1 Temmuz 2014 Salı

Cemaat tüm devleti yönetmeyi düşündü


Anayasa Mahkemesi'nin son kararından sonra, cemaatin büyük kuşatması Balyoz ve Hanefi Avcı açısından da kırıldı. Ve bunu tahliyeler takip etti. Avcı'yla hapishanede bir söyleşi yapmıştım. Çıkışı sonrası tekrar bir değerlendirme yapmak üzere, Ataköy'de evinde buluştuk.
Bu söyleşi, Avcı'nın cemaatin genel politikalarıyla ilgili kısmını deşiyor. Bu yönüyle Avcı dün olduğu bugün de, cemaat meselesinin ülkenin en ciddi hukuk ve demokrasi sorunu olduğu söylüyor. Söylemekle kalmıyor, bu yapıyla mücadeleye, ödediği bedel, sözleri, deneyimiyle büyük katkı verenlerden birisi olduğunu gösteriyor.
Geçmiş olsun. En son hapishanede görüşmüştük. O günden bugüne ne beklediniz ne oldu?
Aslında şöyle diyelim. Bana bunca makul olmayan bir ton şey isnat etmelerine rağmen, bunca ağır ithamlara rağmen, hiçbir zaman bunların tutmayacağına, gerçeğin, mutlaka sonunda aydınlanacağına adil bir hakime denk geleceğime inandım. Çünkü dosyaya baktığımız zaman, hiçbir suç yok. Mutlaka birine gelecek ve 'bu yanlış olmuş' diyerek gönderecek diye düşünüyordum.
UMDUĞUM GİBİ ÇIKMADI
MİT krizi arkasından, 17 Aralık krizi... Bunlar size, bu iş çözülüyor duygusu verdi mi? Ya da daha umutlu olmanızı sağladı mı?
MİT kriziyle birlikte ben hükümet her şeyi görür, tedbir alır diye düşündüm. Hatta biraz daha geri gidersek, kitabımla birlikte hükümet tedbir alır diyordum. Ben yazdım, kamuoyu duydu ve herkesin bildiği bir olay karşısında en azından kendi yetkisine sahip çıkar diye düşünüyordum. Cemaat de 'bu işi biraz daha gizli saklı yapalım, bu iş alenileşti, kamuoyu herkes biliyor' mantığıyla geri adım atar diye varsayıyordum. Ama hiçbiri umduğum gibi çıkmadı. Bir müddet tepki gösterilse bile akabinde istenen şey olmadı. Dedim yani bu niye böyle, bu kadar aleniyete rağmen? Acaba bu kadar mı saflık var? Olay bu kadar mı basit görülüyor? En azından devletin yetkili insanlarının bunu görmesi, okuması lazımdı. Bir de saldırılan hedefe baktığınız zaman, herkesin cesaret edeceği bir şey değildi.
DEVLETE POLİTİKA ÜRETTİLER
Kritik soru şu, bu ülkede 1980'den beri cemaatin özellikle emniyette etkili olduğu biliniyor. Ne oldu da cemaat kendi çocuklarını yok edecek kadar kendi meslektaşlarını devre dışı bırakacak kadar hırslı ve aktif yeni bir örgütlenmeye geçti?
Güçlendikçe ihtirasları da arttı. Başlangıçta belki bu kadar ihtirasları yoktu. Bence toplum tam ne kadar okudu bilmiyorum aslında cemaat tüm devleti yönetmeyi düşündü. Kendine ait bir Güneydoğu politikası oluşturdular. Emniyet içerisindeki bazı polisler Güneydoğu çözümleriyle ilgili raporlar ürettiler. Bu raporları cemaatin yukarı üst kademelerine gönderdiler. Onlar da kendilerine bir Güneydoğu politikası üretti. Bunu işaretlerde, söylemlerde görebiliyordunuz. Aynı şekilde mafya ile ilgili suçlarla ilgili politika ürettiler. Rapor verdiler, 'Türkiye'de mafya nedir, nerelere nüfuz ediyor' diye.. Bununla cemaat kendine göre bir organize suçlarla veya mafyayla mücadele politikası üretti. Uyuşturucuyla ilgili nasıl mücadele edilmesi konusunda aynı şeyi yaptı. Bunları uygulamayı düşündüler. 'Asıl yükü çeken biziz, işi yapan benim kadrom' havasıyla cemaatin tepesi tüm ülkeyi ben yönetirim kanaatine sahip oldu. Ondan dolayı aşağıya böyle bir talimat ya da perspektif verdi. Aşağıda polis de yargı da özel yetkili de böyle çalıştı. Hakikaten belli suçlar için inanılmaz bir uygulama var. Delil, doküman aramıyor. Adi suçlarda çok mağdur var. Diyorlar ki uyuşturucuya karşı herkes şunu yapsın, suçlu suçsuz olmak önem ifade etmiyor. Bazen şunu diyorum, kendilerini gerçek devlet kendi yerine koyup, gerçek devleti paralel görmeye başladılar. Önce küçük haksızlıklar yaptılar. Küçük haksızlıklar tepki görmeyince tekrar ettiler. Biz her şeyi yaparız ve kimse bir şey demez, Başbakan'ı alırız atarız, biz yaptık mı oluyor havasına kapıldılar.
TALİMATLARI VAR
Siz bana hapishaneden, 'Bunların Güneydoğu'da çok ciddi örgütlenmeleri var, KCK tutuklamaları bunların işi, buraya dikkat edin' tarzında uyarıcı bir mektup yazmıştınız.
Hocanın Güneydoğu'yla ilgili bir açıklaması var. Güvenlik kuvvetlerine, 'Ayıptır, utanmıyor musunuz, 3-5 kişiyi halledemiyorsunuz, onların yuvalarını dağıtın, asın' diye talimatları var. Hangi sıfatla konuşuyor ve kime hitap ediyor? Bakıyorsunuz Güneydoğu'nun tüm güvenlik güçlerine hitap ediliyor. Bu, bir başbakan ya da cumhurbaşkanının kullanabileceği bir dil. Kullandığı her kelimeyi ölçüp tartan birinin, Fethullah Gülen'in bunları söyleyebilmesi için kendisini Güneydoğu'ya emriyle yön verecek bir yerde hissetmesi gerekir, onu görüyorsunuz. O tarihte cemaatin Güneydoğu'ya farklı yöntemlerle ulaşmaya çalıştığını görüyorsunuz. Oraya işadamlarını götürmeye, evler, okullar açmaya çalıştığını görüyorsunuz. Yine oradaki polislerin görev yapış şekillerine bakıyorsunuz. 'Size suç isnat edecek kadar laf söylesem' bile yeterli oluyor, soruşturma haline dönüştürülüyor. Daha sonra bazı tepkilere bakıyorsunuz veya adım adım yürüyen soruşturmalara bakıyorsunuz. Siz suç işleyen grubu değil karşınızda gördüğünüz tüm o grubu hedef almaya kalkarsanız polis olmanın dışına çıkarsınız. Cemaatin tüm o grubu karşısına aldığını görüyorsunuz. Ben grubun şu tip olaylarına el atayım, sempatizanına yanaşayım gibi bir bütün halinde Güneydoğu'ya yöneldiğini görüyorsunuz.
GÖREV SAHASININ DIŞINA ÇIKIŞ VAR
Güneydoğu'daki KCK operasyonları sırasında siz bunu nasıl gördünüz?
Olup bitenleri biliyordum. Benim yanımda çalışmış Doğu ve Güneydoğu'da olan insanlar zaman zaman beni ararlardı. 'Biz şöyle bir şeyle uğraşıyoruz, ne fikir verirsiniz' diye. Kimisi, yaptığı operasyonlarda 'Doğru yolda mıyım' diye sorardı. Güneydoğu'daki KCK operasyonları ve çalışmalarla ilgili küçük de olsa bilgiler duyuyorduk. Bunları yürütenlerin büyük bir kısmı cemaate yakın insanlardı. Tarif ettiğim şekilde kriminal olaylarla ilgilenen bir polis anlayışının dışına çıkarak başka bir şeye doğru yönelmeyi gördüm. Görev sahasının dışına çıkmış, karşı grubu komple hedef alan bir anlayış vardı. Sıradan insanları tutukluyorlar, siyasetçileri tutukluyorlar. Örgüt ve propaganda, illegal ve legal birbirine karışıyor. Yani PKK'ya ayrılan çevreler. Ama burada bir aşırı gidiş olduğu gözüküyordu...
Faili meçhulleri incelettirmediler
Engelleyici oldukları yerlerde oldu sanırım...
Tabii. Güneydoğu'daki faili meçhul cinayetlerin üzerine gidilmesini de istemedi cemaat. Çünkü o dönemde oradaki varlıklarının bu işlerle ilişkilenlemesini istemiyorlardı. Mesela Ankara'daki mahkeme, Ayhan Çarkın'ın itiraflarından sonra faili meçhuller olayında beni sanık yaptı, tanık olarak dinlemesi gerekirken. Orada bir takım bilgileri aktarmışım hem mahkemede vermişim hem de Meclis'te komisyona ifade etmiştim hem müfettişlere ifade vermişim. Şimdi tanıkken burada sanık yaparak hiç ifade veremez hale getirdiler. Ve sanık olduğumun takipsizlik kararı daha yeni geldi bana. Sanık yaptığı zaman sizi olaya bulaştırmaya çalışıyor. Güneydoğu'daki olayların çözüme kavuşması konusunda gayret göstermemelerinin sebebi o dönemde orada kendi polislerinin olması.
Cemaatin Güneydoğu politikasının MİT meselesiyle ilgilisi olabilir mi?
MİT'in altyapısı cemaattendir. MİT'te fazla güçlüler. Yukarı yönetimde biraz zafiyetleri var. Cemaat bunun için MİT'i ele geçirmeyi, operasyon yapmayı düşünüyordu. Yıpratmak için önce basını kullandılar. Şimdi düşünün en ağır olay ne? Uludere'deki insanların yanlışlıkla bombalanması olayı. Güneydoğu'da 8 sene çalıştım. Her hafta o bölgelerle ilgili rapor yazarız. Çünkü gelir bir kaçakçı elemanımız bize bilgi aktarır. MİT'e de benim yazdığım raporla bilgi verilir, bilgi orada alır. Yanlış yaparsam sorumluluğu bana aittir. Siz yaptığınız hatadan dolayı MİT'i suçlayamazsınız. Ama cemaat medyası işi gücü bıraktı sadece MİT'e saldırıyor. Uludere'yi bile MİT'e saldırmak için vesile yaptılar.
Bu herkesin demokrasi savaşı olmalı
Hükümet büyük bir savaş başlattı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şöyle düşünüyorum. Ortada bir devlet ve demokrasi sorunu var. Herkes kendi sorumluluğu ve görevine göre davranmalıdır. Halk da bu işe sahip çıkmalıdır. Üniversiteler, Yargıtay, AYM, HSYK, sivil toplum kuruluşları da sahip çıkmalı. Orta yerde hukuku ihlal eden birtakım insanlar var. Bunun bedelini ödemeliler. İş görevini kötüye kullananların tayiniyle gidiyor. Bu, böyle olmaz, bunun bedelini de ödemeliler. Eğer gerçekten yargı görevi yapıyorsanız amenna. Ama siz bunu keyfi kullanıyorsanız da bunun bedelini ödemelisiniz.
Bütün sistem kurumlarıyla duyarlı olmaları lazım diyorsunuz ama 17 Aralık operasyonu iktidar meselesi gibi algılanıyor muhalefette.
Bana bile hükümeti destekliyor gibi konuşuyorsun diyorlar. Bu mesele hükümet meselesi değil. Bugün hükümette bu insanlar var yarın başka birileri gelebilir. Mühim olan devletin kendisidir. Bu olay HSYK'nın, baroların, siyasi partilerin ciddi meselesidir. Benim bir beklentim yok. Şu an yapılan bu işe destek olması gerektiğine ve sonuna kadar gitmesi gerektiğine inanıyorum. Yapmazsa zaten devlet diye bir şey kalmaz. Başka bir parti gelse ona müsaade edebilir mi? Bu hükümet bunu yapmaya mecbur. Destek olmak mecburiyetindeyiz.
Komplo kurdular dedim hedef oldum
Neden sizin başınıza geldi bunlar?
Ben cemaatin emniyette bir takım tasfiyelere başladığını görünce, Emin Aslan'ın, Mustafa Gülcü'nün tutuklanması gibi olayları cemaatin yaptığını görünce karşı tavır aldım. Karşı derken, konuşuyoruz işte ve herkes duyuyor. Özellikle Emin Aslan tutuklandığı zaman, birçok gazeteci aradı. Emin Bey'e komplo kurdular dediğim için o gün hedef oldum. O tarihe kadar benimle ilgili hiçbir şey yoktu. Adım adım önlerinde engel gördükleri Emin Bey'i içeri aldılar. Aynı şekilde Mustafa Gülcü ve Celal Uzunkaya'ya uzandılar. Onlar tutuklanırsa artık emniyette hiç kimse cemaatin karşısında duramazdı. Çünkü bu insanlar emniyet teşkilatı içerisinde, hem hükümete yakınlık olarak çok güçlü insanlardı. Celal'in de kardeşi zaten milletvekiliydi o dönemde. Bunları siyaseten alamayacakları için aleyhlerinde çok sistemli, 20 kişilik polis ekibi oluşturarak araştırma yaptılar. Bahanelerle bertaraf edecek hale getirdiler. Sonra benim açığımı aramaya başladılar. Ben onlar işe koyulduktan 10 gün sonra haberdar oldum. Bunlar bana tuzak kuracaklar, ben onların tuzağını boşa çıkarayım dedim. Savcılarla görüştüm. Siz bana görev verin ben bunların tuzağına düşüyormuş gibi gözükeyim, sahte yaptıkları işlerini ortaya çıkarayım. Ama o zaman savcılar buna yanaşamadı. Bakanlıklara gittim. O dönemki Bakan Beşir Atalay Bey oldukça bu işlere bakmayı düşünüyordu. İstihbaratı denetleyelim düşüncesindeydi. Olmadı. Şahsi kanaatim Başbakan engel olduğu yönünde. İstihbaratı denetlemek istemedi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder