18 Ocak 2015 Pazar

Vatan yahut Silistre

Osmanlı Devleti için büyük ehemmiyeti olan Silistre, 1854 yılı Mayıs ayında Ruslar tarafından muhasaraya alınmıştı. Osmanlı kumandanı Topçu Feriki Musa Paşa'nın maiyetinde 10.000 civarında bir kuvvet vardı. Muhasara sırasında Rus kumandanı yaralanınca yerine Gorçakof geldi. 13 Haziran'da Ruslar bütün güçleriyle hücuma geçtiler. Muharebeler Mecidiye Tabyası etrafında cereyan etti. Cesur ve kahraman Türk askeri müthiş bir çıkış yaparak Rus askerlerini en geri mevzilere kadar püskürttü. Gorçakof da yaralandı. Birçok Rus kumandanı öldü. Ruslar binlerce ölü, yaralı ve esir bırakarak geri çekildi. Bu büyük zafer Osmanlı ordusunun maneviyatını yükseltti. Ruslar panik içinde geri çekildi. Zafer ile beraber Silistre muhasarası da kalkmış oldu.

Bazı kaynaklarda bu muhasarada 15.000 Rus askerinin öldüğü ve bir o kadarının da yaralandığı kaydedilir. Osmanlı askerlerinden ise 3.000 şehid verilmiştir.

Kırk bin kişilik Rus ordusu 28 Temmuz 1828'de Silistre'ye gelip kuşattı. Kalede ancak on bin askerimiz vardı. Bunlar, kuşatma başlar başlamaz Rus ordusunun üstüne gülle gibi düştüler ve nihayet 8 Kasım 1828 günü Rusları arkalarına bile bakmadan kaçmaya zorladılar.  

Silistre'de ilk büyük zafer kazanılmıştı. Fakat Rusya bunu çekemeyecek, bu sefer elli bin kişilik koca bir ordu hazırlayıp 152 topla birlikte Silistre'yi kuşatacaktı. Rus ordusunun başındaki komutan Kont Diyebiç'ti. Silistre'yi almaya yeminliydi. 18 Mayıs 1829'da ikinci kuşatma başladı. 
Kalede bu sefer sekiz bin askerimiz bulunuyordu. Komutanımız Sert Mehmed Paşa, valimiz ise Ahmed Paşa idi. Kale canla başla savunuluyor, düşman bir türlü içeri giremiyordu. Yalnız attığı toplarla kaleyi harabeye çevirmişti. Sivil halk bıkmış, usanmış ve Sert Mehmed Paşa'ya başvurarak teslim olmasını istemişlerdi.
Sert Mehmed Paşa: "Sabırlı olunuz" dedi. "Sizin kılınıza bile zarar gelmeyecektir. Babalarımızın, dedelerimizin kan ve can pahasına aldığı bu güzel kaleyi ellerimizle düşmana nasıl veririz? Böyle bir davranış Allah'ın gücüne gitmez mi? Hayır, ben Allahü tealadan korkarım, kaleyi düşmana veremem." 
Silistre'nin daha fazla dayanamayacağını zanneden Rus kumandanı Kont Diyebiç, kumandayı tanınmış Rus generallerinden Karazovski'ye bırakıp Rusya'ya dönmüştü. 
Korkunç çatışmalar başladı. Askerlerimizin barutu tükendi. Yiyecek sıkıntısı baş gösterdi. Sadrazam'ın yardıma geleceğini sanan Sert Mehmed Paşa her şeye rağmen dayanmaya kararlıydı. Ama bu arada Sadrazam'ın mektubu geldi: "Biz burada savaşı kaybettik. Silistre'yi önce Allah'a, sonra sana teslim ediyorum." 
Bu mektup bütün ümitleri kırdı. Silistre valisi Ahmed Paşa, komutan Sert Mehmed Paşa'ya: "Paşa kardeş! Teslim olmaktan başka çare yok." Dedi. 
Sert Mehmed Paşa öfkeyle yerinden fırladı: 
? "Aslâ!" 
? "İyi ama nasıl savaşacağız? Hiç barutumuz kalmadı ki..." 
? Eskiden top mu vardı, barut mu vardı? Dedelerimizin elinde şanlı zafer kazanan kılıçlarımız, süngülerimiz ne güne içindir. Onlara lâyık olduğumuzu ispat etmeliyiz." 
Neden göğüsa göğüse vuruşmayalım? Neden baş alıp baş vermeyelim? Böyle zamanda canın ne önemi var? Şu anda evlatlarım da başka bir kalede vuruşuyorlar. Teslim olup yaşamaktan, şehit olmak iyidir." 
Vuruşmalardan arta kalan beş altı bin askeri toplayarak: 
"Gazi kardeşlerim! Gözünü budaktan sakınmaz aslan evlatlarım! Bu gece topa karşı tüfekle, bombaya karşı kılıç ve süngüyle çıkacağız. Benimle gelmek istemeyenler geri dursun. Ben bu gece şehit olmaya gideceğim." dedi.
Askerler de subaylar da göz yaşlarını tutamamış, ağlamaya başlamışlardı. Ömrü savaş meydanlarında geçen İhtiyar Paşa atına binip kılıcını çekti: 
"Şehit olmak istiyorum, şehit olmak isteyenler arkamdan gelsin." Diye bir nara attı ve açılan kale kapısından ok gibi fırladı.
Askerler onu takip ettiler. "Allah Allah" sesleri Silistre kalesinin burçlarında yankılandı. Bir kişi, on Rus askeriyle dövüştü. Toplara karşı iman dolu göğüslerini siper ettiler. Şehit oldular ama, düşmanı Silistre'ye sokmadılar... Nur içinde yatsınlar..."

Ruslar sadece 6 bin askeri, 4 bin gönüllüsü olan Silistre'yi 80 bin kişiyle kuşatır, 12'si general olmak üzere 15 bin ölü ve 20 bin yaralı verip defolurlar. 
Şehid Musa Paşa muhteşem bir zafere imza atar. Ardından Ömer Paşa, Rusları Kalafat Muharebesi ile hırpalar, Yerköy'de resmen dumanlarını atar. Moskof Tuna boyunda 2 general ve 6 bin asker daha bırakıp, kaçar.
Halbuki adamlar sadece Balkanlar'ı değil, yeryüzünü ele geçirmek için yola çıkar. Tekerlekleri Silistre adlı ufacık taşa takılır, çabaladıkça batarlar. 
Romenler Bükreş'e giren Türk kuvvetlerini (6 Ağustos ) alkışlarla karşılar, Ruslardan kurtulmanın sevincini yaşarlar. 
Osmanlılar Ayasofya'da ayin hayaliyle yanıp tutuşan Rumları da (Epir ve Teselya'da) tokatlar, Nardo Zaferiyle (1854) yerlerine oturturlar. 
Rusya bocalayınca dengeler değişir, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Prusya da İngiliz Fransız İtalyan ittifakına katıldıklarını açıklar. 
Müttefik Kuvvetleri 31 Mart 1854'te Gelibolu'da toplanır, Osmanlıya omuz çıkarlar. Bu arada Odesa bombalanır, Rusların 15 gemisini batırır, 13'üne el koyarlar. Çar'ın elinde tersane, tahkimat, mühimmat diye bir şey kalmaz. 

Sonun başı
Ve çatışma Kırım'a sıçrar.
Ruslar Alma'da, Sivastopol'da da yenilir, Karadeniz'de gemi dolandıramaz olurlar. Çar'ın iki ünlü komutanı Prens Mençikof ve General Gorçakof unutulmaz hezimetler yaşar. 50 bine karşı 90 bin kişi çıkarmalarına rağmen Balaklava ve İnkerman muharebelerinden mağlup ayrılırlar. Karadeniz kıyılarındaki şehirleri yanar yıkılır, sokaklar is tüter, duman kokar. Bombalanmamış ne liman kalır, ne de istihkam. 
Kilburnu Zaferinin ardından Özi Kalesi fethedilir. Serdar Ömer Paşa, Kafkasya'da yeni bir cephe açar. Sohumkale'ye asker çıkarıp, Rus kuşatması altındaki Kars'ın yardımına koşar. 
Bu arada Çerkesler, Gürcüler ve bilhassa Şeyh Şamil destanlık işler yapar. Gazavat kıvılcımı yeniden parıldar, mücahidler Batum civarındaki Sekvetli Kalesi'ni fetheder, Ruslar'ı sürer atarlar. Muraviev 160 bin askerle Kafkasya'ya yürür ama Abdülkerim Paşa karşısında dikiş tutturamaz.

Neye yarar? Peki netice? 
Osmanlı toprak kaybetmez o kadar... İyi de onca malzeme, onca para, onca zaman ve onbinlerce genç civan?
İngilizler istediklerini alır, o hengamede Gürganiyye İslam Devletini yıkar, Hindistan'a sahip olurlar. Racaların hazineleri, madenler, baharatlar Britanya'ya akar. Müslümanların iliğini sömürür, kemiklerini sıyırırlar. 
Fransızlar ise hiç yoktan Orta Doğu'da güç kazanır, ayaklarını Suriye, Filistin, Lübnan'a atarlar. 
İtalyanlar neden sonra iç birliklerini sağlar, devlet olurlar. 
Petersburg perişandır. Peş peşe gelen hezimet haberlerine dayanamayan Çar Nikolay, Rus ruleti oynar, toplusunun her gözüne mermi yerleştirip tetiğe basar. 
Ki buna intihar diyorlar.

Marks, Engels 
Silistre Zaferi komünizmin kurucularından Marx ve Engels'i bile şaşırtır, hakkı teslim zorunda kalırlar. 
Engels, "New-York Daily Tribune"deki makalesinde "cihanı ele geçirmeyi hedefleyen Çar karşısında İngilizler, Fransızlar aciz kaldılar ama Türkler Rusları Silistre'de durdurdular" diye yazar. Okumaya devam edelim: "Biz Türklerin savunmayı bırakarak çekileceklerini sanmıştık. Zira Mareşal Paskeviç, kaleye 31 tabur, 40 süvari bölüğü ve 144 sahra topçusuyla yüklenmişti. Ancak saldırı, Türkler üzerinde hiçbir tesir bırakmadı. Tam tersine onlar, Ruslar üzerine süvari çıkarttılar... Arap tabyasında 4 tabur asker ile 500 başıbozuğun verdiği mücadele en yüksek methe mazhar bulunuyor. Ben savaş tarihinde böylesi bir direniş okumadım, duymadım." 
Nitekim Karl Marx da "Çar'ın yayılmacılığı bilinen bir şeydi, Avrupa'yı istila etmesi kaçınılmazdı. Beni bir tek Türkler yanılttı" itirafında bulunmaktan kaçınmaz.  

SİLİSTRE ŞEHİDİ MUSA PAŞA

Tahta 16 yaşında oturan Abdülmecîd her ne kadar zeki, nazik, merhametli bir sultan ise de devleti Reşid Paşa ve ekibinin (Tanzîmâtçıların) elinden kurtaramaz. Henüz neler olup bittiğini anlayamadan Nizip bozgunu yaşanır. Ardından Kaptan-ı Derya donanmayı İskenderiye’ye kaçırır, babasının malı gibi Hidiv’e sunar. Firari kaptan, Mısır’ı, İngiltere’den sonra yeryüzünün en kuvvetli deniz gücü yapar. 
Âli Paşa ile Keçeci-zâde Fuad Paşa’yı ekibine katan Reşid Paşa’nın, ele geçirmediği ip kalmaz. Kasım 1839’da Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnu’nu okuyarak Tanzîmât’ı ilan ettiğini açıklar. 
Temmuz 1840’da imzalanan Londra Muâhedenâmesi ile donanma Osmanlı’ya iade edilir ama bin donanmaya bedel Mısır elden çıkar. Reşid Paşa, Mısır ve Sudan’ı irsî olarak, Filistin’i ise “kayd-ı hayat” şartıyla Mehmed Ali Paşa’ya bağışlar. 
Lübnan’da Fransız destekli Maruniler (Hristiyanlar) ve Dürziler otonom bölge koparırlar (1845). 

Hasta adam 
Osmanlı Devleti’nin Tanzîmât ile bocaladığını gören Rus Çarı Nikolay ellerini ovuşturmaya başlar, İngilizlere “gelin hasta adamı paylaşalım” teklifi yapar. İngiltere Rusya’nın durmayacağını bilir, Balkanlar’ı ele geçirdikten sonra Avrupa’yı sıkıştırmasından korkar. Zaten o günlerde Gürganiyye-Babürlü Devleti’ni yıkıp Hindistan’ı ele geçirmeyi planlamaktadırlar. Hindlilere yardım edecek tek güç Osmanlılardır, bu yüzden başımıza Rus gailesini sardırırlar. 
Moskof’un aklı fikri Akdeniz’ e inmektir, üstüne vazife gibi Rum’u, Sırp’ı, Bulgar’ı himayeye kalkar. 
Fransa İmparatoru 3. Napolyon, koltuğunda kalabilmek için parlak bir zafere muhtaçtır. Ortodoksları Kudüs’ten kovup Vatikan’ın desteğini almayı planlar. İtalyan birliğini tesise çabalayan Sardenya Kralı da benzer bahanelerle savaş arzular. 
Yanisi şu ki Ruslarla koparılacak bir kavga bizden gayri herkese yarar, akbabalar kenarda bekleşir, cesetten medet umarlar. 
Ve beklenen olur. Tanzimatçılar işareti alır, Bâb-i Âlî’yi “Ruslara ölüm” çığlıklarıyla çınlatırlar. Harbin ne demek olduğunu Reşid de bilir ama onu oraya getiren güç öyle ister... O kadar. 

Silistre ne ki? 
Rus ordusu, donanımlı ve hazırlıklıdır, savaş ilanına bile gerek duymadan Eflak Boğdan’a dalar. Tuna’nın güneyine inmek için Romanya Bulgaristan sınırındaki küçük kasabayı (Silistre) kuşatırlar (Mayıs 1854) ve bizim hikâyemiz burada başlar... 
Evlad-ı fatihandan Musa Hulusi, bir Rumeli çocuğudur, destanlarla menkıbelerle büyür, gönlü memleket aşkıyla yanar. Gider zabit mektebine girer, teğmen olup kıtaya çıkar. Bileğinin hakkıyla yükselir, yüzbaşı, binbaşı derken Ferik (paşa) olmakta zorlanmaz. İşte o karışık günlerde Silistre’de vazife yapar. 
Hepi topu 6 bin adamı vardır, gönüllü ve takviyelerle birlikte 10 bini zor toplar. 
Ruslar, Silistre’yi kaale almaz, bir an evvel Şumnu ve Varna’ya girip Edirne’ye inmeyi planlarlar. 
Ancak bu küçük hisar demirden leblebi çıkar. General Şilder ve General Luders başarılı olamayınca Başkomutan Paskiyeviç “çekilin bakiyym kenara” deyip komutayı ele alır, ki emrindeki askerlerin sayısı 80 bini aşar. 

Teslim olun! 
140 küsur top birden gürler, şiddetli bir bombardımana başlar. Kasabanın kıvama geldiğini düşünen Paskiyeviç yaverini kaleye yollar. Adam kibarca anahtarları ister ve “Mareşalimiz size dilediğiniz yere gitme şansı sunuyor” der, “aksi halde bu kale taş yığını haline dönecek ve çoğunuz öleceksiniz!” 
Musa Paşa “biliyorum” diye mırıldanır, “evet Silistre taş yığını haline dönecek ve biz bedenlerimizle canlı bir kale öreceğiz!” 
Cevap Paskiyeviç’e iletilince ihtiyar kurt içinde bulunduğu durumun vahametini anlar. Eğer bir asker ölümden korkmuyorsa... İşleri var! 
Ve korktuğu başına gelir, mücahidler 8 Haziran Perşembe günü sabah namazlarını kılar ve beklenmedik bir baskın yaparlar. Türklerin önemli bir kaybı olmaz ama Ruslar cesetlerini sayamazlar. Başkomutan da yaralanır, alandan sedye ile çıkar. Moskova’dan gelen emirle Prens Korçakof komutayı ele alır, kavga yeniden başlar. 
Korçakof adamlarını toplar, ulu perdeden savurmaya başlar. Yok efendim bir avuç Türk için ününü şöhretini ayaklar altına alamazmış da filan... 
Ruslar geceli gündüzlü lâğım kazar 13 Haziran günü patlayıcıları yerleştirip selâm çakarlar. Prens, arenadaki imparator edasıyla kasılır, baş parmağı ile yeri gösterip “uçurulsun” buyururlar! Bu arada aşçısına göz kırpar “akşam yemeğini Silistre’de yiyeceğiz” der, “hazırlan!” 
Alkışlar, kahkahalar... 

El mi yaman? 
Evet surlar büyük bir gürültüyle uçar, ancak Musa Paşa daha toz bulutu dağılmadan öyle bir saldırı başlatır ki adamlar donup kalırlar. Rusları mevzilerinden koparır, geri hatlara kadar sürüp çıkarırlar. Bu arada Prens’i de yaralar, revirlik yaparlar. 
O gün Ruslar 9 generallerini kaybederler ki aralarında İstihkam amiri Şidler de vardır. Cephedekilerin genel kanaati kuşatmanın derhal kaldırılmasından yanadır. Çar, çar naçardır, nazırlarına “benim şerefimi düşünen yok mu” diye sorsa da cevap alamaz. 
Musa Paşa demiri tavında döver, şaşkınlığı geçmeyen düşman üstüne saldırı tazeledikçe, istilacıların gözü yılar. Ölü sayısı 15 bini, yaralılar 20 bini aşınca Rus Genelkurmayı’ndan (Çar’a rağmen) ricat emri çıkar. 
80 bin kişi dediğiniz koca bir şehir sayılır. Çadırlar, ahırlar, mutfaklar... Hasılı çekilmek de kolay olmaz. Ruslar bir yandan toplanırken bir yandan da kaleyi döver, yeni bir baskına meydan vermemeye çalışırlar. 
Silistre’de kazanılan zafer İstanbul’u heyecanlandırır, Musa Hulusi Paşa’nın Müşir (Mareşal) yapılması kararlaştırılır. Paşamız dünyada kazanabileceği en üst makama gülüp geçer, “keşke omuzlarım apoletsiz, göğsüm madalyasız olaydı da asker evladlarım gibi şehit düşeydim” diye mırıldanır. 
Ertesi gün sabah nemazı için abdestini alırken bir gülle gelip su terazisine çarpar, sıçrayan taş göğsünü yarar, hasretine nokta koyar. 
Duadaki samimiyete bak!
- See more at: http://vadetamam.blogspot.com/2014/06/silistre-zaferi-24-haziran-1854.html#sthash.xbvRcu8O.dpuf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder