22 Haziran 2015 Pazartesi

YOK OLAN BİR MESLEĞİN ORDU’DAKİ SON TEMSİLCİSİ; NALBANT KİZİR OSMAN…

Bir zamanlar atı olan herkesin tanıyıp, kapısını çaldığı, atlarının ayaklarına nal çaktırdığı. Hemen herkesle ahbap olan, geçer akçe bir meslek erbabı Nalbant Osman amca.  Şimdi nostalji olan, ancak büyük şehirlerin atlı spor kulüplerindeki sahalarında yüzlerce lira verip üye olarak binebildiğimiz atlar için, en luzümlu mesleği yaşayan son Ordu temsilcisi…
İki kuşak öncesinde hepimizin kapısında bizlere hizmet ediyordu atlar. Ormandan odunumuzu, çeşmeden suyumuzu, bahçeden fındığımızı hep atlarla taşırdık. Bahçeli evlerimizde özel ahırlarında besleyip tımarını yapar, ayaklarına da düzenli olarak, tırnaklarını korumak için nal denilen demir koruyucu çaktırırdık. Atın tırnağı çok özeldir. Onun için özel olarak mesleğin en iyisini tercih ederdik. İşte Ordu’da bu işin en iyisi, ağaların, beylerin, at severlerin nalbantı Kizir Osman amca. Yıllarca severek yaptığı ve binlerce atın ayağına nal çaktığı, yarını olmayan mesleğini anlattı. Nalbantçılığın yok olmasının nedenlerini anlattı.
68 yıllık Nalbant
Kulakları ağır işiten Osman Amcaya sorduğum soruları, berberlik mesleğinde rüştünü ispatlamış, küçük yaşta meslek öğrensin diye, Babası tarafından, Ordu’da Adanalı berber Ömer’e teslim ettiği, meslek öğrenerek Çambaşı’nın tek berberi olan, mesleğinde 40 yılını tamamlamış, büyük oğlu Berber İhsan da kulağına eğilip tekrarlayarak duymasına yardımcı oluyordu. Ve anlatıyor;
“Eskiden At her şeydi, köyle ilgisi olan her ailenin atları olurdu. Köyden şehre atlarla gelinirdi. Atların konaklaması, çalınmaması için hanlar vardı. O yıllarda at hırsızlığı çok olurdu çünkü. Köprübaşı’nda Yürürlerin hanı vardı. Laz Hamdi çalıştırırdı. Hacı Kazım’ın hanı vardı, İbrahim çalıştırırdı. Yüncüler sokağında da Ermeni Hasan’ın hanı vardı. Atın beslenmesi için, başına içi saman ve arpa karıştırılarak doldurulan  torbalar takılır, atın beslenmesi sağlanırken, diğer yandan da bu günkü otoparklar gibi belli ücret verilerek atın rahat etmesi de sağlanırdı. Handa  aygır atlar, huysuz atlar, eşek ve katırlar  için özel bölmeler olurdu. Bir köşesinde de nallama işini yapan nalbantlar işlerini yapardı.
O yıllarda Ordu’da Nalbantlık geçer akçe olduğu için belli başlı nalbantlar vardı. Hepsi de birbirinden üstün insanlardı ve hep yardımlaşırdılar. Nalbant Ermeni Hasan, Nalbant Yunis, Nalbant Dursun Ali, Nalbant Kırışo Ahmet, Nalbant Ermeni Ahmet, Nalbant Murat ve Nalbant Hamdi vardı, mesleğin duayenleriydi. Allah rahmet etsin, hepsi de gün boyu at nallarlardı. Atlar sıradaydı, bir günde 57 at nalladığımı bilirim.”
1929 doğumlu olduğunu ve Öceli’den  İmamolarından olduğunu da belirten Osman amca, “kizir” lakabının nereden geldiğini de; “dedem o yıllarda muhtarlık yapmış. Eskiden muhtarlara ‘kizir’ derlermiş. Bize de ‘kizir Mehmetler’ derler” diyerek açıkladı.
Atın ayağını tutunca, numarasını anlayacaksın”
Mesleği, 1947 yılında Ermeni Süren ustanın yanında demirci çırağı olarak başlayarak öğrendiğini de belirten Osman amca şöyle devam etti:
“Ali abim de Demirci Mıgır ustanın yanında idi. Süren usta; benimle birlikte Meletli Osman’ın oğlu Dursun Ali’ye, Gercelinin Ali’ye, Yemişli’den Topal Hüsnü’ye örste nal dövüp yapmasını öğretti. Biz nal yapıyorduk, Osman’la  Süren Usta da nalları çakıyordu. Kısa zamanda işi öğrenip ben de nal çakmaya başladım. Atların, eşeklerin hepsinin nalları farklı farklıdır. Ayni ayakkabı numaraları gibi. İyi bir nalbant atın ayağını tutunca kaç numara nal olacağını hemen anlaması lazım. 40 numara 13 santimdir. 47 numara 9 santimdir. Katırın nalları 57’den başlar. Taylar için önce ölçü alınır. Atın tırnak mayası çok önemlidir, yanlış çakılan bir mıh (nala çakılan çivi) atın ayağını sakat bırakır. İltihaplanma yapar, müdahale edilmezse ayak şişer, o attan daha hayır gelmez.”
Ben de, ‘çaresi ne?’ diye sordum.
“Mıh değen yere nişadır ve gaz yağı koyup üzerine su değmesin diye muşamba ile kapatıp o vaziyette nallarız. Bir haftaya kalmaz iyileşir. Bu meslek sırrıdır. Ustalarımızdan öğrendiğimiz şeyler. Şimdi duydum okulu açılıyormuş nalbantlığın. Belki bize de danışırlar, sorarlarsa söyleriz mesleğin inceliklerini. 70 yılın birikimleri var.”
‘Kimseye öğretmedin mi, ustalık yapıp çırak yetiştirmedin mi?’ diye sordum. Dertlendi, kızdı…
“Birkaç kişi geldi öğrenmek istedi, baktı ki ağır iş, işin inceliği de var zorluğu da. Vazgeçtiler, işin kolayını tercih ettiler. Kimseye kızmıyorum. Bu meslek kaba gözükse de; çok ince işçilik ister. Nalla tırnağı birbirine çaktığınız mıhın deri ile arası bir arpa boyudur. Bir santim üstü deridir. Yanlış çaktınız mı atı sakat bırakırsınız. Bazen de at sizi sakat bırakır, dikkatli olmazsanız.”
Bir seferinde Osman amcanın da ayağına bir at tekme atmış, bacağı kırılmış….
Rahvan at taşıyıp, defalarca atımın nallamasına şahit olduğum için Kizir Osman amcanın yaptığı işi hep önemsemiş, hep saygı duymuşumdur. Mesleğin nasıl zor olduğuna da defalarca şahit oldum. Bir seferinde nallanmak için ahırdan çıkartılan katırın, ahır kapısının tavanına attığı tekmeleri görünce takibe aldım. Osman amcaya getirdiler. Katırı iki kişi zor zapt ediyordu. Bir kazığa bağlanan katırın burnuna yavşa adını verdiği ağaçtan yapılma kıskacı  taktı, adamların yardımıyla da ön ayağının birini semerin kaşına bağladı. Diğer çaprazdaki arka ayağını bilekten kuyruğuna dolayarak gayet rahat  havaya kaldırıp ayağını nalladı. Bir seferinde de aygırlığı saldırgan hale dönüşen bir erkek atın testislerini ameliyatla alırken görmüştüm. O zaman kendisine olan sempatim biraz zayıflamıştı. Sonra sordum; ‘Neden böyle şeyler yapmaya ihtiyaç duyuyorsun. Bırakın o hayvanda aygırlığını yapsın’ diyince; “Bak gallenco at çok güçlü bir hayvandır. Bu gücünün farkına bir kez varır da, bunu insanlara zarar verme boyutuna taşırsa o atı kimse istemez. Devamlı at el değiştirir alan satar, alan satar. Her sahip değiştirdiğinde atın hırçınlığı ve saldırganlığı daha da artar. Sonunda canı yanan biri çeker vurur” diyerek, olayı çok güzel ve mantıklı olarak izah etmişti. Yerden göğe de haklıydı.
Binlerce at nallayan Kizir Osman amcaya at taşıyan eski atçıları sordum. Gözleri parladı, bir an eskilere gittiğini suratındaki ifadeden anladım. Kaşları bir kısıldı, bir toplandı, sonra suratında bir tebessüm peydah oldu;
“Ohooo kimler geldi, kimler geçti. Ne atlar, ne ağalar, ne beyler” dedi. “Katırco Ferhat, Şifo Hulis, Gallenco Sali, Yunis, Kasımo Hüsnü, Velefendo Şükrü, Vehbi, Gavur İmam, Keleşo Durmuş, Mollamaro Durmuş, Belikıro Osman, İmamo Şahap, Fahri Çelebi, Felo Hüdaver, Ercan, Poyrazo Selami, Kürt İsmet, Felo Sali, Bacıno Fethi, Saatçi Ali, Kör Fikret, Kulaço Rıfat, Murat Uzunlar, Felo Ağ dayı, Osman Meydan, Parmaksız Arif, İnekçi Cemil, Şifo Mithat, Muzaffer Bacıno, Kotanalı Remzi, Sılco Hasan, Topal Ahmet, Aziz Ağanın Mustafa, Yarım Ağa Dursun, Çağlar Atinkaya, Şenel Ağa, Durano Hamit, Ispo Ahmet, Osmano Fahri, Donubozuğun Hamit, Çeteco Sabri, Marazın Rahmi ve daha niceleri” diye devam etti. Ayrıca Tirebolu’dan Karabo Kemal ağa ile marazın Rahmi, O’nu özel olarak aldırır, atlarını nallatırmışlar.
Nalbantların çok sık kullandığı ve önemini vurgulayan eski bir söz vardır. Cengiz Hanın söylediği varsayılan bu sözü hep söylerdi, yine söylettim;
Bir çivi, bir nalı kurtarır. Bir nal bir atı kurtarır.
Bir at, bir yiğidi kurtarır. Bir yiğit bir ülkeyi kurtarır…
Önceleri binek hayvanları için geliştirilmiş olan nalbantlık mesleği demircilikle beraber gelişmiştir. Önceleri demir nal yokken atların ayaklarına tırnakları aşınmasın diye, keçe, kalın bez, çaput, kösele koruyucular sararlarmış. Osmanlı 1988’de baytar yetiştirmek için okul açmış ve buralarda nalbantların yetişmesine öncülük etmiş.
Hayatımızın içinde iken şimdi değişen şartlarla, yerini motorize ulaşım araçlarının aldığı, insanoğlunun ilk evcilleştirmiş olduğu atları şimdilerde fındık bahçelerinde çuval taşırken ve yaylalarda yol kenarlarına bırakılmış olarak görüyoruz. Bazı rahvan at meraklıları ve uzak yaylacıların dışında at taşıyanın olmadığı için de Nalbantlık mesleği de artık ilgi görmüyor.
Kizir Osman amcaya hayranlıkla baktım. Gözlerinde bir devre imza atmış olmanın gururunu taşıyordu. Bizim tanıyamadığımız, aile büyüklerimizi tanımış, atlarını nallamış, bir devre şahitlik etmiş, yok olan Nalbantlık mesleğinin son temsilcisi.
Her sene eskiden olduğu gibi Çambaşı’na düzenli gidiyor. Şimdi anılarıyla ve torunlarıyla baş başa mesleğinin hatıralarıyla yaşıyor.
İlgimizi, sevgimizi  gösterip saygıyla ellerinden öptüm…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder