13 Ekim 2016 Perşembe

Kasim Gülek ve Fetö Masonluk iliskisi


CIA’nın Yeşil Kuşak Projesi: Fethullah Gülen, Opus Dei ve Moon Tarikatı


Opus Dei Tarikatı, Moon Tarikatı ve Gülen Cemaati arasındaki şaşırtıcı benzerlikler ve ilişkiler yumağını aşağıda özetlemeye çalışacağız.
OPUS DEI TARİKATI: Kurucusu Madrid’li bir Katolik papazı Josemaia Escriy de Balagar. Opus Dei kelime anlamı “Tanrı’nın İşleri”
MOON TARİKATI: Kurucusu önceleri Budist, sonradan papaz olan Sun Myung Moon. Moon, 1954 yılında K.Kore’den kaçarak, G.Kore’ye yerleşti ve tarikatını da burada kurdu. Moon Tarikatı’nın resmi adı “Birleştirme Kilisesi”dir. 1951 ABD müdahalesinin hemen ardından kurulmuştur. Bugün G.Kore nüfusunun yaklaşık %40’ını Budistlikten Hristiyanlığa devşirmiştir.
GÜLEN TARİKATI: 1966 yılında İzmir Kestanepazarı’nda kuruldu. Bu bölgenin bir diğer özelliği Sebatayistlerin merkezi olmasıdır.
Her üç Siyonist Masonik tarikatların ortak özellikleri çok ilginçtir. Gelelim bu üç tarikatın ortak özelliklerine..
Opus Dei’nin kurucusu Papaz Ecsriya’nın aslı Hristiyan değildir. Yahudi engizisyonu yapıldığı dönemde Hristiyanlığa geçmiş aslen gizli Yahudi olan bir aile kökeninden geliyor. Çalışma bölgesi Hristiyan alemidir.
Moon Tarikatı kurucusu Moon’un da aslı Budisttir. Çalışma alanı Budist inancın yaygın olduğu Asya ve Pasifiktir.
Gülen’in de anne tarafının İspanya’dan gelen Safarad Yahudilerine dayandığı söylenir. Çalışma alanı İslam coğrafyasıdır.
Her üç tarikatın koordine edildiği merkez Amerika, hizmet ettikleri merkez de dünya Siyonizm’idir. Koordine eden kuruluş ise CIA’dir.  CIA bu üç tarikat vasıtasıyla hem Budist âlemi, hem Hristiyan âlemi hem de İslam âlemi üzerinde hegemonya kurmayı amaçlamaktadır.
Bir başka benzerlik de üçünün de ABD’de ikamet etmeye başlamalarıdır. Moon, 1959 yılında ABD’ye yerleşmiştir. Gülen, 1999 yılında ABD’ye yerleşmişken, Opus Dei kurucusu Papaz Escriya ise sürekli ABD’de bulunmuştur.
İspanya’da Papaz Escriva,  Franco diktatörlüğünün sağ koluydu. Opus Dei Tarikatı’nın lideri Escriva, Franco’nun 35 yıllık diktatörlüğü ile işbirliği içinde olmuştur.
Moon tarikatının ortağı ise CIA’nın kurduğu Kore’deki CIA’nın temsilcisi Albay Bo Hi Pak’da dır. Bo Hi Pak da, Moon Tarikatının en güçlü üyesidir.  O’nun aracılığıyla Güney Kore askeri vesayete alınmıştır.
Üç tarikatın ortak bir marifetide Yeşil Kuşak Projesine hizmet etmeleridir.
Gülen ise 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat askeri darbelerinin baş destekçisi oldu. Komünizme Karşı Mücaddele Derneklerinin Erzurum ile İzmir şubelerini ilk kuran zattır. Kenan Evren için “Kenan Evren Cennetliktir. Kucaklayan ve kutsal kurtarıcı bir melektir”demiştir.
12 Eylül faşizmini şu sözleriyle meşrulaştırmaya çalışır. “Asker tam zamanında yetişmese bütün millet olarak inkisar içinde ağlamaktan başka çaremiz kalmayacaktı”. Ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz”. (Sızıntı, Ekim 1980, sayı:21)
Üç tarikatın faaliyet alanları da hemen hemen benzer.
Opus Dei Tarikatı’ının beş kıtada 475 üniversite ve Yüksek Okulu ve 200 koleji var. 604 gazete ve dergiye sahip. 52 radyo ve televizyonu yayın yapıyor. Siyasi, askeri, polis,  mali ve ticari alanlarda çok etkindir. Milyarlarca dolara hükmediyor. Opus Dei Tarikat’ının Hristiyanların yaşadığı her ülkede sorumlu bir Kardinali bulunuyor.
Moon Tarikatı da benzer alanlarda faaliyet yürütüyor.
Gülen cemaatinin ise sadece Orta Asya’da dil merkezi, ilkokul, lise düzeyinde 250, dünya genelinde 500-600 arasında okulu var. Onlarca da üniversitesi var. Onlarca gazete ve dergi, radyo ile televizyon yayınına sahip. Devletin TRT’si de tümden cemaatin denetimine geçmiş durumdadır.
Yürütme, yasama, yargı, ordu, polis, eğitim, sağlık, ticaret, maliye vb. cemaatin hizmetindedir.
Gülen Cemaatinin de Opus Dei Tarikatındaki gibi her ülkede bir sorumlusu vardır. Değişen sadece ülke kardinali yerini ülke imamının almasıdır.
Opus Dei Tarikatı ve Gülen Cemaati’nin üye tipi de aynıdır. Her iki Siyonist örgütte de üç tip üye vardır.
Opus Dei’de birinci grup olarak adlandırılan “Numerarid” denilen üyeler hiç evlenmiyorlar. Opus Dei evlerinde yaşıyorlar. İhtiyaçları dışındaki tüm kazançlarını tarikata veriyorlar.
Gülen Cemaati’nde “İmam” ve “İmame” olarak adlandırılan abi ve abla denilen üyeler de hiç evlenmiyorlar. Tarikat evlerinde yaşayıp, tarikatın hizmetindedirler. Tüm otorite onlardır. Yedi kişilik İstişare grubu, kıta, ülke, bölge sorumluların bunları içinden seçiliyor.
Opus Dei de ikinci üyeler “Sopranumerari” olarak adlandırıyorlar. Tam üyedirler. Fakat evleniyorlar. Tarikat evleri dışında yaşıyorlar. Aylık ödüyorlar.
Gülen Cemaati’nde ise bu tip grup, Şagırd ve Şagırde diye adlandırılan cemaat içinde yetişip evlenenlerden oluşuyor. Cemaate tam üyedirler. Fakat maaşlarından belli yüzdeyi aylık olarak cemaate ödüyorlar.
Opus Dei de üçüncü tip üyelere “cooperatori”deniliyor. Tarikatın gönüllü yardım ve eğitim kuruluşlarında yer alıyorlar.
Gülen Cemaati’nde de bunlara ek olarak “himmet” adı altında yardımda bulunan ağırlıktaki üyeler ve destekçilerden oluşuyor.
Moon Tarikatında ise tam tamamına Opus Dei gibi üyelikler vardır.
Bu üçlü Siyonist tarikatların  propaganda ve örgütlenme çalışmalarını yürütürken kullandıkları kilit kavramlar da aynıdır.  “Diyalog”, “Hoşgörü,”  “Dini Araştırmalar” ve “Sevgi”.
Üçünün birlikte yürüttükleri bir faaliyet daha var. “Dinler arası Diyalog ve Hoşgörü” adı altında Siyonizm’in hegemonyasını pekiştirmek ve yaymak için önce ABD, sonrasında 1991 ile 1994 yılında İstanbul sonrasında Riha’da birlikte toplantı düzenlediler.
Üçünün ortak özelliği misyoner faaliyetleridir. Her üç tarikatın ABD’deki NED, CSIS ve CIA gibi istihbarat örgütlerince desteklendiği belirtiliyor.
“Papa’nın Kutsal Mafyası”  Opus Dei’nin muazzam bir gücü var. Koyu Katolik olan Hristiyanların bünyesinde yer aldığı bir yapılanma Opus Dei. Papa 2 John Paul, icracılığının etkisini Opus Dei’ye borçlu olduğunu açıkça ifade etmekten çekinmemiş bir Katolik liderdi örneğin.
Dünya genelinde bilhassa üniversiteler, finans kuruluşları, finans birlikleri, devasa şirketler Opus Dei’nin müridleri ile dolu.
Başarılı politikacılar, hakim ve savcılar, parti ileri gelenleri, güçlü sanayici ve işadamları, Avrupa Birliği’nin muktedir parlamenterleri Opus Dei’nin çok sevdiği şahsiyetler arasında yer alıyor.
Alman Hristiyan Demokratlar Partisi’nin önemli isimlerinden Kurt Malangre de yarım yüzyıla yakın bir süredir Opus Dei mensubu olduğunu gizlemiyor mesela.
Almanya’da 2 bine yakın çekirdek Müridan kadrosu var Opus Dei Tarikatı’nın.
Bonn kentinde faaliyet gösteren “Öğrenci Temelli Kültür Birliği – Studentische Kulturgemeinschaft”  ve Münih’te faaliyet gösteren “Ren – Donau Vakfı – Rhein Donau Stiftung,  tarikatın gelir kaynaklarından sadece ikisi.
Almanya’daki merkezini Köln’de ihdas etmiş olan Opus Dei’nin Köln Bürosu’ndan Hans Thomas, adı geçen derneklerin yönetimini gerçekleştiriyordu.
Hans Tomas şu anda Limmat Stiftung – Limmat Vakfı’nın başkanlığını yapıyor. Vakıf dünyanın dört bir yanında projeler gerçekleştiriyor. (http://www.limmat.org/index/index.php)
Bir başka ilginç nokta ise Köln’de faaliyet gösteren Lindenthal Enstitüsü, Lindenthal Institut. http://www.lindenthal-institut.de sitesinde de göreceğiniz gibi bu enstitünün de başkanı Dr. Hans Thomas.
Avrupa Birliği’nin fonlarında da akla hayale sığmayacak ölçüde istifade ediyorlar.
Opus Dei hakkında çok fazla konuşulan, fakat günümüz dinsel toplulukları içinde hakkında en az şey bilinen örgüttür. Nitekim CNN televizyonu için Vatikan analizleri yapan, BBC için Opus Dei belgeseli hazırlayan ve araştırmacı kimliğiyle Opus Dei’nin içine sızmayı başarmış isimlerden biri olan John Allen, kitabında tarikatın kuruluşundan günümüze kadar olan gelişimini, yapısını ve işleyişini geniş bir yelpazede gözler önüne sermiş.
Opus Dei’de tüm üyelerin ortak amacı bu dünyada bir Civitatea Dei (Tanrı Sitesi) yani teokratik(dini) bir devlet kurmaktır. Opus Dei inananları, bir gün tüm dünyanın Hıristiyan olacağına inanırlar. Gülen de “Vatikan’da ölmek istiyorum” mealinde bir mektubu Papa’ya göndermemiş miydi?
Tarikat dünya siyasetini tıpkı bir ahtapot gibi sarmakta. İngiltere Milli Eğitim Bakanı, Polonya hükümetinde görev yapan 3 bakan, Perulu 2 bakan, ABD Anayasa Mahkemesi ‘nin 2 yargıcı, Amerikan Kongresi ‘nin onlarca üyesi, eski FBI Başkanı Louis Freeh ve Fox televizyonunun yorumcusu Robert Novak; Opus Dei müridi olduğunu gizlemiyor.
Papaz Josemaria Escriva’nın Opus Dei (Opus Dey) örgütünün temelini oluşturan “rehber” kitabı “Yol” adını taşıyor. 1934 yılında yazılmış, 43 dile çevrilerek tüm dünyada 4,5 milyon satmıştır. Bu kitabın İngilizcesi, THE WAY. Raslantıya bakın ki, Fethullah Gülen’in İngilizceye çevrilen ilk kitabı da, dört ciltlik “Criteria, or lights of the Way” (İzmir, 1990)
Bugün Opus Dei’in 2.8 milyar dolar serveti, 15 üniversitesi, 97 teknik okulu, 36 ilköğretim okulu vardır.
Kimilerine göre Escriva, dengesiz, sinirli, paranoyak özelikleri olan biriydi. (Nurettin Veren’in açıklamaları da Gülen’in aynı karakterde olduğunu gösteriyor.) Çok yakınında bulunan, örgütten ayrılan bazı eski üyeler bu tür ithamlarda bulunmuştur.
Opus Dei gizli bir Yahudi örgütüdür ve gizemli Kabala geleneğine bağlıdır. Hıristiyan görünmeleri sadece taktiktir. KAYIP KARDİNAL Escriva’nın Yahudilik ve İslam’la ilgili olumsuz bir yaklaşımının olmadığı bilinmektedir. 1974’te Buenos Aires’te Hıristiyanlığı tercih eden bir Müslüman ailenin vaftiz töreninde bu hususu açıkça belirtmiştir.
Neden Fetullahçı hareket Katolik Opus Dei tarikatına bu kadar çok benziyor?  Çünkü, ikisini de kendi hesabına çalışması için CIA kurdurmuştur. Aynı model, aynı taktik, aynı yapılanma, kullandıkları kelimeler bile aynı.
CIA, Moon tarikatını kullanarak Dünya Anti Komünist Ligi’ni örgütledi. Moon Tarikatının dünyanın birçok yerinde vakıfları, işletmeleri, okulları, medya kuruluşları mevcut olup, fakir bir köylü çocuğu olan Sun Myung Moon’un bugün müthiş bir portföye sahip olduğu dikkat çekiyor.
Myung Moon liderliğindeki tarikat, Kiliseleri birleştirmek (Unifi-cation Church) felsefesini yaymak amacıyla düzenlediği toplantılarda çeşitli ülkelerin tanınmış isimlerini bir araya getiriyor ve bu ülkelerde örgütlenmeye çalışıyor Tarikat, Hıristiyanları birleştirmenin yanı sıra, Müslümanlarla Hıristiyanları da birleştirmeyi gaye edindiği için İslami kesimi de hedef kitle seçiyor.
Türkiye’deki ilk girişimleri de bu amaca uygun olarak “Dini Araştırmalar” “Hoşgörü” “Diyalog” görüşmeleri adları altında, Türkiye’den özellikle dini çevreden çok aşina isimler tarikatın toplantılarına katılmaya başlıyor.
ABD’de yapılan “Dinlerarası ilişkiler” toplantısına Türkiye’den 40 kadar ilahiyatçı katılıyor.
Tarikat, Türkiye’de 1991 yılında İstanbul’da President Otel’de düzenlenen bu toplantıya katılan Hıristiyan din adamları, Müslüman din adamları, basın ve medyaya kapalı üç günlük bir seminer gerçekleştiriyor, 1994 yılında yine İstanbul’da The Marmara Oteli’nde yine medyaya kapalı olarak gerçekleştirilen bir başka toplantıda Türk kamuoyu için şok isimler katılımcı oluyor.
Bu tarikat ülkemizde müthiş bir MİSYONER faaliyet başlatıyor.

Fetullah Gülen’ in de savunduğu ana kavram “hoşgörü” ve “dinler arası diyalog”. Dahası, Moon tarikatının başlattığı dinler arası diyalog girişimine Türkiye’den de Fetullah Gülen destek veriyor.
Papa ile görüşüp, yetkisinde olmamasına rağmen, “Harran da üç semavi dine din adamı yetiştirecek bir ilahiyat üniversitesi kurmayı teklif ediyor. Yani Gülen, İstanbul’da izin verilmeyen ruhban okulunun Güneydoğu da açılmasını istiyor.
Fethullah Gülen’in CIA ile ilişkilerini sürdürmede en önemli örtülerinden biri, Dinler arası Diyalog oldu. Bu örtü de bir ABD imalatı. 1950′lerden itibaren dünyanın efendiliğine soyunan ABD, kıtalararası imparatorluğunu sürdürmek için, her kıtasal din içinde kendisine bağlı bir tarikat örgütledi. Bu tarikatların hepsinin söylemi ayni: Dinler arası diyalog. Arap baharı ile Ortadoğu’ya ihraç edilmeye çalışılan Türkiye modeli demokrasi anlayışının temelinde de bu var.
Moon tarikatının, Reagan döneminde İrangate skandalında boy gösterdiğini görüyoruz. George W. Bush iktidarında Moon tarikatının sahibi olduğu Washington Times gazetesi, neo-conservatism ve ABD saldırganlığının başlıca araçlarından biri oldu.
Fethullah Gülen’in Türkiye’de yayınlanan Zaman gazetesi ile Washington Times arasında sıkı işbirliği artarak sürüyor.
Moon tarikatının, Latin Amerika’daki askeri diktatörlüklerle, İsrail üzerinden kurduğu uyuşturucu ve terör bağı dikkat çekici. Fethullah Gülen’in İsrail ile yakın ilişkisi de onun en ayırt edici özelliği.
Körfez Savaşı’nda, Irak yönetiminin İsrail’e attığı Scud füzesi üzerine İstanbul’da verdiği vaaz ve döktüğü göz yaşları ve ettiği bedduaların kaseti, İslamcılar tarafından elden ele dolaştırılıyor.
İsrail ile ilişki, ABD açısından kilit öneme sahip. Graham Fuller’in İslamcı hareketi konu alan “Kuşatılanlar” kitabında, İslamcı hareketlerin Bati ile entegrasyon için yapması gerekenlerin başında  İsrail ile iyi ilişki geliyor.(Graham Fuller, I. O. Lesser, Kuşatılanlar, Sabah Kitapları, İstanbul, 1996, s.126.)
Gülen’in İslamcı kitleleri kendisinden soğutma tehlikesine karşın, Kudüs Başhahamı ile yakın ilişkisi ve cemaatin işadamları derneği ISHAD’in İsrail’le bağları, bu politikanın gereği olarak kuruluyor.
Kasım Gülek ismi, Gülen için çok önemlidir. Zira, kendisine açılan bütün yollara ilk adımı Kasım Gülek’in aracılığıyla atmıştır. Kasım Gülek’in vasiyeti üzerine cenaze namazı bizzat Fetullah Gülen tarafından kıldırılıyor. (Bkz. 01.09.1997 tarihli Zaman Gazetesi, 21.01.1998 tarihli Yeniyüzyıl Gazetesi)
Gülen, 1992 yılında ABD’ye gittiğinde, Kasım Gülek’in Amerikan Ordusu’nda albay olarak görev yapan, daha sonra şüpheli bir şekilde ölen, baldızı Aylin Rodomisli (Adı Aylin romanında anlatılan kişi) aracılığıyla Pentagon ve CIA ile ilişkiye geçtiğini de bizzat kendisi söylüyor.
Kasım Gülek’in kızı Tayyibe Gülek, daha sonra DSP’den Adana milletvekili seçiliyor. Ecevit’in son yıllarda Fetullah Gülen’e sempati duyduğu bilinen bir gerçek. Tayyibe Gülek’i yetiştiren kişi, teyzesi Aylin Rodomisli olup, bu kişi aynı zamanda Fetullah Gülen’in Pentagon’la ilişkisini kuran kişidir.
Moon Mesihliğe soyunurken, Fetullah Gülen İslam temsilciliğine soyunmaktadır.  Moon da, Gülen de Amerika’yı üst olarak seçmişlerdir.
Gülen’in reklamını değişik yayın organlarında yapan yazar Hulusi Turgut, 21 Ocak 1998 tarihli Yeni Yüzyıl’da bu ilişkiyi şöyle anlatıyor: “Kasım Gülek, Fethullah Gülen’le çok iyi dostluk ilişkileri içinde bulundu. Gülen, Kasım Gülek’le sık sık görüşürdü. Vefatı üzerine bu eski dostunun cenaze namazını kıldırmıştı.
Fethullah Gülen’e sorduk:
‘Amerika, sizlerle ilgili referansı merhum Kasım Gülek’ten mi aldı?’ Gülen bu konuda şunları söyledi: ‘Kasım Gülek Bey’in baldızı Amerika’daydı. Yani Pentagon’la irtibatları vardı. Eğer kendisine değişik platformlardan, Beyaz Saray’dan sormuşlarsa ‘Bunlar nedir?’ diye, o da ‘Endişe edilecek bir şey yoktur’ demiştir, referans vermiştir.”
Gülen, 1 Eylül 1997 tarihli Zaman gazetesinde bu ilişkiyi şöyle açıklıyor:
“ABD’de görüştüğüm insanlardan biri Abramowitz’di. O, Türkiye’de bir zaman elçi olarak kalmıştı. Müşterek dostumuz Kasım Gülek Bey vardı. Onun vasıtasıyla gıyaben onu tanıyorduk…”
Türkiye, şimdiye kadar çok ölüm-kalım krizlerine maruz kalmıştır. Bunu isterseniz bir kriz sayın ama bu millet bunu aşar dedim. Hatta bu ses, imkânı varsa Beyaz Saray’a kadar, Kongre’ye kadar,  Pentagon’a kadar götürülmeli dedim.”
(Zaman gazetesi, 1 Eylül 1997)
Falun-Gong, Scientology, Moon ve Gülen Birlikteliği
Hızla yayılan ve büyük mali olanaklara sahip CIA bağlantılı bir başka tarikat da, Scientology adini taşıyor. Scientology’nin, gerek ABD’de gerek Avrupa’da en sıkı ilişki içinde olduğu güç, Fethullah Gülen örgütü.
Scientology, aynı zamanda Moon tarikatı ile çok sıkı ilişki içinde. CIA’nin denetimindeki bir diğer tarikat da Çin’de faaliyet yürütüyor: Falun-Gong.
Her dört tarikatın da teorisi, dini yorumlayışları, çalışma tarzları ve hedefleri arasında olağanüstü uyum var. Kuskusuz bunun nedeni, komuta merkezinin ayni olması. Hepsi, CIA’nin örtülü faaliyetleri için kullanılıyor ve yönlendiriliyor.
Türkiye’de diğer tarikatlar Kuran kursu ve imam hatip liseleri gibi doğrudan dini eğitim kurumlarına önem verirken, Fethullah Gülen cemaati, Turgut Özal döneminde, yurtiçinde özel Anadolu liseleri ve kolejler açmaya başladı. Fethullah Gülen, bu okullarda, Hıristiyan misyonerlerinin taktiğini izleyerek, temel bilimler alanında eğitime ağırlık verdi.
Osmanlı İmparatorluğu’nda örgütlenmek isteyen Hıristiyan Misyonerleri de, önce teoloji alanında eğitim veren okullar kurmak istemiş, başarılı olamayınca, temel bilimler alanında eğitim veren kolejler kurmuştu. 1915 yılında Osmanlı coğrafyasında, Hıristiyan Misyonerleri’nin Amerika’daki en büyük örgütü Amerikan Board’a bağlı 600′den fazla okulu vardı. Amerikan kolejleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasında çok önemli roller oynadı. Atatürk, Cumhuriyet’le birlikte bu okulları kapattı. Türkiye, NATO’ya girdikten sonra bu okullar yeniden açıldı.
ABD’nin Soğuk Savaş döneminde, Sovyetler Birliği’ni içeriden çökertmek için örgütlediği ve büyük olanaklarla yürüttüğü “CIA muhalefeti”nin, Gülen örgütünün önünü açtığını saptıyoruz.
Sovyet bloğuna karsı yürütülen psikolojik savaşın en önemli aygıtı Hür Avrupa Radyosu, Fethullah Gülen’i bültenlerinin baş konusu yapıyor. Amerika’nın Sesi radyosunun değişik lehçelerdeki Türkçe yayınlarında, Gülen ve misyonu defalarca övülüyor.
Osmanlı İmparatorluğu toprakları içinde açılan Amerikan kolejleri kime hizmet ettiyse, Gülen’in okulları da aynı hizmeti görüyor. Bu okullar hep CIA’nin ilgi duyduğu ülkelerde açılıyor. Okullara ABD’deki Yahudi lobisinin de ilgi duyduğuna dikkat çekiliyor.
Okulları açan şirketler: Çağ Öğretim İsletmeleri AS, Feza Gazetecilik AS, Şelale AS, Eflak AS, Kazak Türk Liseleri Genel Müdürlüğü, Sebat AS, Silm AS, Taşkent eğitim Şirketi, Serhat eğitim Öğretim ve Sağlık Hizmetleri AS, Tolerans Vakfı, Ufuk eğitim Vakfı, Toros eğitim Hizmetleri Turizm ve Ticaret AS, Ertuğrul Gazi eğitim Öğretim AS, Karaçay Çerkes Toros eğitim Hiz. Tur. ve Tic. AS, Palandöken eğitim Öğretim Hiz. AS, Dunae 94 Sti., özel Burg AS, Dostluk Yurdu Derneği, International Hope Ltd. Company, Fezalar eğitim Öğretim Ticaret Limitet Şirketi, Cağlar eğitim Mal. Ltd. Sti, Balkanlar eğitim ve Kültür Vakfı, S.C. Lumina SA Şirketi, Gülistan eğitim Yayın ve Ticaret Ltd. Sti., Sema eğitim Öğretim İsletmeleri AS, Samanyolu AS, Türkiye Sağlık ve Tedavi Vakfı, Yayasan Yenbu Indonesia Vakfı.
Gülen, ABD’de uluslararası okulların, ABD’nin isteği ve desteğiyle kurulduğunu itiraf etti: “Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir iş yaptırmazlar. Simdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, Amerika ile çatıştığınız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz.”
Gülen, gücünü ABD yönetiminden aldığını da saklamıyor: “Amerika şu andaki konum ve gücüyle bütün dünyaya kumanda edebilir, bütün dünyada yapılacak isler buradan idare edilebilir. Amerika hâlâ bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır. Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli. Amerika gözardi edilerek şurada burada bir iş yapılmaya kalkılmamalı ”
ABD ile bağı, onun Türkiye Cumhurbaşkanı’nın korumasına girmesine yol açabilecek kadar güçlüydü.
Fethullah Gülen’e bağlı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın, 25 Aralık l997 günü düzenlediği “Ulusal uzlaşma, hoşgörü ve diyalog” ödül töreninde, Cumhurbaşkanı Demirel’e de “şükran plaketi” verilmişti.
Oysa o tarihte Fethullah Gülen’in okulları basılıyor, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı faaliyetleri nedeniyle hakkında adli soruşturma yürütülüyordu. Cumhurbaşkanı Demirel’in, irticaya karşı mücadelede devlet kurum ve kuvvetlerinin bütünlüğünü bozan bu konuma neden geldiği önemliydi.
Demirel’i Fethullah Gülen’in ödülünü almaya ABD Ankara Büyükelçisi Mark Parris ikna etti. Mark Parris, İran’da 8-11 Aralık l997 tarihleri arasında yapılan İslam Konferansı Örgütü’nün Tahran zirvesinden dönüşünde Demirel’i ziyaret etti. Demirel, IKO’nun Türkiye’ye karşı tutumunu protesto ederek, zirveyi bir gün önce terk etmişti. Parris, Aralık ayının ikinci haftasında yapılan görüşmede, Türkiye’nin Ortadoğu ve Orta Asya’da “Ilımlı İslam”dan yana tavır almasını savundu, Fethullah Gülen’i övdü.
Mark Parris, ABD’nin Çelik Çekirdeği’nin has adamlarından biriydi. Beyaz Saray’dan Ankara’ya geldi. Bill Clinton’un yakın ekibi içindeydi. Ulusal Güvenlik Konseyi’nin, Türkiye’yi de kapsayan Yakındoğu ve Güney Asya sorumlusu iken Türkiye’ye atandı. Mark Parris’in Fethullah Gülen’e ilgisi, Ankara’ya geldikten sonra başlamıyor. Gülen’in, ABD’de devlet ricali tarafından kabul görmesini sağlayan da, Mark Parris’in başında olduğu Yakındoğu ve Güney Asya Bölümüydü. Fethullah Gülen’in, Beyaz Saray’ın yol vermesiyle, ABD’de 14 önemli temasta bulunduğu belirtiliyor.
Demirel’e ödül töreni için Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın davetiyesini götüren kişinin, ABD’nin eski Büyükelçisi Abramowitz’in mesajını da ilettiği ifade ediliyor.
Fethullah Gülen cemaati tarafından yurtdışında, özellikle de Türk Cumhuriyetlerinde açılan okullarda, diplomatik pasaportlu Amerikalı CIA ajanları, “İngilizce öğretmeni” diye barındırılıyor.
Bu işbirliği, Türkiye’de yapılan üst düzey resmi bir toplantıda, bizzat Fethullahçı okul yöneticisi tarafından itiraf edildi. Durum, devletin resmi olarak yayımladığı kitapla da belgelendi.
Tarih, 3 Mart 1997. Yer, Ankara’daki Başkent Öğretmen evi. Önemli bir toplantı yapılmaktadır. Ev sahibi, Milli Eğitim Bakanlığı Yurtdışı Eğitim Öğretim Genel Müdürlüğü. Konu, yurtdışında açılan Türk okullarının sorunları.
Toplantıya başta, dönemin Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam olmak üzere bakanlığın bütün üst düzey bürokratları katılıyor. Dahası; Başbakanlıktan, MİT’ten, Dışişleri Bakanlığı’ndan temsilciler de katılımcılar listesinde. Ve elbet, yurtdışında okul açmış vakıf ve özel şirket yetkilileri de hazır.
Sıra, Özbekistan’daki 18 okulun sahibi gözüken Silm A.S.’nin yetkilisi Mehmet Mesut Ata’ya gelir.
Ata, birçok talebini dile getirir. Sözlerini Amerika’nın Özbekistan’daki bir uygulamasını örnekleyerek bağlar. MEB’in yayımladığı yurtdışında açılan özel Öğretim Kurumları Temsilcileri-İkinci Toplantısı adlı kitabın 63-64. sayfalarından okuyalım:
“Amerika Birleşik Devletleri, dostluk köprüsü adı altında getirdikleri 70 öğretmene diplomatik statü kazandırmışlardır. Biz de, eğer devletimiz, büyükelçiliğimiz, bu konuda diplomatik statü konusunda bize yardımcı olursa Türk öğretmenlerinin, Türk eğitim elemanlarının itibarlarının biraz daha artacağını zannediyoruz.”
(yurtdışında acılan özel Öğretim Kurumları Temsilcileri-İkinci Toplantısı, sayfa: 63-64. MEB Yayınları)
Ama ABD, CIA ajanlarını kamufle etme ihtiyacı bile duymamış, hepsinin cebine diplomatik pasaport koymuştu. Özbekistan’da diplomatik pasaportla bulunan ABD’li “öğretmen”lerin çoğu, Fethullah Gülen cemaatinin okullarında çalışmaktaydılar. İngilizce dil “öğretmeni” olarak gösterilmişlerdi.
Kırgızistan’da da 50-60 kadar Amerikalı “öğretmen” vardı. Bunlar da diplomatik pasaportluydu. Ve Kırgızistan’da “Fethullahçı” diye bilinen okullarda “öğretmenlik” yapıyorlardı.
Fethullah Gülen’in okulları, eğitim dili olarak da Türkçe’yi değil, İngilizce’yi kullanmaktadır. Özellikle hazırlık sınıflarında haftalık ortalama 24 saati bulan İngilizce derslerine, çoğu okulda ABD’li ve İngiliz “öğretmenler” giriyor.
Olayın ABD cephesi ise, 1 Mart 1998 tarihli Aydınlık’ta Doğan Duyar’ın haberiyle irdelendi. Nur tarikatının başı Fethullah Gülen’in yurtdışındaki okullarında çalışan bine yakın ABD’li öğretmende, yalnızca devlet görevlilerine verilen ABD resmi pasaportu var. Çoğunluğu Türk Cumhuriyetleri’nde faaliyet yürüten okullardaki ABD’li öğretmenler, İngilizce adıyla “official passport” sahibiler. Amerikan Eğitim Bakanlığı personeli olmayan ABD’li öğretmenlerin, normal olarak turist pasaportu sahibi olmaları gerekiyor. Ancak, Amerikan devleti, Gülen’in okullarında çalışanları resmi görevli sayıyor. Bu nedenle diplomatik pasaportla eşdeğerdeki resmi pasaport veriyor. Türkiye’deki karşılığı “yeşil pasaport” olan “official passport”, ABD’li öğretmenlere diplomatik dokunulmazlık sağlıyor.
Amerikalı kaynaklar, bu pasaportların CIA’nin talimatıyla düzenlendiğine işaret ediyorlar. Gülen’in okullarında görev yapan ABD’li öğretmenler, bu pasaportları özel bir işlem sonucu elde ediyorlar. ABD’de, Türkiye’den farklı olarak, özel kesimden bir kişi, belli bir sure için devlet memurluğuna getirilebiliyor. Bu statünün kazanılması için, ilgili bakanlıkta bir komisyon oluşturuluyor. Komisyon, kişiyi sorguladıktan sonra, görev için uygun olup olmadığına karar veriyor ve atamasını yapıyor. ABD’de büyükelçilik görevine bile, aynı yöntemle özel kesimden kişiler atanabiliyor.
ABD Adalet Bakanlığı’na yakın kaynaklar, öğretmenlere resmi pasaport verilmesi konusunda Aydınlık’a su bilgiyi veriyorlar: “Gülen’in okullarında görevli Amerikalı öğretmenlerin büyük bir kısmı Eğitim Bakanlığı personeli olmadığı halde memur pasaportu taşıyor. Eğer bu öğretmenler özel kesimden alınıp görevlendirildiyse, normal prosedüre göre bir komisyonda dinlenmeleri (hearing) gerekirdi. Oysa bu öğretmenlerin atama öncesi sorguları yapılmamış. Bu normal olmayan bir durum.”
Amerikan bürokrasisinde normal olmayan durumlara sıkça rastlanabiliyor. Ancak bu tür olağanüstü uygulamalar, devreye gizli servislerin girmesiyle mümkün oluyor. Gülen’in okullarında görevlendirilen öğretmenlerin, ABD Eğitim Bakanlığı’nın ilgili komisyonunda dinlenmeden resmi pasaport almaları için, CIA’nin devreye girdiği belirleniyor.
Moon ile Gülen cemaati arasındaki bir diğer ilişkiyi de anlatıp yazımızı noktalayalım. Moon, ABD’de The Washington Post’un da aralarında bulunduğu birçok medya kuruluşunun patronudur. Zaman Gazetesi ilk kurulduğunda, ilk matbaa tesislerini veren Moon’dur. Hatta Moon’un ABD’de Samanyolu adlı bir TV kanalı vardır.
Ne kadar şaşırtıcı benzerlikler ve ilişkiler değil mi? Zaten hem ABD’de yaşayıp hem ABD düşmanı olma iddiasına inanmak saflıktan öte bir özellik olsa gerek.


Abdullah Gül, Tansu Çiller ve Fethullah Gülen, Asya Finans’ın açılışında! (25 Ekim 1996).Kozasından çıkan kelebek

Cemaat, girişimler ve toplum belli bir kıvama gelince Fethullah Gülen 'ortaya çıkmaya' karar verdi. Ürkek denemelerden sonra 1995 adeta 'Hocaefendi Yılı' oldu. Artık gündemi yaratan oydu!. 

Fethullah Gülen1980'lerin son yıllarını da cemaatini güçlendirerek ve projelerini olgunlaştırarak geçirdi. 1988'de piyasaya çıkan Yeni Ümitdergisinin başyazılarını kaleme aldı. Üç yıllık aradan sonra 1989'un Ocak ayında seri vaazlarına İstanbul Üsküdar'daki Valide Sultan Camii'nde tekrar başladı. Bu vaazlar bir yılı aşkın bir süre devam edecek, Fethullah Hoca her cuma bu camide konuşacaktı.

1989 
'un flaş olayı ise 26 Kasım 1989'da İzmir Hisar Camii'nde yaptığı konuşmaydı. O günlerde 'türban gösterileri' başlamıştı. Gülen'i yakından tanımayanlar, onun da bu eylemleri destekleyeceğini, en azından türbanlılara kolaylık gösterilmesini talep edeceğini sanıyordu. Halbuki Gülen'in fikri bambaşkaydı. Hisar Camii'ndeki vaaz aynı anda 35 camiden birden dinleniyordu. Ve Gülen bombayı patlattı! Özetle şöyle diyordu: "Türban yürüyüşlerinde yer alan kadınların çoğu çarşafa bürünmüş erkeklerdir. Diğerleri ise aslında başı açıp olup da provokasyon amacıyla yürüyüşe katılan kadınlardır. Bu gösterilerin arkasında, dinsizler, komünistler vardır." İslami kesim şaşırıp kalmıştı. Böyle bir tavır beklemiyorlardı. Fethullah Hoca bir kere daha devletin yanında yer alıyordu.

1990 'ın en önemli olayı hiç kuşkusuz 2 Ağustos günü Irak'ın Kuveyt'iişgal etmesiydi. Saddam Hüseyin söz dinlemeyince ABD'nin liderliğinde uluslararası bir güç oluşturuldu. Ve 16 Aralık günü savaş başladı. 1989'da Cumhurbaşkanı seçilen ve hükümeti Çankaya'dan idare eden Turgut Özaltüm enerjisiyle ABD'nin yanında yer aldı.PASLAŞMALAR! Bosnalı çocuklar yararına oynanan Türkiye-Dünya Karması maçında ünlü futbolcu Maradona ile birlikte. 19 Eylül 1995)İslami kesim şaşkındı: Bir Müslüman ülke, diğerini işgal etmişti. Bu yanlıştı. Ama öte yandan bu yanlışı 'Hıristiyan Batı' düzeltiyordu. Hangi tarafta yer almak daha doğruydu: Irak'ın mı, ABD'nin mi?Zaman gazetesinde çıkan haber ve yorumlarda da görüldüğü gibi Özal'ı destekleyen Fethullah Hoca bu konuda da tavrını ondan yana koydu. Ancak kritik nokta bu değildi. Hoca'nın fikrini ifade ediş biçimi daha çok şaşırtmıştı. Olay şöyle gelişti... Savaş çıkınca Irak,İsrail'e Scud füzeleri atmaya başlamıştı. Amacı İsrail'i de savaşın içine çekmekti. Böyle bir durumda diğer Müslüman ülkeler de dahil olacaktı. Irak'ı savurduğu bazı füzeler İsrail kentlerine düşüyor; dolayısıyla siviller ölüyordu. İşte bu ortamda Gülen, "İsrailli bebelerin durumuna ağladığını" söyledi. "Irak hatalıdır" demek yerine durumu "öteki pencereden" görmesiMSP'lileri kızdırmıştı. Milli Gazete Gülen'i yerden yere vurdu. MSP ile Gülen'i arası bir kez daha bozulmuştu.

1991 Bu dönemde Fethullah Hoca sadece İstanbul'da değil İzmir, Ankara ve Erzurum'da da vaazlar verdi. 1991'e dek bu faaliyeti sürdürdü. Artık ilgi alanını değiştiriyor, yerel alemden küresel dünyaya açılıyordu. Bunun tek örneği yurt dışında faaliyet gösteren okullar değildi. 1991'de Zaman gazetesi 'Kutlu Doğum Haftası' münasebetiyle "Ebedi Risalet Sempozyumu" düzenlemişti. Bu sempozyuma yurt dışından da bilim adamları ve ilahiyatçılar katılmıştı. Gülen sempozyumun son günü bir teşekkürCEM KARACA’LI VAKIF AÇILIŞI Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın kuruluş töreninde Cem Karaca da vardı (29 Haziran 94, Dedeman Oteli).konuşma yaparak etkinliğin kendi himayesinde düzenlendiğini ortaya koyuyordu. Artık yavaş yavaş kamuoyunun önüne çıkmaya hazırlanıyordu. Sempozyumdan sonraMayıs 1992'de ABD'ye gitti ve Dallas Houston'daki Methodist Hastanesi'nde prostat ameliyatı olan Turgut Özal'a 'geçmiş olsun' dedi. Henüz kozasını terk etmemişti ama bunlar önemli çıkışlardı. O güne dek Gülen'in medyada yer almamaya özen gösteriyordu. O kadar ki... İslami kesim üzerine uzmanlaşmış olan, silahla cihada kalkışmayı planlayan grupların dahi güvenerek açıklamalarda bulunduğu gazeteci Ruşen Çakır dahi, bir türlü Fethullah Hoca'ya ulaşamıyordu.

1993 'te Gülen iki duygusal darbe birden aldı. Önce Nisan ayında, Fethullah Hoca'nın faaliyetlerini daima desteklemiş olan Turgut Özal öldü. Hemen ardından haziranda annesi Refia Hanım'ı kaybetti. Bu onu perişan etti, çünkü aralarında çok büyük, çok derin bir duygusal bağ vardı. İzmir'deki törende cenaze namazını kendisi kıldırdı. Refia Hanım Yamanlar Örnekköy mezarlığına defnedildi.

1994 'te Gülen kamuoyuna açılma yönünde bir sinyal daha verdi. 29 Haziran 1994'te cemaatin önemli bir uzantısı olan 'Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın açılışı vardı. İslami kesim bu tip etkinlikleri genellikle mütevazı yerlerde ve kendi aralarında yapardı. Halbuki bu kez yer İstanbul'daki Dedeman oteliydi. Açılışa Fethullah Gülen de gelecekti. Medya bu olayın önemini kavrayamadığı için yoğun bir ilgi göstermemişti. Gülen ilk kez, kendi isteğiyle, açık açık kameralarınBABA İLE HOCA: Hoşgörü ödülünün bir sahibi de Cumhurbaşkanı Demirel’di. (25 Aralık 1997)önüne çıkıyordu. Medya ise işin magazinsel yönüyle ilgiliydi, aradığı da ona verilmişti: Gülen toplantıya eski siyasetçilerden Kasım Gülek ile geldi ve daha sonra şarkıcı Cem Karaca ile kucaklaştı. Ertesi gün gazetelerin çoğu olayın bu yönünü ön plana çıkarmıştı. 1994'in diğer önemli olayı ise Kasım ayında Başbakan Tansu Çiller'in Fethullah Hoca ile görüşmesi oldu. Talep yükselişe geçenRefah Partisi'ne karşı diğer İslami gruplarla ittifak arayışına giren Çiller'den gelmişti. Başbakan, Gülen'den 'Terörle Mücadele Yasa Tasarısı'nı desteklemesini istiyordu. Gülen'in de isteği vardı: Bazı dini konularda özgürlük... Bu buluşmanın asıl önemli noktası ise sözünü ettiğimiz pazarlık ve fikir alışverişi değildi. Toplantıdan sonra Hoca sordu: "Bu görüşme basına yansıyacak mı?" Cevap: "Nasıl arzu ederseniz..." Üstünden bir hafta geçtikten sonra Gülen bir açıklamayla olayı basına yansıttı. Belki de ilk kez bir Başbakan, 'resmen' bir cemaat lideriyle görüşüyordu. Bu kez medya uyanmıştı! Haber çeşitli boyutlarıyla günlerce TV ve gazetelerde işlendi. Artık kelebek iyice gelişmişti, kozadan çıkmaya hazırdı.

1995 -1999 yılları Fethullah Gülen'in belki de en faal dönemi oldu. O artıkHocaefendi'ydi... Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce17 Ağustostarihli köşe yazısında bu tabiri kullanmıştı. Ondan sonra Fethullah Gülen kısaca Hocaefendi olarak anılır oldu. Hocaefendi'nin yaptıklarını art arda dizmek dahi 1995'in ne kadar önemliEcevit ile... (23 Mart 1997)bir yıl olduğunu göstermeye yeter. Başlıyoruz: 23 Ocak'ta Sabah'tan Nuriye Akman'a, Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök'e geniş röportajlar verdi... 11 Şubat'ta Polat Renaissance otelinde 'Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın iftarına katıldı... 23 Mart'ta Bülent Ecevit ile görüştü... 10 Mayıs'ta dönemin CHP Başkanı Hikmet Çetin'e nezaket ziyaretinde bulundu... 26 Mayıs'ta Türk Ocakları Vakfı'dan 'Nihal Atsız' ödülünü aldı... 9 Haziran'da Başbakan Çiller ile ikinci kez görüştü...15 Haziran'da Mesut ile görüştü... 1 Temmuz'da Mehmetçik Vakfı'na bağışta bulundu... 2 Temmuz'da Kırkpınar Güreşlerini izlemek için Edirne Sarayiçi'ne gitti... 3 Temmuz'da TRT'deki Ateş Hattı programına katılarak Reha Muhtar ile uzun uzun konuştu... 25 Temmuz'da Mehmetçik Vakfı'dan teşekkür beratı aldı... 2 Ağustos'ta Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk'u ziyaret etti... 13 Ağustos'ta Zaman gazetesinden Eyüp Can ile uzun bir röportaj yaptı. Bu röportaj daha sonra 'Ufuk Turu' adıyla kitap haline getirildi... 18 Ağustos'ta Hakan Şükür'ün düğününe katıldı ve nikah şahitliği yaptı... 20 Ağustos'ta Cumhuriyet gazetesinden Oral Çalışlar ile röportaj yaptı... 14 Eylül'de kalp rahatsızlığı nedeniyle anjiyo yaptırdı....19 Eylül'de Bosnalı çocuklar yararına düzenlenen futbol maçını izledi... 11 Ekim'de hükümet krizi hakkında açıklama yaptı... 18 Ekim'de Milliyet gazetesini ziyaret etti... 19 Ekim'de bir Hollanda televizyonunun sorularını yanıtladı... Nasıl; nefesiniz kesildi mi? Ama hikaye daha bitmedi! 
Emre AKÖZ-Nevzat ATAL


Son nefesinde Gülen'in 'Masonluğunu' açıkladı!

TRT1, Bediüzzaman’ın talebesi ve Şule Yüksel Şenler’in ağabeyi Üzeyir Şenler’in, vefatından kısa bir süre önce Fetullah Gülen’in nasıl mason olduğunu ve üstadını deşifre ettiği ortaya çıkaran bir videoya ulaştı ve yayınladı.

Sabah gazetesinin haberine göre;  Bediüzzaman'ın talebesi Şule Yüksel Şenler'in ağabeyi Üzeyir Şenler'in vefatından kısa bir süre önce kendisiyle yapılan ve videoya alınan bir sohbette Fethullah Gülen'in Mason olduğunu açıkladığı ortaya çıktı. Üzeyir Şenler videoda Gülen'in finansörü Ali Rıza Güven'in önce kendisine Masonluk teklifinde bulunduğunu kabul etmeyince aynı teklifi Gülen'e götürdüğünü anlatıyor.
Bediüzzaman'ın talebesi ve Şule Yüksel Şenler'in ağabeyi Üzeyir Şenler'in vefatından kısa bir süre önce Fethullah Gülen'in Mason olduğunu açıkladığı ortaya çıktı. Üzeyir Şenler, hasta yatağında kendisiyle yapılan ve videoya kaydedilen bir sohbette Gülen'i İzmir'deki ilk yıllarında koruyup gözeten Ali Rıza Güven'in önce kendisine Masonluk teklifinde bulunduğunu, kabul etmeyince aynı teklifi Gülen'e götürdüğünü anlattı. Şok video kaydıyla Yeni Şafak'ın ortaya çıkardığı Gülen'in Karanlık Dünyası'nı ve ilişkilerini bir adım daha ileri götürdü. Dün akşam TRT'de yayınlanan görüntüler gündeme bomba gibi düştü.
ÖLÜM DÖŞEĞİNDE KONUŞTU
Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi'nin önde gelen talebelerinden biri olan ve İslami camianın önemli kadın yazarlarından Şule Yüksel Şenler'in ağabeyi Üzeyir Şenler, Fethullah Gülen'in Masonluğunu teyit ederken Gülen'i Mason örgütlerine sokan ismi de deşifre etti. Hasta yatağında iken ziyaretine gelenlerle sohbet eden Şenler'in bu sohbeti, ziyaretindekiler tarafından cep telefonuyla kaydedildi.
Kaydı yapan kişiler can güvenlikleri nedeniyle isimlerinin açıklanmasını istemedi.
 "DAVA İÇİN İZMİR'E GİTTİK"
Şule Yüksel Şenler'in başörtüsü nedeniyle yargılandığı bir davanın İzmir'de görüldüğünü, bu sebeple sırada Ali Rıza Güven'in evinde kaldıklarını anlatan Üzeyin Şenler Ali Rıza Güven ile arasında geçen diyaloğu şu cümlelerle anlattı: "Dilinin altında bir bakla var, baklayı çıkarmak istemiyordu. Fazla dayanamadı en sonunda çıkardı baklayı ağzından. Baklayı şöyle çıkardı ağzından bir iki özel mevzuyla ilgili sizinle çok mühim bir görüşmemiz olacak dedi. Sizi dedi biz inceledik. Yakınen sizi tanıyoruz. Sizde dedi öyle bir kabiliyet var ki, artık başladı şey etmeye. Ondan sonra siz dedi yalnız çok yükseklerde olmanız gereken bir şeydesiniz, gaste maste … Ali Rıza Güven bana masonluk teşkilatına girme teklifinde bulundu"
TEPKİ ALINCA İRTİBAT KESİLDİ
Ali Rıza Güven'e sert tepki verdiğini belirten Üzeyir Şenler ile Ali Rıza Güven arasındaki şu diyalog tarihe not düştü: "Dedim ki bakın dedim, bir kere dedim sizin bana teklif ettiğiniz şey bir kere abes oldu. Neden abes oldu? Bir kere ben üniversite mezunu değilim. Daha talebeyim. Diplomamı almış değilim. Ondan sonra bu bir. İkincisi nasıl planlanmışsa o plan ters tepti itirazımla tabi. Mason olmak şart oluyor diyor. Tepkim daha dehşetliydi, sertti. Benden sert cevap aldıktan sonra artık şeyi kesti"
FETHULLAH YA FETHULLAH!
Üzeyir Şenler ile yapılan röportajı kaydeden kişilerin isimleri can güvenliği nedeniyle açıklanmazken, Şenler, Fethullah Gülen'in Ali Rıza Güven'le masonik bağlantılarını şu ifadelerle deşifre ediyor: "Mesela şu anda bir numara olan birisi onunla beraber, çok sıkıydı. Sıkı münasebeti vardı. Her an beraberlerdi. Artık söylemek… Fethullah ya Fethullah!"
YÜKSEK YERLERDE OLMANIZ LAZIM
Uzun yıllar İstanbul'da Risale-i Nur'un yayınlanması üzerine çalışmalar yapan Şenler, masonluk teşkilatında görev alması halinde kendisine önemli bir kurumun genel müdürlüğünün de yine Ali Rıza Güven tarafından verileceğini aktardı.
GÜVEN'LE YEDİKLERİ İÇTİKLERİ AYRI GİTMEDİ
Ali Rıza Güven'le ilgili bir belgeselde Gülen ve Güven ilişkisi net olarak anlatılıyor. Güven'in Fethullah Gülen ile tanışması dönemin İzmir Merkez Vaizi Yaşar Tunagür'ün Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı'na atanmasıyla başlıyor. Ankara'ya giden Tunagür, o dönem askerliğini yeni bitiren genç bir vaiz olarak çalışan Gülen'in tayinini İzmir'in Kestanepazarı Camii'sine çıkarıyor. Burada ilk olarak Ali Rıza Güven'le tanışan ve birlikte çalışan Gülen, o günleri şu cümlelerle ifade ediyor: "Bir masanın etrafına toplandılar. Anlatayım hizmeti bunlara. Sağdan soldan aidat ölçüsünde dönen paralarla olmaz. Bir umumi himmet olması için konuşayım. 10-12 kişi vardı. Hacı Ahmet Bey o zaman 100 bin lira verdi. Taç fabrikaları falan vardı. Ali Rıza Bey 50 bin lira verdi. Değişik yerlerde platformlarda hizmet derken bu yol değerlendirilebilecek bir yol denildi. Öyle bir çığır açıldı" Aynı belgeselde Güven'in 1971 muhtırasının hemen ardından üst rütbeli bir asker tarafından ifadesinin değiştirildiğine de yer veriliyor.
Fethullah Gülen'in gençlik yıllarında masonluk yemini ederek üstün hizmetlerinden dolayı taltif madalyası aldığını belgelemişti. 1969 yılında Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası tarafından üstün hizmetleri karşılığında ödüllendirilen Gülen, 1975'te ise Türkiye Büyük Mason Mahfili'nde gizli yemin etmişti. CHPli Kasım Gülek'in mektuplarını yayınlayan Yeni Şafak, Fethullah Gülen'in karanlık masonik ilişkilerini, Moon tarikatı ve CIA ile Kasım Gülek aracılığıyla tanıştığını da belgelemişti.


"Erzurum’un Pasinler ilçesi Korucuk Köyü’nde 27 Nisan 1941′de doğmuştur. Babası Ramiz bey, annesi Refia Hanım 6′sı erkek, 2′si kız, 8 kardeşin ikincisidir. Kur’an’ı 1945′te öğrenmeye başlayan Gülen, kısa sürede Kur’an’ı hatmetmiştir. 1946′da ilkokula başlamış, babasının Avar köyünde imam olması ve ailesinin oraya taşınması sebebiyle ilkokulu bırakmak durumunda kalmıştır. Erzurum’da dışarıdan sınavlara girerek ilkokulu bitirebilmiştir. Babası İmam Ramiz Bey’den Arapça dersi almış, Hasankale’de Hacı Sıtkı Efendi’den tecvit ve Kur’an dersleri alan Gülen, 1951′de hafızlığını tamamlamıştır. Gülen 1954′te Erzurum’da Kurşunlu Cami Medresesi’nde Alvar İmamı Muhammed Lütfi’nin torunu Sadi Efendi’den medrese dersi almıştır. 2,5 ay içerisinde Emsile, Bina ve izharı bitiren Gülen Sait Efendi’de Molla Camiye başlamıştır. 1955′ten 1959′da Edirne’ye gidinceye kadar Osman Bektaş’tan fıkıh ve din eğitimi almıştır. Askerlik öncesi ve sonrası Edirne Üç Şerefeli Camii’nde toplam 4 yıl imamlık yaptı."

KASIM GÜLEK KİMDİR?



Raporda Kasım Gülek kimdir başlıklı bölümde şu ifadeler bulunuyor: “1905 Adana doğumlu olup siyasetçi Cumhuriyet Halk partisi Genel Sekreteri (1950-1959) Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla kontenjandan Bilecik Milletvekili olarak siyasi hayatına başladı. İki dönem Bilecik Milletvekilliği yaptı. 1946 yılında Adana’dan milletvekili seçildi. 1947 yılında Bayındırlık Bakanlığı, 1948 yılında Ulaştırma Bakanlığı yaptı. 1949 yılında Kore’ye giderek ve Birleşmiş Milletler Kore Komisyonluğu Başkanlığı yaptı. 1968 yılında Kuzey Atlantik Asamblesi Başkanlığı’na seçildi. 1969′dan 1975′e kadar Cumhuriyet Senatosu üyeliği yaptı. Moon tarikatıyla ilişkisi bilinen Kasım Gülek CIA’nın Türkiye’deki 1 numaralı siyaset adamlarından birisidir. Aynı zamanda en büyük gücünü Mason localarının maddi ve manevi desteğiyle sağlamlaştırmıştır. Fetullah Gülen ile CIA ve Moon tarikatıyla tanışmasında vesile olmuş, Komünizmle Mücadele Derneği gibi birçok kuruluşa CIA’nın maddi desteklerinin aklanmasında önemli görevler almış bir siyasetçidir.”




MASONLUĞU Gülen yıllar önce itiraf etti' iddiası



Fetullah Gülen'in mason teşkilatları ile bağlantılarına ait olduğu iddia edilen çarpıcı belgeleri gün yüzüne çıktı.


Önceki yıllarda da Fatih Altaylı, Gülen ile ilgili bir anısını anlatmış 'Masonluk kötü bir şey değil, tabii ki diyebilirsin" cevabını veren Gülen'in masonluğunu itiraf ettiği iddia edilmişti.

Bugün Fetullah Gülen'in şimdiye kadar hiç bilinmeyen ilişkilerini açığa çıkaran tarihi belgelere ulaşıldı. İddiaya göre Gülen'in daha askerlik döneminde Mason teşkilatları ile bağlantıları, bu bağlantılar üzerinden Moon tarikatı, MOSSAD ve CIA ile irtibatları, gençlik döneminden itibaren bir proje olarak yetiştirilip hazırlanmasına dair çarpıcı bilgi ve belgeler gün yüzüne çıktı.


''GÜLEN YILLAR ÖNCE İTİRAF ETTİ''


Geçtiğimiz yıllarda Bilgi Üniversitesi rektörlüğünü yürüten ve mason olan Remzi Sanver'i programına konuk alan Fatih Altaylı, Fetullah Gülen hakkında ilginç bir iddia ortaya atmıştı.

GÜLEN: MASONLUK KÖTÜ BİR ŞEY DEĞİL


Altaylı, "Gülen'e dedim ki, size Neo İslamik Mason diyebilir miyiz? Çünkü masonlarla paralel fikir ve amaçlarınız var dedim. Gülen'de bana döndü dedi ki 'Masonluk kötü bir şey değil, tabii ki diyebilirsiniz' dedi. Ben de çok şaşırdım açıkçası ve bir kaç kez yazdım bu konuyu" sözleriyle durumu açıklamıştı.

Yeni Şafak Fethullah Gülen'le ilgili çarpıcı bir belgeyi daha okurlarının dikkate sunuyor: Gülen'in Ermeni Patriği Şinork Kalustyan'a 1965 yılında yazdığı mektup. Kırklareli Vaizliği döneminde yazdığı mektupta çarpıcı satırlar var.


"Büyük soykırım"
Yeni Şafak'ın ulaştığı önemli belgelerden biri de Fethullah Gülen'in 1965'te Ermeni Patriği'ne yazdığı mektup. Gülen kendi imzasını taşıyan mektupta aynen şöyle diyor: "1915 yılında Ermenilere yapılan büyük soykırımını lanetle yadetmekten geçemeyeceğim. Katledilen insanları derin bir hassasiyetle/saygı ile anıyorum."
Yeni Şafak |  | 10 Nisan 2015, 12:07

1 yorum:

  1. Hem zengin aile çocuğu, hem iyi eğitimli, hem de siyâsette başarılı son mohikan GÜLEK'ti. CEM Boyner ve CEM Uzan O'nun yolundan gitselerdi, bugün en azından ana muhalefet partisi lideri olurlardı. Ama aileleri de onları evlatlıktan tıpkı İsmail CEM'i ettiği gibi reddederdi. Zirâ CEMGiLLER(!) Gülek'ten hiç hazzetmezler. Sanıyorum O bir başka ailedendir.

    YanıtlaSil