18 Eylül 2013 Çarşamba

Deniz yildizi


Onur üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi hafiflemişti. Gözlerinin içi gülüyordu. Kaç gündür azar azar verdikleri uyuşturucuyla feri kaçan gözlerinin. Dönüp Kemal Hocanın elini kuvvetle sıktı. Kemal Hoca da yavaşça "Kurtuldun artık üzülme." dedi yavaşça. Bir kez dağ başında şifalı ot toplarken bunları mağaraya giderken görmüştü. Bir kenara gizlenip izledi. Onların içinde Onur hemen fark ediliyordu. Henüz üstünde şehirli kıyafeti vardı ve sallanarak zorlukla yürüyordu. Buraya ait olmadığı her halinden belliydi. Kemal Hocanın bütün gençlere özellikle de Onur'a içi acımıştı.

Onur mağaradan fırladığı gibi aşağı doğru koşmaya başladı. Şu anda istediği tek şey vardı¸ bir an önce geridekilere izini kaybettirmek. "Ya nasıl bir iş bu anlamadım. Koskoca İstanbul'da beni nasıl kaçırıp ta buralara getirdiler. Off! Ne kadar uyuşturucu verdilerse hala başım ağrıyor. Neymiş halkımın haklarını savunacakmışım. Ne halkı¸ ne hakkı? Dağda yaşayıp¸ öldürmekle� Tövbe yarabbim!"  Bu şekilde söylenerek bir taraftan da karanlıkta koşmaya devam ediyordu.  Kan ter içinde kalmıştı. Dinlenmek için biraz durdu. Yüzünü silmek için elini boynuna götürdü ve yüzünü silmek yerine boynundaki örgüt renklerindeki poşuyu hızla çıkarıp yere attı. Örgütte geçen karanlık günler geldi gözlerinin önüne. Kaçamasaydı yine de onlara katılmayacaktı. Ölümü bile göze almıştı. Olduğu yeri eşeleyerek bir çukur kazdı. Allah'tan akşamüstü yağan yağmurdan toprak hala ıslaktı. İçine belindeki kuşağı¸ sırtındaki yeşil parkayı ve yere attığı poşuyu koydu ve avuç avuç toprak atmaya başladı. Her toprak atışında sanki biraz daha ferahlıyor¸ gözünün önüne İstanbul'daki okulu¸ hep gülen yüzüyle annesi geliyordu. Gömme işi bitince tekrar koşmaya başladı. Aşağıdaki köye yaklaşınca biraz durakladı. Ne yapacağını düşündü bir an. Köye girse hemen fark edilirdi.  İlçeye gidip¸ oradan İstanbul'a gitmenin bir yolunu bulmalıydı. Mağarada ilçenin yürüyerek üç saat mesafede olduğunu duymuştu.
���
-        Şu gelen sizin köyün hocası değil mi kurban?
-        He ya Kemal Hoca. Hem ne hoca biliyon mu? Geleli iki ay oldu ama�
-        Ne yaptı ki bu hoca bu kadar? Kimse dilinden düşürmüyo.
-        Ne yapmadı ki? Dağ bayır demez ot toplar¸ köylüye ilaç yapar. Köyümüzde doktor hemşire yok ama şükür hiç gerek te olmuyo artık. Sonra Efendime söyliim gençler dağa çıkmasın diye okumaları için elini üzerlerinden hiç çekmiyo. Belki inanmıcan ama onlardan bir takım bile kurdu. Boş kaldıkça futbol oynuyorlar.
-        Benim emmioğlunun karısı o köyden ya¸ o dediydi köylülere de okuma yazma öğretiyormuş.
-        Hem Kur'an öğretiyo hem de Türkçe okuma.
İki köylü aralarında böyle konuşurken diğerleri dikkatle dinliyordu. Millet dikkatle dinledikçe onlar daha bir iştahla konuşuyorlardı. Gün henüz ışımaya başlıyordu. İlçe ile vilayet arasında ilk seferini yapacak olan minibüs henüz dolmamıştı. İki kişilik yer vardı. Kemal Hoca yaklaşırken onlar konuşmalarına devam ettiler  .
-   Pek te genç. İnsan buna bakınca¸ üstelikte İstanbul gibi bir yerden gelmiş¸ doğrusu inanamıyor.
-   Daha bıldır okulunu bitirip hoca olmuş. Bu sene de tayini yapılmış. Şansımız varmış ki bizim köye geldi.
-            Doğru diyon ama acaba o da şanslı olduğunu düşünüyo mu?
-   Valla o kadar istekli hareket ediyo ki haline bakan burada doğmuş büyümüş sanır. Dediğine göre vatanını çok seviyomuş ve hizmet için ora bura diye ayırt edilmezmiş.
    Kemal Hoca da gelmişti. "Selamün Aleyküm!" diyerek binerken herkes ayağa kalktı. O gülümseyerek "Estağfurullah! Ben şuraya otururum." diyerek şoförün arkasındaki boş olan yere oturdu. O gelince şoför de bindi ve kalan bir kişiyi de yoldan alırım." diyerek kontağı çevirdi. O sırada Kemal Hoca hareketlendi. Yavaşça şoförün omzuna vurarak "Gardaş iki dakka bekle. Bizim arkadaşı gördüm." diyerek indi ve ilerideki çalılığa doğru koştu. Onur oraya sinmiş¸ arada bir eğilip etrafa bakıyordu. Kemal Hoca herkesin duyacağı bir sesle" Hay Allah burada mıydın? Ben de seni karşılamaya geliyordum vilayete. Demek buraya kadar geldin. Neyse hazır dolmuşa kadar gelmişken vilayetten alacağım bir iki şey var. Gel gidip alalım da sonra birlikte döneriz." diyerek Onur'un bir şey demesine fırsat vermeden kolundan arabaya doğru sürüklemeye başladı. Dolmuşa gelince de "Benim arkadaş¸ yine yolda bir gariban görmüş üstündekileri onunkiyle değişmiş." diyerek Onur'u itercesine dolmuşa soktu ve ardından da kendi bindi. Kemal Hoca aynı neşeli konuşmasını sürdürerek "Ya var ya bu hep böyledir. Üzerindekiler yepyeni de olsa hiç gözünde olmaz. Bir gariban gördü mü hemen onunkilerle değişiverir."
    Biraz önce konuşan köylülerden biri; "Hocam arkadaşın da sen gibiymiş." diye güldü. Kemal Hocanın hareketleri öyle doğaldı ki kimse aksi bir şey düşünmüyordu.
Onur üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi hafiflemişti. Gözlerinin içi gülüyordu. Kaç gündür azar azar verdikleri uyuşturucuyla feri kaçan gözlerinin. Dönüp Kemal Hocanın elini kuvvetle sıktı. Kemal Hoca da yavaşça "Kurtuldun artık üzülme." dedi yavaşça. Bir kez dağ başında şifalı ot toplarken bunları mağaraya giderken görmüştü. Bir kenara gizlenip izledi. Onların içinde Onur hemen fark ediliyordu. Henüz üstünde şehirli kıyafeti vardı ve sallanarak zorlukla yürüyordu. Buraya ait olmadığı her halinden belliydi. Kemal Hocanın bütün gençlere özellikle de Onur'a içi acımıştı.
    O günden sonra birkaç kez daha mağaranın yakınlarına gelmiş fakat Onur'u görememişti. Çok üzülüyordu. Onu buradan kurtarmak için¸ özellikle de bir eyleme katılmadan kurtarmak için bir çare düşünüyor fakat bulamıyordu. O gün vilayete de vali ile konuşmaya gidiyordu.
    Vilayete vardıklarında Kemal Hoca önce Onur'a giyecek doğru düzgün bir şeyler ve ayakkabı aldı. Sonra bir kahvaltı ısmarladı. Onur teşekkür etmek istiyor fakat ağzını her açtığında¸ sevinçten boğazı tıkanarak bir şey diyemiyordu. Sürekli gözlerinde biriken yaşları siliyordu.
    Vilayette vali¸  Kemal Hoca'ya "Hocam çok teşekkürler. Biz verdiğiniz bilgileri ihbar olarak değerlendirip mağaraya baskın yapacağız. Hiç kaygınız olmasın¸ Onur'u da kendi elimizle ailesine teslim edeceğiz. Ben İstanbul emniyetiyle de konuşurum bir süre gizli koruma verirler." Onur teşekkür etti.
    Ayrılırken Onur öyle sevgi ve saygıyla sarıldı ki hocaya¸ izleyenlerin de gözleri doldu. Kemal Hoca dönüş yoluna geçtiğinde üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi kendini hafif hissediyordu. "Ama" dedi kendi kendine "Daha kurtaracak bunca genç varken¸ birini kurtarmak yeter mi?" Sonra aklına denizyıldızı hikayesi geldi.
     Şair Lauren Isele¸ bir gün sahilde yürüyüş yapıyordu. Uzakta dans eder gibi hareketler yapan bir genç dikkatini çekti. Yaklaşınca bir gencin yerden bir şey alıp denize attığını¸ sonra birkaç adım koşup aynı hareketi sürekli tekrarladığını gördü. Biraz daha yaklaşıp genci selamladı ve :
- Ne yapıyorsun böyle?
- Okyanusa denizyıldızı atıyorum.
- Denizyıldızı mı?
- Evet... Güneş yükseldi ve sular çekiliyor. Eğer onları hemen suya atmazsam az sonra ölecekler.
- Ama görmüyor musun ki¸ kilometrelerce sahil var ve baştan aşağıya denizyıldızı ile dolu¸ ne farkedecek?
Genç adam eğilerek yerden bir denizyıldızı daha aldı¸ denize fırlatırken
:
Bakın. Onun için fark etti!
"Evet."diyerek gülümsedi kendi kendine. "Onur için de fark etti."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder