Körfez’de patlak veren krizin ikinci gününde arabuluculuk çalışmaları başladı. Ancak uzmanlara göre, bu durum Orta Doğu’da yeni bir başlangıç. Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, “Katar her yönüyle bölgede hem ihtirasların hedefi ve hem de istikrarın kilidi durumunda. Bu yüzden ya kaderine rıza gösterip paylaşıma konu olacak ya da farklı davranıp varlığını sürdürecektir. Katar ikincisini seçmiştir. Bu yüzden sahnelenen bu son oyunlar, daha uzun yıllar tekrarlanacaktır” dedi.
DEDESİ İKNA EDİLEMEMİŞTİ
Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneğinin (ORDAF) başkanlığını da yürüten Kurşun, İngilizlerin 19. yüzyılda Körfez’de yayılmaya ve Körfez şeyhleri ile anlaşmalar yapmaya başladığını hatırlatarak, “İkna edemedikleri tek kişi, Şeyh Temim’in büyük dedesi Muhammed Al Sani ve oğlu modern Katar’ın kurucusu olan Casim (Kasım) Al Sani olmuştur. Onlar Osmanlı Devleti ile iş birliğinden yana oldular. Bu birliktelik de onlara bölgede yaşanan kabile çekişmeleri ve rekabetlere rağmen Katar yarımadasında tam bir egemenlik sağlama imkanı sağladı. Suudi Arabistan’ın kuruluşuna giden süreçte ise Abdulaziz bin Suud, Katar’ı da kendi nüfuzuna almak sevdasındaydı. Bu yüzden Katar Emiri Şeyh Casim oğlu Abdullah’a Osmanlı askerlerini asla Katar’dan çıkarmama vasiyetinde bulunmuştu” diye konuştu.
OSMANLI KATAR’DA TUTUNDU
Osmanlı askerlerinin savaşın ağır şartlarına rağmen 1916 yılına kadar Katar’da tutunabildiğini kaydeden Kurşun, bu tarihten itibaren bölgenin İngiliz işgaline girdiğini hatırlattı. İngilizlerin 1960’lı yılların sonunda bölgeden çekilirken Katar’a da BAE konfederasyonunun içinde yer almasını teklif ettiklerini söyleyen Kurşun, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ancak bunu kabul etmeyerek bağımsızlığı tercih eden Katar, bir kere daha bölgede farklı davranan ülke oldu. İşler burada kalmadı. Katar çetin pazarlıkların ve ihtirasların muhatabı oldu. Suudi Arabistan, bölgeyi tabii uzantısı olarak görüyordu. Üstelik bölgede Vehhabi mezhebinin en çok etkilediği yerdi aynı zamanda Katar. Dolayısıyla doğrudan ilhak olmasa bile Suudi Arabistan’ın nüfuzu altında yaşamalıydı. Aynı şekilde BAE kurulup, Şeyh Zayed güçlü bir lider olarak ortaya çıkınca sınırlarını eski bir meseleye dayanarak Katar aleyhinde genişletmek istiyordu. Zira bugün ABD üssünün yer aldığı Udeid bölgesinin kendi inci avı bölgesi olduğunu iddia ediyordu. Nitekim stratejik müttefiki ABD’nin burada üs kurması BAE’yi hiçbir zaman mutlu etmedi ve bunu Katar’ın kendisine karşı bir taktiği olarak gördü.”
BAHREYN BOŞ DURMADI
Katar’ın en yakın komşusu Bahreyn ile en eski tarihî ve dolayısıyla en problemli ilişkilere sahip olduğunu belirten Kurşun, Bahreyn’in de boş durmadığını, iki ülke arasında önce altı zengin gaz yatağı olan Havar Adaları’nın problem teşkil ettiğini anlattı. Uzun uğraşlar sonucu bu adaların, Uluslararası Adalet Divanının kararıyla 2001’de Bahreyn’e devredildiğini ve Katar’ın denizden hayli sıkıştırıldığını hatırlatan Kurşun, “Bahreyn, elde ettiği bu üstünlükle yetinmeyeceğe benziyor. Zira Katar’ın kuzeybatısında en uç noktası olan Zubara, bir zamanlar Bahreyn yönetici ailesinin ikametgahı olmuştu ve hâlâ burada hakları olduğunu düşünmektedirler. Katar ile dayanışma göstermek, bölgenin güvenliği ve geleceği açısından önemlidir. Katar ile dayanışma içinde olmak dünya barışı açısından da önemlidir. Katar ile dayanışma içinde olmak, Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn’e karşı olmak demek değildir. Bilakis onların zihinlerinde şekillendirdikleri ve silah tüccarlarının da istifade ettiği İran tehdidinin azaltılması açısından önemlidir” dedi.
UZMANLAR NE DEDİ?
 Oxford Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve Körfez ülkeleri uzmanı Dr. Cemal Abdullah:  Suudi Arabistan ve bazı Arap ülkeleri Katar’ın bağımsız dış politikasından rahatsız. Katar, zıt kutuplar arasında denge politikası yürütüyor
 Moritanyalı siyaset bilimci Muhammed Muhtar Şankiti:  Katar’a yönelik saldırılar, uzun zamandır planlanıyordu. Ama bu işten en fazla kendileri zarar görecek. Suudi Arabistan, dış politika ve diğer uluslararası alanlarda BAE’nin etkisi altında.
TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özpek:  Yeni dönemde Orta Doğu devletleri, ulus aşırı hareketlerin finansmanını sağlayan Katar’a karşı bir cephe alma pozisyonuna girdiler. Yeni dönem Orta Doğu politikası da böyle şekillenecek.
 SETA Dış Politika Araştırmacısı Can Acun:  Burada temel hedef, İhvan’ın tamamen bölgeden sökülüp atılması. Hamas’ın tamamen etkisizleştirilmesi, mümkünse Gazze’nin kontrolünün tekrardan Fetih hareketinin kontrolüne geçirilmesi. Türkiye’nin izole edilmesi ve İran’a karşı yapılacak hamleler.

OSMANLI’NIN KATAR KAZASI KAYMAKAMININ TORUNU

Yazdır
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 12-15 Şubat 2017 tarihlerinde Körfez ülkelerinden Bahreyn, Suudi Arabistan ve Katar’a resmî ziyaretlerde bulundu. Osmanlı bakiyesi topraklarda 100 sene önce ortaya çıkmış bu ülkelerin emir ve krallarıyla yapılan görüşmelerde, ülkeler arası ikili ilişkilerin tüm yönleriyle ele alındığı, ayrıca, bölgesel ve uluslararası gelişmeler hakkında görüş alışverişinde bulunulduğu, resmi makamlarca bildirildi.
Asırlarca hükmümüz altında bulunan imparatorluk topraklarındaki bu petrol zengini ülkelerle çok yakın ilişki ve işbirliği içinde olmanın, pek çok ortak payda sebebiyle dünyadaki diğer ülkelerden daha fazla Türkiye’ye yakıştığı bir gerçektir. Hatırlanacağı gibi, daha on sene önce eski bir Cumhurbaşkanının ağzından “Başı örtülü olarak üniversite okumak isteyenler Suudi Arabistan’a gitsin!” talihsiz sözleri dökülmüştü. Bu sözler aslında, yıllarca bu kabil ülkelere karşı neden “mesafeli” bir dış politika izlendiğinin de dışavurumuydu. “Laikliğimize” bir zarar gelebilir endişesiyle onları hep ihmal etmiş, hatta yok saymış, Batı ve ABD’nin “şefkatli” kollarına terk etmiştik. Şimdi artık durum değişiyor. Aradan geçen yüz senede yaşananlar, bizim de onların da aklını başına getirmişe benziyor.
Biz tarihçi olarak konuya başka bir açıdan yaklaşalım ve 1328 mali yılı (1912) için 67’ncisi basılan Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye yani Osmanlı Devleti Yıllığı’na bir göz atalım. 987 sayfalık bu kitapta, Hicaz vilayeti valisi ve Mekke şeyhülharemi olarak Hacı Reşid Paşa’yı; Basra vilayeti, Necid Sancağı, Katar kazası kaymakamı olarak da Câsim es-Sânî Efendi’yi görüyoruz. Sonraki 5 sene (1913-1917) savaş sebebiyle çıkarılamayan devlet salnamesi, Osmanlı döneminde son olarak ve 68’inci defa 1333-1334 mali yılları için 1918’de basılmıştır. Bu son Osmanlı salnamesinde Bağdad ve Basra valisi Halil Paşa olarak görünse de Ortadoğu’daki eyaletlerimiz ne yazık ki İngiliz işgali altındadır. Çoktan elden çıkan Katar ve Kuveyt gibi kazalar nedense salnamede hâlâ yer alsa da altı boştur, herhangi bir yönetici belirtilmemiştir.
Biz şimdi Sayın Cumhurbaşkanı’nın geçen hafta ziyaret ettiği bu üç ülkeden Katar’a odaklanalım. Katar’ın Osmanlı topraklarına katılması, Osmanlıların Basra Körfezi’nde Portekizlilere karşı üstünlük sağladığı 1559 yılına rastlar. Bu tarihte Lahsa Beylerbeyiliği kurulmuş, Katar bir sancak olarak buraya bağlanmıştı. Sonraki asırlarda Katar, Osmanlı İmparatorluğu’nun idari yapısında, Basra vilayetine bağlı Necid sancağının bir kazası idi. İlk Osmanlı birliği 1852’de, Doha’daki hâlâ Kal’atü’t-Türk denen garnizona yerleşti. En son, İngilizlerin Körfez’deki yoğun faaliyetlerine rağmen 1871’de Katar’da kontrol tekrar sağlanıp Şeyh Muhammed bin Sânî Katar kaymakamı olarak tayin edildi. Bu şeyh 1876’da yönetimi oğlu Şeyh Câsim’e bırakmış ve 1878’de 90 küsur yaşında ölmüştür.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra koca imparatorluğun, tecrübesiz, ihtiraslı, kanun ve nizam tanımaz İttihat ve Terakki’nin elinde rahmetli Turgut Özal’ın deyimiyle “bozuk para gibi harcandığı” talihsiz bir dönem başlamıştı. Batılı devletler ve özellikle İngiltere, bu “acemi” ve “ihtirastan gözü kapalı” devlet adamlarıyla, kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu. İşte bunlardan biri de Sultan Reşad’ın 1910-11 yıllarındaki İttihatçı sadrazamlarından ve Libya’nın elimizden çıkmasının sorumlusu İbrahim Hakkı Paşa idi. Kendisine İngiltere ile Osmanlı Devleti adına antlaşma imzalama yetkisi verilerek 1913’te Londra’ya gönderilmişti. Artık imparatorluğun devamının mümkün olmadığına ve ancak İngiltere’nin Almanya ile birlikte devleti koruyup kollamasıyla ayakta kalınabileceğine inanan bu zat, İngiliz Hariciye Nazırı Sir Edward Grey ile sürdürdüğü müzakereleri tamamlayarak 29 Temmuz 1913’te beş antlaşmanın altına imza attı. Devletin tamamen aleyhine olan bu antlaşmalarda, Katar ve Bahreyn Adaları’ndaki haklarımızdan vazgeçerek bu ülkelere istiklal verdiğimiz de zikrediliyordu. Yine de 1915 Ağustosuna kadar Katar’da Türk askeri bulundu. 3 Kasım 1916’da İngiltere’ye tabi olan Katar, 1971’e kadar İngiltere himayesinde kaldı. 3 Eylül 1971’de bağımsızlığını kazandı.
İşte 1912’ye kadar basılan pek çok devlet salnamesinde adı yazılı Câsim bin Muhammed es-Sânî Efendi kapıcıbaşı rütbesiyle Osmanlı’nın Katar kaymakamı idi. Câsim Efendi 1913’te 90 yaşına yakın vefat etti ve yerine oğlu Şeyh Abdullah bin Câsim geçti. Şeyh Abdullah 35 yıllık saltanattan sonra 1948’de oğlu Şeyh Ali lehine tahttan feragat etti. Şeyh Ali bin Abdullah kendi oğlu Şeyh Ahmed lehine tahttan feragat ettiği 1960’a kadar Katar prensi oldu. Şeyh Ahmed bin Ali 1972’ye kadar tahtta kaldı. Bu arada Katar, 3 Eylül 1971’de İngiltere’den bağımsızlığını kazandı ve Katar prensleri “emir” unvanını aldı. 1972’de amcasının oğlu olan selefini tahttan indiren Şeyh Halife bin Hamad bin Abdullah bin Câsim yeni Katar emiri oldu. Bunu da, oğlu Şeyh Hamad 1995’de tahttan indirerek yerine kendi geçti. Şeyh Hamad 25 Haziran 2013'te oğlu Temim lehine emirlikten feragat etti. Şeyh Temim hâlen Katar emiridir. Yani şu anki Katar emiri, Osmanlı’nın son Katar kaymakamı Câsim Efendi’nin torununun torununun oğludur. Câsim Efendi’nin dedesinin ismi sebebiyle Katar hanedanına Sânî (Âl Sânî) Hanedanı denir. Hanedanın erkek üyelerine şeyh, kadın üyelerine şeyha deniyor. 
Katar 11 bin 586 kilometrekarelik bir yarımada. Yani Marmara Denizi kadar bir büyüklüğe sahip. Sadece Suudi Arabistan ile 87 kilometrelik bir sınırı var. Ülkede 2 milyon 250 bin kişi yaşıyor. Petrol ve doğal gaz zengini ülkenin IMF verilerine göre 2016 Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) rakamı 156,6 milyar dolar ve dünyada 55. sırada. Biz 755,7 milyar dolar ile 18. sıradayız. Katar’ın kişi başına GSYİH rakamı 129 bin 700 dolar ve dünyada ilk sırada. Biz de 21 bin 100 dolar ile 85. sıradayız.
Bu makale, 21 Şubat 2017 tarihli Yeni Çağrı ve 22 Şubat 2017 tarihli Önce Vatan Gazetelerinde yayınlanmıştır.

Trabzon’un yetiştirdiği değerlerden biri olan gazeteci, yazar ve hukukçu Osman Ataman, Katar ile ilgili önemli bilgiler paylaştı. Ataman, ‘Katar'ı bir de 1998-2002 yılları arasında Büyükelçilik yapmış Uğur Ergun'un kaleminden okuyalım’ dedi.
Büyükelçi Ergun’un kaleminden işte Katar:
‘Katar'da dört güzel sene geçirdim. Barışçı ve dost bir ülkede kendi evimde gibiydim.
Katar'a atandığımda ilk olarak Türk-Katar ilişkilerinin geçmişine odaklandım.
Katar, Körfez Ülkeleri arasında Osmanlı himayesinden en son ayrılan ülkeydi, 1914.
Bu bağlamda önemli bir bilgiyi arkadaşım Mehmet Çalıka'nın bana hediye ettiği Amerikalı bir tarihçi tarafından yazılan The Ottoman Gulf adlı kitaptan edindim.
Katar, tarih boyunca Suudilerin saldırılarına uğramış, Suudiler Katar'ı kendi topraklarına katmağa çalışmışlardır.
Katar'ın günümüzdeki emirinin büyük dedesi Suudilerle baş edemeyince bir mektupla Babıali'den Suudi Arabistan'a karşı yardım istemiş ve bunun üzerine Osmanlı Katar'a dört Türk bayrağı göndermiştir.
Bu dört bayrağın Katar'da dört noktaya dikilmesiyle birlikte Suudilerin Katar üzerindeki baskıları sona ermiştir.
Katar şeyhine ayrıca Osmanlı Kaymakamı unvanı verilmiştir.
Bu bilgiler ben Katar'a gittiğimde kimsenin malumu değildi.
Bunları ilk önce Katar Emiri ile daha sonra da Katar'a yapacağı bir seyahat öncesinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in danışmanlarıyla paylaşarak günümüzdeki Türk-Katar ilişkilerinin bu tarihi dostluk temeli üzerine bina edilmesini öngördük.
Katar, o yıllarda, dünyanın en sürdürülebilir doğalgaz kaynakları sayesinde dünyanın en zengin ülkelerinden biri haline gelmesiyle birlikte mütevazi bir yol izliyor, kendisi kadar varlıklı olmayan Dubai gibi şeyhliklerin abartılı, gösterişli yaklaşımları yerine yalınlığı tercih ediyor ve bu haliyle takdirimizi kazanıyordu.
Öte yandan, eğitime, sanata önem veriliyordu. Bu bağlamda ABD'nin ünlü üniversiteleri Cornell ve Georgetown, tasarım okulu Parson's Katar'da da faaliyete geçtiler.
Katar, Osmanlı'dan sonra İngiltere'nin himayesi altına girdi. 1971'de bağımsız oldu.
Bu tarihten sonra, Fransızlar Katar'daki büyük zenginliğin bilincinde olarak Katar'la başta askeri alanda olmak üzere önemli ilişkiler geliştirdiler.
Katar'ın nüfusu 500.000 idi ve bunun sadece 200.000'i çoğu bedevi olmak üzere Katarlıydı.
Çok zengin ve böylesine cılız bir ülkenin ABD güdümünde olmaksızın yaşayabilmesi tabiatıyla beklenilemezdi ve sonunda Katar ABD'nin bölgedeki ileri üssüne dönüştü.
ABD'nin etkisi sonucu, Katar İsrail ile diplomatik ilişkiler kurdu. Doha'da İsrail Temsilciliği diğer Arap ülkelerinin tepkilerine rağmen açıldı.
Yine ABD'nin etkisiyle halkın ilk kez oy kullandığı seçimlerin yapılması bölgede bir ilk oluşturdu ve bu gelişim de başta S.Arabistan olmak üzere totaliter Arap ülkelerinin hoşuna gitmedi.
Bardağı taşıran ise Katar'ın Al Jazira Televizyonunu kurması ve komşu Arap ülke yönetimlerinin bu televizyonda yoğun biçimde eleştirilmeye başlanması oldu.
Günümüzde yaşanan sorunun odak noktasını ve başlangıcını bu konu oluşturur. ABD Katar'a demokrasi aşısı verirken Katar'ın dengeleri biraz da acemice bozduğu anlaşılmaktadır.


Katar’da Emirlik Geleneği

Katar tıpkı diğer Körfez ülkeleri gibi kabilevî toplum yapısına sahiptir. Bu tür toplumlarda idare geleneksel tarzda yani “el hükmü limen galebe/idare galip olanındır” şeklinde  yürütülür. Buna rağmen bölgede kurulan idare ve hanedanlıklar (emirlikler) sağlam geleneksel temellere bağlı olduğu için el değiştirmeden asırlarca devam edebilmektedir.  El değiştirmesi halinde de kolay kabul görmektedir. Körfez’de (gerek büyük devletlerin egemenliği ve gerekse ulusal devletlerin oluştuğu süreçte) birbirine rakip aileler mağlubiyeti kolay/normal kabul ederek, galibin hakimiyetini benimserler. Dolayısıyla çoğu kere  aileler/kabileler  arasındaki çekişmeler aile içi çekişmelerden daha az olur.
Katar, El-Sânî ailesinden önce asırlar boyu el-Musellem ailesi tarafından idare edilmişti (1555 tarihli Osmanlı kayıtlarında aile yönetici olarak görülmektedir). Ancak bu idare bir kabileler konfederasyonu idi. Zira el-Musellem ailesinin gerçek hükmü Katar yarımadasının limanı durumunda olan el-Bida ve etrafından ileriye gitmiyordu. Hatta Bahreyn şeyhlerine de vergi ödüyorlardı.
Eski Arap kabilelerinden Beni Temim’e mensup El-Sâni ailesi ise Necid ortalarından 18. yüzyıl başlarında Katar’a gelerek Fuvayrit bölgesine yerleşti. 19. Yüzyılın ortalarında ise  aile, Şeyh Sani’nin liderliğinde el-Bida etrafına göç etti ve bir süre sonra da idareyi ele geçirdi. Arap yarımadası ve Körfez tarihine bakıldığında bedevî kültür ile ilişkisi olup, kısmen erken dönemde hazerî yani yerleşik hayata geçenler daima yönetici olma avantajını elde etmişlerdir. Burada durum değişik olmamıştır. Önce yerleşik hayata adım atılmış, ardından bölge kabileleri üzerinde egemenlik sağlanmıştır.
El-Sâni ailesi, İngilizler’in Basra Körfezi’nde etkinlik kurduğu yıllarda öne çıkmıştır. Bu süreçte onları Fuvayrit’ten el-Bida (Devha/Doha) taraflarına getiren sebepler bilinmemektedir. Ancak, aynı süreçte Körfez şeyhlikleri ile anlaşmalar yapan İngilizler’in Katar’ın bu yeni yöneticileri tarafından pek hoş karşılanmadıkları bilinen bir gerçektir. Buna rağmen Bahreyn üzerinden Katar’ı etkilemeye çalışan İngilizler, ailenin ikinci yöneticisi olan Muhammed b. Sânî (öl. 1878) üzerinde baskı kurmaya çalışmışlardır.
Aynı sıralarda İngilizlerin bölgedeki faaliyetlerini İstanbul’a bildiren Osmanlı Devleti’nin Basra mutesellimi Katar’a dikkatleri çekmekteydi. Muhammed b. Sânî’nin Osmanlı Devleti ile doğrudan ne zaman ilişkiye geçtiği bilinmemekle birlikte O’nun, İngilizler ile yakınlık kuran Bahreyn şeyhlerine karşılık, Osmanlı Devleti’nin kaymakamı olan Necid kaymakamı Faysal b. Türki ile 1850-60larda yakınlık kurduğu bilinmektedir. Necid bölgesinden gelmiş olmaları ve aynı köklere sahip olmaları bu ilişkinin kolay kurulmasını sağladığı gibi, Faysal b. Türki o sıralarda Vehhabi mezhebini yayma siyaseti ile de uyum göstermekteydi. Aslında bu ilişki ona hem İngilizlere karşı bir himaye sağladı ve hem de Suudilerin öncülük ettiği Vehhabi mezhebini benimsemesine vesile oldu. Faysal b. Türki’nin ölümü akabinde oğulları Abdullah ve Suud arasındaki anlaşmazlıklar bölgeye istikrarsızlık, İngilizlere de müdahale fırsatı verdi. Hatta Faysal’ın oğlu Suud’un kardeşine karşı İngilizler ile yakınlık kurması sahilde bulunan Katar’ı da etkiledi. Aslında bu durum Osmanlı Devleti’nin dikkatinden kaçmadı ve İngilizleri durdurabilmek için bölgede operasyon yapma ihtiyacı duydu.
İngilizlerin baskısının arttığı 1868 yılında Katar emiri Muhammed b. Sânî arayış içindedir. Aradığı fırsat, Midhat Paşa’nın 1869 yılında Bağdat valisi olarak tayin edilmesi ile ortaya çıkacaktır. Midhat Paşa Körfez’de İngilizlerin faaliyetlerini anlama ve ardından önlemek maksadıyla yaptırdığı keşif faaliyetleri sırasında Muhammed b. Sânî ile de irtibata geçmiştir. Nitekim, uzun hazırlıklardan ve sosyal ve siyasal zemini keşfettikten sonra, Osmanlı nüfuzunu Körfez’de güçlendirmek ve İngilizleri durdurmak için 1871’de yapılan Necid/Ahsa askeri seferi sırasında, Muhammed b. Sânî Osmanlı askerlerini Katar’a davet edecektir. Midhat Paşa 1871 sonlarında Katar’a bir tabur asker göndererek Katar’da Osmanlı bayrağını Muhammed b. Sânî’nin evine astırmıştır. Aynı sıralarda Bahreyn’de bir devrim yaptırarak kendilerine El- Halife ailesinin içinden kendilerine taraftar olacak birini emir tayin eden İngilizler, Osmanlı’nın askeri harekatından rahatsız olarak hemen nüfuz alanlarını genişletmek istediler. Eski uygulamalara istinaden Katar emirine de baskı yaparak Bahreyn adına vergi almak istediler. Böylece burada da varlıklarını meşrulaştırarak Osmanlı müdahalesini önlemek istediler. Bu baskı karşısında Muhammed b. Sânî, İngilizlere Osmanlı bayrağını göstererek “burası Osmanlı toprağıdır, bir talebiniz varsa Osmanlı Devleti’ne başvurun” diyerek İngilizlere karşı tavrını net olarak ortaya koymuştur. Osmanlı Devleti de onu fahri kaymakam olarak tayin ederek onurlandırmıştır.
Muhammed b. Sânî gerek yaşı ve gerekse ortaya çıkan yeni durumları dikkate alarak yönetimi 1872 yılından itibaren Katar’ın asıl kurucusu olarak kabul edilen oğlu Şeyh Casim’e devretmiştir. Dolayısıyla bugünlerde Şeyh Hamed’in görevi oğluna devretmesi değil bölge tarihinde, aile tarihinde de bir ilk değildir. Şeyh Casim 1878 yılında babasının ölümünden sonra Osmanlı’nın Katar kaymakamı olarak görevini ölümü olan 1913 yılına kadar sürdürmüştür. Oldukça zeki olan ve siyaseti iyi bilen Şeyh Casim b. Sânî iki büyük gücün arasında (Osmanlı Devleti ve İngiltere) siyaset yapmasını bilmiş, Osmanlı Devleti ile siyasi ve idari ilişkilerinde taviz vermeden; İngilizler ile de kurduğu ticari ortaklıklar ile de bölgenin en zengin inci tüccarları arasına girmiştir. Ölmeden önce de oğullarına İngilizlere karşı Osmanlı Devleti ile dayanışma içinde olmaları vasiyetinde bulunmuştur.
1912-13 yıllarında Osmanlı Devleti ile İngilizler arasında başlayan bölgede nüfuz alanlarının belirlenmesi sürecinde Osmanlı Devleti’nin Kuveyt’ten taviz verirken, Katar’dan taviz vermemesi Şeyh Casim’e duyulan güvenden kaynaklanmaktaydı. Nitekim 1913 Osmanlı-İngiliz anlaşmasında Katar, Osmanlıya bağlı “özerk kaymakamlık” olarak tescil edilmiştir. Bu anlaşma aslında Katar’ın gelecekte bir devlet olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır. Zira bu tarihe kadar El-Sânî ailesinin Katar’ın bütünü üzerindeki egemenliği tartışmalı idi. Özellikle Zubara üzerinde Bahreyn’e bağlı kabileler, önemli bir inci avı merkezi olan Udeid üzerinde de Ebu Dabi Şeyhi Zayed’in iddiaları bulunuyordu.
Temmuz 1913’de ölen Seyh Casim yeni gelişmelere şahit olamamıştır. Her ne kadar geleneksel bir şekilde oğlu Abdullah Katar emiri olmuş ise de, aynı zamanda Katar kaymakamlığını üstleneceği için bu durum Osmanlı Devleti’nin onayına sunularak gereken onay da alınmıştı. Aslında Osmanlı-İngiliz anlaşmasının sunduğu bütün Katar üzerindeki egemenlik Şeyh Abdullah’a nasıp olmuştu fakat birinci dünya savaşı dengeleri yeniden alt üst etti. Katar İngiliz işgaline uğradı ve 1916 yılında Katar emirini de diğer Körfez Şeyhliklerinin sistemi (Trucial System) içine almak için bir anlaşma yaptılar; tabii ki buna anlaşma denirse. Anlaşma, Şeyh Abullah’ın İngiltere’den habersiz olarak başka devletler ile ilişkiye girmesini engellemekteydi. Buna karşılık, İngiliz himayesi tesis ediliyor ve “denizden gelebilecek tehditlere karşı koruma” garantisi veriliyordu. Oysa Katar’ın İngilizler’in tahrik ettiği Bahreyn dışında denizden aldığı ciddi bir tehdit bulunmamaktaydı. Bu tehdit de Osmanlı Devleti’nin oradaki küçük bir müfrezesi ile engellenebilmekteydi. Her ne kadar bu müfreze askeri bir güç sayılmıyor ise de orada Osmanlı egemenliğinin sembolü olarak Katar’ı himayeye yetiyordu. Bu açıdan bu anlaşmanın aslında Osmanlı Devleti’ne karşı yapıldığını söylemek mümkündür. Savaş sonrası bölgede etkin bir İngiliz kontrolü kurulduğu gibi, Amerikalıların Suudi Arabistan’da başlattıkları petrol faaliyetlerine paralel olarak İngilizler de  1935 yılında Katar ile petrol imtiyazı anlaşmasını imzaladılar ve 1938 yılında ilk petrol kuyusunu kazmaya başladılar fakat II. Dünya Savaşı’nın başlaması nedeni ile petrol faaliyetleri durduruldu.
Bu sırada ilk defa daha önce Katar tarihinde olmayan bir gelişme oldu. Kabilevî toplumda veliaht ilan edilmez. Onu gelenekler belirler. Oysa İngilizlerin etkisi ile Şeyh Abdullah’ın ikinci oğlu Şeyh Hamed veliaht ilan edildi. Muhtemelen bu da petrol imtiyazı ile ilgilidir. Zira bu tür kaygan zeminlerde elde edilen imtiyazların korunması zordur. Bu yüzden sistem içinde kendilerine medyun birinin  olması önemliydi. Ancak veliaht babasından kısa bir süre önce 25 Nisan 1948’de öldü. Şeyh Abdullah da yerine diğer oğlu Şeyh Ali’yi Katar’ın yeni veliahdı ilan etti (27 Mayıs 1948). Aynı yılın Ağustos ayında ise oğlu lehinde idareden feragat ederek Katar’ın yeni emiri Şeyh Ali oldu. Bu durum Katar tarihinde oğul lehine yapılan feragatin ikincisidir. Şeyh Ali petrol üretiminin başlaması ile Katar’da etkili bir idare kurmaya gayret etti. Ayrıca İngilizler ile petrol imtiyazını yeniledi. Kendisi de Ekim 1960 yılında oğlu Şeyh Ahmed lehine idareden çekilerek bu geleneği uygulayan üçüncü kişi olacaktır.

Katar Hanedanında Kol Değişikliği

Şeyh Ahmed, dönemi Katar’da modern devlet dönemine girişi temsil eder. İlk bakanlıklar onun zamanında oluşmaya başladı. Bu arada İngiltere’nin bölgeden çekilme kararı sırasında Birleşik Arap Emirlikleri oluşturma faaliyetlerinin dışında kalarak 1971 yılında bağımsızlığını ilan etti. 1972 yılında yeğeni Şeyh Halife bin Hamed idareyi ele geiçirince ailede yönetim soy ağacı da değişmiş oldu. Şeyh Halife geçmişte Maliye ve Dışişleri bakanlıkları gibi önemli görevlerde bulunmuş ve Katar’ın bağımsızlık döneminde İngilizler başta olmak üzere diğer devletler ile ilişkiler tesis ettiğinden, idareyi ele geçirmesi ve kabul görmesi de oldukça kolay olmuştu. Onun zamanında 1991 yılındaki petrol aramaları sırasında bir tek alanda bulunan dünyanın en zengin gaz rezervleri keşfedildi. Tabii olarak imtiyaz avcıları yine aktif idi. Petrolden bağımsız bir yapılanma kuran Katar’da Emir’in oğlu Şeyh Hamed (bugünlerde idareyi devreden) babasına karşı bir devrim yaparak 1995 yılında idareyi ele geçirdi. Aslında o 1977 yılında veliaht olarak ilan edilmişti ve belki de uzun yıllar babasının kendi lehinde idareden çekilmesini beklemişti. Savunma Bakanlığı görevini yürütüyordu. 1995 yılında resmi törenle babasını yurt dışına uğurladıktan sonra idareye el koydu. Elbette bu konuyu açıklamak için yeterli belgeler yoktur veya bunlar açıklanmamıştır. Ama bir gün tarih bu konuyu da yorumlayacaktır.

Şeyh Hamed İdareyi Neden Bıraktı?

Şeyh Hamed, İngiltere’de Sandhurst Askeri Akademisi’nden mezun olmuştu ve batıyı çok iyi tanıyordu. 1992 yılından itibaren de ülkesinin idaresinde oldukça etkili idi. Ülkesinin sahip olduğu imkanların önemini biliyor ve bunlar üzerinden dünyada nüfuz kazanma peşinde koşuyordu. Ülkesindeki geleneksel sistem Suudi Arabistan’ı takip ederken; bir taraftan da Anglo-Amerikan sisteminin de yerleştirilmesine imkan hazırlıyordu. Sportmen bir kişiliği olan Şeyh Hamed ülkesine daha ziyade dünyada seçkin zümrelerin yaptığı sporların (tekne yarışları, tenis, golf vs) şampiyonluk yarışmalarını taşıyarak Amerika, Avrupa sosyetesi içinde yer almaya ve uluslararası kulüplerin desteğini sağlamaya çalıştı. Bütün bunlara rağmen  Şeyh Hamed 2000li yılların başında büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Bahreyn ile aralarında sürmekte olan Havar adaları meselesinde Uluslararası Adalet Divanı Katar aleyhinde karar vererek, altı petrol ve gaz dolu adaları Bahreyn’e terk etti. Bu tarihten sonra Şeyh Hamed siyasi ilişkilerini İngilizlerden ziyade Amerikalılar ile geliştirmeye önem verdi. İkinci Körfez Savaşı da ona istediği fırsatı verdi. Ülkesini ABD üslerine açarak Irak’ın işgaline taraftar oldu. Aslında böylece siyasetini ABD’ye dayandırırken, bir taraftan da önce Irak, ardından İran’dan tehdit aldıklarını düşünen Körfez ülkelerinin de adeta hamisi oldu. Körfez İşbirliği Teşkilatı’nın merkezinin ve başkanlığının Katar’da olması bunun en önemli göstergesidir. Kısa zamanda Katar küçük bir Amerika’ya döndü. Devasa gökdelenler inşa edildi. Bankacılık sistemi geliştirildi, bölge ve dünya meselelerinin tartışıldığı onlarca platforma ev sahipliği yapmaya başladı. Tanıtım konusunda hiçbir fedakarlıktan kaçmayan Şeyh Hamed bu uğurda milyarlarca dolar harcadı. Hatta ülkesini 2022 FIFA Dünya Kupası ev sahibi yapmayı da başardı. Bu arada İngiltere’yi küstürmedi. Katar Havayolları ve al Jazeera gibi alanlarda büyük ortaklıklar tesis etti. Kurduğu Katar Vakfı (Qatar Foundation) dünyada pek çok projeye destek vermeye başladı.
Şeyh Hamed, Arap baharı sürecinde bölge liderleri arasında en aktif rol oynayan lider oldu. Sokak hareketlerini doğrudan destekledi. Ardından Tunus ve Mısır’da iktidarların yeniden şekillenmesinde rol oynadı, finans kaynağı sağladı. Tabii olarak popülaritesi arttı ve hem sevenleri hem de nefret edenleri çoğaldı. Suriye meselesinde de aktif rol üstlendi. Hem Hamas ve hem de Suriye muhaliflerine kapılarını açarak her türlü desteği sağladı. Gazze ile ilişkileri ve bölgeyi ziyareti İsrail tarafından bile sessizlikle geçiştirildi. Suriye meselesinde Türkiye ve Suudi Arabistan’ı ikna edip aynı safa çekerken; bu siyaseti yüzünden Birleşik Arap Emirlikleri ve Cezayir gibi ülkelerin husumetini kazandı. Ve nihayet 25 Mayıs’ta oğlu Temim lehine idareden çekilen Şeyh Hamed artık tarih oldu.
Yukarıda anlatıldığı gibi O’nun oğlu lehine idareden çekilmesi tuhaf karşılanacak bir durum değildir. Zira bu idare devri aile geleneğinde vardır. Asıl sorulması gereken sorun neden çekildiğidir. Elbette kulislerde dolaşan bir çok söylenti vardır. Özellikle Arap Baharı ve Suriye sürecinde çok yorulduğu ve şeker hastalığının arttığı; eşi Moza’nın daha önceki veliahdı (birinci eşinden olan oğlu) azlettirip oğlunu yerine getirdiği gibi, şimdi de oğlunu emir yapma arzusu söylentiler arasındadır. Birinci söylentinin fiziksel göstergesi ortadadır. Şeyh Hamed son aylarda hızlı bir şekilde zayıflamıştır. İkinci söylenti de doğrudan uzak değildir. Zira Körfez’in en güçlü kadını Şeyha Moza’dır ve bunu yaptıracak güçtedir.
Ancak bütün bunlar, feragat nedenlerini ve zamanlamayı tam olarak açıklamaktan uzaktır. Bunun gerçek nedenini tarihe bakarak ve ayrıca gelecekte Şeyh Temim’in uygulamalarından anlamak mümkün olacaktır. El-Sânî hanedanının idaresindeki bütün el değiştirmelerin olağanüstü uluslararası dönüşümler sırasında ve sonrasında yaşandığı dikkatli okuyucuların gözünden kaçmayacaktır. Bu vesile ile bugünlere de bu gözlükle bakmak hiç de yanlış değildir (II. Cenevre toplantısının mimarlarından olan Şeyh Hamed’in bu toplantıdan önce görevini bırakması bir tesadüf müdür?). Ama babası gibi İngiltere’de Askeri Akademi’de eğitim alan Şeyh Temim’in siyaseti, “aradığımız nedenleri” daha somut bir şekilde ortaya koyacaktır.