12 Eylül 2015 Cumartesi

ANILARDA KAYBOLMAYA YÜZ TUTAN TARİH

ANILARDA KAYBOLMAYA YÜZ TUTAN TARİH

Fikret Karabey Yüceoral'ın sıradışı yaşamının ayrıntıları arasında en dikkat çekici olanı babasıyla ve Eğirdir'le ilgili olan anılarıydı. Asker olan babasından söz ederken gözleri parlıyordu. Osmanlı ordusunda üç cephede savaşmış ve kurtuluş savaşının ardından üniformasını çıkarıp genç cumhuriyetin yeniden inşasında Atatürk ile birlikte Ankara'da omuz omuza çalışmış olan babası Hasan Karabey, Fikret teyzenin hafızasındaki canlılığını koruyordu. Ancak Hasan Karabey, yalnızca Fikret teyzenin anılarında sınırlı olamayacak kadar çok olayın kahramanıydı ve ailenin bu konudaki bilgileri sadece anılarla sınırlıydı...

MÜDAFAA-İ HUKUK'UN YOLUNU AÇAN KUMANDAN

Fikret teyze ile ilerleyen günlerde yaptığımız uzun telefon konuşmasından sonra Hasan Karabey'in Eğirdir'de 'askerlik şubesi reisi' olarak görev yaptığı yıllara ait tanıklıklar olabileceğini düşünerek, Eğirdir Ansiklopedisi'nin yazarı Nuri Güngör'e ulaşıp bilgisine başvurdum. Tam bir Eğirdir beyefendisi olan Nuri Güngör, Hasan Karabey'in, milli mücadele döneminde kendi amcazadesi Veziroğlu Mustafa Çavuş'un da aralarında bulunduğu askerlerin komutanı olarak Eğirdir'deki İstanbul yanlısı idareyi devirip, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin kuruluşuna giden yolu açan kişilerden biri olduğunu anlattı. Ardından da Isparta Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve ulusal kurtuluş savaşında önemli bir işlevi olan Demiralay'ın kurucusu olan Hafız İbrahim Demiralay'ın kişisel hatıratında bu konuda bilgiler bulabileceğimi hatırlattı. 


Fikret Karabey Yüceoral ile istanbuldaki KKK Bakımevi'nde konuştuk

'DEMİRCİ EFE' İLE 'DEMİRALAY' KARIŞINCA...

Bu bilgiyle birlikte Hasan Karabey'in yaşamı daha çok merak uyandırmaya başlamıştı bende. Arşivimde bulunan milli mücadele döneminde Isparta ve Eğirdir'i ele alan kaynaklarda yaptığım kısa taramada Hasan Karabey'le ilgili kısa notlara ulaşınca merakım iyice arttı. Ancak Hasan Karabey'in adı kaynaklarda "Şarkikaraağaç Jandarma Mülazımı Hasan Bey" olarak geçiyordu. Bazı kaynaklarda ise sadece "Hasan Bey" olarak anılıyordu. Fikret K. Yüceoral'ın anıları bu konudaki tarihsel sağlamayı yapmaya yetti. Soyadını Atatürk'ün verdiği Mülazım (Teğmen) Hasan Bey'in, Şarkikaraağaç'ta görev yaptığını, burada bir dava vekilinin kızı olan annesiyle evlendiğini anlatan Yüceoral, babasının milli mücadele döneminde Eğirdir'de Demirci Mehmet Efe ile de bir araya geldiğini aktarıyordu. Ancak ailenin Karabey'in yaşamıyla ilgili aktarılan sözlü milli mücadele anılarında Demirci Efe ile 'Demiralay'ı birbirine karıştırmış olması, kaynaklardaki kişi ile anılardaki kişinin biraraya getirilmesini engellemişti. 

HİKAYE YAVAŞ YAVAŞ NETLEŞİYOR

Milli mücadelede son derece kritik görevler üstlenmiş olan değerli bir askerin yaşamı tarihin tozlu sayfaları arasında unutulmaya yüz tutmuşken Yüceoral'ın hafızasının derinliklerinden çıkardığı anılar ve kaynaklardaki tarihi notları bir araya getirdikçe, Hasan Karabey'in hikayesi de yavaş yavaş netleşmeye başlıyordu. 


Hasan Karabey (soldan üçüncü) Galiçya Cephesi'nde 1916, 1917 yılları

YAZILI KAYNAKLARDAKİ MÜLAZIM HASAN BEY

Ispartalı tarihçi Böcüzade Süleyman Sami'nin 'Isparta Tarihi' adını taşıyan iki ciltlik kitabındaki kişisel notlarında milli mücadele döneminde Eğirdir'deki Damat Ferit hükümeti yanlısı idarenin devrilmesine değiniliyordu. Buna göre, düzenli orduya geçiş ve Müdafaa-i Hukuk örgütlenmesi sırasında bölgede İstanbul hükümetine bağlı bazı mülki idarecilerin bu girişimleri engelleme çabaları ortaya çıkar. Hasan Karabey, ulaşabildiğimiz tarihsel kaynaklarda ilk kez bu önemli olayda karşımıza çıkıyor. 

MUSTAFA KEMAL'İN EMRİ İLE HAREKETE GEÇİLİYOR

Prof. Dr. Nuri Köstüklü'nün, Kültür Bakanlığı'nca yayınlanan "Milli Mücadelede Denizli, Isparta ve Burdur Sancakları" adlı kitabında 'Hasan Bey' ve Hafız İbrahim Demiralay'ın Eğirdir'e girişleri ve idareyi ele almaları sonrasında yaşananlar şöyle aktarılır: "Bu durum Isparta Millî Müdafaa-i Vataniye Heyeti Başkanı tarafından Heyet-i Temsiliye’ye ve Mustafa Kemal Paşa’ya kurye ile bildirildi. Bunun üzerine Mustafa Kemal, bu gibi hareket eden vali, mutasarrıf ve kaymakamların değiştirilmesi emrini verdi. Heyet-i Temsiliye üyelerinden Refet Bey (Bele) ile Beyşehir Süvari Alay K. Kayserili Nazım Bey Konya’da Vali Cemal üzerine; Ş. Karaağaç Süvari Bl.K.Yzb. Fevzi Ş. Karaağaç ve Yalvac’a; Hafız İbrahim ve Mülâzım Hasan Bey Eğirdir ve Isparta’ya, 68. Alay Komutanı Cevdet Bey Burdur üzerine 'talkib-i hükümet'e memur edildi. Hafız İbrahim ve beraberindeki kuvvet, 16. 9. 1919'da Eğirdir'de devlet dairelerini işgal etti ve idareye el koydu."

EĞİRDİR'DE MİLLİ İRADE YÖNETİME GELİYOR

Hafız İbrahim Demiralay ve Jandarma Mülazımı Hasan Bey'in Eğirdir'de idareye el koyma girişimlerini, o sırada Eğirdir Kaymakamı Nedim Bey hakkındaki bir yolsuzluk tahkikatı yapmak üzere Eğirdir'de bulunan Böcüzade Süleyman Sami'nin notlarından okuyalım: "gelir gelmez memurlardan ve eşraftan ittihatçılara muhalif gördükleri kimseleri hemen tutuklayarak devlet dairelerini işgal ve idareyi ele aldılar. Hükümet civarı bayraklarla donatıldı... Gelenler, kazada kaymakam vekilliği yapan kadıyı azledip tutukladılar. Yerine mal müdürü Hurşit Efendi'yi vekil tayin ettiler. Diğer memurları da kendilerine bağladılar. Padişahlık makamına hitaben 'Damat Ferit Paşa Kabinesini ve hükümetini tanımıyoruz. Ora ile ilişkilerimizi kestik' anlamında bir telgraf yazdırdılar. Bazı yerlere silahlı muhafizlar koyarak o gece komutanları Hasan bey ve mumaileyh (sözü edilen) Hafız İbrahim Bey, maiyetinde elli kadar silahlı olduğu halde Isparta üzerine yürüdüler. Isparta Hey'eti Milliyesi ve resmi memurları dahi hüsnükabul (iyi karşılamalarıyla) ve kolaylık göstermeleriyle Burdur'a gidip, orada biraz tereddüt ve muhalefet gösteren İbrahim Vasfi Bey', (Darbaz) makamından indirip mahfuzen (gözetim altında) Isparta'ya, oradan da Demirci Mehmet Efe'nin bulunduğu cepheye gönderilmek üzere damadıyla birlikte yine mahfuzen Dinar İstasyonu'na sevk ve izam edilmişlerdi." 

'VAZİFE AĞIR, HASAN BEY'LE MÜZAKERE YAPTIK'

Böcüzade'nin notlarında andığı Hafız İbrahim Demiralay, Süleyman Demirel Üniversitesi Atatürk İlke ve İnkilap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü tarafından yayınlanan hatıratında, Eğirdir ve Ispartada yönetime el koymaları öncesinde Hasan Bey'le müzakere yaptıklarının altını çiziyor: “Sivas’taki Mustafa Kemal’le ilişki kurduktan sonra Şarki Karaağaç Jandarma Mülazımı Hasan Bey Avşar’ın Yaka köyüne on süvari ile gelmiş. Yakalı Musa Çavuş, Mehmet Pehlivan’ı acele bana göndermiş. Yeniceköy’de yatağımdan kaldırdılar. Emri okudum. Ben ve Mülazım Hasan Bey’den Eğirdir ve Isparta’daki resmi dairelere el koymamız isteniyor. Gerçi vazife ağırdır. Lakin vatani olduğundan mukaddestir, fikrime de uygundur. Hemen yola çıktım. Hasan Beyle müzakere yaptık. Esaslı anahatları çizdik.

• Kardeşim Salih Beyi içimize almak. 
• Birkaç yüz kişilik acele çete düzmek. 
• Eğirdir kayıklarına el koyup Canada’dan olayları idare etmek. 
• Haberleşme ve araçlara el koymak. 
• Isparta’nın Konya ile irtibatı kesmek. 
• İl, ilçe, bucaklarda Osmanlı bayrağını indirip Kuva-yi Milliye namına tekrar dikmek. 
• Kuva-yi Milliye’yi Hükümete resmen tanıtmak. 

'HASAN BEY VE CANDARMALARLA GECE KARABAĞLAR'A GELDİK'

Gelendost ve civar köylerimizin fedakar mücahitleriyle 16 Eylül 1919 Cuma günü ikindi vakti yola çıktık. Efradımızı Hüyük iskelesinden kayıklara bindirdik, Canada’ya çıkmalarını söyledik. Biz de Hasan Bey ve Süvari candarmalarla Karabağlar’a gece geldik. Bağbozumu mevsimiydi. Eğirdir’e girip çıkanı kontrol etmek için süvarileri Köprübaşı’na yolladık. Biz Karabağlar’dan Canada’ya çıktık. Hücum kollarını dörde ayırdık. İstasyon yöresine Isparta yolunu ve İstasyon haberleşmesini kesmesi için Gelendostlu Mestan Ağa müfrezesini koyduk. Tersikbaşı’na bir müfreze koyduk ki Köprübaşı’ndan gelebilecek kuvvetleri Eğirdir’e sokmasın. Jandarma Mülazımı Hasan Bey de resmi daireleri işgal edecek, güvenliği sağlayacaktı. Diğerleri benim yanımda kalacaktı. Öyle de yapıldı. Güneş doğarken işgal bitti. Hiçbir olay olmadı. Biraz sonra da ben geldim. Hükümete çıktım. Şüpheli olanlar evlerinde tevkif edildi. Telgrafhaneyi işgal edip Konya ve Isparta ile de haberleşmeyi kestik. 

'EY AHALİ, İNDİRİLEN BAYRAK OSMANLI BAYRAĞIDIR!'

Eğirdir halkını Hükümet meydanında toplayarak direkte olan bayrağı indirttim, tekrar direğe çektirdim. Olayı halka şu şekilde açıkladım: 'Ey ahali... İndirilen bayrak Osmanlı bayrağıdır. Tekrar çekilen bayrak Kuva-yı Milliye bayrağıdır. Endişe etmeyiniz. İş ve gücünüzle meşgul olunuz. Yalnız milli hareketi kabul ve takviye ediniz...' 17 Eylül cumartesi günü bu iş tamamlandı.” 

BİR KUŞAĞIN ŞAŞMAZ İNCELİĞİ...

Milli mücadele sürecinin binlerce adsız kahramanından biri olan Hasan Karabey, bu zor günlerin ardından bu kez de Atatürk'ün aydınlanma savaşımında en yakınındakilerden biri olarak mücadeleyi sürdürecektir. Yaşamının bu dönemindeki ayrıntıları ve Atatürk'le olan ilişkisini dinlemek üzere, cumhuriyetle yaşıt olan 88 yaşındaki kızı Fikret Karabey Yüceoral ile İstanbul'da buluşuyoruz. Yaşamını dönüşümlü olarak eviyle Çamlıca sırtlarının hemen yanıbaşında bulunan Kara Kuvvetleri Komutanlığı Bakımevi arasında sürdüren Fikret Teyze, en şık giysileri ve masasında özenle hazırladığı çeşit çeşit kurabiyeler ile karşılıyor bizi. Fikret teyze ve onun kuşağının bu şaşmaz inceliği, kuşkusuz bu ülkenin sosyal yaşamda yitirdiği en büyük değerlerden biri olarak tarihe geçecek...

GAZİ, 'HASAN'I BULUN BANA!' DİYOR

"Babamı en son Tire'de buluyor Gazi" diye söze başlıyor Fikret teyze. Eğirdir'den Muğla'ya oradan da Tire'ye atanarak Jandarma kumandanı olan Hasan Karabey, 1928 yılında genç cumhuriyetin başkentinin valisi olan Nevzat Tandoğan aracılığı ile Ankara'ya çağrılır. Bundan sonrasını Fikret Karabey Yüceoral'dan dinliyoruz: Gazi, savaştan çıkmış cumhuriyetin başkentinin yeniden imar edilmesinde babamın görev almasını istiyor. Babamla Çanakkale'de birlikte savaşmış Gazi. İş yapan, çalışkan insana ihtiyacı var Gazi'nin. 'Hasan'ı bulun bana' diyor ve babam Ankara'ya çağırılıyor. 

KARALAR NAHİYE MÜDÜRÜ HASAN BEY...

Babam üniformasını çıkarıp, önce Karalar Nahiye müdürü olarak göreve başlıyor. Karalar'da, altında ahırı olan çok basit bir evimiz vardı. Merdivenle çıkılan tek odalı bir ev. Babam bir karyolada, biz de yer yatağında yatardık. Karalar'da altı ay kadar kaldık. Daha sonra Yahşihan'a tayini çıktı, oraya gittik. Yahşihan'ın imar edilmesi için çalıştı, ardından Kırıkkale'ye gitti.

KIRIKKALE'DEN ETİMESGUT'A ATANIYOR

Kırıkkale'de ilk kez okula başladım. Altı yaşındaydım. Altında postahane olan bir apartmanda oturuyorduk. Bir gün okuldan gelirken o kadar çamur varmış ki, kıpkırmızı çamurlar; pabuçlarımızın üzerindeki astiklerimi çamurun içinde bırakmışım. Kırıkkale'deki Makina Kimya Endistrüsi fabrikalarının kuruluşu sırasında babam gecesini gündüzüne katarak çalıştı. Kırıkkale'de de bir yıl kaldık, ardından Nevzat Tandoğan Bey'in talebiyle Etimesgut'a atandı babam. 

ATATÜRK'LE DÖRT YIL BİRLİKTE YAŞADIK

Etimesgut'ta çok güzel hatıralarım var. Burada Atatürk'le dört yıl kadar birlikte yaşadık. Babamın soyadını da Atatürk koymuş. Oldukça esmer olduğundan 'Karabey' koymuş soyadını. Atatürk Etimesgut'a çok değer verirdi. Babam nahiye müdürüydü, buraya Romanya'da gelen muhacirlere evler filan yapılıyordu o sıralar. Babam gecesini gündüzüne katarak çalışıyordu. Büyük bir sorumluluk taşıyordu. Bir gün babam yorgunluktan evde uyuyakalmış. Annem uyandırmaya çalışırken birden korkuyla irkilmiş, gözünün siyahı bir anlığına kaybolmuş. Tedirginlik içinde çünkü, sorumluluğu çok ağır. Sonra annem 'biz buradan gidelim, Atatürk'e yalvar yakar, ne yapıp edip gidelim' demiş. 

'PAŞAM, NE OLUR BENİ ASKERLİK MESLEĞİME GERİ GÖNDERİN'

Babam Nevzat Tandoğan'a açmış konuyu, 'ben bunu hayatta söyleyemem, senin yerine kimseyi öneremem' yanıtını alınca da kendisi söylemeye karar vermiş. O yıllarda ipek kravatlar takılıyor. Ömrü boyunca hep asker olan babamın da bir ipek kravatı var. Ama ipek kravat pek boynunda düzgün durmuyor, sağa sola kayıyor. Atatürk de bunu gürüp, 'Hasan, medeniyet yularını yerinde tutamıyorsun' diye takılırmış babama. Babam bunu anımsatarak, 'Paşam, benim sizden bir ricam var, ben asker adamım; yakam kapalı yaşamaya alışmışım. Daha bir medeniyet yularını bile yerinde tutamıyorum. Ne olur beni askerlik mesleğime geri gönderin' demiş. 'Hasan, gözünün biri gitti nasıl asker olursun' yanıtını alınca da 'siz bilirsiniz paşam' demiş babam. 

EĞİRDİR GÜNLERİ VE 'KARA KÖPEKLİ SUBAY'

Daha sonra babamın ricası yerine geldi, 1932 yılında Eğirdir'e askerlik şubesi reisi olarak tayin ettiler babamı. Eğirdir'e geldiğimizde ben ilkokul öğrencisiydim, evleninceye kadar burada kaldık. Daha sonra Isparta'ya Askerlik Daire Başkanı olarak atandı. 1946 yılında buradan emekli oldu. Bu görevi sırasında bütün bölgedeki askerlik şubelerine gidip geliyordu. Çevre köylere, Kaş'a, Antalya'ya... Köylüler babama, 'kara köpekli subay' adını takıyorlar. Çünkü bir kurt köpeği vardı ve bütün çevre köylere yoklamaya giderdi. 

YOKLAMAYA GİTTİĞİ KÖYDEN BİR ÇOCUĞU EVLAT EDİNDİ

Bu gezilerde iki tane küçük kız çocuğunu evlat edinip büyüttü babam. Sütçüler'den Şerife, Koçulardan da Hatice adında iki kız çocuğu. Onlarla birlikte büyüdük biz. Sonra babam evlendirdi bunları. Bir de İzmir'e Türk ordusu girdiği zaman Yunan askerlerince öldürülen bir Türk ailenin çocuğunu atındaki heybesine koyup götürüyor. Bir kız çocuğu. Fadime ablam. Onu büyüttü bizim aile. Daha sonraları Eğirdirli Hobanlar adıyla bilinen kayıkçı bir ailenin oğlu aşık oldu ablama, Ali adında bir gençti. Ablamı bu gençle evlendirdi babam. Ablam da bu genci sevdi. İzmir'e yerleştiler ve çok mutlu oldular."

SARAYDAN ANADOLU'YA UZANAN ASKERLİK ÖYKÜSÜ

Fikret teyzenin Eğirdir'e ilişkin oldukça çarpıcı anıları var. Bunları ayrıca değerlendireceğiz. Ancak babası Hasan Karabey'in yaşamının satır aralarında dolandıkça ortaya çıkan portre bir hayli şaşırtıcı bir kimliğe dönüşüyor. Çökmek üzere olan bir imparatorluğun başkentinde, 1897 yılında İstanbul Beylerbeyi'nde doğan Hasan Karabey'in babası Safranbolu'nun Bulak köyünden, Süleyman Kalfa, olarak bilinen usta bir marangoz. İstanbul'da Beylerbeyi Sarayı'nın oymacılık işlerini yapan Süleyman Kalfa, oğlu Hasan'ı da mimar mektebine vermek istiyor ancak Hasan'ın gözü sırmalı askeri üniformalardaymış ve bu hayalini gerçekleştirmek için İstanbul'daki jandarma okuluna kaydolmuş. 

VAPURDA MUHALİFLERİN ÇOCUKLARINI DENİZE ATIYORLAR

"Babamı okuldan alıp Selanik'e sürgüne yolluyorlar" diye babasının askeri öğrencilik günlerini anlatmayı sürdürüyor Fikret teyze: "Vapurla Selanik'e giderken, 'comp comp ' diye sesler duyuyor. İki küçük çocuk yanına gelip 'ağabey bizi atmasınlar' diye yalvarıyor. Babam o iki çocuğu koltuğunun altına alıp saklıyor. Çünkü o dönem padişaha muhalif olanların çocuklarını denize atıyorlarmış. Sonra Selanik'e varınca bunlara bir oda veriyorlar. Her gün de iki tane tayın. Babam biraz katık bulmak için gidince gelip bir bakıyor ki çocuklar o iki tayını da yemiş. Babam aç kalıyor...

'BU VATANI ŞİMDİ BU KADAR KOLAY HARCIYORLAR'

Aç susuz günlerin ardından yeni yetme delikanlı olarak gittiği Selanik'ten saç sakala karşımış olarak geri dönüyor İstanbul'a. Babaanem kapıda görünce tanıyamıyor, 'ne istemiştiniz yavrum?' diye soruyor. Hayatı hep böyle zorluklarla dolu babamın... Bu vatanı şimdi bu kadar kolay harcıyorlar da ben üzülüyorum. Ama elimden hiç bir şey gelmez." 

FİLİSTİN'DEN GALİÇYA'YA BAŞDÖNDÜREN SAVAŞ TRAFİĞİ

Hasan Karabey'in yaşamı, kızının da belirttiği gibi gerçekten de zorlukarla geçecektir. İstanbul Jandarma Okulundan mezun olduktan sonra ilk olarak nerede göreve başladığı hakkında bir bilgimiz yok ancak Birinci Dünya Savaşı'nda Filistin ve Şam'da, 1916-1917 yıllarında 20. Türk Kolordusuyla birlikte Avusturya ve Almanya kuvvetleriyle birlikte Ruslara karşı Galiçya cephesinde ve en önemlisi Çanakkale Savaşında Mustafa Kemal'le birlikte savaştığına yönelik anılar ve bulgular var. Hatta Hasan Karabey bir gözünü şarapnel parçası isabet etmesiyle bu savaşlardan birinde yitiriyor. Sonraları takma gözle yaşamını sürdürüyor. Fikret Teyzenin arşivinden Galiçya cephesinde karlar üstünde askerleriyle birlikte çekilmiş bir fotoğraf buluyoruz. Hasan Karabey'in etkileyici ve kararlılı yüzü savaş koşulları arasındaki yorgun askerlerin yüzleri arasında beliriyor. Fikret teyze, babasının Şam'da savaşırken Enver Paşa ile ilgili yaşadığı anılardan da söz ediyor kısaca. 

'DEDEM, ÇOK DİSİPLİNLİ BİR İNSANDI'

Galiçya, Şam, Filistin, Çanakkale; Osmanlı'nın çöküşüne ve ulusal kurtuluş mücadelesinin ardından genç cumhuriyetin küllerinden yeniden doğuşuna birinci elden tanıklık eden, tanıklık etmekle kalmayıp cumhuriyeti inşa edenlerden biri olan Hasan Karabey, ömrünün sonuna kadar ülkesi ve insanı için çalışan bir yurttaş olarak yaşıyor. Onun son günlerini birlikte geçirdiği 1946 doğumlu torunu Bilge Yüceoral, dedesini, "çok disiplinli bir insandı" diye tanımlıyor. 

CAMİYE DE GİDER, RAKISINI DA İÇERDİ

Hasan Karabey'in son günlerinin en yakın tanıklarından biri olan torunu Bilge Yüceoral, İstanbul'daki öğrencilik günlerinde aynı evi paylaştığı dedesini şöyle anlatıyor: "Her sabah kalktığında traşını olur, giyimine çok özen gösterirdi. Grand tuvalet giyinirdi. İnançlı ama bağnaz olmayan bir yapıya sahipti. Her cuma mutlaka camiye gider ama akşamları da iki kadeh rakısını içerdi. Cami dönüşünde imamları eleştirdiği de olurdu. Sevgisini fazla göstermeyen bir insandı... 

KENDİ GEÇMİŞİYLE HELALLEŞTİ

Dedem kendisiyle çok barışık bir insandı. Onu ibadet ederken görürdüm. Zaman zaman, 'Allahım beni affet, zorunluluktan oldu" dediğini duyardım. Tabii savaşlar yaşamış, acılar görmüş, savaş koşullarında insan canı da almış bir insandı. Bir çok insan savaş sonrası ruhsal sıkıntılar yaşamıştır. Dedem son derece kendisiyle barışık kaldı, kendi geçmişiyle helalleşmesini bildi. 

'27 MAYIS'TA, 'ALLAH'IM BU GÜNLERİ DE GÖRDÜK' DİYE AĞLADI'

Emeklilik günlerinde ülkede Demokrat Parti iktidardaydı. Zaman zaman DP'nin uygulamaları karşısında çok içerlediğini hatırlıyorum. Her gün Resmi Gazete'yi getirttirir, ülke bütçesini okurdu. Eline kalem kağıt alıp bütçe hesabı yapardı. 'Çok gereksiz harcıyorlar' diye hayıflanırdı. Gelişmeler karşısında içinin çok acıdığını söylerdi. 27 Mayıs ihtilali gerçekleştiğinde, göz yaşlarını tutamayarak, 'çok şükür Allah'ıma, bugünleri de gördük' dediğini hatırlıyorum. 

'SON NEFESİNİ KUCAĞIMDA VERDİ, GÜZEL BİR ÖLÜMDÜ...'

Atatürk'ün yakınında yer almış, sofrasında bulunmuş bir insan olarak ülkesine hep bağlı oldu, bize de öyle öğretti. Adalet duygusu oldukça gelişimiş bir insandı. Ölünceye kadar ülkesinden, milletinden hiç kopmadı. Son nefesini benim kucağımda verdi. Levent'te, bahçeli bir evde oturuyorduk. Evin mutfağı kocamandı. Mutfakta da bir kanepe vardı. Dedem bu kanepenin üzerinde oturuyordu. Yüzünün birden morardığını fark ettim. İçinden bir şeyler mırıldanıyordu. Sanıyorum kelimeyi şehadet getiriyordu. Mırıldanmayı bitirdi ve son nefesini oracıkta verdi. Geçmişte enfaktüs geçirmişti, ölümü kalp krizinden oldu. Ama herkese nasip olmayan, güzel bir ölümdü. Kucağımda son nefesini verdiğinde annem geldi, eliyle gözünü kapadı. Bir gözünü savaşta yitirmişti, takmaydı. Takma olan gözünü çıkardı ve dua okudu. Dedem öldüğünde sanırım 70 yaşındaydı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder