11 Eylül 2013 Çarşamba

6-7 Eylül’ün ‘huzur’lu şahitleri






İstanbullu Rumların Atina’da kurduğu huzurevinde bir tarih yaşıyor. Celal Bayar’ın berberi Todori Gurlis’ten, Kore Gazisi Prodromos Mistiloğlu’ndan, 1955’te yaşanan talihsiz 6-7 Eylül olaylarını dinledik.

Eski Foça’da,  ‘İstanbul yolu’nun sonundayız. Uzunca bir yola verilmiş bu isim.  Varacağımız noktayı düşündüğümüzde çok manidar geliyor geçtiğimiz yer. Türkiye’de bir yerden bahsetmiyoruz.  Atina’da, İstanbul  Rumlarını ortak bir çatı altında toplayan huzurevindeyiz (Constantinopolitans’ rest Home). Rumlar, 6-7 Eylül olaylarından sonra anavatan dedikleri İstanbul’dan, atavatan Atina’ya göç etmek zorunda kalmış. Sadece onlar değil, hatıraları da gelmiş buraya ve kendi İstanbul’larını inşa etmişler. Eski İstanbullular olarak hayatı paylaşıyor ve özlemlerini gidermeye çalışıyorlar. Çoğunluk 70 yaşın üzerinde. Kalanlar arasında Celal Bayar’ın berberi, atletizm şampiyonu, Zapyon Kız Lisesi eski müdiresi de var. Her bir odada farklı bir hatıra yatıyor. Duvardaki resimler, masadaki eşyalar İstanbul’u fısıldıyor belli ki onlara. Huzurevi, 1986 yılında açılmış. İstanbullu Rumların gazetesi Politis’te çok yankı uyandırmış burası. Dünyanın birçok yerinden İstanbullu Rumlar yardım etmiş kuruluşunda. Amerika, Avusturya ve Atina’daki zenginlerden destek almışlar. Burada kalanlar aynı zamanda 6-7 Eylül olaylarının canlı şahitleri. Yaşları epey ileri olduğu için unuttukları çok şey olsa da hatırladıklarını anlatıyorlar güçleri yettiğince.

Merhum Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın berberi Todori Gurlis, 1918 Yeniköy doğumlu. “Buranın en yaşlısıyım…” diyor kendini tanıtırken. 95 yaşında tam bir İstanbul beyefendisi.
Merhum Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın berberi Todori Gurlis.
17 yaşına kadar Yeniköy’de yaşamış, sonrasında Beyoğlu’na taşınmışlar. 5 yıl önce huzurevinde kaybettiği eşinin duvardaki resmini gösteriyor. İstanbul manzaraları olan bir takvimi de saklamış. ‘İlk mektebim’ dediği Yeniköy okulu da takvim yapraklarında. Beyoğlu’nda berbermiş. Eşi Despina hanımla burada tanışmış, evlenmiş. Kendi deyimiyle öyle sıradan bir berber değil. ‘Lüx berber’  ismindeki dükkân, Taksim Sineması’nın tam karşısındaymış.  Todori’ye tıraş ettiği Bayar ile ilgili neler hatırladığını soruyoruz. Unutmadığı bir iki şeyi anlatıyor: “1950’den 1955’e kadar Celal Bayar’ın saçlarını kestim. Reis-i cumhur olmadan evvel geliyordu. 50 senesinde seçim olunca son olarak perşembe saat 2’de geldi. Yanında iki kurmay yarbay vardı.  Bir sefer de Reis-i Cumhur olduktan sonra kestim saçlarını.  Giderken bana, ‘Todori, pazar günü seçimlerde sizinkiler oyunu kime verecek?’ dedi. Rumları kastediyordu.  ‘Paşam,  hepsi size verecek.’ dedim.”  
36 ay askerlik yapmış Gurlis. “Havaalanı yapıyorduk. İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1940 yılında bütün Anadolu’da 1-2 havaalanı vardı.  Bunun üzerine İngilizler para verdi. Onların isteğiyle 5-10 tane havaalanı oldu. Nerelere yapılacağını onlar gösterdi.” diye bahsediyor o günlerden. İnegöl’de ağır bombardıman uçakları için havaalanı yapmışlar.  “Askerdeyken eziyet çekmedim. 50-60 tane gayri Müslim çocuk vardı. Musevi, Ermeni, Rum. Silah verilmiyordu o zaman bizlere ama Yunanistan’daki Türkler de silah almıyordu. Silahı NATO zamanında vermeye başladılar Türkiye’de.” diyor.  Kaldığı huzurevinin arsasını hibe eden Pavlos Samaras ile asker arkadaşıymış. Samaras da Adnan Menderes ve Celal Bayar’ın elbiselerini diken bir terziymiş.

6-7 Eylül’de 36-37 yaşlarındadır Todori. Evlerini Müslüman komşularının koruduğunu anlatıyor. Dükkânını da müşterileri korumuş. Zira çok meşhur bir berber ve bir o kadar sevilen biriymiş. Milletvekilleri, ünlü gazeteciler Gurlis’in  müşterileri arasında. Ali Naci Karacan var mesela hatırladığı…  
O talihsiz günlerle ilgili hatırladıkları şöyle: “Saat 10 gibi bir uğultu koptu. Anne babamın yanına gittim, onlar da iyiydi. Yollar  dükkânlardan dökülen mallardan görünmüyordu. Beyoğlu tanınmaz haldeydi. Ama bence halkın bir suçu yoktu. Büyük devletlerin kabahati tüm yaşananlar. Biz küçük ve fakiriz, satılıyoruz… Neden oldu bunlar, neden savaşlar çıkıyor? Zenginler fakirleşmeye başlayınca olan oluyor işte.“ Todori, “Bu olayların sebebi neydi? Rumlar aralarında neler konuşuyordu?” sorumuza şu cevabı veriyor: “6-7 Eylül olaylarının temel sebebi Kıbrıs meselesi. Özellikle Kıbrıs sorununun ortaya çıkmasından sonra Türk-Yunan ilişkileri gerildi. İki ülke arasında anlaşmazlık Rumlara patladı. ‘Yunanistan böyle bir olaydan korkar ve Kıbrıs meselesinde geri adım atılır’ diye düşünüldü. İngilizlerin teşviki ve yardımıyla kurulan Hürriyet gazetesi de o zamanlar bunun propagandasını yaptı. ”
İstanbul’dan ayrıldıktan sonra hiç dönmemiş. “İnsanın vatanı doyduğu değil, doğduğu yer.” diyerek İstanbul’a özleminin ne kadar derin olduğunu anlatıyor.  Yunanistan’a mecburen gelmiş. Zira kimseleri kalmamış.   
Huzurevindeki Rumların hikâyeleri birbirine o kadar beziyor ki. Her biri çaresizlikten gelmiş. Çoğu İstanbul’un elit kesiminde yaşayan, maddi durumu iyi olan kişiler. Hatırı sayılan sevilen esnaflar. Anlattıkları hikâyelerde ortak bir nokta var: “6-7 Eylül gecesine kadar hiçbir sorunumuz yoktu. Komşularımız, dostlarımız vardı. Ne olduysa o geceden sonra oldu. Artık İstanbul’da yaşayamaz hale geldik. Yoğun bir baskı oluştu üzerimizde.”
Hızlı yürüyüşü dikkatimizi çeken Mihal Kefalidis, atletizm şampiyonu. 1929 doğumlu. 20 yaşına kadar Vlanga’da yaşamışlar.  Sonra Bakırköy’e taşınmışlar. 2 senedir huzurevinde kalan Kefalidis, 6-7 Eylül olaylarını dün gibi hatırlıyor. İstanbul’da deri ticareti yapıyormuş. Dükkânı Beyazıt Camii’nin hemen yanındaymış. Babası da kunduracıymış. Hem kendisinin hem de babasının dükkânını yerle bir etmişler. Her şey yağmalanmış. Bakırköy’de zengin bir muhitte oturuyorlarmış. Evlerine bir şey olmamış; ama dükkânı harap olmuş: “Sabah dükkâna gittiğimizde şoke olduk. Yenileri alan yağmacılar bütün eskilerini bırakmışlardı. Her yer savaş alanı gibiydi. Çok üzüldük, çok zarar ettik.  Yüzde 10 civarında devlet bize tazminat ödedi. 1964 olaylarında, Yunan uyrukluların kovulduğu yıllardı ve biz de 2 sene sonra gittik.”
Kefalidis tam anlamıyla hayat dolu birisi. Aynı zamanda org ve buziki çalıyor, resim yapıyor. Huzurevini gezerken elinde birincilik kupalarıyla çekilmiş, şimdilerde huzurevinin duvarlarını renklendiren resimlerini gösteriyor. Aynı zamanda huzurevinin hemen girişindeki vitrini de aldığı ödüller süslüyor. Atletizme Kurtuluş Kulübü’nde başlamış, birinciliği de kapmış orada. İstanbul’da aldığı altın madalyaları var.  “50 kupa, plaket, madalya var. Hepsi de birincilik.” diyor gururla.

Atina’daki İstanbullu Veteran Atletler Kulübü Derneği’nin başkanı Parasho Kalaviçoğlu.
Söz spordan açılmışken Kefalidis’in de üyesi olduğu, Atina’daki SEVASK (İstanbullu Veteran Atletler Kulübü) Derneği’nden bahsetmeden geçmeyelim. Başkanlığını  Parasho Kalaviçoğlu yapıyor. Bu kulüp Yunan Atletizm Federasyonu’na resmen bağlı olup tertip ettiği veya onayladığı müsabakalara iştirak ediyor. Yurtdışında Slovenya, İzmir ve İstanbul’da yarışmalara katılmışlar. Ayrıca Kalaviçoğlu huzurevinin fikir babası. İnşasında büyük rol oynamış.
Huzurevine geri dönelim. Yemek saati. Yaşlılar asansörle aşağı iniyor. Röportajlarımıza ara veriyor, yemekhanede onları izlemeye koyuluyoruz. Yemek vermek isteyen hayırseverler için de özel ayrılmış bir masa dikkatimizi çekiyor. Kendilerine ayrılan bu masada onlara eşlik edebiliyorlar. Yemekler bitiyor, ağır adımlarla odalarına çıkıyorlar.

 Huzurevinin yemekhanesi.
Yukarı çıkıyoruz, balkonda tek gözü bandajla sarılı, elinde sigarasıyla Katina Yavruoğlu ile tanışıyoruz. 1928, İstanbul, Fener doğumlu. 40 sene İstanbul’da yaşamış. Bakırköy’de oturuyorlarmış. Zengin bir ailenin kızı Katina Hanım. Babası pirinç tüccarıymış. Burgazada’da yazlıkları varmış. 40 senedir de Yunanistan’da. Ülke ülke, şehir şehir gezmiş. İtalya’dan Fransa’ya birçok yeri görmüş.

 Katina Yavruoğlu
Türkiye’de birçok şehre gitmiş. 6- 7 Eylül olayları,  85 yıllık hayatında unutamadıklarından: “Ben o günlerde 27 yaşlarındaydım. Burgazada’daydık. Ağabeyime birisi söylemiş 2-3 gün önce, ‘pek ortalarda dolaşmayın’ diye. Denizden çapulcuların geldiğini gördük. Komiser adaya girmelerine izin vermedi. Kimse bir şey yapmadı. İkinci gün, 7 Eylül’de, Beyoğlu’ndaki ablamdan haber aldık. Kuyumcu dükkânları vardı.  Sabahleyin tıklım tıklım müşterisi olan dükkandan ertesi gün eser kalmamış.” Katina Hanım’ın “Hiç unutmuyorum” dediği bir olay daha var: “6-7 Eylül’den 40 gün evvel annem ölmüştü. Tabutu giderken bir subay selam durdu. 40 gün sonra, yani olaylardan sonra, adadan annemin 40’ı için mezarlığa gidiyoruz. Dolmuş almıyor, siyah giyiyoruz diye. ‘Pis gavur’ diyorlar. 40 gün önce cenazemize selam veriyorlardı, 40 gün sonra küfür ediliyordu bize.”
KORE GAZİSİ, O TALİHSİZ GÜNLERİ ANLATIYOR
Atina’da 6-7 Eylül olaylarının şahidi aynı zamanda Kore gazisi Prodromos Mistiloğlu ile de tanıştık. 1930 İstanbul doğumlu. 1950’de askere gitmiş. Kore Savaşı’nda cephedeymiş. Mimar Sinan’da başlamış askerliğe ve 11 ay kalmış burada.  Gelin geri kalanını onun heyecanlı anlatımından dinleyelim: “Albay Hidayet Kızıldemir ordusundaydım. Beni taş ocaklarına gönderdiler, 3. Tabura. 11 ay burada kaldım. Sonrasında bir haber geldi. Kore’ye gönüllü asker istiyorlardı. Bütün tabur toplandı.  Komutanımız ‘Gönüllüler bir adım öne çıksın’ dedi. Ben ve 3-4 arkadaşım çıktık öne. Komutanım , ‘Sen yerine geç, geri dönemezsin.’  dedi. Çünkü tez canlıydım. Yerime geçtim ama dayanamadım tekrar selam çakıp öne çıktım. Komutanım bu halimi görünce dayanamadı. ‘Güle güle git, güle gel’ dedi.“

Kore gazisi Prodromos Mistiloğlu’na komutanının hediye ettiği kitapta yazan teşekkür notu.
İstanbul’dan Kore’ye yaklaşık 1 ayda gitmişler gemiyle. Sabaha karşı Kore’ye varmışlar. 1 sene orada kalmış. Telsizciymiş, taburlar arasındaki koordinasyonu sağlıyormuş. Mistiloğlu’nun unutamadığı bir anısı var: “Biz 10. Bölükteydik . Cephedeyken bir ara bölükler arası iletişim kesildi. Bir havan parçası kablolara isabet edince irtibat koptu. Böyle olunca 11. Bölük ciddi bir bombardımana tutuldu. O gece 2-3 şehit verdik. Komutanın ikazlarına aldırmadım ve canım pahasına ateş çemberinin içine girip kabloları bağladım.”
Mistioğlu bunları anlattıktan sonra, “Eğer adım Hasan, Mehmet olsaydı, İstiklal Madalyasına namzet olacaktım.” diyor. Sıra geliyor 6-7 Eylül olaylarına… Edirnekapı’da oturuyorlarmış. Ayazpaşa’da,  Park Oteli’nin karşısında çalışıyormuş.  10 Eylül’de nişanı olacağından hazırlık yapmak için işten izin almış o gün; ama unutamayacağı görüntülere şahit olmuş: “Bir vahşet havası vardı. Kamyonların üstünde insanlar, ellerinde kazma kürek sopa vardı. Saat 7.30 gibi başladılar kırmaya. Fransız Konsolosluğu’nun oradan yürüdüm. Arkama dönüp baktığımda gözlerime inanamadım.  Tramvayların arkasına buzdolaplarını, eşyaları bağlayıp götürüyorlardı. Fener, Balat istikametinde ilerliyordum. Balat’ta  Ayvatoğlu diye bir bakkal dükkânındaki her şey, fasulye, pirinç, zeytinyağı çuvalları ne var ne yoksa yollardaydı. Hepsini dehşetle seyrettim.” Sonra evin önüne gelmiş. Az kalsın evlerini yağmalayacaklarmış ki, imdadına komutanının ona hediye ettiği kitap yetişmiş. Kore Savaşı’nın anlatıldığı kitabın ön sayfasına yazılan teşekkür mektubu kurtarmış onları. “Ben Kore gazisiyim.” demiş. Kitabı ve üniformalı resmini göstermiş. Teşekkür edip ayrılmışlar. Üstelik o resmi bahçeye asmışlar. 7 Eylül ise ‘kesim günü’ymüş onların tabiriyle. 6 Eylül yıkım, 7 Eylül ölüm günü… Sabaha kadar nöbet tutmuş. “Sadece bir söylentiden ibaretti bu. 7 Eylül’de öyle bir şey olmadı.” diyor.  
‘KULELİ ÖĞRENCİLERİNİ  SERVİSLERLE GETİRDİLER
Yosif Kostandinidis de Atina’da  eczacılık yapan İstanbul Rumlarından. Alimos’ta belediye encümenine seçilmiş, belediye başkan yardımcılığı yapmış bir isim. 6-7 Eylül olayları ile ilgili anlattıkları ise yaşananların  derin devlet, özel harp dairesinin bir operasyonu olduğu iddialarını doğrular cinsten. 8 yaşındaymış. Çengelköy’de oturuyorlarmış. Olaylardan bir sene evvel evlerinin üst katına Kuleli Askerî Lisesi’nde öğretmen olan bir subay taşınmış. “Başta annem evi vermek istemedi ama subay ısrar etti. ‘2 sene kalacağız. Madam eşimi ancak size emanet edebilirim’ deyince annem dayanamadı, evi kiraladı.” diyor Galaviçoğlu. 6 Eylül sabahı kapıları çalınır. Gelen bugün adını hatırlamadığı o subaydır. O günü şöyle anlatıyor:

 Yosif Kostandinidis
“Subay, ‘Bugün çocukları erken topla, dışarıda oymasınlar. Büyük oğlun da işten erken gelsin’ dedi anneme. Öğleden sonra saat 4-5 sularıydı. Normalde evimizin önünde 1-2 asker dururdu, o subay  için. O gün 5-6 asker getirdi evimizin önüne. Dizildiler. Tüm bunları caddeye bakan pencereden görüyordum. Saat 9’a doğru güneş batınca bir hareketlenme, karışıklık başladı. Kuleli Lisesi’ndeki er ve öğrencileri servis arabalarıyla getirdiler. Kırıp döktüler ama yağmalamadılar. Olayların başaktörleri onlardı. Gece saat 10’da her şey mahvolmuştu.Yollar mallarla doluydu. Bizim ev aslında 1 numaralı hedefti. Zira Çengelköy’ün en merkezî yerinde, karakolun hemen karşındaydı. Ama bizi o subay korudu.”


1955’de Rumların ve Ermenilerin dükkanlarının yağmalandığı 6-7 Eylül olaylarının ardından Arjantin’e yerleşen eski atlet Mıgır Bilir, geçtiğimiz günlerde ziyaret amaçlı da olsa vatanına döndü. Bilir, yaşananların Demokrat Parti ve Adnan Menderes’le hiçbir alakası olmadığını söylüyor. Bilir’in iddiasına göre olayları, Menderes’i düşürmek için İsmet İnönü organize etti.

Mıgır Bilir 86 yaşında Ordulu bir Ermeni. Eski bir atlet… 50 yılı aşkın bir süredir Arjantin’de yaşıyor. 1955’te yaşanan 6-7 Eylül olaylarının da mağdurlarından. O olaylarda birçok Ermeni vatandaşının olduğu gibi Mıgır Bilir’in de Eminönü-Sultanhamam’daki kumaş mağazası yağmalanmış. Yakın dostlarının tavsiyesiyle 1957’de, önce Almanya’ya, ardından Fransa ve Brezilya’ya ve son olarak Arjantin’e geçmiş. Kendisini tanıyan Türkler, ona ‘Mıgır Amca’ diye hitap ediyor. Mıgır Amca, 1970’lerdeki ziyaretin ardından, ilk kez geçtiğimiz günlerde geldi vatanına. Bilir ile Türkiye günlerini ve hâlâ tartışılan 6-7 Eylül 1955’te yaşanan olayları konuştuk.
1957’den beri ikinci kez Türkiye’ye geliyorsunuz. Nasıl buldunuz vatanınızı?
Çok gelişmiş. Ama bıraktığım toprak kokusunu hâlâ aynı tadıyla alıyorum. Duyduklarıma göre ülkem daha da özgürleşmiş. Bundan çok mutlu oldum.
Neden ayrıldınız Türkiye’den?
Benim için çok acıydı. Bunca hatıralar ve yaşanan acı tatlı günler. Kolay mı ayrılmak. Canımdan ayrılır gibiydim. Burada doğdum, burada büyüdüm, burada ekmeğimi kazandım ve burada saygı gördüm. Ama maalesef 6-7 Eylül olaylarının da büyük etkisiyle ülkeyi terk etmek zorunda kaldım. Dostlarımın bu yönde telkinleri oldu. Almanya, Fransa, Brezilya ve şu anda yaşadığım Arjantin. Nasip böyleymiş. Allah’a çok şükür yine vatanıma geldim. Bu benim için dünyalara bedel bir mutluluk. Bir gün bile vatanıma gittiğim ülkelerde toz kondurmadım. Tek laf etmedim kimse için.
O olayların sorumlusu olarak Demokrat Parti ve Adnan Menderes gösterildi.
Ne alakası var. Menderes Türkiye’deki azınlıklara en fazla değer veren kişiydi. Bize Menderes’in verdiği hakları başka kim verdi? Allah rahmet eylesin. Olaylarda ne Demokrat Parti’nin ne de Menderes’in dahli vardı. Bundan başka bir şey de düşünemem.
Ama Demokrat Parti ve Menderes yargılandıkları Yassıada’da bu olaylardan dolayı da ceza aldı?
Ben darbeyi çok sonra duydum. Çok üzüldüm. Bu olayın Demokrat Parti ile uzaktan yakından ilişkisi yoktu. Bakın bu bir radyo yayını ve gazetelerdeki manşetlerle başladı. Yalanlarla doluydu bu haberler. Belli bir tezgah üzerine hazırlanmıştı. Hiç böyle bir bombalama olayı olmamıştı. Maalesef bir yayın üzerine Ermeni vatandaşların mallarına yazık edildi. Birçoğu bu olayın hemen ardından ülkeyi terk etti. Kalanların üzerinde de baskılar vardı.
Peki suçlu kim?
Tek suçlu vardı. O da Halk Partisi ve İsmet İnönü. Olayları organize eden ve sonrasında kışkırtan İsmet Paşa’ydı. Sebebini sorarsanız çok basit: Bu tür olaylarla Demokrat Parti’yi zayıflatıp iktidardan indirmek. Zaten Halk Partisi ve İnönü bize hiç iyi gözle bakmadılar ki! Bizim rahatlama ve haklarımızı alma dönemimiz Menderes’in iktidara geldiği dönemdi. Bu yüzden, olayların Demokrat Parti tarafından organize edildiği yönündeki iddialar tarihi bir yanılgıdır. Benim tanıdığım bütün Ermeni vatandaşlar Demokrat Parti ve Menderes’e hürmet eder ve hâlâ verilen haklardan dolayı teşekkür ve dualarını sunar.
Türkiye’den ayrıldıktan sonra 4 ülkedolaştınız ve son olarak Arjantin’e yerleştiniz. Orada zorluk yaşadınız mı?
Hiçbir zorluk yaşamadım. Orada devlet kendi vatandaşına nasıl hak veriyorsa, azınlıklara da aynı hakları veriyor. Hiçbir farkımız olmuyor yani. Zaten bana bunlar anlatıldığı için oraya gittim. Tek derdim ülkeme olan hasretimdi.
Arjantin’de yine Türklerle iç içe yaşamışsınız?
Evet. Arjantin’e 8 sene önce okul açmak için gelen genç öğretmenler vardı. Bunu sık sık gittiğim büyükelçilikte öğrendim. Ben de arkadaşlarıma ‘Gidelim Türk gençler gelmiş. Bakalım ihtiyaçları var mı?’ dedim. Özellikle dil sorunlarının olacağını düşündüm. Gittik, tanıştık. Hakikaten ilerici gençlerdi. Evimizde misafir ettik. Tabak, çanak gibi öyle küçük ihtiyaçlarına yardımcı olduk. Gerçekten çok dürüst gençlerdi. Hem ilk hem de sonra gelenler. Orada bir okul açılması gerekiyordu. Ben de gittim arazi için yetkili kurumlarla görüşmeler yaptık ve sonunda okul için araziyi hibe olarak aldık. Çok sağlam bir iletişimimiz var Türkiye’den gelen öğretmenlerle. Buradaki kültür merkezinde her hafta Türkiye’den göç eden Ermenilerle toplantılar yapılıyor. Çok hoş bir şey. Türkiye’den konuşuyoruz. Arjantin’deki eğitim faaliyetlerinden konuşuyoruz.
Arjantin’de açılan Türk okuluyla ilgili neler söylemek istersiniz?
Arjantin’deki seviyenin çok çok üstünde. Her türlü detay düşünülmüş. En önemlisi dürüst, akıllı ve imanlı Türk gençler öğretmenlik yapıyor. Eğitim seviyesi de mükemmel. Bu yüzden burada yaşayan Ermenilere, Türk okuluna kayıt yaptırmaları için sürekli tavsiyelerde, teşviklerde bulunuyorum. Daha iyisini nereden bulacaksınız diyorum. Her türlü imkana sahip bu Türk okulları. Devletin üst kademelerindeki insanların çocukları bile çocuklarını bu okullara gönderiyorlar. Bundan en az o gençler kadar mutlu oluyorum. İnşallah devamı gelir bu okulların.

Neler yaşadınız 6-7 Eylül olaylarında?

Ben televizyondan öğrendim olayları. Evimdeydim. Hemen Sultanhamam’daki dükkanıma gittim. Yağmalanmıştı. Korkunç iki gün yaşadık. Her taraf paramparça edilmişti. Savaş alanı gibiydi. Ne yapacağımı şaşırdım. Hâlâ o günleri andıkça, yaşananların verdiği üzüntüyle gözlerim dolar. ‘Burası benim ülkem’ dedim hep kendi kendime. Dostlarım arkadaşlarım hep Müslüman insanlar. Bu yüzden ben o olayları ‘ülkemin insanı yaptı’ diye bakmıyorum. Geçti gitti. Hiçbir küskünlüğüm yok. Ben Türk’üm. Bunu gittiğim her ülkede gururla söyledim. Buralar benim toprağım. Hayatımın en güzel anlarını bu topraklarda yaşadım. Nasıl küserim. Dostluklarım, arkadaşlıklarım, sevdiğim tüm insanlar vatanım Türkiye’den yadigar bana. Haklarım varsa da helal olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder