12 Nisan 2015 Pazar

'Komplonun Zirvesi'nde define avcılığı

Hristiyanlığı, Pagan Roma'nın resmi dini haline getiren Aziz Pavlus'un memleketi Tarsus'ta esrarengiz bir Amerikalı misyonerle bir Türk, define avcılığı yaparken önemli tarihi eserler buldu. Yıl 2003'tü. 

Amerikalı -adı Thomas T. Tofilon'du- CAMA isimli gizemli bir misyonerlik örgütünün yöneticilerindendi. Sonradan tarihi eser kaçakçılığı ile ilgili davanın görüleceği mahkemenin de teslim edeceği üzere iyi derece Türkçe biliyordu. 

Tarsus, misyonerler için Hristiyanlık araştırmalarının en önemli şehirlerinden biriydi. Zira Pavlus'un doğum yeriydi. Pavlus ise Kitab-ı Mukaddes profesörü Ronald D. Witherup gibi uzmanlarca ilk 'Hristiyan teolog' sayılıyordu. 

Romalı bir Yahudi komutan olan Pavlus, bazı kaynaklarda Hazreti İsa'nın 12 Havarisi'nden biri, bazılarında ise 13. Havari olarak anılıyor. İznik Konsili'nde kabul edilen ve 'kanonik İnciller' denilen Matta, Markos, Luka, Yuhanna İncilleri onun öğretileri etrafında şekillenmişti. (Gizemli Barnabas İncili'nin kanonik kabul edilmemesinde Pavlus'un Barnabas'la anlaşmazlığa düşmesinin de etkisi vardır, ama Barnabas İncili başka bir yazının konusu.)

Amerikalı misyoner Tofilon'un Türk ortağı, 1986 ile 2005 yılları arasında Türkiye'yi il il dolaşıp misyonerlik faaliyeti yürüttüğü söylenen İlker Çınar idi. Türkiye, bu ismi, Malatya'daki Zirve Cinayeti Davası'nda sıkça duyacaktı. (Mahkeme evraklarından anlıyoruz ki İlker Çınar, Tarsus'ta Ergenekon adlı bir mahallede oturuyordu. Anlamlı bir tesadüf.) Çünkü mezkûr dava, bütünüyle Çınar'ın, Deniz Uygar gizli tanık adıyla verdiği ifadenin üzerine kurgulanacaktı. Bu yazının diline tercüme edersek, Pavlus'un öğretileri kanonik İnciller için neyse İlker Çınar'ın 'itiraf ya da iftiraları' da  iddianamesi için oydu. 

MİSYONERİN PLANI BOZULDU
Tarihi eserlerin bulunduğu yer Tarsus'un Kızılmurat Mahallesi'nde, üzerine eski bir ev inşa edilmiş bir arazi idi. Tofilon, 27 Aralık 2002'de 561 Ada 35 No'lu parseli satın almış ve burayı evle birlikte kendi adına tescil ettirmişti. Taşınmaz, SİT alanı içinde yer alıyordu. Yani korunması gereken bir kültür varlığı statüsünde idi. Buna rağmen 13 Mayıs 2003'te taşınmaza izinsiz müdahale ve restorasyon yapıldı. Bu, aslında bir onarımdan öte kaçak kazı faaliyeti idi. Ve maksat, arazi ve evdeki defineleri, yani kıymetli tarihi eserleri bulup yurtdışına çıkarmaktı. Tofilon, kazı sırasında Bizans dönemine ait değerli eserler buldu. Ancak eserlerin bulunduğundan, ne Tarsus Müze Müdürlüğü'ne, ne de eski ortağı İlker Çınar'a söz etti. 
Define işinde aldatılan Çınar da, Tofilon'u gammazladı ve böylelikle Türkiye'de örneğine pek rastlanmayan türden bir define avcılığının öyküsü mahkemeye taşınmış oldu. Türkiye mahkemelerindeki dava klasörleri, tarihi eser kaçakçılığı öyküleriyle dolu elbette. Ama metnin ilerleyen bölümlerinde göreceğiniz üzere böylesine kompleks bir 'doğal kurmaca'ya Türkiye gibi bir ülkede bile şahit olmak güçtür. 

Tarsus Müze Müdürlüğü'nün müşteki sıfatıyla katıldığı dava, Tarsus Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Mahkeme, kararında sanık Tofilon için şöyle diyordu:

"Sanığın, taşınmazı satın aldıktan sonra Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na izin için başvuruda bulunduğu, dosya içinde bulunan 20 Mart 2003 tarihli karar ile talebin reddine karar verildiği, sanığın buna rağmen yasaları hiçe sayarak kafasındaki planı uygulamaya koyduğu görülmektedir."

Tofilon'un kafasındaki plan, kazı sırasında Pavlus'un doğum yeri Tarsus'ta Roma ve Bizans dönemine ait tarihi eserler bulmak ve bunları gizlice yurtdışına çıkarmaktı. Ancak 2007-12 arasındaki tüm kumpas davalar gibi yalancı tanıklığın ve sahteciliğin karanlık gölgesinde şekillenmiş Zirve Davası'nı bile manipüle eden bir gizli tanığı, yani eski ortağı İlker Çınar'ı öfkelendirdiği için bunu tam anlamıyla başaramadı. Eserlerin bir kısmını yurtdışına kaçırdı, ama birini -bir sütun başını- yakalattığı için yargılandı. 

BİLİRKİŞİ KİRLİLİĞİ 

Tofilon, dava aşamasında mahkeme heyeti tarafından soruşturmayı saptırmaya çalışmak, gerçek anlamda pişmanlık belirtisi göstermemek ve aksine çok normal bir şey yapmış gibi davranmakla suçlandı. 

Davada dikkat çekici bir 'bilirkişi kirliliği' de yaşandı. Dava konusu tarihi eserin değerinin saptanması için Tarsus'ta serbest arkeolog olarak çalışan birinden rapor istendi. Ancak ne hikmetse bu arkeolog (Hüseyin Adıbelli) mahkemenin 'hayret verici' olarak nitelendirdiği bir rapor hazırladı. Arkeologa göre bulunan Bizans dönemine ait eser, neredeyse bir adi taştı. Ancak mahkeme bu raporu inandırıcı bulmadı ve üç kişilik yeminli bilirkişi heyetine eseri yeniden inceletti. Bu inceleme sonucunda eserin Bizans dönemine ait değerli bir kalıntı olduğu ortaya çıktı. Eseri yurtdışına kaçırmak isteyen Tofilon'u koruyan bir rapor hazırladığı için Adıbelli hakkında da suç duyurusunda bulunuldu. 

Olayın, Zirve Davası'ndaki kumpasın gizli kahramanı (!) İlker Çınar'la ilişkisi ise kararın şu satırlarında ifadesini buluyordu: 

"Sanığın misyonerlik faaliyetlerinde bulunduğu ve bu işlere kılıf hazırlamak için turizm ofisi görüntüsü adı altında ofis açtığı, Tarsus ve civarındaki misyonerlik faaliyetlerini finanse ettiği yönünde son derece ciddi delil ve anlatımlar bulunmaktadır. Hükmün verilmesinden üç gün önce bir ulusal kanalda programa katılan ve misyonerlik faaliyetleri yürüten sanığın eski ortağı İlker Çınar'ın sanıkla ilgili bu durumları ayrıntılı biçimde anlattığı mahkememizce öğrenilmiştir."

Mahkeme, 1 Şubat 2005'te sanık hakkında iki ayrı hüküm kurdu: 1- SİT alanına izinsiz müdahalede bulunmak. 2- Bu sırada bulunan tarihi eseri devletten gizlemek… Hükmün cezası ise 1 yıl hapis ve 346 TL para cezası olarak belirlendi. Tofilon bu cezayı bile çekmedi ve Türkiye'yi terk edip sırra kadem bastı. 

"Maşallah dediği üç gün yaşıyor" misali, Çınar'ın adını verdiği kişiler 4 yıl hapis yattığına göre (Zirve Davası dosyasını, cezaevinde neredeyse ezberleyen ilahiyatçı Ruhi Abat bunlardan biridir) Tofilon kendini ucuz kurtulmuş saymalı. 

Okura anlattıkları kadar anlatılış biçimi de önemli olan bu hikâye, misyonerlik denilen olgunun, Zirve Cinayeti öncesinde olduğu gibi kimseyi hedef göstermeden araştırılabileceğini gözler önüne seriyor. 

TEYİDE MUHTAÇ KUMPAS!

İlker Çınar'la devam edelim. İlker Çınar adı, şimdi cezaevinde olan Gülenist polis şefi Ali Fuat Yılmazer imzalı bir İstanbul Emniyet Müdürlüğü yazısı ile muhtemelen cemaatin 'derin kalemleri'nce hazırlanmış ve Milli İstihbarat Teşkilatı'na (MİT) gönderilmiş bir ihbar mektubunda da geçiyor. Sırayla gidelim: Yılmazer imzalı 2 Aralık 2008 tarihli yazıda Zirve cinayeti öncesinde dikkat çekici olduğu ileri sürülen birtakım ilişkiler anlatılıyor. Bu tür Emniyet yazılarının, Zirve Davası'nın Gülenistlerin istediği şekilde yönlendirilmesine zemin hazırladığını şerh düşerek yazıdan bir alıntı yapalım:
"Mehmet Baran Çetiner adlı şahsın Mersin ili Tarsus ilçesinde ikamet ettiği, … bölücü terör örgütü PKK/Kongra Gel sempatizanı olabileceği, Tarsus'ta misyonerlik faaliyetleri içerisinde yer alan ve bir süre Pastör (Protestan Papaz) olarak görev yapan Tarsus nüfusuna kayıtlı İlker Çınar ve Hatay ili Kırıkhan ilçesi nüfusuna kayıtlı Tarsus İlçe Jandarma Bölük Komutanlığı'nda görevli uzman çavuş Mehmet Çalışkan ile ilişkili olduğu yönünde teyide muhtaç ('Teyide muhtaç', istihbaratçıların ve hatta biz gazetecilerin doğruluğundan emin olmadıkları bir haberi verirken sonradan kendilerini kurtarmak için açık kapı bırakmak üzere kullandıkları bir ifadedir. F. Ü.)

Ancak son dönemde Levent Ercan Gelegen, Erkan Tezal ve Mehmet Baran Çetiner'in 'misyonerlik faaliyetleri ile birbirleriyle irtibatlarına ve Abdullah Atılgan'ın da söz konusu şahıslarla ilişkisine rastlanmamış ise de Levent Ercan Gelegen, Erkan Tezal ve Mehmet Baran Çetiner'in 'Zirve Yayıncılık Cinayeti' öncesi dikkat çekici bulunan ilişki ve irtibatlarının, konu ile ilgili olarak yürütülen adli soruşturma kapsamında incelenmesi ve detaylandırılmasının faydalı olacağı değerlendirilmektedir."

Zirve Davası'nda gizli tanıklık teklifini reddettiği için Gülenist polislerin pek hazzetmediği bir isim olan Levent Ercan Gelegen'in 15 Ocak 2013 tarihinde davanın 53. celsesinde verdiği ifadede de İlker Çınar'ın define merakını gösteren bilgiler var. Yeri gelmişken onu da alıntılayalım:
"Bulunduğumuz bölgede (Tarsus) tarihi eserler vardır. İlker Çınar, arazilerimizin olduğu ve anne tarafımın yaşadığı Sağlıklı Köyü'nün Bozağaç denilen bölgesinde define arama işlerinin olduğunu, köy halkına yabancı oldukları için definenin bulunduğu bölgeye rahatça giremediklerini ve benden bu işte yardımcı olmamı istedi. Kendisine; 'İlker Çınar dedim! Sürekli bir şey karıştırıp duruyorsun. Git işine bak. Adam gibi şeylerle uğraş. Papazım dedin olmadı, Müslüman oldum dedin olmadı, TV ye çıktın olmadı, kitap yazdın olmadı, yetmedi mi artık' dedim. İstediklerine olumsuz cevap vererek kendisini gönderdim." 

HOLLYWOOD FİLMİ GİBİ

SABAH'ta önümüzdeki günlerde yayınlanacak Tarsus-Adana-Dörtyol üçgenindeki bir define cinayeti haberiyle ilgili yaptığım araştırmalar kapsamında (Bu haberi gazete için ayırdık) İlker Çınar isminin izini başka belgelerde de sürünce enteresan bağlantılara ulaştım. Bunlardan en ilginci, Çınar'ın Tarsus eski İlçe Emniyet Müdürü Sadettin Yaşar Aksoy ile olan ilişkileriydi. Bu ilişki; Çınar'ın söylediği nitelikte mi değil mi, okuyup siz karar verin. 

Paralel Devlet Yapılanması'nın (PDY) yönlendirdiği İlker Çınar, ifadelerinde 17 Aralık sürecinden sonra görev yeri değiştirilen ve Emniyet kaynaklarına göre Gülenistlere yakınlığıyla bilinen Sadettin Yaşar Aksoy'dan 'TUSHAD'çı (Türkiye Ulusal Stratejiler ve Harekât Dairesi) olarak söz ediyor. 

Çınar, 18 Ocak 2012'de Zirve soruşturmasının savcısı İsmail Aksoy'a verdiği ifadede Yaşar Aksoy'a misyonerlik faaliyetleri konusundaki 'dezenformasyon çalışmaları'nda bilgi ve belge sağladığını söylüyor. Cemaatin yönlendirmesiyle dava sürecini doğrudan etkileyen ifadeler veren Çınar'ın, Aksoy'dan söz etmesi önemli. Ama daha önemlisi, Yaşar Aksoy'un adının; MİT'e, Zirve Davası'nın görüldüğü mahkemeye ve Darbeleri Araştırma Komisyonu'na gönderilen 10 Ocak 2005 tarihli bir belgede geçiyor olması. Zirve Davası'nda tahliye edilen Ruhi Abat, belgenin cemaat tarafından hazırlandığını ve sahte olduğunu söylüyor. İlginç olan, Gülenistler tarafından hazırlanmış bir belgede yine Gülenistlere yakınlığıyla bilinen bir polis şefinin adının yer alıyor olması. Belgede, Aksoy'un ismi şu ifadelerle geçiyor:

"Saha çalışmanızda dayanışma içinde olacağınız ve ortak faaliyet yapacağınız kişiler bilgilendirilmiştir. Mersin İl Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı olarak görev yapan Saadeddin Yaşar Aksoy ile irtibatlaşarak saha çalışması yapacaksınız. Saadeddin Yaşar Aksoy, polis istihbarat kısmını tamamlayacaktır. Yapacağınız bu dayanışma ile misyonerlik faaliyetlerinin bölücü ve yıkıcı yönünü gösteren belgeler Emniyet Genel Müdürlüğü'nde bulunacaktır."

İlker Çınar da savcılık ve mahkemede verdiği ifadede Tarsus'taki TUSHAD bağlantısının Aksoy olduğunu ve Emniyet'e zaman zaman gidip ona bilgi verdiğini öne sürüyor. Cemaatin, bu belgeye dayanarak Aksoy'u Zirve Davası'nda tanık yapmak isterken bundan vazgeçmiş olması ihtimal dâhilinde. Bu konudaki tezimi biraz açayım:

Cemaat, TUSHAD'ın Özel Harp tarafından kurulan bir 'beyaz kuvvetler', yani gerektiğinde faydalanılacak sivillerden oluşan bir gizli örgüt olduğunu ileri sürüyordu. Ama kendisine yakın bir polis şefini, TUSHAD'ın varlığını ispatlamak için daha sonra tanık olarak Zirve Davası duruşmalarına çağrılmak üzere- TUSHAD üyesi diye dosyaya koydu. Ardından bu TUSHAD belgesini İlker Çınar üzerinden mahkemeye ulaştırdı. Ancak sonra Gülenistler, soruşturmalarındaki kumpaslar açığa çıkmaya başlayınca kendilerine yakın olan Sadettin Yaşar Aksoy'u tanık yapmaktan vazgeçti. Nitekim mahkeme, Zirve Davası'nın hiçbir aşamasında Sadettin Yaşar Aksoy'u sanık ya da tanık olarak dinlemedi. 

DEZENFORMASYON ÇALIŞMALARINA KATILMIŞ!

İlker Çınar, sahte TUSHAD belgeleriyle ilgili olarak Savcı İsmail Aksoy'a da şu ifadeyi verdi:

"Emniyet Genel Müdürlüğü ile ilgili misyonerlik faaliyetlerinin anlatılması amacıyla koordinasyon kurmam konusunda, 2005 yılından 2007 yılına kadar, yani Zirve Yayınevi Cinayeti'ne kadarki süreçte saha çalışması yapmam konusunda dönemin Tarsus İstihbarat Şube Müdürü Sadeddin Yaşar Aksoy ile irtibatlı idim. Ben ona misyonerleri takip etmesi konusunda haber elemanı sağlama, bilgi transfer edilmesi, misyonerlerin takibi konularında destek sağlıyordum. 2007 yılından sonra Sadeddin Yaşar Aksoy'a misyonerlik faaliyetleri konusundaki dezenformasyon çalışmalarında belge ve bilgi sağladım.

Sadeddin Yaşar Aksoy misyonerlik faaliyeti suç olmamasına rağmen, aktif olarak misyonerlerin takibini ve tacizini sağlamak suretiyle anti-misyonerlik faaliyetlerinde bulunmuştur. Daha önce teslim ettiğim sahte istihbarat belgeleri bu şahısta da vardır. Kendisi bu belgeleri Ankara'ya göndererek gerçekmiş gibi Emniyet İstihbarat birimine aktarmıştır."

Aynı İlker Çınar, Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Zirve Davası'nın 73. celsesindeki çapraz sorgusundaysa Sadettin Yaşar Aksoy konusunda nedense tereddütlü konuşuyor:

"Hurşit Tolon'un avukatı İlkay Sezer: Saadettin Yaşar Aksoy yazıyor burada, şimdi burada yazıda geçen her şeyi hatırlıyorsunuz, bu ismi hatırlamıyorsunuz, peki. 

İlker Çınar: Orada yazılıdır diyorum, siz ona itibar edin, siz niye söylemediniz. 

İlkay Sezer: Peki peki. Diyorsunuz ki, Saadettin Yaşar Aksoy ile irtibatlaşarak Mersin İl Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı olarak görev yapan… Peki şimdi Saadettin Yaşar Aksoy'un hangi tarihte Tarsus'ta göreve başladığını biliyor musunuz? 
İlker Çınar: Bana mı sordunuz? 
İlkay Sezer: Şu anda sorular size yöneltiliyor. 

İlkay Sezer: Evet, yani biz şimdi Saadettin Yaşar Aksoy'u buraya çağırsak… 'Evet, illegal değildi o tarihte bizim böyle saha çalışması yaptığımız İlker Çınar vardı, biz ona her türlü yardımı gösteriyorduk, o da bize raporlar veriyordu, raporları Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderiyorduk' mu diyecek. 
İlker Çınar: Hayır, Emniyet Genel Müdürlüğü'nü bağlamıyor, TUSHAD'ı bağlıyor. 
İlkay Sezer: Sizin bağlı olduğunuzu iddia ettiğiniz TUSHAD size diyor ki 'Bilgileri al, Saadettin Yaşar Aksoy'a ver.' Verdiniz mi, vermediniz mi? 
İlker Çınar: Saadettin Yaşar Aksoy'la paylaşımlarım oluyordu. 
İlkay Sezer: Bu misyonerlik faaliyetleri ile ilgili? 
İlker Çınar: Tabii ki…"
Bu diyaloglardan anlaşıldığı kadarıyla savunma avukatı Aksoy'un tanıklığına başvurulmasından yana iken ve hatta davanın kimi sanıkları Aksoy'un ifadesine başvurulması için mahkemeden talepte bulunmasına rağmen mahkeme, Sadettin Yaşar Aksoy'un ifadesine başvurmadı. Sizce de ilginç değil mi?

ZİRVE DOSYASINDAKİ 'PARALEL ÖRGÜT'
Şimdi gelelim Zirve'deki gizli 'paralel el'in varlığını gösteren en önemli kısma... İlker Çınar'ın savcıya ifade verdikten sonra teslim ettiği sahte TUSHAD belgesinde ilginç bir detay var. Alıntılayalım: 

"MGK kararları neticesinde; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin üniter yapısını ve bekasını tehdit eden, milli birlik ve beraberliği bozmaya yönelik faaliyetler yapan unsurların tespiti yapılmıştı. Tespiti yapılan bu unsurların faaliyetlerinin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak tedbir kararlarının alınarak uygulanması kararlaştırılmıştı. MGK kararlarında misyonerlik faaliyetleri irtica ve bölücü faaliyetler sıralamasında 2. sırada yer almaktaydı. Bu tehdit ortadan kaldırılıncaya kadar profesyonel bir çalışma yapılması öngörülmüştü. Milli güvenliğe karşı tehdit oluşturan bu tür unsurlarla mücadele etmesi için bağımsız ve paralel bir kurumsal yapılanmaya ihtiyaç duyulmuştu. Bu amaca hizmet etmesi için TSK bünyesinde gizli ve bağımsız bir yapılanmaya gidilmişti. Bu yapılanma sizin de hizmette bulunduğunuz Türkiye Ulusal Stratejiler ve Harekât Dairesi'dir."
Demek ki neymiş… Cemaate göre TUSHAD, milli güvenliğe tehdit oluşturan unsurlarla mücadele için oluşturulmuş bir 'paralel yapılanma' imiş. Ama bir dakika, o zamanlar 'paralel yapı' söylemi henüz dolaşımda değildi. İlker Çınar, Zirve soruşturmasının savcısı İsmail Aksoy'a ifade verdiğinde tarih 18 Ocak 2012 idi. (Fabrikasyon TUSHAD belgelerinden olan 'Geribildirim' başlıklı bu sahte delilin, bundan 13 gün önce -5 Ocak 2012'de- hazırlandığının ileri sürüldüğünü de hatırlatalım.) 7 Şubat krizinin patlamasına ve benim o krizin ardından SABAH Pazar'da 'Devlet paralel devlete karşı' başlıklı yazıyı yazmama daha 20 gün vardı. Yani cemaat, henüz kendisine 'paralel yapı' adının konulmadığı bir tarihte, varlığı bile şüpheli TUSHAD'ı, milli güvenliği tehdit eden faaliyetlere karşı kurulmuş 'paralel bir kurumsal yapılanma' olarak nitelendirmişti. Ve bunu yaparken aslında kendisini tarif etmişti. (Bu arada ürettikleri o belgede 'paralel'e ulusal güvenlik için gerekli bir yapılanma niteliği atfederek kendilerini, devletin asıl sahibi gibi gördüklerini de itiraf etmişlerdi.) 

Bir başka deyişle aslında 'paralel'in isim babası, bu satırların yazarı değil, bizatihi 'paralel'in kendisiydi. İşte Gülen Örgütü'nün gerçek veya muhayyel düşman grupları, kurumları suçlarken aslında kendisini tarif ettiğini gösteren bir kanıt daha. Boşuna demiyoruz, "Örgütünüzün izini, sahte belgelerde, iddianamelerde sürerken hep sizin gizli imzanızı görüyoruz" diye... 

SONSÖZ
Yazı, internet versiyonu için bile fazla uzadı. On sekiz bin vuruşu aştık. Birkaç cümleyle toparlayalım: Zirve Davası dosyasında çok ilginç, okunacak öyküler var. Değme Hollywood senaryolarına taş çıkartacak cinsten öyküler bunlar. Öyle ki iddianameyi; Christopher Nolan gibi hem senaristliği, hem de yönetmenliğiyle meşhur birine gönderseniz tek yapacağı şey, hikâyeyi çekim senaryosuna dönüştürüp kamera arkasına geçmek. 
Define avcıları, misyonerler, gizli/ezoterik örgütler, polis şefleri, komplolar, sahte belgeler, yalancı tanıklar, ne ararsanız var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder