firmamız yaklaşık 2,5 yıldır yürütmekte olduğu bi Ar-Ge çalışmasının sonucunda elektromanyetik radyasyonu kalkanlayan bir boya geliştirmeyi başardı. Ürünümüzün etkinliği İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından fizik mühendisleri odası tarafından ve çeşitli dernekler tarafından test edildi. Elektromanyetik radyasyonun çocukları yetişkinlerden daha çok etkilediği deneysel çalışmalar sonucunda kanıtlanmış bir şey dolayısıyla geliştirdiğimiz bu ürünün özellikle bebek odalarında, çocuk odalarında ve yatak odalarında kullanılması gerektiğini düşünüyoruz." bilgisini verdi.
Kimya mühendisi Ercan Tokdemir de "3 senedir bu elektromanyetik radyasyondan koruma üzerine çok etkin bir ürün geliştirdik. Bu arada patent başvurularımızı yaptık umuyoruz ki çok etkin bir ürünü piyasaya yakın zamanda süreceğiz" dedi.
Yakın zamanda piyasaya sürülecek olan elektromanyetik radyasyonu kalkanlayan boyanın yalnızca Türkiye de değil dünyada ilgi görmesi bekleniyor.

Nadir bulunan petrol çıkarılmaya başladı


Batman Valisi Yılmaz Arslan üretim çalışmaları başlayan kuyuda incelemede bulundu. Şirket yetkililerinden çalışmalar ile bilgi alan Vali Arslan, valilik olarak özel sektörün yaptığı bu tür çalışmaları desteklediklerini söyledi.Batman'ın petrol çıkartma ve üretme bakımından Türkiye'nin en önemli bölgesi olduğuna dikkat çeken Vali Arslan, "Türkiye olarak bizim yaklaşık 28 milyon ton petrol ithalatımız var. Türkiye'nin bu 28 milyon ton petrol ithalatına karşın Türkiye'nin 2. 5 milyon ton petrol üretimi var. Bu 2.5 milyon tonluk petrol üretiminin yaklaşık 1.7 milyon tonu bizim Batman bölgesinde yer alıyor. Dolayısıyla biz Türkiye'nin kendi ürettiği petrolün yüzde 72'sini üreten bir bölgede bulunuyoruz. Dolayısıyla ilimiz ve bizim için petrol önemli bir değere sahip. TPAO'nun Tüpraş'ın 1950 yılından beri sürdürdüğü bu çalışmaların bizi getirdiği nokta budur." dedi.
Özel sektör de güzel çalışmalara imza atıyor
Özellikle son yıllarda devletin yaptığı güzel çalışmaların yanında özel sektörün de petrol arama ve işletme konusunda güzel çalışmalara imza atığını belirten Vali Arslan "İşte şu anda içerisinde bulunduğumuz alanda İpek Koza Enerjiye ait bir sondaj sahası. Bu sondaj çalışması yakın bir tarihte tamamlandı. Arkadaşlardan aldığım bilgiye göre yaklaşık 2856 metrelik bir sondaj yapıldı. 2 Bin 820 metrede de petrol keşfi yapıldı. Şu anda sondaj söküm çalışmaları devam ediyor. Akabinde pompa ve diğer çalışmalar yapılacak. Yine bölgemizde Trasatlantik ve Perenco'da değişik bölgelerde şuan petrol üretim çalışmalarına devam ediyor. Biz özellikle bu işin öncüsü mimarı olan TPAO ile birlikte özellikle özel sektörümüzün bu bölgeye gelip petrol arama çalışması yapmasından, petrole ulaşmasından,üretime geçmesinden çok memnunluk duyuyoruz. Ve bu bölgede çalışma yapanlara her türlü desteği valilik olarak bizden talep edilen her türlü desteği karşılıyoruz." şeklinde konuştu.
Huzurun olduğu yerlerde ekonomik faaliyetler daha hızlı gelişir
Çözüm sürecinin bölgedeki ekonomik faaliyetlere olan yansımasını da değerlendiren Vali Arslan "Elbette ki emniyetin, asayişin huzurun olduğu yerlerde diğer bütün faaliyetler bununla beraber gelişir. Kargaşanın, sıkıntının olduğu yerlerde de ekonomik faaliyetler başta olmak üzere bir takım sıkıntılar yaşanması kaçınılmazdır. Emniyetin, asayişin huzurun olduğu yerlerde ekonomik faaliyetler daha hızlı gelişir." şeklinde konuştu.
Sondaj çalışmasının tamamlanıp üretim aşamasına geçtiklerini belirten İpek Enerji Sondaj Koordinatörü Cem Vanlı, ise şunları dile getirdi. "2856 metrede biten sondajımızın üretim aşamasına geçmiş bulunuyoruz. Böyle bir başarı geldi. Ülkede nadir olarak rastlanan 34 gravite hafif son derece kaliteli artezyen dediğimiz petrole ulaştık. Bunun mutluluğunu yaşıyoruz. Üretim çalışmaları devam ediyor. Ülkemize bir katma değer yaratma hedefindeyiz. Gerekli teçhizatın kuleye sevkiyatı ile birlikte en kısa sürede üretime geçilecek ve bu testlerin sonunda günlük üretim rakamları ve rezerv miktar netleşecek."
Aynı zamanda İpek-2 kuyusunun lokasyon inşaatına başlandığı kısa sürede lokasyon tamamlanıp sondaj kulesi kaldırılarak yeni üretim kuyusunun sondajına başlanacağı belirtildi

24 Eylül 2013 Salı

Üç girişimcinin ürettiği molekül, ilaç ve kozmetikte dışa bağımlılığı azaltacak.


Türkiye, bazı hammaddeleri üretme konusunda yetersizGenç girişimciler, zeytin çiçeği ve yaprağından ilaç ve kozmetik sanayisinde kullanılan molekül elde etti. Banf Doğal Ürünler firması ortaklarından Fatih Karabay, ürettikleri molekülün Türkiye'nin özellikle ilaç ve kozmetik sanayisindeki dışa bağımlılığını azaltacağını söyledi. TÜBİTAK'a 2012 yılında projelerini sunarak girişimcilik desteklerinden faydalanmaya hak kazandıklarını ve İzmir'de bu desteklerden yararlanan beş başvuru sahibinden biri olduklarını belirten Karabay, yeni girişim fikirlerini gerçeğe dönüştürmek için yola çıktıklarını kaydetti. Zeytin çiçeği ve yaprağından elde ettikleri moleküllerle kozmetik ve ilaç sanayisine yönelik hammadde yaptıklarını dile getiren Karabay, 'Banf Doğal Ürünler olarak 20'ye yakın bitkinin saflaştırılmasını, etkin molekül ve hammadde satışlarını gerçekleştirebiliyoruz. Elde ettiğimiz girişimcilik desteğiyle yeni bir laboratuvar kuracağız.
Türkiye, bazı hammaddeleri üretme konusunda yetersiz ve dışa bağımlı konumda. Bir yıl içinde seri üretime geçerek, bu dışa bağımlılığı azaltmak için önemli bir yatırımı tamamlamış olacağız.' dedi. Firmalarının kuruluş aşamasında, İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA) bünyesinde faaliyet gösteren Projem İzmir Teknik Yardım Masası ile irtibata geçtiklerini aktaran Fatih Karabay, İZKA'nın yönlendirmesi ve katkısıyla kendilerine yol haritası çizdiklerini belirtti.
Türkiye'nin tarımda gerçek potansiyelini kullanamıyor
Türkiye'nin tarımda gerçek potansiyelini kullanamadığına dikkat çeken proje ortaklarından Burçin Batıbay da zengin bir floraya sahip Türkiye'de, biyoteknoloji alanında kullanılabilecek pekçok bitki çeşidi bulunduğunu vurguladı. Bu durumun girdi maliyetlerini Avrupa'ya göre daha makul seviyeye indirdiğini kaydeden Batıbay, katma değeri yüksek ürünlerle tarıma dayalı sanayinin geliştirilmesi gereğine dikkat çekti.
Hizmet sunuyoruz
Projem İzmir Teknik Yardım Masası kapsamında proje üretmek isteyenlere yönelik çeşitli hizmetler sunduklarını belirten İZKA Program Yönetimi Birim Başkanı Halil İbrahim Murat Çelik ise İzmir'de faaliyet gösteren, kâr amacı güden veya gütmeyen bütün paydaşlara yönelik uygun ulusal, uluslararası veya AB fon kaynakları hakkında yönlendirmeler yaptıklarını söyledi. İzmir'in hibe programlarından faydalanma oranının arttırılmasını hedeflediklerini belirten Çelik, proje fikri için finansman arayışında olan kurum ve kişilere bilgilendirmeler yaptıklarını, mali desteklerden faydalanabilmeleri için proje yazımı aşamasında yönlendirme hizmeti verdiklerini aktardı.

23 Eylül 2013 Pazartesi

İlk 'elektrikli treni' ihraç ettik


Afganistan'dan gelen çocuklar için mini tren talebine olumlu cevap veren girişimciler bir aylık bir üretim süreci sonrasında ilk siparişi adrese gönderdi.Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, 'bir babayiğidin' yerli otomobil imal etmesi için yaptığı çağrı üzerine elektrikli arabalar üzerinde çalışan ahşap mobilya dekorasyon ustası ve teknik ressam Yalçın Taşbaş ile Denizli Jeneratör Sanayi'nin sahibi Tahir Öztürk'ün, beş kişilik kadro ve kısıtlı imkânlarla büyük firmaların bile cesaret edemediği işlere imza atıyor. Genç girişimciler, Denizli Belediyesi'nin isteği doğrultusunda turistlerin Laodikya Antik kentine girerken çevreye bakabileceği şekilde kapısız otobüsle 'Tomofil' adını verdikleri Cadillac'ın 1975 modeli benzeri yerli elektrikli otomobili yapan ekibin KOSGEB'e yaptığı başvurusu ise "Projede çalışacak personel ve projede kullanılacak yöntem ve teknoloji belirsiz olduğundan projenin desteklenmesi uygun bulunmamıştır" şeklinde bir de yazı ile reddedilmiş.
Gara Tren iki yıl önce yola çıktı
Tren işine ise iki yıl önce "Gara Tren" adını verdikleri akülü tren yapımıyla başladıklarını anlatan Öztürk, bunların çok ilgi gördüğünü, İstanbul, İzmir, Balıkesir, Muğla, Kayseri ve Denizli'den siparişler aldıklarını söylüyor. Geçen yıl Denizli Belediyesi'nin desteğiyle 26 kişilik "Trambus" adlı iki adet turistik gezi aracı yaptıklarını belirterek, "Daha sonra Başbakanımız'ın, 'Yok mu babayiğit?' demeci üzerine biz çıktık ortaya, babayiğit olarak. Dört kişilik elektrikli bir otomobil yaptık. Bu otomobille İstanbul'da fuara katıldık. Fuarda çok ilgi gördü. Başbakan'ın demeçleri üzerine destek alınacağı düşüncesiyle çok büyük masraflar ettik. KOSGEB'e proje hazırladık. KOSGEB'den onaydan geçmedi. KOSGEB için hazırlamış olduğumuz bir araç vardı. Bu aracı KOSGEB incelediğinde bizim zaten aracı yaptığımızı, neyin desteğini istediğimizi sordular. Projemizi kabul etmediler." diyor. Destek verilse ithal edilen araba veya cihazların üretimini yapabileceklerini de vurgulayan Öztürk, "Seri üretimle maliyetleri düşürebiliriz. Teknolojik olarak kendimizi geliştirebiliriz. Bunları tek başımıza yapmamız mümkün değil." dedi.
50 bin dolarlık mini treni, 35 bin liraya imal ediyorlar
Trambus ve Tomofil yapımının ardından, basında çıkan haberler üzerine Afganistan'dan kendileriyle irtibata geçildiğini aktaran Tahir Öztürk, "Tren yapımında, marine kontrplak kullanıyoruz. Sudan ve dış etkenlerden etkilenmemesi için dışına laminet kaplatıyoruz. Çocukların zarar görmeyeceği şekilde boya kullanıyoruz. İki yıldır çalışan trenlerimiz var, şimdiye kadar hiç bir sorunla karşılaşmadık. Müşteriler tarafından çok beğeniliyor. İmalat süresi bir ay. Tamamen el işçiliği olan bir iş. Beş personelimiz var. Satış fiyatımız 35 bin lira. Bunun muadili yurtdışından gelen trenler, yaklaşık 50 bin dolar civarında." diye konuştu.
Alışveriş merkezlerinde kullanılabilir
Yaptıkları elektrikli mini trenin, alışveriş merkezlerinin içinde ve dışında kullanılabileceğini anlatan Yalçın Taşbaş ise, "26 çocuk kapasitemiz var. Duruma göre 30 çocukda binebilir. Tek şarjla devamlı gitmek isterseniz, 5 saat sürebilirsiniz. İndi bindiler olursa 12 saatlik sürüşe bedeldir. Denizli Belediyesi'ne de turistik gezi araçları yapmıştık. Gelen siparişlere göre farklı dizaynlarda elektrikli araçlar üretebiliriz." şeklinde konuştu

İl ilçe ve köy sınırları değişiyor



Tepe yok dere kurudu
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı koordinasyonunda yürütülen çalışma kapsamında il, ilçe ve köy sınırlarını yeniden belirleyecek bir adım atılıyor. Avrupa Birliği'ne uyum sağlanması amacıyla 81 ilde bulunan yaklaşık 953 ilçe ve 34 bin köyün sınırları tamamen değişecek.
Tarla, yayla, orman ve mera gibi alanların sınırları netleşeceği için hem köyler hem de köyde yaşayanlar arasındaki kavgalarda sona erdirilmiş olacak. Mülkiyet değişikliği ise olmayacak. Ankara'nın Çamlıdere ilçesinde pilot olarak başlatılan proje 2014 yılında Türkiye'nin geneline yaygınlaştırılacak. Cumhuriyet sonrası çizilen sınırların baz alındığı dere, tepe, çeşmeler bugün tespit edilemiyor. O dönemdeki hudutnamelerde bir köyün sınırı 'şu dereden şu tepeye kadar' olarak çizilmiş. Ancak o tepeye verilen ad kullanılmadığı veya dere kuruduğu için sınır anlaşmazlıkları ortaya çıkabiliyor. Özellikle çalışma ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da sıkça yaşanılan arazi anlaşmazlıklarına da köklü bir çözüm getirilmiş olacak.
Van Gölü Bitlis'e kalabilir mi?
Halen 1924-30 yılları arasında tamamlanan hudutnameleri kullanan Türkiye, arazideki karşılığı olmayan haritaların tamamını çöpe atacak. İl, ilçe ve köy sınırlarında yaşanılan asayiş olaylarının hangi kolluk gücünce takip edileceği açıklığa kavuşacak. Van Gölü'nde meydana gelen bir olayla ilgili hangi şehrin yetkili olduğu netleşecek. Örneğin göl kıyısında işlenen bir olaya Van mı yoksa Bitlis polisinin mi bakacağı yolunda sık sık yaşanan tartışmalar sona erecek

22 Eylül 2013 Pazar

Bugün ayin kaci?(bir ömür Ordu)


Kemaloğlu Hikmet Efendi Gümüşhane’den Ordu’ya gelip yerleştiğinde Ordu henüz bir küçük kasaba görüntüsündedir.
1884 doğumlu olan Hikmet Bey, Ordu kazası kaymakamlığında memur olarak işe başlar. Göçmen olmak, başka bir şehre gelip tutunmak insan hayatının en zor dönemeçlerinden biridir. Bu zorluklar içerisinde Hikmet Bey ve eşi Binnaz Hanım, Ordu’da bir taraftan hayata tutunmaya çalışırlarken, bir taraftan da yeni komşular ve yeni dostlar edinmeye başlarlar. Hikmet Bey kısa süren memuriyet hayatından sonra ticarete atılır. Ticarette oldukça başarılı olur ve Sırrı Paşa Caddesi üzerinde manifatura dükkânı işletmeye başlar. Bununla da kalmaz, Süleyman Felek Caddesi üzerinde bir fırın açar, un ticareti de yapar.
Fırıncılık ve un ticareti ailenin soyadı almasının da belirleyicisi olur: Akden. “Ak tane”, ya da “ak dene” anlamında AKDEN soyadı alınır. Ordu’da Hikmet Bey artık “Kemaloğlu Hikmet” değildir, Uncu Hikmet’tir. Uncu Hikmet, 1917 yılında doğan oğlu (resmi kayıtlarda 1920) Nihat Akden’in okumasını, eğitim görmesini ister. Ordu’da ortaokul bittikten sonra Trabzon Lisesi’ne devam eden Nihat Akden’in eğitim hayatı ailenin yaşadığı hazin bir olayla noktalanır. Hikmet Bey ve eşi Binnaz Hanımın iki kızları vardır. İlk çocukları olan Halise Hanım, o yıllarda Ordu’da lise olmadığı için İstanbul’da, ülkenin en iyi eğitimine sahip okullarından birine, Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’ne yazdırılır. Üçüncü sınıfta okurken o yılların ölümcül hastalığı olan vereme yakalanır ve İstanbul’da vefat eder. Büyük kızları Halise’nin gurbette vefat etmesinden sonra Hikmet Bey, tek erkek çocuğu olan Nihat’ın gözünün önünde olmasını ister ve Trabzon Lisesi’nden alır. Nihat bundan sonra babasının yanında kalacak, ticareti öğrenecektir. Uncu Hikmet Beyin ikinci çocuğu Munise Hanım, Ordu’nun sosyal hayatında, tiyatro çalışmalarında etkin bir kişi olan Namık Senih Mayda ile evlenmiştir. Ordu’nun usta tiyatro sanatkarı,şair ve yazarıdır Namık Senih. Hikmet Bey ve oğlu Nihat, fırıncılığı bırakarak bütün çalışmalarını manifatura dükkânı üzerinde yoğunlaştırırlar. Ancak görülen odur ki Nihat Akden, ticaretten daha çok spor yapmayı, gezmeyi ve Halkevi faaliyetlere katılmayı sevmektedir. Spor Yıldızı futbol takımında oynamaktadır. Uzun boyu güçlü fiziği nedeniyle arkadaşları ona bir lakap takarlar:Ayıboğan Nihat. Hikmet Beyin komşusu Ali Kibar, ayakkabıcılık yapmaktadır ve yakın bir zamanda ailesiyle birlikte Arhavi’den göç etmek zorunda kalarak Ordu’ya yerleşmiştir. Maddi durumu iyi olan Ali Bey, Arhavi’de, kunduracılık mesleğini sürdürmekte, işleri gereği de arada sırada İstanbul’a gitmektedir. Ali Kibar’ın İstanbul’a gittiği zamanlarda, bir gece evlerinin kapısı çalınır. Karısı Ayşe Hanım ve çocukları evdedir. Ayşe Hanım kapıdaki kişilerin kim olduklarını öğrenmek için kapıyı açmadan seslendiğinde dışarıdakilerin eşkıya olduğu anlaşılır. Kadın onlardan kurtulmak için belindeki altın işlemeli kemerini çıkartır ve kapının altından dışarıya uzatır. Böylece eşkıyalar, büyük bir ganimet almanın sevinciyle, evdekilere zarar vermeden oradan uzaklaşırlar. İstanbul’dan evine dönen Ali Bey bu olay kendisine anlatıldığında, değerli bir kemeri alan eşkıyaların tekrar gelip eve baskın yapacaklarını anlar. Gündüz uyuyup gece nöbet tutmaya başlar. Bir gece eşkıyalar evin etrafında belirdiklerinde, hazır beklemekte olan Ali Bey onların üzerlerine peş peşe kurşun yağdırır. Eşkıyalar uzaklaşmıştır ancak ailenin huzuru da iyice kaçmıştır. Göç kararı alınır ve aile Ordu’ya yerleşir. Zefer-i Milli Mahallesinde Nihat Aktenlere komşu olan Arhavili Kibar ailesinin kızı Behice, Nihat ile akrandır. Nihat ile Behice, sokakta birlikte oyun oynarlarken aynı zamanda gittikleri ilkokulda sınıf arkadaşı olmuşlardır. Bir süre Ordu’da yaşayan Kibar ailesi, Arhavi’de suların durulmasından sonra geriye dönerler. Aileye alışılmış, dostluklar pekişmiş, çocuklar arkadaşlık kurmuştur. Herkese zor gelen bu ayrılık Behice için çok da uzun sürmez. Nihat Akden 20’li yaşlara geldiğinde Hikmet Bey ve eşi Sürmeneli Binnaz Hanım, biricik oğullarını iyi bir ailenin kızıyla evlendirmeyi düşünürler. İlk akıllarına gelen de Kibarların kızı Behice olur. Arhavi’ye gidilir, kız istenir, düğün yapılır. Böylece Behice’ye çocukluk günlerinde sokaklarında koşup oynadığı Ordu’nun kapıları tekrar açılıverir. Nihat Akden Behice Hanımla evlendiklerinde iki erkek bir kız çocukları dünyaya gelir: Hikmet Uğur, Fikret Onur ve Ayşegül. Hikmet Bey 70’li yaşlara geldiğinde bütün işleri oğlu Nihat’a devretmenin hesaplarını yapmaktadır. Sırrı Paşa Caddesinde bugün Osmanlı Döner’in olduğu köşedeki manifatura dükkanı Akden Ticaret ismini taşımakta, dükkânın ön kısmında manifatura ticareti yapılmakta, arka bölümde ise sadece gazyağı satılmaktadır. 1980’lere kadar Ordu’da gazyağı önemli ve temel bir tüketim maddesiydi. Köylerdeki bütün evler fitilli gaz lambaları ile aydınlatılıyor, Çarşamba günleri Ordu çarşısına inen köylüler mutlaka gazyağı satan dükkânlara uğruyorlardı. Akden ailesi bu ticaretten iyi paralar kazanıyordu ama Nihat Akden, bambaşka bir iklimin insanı olarak, Millet Düzünde Spor Yıldızı’nda futbol oynuyor, Halkevi’nde balo ve toplantılar düzenliyordu. İşleri oğluna devretme zamanının geldiğini düşünen baba Hikmet Akden, bir akşam eve elinde bir fındık çuvalı ile gelir. Çuvalın içi epeyce bir miktarda parayla doludur. Parayla dolu çuvalı Nihat Akden’e teslim eder ve ona şu tavsiyede bulunur: “Bu parayı kullan işlerini geliştir. Nihat, büyük bir hayranlık duyduğu Müzeyyen Senar’ı dinleyebilmek için İstanbul’un sık sık yolunu tutuyor, onun sahne aldığı mekânlarda para harcamaktan çekinmiyordu. Babası bir İstanbul seyahatinde oğluna ev alma tavsiyesinde bulunur ama bu isteği gerçekleşmez. İstanbul’dan ev alınmaz ama Nihat için bir İstanbul seyahati hayatının en güzel ve en unutulmaz hatırasına vesile olur. Galata Köprüsü üzerinde yürüyerek Eminönü’ne geçmekte olduğu bir anda trafik sıkışır. Duran araçların arasından köprünün karşısına doğru geçerken bir arabanın arka koltuğunda oturmakta olan “mavi gözleri çakmak çakmak” Gazi Mustafa Kemal’i görür. Heyecanla “Nasılsınız Paşam?” diye seslenir. Mustafa Kemal şapkasını çıkartarak başını hafifçe öne eğer ve Nihat’in bu selamına karşılık verir. Nihat Akden, Zafer-i Milli mahallesinde Ermeni bir aileden satın aldığı evi esaslı bir onarımdan geçirir. Evde eski sahiplerinden kalma Ermenice kitaplar vardır yığınla. Bunlardan bir kısmını dostları Doktor Dikran Toraman’a verirler. Kalanlar ise Behice Hanım evin avlusunda kurulan çamaşır kazanlarının altını tutuşturmak için kullanır. Ordu’nun ileri gelen aileleri olan Mağdenler, Yaraşlar ve Furtunlarla yapılan komşuluklarla, bayram sabahlarında dolup dolup boşalan bu güzel evde süren hayatı Nihat Akden aynı zamanda siyasetle, müzikle renklendirmektedir. Sıkı bir CHP’li olan Nihat Akden’in misafirleri arasında Mareşal Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü de yer almıştır. Cumhuriyetin getirdiği yeni değerlere gönülden bağlıydı, sarsılmaz bir Atatürkçüydü. Mustafa Kemal’in büyük Anadolu Aydınlanmasının öncü yapıları Halkevlerinin Ordu şubesindeki bütün çalışmalara katılırdı. 1950’den sonra Halkevleri kapatıldığında, hem Halkevlerinin mahiyetini hem de Halkevi sonrası yapılmak istenenleri kavramıştı. Bu durumu kendi cümleleriyle şöyle açıklamıştı:1950’li yıllarda Halkevlerini kapattılar, gençleri sokaklara bıraktılar. Oysa Halkevleri, Atatürk’ün 1932 yılında kurduğu Halk üniversiteleriydi. Bizim dönemimizde sporu da, kültürü de, sanatı da, sevgiyi de, saygıyı da hep Halkevlerinde öğrendik.” En başta gelen karakteri dürüstlük olan Nihat Akden’in ticaretle barışmayan yıldızı, Spor Yıldızı kulübü ile parlamış, takımın sarı-siyah renkli formasının sol omuz altında yer alan sarı yıldızı yakasında gururla taşımıştı. Nihat Akden’in oynadığı kulüp olan Spor Yıldızı, 27 Haziran 1931 tarihinde kurulmuştu. O yıllarda rakipleri Gençler Yurdu Futbol takımıydı. Bu iki takım birbirleriyle tatlı bir rekabet içerisinde maçlar yaparken, merasimlerde her iki kulüp oyuncuları takım formalarıyla yürüyüşe katılıyordu. O yıllarda Gençler Yurdu daha çok orta tabaka ailelerin çocuklarından oluşuyorken, Spor Yıldızı ise daha üst sosyal tabakaya sahip gençlerden kuruluydu. Zaten Nihat Akden’in babası Hikmet Bey, Ordu’nun en varlıklı kişilerinden biriydi. Nihat Akden, 1970’li yılların hemen başında ticari faaliyetlerden elini ayağını çeker. Onun bu kararı vermesindeki en önemli gelişme, o yıllarda yaygınlaşmaya başlayan karaborsacılık faaliyetleriydi. “Ben haram para yemem” diyerek dükkanını kiraya verdi, emekli maaşını ve dükkan kirasını alarak yaşamına devam etti. Ordu sokaklarında yürüyerek dostlarının yanına uğradı, kendince güzel bir hayat sürdü. En başta gelen dostu Temel Akyol’du. İnsan uzun yaşadığında tüm dostlarının cenazesine katılmak zorunda kalır. Nihat Akden de tüm sevdiği arkadaşlarını bir bir uğurladı cami avlularından. Ama her cenazeden sonra “hayat devam ediyor” diyerek üzüntünün kendisini yıkmasına izin vermedi. Ama hayatta kendisini derin acılara boğan iki cenazeye, ahbabı Temel Akyol’un ve çok sevdiği karısı Behice Hanımın cenazelerine katıldı. Temel Akyol kendisinden yaşça oldukça küçük olmalarına rağmen aralarında çok güzel bir muhabbet bağı bulunmaktaydı. Büyük bir sevgiyle bağlandığı, hayatı boyunca “Sultan” diye seslendiği karısı, Behice Hanımı 2006 yılında toprağa verdikten sonra “Kara Tren” türküsünü dinleyip dinleyip gözyaşlarını içine akıtmıştır:
 “Gözüm yolda gönlüm darda
Ya kendin gel ya da haber yolla.
 95 yıllık hayatını dolu dolu yaşadı. Fenerbahçe ve Ordu Rotary Kulübü üyesiydi. Ölümüne beş ay kalana dek Ordu sokaklarını elindeki bastonla arşınladı. Son aylarında evinden dışarı çıkmadı ama yatağa da düşmedi. 2 Aralık 2012 akşamı, evde kendisine bakan kadına seslendi: -Bugün günlerden ne? -Pazar -Yarın ayın kaçı? -Üçü Nihat amca! -Tamam… Oğullarım Hikmet ve Fikret’e haber verin! Son sözleri bunlar oldu ve ertesi gün, pazartesi sabah saat yedide, çok sevdiği hayata, Ordu’ya ve sevdiklerine veda etti.

Paketten cemevlerine dört kadro çıktı


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın önümüzdeki hafta açıklaması beklenen ‘Demokratikleşme Paketi’ sürprizlere gebe. Halkın geniş kesimini ilgilendireceği söylenen pakette gazeteciler de unutulmamış. Düşünce, ifade, örgütlenme özgürlüğünü genişletmeyi amaçlayan paketin içerisinde ‘tutuklu gazetecileri’ yakından ilgilendiren düzenlemelerin yer aldığı öğrenildi. İç ve dış kamuoyuna demokrasi mesajı vermek isteyen hükümetin, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) sürecini de olumsuz etkileyen ‘tutuklu gazeteciler’ sorununa neşter vurmaya kararlı olduğu söyleniyor. Bu çerçevede, Türk Ceza ve Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK) bazı değişiklikler öngörülüyor.
Gazetecilerin tutuklanmasına yol açan yasa maddelerine bakıldığında en fazla ‘terör örgütü üyeliği’, ‘terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek’, ‘hiyerarşi içerisinde yer almamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek’ suçlamalarıyla dava açıldığı görülüyor. AK Parti’den yansıyan bilgiler, iç ve dış kamuoyunda eleştiri konusu olan bu maddeler revize edileceği şeklinde. ‘Terör örgütü üyeliğinin’ net kriterlere bağlanacağı, ‘kitleleri silah ve şiddete yöneltmeyen propaganda faaliyetlerinin’ suç kapsamına girmeyeceği şeklinde değişiklikler yapılabileceği, gelen bilgiler arasında. Son açıklanan verilere göre cezaevindeki gazeteci sayısı 67. Bu kişilerden 9’u tutuklu, 15’i hükümlü, 43’ünün ise yargılaması devam ediyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ay sonu basın toplantısıyla kamuoyuna açıklanması beklenen ‘Demokratikleşme Paketi’nde yer alması beklenen diğer düzenlemeler şöyle:

CEMEVLERİNE STATÜ


Paketin önemli bir başlığı da Alevilere ilişkin. Cemevlerine ‘inanç ve kültür merkezi’ statüsü verilirken dede ve cemevi çalışanlarına maaş bağlanacak. Dede ile beraber güvenlik görevlisi, hizmetli dahil cemevlerinde 4 kişiye devlet kadrosundan maaş verilmesi düşünülüyor.

ÖZEL OKULLARDA KÜRTÇE
Anadilde eğitim paketin içerisinde yer almasa da özellikle Kürtçe eğitim için esnek bir model bulundu. ‘Türk Tipi’ olarak bakılabilecek çözüm önerisi devlet okulları yerine özel okullarda çoktan seçmeli dille eğitimin önünün açılması şeklinde. Özel okullar, istedikleri takdirde Kürtçe veya Arapça gibi dillerde eğitim verebilecek. Bunun için belirli oranda öğrencinin talebi aranacak.

KAMUDA BAŞÖRTÜSÜ ÖZGÜRLÜĞÜ
Kamuda kılık-kıyafeti düzenleyen 12 Eylül dönemine ilişkin yönetmelik kaldırılıyor. Buna göre kadınlar için başı açık olmayı mecbur kılan madde yürürlükten kalkıyor. Kamuda başörtüsü özgürlüğünün önü açılıyor. Yönetmelik değişikliğinin erkeklere sakal özgürlüğü ve kıyafet esnekliği sağlaması da bekleniyor.

DERSİM, NORŞİN, TİLLO
12 Eylül ve daha önce isimleri değiştirilen yerleşim merkezleri eski adlarına dönebilecek. Bu kapsamda Tunceli’nin ismi yeniden Dersim olacak. Siirt’te Aydınlar olarak değiştirilen Tillo ile darbe döneminde Güroymak yapılan Norşin eski adlarını alacak.

RUHBAN OKULU VE MOR GABRİEL
Türkiye ile Yunanistan arasında ‘mütekabiliyet’ şartı nedeniyle krize neden olan Heybeliada Ruhban Okulu, 42 yıl sonra açılıyor. Ruhban Okulu’nun yüksekokul düzeyinde açılışına izin verileceği tahmin ediliyor. Pakette, Süryanilere ilişkin önemli bir düzenleme bulunuyor. ‘Süryanilerin Kudüsü’ olarak bilinen Mor Gabriel Manastırı’na ait olan araziler iade edilecek. Mor Gabriel olayına benzeyen yani ibadethane olduğu halde el konuların taşınmazların yeniden ibadethane olarak kullanılması için iadesi de gündemde.

YÜZDE 5 SÜRPRİZİ
AK Parti, yüzde 10 seçim barajı ısrarından vazgeçme eğiliminde. Artık bir işlevi kalmadığı düşünülen barajın yüzde 5’e kadar indirilmesi tartışılıyor. AK Parti yönetimi, yüzde 7 ve 5 seçeneklerini müzakere ederken yüzde 10 oranının aşağı çekilme olasılığı yükseldi. Demokratikleşme Paketi ile seçim sistemi de değiştiriliyor. ‘daraltılmış bölge’ modeli ağırlık kazanırken 550 olan milletvekili sayısına dokunulmuyor.

KÜÇÜKLERE DE HAZİNE YARDIMI
Siyasi partilere yapılan Hazine yardımı kriteri değişiyor. 12 Eylül sonrası yüzde 7 ve üzerinde oy alan partiler Hazine yardımı alabiliyordu. Özellikle Meclis’e giremeyen, oy oranı düşük partilerin şikâyetçi olduğu bu sistem değişiyor. Pakette yüzde 3 ya da 5 oranında oy alan partilerin de Hazine’den yardım alabilmesinin önü açılıyor.

21 Eylül 2013 Cumartesi

Kanuni'nin kalbini ararken kayıp Türk kasabasını buldular


Kanuni Sultan Süleyman 1526'da, yani tahta çıkışının henüz 6'ncı yılında Mohaç zaferiyle Macaristan kapılarını açarak Avrupa'da "Muhteşem" diye anılmaya başlamış, 40 yıl sonra döndüğü bu ülkede Zigetvar kalesinin fethinden bir gün önce, 6 Eylül 1566'da hayata gözlerini yummuştu.
Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa, Şehzade Selim gelip tahtı devralana kadar binbir oyunla padişahın ölümünü vezirlerden bile 48 gün gizledi. Kanuni'nin naaşı, İstanbul'a bozulmadan taşınabilmesi amacıyla tahnit edildi (geçici olarak mumyalandı). Söylenceye göre bunun için kalbi ve iç organları çıkarıldı, misk ve amberle yıkanıp altın bir leğenle gömüldü. Naaş ise, geçici olarak defnedildiği otağ-ı hümayun (saltanat çadırı) içindeki yatağın altından, İstanbul'a  götürülmek üzere alındı. Ama hızla çürüyen iç organlar geride kaldı.
123 YIL SONRA O TÜRBE YIKILDI
Oğlu II. Selim, organların gömüldüğü yere 1573-1577 yılları arasında bir türbe yaptırdı. Türbeyi 25-30 silahlı muhafız korusa da Osmanlı'nın sınır boyundaki bu mekan sık sık saldırıya uğradı. Gücünü kaybeden Osmanlı 1689'da bölgeden çekildi. 1693 yılında Avusturyalılar türbeyi yağmalayıp yıktı. Bölgedeki bir tepede (Turbek) bulunan Szüz Maria Kilisesi'nin papazı 1913'te Avusturya-Macaristan ile aynı safta Dünya Savaşı'na girmeye hazırlanan Osmanlı'ya "Kanuni'nin türbesi buradaydı" diye dostluk mesajı verdi. Oysa bu kilisede sadece Osmanlıların kullandığı tipte tuğlalardan yapılmış eski bir bölüm bulunmuştu. Binayı Kanuni'ye bağlayan tek delil bile yoktu.
ŞAŞIRTICI BİR YERDE
En az 120 yıldır süren bilimsel araştırmalarda sona geliniyor. Orijinal türbenin yeriyle ilgili son bulgular dün TSİ 18.00'de Zigetvar'da Macar yetkililerce açıklandı. TİKA Başkanı Serdar Çam da kürsüdeydi.
Araştırmayı yürüten ekibin başındaki Peç Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Norbert Pap imzalı bildiriye göre 8 ay süren son çalışmalarda Kanuni'nin geçici mezarı aranırken "şaşırtıcı bir yerde, çok sürpriz bir keşif yapıldı." Kanuni'nin kampının kaleye 3 km uzaklıktaki Turbek'te (Türbe) değil, bundan 2 km. daha kuzeyde, bugünkü Zsiboti Ut kasabasının bulunduğu bölgedeki Szölöhegy'de (Üzüm Tepesi) olduğu saptandı.
Pap toplantıdan sonra Hürriyet'e yaptığı açıklamada şunları söyledi:
MİNİ BUZ ÇAĞI İÇİN BİLGİSAYAR MODELLEMESİ"O dönemde bölgede yaşanan Mini Buz Çağı nedeniyle, yollar, ormanlar, akarsular, bugün sandığımızdan çok farklıydı. Biz bilgisayar modellemeleri kullanarak o dönemin coğrafyasını yeniden yarattık. Geçen nisanda bu bölgedeki bir bağda tesadüfen Osmanlılara ait bir kalıntı bulundu. Kazıları bu bölgeye yoğunlaştırdık. Şimdiye kadar yapılan yüzeysel incelemeler dahi bu bölgede kaybolmuş bir Osmanlı kasabası keşfetmemize yetti. Yüzeyin hemen altında Osmanlı evlerinin temellerini, Türk seramiklerini, gümüş bir madalyonu, hali vakti yerinde bir halka işaret eden porselen gibi lüks malzemeleri çıkardık. Türbe temellerinin kendisini henüz bulamadık ama bu bölgede olduğunu düşünmek için artık yeterince delil var. Nitekim zamanında türbenin yanında cami, mevlevihane ve kışla da yapılmış, bunlar palanka ile çevrilmiş. Sonradan iki mahalle büyüklüğündeki Turbek dediğimiz bu kayıp yerleşim Halveti dervişlerince yönetilmiş. Son keşifler bu kayıp kasabayı bulmuş olabileceğimizi gösteriyor. Sıradışı bu yerleşimin kaynağı olduğunu sandığımız türbeyi bulmak için kazıları sürdüreceğiz."
Hürriyet oradaSON keşfin yapıldığı bölgeye dün Türk medyası ve hatta Türk bilim adamlarından önce Hürriyet gitti.
Önce Zigetvar kalesinin 5 km kuzeyindeki Zsiboti Ut kasabasında bir üzüm bağında, Osmanlılara ait bir nöbetçi kulesinin kalıntıları bulundu. Buranın birkaç yüz metre kuzeyindeki yamaçtan kale de görülebiliyor. 1913'ten beri dillere pelesenk olan kilisenin bulunduğu yerin kaleyi görmeyen, askeri açıdan elverişsiz bir noktada bulunması dikkat çekiyor. Yeni saptanan mevki; keşfedilen kalıntılar, savaş alanına hakim bir noktada olmasına karşın top menzilinin dışında kalması gibi nedenlerle padişahın çadırı ve dolayısıyla geçici kabri için daha muhtemel bir yer gibi görünüyor.
Hedef 2016'ya kadar bulmakKAZI ekibinin başındaki Macar uzman Erica Hancz, "Kilisenin altından türbeye dair hiçbir buluntu çıkmadı. Türbenin artık burada bulunmadığına eminiz" diye konuştu. Hancz, Hürriyet'e, "Şimdi bu yeni bölgeyle ilgili çok sayıda arşiv belgesini taramak, gerekli izinleri alıp bağ evlerinin yakınında kazı yapmak gerekiyor. Kanuni'nin ölümünün 450. yıldönümü olan 2016'ya kadar türbeyi bu bölgede bulacağımıza inanıyorum" dedi.
Türk bilim insanları o kadar emin değil... Ya izler süpürüldüyse...
TÜRK bilim insanları sonuçlardan o kadar da emin değil. Dün sempozyum, hararetli tartışmalar yaşanacağı anlaşılınca basına kapatıldı. Macarlar, Türk akademisyenlere önceden bilgi verilmediği suçlamasına, "Bilgi verdik. Örneğin duayen tarihçi Prof. Halil İnalcık daha üç hafta önce buradaydı. Keşif onu çok heyecanlandırdı" yanıtını verdiler.
Türk heyetindeki bir uzman, Hürriyet'e,  "Macarlar kilisenin altında türbe olmadığını kanıtlamaya çalışıyor. Bu sonuca varmak için daha fazla araştırma yapmak gerek. Bölge alüvyonla dolmuş. Bunlar temizlenip türbenin temeli aynı yerde, kilisenin altında aranmalı" dedi.
Macar kazı ekibinin çalışmalarına doğrudan katılan tek Türk akademisyen olan İstanbul Üniversitesi'nden sanat tarihi uzmanı Yrd. Doç. Dr. Fatih Elcil ise sonuçları Hürriyet'e şöyle değerlendirdi: "Kilisede türbeye dair bir iz bulunamadığı doğru. Ama ben bu aşamada 'Türbe orada değildir' diyemem. Bunu demek için türbenin kalıntılarının bir başka yerde bulunması gerekiyor. Sonuçta türbe kilisenin olduğu yerde yapılmış, ama tüm izleri daha sonra süpürülmüş de olabilir."
                
TİKA'dan destekTİKA Başkanı Serdar Çam, Hürriyet'e dün Zigetvar'da açılan Türk Evi'nde şunları söyledi: "Başbakanlar arası protokol gereği ortak değerler bilimsel veriler doğrultusunda araştırılıyor. Kanuni Sultan Süleyman Hazretleri'nin türbesi zaten İstanbul'da. Buradaki noktanın belirlenmesi bu anlamda çok önemli değil. Ama Macar uzmanlar başka bir yer tespit ederse, biz onun araştırılmasına da yardım ederiz. Önemli olan burada ortak anılara saygı gösterilmesi. O da zaten yapılıyor."
Peki Kanuni'nin kalbi nerede?Bu soru cevaplanmasa da Budapeşte ELTE Üniversitesi Türkoloji profesörü Geza David şöyle diyor:
"Ahmed Feridun Bey, Sokullu'nun sır katibidir. Kanuni'nin ölümüyle ilgili her şeye otağda tanıklık etmiştir. Tüm detaylardan Zigetvar Seferi tarihinde bahsetmesine rağmen iç organ meselesine hiç değinmemiş. Bu, zaten Müslümanlığa göre normal değil. Bu da olay yerinde olmayanların sonradan uydurduğu bir detay olabilir. Evliya Çelebi asılsız birçok yerel söylentiyi seyahatnamesine almıştır. Bugün-yarın bulunabilecek olan altın leğen değil, ilk türbenin temeli."
Boşnak Başkan'ın dedesi çözdürdüAraştırmanın üç kilit ismiyle, Mohaç ile Zigetvar'ın ortasındaki tarihi Peç şehrinde dün gece bir restoranda buluştuk: 2010'da İstanbul ve Essen ile birlikte Avrupa Kültür Başkenti olan Peç'in Belediye Başkanı Janos Kolovics, bir Türkolog olan Macaristan'ın Ankara Büyükelçisi Dr. Janos Hovari ve Dr Norbert Pap.
Son keşif için önemli bir tarihi belge ise karşımda oturan Başkan Janos Kolovics'in büyük dedesinden gelmiş... 1737'de 80'li yaşlarında olan Boşnak asıllı Ferenc Kolovics, Kilise ile bir mülkiyet anlaşmazlığına düşmüş. Kolovics'in o dönemde mahkemeye sunduğu belgede, bundan 150 yıl önce Zigetvar'da Osmanlı vakfı olan binaların listesi de var. Dolayısıyla Kanuni'nin türbesinin de neredeyse adresi veriliyor.
BÜYÜKELÇİ: HEDEF 22'NCİ YÜZYILTİKA da geçtiğimiz günlerde Osmanlı arşivlerine göre türbenin muhtemel koordinatlarını Macar uzmanlara iletti. Tüm bunların Kanuni'nin kalbinin gömüldüğü yeri, bir anlamda ikinci kabrini bulmaya yetip yetmeyeceği bugün şekillenecek. Ama bir İstanbul beyefendisinin Türkçesi ile konuşan ve  Belediye Başkanı Kolovics'i "Sancak Beyi Ferenc Bey" diye tanıtan Büyükelçi Janos Hovari, çok daha önemli bir noktaya parmak basıyor:
"Biz Zigetvar'da Türk Evi'ni, yakında restore edeceğimiz Süleyman Camii'ni ve Osmanlı kalesini 100 yüzyıllık projeler olarak düşündük. Bunlar bizim ortak tarihimiz. Çanakkale Savaşı'nda Türk Boğazları'nı savunan ve Budapeşte yapımı olan en büyük top da öyleydi. Tekirdağ'daki, Kütahya'daki Macar müzeleri de öyle. Biz uzun zaman önce savaşan, ama ondan da uzun süredir kardeş olan, benzer bir dil ve geçmişe sahip iki milletiz. Bunlar bizim anılarımız, bizim hikayemiz. TİKA ile beraber bu anılara sahip çıkma, onları ihya etme işine daha yeni başlıyoruz. Hedef 22'nci yüzyıl....

Jak Cordoba Sultana Hayim Kamhi;Halic kiyilari bizimdi


İşadamı Jak Kamhi Kamhi, arazilerin istimlak projesiyle artık kendilerinde olmadığını söyledi.
"Unkapanı’ndan Eyüp’e kadar Haliç kıyısındaki arazilerin büyük çoğunluğu Kamhilere aitti" diyen Kamhi Varlık Vergisi nedeniyle Aşkale’ye giden amcası Bensiyon Kamhi’nin dönmediğini de açıkladı.
Adı Jak Cordoba Sultana Hayim Kamhi. İsminin bu kadar uzun olmasının nedeni aile tarihinde gizli. 1492 yılında engizisyonun baskısından İspanya’yı terk etmek zorunda kalan ailesi İspanya’nın Cordoba kentinde yaşamış. Dinini değil ülkesini terk etmeyi tercih eden Museviler Sultan 2’nci Beyazıd’ın gönderdiği gemilerle İstanbul’a gelmişler.
Radikal yazarı Jale Özentürk, Kamhi ile yeni kitabı Gördüklerim Yaşadıklarım'ı konuştu. Özgentürk'ün manşete taşınan köşesinde Kahmi ilginç açıklamalarda bulunuyor. İşte o röportajdan bir bölüm:
HALİÇ KIYILARI BİZİMDİ
Babamlar kendi arazilerinin üzerine gemi söküm atölyeleri kurmuşlardı. Aslında bir süre öncesine kadar yine vardı böyle atölyeler. Ancak o ünlü Haliç temizliği sırasında büyük bir kısmı kaldırılıp başka yerlere taşınmıştı. O günlerde İBB Başkanı olan Bedrettin Dalan Haliç operasyonu başlatmıştı ve bizim tekne şantiyesi de istimlak edildiği için Ali Koçman ve Marmara Transport ile ortaklığa girip Tuzla’da yeni kurulan tersane bölgesinde 100 bin metrekarelik bir tersane yeri oluşturduk. Ancak daha sonra hem Koçman hem de Marmara Transport ortaklıktan çekildi ve şantiye bütünüyle bize kaldı. Biz de artık tümüyle Profilo’nun üzerine aldığımız şirketle Tuzla’da tekne imalatına devam ediyoruz. Haliç’te Kalkavanlar veya Sadıkoğulları gibi sonradan armatör olacak bazı Karadenizli aileler de gemi sökümünde amcam ve babamla çalışırlardı.
İSRAİL'E SEMPATİ BESLİYORUM
Ben bir Musevi olarak İsrail’e tabii bir sempati besliyorum. Ama esas olarak Türkiye İsrail dostluğunun ve işbirliğinin yakın geçmişte her iki ülke ve toplumlarına yararlı sonuçlar sağladığını düşünenlerdenim. Gerginliğin, işbirliğine nazaran hem Türkiyemizi, hem de İsrail’i bazı artılardan uzaklaştırmasından üzüntü duyduğum muhakkaktır. Aramızdaki dostluğun yeniden yükselmesi için ‘özür’ konusu da kapandığından, gecikme olmaksızın adımların atılacağını umut ediyorum

20 Eylül 2013 Cuma

Bugünü anlamak


Bugünü anlamak, ülkedeki değişimi çözmek, yeni rotayı fark edebilmek için 110 yıl geri gitmek durumundayız! Yoksa ne Ergenekon'u, ne faiz lobisini, ne BARONLARI, ne resmi ideolojiyi, anlayabiliriz!
Resmi tarih, LOZAN'da kritik görevde olanları bizden sakladı. Haliyle Emanuel Karasu'yu da atladı!
Ankara'ya tercümanlık hizmeti veren Karasu'nun neyi nasıl tercüme ettiğini hala bilen yok!
Neyse...Seferad Yahudisi bir ailenin çocuğu olan Emanuel Karasu, 1902 yılında 13450 Matrikül numarasıyla çıraklık derecesinden Selanik Locası'na kaydoldu. Hızla yükseldi. Jön Türk hareketini, Boulma Giani Sokağı'ndakimabede çekmeyi başardı. Yeni merkez burası olmuştu!
İttihat ve Terakki'nin kalbi burada atmaya başladı. 
İlk Osmanlı subayının locaya kabulü de tam bir yıl sonra 1903'te gerçekleşti.Daha sonra bu sayı artınca, ikinci loca olan LABOR ET LUX devreye girdi.
TAKVİM'ler 1908'i gösterdiğinde Selanik Loca'sındaki 188 üyenin 23'ü üst düzey subaydı. 31 MART OLAYI veNASIL MÜDAHALE EDİLECEĞİNE burada karar verildi.
Modernleşmenin önündeki en büyük engel saydıkları II. Abdülhamit, Selanik'ten gelen HAREKET ORDUSUtarafından bertaraf edildi. Yani Padişah Abdülhamit, İttihat ve Terakki'deki ilk Gayr-ı Müslim olan KARASUtarafından tahttan indirildi.
Abdülhamit gözyaşları içinde Selanik'teki ALATİNİ KÖŞKÜ'ne giderken, KARASU da Macedonia Risorta da(SELANİK LOCASI) kendisine güç veren İngiliz Konsolos John Elia Blunt'un evinin yolunu tutuyordu!
Çıkarlarına izin vermediği için GERİCİ dedikleri Abdülhamit, bu loca tarafından derdest edildi! Bu Türk askerinin kullanılıp, ülkenin RESMEN İNGİLTERE'ye verildiği en önemli adımdır! 31 Mart'tan sonra Museviler Filistin'de toprak satın almaya başladı!
Aslında bütün olay buydu! Ama sahne önünde başka şeyler görülüyordu!
Tıpkı şimdi olduğu gibi!O senaryoyu yazanlar şimdi de Erdoğan için baskıcı, otoriter, gerici yakıştırması yapıyor!
Nasıl o zaman farklı toplum kitleleri kullanıldıysa, şimdi de aynısı yapılmakta!Bugün ile tek fark, şimdi içeride kendilerine bağlı güçlü bir sermayenin olması!
O tarihten sonra Türkiye hep kontrollerinde oldu. Kurumlar ve sermaye onlarındı!
Kendi bayrakları yerine bizimki dalgalansa da gerçek değişmiyordu!
Gizli el yönetiyordu!
Ne askerler, ne mühendisler, ne avukatlar ne gazeteciler, ne hekimler ne de siyasetçiler bu gerçeği bilmiyordu!
Zaten AKIL denen şey de böyle bir olguydu!
Bizim hüzünlü hikayemiz işte böyleydi!
Şimdi BARONLARIN elinden, yani onların mutemetlerinin avuçlarından, ülke kurtulmaya çalışıyor!
Laiklik, içki yasağı, başörtüsü, baskı, sigara kısıtlaması yani ortaya atılan ne varsa hepsi palavra! Gerçeği gizlemek için kılıf! İlk kez Ankara'da onlara meydan okuyacak bir DEVLET var!
Beklemedikleri ve alışık olmadıkları gerçek bu!
Okullarda bunlar öğretilmediği için millet gerçekle buluşamıyor! Tarihini bilmeyen toplumların geleceğini başkaları yazar. Biz de bu nedenle aynı suda defalarca yıkandık! Şimdi yaşanan, Türkler'in içerideki ve dışarıdakiYABANCILARLA savaşıdır!
Ya biz, ya onlar kazanacak!Konu bu!