31 Mart 2015 Salı

Orhan Boran kim ve nereli?



BENİM KARADENİZLİLERİM
Türkçemizde yer alan Laz fıkraları aslında tüm. Karadeniz insanını
içerir. Laz sözcüğü bir etnik ayırım i-çin değil, kolay ifade edilebildiği
için tercih edilmiştir. Benim yaşamımda da Karadeniz'in çok ama çok
özel bir yeri vardır. Hatta fıkraya başlamadan önce mutlaka sorarım:
—- Benden başka Laz var mı? Bazen çıkar ve:
— Sen nerelisun? diye sorarlar. Benim cevabım da:
— Ordu'luyum. Olur hep. Sonra devam ederler.
— Neresinden?
— İçinden.
— İçinden neresinden?
— Saray mahallesinden, İlkokulun karşısı.
— Kimlerdensun?
— işındağ'lordan.

Sohbetti-sorgulama kısa bir süre durur. Çünkü "Işın-dağ" soyadlı
Karadenizli bir aile yoktur. Derken merak devam ettirir.
— Annen Orduli midur?
— Hayır.
— Baban Orduli midur?
— Hayır.
— Sen Ordu'da mı doğdun?
— Hayır.
— La uşsağum sen ne piçim Ordulisin, da!
— Bak aslanım benim babam 1945-50 yılları arasında Ordu Devlet
Hastahanesi'nde Başhekimlik yapmış. Benim doğumuma kısa bir süre
kala annem istanbul'a gelmiş ve ben de İtalyan Hastahanesi'nde
doğmuşum.
—Senden Karatenizin olmaz.
— Bak aslanım insanın nerede doğduğu mu önemli, yoksa nerede
olduğu mu? deyince akar sular durur. İşte ben de böyle Ordu'da olma
İstanbul'da doğma özbeöz bir Karadenizliyim.
Geçen yıllar beni Karadeniz insanına ayrıca bağladı. Yakın aile
dostlarımız, Furtunlar, Haznedarlar, Tiraliler (Alfabetik sırayla
dizilmiştir) babamın bu ailelerde neredeyse değişmez nikâh şahidi
oluşu, çocukluğumda biri Giresun Kullakkaya yaylasında, diğeri
şimdiki adıyla Gülyalı (adını Gülfem Hazne-dardan almıştır)
Abbulhayır'da geçirdiğim iki olağanüstü yaz. Zühre ve onun deniz
bakışlı gözleri olağan dışı anılardır benim içimde.
Daha sonra Lokman'la (Kondakçı) tanışmam, beraber inanılmaz büyük
işler yapmamız ve onun dehası yaşamımda beni ciddi etkileyen
dönemlerdir.
Karadeniz insanı her şeyden önce kendisiyle dalga geçebilecek
üstünlüktedir.

Tıbbiye öğrencisi Hikmet Efendi

Yakın tarihimizin en karanlık günleri yaşanmaktadır. Tüm Rumeli'yi yitirdiğimiz Balkan Savaşları'ndan sonra; 1. Dünya Savaşı da yitirilmiştir. Ülke en utanmazcasına paylaşılmaktadır.

İşte bu karanlık dönemde tek umut Anadolu'ya geçen Mustafa Kemal Paşa'nın varlığıdır. Mustafa Kemal, Samsun'da bir çağrı yapmış ve eylül başında Sivas'ta bir ulusal kongre toplanması için davet çıkarmıştı.

Durumu öğrenen Tıbbiye öğrencileri İstanbul'da bir araya gelirler. "Bu toplantıda biz de temsil edilmeliyiz" derler ve ceplerindeki harçlıkları ortaya koyarak iki temsilci seçerler.

Ancak toplanan paranın iki kişiye yetmeyeceğini anlayınca; sadece veteriner öğrencisi Hikmet Efendi'yi Tıbbiyelileri temsilen Sivas'a gönderme kararı alırlar.

Hikmet Efendi'nin Sivas yolculuğu tam bir maceradır. Ayrıntılarına girmeden şu kadarını söyleyeyim ki; kimi zaman yürüyerek kimi zaman bir liman kasabasından diğerine tekneyle giderek; Ilgazlar üzerinden eylül başında Sivas'a ulaşır.

Sivas kongresinde Hikmet Efendi

Hikmet Efendi sessiz ve saygılı bir gençtir. Toplantılarda kendince notlar alan ve pek söze karışmayan bir yapısı vardır. Fakat bir gün "ABD mandası" görüşüldükten sonra çay arası verildiğinde Hikmet Efendi bir grup arkadaşıyla birlikte çay için Mustafa Kemal'in yanına gelir.

"Beni ceplerindeki harçlıklarıyla buraya gönderen Tıbbiye öğrencileri; 'Git de ABD mandası mı iyidir İngiliz himayesi mi' bunun yanıtını aramak için göndermediler.

Git bağımsızlığımızı nasıl koruruz öğren diye gönderdiler. Paşam eğer siz de şunun bunun himayesini yeğlerseniz sizi de tanımaz çiğner geçeriz. Başımızın çaresine bakarız" der...

Mustafa Kemal de heyecanlanmıştır. Sarılır "Korkma çocuk" der"Kimsenin himayesini istemiyoruz." Sonra yanındakilere döner "Bakın"der.
"Gençlerimiz böyle işte..."

Ulusal Savaş

Sivas sonrası Hikmet Efendi İstanbul'a dönmez. Ankara'da Talimgah'ta kısa bir eğitim sonrasında orduya katılır. Sakarya'da gazi olur.

İyileşir birliğinin başına döner. İzmir'e giren kuvvetler arasında Ast. Hikmet Efendi'nin birliği de vardır.
Savaş sonrasında okuluna döner veteriner olarak yıllarca hizmet görür.

Atatürk bir ara; "Sivas'ta Hikmet Efendi adında bir genç vardı. Bulun onu getirin milletvekili yapalım" der. Ararlar bulurlar. Ufak bir beldede veterinerlik yapmaktadır. Teşekkür eder "Atamın ellerinden öperim ben burada mutluyum" der.

Bu yanıt Mustafa Kemal'e götürüldüğünde gülümser. "Böyle bir yanıt bekliyordum" der. Daha sonra aynı senaryo bir kez daha yaşanır sonuç aynıdır.

Soyadı yasasından sonra Boran soyadını alan Hikmet Bey ömrünü onurlu fakat ekonomik sıkıntılarla noktalar.

Ve Orhan Boran

Emekli Albay Hikmet Boran'ın; (pek çok memur ailesi gibi) ekonomik sıkıntıları olduğunu Orhan Boran'ın "Leyleğin Ömrü" başlığını taşıyan anılarından çıkartıyoruz.

Orhan Boran Galatasaray Liseli olduğu halde; kendi döneminin pek çok Galatasaray Liselisi gibi oldukça fanatik bir Beşiktaş taraftarıdır.

Soranlara bunun nedenini şöyle açıklar:

O zamanlar Galatasaray'da hem paralı yatılılar hem de parasız yatılılar okuyormuş. Hafta sonları; paralı çocuklar evlerine gider, kızlarla gezer, sinemaya falan giderlermiş. Pazartesi sabahları da parasız yatılıları kıskandırırlarmış.

Aynı dönemde Beşiktaş'ın taş gibi bir futbol takımı varmış. Her maçta Galatasaray'ı yenerlermiş. İşte parasız yatılılar da Beşiktaş'ı tutar ve arkadaşlarını kızdırırlarmış...

Ben Milli mücadeleye çıktığımda ordunun da halini gördüm, saltanatın da. Bir de bağımsızlık ışığı gözünden parlayan Dr. Hikmet’i
Mustafa Kemal ATATÜRK
Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Osmanlı milyonlarca kilometrekare toprağını kaybetmiş ve yüz binlerce insanını yitirmiş bir şekilde Anadolu topraklarına çekilmişti.
Mondros Ateşkesinin hayata geçirilmesiyle birlikte Anadolu, Rumeli ve Ortadoğu topraklarının büyük bir kısmı da düşman işgaline uğramıştı. Musul, İstanbul, Boğazlar, Doğu Trakya, İskenderun, Maraş, Urfa, Antep, Batum, Adana yer yer İtilaf Devletleri’nin askerleriyle dolmuştu. Türkleri, öz yurtlarından atmak için ne gerekiyorsa yapılıyordu.
İngiliz maşası olan Yunanlıların, İzmir’i işgal etmesi bardağı taşırmış, düşmana karşı ilk kurşunun Hasan Tahsin Bey tarafından sıkılmasına neden olmuştu. Milli mücadelenin milatlarından biri olan bu olay, Anadolu ve Rumeli topraklarında milli bilincin uyanmasına büyük katkı sağlamıştır.
Fakat toplumdaki her kesim işgale karşı direnişe sıcak bakmıyor ve bu konuda farklı fikirler ortaya  konuyordu. Bazı Türk aydınları tarafından Amerikan, İngiliz veya Fransız mandası olma fikri sıcak karşılanıyordu. Türk’ün tarihinde işgaller karşısında umutsuzluğa ve karamsarlığa düşülen bir vak’a yoktu. Çünkü yüce Türk milleti her zaman vatanını savunmak ve topraklarında hür yaşayabilmek adına taşın altına elini koymaya hazırdı. Nitekim bu teslimiyetçi zihniyet, halkın milli mücadele istek ve azmine balta vuramadı. Fakat mücadele için bir önder, bir başbuğ gerekiyordu. Bu önder, Çanakkale’de destan yazmış bir Türk subayı olan Mustafa Kemal’di.
Mustafa Kemal Paşa, bütün bu olumsuzluklar karşısında Türk milletine Memleketi bu müthiş badireden kurtarmak için yalnız bir kuvvetin temini lazımdır: milletin birliği diyerek vatan müdafaası için milletin birliğini sağlamak gerektiğine işaret ediyordu.
Bu ülkü için öncelikle milli kongrelerin yapılması şarttı. Böylelikle milletin temsilcileri bir araya gelerek ülkenin içinde bulunduğu duruma çözüm getirecekti.
Bu çözümün en önemli kararları Sivas Kongresi’nde (4-11 Eylül 1919) alınmıştır. Fakat yazının giriş kısmında belirtildiği gibi, vatan müdafaasıyla yanıp tutuşan bir millet olduğu gibi manda ve himayeye sıcak bakan bir kesim de vardı. Üstelik bunlar azımsanmayacak bir sayıda idi. Kongrede manda lehine söz alıp görüşlerini ifade ediyorlardı.
Manda tartışmalarının yoğun olarak yaşandığı 8 Eylül gününün gecesi Mustafa Kemal Paşa manda lehindeki konuşmalara ithafen etrafındakilere şöyle seslenmiştir: “İstanbul’dakiler ve buradakiler nevmit ve hasta insanlardır. Ecnebi işgal etkisi altında cesaret ve ümitlerini kaybetmiş olmanın verdiği teessürle ve marazi bir haleti ruhiye içinde hareket ediyorlar. Bunun başka türlü izahı yoktur. Bir milletin istiklâl hakkını aramasından ve bu yolda gerekiyorsa son damla kanını akıtmasından daha tabii ne tasavvur edilebilir? Şerefsiz, istiklâlsiz, esir bir millet çocukları olarak yaşamak yerine, efendice ve kahramanca ölmek elbette ki şayanı tercihtir. Bunu anlayamamak ne garip mantıktır?”
Kongreye katılanlar arasında genç, yiğit, milletperver bir Türk delikanlısı, bir tıbbiye öğrencisi de vardı. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane (İstanbul Askeri Tıp Okulu) 3. sınıf öğrencisi Hikmet Bey, tıbbiyelilerin temsilcisi olarak Sivas Kongresi’nde bulunuyordu.
İşgal altındaki İstanbul’da neler yaşanmaktaydı? İstanbul’da milli bilinç ne durumdaydı? Tıbbiyeli Hikmet’in Sivas Kongresi’ne katılması nasıl gerçekleşti?İstanbul’un işgal edilmesiyle birlikte 1919′un Mart ayında Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane (İstanbul Askeri Tıp Okulu) İngiliz birlikleri tarafından ele geçirilmişti. Tıbbiye öğrencileri, okullarını kurtarmak için çare aramaktaydılar. Bu nedenle tıbbiyenin kuruluş tarihi olan 14 Mart’ı hep birlikte kutlamaya karar verdiler. Fakat asıl amaçları işgal kuvvetlerine tepki göstermek, tüm yurttaki işgalleri protesto etmekti.
Tıbbiyeliler 14 Mart 1919’da tıbbiye 3. sınıf talebesi olan Hikmet Bey’in önderliğinde büyük bir gösteri yaptılar. Okulun iki kulesi arasına büyük bir Türk Bayrağı astılar. Bunu gören işgal kuvvetleri, olaya müdahale etseler de engel olamadılar. Böylelikle 14 Mart resmen tıbbiyelilerin  tepkilerini gösterdikleri, milli tavırlarını ortaya koyduğu gün olarak tarihe geçti.( Nitekim cumhuriyetin kuruluşundan sonra 14 Mart tarihi her yıl Tıp Bayramı olarak kutlanmaya başlanmıştır.)
Bu tepkinin yetmeyeceğini bilen 25 tıbbiyeli okullarından Sivas Kongresi’ne gönderecekleri delegeleri seçtiler. İki kişi seçildi fakat  iki kişi için yeterli para çıkışmayınca bir öğrencinin gitmesine karar verdiler.
14 Mart gösterilerini tertip eden 3. sınıf öğrencisi Hikmet Bey’in, tıbbiyelilerin temsilcisi olarak Sivas Kongresi’ne gönderilmesi hususunda mutabık olundu ve 19 yaşındaki “Tıbbiyeli Hikmet” (Boran) Sivas Kongresi’nin 35 delegesinden biri olarak tıbbiyelileri temsilen gönderildi.
Tıbbiyeli Hikmet’in Sivas Kongresindeki Tarihi Sözleri
Manda ve himaye konusunda görüşmelerin yapıldığı esnada Tıbbiyeli Hikmet gençliğinin verdiği heyecanla ve mandanın lehine konuşanlara duyduğu hiddetle söz aldı. Ve şu sözleri haykırdı:
Paşam! Temsilcisi bulunduğum tıbbiye, bağımsızlık savaşımızı başarmak için açtığınız çalışmalara katılmak üzere beni gönderdi. Amerikan mandasını kabul edemem. Kongre bu yolda bir karar verecek olsa bile, bunlar kim olursa olsun, bütün gücümüzle karşı çıkarız. Varsayalım ki, Amerikan mandasını siz de onayladınız. Size de karşı geliriz. Sizi kurtarıcı değil, vatan batırıcı sayarız. Tel’in (ilan) ederiz.”
Mustafa Kemal bu sözlerin üzerine  ‘Arkadaşlar, gençliğe bakın, Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin’ dedi. Tıbbiyeli Hikmet’e dönerek:
Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyordum. Biz mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal, ya ölüm’ dedi.
- ‘Varol Paşam’ diyen Hikmet memnuniyetini ifade ederek ve Mustafa Kemal’in elini öpmüştür. Tıbbiyeli Hikmet’i alnından öpen Mustafa Kemal ise gençliğe güvenmenin ne kadar doğru bir karar olduğunu bir kez daha görmüştür.
Son Söz
Tıbbiyeli Hikmet’in bağımsızlık aşkı tüm hekimlere ve ülke gençlerine örnek olmalıdır. “Che Guevara’nın hekimleriyiz.” diyen tıp hekimleri öncelikle onu tanımalıdır, onu anlamalıdır. Tıbbiyeli Hikmet Boran’ın bağımsızlık aşkından bi’haber bir hekimin Che Guevara’nın mücadelesini kendi milli mücadelesiymiş gibi sahiplenmesi aklın almayacağı bir durumdur.
Tıbbiyeli Hikmet’in hayatı tıp fakültelerindeki derslerde anlatılmalı, milli şuuru ne kadar yüksek bir genç olduğu bu derslerde belirtilmeli, ayrıca tıbbiyelilerin Türk Ocakları gibi nice milli teşebbüsün kuruluşundaki rolleri ve vatan müdafaasına olan katkıları tüm tıp fakülteli gençlere öğretilmelidir.
Tıbbiyeli Hikmet Boran’ın ışığının bizlere her zaman yol göstermesi için ise; doğduğu şehir olan Balıkesir’in Savaştepe ilçesine ve mezun olan her hekimin bir şekilde yolunun düştüğü Sağlık Bakanlığı’nın bahçesine “Tıbbiyeli Hikmet Anıtı” dikilmelidir.
Stj. Dr. Alperen KIZIKLI
 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi



3 yorum:

  1. hocam yazınız için teşekkür ederim. ancak çok az kişi tıbbiyeli hikmetin Veteriner Hekim olduğunu bilir. Herkes insan hekimi olarak yazıyor. o yüzden sağlık bakanlığının bahçesine anıtını dikmekte zorlanırlar.

    YanıtlaSil
  2. hocam yazınız için teşekkür ederim. ancak çok az kişi tıbbiyeli hikmetin Veteriner Hekim olduğunu bilir. Herkes insan hekimi olarak yazıyor. o yüzden sağlık bakanlığının bahçesine anıtını dikmekte zorlanırlar.

    YanıtlaSil