7 Nisan 2014 Pazartesi

Nasra Teyze

Mardin’de çok değerli bir sanatçı var.. Nasra Teyze… Hem değerli bir sanatçı hem de yürekten bir Mardin aşığı. Onun da meraklıları var. Eğer bir insan 96 yaşında İsveç Başbakanı’nı, oturduğu yerden kaldırıp, Mardin’e getirebiliyorsa bunun bir nedeni olmalı. Nasra Teyze,  o teklifi kabul etseymiş; şimdi İsveç vatandaşı olarak, ballı börekli bir hayatla oralarda kraliçeler gibi yaşıyor olacakmış. Daveti yapan da bizzat İsveç Başbakanı olmuş. Nasra Hanım, gitmemiş bir yere, kalmış Mardin’de. Ailece bu topraklara sağlam demir atmışlar zaten. Süryani bir aile ve 600 yıldır oralarda, dayanıklı odunlardan yapılmış kalıplarla kök boya kullanarak basmalara boya baskı yapıyorlar. Nasra Teyze, tıpkı filmlerdeki “ideali için yaşayan” insanlara benziyor. Örneğin, bir kilise perdesi yapmış, kendi el becerisi ve göz nuruyla. Tonlarca para teklif edilmiş ama satmamış. Dahası Rahmi Koç Tarafından müzede sergilenmek üzere, yine oldukça yüksek bir “sergi bedeli” ödenmesi gündeme gelmiş. 

ÇOCUKLARI DA ONUN İZİNDE

Nasra Hanım ona da eyvallah etmemiş. 
Hani, günümüzde masal gibi geliyor. Çünkü, Nasra Teyze’nin öyle salçalı saltanatlı bir hayatı yok Mardin’de. Ama aşık olduğunu hemen anlıyoruz o 
topraklara ve işine. 
Bir Mardin’i biliyor; çok az da İstanbul’u… 
Kardeşleri de bu sanatı yapıyor. İbrahim Kanada’da bu işi almış götürmüş yukarılara; devletin en yüksek aşamalarına kadar ilgi çekmeyi başarmış. Suat isimli diğer kardeşiyse, New York’ta bu işi yapıyor. Babası da zamanında çok yetenekli bir adammış. Atatürk, İnönü ve Fevzi Çakmak resimler yapmış çok özel çalışmalarıyla. Onu İstanbul’a çağırmışlar ancak, dönem itibarıyla, can güvenliği sebebiyle gitmemiş. Sadece Müslümanlardan değil , Yahudilerden de düşmanlıklar  yoğunmuş o yıllarda. Babasının  bu çalışmasıyla daha sonra kendisiyle ilişkilendirilerek bir devlet madalyası almış aile. Ancak madalya şu an Kanada’ daymış. Sayısız eserler üretmişler ailece ..  Nasra Teyze’nin çocukları da bu sanata gönül vermiş. Kendisi çok paylaşımcı ve insanlığa dönük birisi. 
Müzeye verdiği veya benzer kuruluşlara bağışladığı eserlerin ne sayısını ne de piyasa fiyatlarını umursuyor. En son sırada bu “çekmeceli sandalye var verilecek” diyor. Sonrası Allah kerim, Kendisinin çok sevdiği biri daha var oda Başbakan Tayyip Erdoğan. Anlata anlata bitiremiyor o ödül aldığı geceyi unutamamış. Dünya Kadınlar Günü’nde Başbakan’ın elinden aldığı ödülü gösteriyor gururla. Nasra Teyze’yi görünce insan çok daha iyi anlıyor, Çan ve Ezan; Türkçe Arapça, Kürtçe, ve diğer diller ve dinler nasıl hep beraber kalıyor bir bünyede diye.  Basma boyama sanatının para getiren bir iş olup olmadığını soruyorum Nasra Teyze’ye. Ama ona göre para zaten var ve hep var. Azcık Mardin’in insanlığını ve çalışkanlığını irdeleyince buraların, 1. Dünya savaşı öncesi, 3 bin adet dokuma tezgahıyla üretim yapılabilir olmasının da anlamı çıkıyor ortaya. Nesra Teyze’nin yaptığı işin getirisi kötü değil;  ama para kazanmak için, insanların  galiba emekle sabırla beklemeye zamanları yok. 

Tanıtımda yenilik yapmalı

“Mardin için tarih ne demektir”deseler;  çok öncelere gitmeyip, Selçuklu’lardan alsak, Artuklu’lara geçsek. Oradan, Osmanlı’ya ve günümüze gelmeye çalışsak sayfalar yetmez. Gerçek kültürel barış ancak Mardin’deki kadar kadar korunup, günümüze böyle gelebilir. Dinlerin kardeşliği diyen o koca devletlerin, aslında nasıl dinlerin düşmanlığından beslendiğini de hatırlarsak, Mardin medeniyeti hepimiz için çok anlamlı olacaktır. Tamamen insani ve doğal akışıyla olmuş bu süreç bu topraklarda. Asırlarca,  Mardin’de insanlar, en az iki üç dil konuşa konuşa ve yaza yaza uygarlıkları koruyup bu günlere taşımışlar. Fakat günümüzde turizm, çok acıdır ki; böyle kültürel değerler üzerinden gidemiyor. O zaman yenilik yapmak gerekiyor tanıtım anlamında. Tarihi veya kültürü anlata anlata bitiremesek bile, buralara iş kurmak veya yapmak isteyen insanı getirmiyor tarih ve binalar. Memleketi sevmek kadar ; biraz da oradaki insana değer vermek gerekiyor.  

Amerikalı gençlerin ödevi Mardinli Hasan Usta!

Mardin’e daha çok insan gelsin ve ekonomi canlansın istiyorum. O zaman tarihi yapıları  azcık kenara koyup, yaşayan insan kültür ve sanat bileşkesi iş kolları aramaya başlayınca da Şahmaran’ı buluyorum. Bu Mardinliler de bir garip, babaları bir işe başlayınca, çocukları iş değiştirmiyor. Bu aile de 7 göbek bakırcılık ve sanat işçiliği yapıyor. Özcanlar Ailesi kocaman bir aile, artık kafam karışıyor. Ben hangi Özcan’la görüştüm? Galiba Hasan’dı benim kanka. “Bakırcıyım ve Cam Hat Sanatı Ustası”yım diyor kendine. Dönemin Üniversite rektörü Bedri Omar’la beraber, bu olağanüstü yetenek ve ürünleri göstermeye ve anlatmaya California’ya gimişler. “Nasıl bir sanat” diyenler için; ifadesi basit ama zor bir özgünlükten bahsediyor; Hasan Usta. “Süryani, Ermeni, Seçuklu sanatlarını bir tek eserde birleşmek” diyor büyünün adına.
m2Prens Charles gelmiş Mardin’e ve yatak  odasına bir mangal konmasını rica etmiş. Hasan Usta o mangalın aynısını, işlemiş  ve kendi özgünlüğünü yaratmış. İnşallah bizim ülkenin içinden de gereken değeri ve ilgiyi görüyordur Mardin’in bu ustası. 
Kaliforniya Devlet  Üniversitesi’nden 3 öğrenciyi orada Mardin’de araştırma yaparken görünce, fazla  ilgi gösterip şişirmeyim dedim çocukları. 
Biraz da havalıyım oralarda, “Bizim ülkede sanat şöyledir böyledir” diye caka satıyorum.  İnanmış gibi yaptılar fakat gerisini bilmiyorum. Ancak, o gün ustayı oradan alıp; çekim yapmaya ve sohbete götürdüler, ben bir sonraki gün gelip görüşmeyi yapabildim. Bu arada çok ilginç de bir adam vardı yanlarında sanırım Amerika’lı bir profesördü. Fakat Türkçesi mükemmeldi. Sadece konuşmakla kalmıyor. Bizim tavırlarımızdan; nereye nasıl yanaştığımızı da anlayacak kadar yerli olmuş. Kıskanç, iş bozan bir profesör. 
Beni Hasan Usta’nın dükkanına girdiğim andan itibaren hiç sevmedi bu Amerikalı. İçeri girdiğimde, bir  oğlan ve yanında diğer öğrenci iki kız vardı. Bir tanesi  dünya güzeli hanımefendi “Shalbe isimli bir peri. Profesör, tam kafa ütüleyen cinsten anlatıyor da anlatıyor, çocuklar baygın olmuşlar. 
O sırada içeri ben girdim, havalardayım, fotoğraf makinem objektiflerim, asistanlarım. Shalbe’nin yanakları da al al olmuştu, kız sıkıntıdan patlamak üzere . Ben zaten, mümkün olsa Hasan Usta kadar zaman ayırırdım Shalbe’ye. Ancak Amerikalı hoca akrep gibi girdi araya. Ne kızla ne de Hasan Usta’yla konuşturdu bizi. Suçlamış olmayım ama sanırım Shalbe’ye sarkıyordu kart zampara. Sonuçta bizim iletişimimizi bozdu, kız  Mardin’de bir tek ülke vatandaşını yakından tanıyamadan gitti ülkesine. 
Sonuçta, “Başım gözüm üstüne” diyeyim. Amerika’lardan gelmişler Mardin’imize. Ülkedeki bir sanatçının, dünyanın başka kıtasından insan Mardin’e insan getirebilmesinin gurudur deyip; Shalbe’yi unutmaktan başka yol kalmadı. 

Mavi Badem Şeker’in saltanatı


Aslında gümüş endüstrisinin Mardin’deki halini anlatayım istedim ancak, hem Çin gümüşleri o işi bozmuş; hem de  kimse o işe para yatırmak istemiyormuş. 
O zaman başka bir alana el atmak gerekiyor. “Mavi Badem Şekeri” çok parlak bir iş. Sanırım çoğu kimse bu işin ne kadar getirisi olduğunu ilk kez duyacaktır. Şekeri bilen çok elbette. Ama bu başka bir şey. Mavi badem şekerlerinin 4-5 günde tüketilmesi gerekiyor normalde diyor; Faruk Aküzüm kankam. 
Mardin’i çok araştırmış ve paranın “mavi badem şekeri”nde olduğuna karar vermiş, yeni iş kuran Mardinliler ve buraya yeni gelen yatırımcılar. 
Mavi Badem Şekeri’nin  içinde, uyduruktan kayısı çekirdeği olmazmış. Gerçek badem oluyor içinde ve mavi rengini “meyan kökünden” alıyormuş, şeker. Badem şekerlerini ağzı kapalı kutuda 1 ay taze taze koruyabiliyoruz. Faruk Bey çok araştırmış, yeni bir işe girmeden önce ve şu sonuca varmış; Mardin’e kim nereden gelirse gelsin, önce Mavi badem alıyor, sonra sabun. 
Ya şeker Ya sabun 
Çok araştırma yaptırdık, “sabun veya badem almadan giden neredeyse bir kişi bile yok” diyor. Parası kalan, ancak en son olarak bakır, gümüş alıyormuş. 

Bu sabunlar her derde deva

“Badem şekeri tamam da; acaba sabun işine mi girsek? O zaman ne farkı var 
bu sabunların? En temel olarak 
3 tür sabun satılıyor. 
1- Bıttım Sabunu; Sarı renkli .Yabani Antep fıstığının dış kabuğunundan yapılıyor. Kepeğe karşı kesin çözüm. 
2-Menengiç Sabunu: Yeşil renkli, Menegiç kabuğunun yağından yapılıyor.Bakteri oluşumunu engelliyor. 
3- Badem Sabunu; Krem rengi; Badem kabuğunun yağından elde ediliyor. Kuru ciltler için birebir. Marka olmayanları almayın diyorlar. Şahmaran ismi, yine sabun için en yakışıklı marka burada. Reklamlarını bol bol izlediğimiz, “aman da şöyle güzel böyle fiyakalı” denen sabunların kilosunun 4-5 lira olduğunu hatırlatıyor, Mardinliler. Bizim sabunun kilosuysa, 20 lira, diyorlar. Gerisini siz düşünün, süper ambalajlı sabunların ne kadar sağlıklı olduğunu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder