20 Ocak 2014 Pazartesi

Cemaat kimliğini kaybetti


Türkiye 17 Aralık'tan beri siyasetten ekonomiye, hukuka birçok sahayı kaplayan süreci bir final maçı seyreder gibi seyrediyor. Sosyal medya da bu maçın amigosu olarak önümüzde duruyor. Tam da böyle günlerde çok düşünülüp az konuşulması gereken zamanlarda, meselelere tarafların dışında başka bir açıdan derinlikli bakmanın önemli olduğuna inanıyorum. Dindar kesimin dışında, böyle bir ihtiyaca cevap arayışı ile bu röportaj serisi ortaya çıktı. İnanıyorum ki toplumun bütün kesimlerinde de böyle bir ihtiyaç var. Serinin ilk röportajını, 'devlet'in en çok tartışıldığı bu zaman diliminde 'En kötü devlet, devletsizlikten evlâdır' diyen Alev Alatlı ile yaptık. Bu dönemde konuşmayı 'aydın ahlâkının gereği' olarak gören ve kendisini 'laik muhafazakar' olarak tanımlayan Alatlı, 17 Aralık sürecine dair önemli sözler söyledi.
17 Aralık'tan bu yana yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz? Son durum ya da sizin hasar tespit raporunuz nedir?
Birinci tespit: Affınıza sığınarak bir atasözünü hatırlatarak, bıldır yediğin hurmalar, kışın tırmalar. Bunun daha zarif bir paraleli: bir mıh yitirdiydik, naldan olduk; bir nal yitirdiydik, attan olduk; bir at yitirdiydik, atlıdan olduk; bir atlı yitirdiydik, muharebeden olduk; bir muharebe yitirdiydik, savaştan olduk; bir savaş kaybettik, vatandan olduk. Diyeceğim şu ki, siyaset, ince ayar, süreklilik, adanmışlık, kadim değerlere riayet ister. İnşaatı en başından ve her aşamasında sıkı tutmaz, çimentosuna, demirine, statiğine özenle sahip çıkmazsanız, bina başınıza yıkılır. Murphy kanunudur, bir yerde bir çatlak varsa, o çatlak ille de büyür.
Nasıl bir çatlaktan bahsediyoruz?
Bir cam bardaktaki veya motor dişlisindeki çatlak gibi düşünün. Veya çimentodaki deniz kumu gibi düşünün. Kullanıma sürmeden önce tesbit edemez yada tesbit ettiğinizde görmezden gelmeyi yeğlerseniz, o ürün tüketicisinin elinde patlayacaktır. Kalite kontrol zaafiyetinin bedeli vardır, eninde sonunda ödenir. Murphy kanunları sosyal oluşumlarda da geçerlidir. İtinasız bir tüzük, bir yasa, ille de patlar. Yanlış atama, kurum patlatır.
Bunu iktidar tarafına mı söylüyorsunuz?
İktidar, muhalefet, cemaat, STK'lar, üniversiteler, ordu, sayın artık... İktidar, yaptıkları kadar, yapmadıklarından da sorumludur. Bu bağlamda iktidar, Fethullah Hoca'nınki veya değil, cemaatlerden de sorumludur. İktidarın falsosu kendi siyasi partisinden öte, diğer tüm kurumlara ve nihayet devlete mâl olur. İnce ayar, süreklilik, adanmışlık şiar olacak; iktidar, ülkenin esenliği için falso yapmayacak. Kural budur.
MASONİK KAPALI KUTU
Bu süreçte 'cemaat'i nasıl görüyorsunuz?
Cemaat, masonik ölçülerde kapalı kutu. Ülküsünden başlayarak, örgütlenme biçimine, malî kaynaklarına kadar söylentiden öte hiçbir şey bilmiyoruz. Bakın, bencileyin laik muhafazakarlar, bizler, Müslümanların neden muhtelif mürşidlerin yönetiminde bölük bölük ayrıldıklarını anlayabilecek kadar dini hassasiyetlere vakıf değilizdir. Fethullar Hocaefendi ne der de, yetki alanı, örneğin, bir rahmetli Muzaffer Hoca'dan ya da ne bileyim Cüppeli'den ayrışır? Ancak, kimliğimiz icabı, Türk İslam davasına hizmet eden bir harekete saygı duyar, içten içe de olsa, destek veririz. Hatta, Türk dilinin deniz aşırı ülkelere taşındığını görmenin saklı bir gururu, Lozan'da bile tümüyle kurtulamadığımız misyoner okullarının rövanşının alınıyor olması gibi bir izlenimin inceden keyfi, hizmet erlerine duyulan samimi takdir de vardır. Ancak, tümüyle Allah rızası için girişildiğini kabul ettiğimiz bu hareketin bizim bildiğimiz İslami kurallara riayet etmeyebildiğini hissettiğimiz durumda, işkillenmemiz var. Teyakkuza geçmemiz var.
Mesela? Nedir sizin gibi laik muhafazakarları teyakkuza geçiren?
Mesela, Türkmenistan Devlet Başkanı müteveffa Saparmurat Türkmenbaşı'nın 'Ruhnâme' adlı kitabına Kur'an-ı Kerim muamelesi yapanlara Hocaefendi tarafından 'One munite!' çekilmediğini gördüğünüzde duralıyorsunuz. Müteveffanın TV'de 'Kim ki Ruhnâme'yi üç kez hatmeder; dosdoğru cennete vasıl olur' mealindeki hezeyanına, Türk okullarına sahip çıkıyor diye bigane kalındığında, yok sayıldığında, işkilleniyorsunuz.
HAYIRHAHLIĞI KAYBETTİLER
Sadece Ruhnâme mi?
Ruhnâme aklıma gelen ilk örnek. Ruhnâme ile başveren çatlak, farzımuhal, 'Müslümanların ayıplarını (ve gizli şeylerini) araştırmayın' buyuran ayeti, efendim, 'Birbirinizin özel ve mahrem hayatını araştırmayın' mealindeki hadisi ıskalayarak büyür. Nitekim, Fethullah Hoca'nın bizzat kendisi huzuruna gönderilen kasetlerden bahsedebilmiştir. Meğer ki, Türkiye'yi darülharp sayıyor olsun, bir dini cemaat mensubunun diğer bir Müslüman'ın ayıbını, bırakın örtmeyi, kasede kaydetmesi, yetmedi, afişe etmeyi aklından geçirmesi bile bencileyin muhafazakâr tipleri rencide eder, hatta terörize eder. O kasete dokunanın eli yanar sanırsınız ama anlaşılan öyle değil. Daha onlarca örnek verilebilir. Sonunda çatlak büyümüş, yarığa dönüşmüştür.
Peki cemaat bu süreçte kaybetti mi? Ya da 'ne kaybetti' diye sorsam...
Cemaat, Allah rızası için kalkışılan hayırhah bir hareket vasfını yitirirken, Fethullah Hoca bilge bir mürşid olmak niteliğini kaybetti. Bilge din adamı kimliğini kaybetti. Bundan sonra atabileceği bence en makul ve saygın adım, cübbeyi çıkarıp aleni siyasete soyunması, kendi siyasi partisini kurması olur. Müridleri anlatıldığı kadar mebzul ve örgütlü ise, başarı şansı da yüksek olacaktır. Böyle bir girişim ellerini de rahatlatacak, muhafazakarların eleştirilerini de bertaraf edebilecektir. Din adamında kabul edilemez olan, dünyevi siyasette makul görülür çünkü.
Lanet seansı kanımı dondurdu
Dünyada daha ılımlı bir İslam modelinin temsilcisi olarak bilinen cemaat neden bu algısını feda etti?
Önce, şu 'ılımlı İslam' kavramına açıklık getirelim. Benim ılımlı İslam'dan anladığım, Batı ile iyi geçinen İslam değildir. Olsa olsa, Allah'ın güzel isimleri arasında mesela 'Kahhar'ı ve 'Müntakim'i değil de 'Rahman'ı, 'Rahim'i öne çıkaran, iyiliği, güzelliği, şefkati vurgulayan, yani Yunus Emre referanslı Anadolu İslamı olur. Cemaatin kapalı kapıları ardında ne olduğunu bilemem. Fakat ne yazık ki, o meşhur lanet seansı, geçiştirilebilecek gibi değildir.
BİR SAİT MOLLA FİGÜRÜ...
Bir din adamının dua etmesi kadar beddua etmesi de normal görülemez mi? O sahne sizde nasıl bir duygu uyandırdı?
Kanım dondu. Ve hayır, eğer Müslüman bir din adamından bahsediyorsak, beddua etmesi ve vokaldeki amin sesleri normal görülemez. Dahası, Risale-i Nur'da, Yezid'e bile lanet getirmenin uygun görülmediği söylendiği için daha da korkutucu. Bizim -bizim derken, amatör Müslümanların- anlayışında, her şerde hayır inancı hakimdir. Konjonktürel kötülüğü Allah'a havale edersiniz. Ancak lanet yağdıran din adamlarını normal göremeyiz. Bir de bakın, benim akran ve/veya ekürime dini inançları istismar eden sahtekâr hocalara karşı teyakkuz öğretilmiştir. İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin kurucusu Sait Molla tipolojisinin istikrahıyla büyümüş olduğumuz bir gerçektir. O yıllarda İngiliz Yüksek Komiserliği'nde üniforma ile dolanan Papaz Frew diye bir ajan vardı. Frew, Sait Molla'yı 300 lira maaşa bağlamış, zamanın Adalet Bakanlığına müsteşar tayin ettirmişti. Bir de şurayı devlet azası yapmıştı ki hayır kurumu kisvesi altında İngiliz himayesinin bayraktarlığını yürütebilsin. Sait Molla figürünün günümüzdeki telmihini düşünebiliyor musunuz?
İMAJI DERİN YARA ALDI
Çağdaş örnekler var mı?
Bu tipolojinin güncel örneklerine hiç girmeyelim de asabımız daha fazla bozulmasın. Bunların batı dünyasındaki karşılıkları: Evangelistler, Yehova Şahitleri, ağızlarını nefret ve lanete açan Hellfire, Brimstone vaizleri. Lanet seansının bende uyandırdığı duygu: şok! Bütün bu imajların beynime üşüşmesi ve şok. Yo, hayır. Bu topraklarda görmek isteyeceğim, kabul edebileceğim bir sahne değildir bu. Bizim bağlandığımız İslam'ın ruhunu muazzep eden bir duruştur. Kabul edilemez. Bir de üstüne amin çekilmesi. 'Dervişin fikri neyse zikri de odur' düsturu belleğimize kazınmışken, karşı tavır almamamız mümkün değil. Uzun sözün kısası, cemaatin imajı maalesef derin bir yara almış, Mr. Murphy bir kez daha doğrulanmıştır. Bir yerde bir çatlak varsa o çatlak ille de büyür.
Aldatıldım
Cemaat bir siyasi parti kursa oy verir misiniz?
Hayır. Açıklayacağı programına sempati duysam dahi, şahsen benim elim oy vermeye gitmez, çünkü bireysel olarak aldatılmışlık duygusu ile mâlulüm. Ve çok müteesirim, çünkü Fethullah Hoca'nın şahsında bilge Müslüman figürü olabilecek olan bir otoriteyi yitirdiğimi hissediyorum. Şu kadarcık tarih bilgim varsa, medeniyetlerin taşıyıcı unsurlarının, yani dini yada dünyevi otoritelerin, yüzsuyu hürmetine ayakta kaldıklarını bilirim. 21. Yüzyıl'da bir Selahattin Eyyubi'nin çıkmasını beklemek hayaldir elbet. Ama İslam'ın sulh temelli söylemlerinin hayata geçirildiğini görmek istemek şöyle dursun, hele de sosyalist ideallerin aşındığı bir dünyanın İslam'ın sesine ihtiyacı olduğunu hissederim.

İktidar cemaatlerden de sorumludur demiştiniz?

Evet, dedim. Sözümü tetikleyen de sizin yazarlarınızdan Abdülkadir Selvi'nin 2004'den önce kaç vali, bakan, vekil ve üniversiteniz vardı şimdi kaç tane var mealindeki çıkışıdır ki, bu bende, hükümetin atamalarda görev tanımının, liyakatın, ehliyetin ötesinde kıstaslar kullanmış olduğu kuşkusunu uyandırır. Öyle midir, değil midir? Diyelim ki öyledir ve hakim anlayış, dindar olsun da ne olursa olsun şeklindedir. Öyleyse, one munite! Ben cemaate oy vermedim. Bencileyin laikler nezdinde, hele de 21. yüzyılın bu ölüm-kalım sürecinde, Türkiye Cumhuriyeti en dirayetli beyinlere muhtaç iken, dini inançların çağın talep ettiği ehliyete galebe çalabildiği tutum, kabul edilemez bir tutumdur. Dahası, aldatılmışlık duygusu uyandırır. Ben, dini duyarlılıkları gelişmiş, mütedeyyin, velâkin laik ve hepsinden önemlisi hesap sorulabilir, şeffaf bir kadroya vekalet verdim. Arkamdan iş çevrilmiş olabileceği duygusu, rencide eder.

AK Parti dini görüşü siyasi görüşüne etki eden bir parti değil mi? Siz AK Partiye niye oy verdiniz?
Yerliler iktidara gelsinler diye verdim. Anadolu'nun entelektüel sermayesi gün ışığına çıksın diye verdim. Madem ki serbest piyasa ekonomisidir, öyleyse sadece tüketim değil, üretime giriş de serbest olsun diye verdim. Yerlilerin önündeki eğitimsel engeller kalksın, nepotizm, aferizm Allah rızası için son bulsun diye verdim. Bu ülkede ecnebi gibi yaşayan, Çiller, Yılmaz, hatta Ecevit gibi expat'lardan ve ekürilerinden usanmıştım. Toplum mühendisliği törpülensin diye oy verdim. Devlet, millet içindir şiarını tuttuğum için oy verdim. Kızımın mali kaygılarla orduevinde yaptığımız düğününe en sevdiğim insanların eşleri örtülü oldukları için gelemediklerini seneler sonra öğrendim. İçimde halâ yaradır, onlar terbiyeleri icabı söylemediler, biz de bilmedikti. Onlar için oy verdim.

UZLAŞMAZ ÇELİŞKİ GÖRMEDİM

Bu değişmesini istediğiniz konularda çaba sarf edenlerin içinde, mesela cemaat gibi yapıların da olduğunu görmemiş miydiniz?


Bu 'askeri vesayet' tanımlaması da şaman zikrine dönüştü. 'Vesayet' dediğiniz, toplum mühendisliğine duyulan arkaik iştiyak olmasın? 'Asker'de vardı da, sivilde yok muydu? Eskinin mülkiyesinin dünya görüşü, harbiyesinin dünya görüşünden farklı mıydı? Eskiden dışişlerine belli bir tipolojinin haricinde eleman alınmazdı, yazılı olmayan kanun gibiydi. Şimdi farklı mıdır? Farklı değilse, bahis konusu bu cemaat yapılanması vesayetin yeni versiyonu değildir de nedir? 'Paralel devlet' dedikleri nedir?

Şaman zikrine benzese de askeri vesayetin bitirilme süreci, hukuki düzenlemeler, Ergenekon, Balyoz davaları gibi konularda bir gizli elin olabileceğini düşündünüz mü?

Hayır, çünkü adli sistemin mükemmeliyetine inananlardan değilim. Bu çerçevede, iddia edilen boyutlarda bir gizli yapılanma olabileceği aklımdan geçmedi. Zaman içinde kuşkulandım, ses bantlarındaki TÜSİAD, BBDK ilişkileri de tüy dikti. Bakın, gizli yapılanma düşünebilmem için cemaat ile AK Parti arasında ideolojik bağlamda uzlaşmaz çelişki hissetmem lazımdı ki, görmüyordum. Vardıysa uzlaşmaz çelişki, o kadar iyi saklanmış ki, hala da göremiyorum. Sohbetimizin başından beri, kendimi laik muhafazakârım diye tanımlıyorum ya, şimdi buna bir de saftirik keriz sıfatını mı eklemeliyim?

MÜSLÜMAN RAHİBELER

Estağfurullah. Ancak şimdiye kadar her şey süper miydi? Birdenbire mi bozuldu her şey?


Özeleştiri olarak kabul edin, samimiyetle söylüyorum. Oysa, benim cemaatin Vatikan ilişkilerinden hazzetmemişliğim de vardı. Şimdi düşündüğümde, Catholic Journal diye bir sitede Cemal Uşşak'ın bir tür Müslüman kardinal gibi lanse edildiğini okuduğumda da kanım donduydu. Aynı yerde, cemaatin rahle-i tedrisinden geçmiş oldukları anlaşılan iki kızcağızın 'Müslüman rahibeler' diye anılmaları keza. Bu haberler bende yeni dünya düzeni ortak dinine duhul edildiği kuşkusunu uyandırdıydı. Ha şimdi bana sen bir laik muhafazakarsın, sana ne oluyor diyebilirsiniz. Haksız da sayılmazsınız ama tümüyle dünyevi pencereden baktığımda yeni dünya düzeninin, neo-con'ların ayak seslerini duyduğumda, ne yaptıklarının farkındalar mı bunlar diye düşündüğümü hatırlıyorum. Kaldı ki, İslam'ın tek tanrılı dinlerin en mütekâmili olduğunu bilen ve buna inanan biriyim, 'bizim peygamberimizi çöl bedevisi gibi görüyorlar, bu algıyı değiştirmeye çabalıyoruz' mealindeki açıklamalar bana naif gelir.

Nedir neo-conların yaptığı?

Neo-conlar, Yeni Ahit'le Eski Ahit'i evlendirmek suretiyle Yahudi-Hıristiyan ittifakını sağlamaya çalışan adamlardır. Hıristiyan Amerikanın anti-semitist tavrını dönüştürmeye ve İsrail'in sahiplenilmesini kolaylaştırmaya çalışanlar. Şimdi yeri değil ama bir gün anlatırım, Gorbaçov'un da rol aldığı büyük bir projedir. Zaman içinde üstüne bir parça da pagan tozu döküldü, panteizme yol açıldı falan. İslam dünyası bu projeye resmen dahil edilmemişti, tersine, komünizmden sonraki hasım olarak yerini almıştı ki, Batı ekonomisinin bel kemiklerinden biri olan silah endüstrisi varlık nedenini idame ettirebilsin. Cemaatin, Vatikan ilişkilerinin İslamı yeni dünya düzeni kervanına katmak girişimi olabileceğini düşünmedim değil.

HAKİKAT ADINA ÜZÜLÜYORUM

Ne mahzuru var bunun?


Doğrusu iyi bir soru. Düşününce, İslam'a haksızlık gibi gördüğümü idrak ediyorum. Doğmadan ölüm gibi bir şey. Bunlar uzun mevzular, şu kadarını söylemekle yetineyim: Batı, asırlardır 'hümanizm' diye kavramın peşinde koştu, yetmedi, başımıza kaktı. Çocuklara rönesans öğreteceğiz diye bir hal olduk. Oysa, meleği insana biat ettiren Bakara Suresini biz yılda kimbilir kaç defa kıraat ediyorduk. İslam'da insana verilen pâye, insana tanınan sorumluluk hangi dinde vardır? Hümanizden tutun, Yeşillerin kaygılarına kadar, çağdaş dünyanın kariyer yaptığı onlarca dava, İslam'ın çözümlediği davalardır. Hal böyle olunca, hakikat adına üzülüyor insan. En azından, ben üzülüyorum.

Peki, cemaatin İslam'ı yeni dünya düzenine entegre etmeye çalıştığını mı düşünüyorsunuz?

Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla örülüdür. Bilerek, isteyerek, teammüden değil herhalde, suizan etmekten Allaha sığınırım ama Hazreti İsa'nın Allah oğlu olduğuna iman eden bir papaz, Rab Yehova'yı özel tanrısı ilan etmiş bir hahamla birlikte iftarda ekmek kırmak, nasıl bir iştir, benim laik muhafazar yapılanmam anlayamaz. Ama attığınız adımın sizi nerelere götüreceğinin farkına varmadığınız durumlar vardır. Şu son TIR olayı gibi, kime, neye hizmet ettiği anlaşılmaz olaylar. İyi niyetle açıklanamayacak olaylar. Dediğim gibi, saftirik keriz belki de en iyi tanımlardır bencileyin tipler için.

AMAÇ MIYIM ARAÇ MI?

İyi niyetinizi hâlâ koruyor musunuz?


Doğrusu o ki, söylenen boyutlarda bir kontra-örgütün varlığına halâ ihtimal veremiyorum. Belki, Müslümanlara yakıştıramadığım için. Belki, tanıdığım cemaat mensuplarına duyduğum muhabbetten. Ah, ama o kör olasıca 'amaçların araçları meşrulaştırması' anlayışı yok mu?! İlişkilere gölge düşüren... Amaç mıyım, araç mıyım? Araçsam, neye hizmet ediyorum kuşkusunu yüreğe düşüren kahrolası makyavelizm. Bakın, o korkunç. Cemaat isteyerek ya da istemeyerek en büyük yarayı orada açtı.

Devleti korumak iktidarın boynunun borcudur

Peki, şimdi ne olacak ?


Ne olacak, eleştirilerimizi erteleyip Tayyip Bey'in etrafını saracak, destek atacağız, o olacak. Çünkü, biz biliriz ki, en kötü devlet bile devletsizlikten evlâdır. Ve devleti korumak, iktidar partisinin boynunun borcudur. Bu memleketi sokakta bulmadık, kuytularda gizlenmiş kurda kuşa emanet edecek halimiz yok.

Bunu kimler adına söylüyorsunuz ?

Kimsenin adına söylemiyorum, ne haddime! Yanlış anlamıyorsam, 'biz biliriz ki, en kötü devlet bile devletsizlikten evlâdır' cümlesindeki 'biz'i tanımlamamı istiyorsunuz. Çok zor bir soru! Siyasi partilerin, cemaatlerin, tarikatların, etnisitelerin ötesinde, gelmişiyle, geçmişiyle, geleceğiyle içselleştiren bağımsız Müslümanlar, laik muhafazakârlar, desem? Hasılı, iflah olmaz yurtseverler desem, bir fikir vermiş olur muyum?

Peki bu desteğin karşısında iktidardan beklentiniz nedir?
Tabii, bir bedeli var bu desteğin: yolsuzluğu cezalandırması, asgariye inmesini sağlayacak tedbirleri alması kaydıyla verilen destektir. Ben şahsen ahir ömrümde bir daha telefonu dinlenebilen bir başbakan, bir MİT müsteşarı da görmek istemiyorum. Özel ilişkileri kameraya kaydedilebilen bir Anamuhalefet Başkanı da görmek istemiyorum.AK Parti iktidarına bir şans daha tanıyacağız. Öyle koalisyon filan değil, tek başına iktidar şansı ki, çevrenin böylesine kirlenmesine nasıl müsade ettilerse, öyle temizlesinler.

Umudunuz var mı ?

Var. Rusların 'Babalar topuklayınca, çocuklar dizginlere asılır' diye bir atasözleri vardır. Bence yolsuzluktan, eblehlikten, paçozluktan Türkiye de usandı. Dizginlere asılmamızın zamanıdır. Peres'e 'One munite!' çeken Erdoğan, Hoca ya da değil, paralel yapılanmanın başındaki her kimse ona da haydi haydi çekecektir diye düşünürüm. O gün de sözüne 'Sayın Peres, benden büyüksün ama…' diye başlamıştı, bugün de aynı uyarıyı aynı efendilikle yapacaktır.

Ya benim olursun ya da toprağın

Türkiye'de demokrasi adına yapılan işler biraz karışık değil mi? Şimdiye kadar seçilmiş iktidarları istemeyen güçler yine devletin içinden çıkmadı mı? Çekişmelere şimdi yenileri de eklendi. Mesela 'bir dini sivil grup' iktidara niye karşı olur? Kader mi dememiz lazım?


Ben kader demezdim, Türk tipi telaş derdim. TSK'nın darbedir, muhtıradır telaşını da aynı fasıldan görmek mümkündür. Gol atamayınca topunu alıp gitmeye kalkan ergenleri hatırlatan bir tavrımız vardır bizim. İnce ayar, adanmışlık, süreklilik bize zul gelir. Meğer ki, hep bizim istediğimiz yöne evrilsin, demokrasiyi kolay içimize sindiremeyişimiz bundandır diye düşünürüm. Hasmımızla el sıkışıp yolumuza gitmesini bilmeyiz. 'Ya benim olursun, ya toprağın' anlayışının, sadece kadın-erkek ilişkilerinde değil, leh-aleyh ilişkilerinde de geçerli olduğunu düşünürüm. En sıradan yasa tasarıları üzerinde estirilen bu yabanıl kavga nedir, natamam ruhların hezeyanından başka?

Birçok şeyi haklı olarak eğitim eksikliğine bağlıyorsunuz. Amma velakin son krize bakıyoruz. Son derece eğitimli insanlardan oluşmuş bir kadro, gönül bağı ile kurulmuş bir hiyerarşi…

Eğitim, düzen, intizam, süreklilik; hepsi var. Vallahi şu son konuşmalarını dinlemeyeydim Hocaefendi'nin, Uganda'dan ananaslar, yok hangi ihaleyi kim holding alsın müzakerelerini, 'gönül bağı' saptamanıza prim verir en azından yeniden düşünürdüm. Öyle görünüyor ki, olay gönül bağının ötesinde çıkarlar içeriyor. Ha, cemaatin tabanı olan bitenin farkında mı? Herhalde değil. Velâkin, cehenneme giden yollar da iyi niyet taşlarıyla örülüdür derler. 'Son derece eğitimli' insanların daha bir müteyakkız olacaklarını düşünürüm.


İktidar cemaatlerden de sorumludur demiştiniz?
Evet, dedim. Sözümü tetikleyen de sizin yazarlarınızdan Abdülkadir Selvi'nin 2004'den önce kaç vali, bakan, vekil ve üniversiteniz vardı şimdi kaç tane var mealindeki çıkışıdır ki, bu bende, hükümetin atamalarda görev tanımının, liyakatın, ehliyetin ötesinde kıstaslar kullanmış olduğu kuşkusunu uyandırır.  Öyle midir, değil midir?  Diyelim ki öyledir ve hakim anlayış, dindar olsun da ne olursa olsun şeklindedir. Öyleyse, one munite! Ben cemaate oy vermedim. Bencileyin laikler nezdinde, hele de 21. yüzyılın bu ölüm-kalım sürecinde, Türkiye Cumhuriyeti en dirayetli beyinlere muhtaç iken, dini inançların çağın talep ettiği ehliyete galebe çalabildiği tutum, kabul edilemez bir tutumdur. Dahası, aldatılmışlık duygusu uyandırır. Ben, dini duyarlılıkları gelişmiş, mütedeyyin, velâkin laik ve hepsinden önemlisi hesap sorulabilir, şeffaf bir kadroya vekalet verdim. Arkamdan iş çevrilmiş olabileceği duygusu, rencide eder.
AK Parti dini görüşü siyasi görüşüne etki eden bir parti değil mi? Siz AK Partiye niye oy verdiniz?
Yerliler iktidara gelsinler diye verdim. Anadolu'nun entelektüel sermayesi gün ışığına çıksın diye verdim. Madem ki serbest piyasa ekonomisidir, öyleyse sadece tüketim değil, üretime giriş de serbest olsun diye verdim. Yerlilerin önündeki eğitimsel engeller kalksın, nepotizm, aferizm Allah rızası için son bulsun diye verdim. Bu ülkede ecnebi gibi yaşayan, Çiller, Yılmaz, hatta Ecevit gibi expat'lardan ve ekürilerinden usanmıştım. Toplum mühendisliği törpülensin diye oy verdim. Devlet, millet içindir şiarını tuttuğum için oy verdim. Kızımın mali kaygılarla orduevinde yaptığımız düğününe en sevdiğim insanların eşleri örtülü oldukları için gelemediklerini seneler sonra öğrendim. İçimde halâ yaradır, onlar terbiyeleri icabı söylemediler, biz de bilmedikti. Onlar için oy verdim.
UZLAŞMAZ ÇELİŞKİ GÖRMEDİM
Bu değişmesini istediğiniz konularda çaba sarf edenlerin içinde, mesela cemaat gibi yapıların da olduğunu görmemiş miydiniz?
Bu 'askeri vesayet' tanımlaması da şaman zikrine dönüştü. 'Vesayet' dediğiniz, toplum mühendisliğine duyulan arkaik iştiyak olmasın? 'Asker'de vardı da, sivilde yok muydu? Eskinin mülkiyesinin dünya görüşü, harbiyesinin dünya görüşünden farklı mıydı?  Eskiden dışişlerine belli bir tipolojinin haricinde eleman alınmazdı, yazılı olmayan kanun gibiydi. Şimdi farklı mıdır? Farklı değilse, bahis konusu bu cemaat yapılanması vesayetin yeni versiyonu değildir de nedir? 'Paralel devlet' dedikleri nedir?
Şaman zikrine benzese de askeri vesayetin bitirilme süreci, hukuki düzenlemeler, Ergenekon, Balyoz davaları gibi konularda bir gizli elin olabileceğini düşündünüz mü?
Hayır, çünkü adli sistemin mükemmeliyetine inananlardan değilim. Bu çerçevede, iddia edilen boyutlarda bir gizli yapılanma olabileceği aklımdan geçmedi. Zaman içinde kuşkulandım, ses bantlarındaki TÜSİAD, BBDK ilişkileri de tüy dikti. Bakın, gizli yapılanma düşünebilmem için cemaat ile AK Parti arasında ideolojik bağlamda uzlaşmaz çelişki hissetmem lazımdı ki, görmüyordum. Vardıysa uzlaşmaz çelişki, o kadar iyi saklanmış ki, hala da göremiyorum. Sohbetimizin başından beri, kendimi laik muhafazakârım diye tanımlıyorum ya, şimdi buna bir de saftirik keriz sıfatını mı eklemeliyim?
MÜSLÜMAN RAHİBELER
Estağfurullah. Ancak şimdiye kadar her şey süper miydi? Birdenbire mi bozuldu her şey?
Özeleştiri olarak kabul edin, samimiyetle söylüyorum. Oysa, benim cemaatin Vatikan ilişkilerinden hazzetmemişliğim de vardı. Şimdi düşündüğümde, Catholic Journal diye bir sitede Cemal Uşşak'ın bir tür Müslüman kardinal gibi lanse edildiğini okuduğumda da kanım  donduydu. Aynı yerde, cemaatin rahle-i tedrisinden geçmiş oldukları anlaşılan iki kızcağızın 'Müslüman rahibeler' diye anılmaları keza. Bu haberler bende yeni dünya düzeni ortak dinine duhul edildiği kuşkusunu uyandırdıydı. Ha şimdi bana sen bir laik muhafazakarsın, sana ne oluyor diyebilirsiniz. Haksız da sayılmazsınız ama tümüyle dünyevi pencereden baktığımda yeni dünya düzeninin, neo-con'ların ayak seslerini duyduğumda, ne yaptıklarının farkındalar mı bunlar diye düşündüğümü hatırlıyorum. Kaldı ki, İslam'ın tek tanrılı dinlerin en mütekâmili olduğunu bilen ve buna inanan biriyim, 'bizim peygamberimizi çöl bedevisi gibi görüyorlar, bu algıyı değiştirmeye çabalıyoruz' mealindeki açıklamalar bana naif gelir.
Nedir neo-conların yaptığı?
Neo-conlar, Yeni Ahit'le Eski Ahit'i evlendirmek suretiyle Yahudi-Hıristiyan ittifakını sağlamaya çalışan adamlardır. Hıristiyan Amerikanın anti-semitist tavrını dönüştürmeye ve İsrail'in sahiplenilmesini kolaylaştırmaya çalışanlar. Şimdi yeri değil ama bir gün anlatırım, Gorbaçov'un da rol aldığı büyük bir projedir. Zaman içinde üstüne bir parça da pagan tozu döküldü, panteizme yol açıldı falan. İslam dünyası bu projeye resmen dahil edilmemişti, tersine, komünizmden sonraki hasım olarak yerini almıştı ki, Batı ekonomisinin bel kemiklerinden biri olan silah endüstrisi varlık nedenini idame ettirebilsin. Cemaatin, Vatikan ilişkilerinin İslamı yeni dünya düzeni kervanına katmak girişimi olabileceğini düşünmedim değil.
HAKİKAT ADINA ÜZÜLÜYORUM
Ne mahzuru var bunun?
Doğrusu iyi bir soru. Düşününce, İslam'a haksızlık gibi gördüğümü idrak ediyorum. Doğmadan ölüm gibi bir şey. Bunlar uzun mevzular, şu kadarını söylemekle yetineyim: Batı, asırlardır 'hümanizm' diye kavramın peşinde koştu, yetmedi, başımıza kaktı. Çocuklara rönesans öğreteceğiz diye bir hal olduk. Oysa, meleği insana biat ettiren Bakara Suresini biz yılda kimbilir kaç defa kıraat ediyorduk. İslam'da insana verilen pâye, insana tanınan sorumluluk hangi dinde vardır? Hümanizden tutun, Yeşillerin kaygılarına kadar, çağdaş dünyanın kariyer yaptığı onlarca dava, İslam'ın çözümlediği davalardır. Hal böyle olunca, hakikat adına üzülüyor insan. En azından, ben üzülüyorum.
Peki, cemaatin İslam'ı yeni dünya düzenine entegre etmeye çalıştığını mı düşünüyorsunuz?
Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla örülüdür. Bilerek, isteyerek, teammüden değil herhalde, suizan etmekten Allaha sığınırım ama  Hazreti İsa'nın Allah oğlu olduğuna iman eden bir papaz, Rab Yehova'yı özel tanrısı ilan etmiş bir hahamla birlikte iftarda ekmek kırmak, nasıl bir iştir, benim laik muhafazar yapılanmam anlayamaz. Ama attığınız adımın sizi nerelere götüreceğinin farkına varmadığınız durumlar vardır. Şu son TIR olayı gibi, kime, neye hizmet ettiği anlaşılmaz olaylar.  İyi niyetle açıklanamayacak olaylar.  Dediğim gibi, saftirik keriz belki de en iyi tanımlardır bencileyin tipler için.
AMAÇ MIYIM ARAÇ MI?
İyi niyetinizi hâlâ koruyor musunuz?
Doğrusu o ki, söylenen boyutlarda bir kontra-örgütün varlığına halâ ihtimal veremiyorum. Belki, Müslümanlara yakıştıramadığım için. Belki, tanıdığım cemaat mensuplarına duyduğum muhabbetten. Ah, ama o kör olasıca 'amaçların araçları meşrulaştırması' anlayışı yok mu?! İlişkilere gölge düşüren... Amaç mıyım, araç mıyım? Araçsam, neye hizmet ediyorum kuşkusunu yüreğe düşüren kahrolası makyavelizm. Bakın, o korkunç. Cemaat isteyerek ya da istemeyerek en büyük yarayı orada açtı.
Devleti korumak iktidarın boynunun borcudur
Peki, şimdi ne olacak ?
Ne olacak, eleştirilerimizi erteleyip Tayyip Bey'in etrafını saracak, destek atacağız, o olacak. Çünkü, biz biliriz ki, en kötü devlet bile devletsizlikten evlâdır. Ve devleti korumak, iktidar partisinin boynunun borcudur. Bu memleketi sokakta bulmadık, kuytularda gizlenmiş kurda kuşa emanet edecek halimiz yok.
Bunu kimler adına söylüyorsunuz ?
Kimsenin adına söylemiyorum, ne haddime! Yanlış anlamıyorsam, 'biz biliriz ki, en kötü devlet bile devletsizlikten evlâdır' cümlesindeki 'biz'i tanımlamamı istiyorsunuz. Çok zor bir soru! Siyasi partilerin, cemaatlerin, tarikatların, etnisitelerin ötesinde, gelmişiyle, geçmişiyle, geleceğiyle içselleştiren bağımsız Müslümanlar, laik muhafazakârlar, desem? Hasılı, iflah olmaz yurtseverler desem, bir fikir vermiş olur muyum?
Peki bu desteğin karşısında iktidardan beklentiniz nedir?
Tabii, bir bedeli var bu desteğin: yolsuzluğu cezalandırması, asgariye inmesini sağlayacak tedbirleri alması kaydıyla verilen destektir. Ben şahsen ahir ömrümde bir daha telefonu dinlenebilen bir başbakan, bir MİT müsteşarı da görmek istemiyorum. Özel ilişkileri kameraya kaydedilebilen bir Anamuhalefet Başkanı da görmek istemiyorum.AK Parti iktidarına bir şans daha tanıyacağız. Öyle koalisyon filan değil, tek başına iktidar şansı ki, çevrenin böylesine  kirlenmesine nasıl müsade ettilerse, öyle temizlesinler.
Umudunuz var mı ?
Var. Rusların 'Babalar topuklayınca, çocuklar dizginlere asılır' diye bir atasözleri vardır. Bence yolsuzluktan, eblehlikten, paçozluktan Türkiye de usandı. Dizginlere asılmamızın zamanıdır. Peres'e 'One munite!' çeken Erdoğan, Hoca ya da değil, paralel yapılanmanın başındaki her kimse ona da haydi haydi çekecektir diye düşünürüm. O gün de sözüne 'Sayın Peres, benden büyüksün ama…' diye başlamıştı, bugün de aynı uyarıyı aynı efendilikle yapacaktır.
Ya benim olursun ya da toprağın
Türkiye'de demokrasi adına yapılan işler biraz karışık değil mi? Şimdiye kadar seçilmiş iktidarları istemeyen güçler yine devletin içinden çıkmadı mı? Çekişmelere şimdi yenileri de eklendi. Mesela 'bir dini sivil grup' iktidara niye karşı olur? Kader mi dememiz lazım?
Ben kader demezdim, Türk tipi telaş derdim. TSK'nın darbedir, muhtıradır telaşını da aynı fasıldan görmek mümkündür. Gol atamayınca topunu alıp gitmeye kalkan ergenleri hatırlatan bir tavrımız vardır bizim. İnce ayar, adanmışlık, süreklilik bize zul gelir. Meğer ki, hep bizim istediğimiz yöne evrilsin, demokrasiyi kolay içimize sindiremeyişimiz bundandır diye düşünürüm. Hasmımızla el sıkışıp yolumuza gitmesini bilmeyiz. 'Ya benim olursun, ya toprağın' anlayışının, sadece kadın-erkek ilişkilerinde değil, leh-aleyh ilişkilerinde de geçerli olduğunu düşünürüm. En sıradan yasa tasarıları üzerinde estirilen bu yabanıl kavga nedir, natamam ruhların hezeyanından başka?
Birçok şeyi haklı olarak eğitim eksikliğine bağlıyorsunuz. Amma velakin son krize bakıyoruz. Son derece eğitimli insanlardan oluşmuş bir kadro, gönül bağı ile kurulmuş bir hiyerarşi…
Eğitim, düzen, intizam, süreklilik; hepsi var. Vallahi şu son konuşmalarını dinlemeyeydim Hocaefendi'nin, Uganda'dan ananaslar, yok hangi ihaleyi kim holding alsın müzakerelerini, 'gönül bağı' saptamanıza prim verir en azından yeniden düşünürdüm. Öyle görünüyor ki, olay gönül bağının ötesinde çıkarlar içeriyor. Ha, cemaatin tabanı olan bitenin farkında mı? Herhalde değil. Velâkin, cehenneme giden yollar da iyi niyet taşlarıyla örülüdür derler. 'Son derece eğitimli' insanların daha bir müteyakkız olacaklarını düşünürüm.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder