6 Nisan 2014 Pazar

Islamin son kalesi Granada



Bir sarayda olması gerekenden daha fazlası mevcut Endülüs’ün incisi El Hamra’da. Sırları, gizemleriyle de büyüleyici. Sarayı Granadalı şair Pedro Enriquez ile gezerken Endülüs tarihine de yolculuk yaptık.                    
1083’te kaybedilen Madrid’de de rastlıyorsunuz Müslüman izlerine ama 90 kilometre güneye indiğinizde rengi değişiyor toprağın. Karşınıza panoramik bir görüntüyle elinizin avucundaymış hissi veren Toledo çıkıyor. Şehrin bir ruhu olduğunu hissediyorsunuz daracık sokaklarında dolaşırken. Hıristiyanlar tarafından 1085’te alınmasına rağmen hâlâ İslami bir esinti hâkim burada. Biraz daha güneye gidiyorsunuz. 340 kilometre sonra Cordoba kucaklıyor sizi. Benzeri bir daha yapılmamış Kurtuba Camii’nde kendinizden geçiyorsunuz. Aynı zamanda hüzünleniyorsunuz da caminin tam ortasına inşa edilen katedrali görünce. 164 kilometre doğuya doğru yol alıyorsunuz. Size özlemle sarılıyor Sierra Nevada Dağı’nın eteklerine kurulan ve 1492’den beri ayrı kaldığınız Granada. Sabika Tepesi’nden Granada’ya bakan El Hamra ise elini kalbine götürerek selamlıyor sizi. Birazdan fethedecek ruhunuzu.
İsterseniz zamanı biraz geriye alalım. Prof. Dr. Mehmet Özdemir, Ziya Paşa ve W. Montgomery Watt’ın Endülüs tarihini anlatan kitapları içinde dolaşalım. 711’de çıkıyor Müslümanlar Endülüs’e. Öyle bir çıkış ki dünya tarihini değiştirecek adımlar atıyorlar. 12 bin askeriyle gemileri yakan Emevi komutanlarından Tarık bin Ziyad ve 712’de yarımadaya ayak basan Musa bin Nusayr iki koldan hareketle İber Yarımadası’nı ele geçiriyorlar. 714’te Preneler’i aşıp Fransa’ya dayanıyorlar. Bu kadar kısa zamanda bu kadar büyük kara parçasının fethi tarihte görülmemiş. Daha sonra bu iki komutan bilinmeyen bir nedenle dönemin Emevi hükümdarı tarafından Şam’a çağrılıyor. Ama onların bu topraklarda ektiği tohum 1492’de resmen sona erse de günümüze kadar canlılığını koruyor. Önce valiler dönemini yaşıyor yarımada (715-756). Sonra Endülüs Emevi Devleti kuruluyor (756-1031). Ardından Beylikler (1031-1090), Murabıtlar (1090-1147), Muvahhidler (1146-1248) ve Granada Sultanlığı (1231-1492) ile 8 asır süren dönem son buluyor. Avrupa’da Rönesans’ın temellerini oluşturan; Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların tarihte eşine rastlanmamış bir hoşgörü içinde bir arada yaşadığı; sanat, bilim, mimari ve edebiyatta zirve yapan bir hayat yaşanıyor bu topraklarda. Aragon Kralı Ferdinand ile Kastilya Kraliçesi İsabella’nın evliliğiyle Hıristiyanların birleşmesi, Vatikan’ın çağrısı ile Müslümanları bu topraklardan atma gayreti, 1492’deki sonun sebepleri. Ama bu 3 kitabı okuduğunuzda Müslümanların bu toprakları kaybetmesinin asıl sebebinin dâhilî çekişmeler olduğunu görüyorsunuz. Bir yarımada etrafında aynı dönemde neredeyse 20’ye yakın devlet kurmak gibi bir basiretsizlik söz konusu. Fetih sonrası fitnelerin ardı arkası kesilmiyor, meydana gelen asabiye savaşları, bölünmeler, parçalanmalar Hıristiyanların iştahını kabartıyor. Hıristiyanlar, tarihte reconquista (geri alma) denen hareket etrafında birleşerek yeniden bu toprakları ele geçiriyor. 2 Ocak 1492’de de Granada’nın son sultanı Ebu Abdullah (XII. Muhammed de denir) şehrin anahtarını Kral Ferdinand’a teslim ediyor.
Tüm bu savaşlara rağmen Müslümanlar 8 asır boyunca bu toprakları nakış gibi işledi. Granada’daki El Hamra Sarayı ise dünya mirasına Müslümanların eşi benzeri görülmemiş bir hediyesi.
Granada; şehirden baktığınızda kartal başını andıran Sierra Nevada Dağı’nın eteklerine kurulmuş, insanın ruhunu okşayan, huzurun başkenti. Şehirde benzersiz bir koku, tat ve hava var. Rüzgâr bile sizi rahatsız etmemek için sessizce esiyor. Ve şehrin sembolü El Hamra Sarayı. Kırmızı kil kullanılarak yapılan kale, daha dış surlardan başlıyor sizi kuşatmaya. Yeryüzündeki cennet burası olsa gerek.
Cennete giden bu yolda rehberimiz ise şair Pedro Enriquez. 1956 doğumlu Enriquez, Granada’nın yaşayan en ünlü şairlerinden. Granada Güzel Sanatlar Akademisi üyesi Enriquez, hâlen Revista de Letras isimli derginin editörlüğünü yürütüyor. Şiirleri Türkçeye çevrilen yazar, İstanbul ve Eskişehir’de uluslararası şiir festivallerine katıldı. Onu ayrıcalıklı kılan bir özellik de babasının 35 yıl El Hamra’da çalışmış olması. Hâliyle çocukluğu sarayda geçti.
El Hamra’yı günde 8 bin, yılda 2,5 milyon kişi ziyaret ediyor. Günler öncesinden bilet ayırtmazsanız görmekte çok zorlanacağınız bir saray burası. 1231’deki Granada Sultanlığı’nın (Nasriler veya Ahmeriler Devleti diye anılır) kurucusu Muhammed bin Nasr, dışarıda Hıristiyanlarla olan mücadelelere, içerideki taht kavgalarına rağmen medeniyet kervanında yürümekten geri kalmıyor. Önemli eserlere imza atıyor. Ama onun en önemli eseri hiç kuşkusuz 1237’de temelleri atılan El Hamra idi. Gayet geniş, estetik, sağlam ve büyük bir saraydı burası. Ziya Paşa’nın ifadesiyle, “Temeline akıl ve hayal mühendisi hayran kalmış, yapılış tarzı feleği şaşırtmıştı.” Vefat ettiği 1273’e kadar sarayla ilgilendi. Saray en büyük gelişmeyi I. Yusuf (1333-1354) zamanında yaşadı. V.Muhammed (1354-1392) döneminde de saraya önemli ilaveler eklendi. Granada sultanları, El Hamra’yla şehrin düştüğü 1492’ye kadar meşgul oldu.
Ve Pedro Enriquez ile birlikte I. Yusuf döneminde yapılan Adalet Kapısı’ndan içeri giriyoruz. Enriquez, çocukluğunda bu alanda çok oynadığını söylüyor. “Son 35-40 yılda burası çok değişti.” diye de ekliyor. 1970’lerde saraya bugünkü kadar insan gelmiyormuş. Ziyaretçi sayısı son yıllarda olağanüstü artmış. O dönemler o ve arkadaşları; El Hamra’nın keyfini çıkartıyormuş. Bugün ise sarayın bazı yerlerinin ziyaretçilere kapalı olduğunu söylüyor. “Şu an ancak yüzde 30’unu geziyoruz.”  Diğer kısımlar kapalı. Babası yasak kısımları ona gezdirmiş.
Elimizdeki kitapçıktan, 3 milyon 455 bin metrekarelik El Hamra’nın 655 bin metrekarelik alanının ziyarete açık olduğunu öğreniyoruz. Bu, yaklaşık 600 futbol sahası demek. Böylesine geniş bir alanı birkaç saat içinde gezmek çok zor. Bu yüzden Pedro Enriquez, kerpiçten duvarları, ahşapla inşa edilen kemerleri, kubbeleri, pervazları, saçakları, tavanları ile zengin inceliklerle dolu, çeşitli ihtiyaçlarla büyütülmüş sarayın önemli yerlerini bize gezdirecek. El Hamra; kale, ribatlar, yazlık saray ve Generalife (Cennet-ül Arif) olmak üzere dört ana kısımdan oluşuyor. Birbiriyle bağlantılı sayısız odalar ve salonlar, bu mekânların arasında yer alan avlular, yeşil alanlar, fıskiyeli havuzlar, çeşmeler ve bahçeler bizi bekliyor. İlk durağımız Nazaries Sarayları. Buradaki Comares Sarayı ve kulesi herhangi bir şehri turistik açıdan ihya etmeye kâfi. Varın gerisini siz düşünün. Duvarlardaki işlemelerde Türk ve İslam kültüründe çok rastlanılan, iki karenin iç içe geçtiği, 8 köşeli yıldız motifler yoğunlukta. Motiflerin tam orta yerinde bütün sarayın duvarlarını süsleyen “Lâ galibe illallah” yazıyor. Yani “Allah’tan başka galip yoktur”... Rivayete göre Muhammed bin Nasr (El Ahmer), bir zaferden dönünce halk kendisini ‘El galip, el galip!’ diye karşılamış. O da kendisinin değil, Allah’ın galip olduğunu söylemiş ve bu söz sarayın her yerine bu yüzden işlenmiş. Çok az sayıda olsa da duvarlardaki bazı motiflerin tam orta yerindeki bu sözün Hıristiyanlar tarafından silinip yerine değişik figürlerinin yerleştirildiğini görüyoruz.
Şimdi Mersinli Avlu’dayız. El Hamra denince gözlerinizin önüne gelecek ilk fotoğraf burası. Havuza yansıyan görüntüler de büyüleyici. İnsanın buradaki incelikleri tam anlamıyla fark edebilmesi için daha çok zamanının ve daha fazla gözünün olması gerek. “Burası yaratılışı anlatıyor.” diyor Enriquez, tavanı işaret ederek. Samanyolu’nu andıran bir görüntü var tavanda. Çokluktan teke doğru gidiş tasvir ediliyor. Sonra avludaki bir duvarı gösteriyor. Duvarda İbni Zamrak’ın şiirlerinin yer aldığını söylüyor. El Hamra’nın duvarlarında aynı zamanda 3 şairin şiirleri bulunuyor. Bunlar, İbni Hatip (Ö. 1374), İbni Zamrak (Ö. 1393) ve İbni Ceyyap (Ö. 1349). İlk saray şairi İbni Ceyyap’ın varlığı 40 yıl öncesine kadar bilinmiyordu. İbni Hatip ise ünlü bir vezirdi. Sarayda en çok İbni Zamrak’ın şiirleri duvarları süslüyor. Pedro, az sonra bize Zamrak’ın bir şiirini okuyor.

-Duvarları şairlerin şiirleri süslüyor. Bir şair olarak bu konuda neler söylemek istersiniz?
Etkileyici. Burada, düzenlenen etkinliklerde bu üç şaire ait şiirleri seslendirdim.
-El Hamra konulu kaç şiiriniz var.
12 şiirim var.
-İlk şiirinizi ne zaman yazdınız?
Çok küçükken. Bir aşk şiiri yazmıştım El Hamra’da. Çocukluğumu işte buralarda geçirdim. Babamın bana hediye ettiği ilk kitap Washington Irving’in ‘El Hamra Hikâyeleri’ kitabıydı.
Hemen araya girelim. Amerikalı büyükelçi Washington Irving, bu eserini 1832’de kaleme aldı. New Yorklu yazar, 1829’da ülkesi tarafından İspanya’ya büyükelçi sekreteri olarak atandı. Kendisine ikamet yeri olarak da El Hamra’yı seçti. O zamanlar Müslümanlardan kalan El Hamra, İspanya’nın unutmak istediği, terk edilmiş bir yerdi. Irwing, İspanyol arşivlerini inceledikten sonra sarayın geçmişini, mimari yapısını detaylı bir şekilde kitabında anlattı: “Bir Hıristiyan toprağının bağrındaki Müslüman sarayı; Batı’nın gotik binaları arasındaki şark abidesi; fetheden, yöneten ve yok olup giden yiğit, zeki ve seçkin bir halkın zarif kalıntısı El Hamra.” Şu satırlar da ona ait: “Tek başıma, büyülü taşların cazibesine esir olmuş vaziyette, burada aylarca kaldım. İleriki sayfalarda anlatacaklarım, bu zevk verici esaretim esnasında yapmış olduğum araştırma ve kurduğum hayallerin meyvesidir”.
Daha sonra Büyükelçi olacak İrving’in bu hikâye kitabı (Tales of the Alhambra) Batı ve Doğu’da büyük etki meydana getirdi. Mısırlı yazar Rıdvan Aşur’dan Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf’a, Garcia Lorca’dan Francisco Ayala’ya, hatta Ernest Hemingway’e kadar pek çok yazar El Hamra ve Endülüs’ü kalemine konu edindi. İspanyol hükümeti de 1558’den Irving’in Granada’ya geldiği tarihe kadar unuttuğu El Hamra’nın restorasyonuna el attı. 1870’te millî anıtlar arasına alınan saray, 1923 ile 1936 yılları arasında büyük bir restorasyondan geçti. Ancak 1936’daki iç savaş bu çalışmaları durdurdu. Saray yine uzunca bir süre kaderine terk edildi. Ta 1984’te UNESCO burayı Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alıncaya kadar.

-El Hamra sizin için ne ifade ediyor?
Benim için El Hamra fantastik bir diyar, bir düşler mekânı. El Hamra Hikâyeleri, yasak olan yerlere yaptığım ziyaretler bende derin izler bıraktı. Burada gizem var, sır var. Günümüzle geçmişi harmanlayan bir yer burası.
-El Hamra’yı inşa eden insanlar nasıl bir ruh hali taşıyordu? Aynı zamanda müthiş bir sabır var bu işlemelerde…
Haklısınız. Evet, büyük bir sabır gerekiyor. Zaman kavramı çok farklı o günler için. Nesilden nesile sürekli inşaat var burada. Her gelen hükümdar farklı yerler inşa ettirmiş. Yapımı yüzyıllar sürmüş. 7 hükümdar buranın yapımı için öncülük etmiş. Burası bir zamanlar terk edilmişti. Buna rağmen günümüze kadar gelmeyi başardı. 200 yıl bir yere uğramazsanız oranın nasıl olacağını bir düşünün. Ama El Hamra kimsesizliğe direndi. Bence günümüze ulaşması da bir sır, bir gizem taşıyor.
-Size göre El Hamra’da ne gibi gizemler var?
Sarayın tarihî, mimarî, sihirli ve askerî yönleri var. İlk yapımında askerî üstü. Sonradan saray hâlini aldı. Burada aynı zamanda 7 rakamı çok önemli. Buranın sihirli, gizemli yönü de önemli. Gizemli yönü şu: El Hamra’yı inşa eden taş ustaları Süleyman Tapınağı’nı örnek aldılar. Orası Allah’ın tapınağıydı. Süleyman Tapınağı’nın nasıl yapılması gerektiği önemliydi. Allah nasıl ibadet yapması gerektiğini Süleyman’a söylemişti. Süleyman Tapınağı, Allah için yapıldığı için mükemmel olmalıydı. İşte burada da onu örnek aldılar. Mükemmelliği aradılar. Müslümanlarda büyük bir bilgi, birikim vardı. Mesela El Hamra’da su da çok önemlidir. Bütün bir şehre dağlardan getirilen sular motorsuz su sarnıçlarıyla, su kanallarıyla dağıtılıyordu. İnanılmaz bir mühendislik, inanılmaz bir dâhilik yani.
-7 rakamının gizemi ne?
El Hamra’nın inşaatında 7 ve 7’nin katsayısı çok kullanılmıştır. Göğün 7 kat oluşu, 7 hükümdarın burayı inşa ettirmesi, 7 kat aşağı cehennem. Burada da 7 kat aşağıda mahzene iniyorsunuz. 7’nin katsayısı olan 1024 rakamına da rastlayabilirsiniz. Şu an bulunduğumuz bu oda bir evreni andırıyor. Avluda 7 tane revak görüyoruz. Diğer tarafta da 7 tane kemer var. 7’nin katsayısı duvarların boyutunu veriyor. Aslanlar Avlusu’ndaki sütunların sayısı 124’tür. Yine 7’nin katsayısıdır. Bir gizemli dünya var burada 7’yle alakalı.
-7’nin dışındaki gizemler nelerdir?
Burada da şu an bulunduğumuz bu alanda 3 enerji koridoru var. Yani bir meditasyon hâli yaşıyorsunuz burada. Dinleniyorsunuz. Rahatlıyorsunuz. Sihirli bir yer burası.
-Sarayın avlularına, fıskiyelerine baktığımızda suyun burası için önemli olduğunu görüyoruz.
Bu yönüyle de burası eşsiz bir yer. Müslümanlar bilgiye hâkim oldukları için burada böyle bir mekân yaptılar. Bütün fıskiyeler, havuzlar sarnıçlar; hepsi kuzeye doğru yönlendirilmiş. Sanki hepsi bir pusula gibi. Burada henüz çözülemeyen bir gizem var. Matematik ve metafizik boyutuyla bir gizem. Su, Müslümanlar için önemli bir hayat kaynağıydı. İslam’ın şartlarından biri de namaz kılmak olduğu için su çok önemliydi. Tabii mimarinin böyle şiirsel bir şekilde suyla harmanlanması, böyle bir karışımın oluşturulması inanılmaz bir şey.
-El Hamra’yı Granada halkı ne kadar biliyor?
Hâlâ Granada halkı için de bilinmeyen bir yer burası. Burada böyle bir yer var, insanlar buraya hayranlık duyuyor ama El Hamra hakkında gerçek bir bilgiye sahip olmadan duyulan bir hayranlık bu. İrdeleme yok.
-Burayı yılda 2,5 milyon kişi ziyaret ediyor. Ziyaretçiler buranın gizemleri hakkında bilgi sahibi mi?
Hayır. Çünkü rehberler El Hamra’ya ait bilgilere sahip değil. Yapılan ziyaretler çok hızlı ve turistik. Kısa bir bilgi veriliyor. Oysa buranın bir ruhu var. El Hamra yaşayan bir canlı. Bazı anıtların yaşadığını görürsünüz. Ruhu olduğunu hissedersiniz. Burası böyle bir yer. El Hamra; çok sakin, çok sessiz, çok mütevazı. Onunla kalbiniz aynı atmalı. Hissetmelisiniz. Onunla senkronize olmalısınız, bunu yaparsanız onunla iletişime geçersiniz. Buraya geldiğinizde şunu da düşünmelisiniz. Hıristiyan, Müslüman, Yahudi olabilirsiniz ama şunu düşünmelisiniz:  Burası bütün dinleri birleştirici bir mekândı. El Hamra’nın aynı zamanda birleştirici bir yönü var. Bu yüzden belki dünyada üç dinin, üç semavi dinin kaynaştığı tek saraydır El Hamra. Krallar Salonu var. Oradaki bazı resimler Araplar, Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafından yapıldı.
-Bu Müslümanların hoşgörülü olduğunun da göstergesi değil mi?
Evet. Müslümanlar çok açık görüşlüydü. Yenilikçiydi. Birleştiriciydi. Burada öyle bir ruh inşa ettiler ki o ruh duvarlarda, sütunlarda, tüm mekânlarda, köşelerde, yazıtlarda her yerde hâkim. Yazıtlar aslında bizimle konuşuyor. Belki dünyanın en büyük kitabıdır El Hamra. Hangi şaire böyle bir imkân tanınır? Şiirleri duvara işlendi şairlerin. Bakın şu şiire, bu bir sayfadır (duvardaki bir şiiri gösteriyor). El Hamra’da şiirlerin yazıldığı bir sayfadır bu duvar. (2011 yılında, El Hamra’nın duvar ve tavanlarında gizli 10 bin Arapça şiir ve özlü söz bulunduğu medyaya yansıdı). İbni Zamrak’ın bir şiiri var burada. Zamrak bu şiirinde V. Muhammed’in Hıristiyanlara karşı kazandığı bir zaferi övüyor.
Pedro ile El Hamra’nın Elçiler Salonu’na açılan 12 aslan sütunlu, fıskiyeli Aslanlar Avlusu’ndayız. V. Muhammed döneminde 1361-1391 yılları arasında yapılan bu avlu da oldukça etkileyici. Burası öyle bir saray ki her ziyaretçide ayrı bir lezzet bırakacak ihtişama, etkiye sahip. Fışkıran su sesleri adeta musiki tadında kulağımızın pasını siliyor. Pedro, 124 beyaz sütun mermerden, çanaktan taşan ve aslanların ağzından fışkıran suyun kanallar vasıtasıyla salona geçtiğini söylüyor. Şimdi Kız Kardeşler Salonu’ndayız.
-Burası hakkında bize bilgi verebilir misiniz?
Burası ihtirasların da olduğu bir mekân. El Hamra âdeta kâinat gibi. Burada cennet de var, cehennem de. Bu salonda bir aile katledilmiştir. İhtiraslara, taht kavgalarına, iç çatışmalara da sahne olmuştur saray. Kutsal kitaplarda Allah, insanın yüce makamlara çıkabileceğini, aşağılardan aşağılara kadar inebileceğini söylüyor bize. Burası öyle bir mekân işte. İnsanın yücelebileceğini de anlatıyor, yerin dibine girebileceğini de.
-Neredeyse sarayın her duvarında “Lâ galibe illallah” yazıyor. Bunu nasıl karşılıyorsunuz?
Manevi açıdan düşündüğümüz zaman bizden üstte bir yaratıcı var. Kâinatın yaratıcısı olduğunu düşününce buna ha Allah demişiz ha İspanyolca Dios. Geri planda farklı 4 yoldan (4 büyük dini kastediyor) giden yolcularız ama aynı yere gidiyoruz. O yüzden o, Allah diyor. Ben saygı duyuyorum. Biliyorum ki Allah İspanyolca Dios. Aynısı yani. Yani Amazon’daki bir kabilenin bile taptığı tek O’dur. Beni rahatsız etmiyor, saygı duyuyorum. Bu bize şunu gösteriyor. Bizden daha üstün bir yaratıcıya inanmak gerektiğini gösteriyor. İsim önemli değil. İslam mimarisine baktığınızda binaların dışında sadelik görürsünüz, içte ise büyük bir zenginlik var. O yüzden iç kısımda Allah övülüyor. O yüzden bu güzelliği bütün bu kâinatı yaratanın Allah olduğunu belirtmek, ona teşekkür etmek için Müslümanlar böyle yapılar yapmış. Galip yazarken, hem savaşlarda galip hem de ruhen galip demek istiyorlar.
-El Hamra’yı inşa edenler içinde İspanyol Müslümanlar da var. Siz kendinizi buraya ait hissediyor,  ‘burayı benim atalarım yaptı’ diyor musunuz?
Ben kendimi El Hamra’nın çocuğu olarak hissediyorum. Endülüs döneminde yaşamış insanların bir akrabası olarak hissediyorum. Çünkü tarih bizi bağlıyor. Doğduğumuz yer bizi birbirimize bağlıyor.
-İspanyollar da sizin gibi hissediyor mu?
Hayır. Granadalı olmak gerekiyor bunu hissetmek için. Günümüzde turistik amaçla ziyaretler yapılıyor buraya. İspanyollar da geliyor. Daha önce burası Granadalılara ait bir mekân olarak görülüyordu. Granadalılar vardı sadece. Turizme açılınca herkes gelmeye başladı. Önceki nesille şimdiki neslin El Hamra’yla farklı kontağı var. Önceki nesil sanki akraba gibiydi. Şimdi herkes burada. Gizemli yapılara çok turist geldiği zaman o yapıların ruhu biraz bozuluyor gibi.
-Az önce dediniz ki burada 3 dini görebiliyorsunuz. Sonra ne oldu da Avrupa’da bir İslamofobi oluştu?
Granada, Müslümanların son toprağıydı. Biliyorsunuz muzaffer olarak gelenler her zaman düşüncelerini, dinlerini empoze etmek istiyor. Birlikte yaşama düşüncesi empozeye dönüştü. Müslümanlar da buna karşı çıktı. Barış ve huzur içinde yaşayan insanlar farklı bir din empoze edilmeden dolayı zorla taşındılar. Granada’da kalmak isteyen Hıristiyan olmak zorundaydı. Aynı zamanda isimleri değişecekti. İki şık vardı: Ya Hıristiyan ol, ismini değiştir ya da git. Hâlâ bugün bile Endülüslülerin torunları Granada’daki evlerinin anahtarlarını bir hazine gibi, mücevher gibi evlerinin köşesinde saklıyor. Düşünün burada Kuran’ın yanında ilmi kitaplar yakıldı. Rampla Meydanı bütün Arapça kitapların yakıldığı yerdir. Yani Hıristiyanlar kendi kültürlerini zorla empoze etmek için kendilerinden önceki kültürü tamamen yok etti.
-Ne kadar kitap yakıldı?
Kaynaklarda 1 milyona yakın kitap yakıldığı yazıyor. (Burada araya tercümanımız Cihan Tanrıkulu giriyor. Nobel ödüllü Fransız fizikçi Pierre Curie’nin “Bize Endülüs’ten 30 kitap kaldı. Biz bu kitaplarla Rönesans’ı gerçekleştirdik. Sonra atomu parçaladık. Yakılan kitapların hepsi elimizde olsaydı, şimdi galaksiler arasında geziyorduk.” sözünü hatırlatıyor).
-Batı bugün de İslam’dan korkuyor. Bu korkuyu yenmek için ne yapmak gerekiyor?
İlk yapılması gereken şey: İnsanların bilgilendirilmesi. İnsanlar İslam’ı bilmiyor. İslam’a böyle dıştan bir bakış var. Faslı bir şair arkadaşımla bir proje gerçekleştirdik: ‘Buradan Oraya’ isimli. O benim şiirlerime müzik yaptı. Şiirlerimi Arapçaya çevirdi. Yani sahneye ikimiz çıkacağız ve iki kültürün kaynaştığını, bir arada olduğunu anlatmaya çalışacağız. Kötü şeyleri dinlemektense iyiyi anlatmalıyız. Batıda da çok kötü şey var. O yüzden bütün sanatçılar birlikte bir şey ortaya koymalı. O zaman bakış değişir. Batılı ve doğulu sanatçılar eğer bir araya gelirse, bakış değişir. Barış umutları için bence bu güzel bir yol.
Pedro, 8 yaşından beri şiir ve hikâye yazıyor. Şu ana kadar 12 kitap yayımladı. Bu kitapların bazıları hikâyelerden oluşuyor. Şiirlerinde ölüm, aşk ve hayat ana konuları. İki kez Türkiye’ye gelmiş. “Sanki evimdeymişim gibi hissettim.” diyor. Granada ve Türkiye arasında paralel bir tarih bağının olduğunu düşünüyor: “Türk insanında bir Alman ve İngiliz’de bulamayacağınız karakter, nezaket, misafirperverlik var. Bu İspanya’daki insanlarda da var. İki ülke arasında bu yönden bir benzerlik bulunuyor.” sözleri de ona ait. Yakında Granada ve Türkiye ile alakalı Türkçe ve İspanyolca bir şiir kitabı çıkacak. Amacı  iki ülke insanlarını birbirine kaynaştırmak.
Granadalı şairimizle gezimizin sonraki bölümlerini yağmurun da etkisiyle daha çabuk gerçekleştirdik. Sarayın bazı bölümlerini göremedik. Hızlıca geçtiğimiz Generalife denilen yazlık sarayın bahçeleri de muhteşemdi. Suyun burada da çok naif bir şekilde kullanıldığını görüyoruz. Yağmur şiddetini daha da artırıyor. Pedro yağmura aldırmadan bir şiirini şemsiyenin altında okuyor. Ziya Paşa’nın Endülüs Tarihi kitabında yer alan “Süslü tasvirleriyle Kisra’nın kubbesi gibi / Nakışlı resimleriyle Nami’nin mektubu gibi / Feleğin gözleri gibi parlak, Cennet gibi güzel / Beyti Haram gibi mübarek ve İrem bağı gibi hoş” şiiriyle El Hamra’ya istemeden de olsa veda ediyoruz.
Pedro ile eşsiz tarihi mekânlardan birinde soluklanma vakti. Burada onun şair arkadaşları Francisco Vaquero ve Chema Cotarelo da bizi bekliyor. Vaquero, İbni Hatip’e hayran. Hatip’in bir şiirini okurken gözlerinden yaş geliyor. Cotarelo ise ‘İstanbul’dan Granada’ya Kartpostal’ adında bir şiir yazmış. İki kültürü bağlayan bir köprü kuruyor şiirinde. Topkapı Sarayı ile El Hamra’nın birbirine benzediğini düşünüyor. “Burada bir medeniyet sona ererken İstanbul’da büyük bir medeniyet başlıyordu.” diyor. Daha sonra ekibe İsacio Rodriguez (56) katılıyor. ‘Granada’nın Gizemli Yolları’ adlı kültür turu düzenleyen hukuk ve tarih mezunu İsacio, Granada’da Müslümanların gizli bir hazine bıraktığını ama bu hazinenin tam anlamıyla ortaya çıkartılamadığını söylüyor. Granada halkının İslam’la iç içe olduğunu ama bunun farkında olmadıklarını da iddia ediyor. “Yemeklerimizde, evlerimizde, edebiyatımızda İslam kültürünün etkisi var. Bugün Granada’daki insanlarda Müslüman karakteri görmek mümkün. Çünkü Granadalıların kanında Müslüman izleri var.”
Sohbet iyice koyulaşıyor. Ortaya şöyle bir soru atıyorum: Yahudiler de Müslümanlar da buradan göçe zorlandı. Bugünkü İspanya, Yahudilerden özür diledi ama Müslümanlardan özür dilenmedi. Neden? “Çok basit” diye atılıyor İsacio: “Ekonomik güçten dolayı.” Pedro’yla görüşmemizde bize tercümanlık yapan Cihan Tanrıkulu’ya da bir paragraf açmak istiyoruz. 5 dil bilen Tanrıkulu, bu bölgede turizm rehberliği yapıyor. Eğer bu toprakları ziyaret edecekseniz, Cihan’a ulaşmanızı tavsiye ederiz. Bakarsınız sizi de Pedro ve arkadaşları ile tanıştırır.

ENDÜLÜS’TE BİRLİKTE YAŞAMA KÜLTÜRÜ: CONVİVENCİA

Pedro’nun bahsini ettiği birlikte yaşama kültürü, tarihte Endülüs’ü farklı kılan en önemli unsurlardan biridir. Endülüs’te 3 din bir arada huzur içinde yaşar. Biraz daha geriye gittiğimizde bu coğrafyada Katolikliğin 586’da bütün İspanya’nın resmî dini hâline geldiğini görürüz. Orta ve alt tabaka, kilisenin nüfuz sahibi olmasından başlangıçta mutlu olur. Ancak kilise bu sınıflara yönelik vaatlerini yerine getirmez. İslam fethi sonrasında buraların kolayca İslamlaşmasında kilisenin bu kayıtsızlığının da etkisi büyüktür. Katolikliğin resmi din haline gelmesi İspanya’da en çok Yahudileri etkiler. 694’te çıkarılan bir fermanla ülkedeki Yahudilerin toptan köle statüsüne alındığı ilan edilir. Yahudiler için de Müslümanların bu toprakları fethetmesi kurtuluştur.
Fetihten sonra Müslümanlar, Hıristiyanların aksine birlikte yaşama kültürünü ön plana çıkartır. 713’te Müslüman komutan Abdulaziz bin Musa ile İspanyol Teodomiro arasında şöyle bir anlaşma imzalandığını Mehmet Özdemir’in Endülüs Müslümanları kitabından okuyoruz: “Anlaşma şartlarına uydukları sürece, Teodomiro ve onun idaresi altındaki herhangi bir Hıristiyan’ın malına dokunulmayacak, kendileri, çocukları ve kadınları öldürülmeyecek, esir edilmeyecek, dinlerini yaşama hususunda herhangi bir engelle karşılaşmayacak, kiliselerine dokunulmayacaktır.”
Fethin ardından Hıristiyanlıkla alakalı düşünce, eğitim ve öğretim faaliyetleri de gözle görülür bir canlılık kazanır. Bu hoşgörüden en fazla faydalananlar Yahudiler olur. Kaybettikleri sivil ve dini haklarını yeniden kazanırlar. Müslümanlar Yahudi topluluklarını şehir merkezlerine yerleştirir. Kapatılmış sinagogların açılmasına izin verilir. Müslümanların bu tutumu sonraları, 3 dinin bir arada yaşama sanatı diye tabir edilen ‘convivencia’ kavramını ortaya çıkarır.
Müslümanların Yahudi ve Hıristiyanlara hoş görülüdür ancak birbirleriyle yaşama noktasında ise aralarında sık sık fitneler çıkar. Yaşanan taht kavgaları, Endülüs’te uzun dönemli ve coğrafi açıdan geniş bir devlet kurmalarına engeldir. Müslümanların birbirlerine düşmeleri 1492’deki hazin sonu getirir.
1492’den sonra sadece Müslümanlar değil, Yahudiler de büyük sıkıntı yaşar. Hıristiyanlar, Granada’nın anahtarını teslim sırasında Müslümanlarla yapılan 67 maddelik anlaşma metnini 2-3 ay sonra unutmaya başlar. Tuleytula’daki (Toledo) cami kiliseye çevrilir. Gırnata Ulu Camii (Cami el’Kebir), Kraliçe İsabella’nın emriyle yıkılır. Yerine büyük bir katedral inşa edilir. Yaklaşık 5 yıl sonra ise şehir merkezinde oturan Müslümanlar göçe zorlanır. Halkın İslam’la alakalı bilgi kaynaklarını kurutmak için Arapça dini eserler toplattırılarak yakılır. Müslümanların isyanları sert bir şekilde bastırılır. Bazı Müslüman topluluklar topluca vaftiz edilmeyi kabul edince bağışlanır. Endülüs Müslümanları görünüşte Hristiyan’mış gibi davranma yolunu da seçer. Bu Müslümanlara Moriskolar denir. Ancak Hıristiyanlar daha ağır kararları yürürlüğe koyar. Hayvanların İslami usulde kesilmesini önlemek için Moriskoların kasap olmaları dahi yasaklanır. Mescitler kapatılır. Arap isimleri yasaklanır, çocukların sünnet ettirilmesi de... Yasaklara uymayanlar Engizisyon Mahkemesi’nde yargılanır. Bu mahkemeler Yahudileri de takip etmek için kurulmuştur. İyice bunalan Moriskolar 1568-1570’de büyük bir isyan daha çıkartır. İsyan Hıristiyanların başını ağrıtır ancak isyancılar arasında ikilik çıkınca çok geçmeden bastırılır. Düşünün Müslümanlar isyan ettiklerinde bile birbirlerine düşer.
90 yıl süren asimilasyon politikası beklenen neticeyi tam olarak vermeyince İspanyollar 1609’da Moriskoların ülke dışına sürülmelerine karar verir. 5 yıl süren sürgün neticesinde çoğu Müslüman Kuzey Afrika’ya göç eder. Fransa’ya, İtalya’ya, hatta Osmanlı topraklarına kadar gidenler olur. Sürgünde yarım milyon insanın göç ettiği tarihi kaynaklarda yer alıyor. Osmanlı’nın yardımlarından Yahudiler de payını alır. 2003 yılında yani aradan tam 511 yıl geçtikten sonra İspanyol Müslümanlar Endülüs topraklarında ilk camilerini açar. Caminin yapımı için izin alma süreci 19 yıl sürer. Bugün 300 bin nüfuslu Granada’da 10 bin Müslüman yaşıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder