22 Aralık 2015 Salı

Fuat Pasa + pdf

KEÇECİZADE_FUAD_PAŞA PDF INDiR


Fuat Paşa 1835'de Kahire'de doğdu. Çünkü babası İncirköylü Hasan Paşa o zamanlar orada görevdeydi. Lakabına bakarak Beykoz'un İncirköyü'nden olduğunu sanmayın, çünkü Hasan Paşa Kafkasya'dandı ve Çerkes kökenliydi.. Rahatlıkla bir romana konu olabilecek kadar ilginç bir hayat hikayesi vardı Hasan Paşa'nın ama bunu, konuyu uzatmamak için burada paylaşmıyorum..
İncirköylü Hasan, Beykoz'da eniştesi Huzur Dersi Hocası Şakir Efendi'nin desteği ile ortaokulu bitirdi, sonra da Nizam-ı Cedid ordusuna katıldı ve yüzbaşılığa kadar yükseldi. İşte o sıralarda Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa Osmanlılara karşı bağımsızlık bayrağını açmış, Osmanlılar da isyanı bastırmak için Mısır'a asker göndermeye karar vermişti. Ahmet Fevzi Paşa'nın komutasındaki Osmanlı filosu isyanı bastırmaktan vazgeçip donanmayı İskenderiye limanında Mısırlılara teslim etti. Filo kumandanının adı da Firari Ahmet Paşa oldu. Mısırlılara esir düşen askerlerin arasında Fuat Paşa'nın babası İncirköylü Hasan Bey de vardı..
Bir süre sonra barış imzalandı. Osmanlı askerlerinin çoğu yurda döndü, ama bazıları da İstanbul'a dönüp ne yapacağım, diyerek Mısır'da kaldılar. Hasan Bey de bunların arasındaydı. Orada orgeneralliğe kadar yükseldi. 
Fuat Paşa işte bu İncirköylü Hasan Paşa'nın oğluydu. İlkokulu İstanbul'da okudu, sonra Kahire'de Abbasiye Harp Okuluna yazıldı. Daha 18 yaşındaydı. Uzun boyuyla katıldığı bir geçit törenindeNebile adında şımarık ve zengin bir paşa kızının dikkatini çekti. Hemen babasına "ben bu genci isterim" diye tutturdu. Kızının ısrarlarına dayanamayan paşa, okul kumandanına ; okul kumandanı da Hasan Paşa'ya çıktı :
"Durum böyle böyle," dedi. "Mısır'ın en zenginlerinden birisinin kızı oğlunuza aşık olmuş. Adamın büyük gücü vardır, karşı koyamayız. Beni okuldan, sizi de Mısır'dan atarlar. Ne yapıp yapıp Fuat'ı razı edeceksiniz. Nebile ile nikahlanacak."
Hasan Paşa, "Anlıyorum," dedi, "mademki başka çare yok, çocuğu nikahlayın, okulu bitirsin, sonra düğün yaparız, evlenirler.."
Sonuçta okul bitti, düğün yapıldı. Karısı çok çirkindi. Saçları dökülmüş, peruk takan, çiçek bozuğu yüzlü birisi.. Fuat kısa zamanda Mısır ordusunda albaylığa yükseldi. Albay Fuat Bey o dönemde Hıdiv İsmail Paşa'nın yaveriydi, ama Hıdiv'le yıldızları hiç barışmıyordu. 
Fuat Bey'in Nebile'den iki oğlu oldu, onlar da büyüdüler. 1868'de Hıdiv İsmail Paşa özel bir görevle Fuat Bey'i İstanbul'a yolladı. Fuat Bey burada adeta büyülendi, canı hiç geri dönmek istemiyordu. Kahire'ye bir istifa mektubu gönderip Osmanlı ordusuna geçti..
Albay Fuat Bey Osmanlı ordusunda kısa zamanda büyük başarılar elde etti. Mısır'da yönetimi ele geçiren İngilizler karısı Nebile'nin Kahire'den çıkmasına izin vermedikleri için, özel yaşamında büyük bir boşluk vardı. Şehzadebaşı'ndaki Zeynep Kamil Hanım'ın konağından, Seyrandil adlı, kendisinden 20 yaş küçük, çok güzel bir Çerkes kızıyla evlendi. Paşa'nın ondan 8 çocuğu oldu !.. 
Tam o yıllarda Mısır'daki karısı da nihayet İngilizlerden izin alarak İstanbul'a geldi.. Fuat Paşa, karısı Seyrandil iki yılda bir doğum yaptığından, bir başka Çerkes güzeli olan İnşirah'ı da eş olarak almıştı. O da bir yandan çocuk doğurmaya başladı !.. Ondan da 8 çocuğu oldu.. Eski karısı, yeni karıları, bütün çocuklar hep birlikte, yukarıda fotoğrafı görülen yalıda yaşamaya başladılar..
Albay Fuat Bey Osmanlı ordusuna katıldıktan bir süre sonra kendisini Irak'ta bir ayaklanmayı bastırmak üzere Bağdat'a gönderdiler. Kısa zamanda bu işi başaran Fuat Bey 1872'de fırka kumandanı olarak paşalığa yükseldi. Sonra kendisini İstanbul'a çağırdılar, yine önemli görevlere getirildi.
1877'de Fuat 42 yaşında genç bir paşaydı. O sıralarda "93 Harbi" denilen Osmanlı-Rus savaşı patlak verdi. Paşa bu kez de Rus cephesine gönderildi. Gazi Osman Paşa Plevne'yi savunurken o da bugünkü Bulgaristan'ın kuzeyinde bulunan Elena'yı savundu. Orada Rus ordusunu büyük bir yenilgiye uğrattı ve Rusların ağır silahlarını ve toplarını ele geçirdi. Fırkasını da oradan Tekirdağ'a getirmeyi başardı ama Ruslar ilerliyorlardı. İstanbul'un işgali an meselesiydi. Fuat Paşa Çatalca'da son savunma cephesini kurdu. Ruslar Bakırköy'e dayanmışlardı. Padişah, Paşa'nın derecesini Müşirliğe yükseltti. Fuat Paşa, artık ordunun en ünlü ve kahraman kumandanlarından biri olmuştu. Bu savaştan sonra kendisine "Elena kahramanı" dendi.. 
Durum çok gergindi. İngilizler, Almanlar ve Fransızlar İstanbul'un Rusların eline geçmesini istemiyorlardı. Berlin'de toplanarak barışı kurtarma işine giriştiler..
Ama Fuat Paşa bu yenilgiyi kabul edecek bir kumandan değildi. O, Elena'da Rusları yenmiş olmanın gururunu duyuyordu. 
Berlin Kongresi devam ederken Ruslar da Türk askerlerini ve Karadeniz'deki İngiliz gemilerini gözetlemek için Yeşilköy'de iki kule yapmaya kalktılar. Fuat Paşa'nın tepesi attı, hemen Rus kumandanına bir mesaj göndererek bu kulelerin 24 saat içinde yıkılmasını istedi. Bir yandan da İstanbul'dan yardımcı kuvvet talep etti. Bu bir savaş hazırlığıydı. Kimse yeniden silaha sarılmaktan yana değildi. Rus ordusu komutanı General Skobeleff baktı ki iş çok ciddi, kuleleri yıktırmak zorunda kaldı. Çar'a da haber göndererek başının derde girdiğini anlattı. Çar durumu Berlin'e duyurdu. O zaman Berlin Konferansının başında Bismarck bulunuyordu. Onun da tepesi attı. Osmanlı delegasyonunun başında olan Kara Todori Paşa'yı çağırtarak, "Aman," dedi, "siz ne yapıyorsunuz ? Biz İstanbul'u kurtarmaya çalışıyoruz, ordunun başına Fuat Paşa adında bir deliyi geçirmişsiniz, her şeyi berbat edecek !.."
İşte bu sözler üzerine Müşir Fuat Paşa'nın adı Deli Fuat Paşa oldu.. 
Sultan Abdülhamid de bu olayı duyunca, "Paşa sen İstanbul'u yıktıracaksın," diye ona sitem etti..  Bu olaydan sonra Deli Fuat Paşa olarak ün saldı, üstlendiği bütün görevlerde de insanlar hep kendisinden çekindiler..

Abdülhamid, Elena başarısından sonra, Fuat Paşa'ya büyük bir nişan verdi. Hünkar kendisine nişanını takarken Paşa'nın başı dimdikti. Padişah'a : 
"Siz de atalarınız gibi savaş meydanlarında, askerin başında olmalıydınız. Rus Çarı ve Yunan kralı askerlerinin başından ayrılmıyorlar. Hünkarım, Saray duvarlarının arkasından savaş yönetilemez. Çevrenizdekiler sizi milletinizden ayırıyor. Onur, ün ve erdem halkın içinde olmakla başlar," dedi.
Abdülhamid bu sözleri duyunca buz gibi oldu. Ama padişahlıkta fazla deneyimi yoktu. Fuat Paşa da kendisinden yedi yaş büyüktü. Karşısında büyük bir savaş kahramanı vardı, ona karşı saygılı davrandı. Kendisini de Serdar-ı Ekremliğe, yani Hünkar'ın başyaverliğine getirdi. Dolmabahçe Sarayı'ndaki büyük törenlerde Padişah'ın tahtının yanında, sancağı tutuyor, Hünkar'ı tebriğe gelenler de sancağı öpüyorlardı..
Osmanlı-Rus savaşından 1890'ların ortalarına kadar geçen zamanda Sultan Hamid ile Fuat çok iyi ilişkiler içindeydiler. 1888'de Paşa'ya, Fenerbahçe'de geniş bir arazi içinde bir köşk hediye etti. Çok iyi Fransızca bildiği için, Rus Çarı ile ilişkileri sürdürme görevi de ona verilmişti. Paşa, iyi yaşamasını bilen, hovarda, cömert, debdebeye meraklı biri olduğundan, çevresi her zaman çok kalabalık olurdu. Padişah kendisine bu yaşam düzeyini sürdürebilmesi için bazı maden imtiyazları vermişti. Bu madenlerin bazıları çok zengin damarlı çıktığı için Paşa'nın eline bol para geçti ama har vurup harman savurmaya alışmış olan Paşa, bu paraların da kısa zamanda altından girip üstünden çıktı..
Fuat Paşa 1890'lı yılların sonlarında Avrupa'ya kaçan Mehmet Celalettin Paşa'nın konağını kiralamaya kalktı. Abdülhamid bundan hiç hoşlanmadı. Çünkü konağın kiralanması Mehmet Celalettin Paşa'ya gelir kaynağı olacaktı.. Fuat Paşa'ya bu kira işinden vazgeçmesi için haber gönderdiyse de, Paşa buna aldırmadı ve konağı kiraladı.. Sultan Andülhamid'in has adamı, baş hafiye Fehim Paşa'nın jurnalleri ve çıkan birtakım olaylardan sonra, Divan-ı Harp'e çıkarılan Paşa'nın rütbe ve nişanları alınarak Şam'a sürgün edilmesine karar verildi..
2 Şubat 1902'de Fuat Paşa Beşiktaş iskelesinden İzzettin vapuruna bindirilerek Beyrut aktarmalı Şam yolculuğuna başladı..
Fuat Paşa 6 yıla yakın bir süre Şam'da çile doldurduktan sonra, 1908'de genel affın ilanıyla sürgünden kurtuldu. Törenlerle uğurlandığı Şam'dan sonra geldiği Beyrut'ta da coşkuyla karşılandı. Onu Abdülhamid'e kafa tutan bir özgürlük kahramanı gibi yücelttiler. Buradan bindiği Senegal adlı bir gemi Paşa'yı önce İzmir'e, oradan da yine törenle ve sevgi gösterileriyle karşılandığı İstanbul'a getirdi.  
Kısa bir süre sonra Fuat Paşa'ya bütün eski rütbeleri ve nişanları geri verildi. Yaşı 75'e yaklaşmış,orduyla ilişkisini kesmişti.. İkinci Meşrutiyet'te yeni kurulan Ayan Meclisi üyeliğine seçildi..
Fuat Paşa 1918'de Abdülhamid'in cenaze törenine katıldı. Orada Talat Paşa kendisine, "Paşam, büyüklük ettiniz de cenazeye katıldınız," diyecek oldu. O da, "Ben deli isem de bir ölüyle kavga edecek kadar deli değilim" dedi.
Paşa, 1931 yılında, 96 yaşında hayata gözlerini yumdu..

Geçmiş yüzyıllarda yaşasaydık ve mesela Cumhurbaşkanı Gül yerine Osmanlı Sadrazamı Keçecizade Mehmet Fuat Paşa (1814-65) Paris'e resmi bir ziyaret yapmakta olsaydı, kim bilir neler söylerdi.

Padişah Abdülaziz döneminde birkaç kez sadrazamlık yapan Fuat Paşa'nın yabancı devlet adamlarının kırıcı sözlerine verdiği cevaplar, Türk siyaset ve diplomasi edebiyatına geçmiştir.
Örneğin Fuat Paşa St. Petersburg'da Osmanlı Büyükelçisiyken, Çar Nikola onunla bir sohbetinde Paşa'yı iğnelemiş.
- Ordunuzun giysilerini değiştirdiniz, şimdi de Fransızcayı ve diğer yabancı dilleri öğreniyormuşsunuz. Bu lüzumsuz bir şeydir. Siz kendi dilinizi öğrenin bu size yeter,demiş.
Fuat Paşa Çar'a "Eğer Fransızca bilmeseydim, benim gibi Fransızcayı öğrenmiş olan zat-ı haşmetpenahizle nasıl teşerrüf edebilirdim ki" diye cevap vermiş. (Son Sadrazamlar,Mahmut Kemal İnan,1940 Maarif Matbaası-İstanbul) 
Parke döşenerek yapılan Babı Ali caddesinin kendine atılan taşlarla yapıldığını söyleyen Fuat Paşa, Abdülaziz'in 1867'deki Avrupa seyahati sırasında kendisine sorulan "Dünyanın en güçlü devleti hangisidir" sorusuna şöyle cevap verir:
- Dünyanın en güçlü devleti şüphesiz ki Devlet-i aliye-i Osmaniye'dir.
Çünkü yıllardır siz dışarıdan, biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz ama bir türlü yıkılmıyor... 

Sultan Abdülaziz döneminde, Fransızlar olmadık talep ve dayatmalarla gemilerini Çanakkale Boğazına yığmış, krizi giderek tırmandırmışlardı. Şimdi de boğazı geçip İstanbul'a gelmelerinden korkuluyordu.
Devlet-i Âliye'nin ileri gelenleri, yeşil çuhalı masa üstüne haritaları açmışlar, sorunu görüşüyorlardı. Toplantıda bulunan Dârüssaade Ağası haritayı gösterip,
-- Bu nedür, nasıl şeydür, neye yarardür? diye sordu.
Anlattılar. Fransızların geçebileceği Boğaz'ı gösterdiler. Arap, birden gözleri parlayarak, okudu üfledi, sonra başparmağını haritadaki Çanakkale Boğazı üstüne bastırarak:
-- Kapadiii! diye bağırdı.
Toplantıda hazır bulunan, ondokuzuncu yüzyılda ender yetişmiş devlet adamlarımızdan Keçecizade Fuad Paşa'nın oracıkta ellerini yukarı kaldırıp Tanrıya şu sözlerle yakardığı söylenir:
-- Yarabbi! Ne olurdu, şu Arabın aklını 24 saat bana versen de, rahat bir uyku uyusam!

Bu küçücük hikaye bile, yüce mesleğimizin ülkede barış, huzur ve maddi manevi kalkınma açısından ne derece önem taşıdığını sergilemeğe yeterli.
Bir yanda cahil, tutucu, haramzade harem ağaları. Öte yanda aydınlık ruhlu, insancıl, sevecen biz kadınyiyenler.

Keçecizade Fuad Paşa pîrimiz de yaratıcı zekası ile ünlü bir çapkındı. Fırsatları kaçırmazdı. Bakınız sizlere onun bir fıkrasını daha anlatayım:
Avusturya kraliçesi Öjeni'nin hazır bulunduğu bir toplantıda Paşanın dudaklarından şu sözler dökülür: "Her kadının bir fiatı vardır!"
Osmanlı Paşası nezaketi ve nüktedanlığı ile ünlüydü. Ağzından çıkanı kulağı duymayacak patavatsızın biri olmadığı bilinirdi. Ortalıkta soğuk bir hava esti. Kraliçe kıpkırmızı kesilmişti.
-- Ne yani, Paşa Hazretleri, benim de bir fiatım olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?
Fuad Paşa etkilenmişe benzemiyordu. Şakacı bir ciddiyetle sürdürdü:
-- Kraliçem, yüz bin düka altına ne buyururlar?
-- Paşa Hazretleri ileri gidiyorsunuz, bu kadarı da olamaz.
-- Acaba, Kraliçem örneğin beşyüz bin düka altına ne buyururlar?
-- Bu ne küstahlık, bu ne cüret! Nerede olduğunuzu, kiminle konuştuğunuzu unutuyorsunuz sanırım.
-- Sabırlı olunuz, Kraliçem. Son bir fiat daha vereceğim. Tam bir milyon düka altını!
Kraliçenin gözlerinde bir merak ifadesi belirdi:
-- Paşa Hazretleri, bizim istihbaratımıza göre hazineniz tamtakır... Düyun-u Umumiyye ananızı bellemiş durumda... Düvel-i Muazzama’ya karşı boğazınıza kadar borca batmış durumdasınız... Devlet-i Âliyye kendü vekil vükelasına, madrabazı parendebazına, rüşvetçisi hortumcusuna faiz yetiştiremez durumda... Bu kadar parayı acep nereden bulacaksınız?
-- Gördünüz mü, Kraliçem. Fiatta anlaştık işte. Mesele şimdi sadece parayı bulmağa kaldı...

"DELİ FUAD PAŞA ARAZİYİ 1900 YILINDA SATIN ALDI"
Deli Fuad Paşa (1835-1931) İncirköylü Müşir Hasan Paşa’nın oğluydu. İlköğrenimini Mısır’da yaptıktan sonra ortaöğrenimini İstanbul’da tamamlayarak tekrar Mısır’a dönüp Harp Okulu’nu bitirmiş ve albaylığa kadar yükselmişti. İstanbul’a gelen Albay Fuad, Osmanlı ordusunda görev almış, 1872’de Arnavutluk ve Kerkük’te çıkan isyanları bastırmış, Karadağ cephesinde ve Osmanlı-Rus Savaşı’nda kumandanlık yaparak müşirlik rütbesine yükselmişti. Bu yıllarda Osmanlı tahtındaki 2. Sultan Hamid’e yaverlik yapan Fuad Paşa’nın Avusturya ve Rusya sefirliğine atandığını görüyoruz.Paşa İstanbul’a döndükten sonra hiçbir zaman beğenmediği Sultan Hamid idaresini tenkit etmeye, bu kanaatlerini çekinmeden söylemeye başlayınca sarayın sıkı takibine alınmış ve adeta nefes alamaz bir hale gelmişti. Günün birinde jurnalcilerle Fuad Paşa’nın arasında çıkan silahlı bir çatışma dallanıp budaklanarak padişahı devirme şeklinde manalanmış ve Fuad Paşa mahkemeye verilmişti. Çıkan karar idamdı.
Ancak Sultan Hamid bu cezayı sürgüne çevirerek Fuad Paşa’yı Şam’a sürgüne gönderdi. Fuad Paşa’nın Şam’daki sürgün hayatı kesintisiz altı yıl sürdükten sonra ancak 1908 yılında Meşrutiyet’in ilanıyla İstanbul’a dönebildi.Fuad Paşa, Osmanlı Meclisi Mebusanı’nda ayan azası olmuş ve Balkan Savaşı’nda Çatalca’ya kadar gelen Bulgar ordusuna karşı ikinci müdafaa cephesini kurmuştu.
Fuad Paşa milliyetçi bir insandı. Anadolu’da başlayan Kurtuluş hareketini desteklemiş, Sivas Kongresi’nin muhtırasını Sultan Vahideddin’e vererek Damat Ferid kabinesini düşürmüştü.
Hayat hikâyesine çok kısa olarak değindiğimiz Fuad Paşa evvelce sınırlarını çizdiğimiz araziyi 1900’de satın alarak hiçbir zaman bitmeyen, bitenlerin de bazılarını beğenmeyip yıktırdığı inşaatlara başlamıştı.
Üzeri demir parmaklıklı yüksek duvarlarla çevrilen Fuad Paşa bahçesinin birisi Kadıköy gazetesinin (Gazete Kadıköy) çıktığı binanın önünde, diğeri Fuat Paşa Caddesi’nde, üçüncüsü Fener-Kalamış Caddesi’nde olmak üzere çift kanatlı demir kapıları vardı. Yine Fuad Paşa Caddesi’ne açılan diğerlerinden biraz daha küçük, demirden yapılmış bir dördüncü kapısı daha vardı. Kapıların monte edildiği yerler taş işlemeli, kırmızı tuğla motifli, kalın, sağlam sövelerdi. Ağır demir kapıların altındaki küçük tekerlekler demirden yapılmış yarım dairelerin üzerinden dönerek açılırdı.
 
"DEMİRYOLU YAPILIYOR"
Feneryolu’na giden tren hattı yapılırken düşük olan arazi doldurularak seviye ayarlandığından Fuad Paşa’nın 1900’de aldığı arsa hattan biraz alçakta kalmıştı. Demiryoluna paralel yaptırılan parmaklıklı duvarın iç tarafındaki bahçeye iki sıra kestane ağacı dikilip ceviz büyüklüğünde taşlar dökülerek yol yapılmıştı. Bahçeye yapılan serpantin biçimindeki çok uzun, kıvrımlı, ortasında bir adası olan ve son kısmındaki oldukça geniş havuza, yapay kayalardan sular akardı. Bu büyük ve uzun havuzun derinliği bir adam boyundan fazlaydı. Bazı yerlerine ağaç taklidi beton körüler yerleştirilmiş, havuzun ortasındaki adaya renk renk mevsim çiçekleri dikilmişti. Paşa ve aile bireyleri havuzda motorla gezerlerdi. Fener-Kalamış Caddesi’ne yakın köşeye projektör kulesi yapılmıştı. Geceleri bir jeneratör çalışarak tüm bahçeyi ve civarı aydınlatırdı.Projektör kulesinin yanında bir Çin köşkü vardı. Ustaca yapılmış bu köşk bir mihver üzerine yerleştirilmişti. Her cephesi başka desenlerle süslü olan bu köşkü Paşa’nın adamları zaman zaman kalın sopalar sokarak kendi ekseni etrafında döndürürlerdi.
Arabaları, atları, ahırları, yan yana yapılmış personel odaları olan köşke Fuad Paşa Ailesi yazdan yaza otururdu. Fransız bir bahçe mimarı ve yardımcıları bahçeyi düzenlemekle görevlendirilmişlerdi. Fuad Paşa bahçenin ortasına çok büyük bir bina yapmaya kara vermiş, taş bina ortaya çıktıktan sonra, bir sebeple yarım kalan üzeri geçici olarak bir çatıyla kapatılmıştı. Bahçe ve binalar kısmen tamamlanınca Paşa, civar halkı davet ederek dondurma, şerbet, limonata ve kurabiye ikram etti.
Mükemmel Fransızca ve Arapça bilen Fuad Paşa, çocuklarını Saint Joseph Lisesi’nde okutmuştu. Savaşlarda gösterdiği cesaret ve ataklığı sebebiyle adı “Deli”ye çıkan Fuad Paşa aynı zamanda sözünü esirgemeyen bir adamdı. Halk arasında “Hünkâra bile kafa tuttu!” diye söylenirdi. Kimse yalnızca Fuad Paşa demez, mutlaka lakabıyla anılırdı.Bağdat Caddesi ile Kadıköy gazetesinin çıktığı, bir sanat eseri kadar güzel bina arasındaki yola hala mevcut olan ve sayıları gün geçtikçe azalan kalın çınar ağaçlarını Deli Fuad Paşa diktirmişti. Bahçe kapısının girişinde bulunan iki katlı, üstü teraslı binada ilk zamanlar askerler sonraları bekçiler oturtulmuş, böylece köşkün emniyeti sağlanmıştı. Binanın altından geçen Borudan temin edilen su devamlı akar, bahçenin su ihtiyacını karşılar, havuzu doldururdu. Fakat bu suyun nereden geldiğini kimse bilmezdi.Bahçe duvarının yanından geçen tren hattının sol tarafına Deli Fuad Paşa’nın kızı Münevver Hanım için yapılan, zemin katı hariç üç tam katlı, ahşap, beyaz boyalı bir ev vardı. Önü mermer merdivenli, pencereleri panjurlu, saçakları ve balkon korkulukları oymalı yapı küçük bir saray yavrusu görüntüsündeydi. Köşkün etrafı yüksek duvarlarla çevrilmişti. Civarda başka aile olmadığı için Fuad Paşa’nın ve İshak Paşa ile evli olan kızı Münevver Hanım’ın yaşantısı herkes tarafından ayrıcalıklı olarak bilinirdi. 
Münevver Hanım son derece terbiyeli, görgülü, mükemmel Fransızca konuşan, piyano çalan dönemin en iyi yetişmiş hanımefendilerindendi. Doğrusu Deli Fuad Paşa’nın çocuklarına verdiği eğitim her hususta mükemmeldi. Kendisi de öyle yetişmişti. Hemen hepsi aldıkları eğitimi, edindikleri kültürü hazmetmiş insanlardı.
 
"HASAN AMCA FUAD PAŞA'YI ANLATIYOR"
Burhan Felek’in arkadaşı olan Hasan Bey’in soyadı Amca idi. Doğmayan Hürriyet ve Nizamiye Kapısı isimli kitapların yazarı olan Hasan Amca şöyle bir olayı anlatarak Deli Fuad Paşa Ailesinin görgü farkını belirtmişti: “Ben Tıbbiye’nin üçüncü sınıfında iken hürriyet ilan edildi. Diyebilirim ki, hürriyeti Tıbbiyeliler ilan etmiştir. Hürriyetle beraber öyle bir heyecan oluşmuş, öyle bir hava esmeye başlamıştı ki, bu reform içinde benim gibi birçok öğrenci de hürriyet fikrinin cazibesine kapılarak, okulu terk edip İttihat ve Terakki Fırkası’nın içinde yer almayı bir yaşam tarzı olarak seçmiştik. Bir heyecan, bir umut bizim kuşağı sarmış, adeta kıskacına almıştı. Sanki dünyayı biz yeniden kuracak, bu yeni dünyada en başta da bizlerin yeri olacaktı.Ataklığı, cesareti, Sultan Hamid’e kafa tuttuğu için altı yıl Şam’da sürgün hayatı yaşadığını bildiğimiz Deli Fuad Paşa’yı aramıza almayı aklımıza koymuş, bir arkadaşımla Paşa’nın Feneryolu’ndaki evine gidip, biraz da yüksekten konuşmayı kararlaştırmıştık.Bu düşünce ile Paşa’nın konağına gittik.Kapıyı bir hizmetkâr açtı. Çok geniş, adeta salon gibi bir hole alındık. Burada bizi sonradan Paşa’nın oğullarından biri olduğunu öğrendiğimiz gayet şık giyimli, son derece terbiyeli, o derece vakur bir genç ayakta karşıladı. Ziyaret sebebimizi anlatmaya başlamıştık ki, merdivenin üst basamağında Deli Fuad Paşa göründü. Oğluna Fransızca sordu. Oğlu son derece saygılı ve nazik bir şekilde Fransızca cevaplandırdı. Bulunduğumuz mekânın kıymetli ve zevkli möblelerle döşenişi baba oğul arasındaki saygılı diyalog, evin havası, bizden farklı, bizden üstün bir kültür ve yaşantı ile karşılaştığımızı hissettirmiş, bir iki dakika içinde tuhaf bir eziklik duygusuna kapılmıştık. Ne söyleyeceğimizi hem unuttuk hem de şaşırdık. Konağa gelirken gençliğin verdiği heyecan ve ataklık gitmişti. Her hususta bizden üstün olan insanlara söyleyecek şeyimiz kalmamıştı.Savaşlara girmiş, ataklığı ile ün salmış, Hünkâra karşı geldiği için altı yıl sürgün hayatı yaşamış Fuad Paşa’nın karşısında biraz ezilip büzüldükten sonra bir nezaket ziyareti için geldiğimizi söyleyip müsaadesini alarak kaçar gibi ayrıldık.Dönerken benim ve arkadaşımın kafasında bu eğitim ve kültür farkının verdiği inferiorite hissi ön plana çıkmıştı. Hâlbuki bizim kuşak Hürriyet-Adalet-Müsavat teraneleri ile okulları bırakıp sokaklara düşmüştü. Benim de gönlümde bu kadar büyük bir ideal varken doktor olmayı, Tıbbiye’ye devamı bir daha başlamamak üzere terk etmiştim.İşte Deli Fuad Paşa ile böyle bir temasım olmuştur.” 31 Mart Olayı ile İstanbul’a gelen Hareket Ordusu Sultan Hamid’i tahttan indirmiş, hazırda bekleyen İttihat ve Terakki Fırkası memleketin yönetimine el koymuştu. Bundan sonra savaşlar birbirini izlemiş, 1. Dünya Savaşı’nı müteakip Osmanlı İmparatorluğu parçalanmıştı. İşte bu günlerde Deli Fuad Paşa’nın ittihatçılara söylediği şu sözler çok düşündürücüdür:
“Ben, Sultan Hamid’in en çok hışmına uğrayanlardan biri olmama rağmen sizlere şunu söylemek isterim. Sultan, Osmanlı İmparatorluğu’nun artık çökeceğini anlamış, hiçbir şeyin bunu durduramayacağına da inanmıştı. Fakat bu feci akıbetin kendi döneminde değil, sizlerin elinden olmasını istedi. Emrinde Birinci Ordu gibi iyi yetişmiş bir kuvvetin bulunmasına rağmen etrafındakilerin bütün yalvarmalarını dinlemedi ve Hareket Ordusu’na karşı koymadı. Adeta tahttan indirilmesini kendi istedi ve işin vebalini sizlere bıraktı.” Deli Fuad Paşa’nın çocuklarından biri olan Hulusi Fuad Togay, Saint Joseph Lisesi’ni ve tıp fakültesini bitirerek doktor olmuştu. Bir yıl kadar doktorluk yapan Hulusi Fuad Bey hariciye mesleğini seçip, hekimlikten ayrıldı. Mahmut Muhtar Paşa’nın kızı Emine Hanım’la evlenip önemli devletlerde Türk elçiliği yaparak kariyerinin zirvesine ulaştı. Eşi Emine Hanım da ana dili gibi beş lisan konuşurdu. Gittikleri ülkelerde Türkiye’yi en iyi şekilde temsil ettiklerine dair herkes tarafından bilinen bilgiler vardı. 
 
"YABANCI ASKERLER FENERYOLU'NDA"
1.Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu yenilmiş, 16 Mart 1920’de İstanbul, İngiliz-Fransız ve İtalyan orduları tarafından işgal edilmişti. Daha önce de sözü edildiği gibi, İngilizler Deli Fuad Paşa’nın bahçesini karargâh yapmış, etekli İskoç neferleri bütün binaları doldurmuştu. O yıllarda Paşa’nın kızı Münevver Hanım’ın köşkü, Muradı Hamis İptidai Mektebi, yani Beşinci Murad İlkokulu olarak kullanılıyordu. Okulun bahçe duvarlarının dışındaki arsaya barakalar kurularak Hintli askerler yerleştirilmişlerdi. Bu sarıklı askerler bahçe duvarlarına tırmanıp, çocukları korkutuyorlardı. Deli Fuad Paşa’nın bahçesinden devamlı gayda sesleri geliyor, demir kapıların önünde süngülü neferler nöbet tutuyorlardı. Askerlerin at eti yediğine dair söylentiler civar halkını rahatsız ediyordu. Esasen buradan geçmek yasaklanmıştı. Hâlâ Kadıköy gazetesinin (Gazete Kadıköy artık Kadıköy Belediyesi’nde)çıktığı binaya da İngilizler yerleşmişti. Civar halkına huzursuzluk ve korku veren düşman kuvvetleri üç yıla yakın Deli Fuad Paşa’nın bahçesinde ve diğer birçok köşkte kalmış, 3 Ekim 1923’te İstanbul’u terk etmişlerdi. Yıllarca içinde yaşadıkları güzelim köşkleri yakıp geride kocaman birer harabe bırakarak…İşgal kuvvetleri gittikten ve Cumhuriyet ilan edildikten sonra Fuad Paşa ailesi bir daha Feneryolu’na gelmedi. Elde kalan binalar temizlenip kiraya verildi. At meraklısı kimseler de ahırları kiraladılar. Bir süre böyle geçti. Bahçenin bir kısmını otlar bürüdü ve bunlar biçilip satıldı. Kapılar zincirlenip üzerine kocaman kilitler asıldı.Böylece Fuad Paşa Bahçesi kendi kaderine terk edilmiş oldu. Kuş avlamak isteyen çocuklar duvardan atlayıp içeriye giriyor, genç sevgililer de aynı yolu izliyorlardı.Deli Fuad Paşa’nın başlayıp iki kat çıktıktan sonra terk edilen taş binası orta yerinde bir türbe gibi duruyordu. Muhteşem havuzun suyu kurumuş, vaktiyle çeşitli çiçeklerle bezenmiş adanın üstünün otlar bürümüştü. Fırsat bulan, birkaç ağacı kesip götürüyor, kışlık odun yapıyordu. Projektör kulesi ve Çin köşkü çoktan yok olmuştu.1950’li yıllar geldiğinde Deli Fuad Paşa Bahçesi’ni Mehmet Beyazıt’ın satın aldığı öğrenildi. Parselasyon başladı, yollar açıldı, tonlar tutan demir parmaklıklar, çift kanatlı kapılar sökülüp satıldı. Havuz yok oldu. Evvela tek katlı villalar, binalar yapıldı. Otuz yıl geçince bunlar yıkılıp yerlerine apartmanlar, dükkânlar, bankalar inşa edildi.Deli Fuad Paşa’nın bahçesinden geriye sadece kapıcı köşküyle, sonradan kendi adının verildiği bir cadde kaldı.

1 yorum: