11 Kasım 2015 Çarşamba

Sabiha Tansuğ 50 kurus

Ünlü halkbilimcimiz Pertev Naili Boratav adına düzenlenen 'Halk Bilimleri Ödülleri', 10. yılını tamamladı. 2007 ödülü, Sabiha Tansuğ'a verildi. İşte 50 yıldır kendini Anadolu giyim kültürüne adayan, bu alanda çok zengin bir koleksiyonu olan, bu koleksiyondan seçmelerle dünyaya kültürümüzü tanıtmaya çalışan ve dünyada ilk kez halk giysili gelin başıyla madeni paraya resmi basılan Tansuğ'un anlattıkları... 
Çocukluk yılları: Gümülcine'de doğdum. Çocukluğum Tire, Manisa, Akhisar, Bergama'da geçti. Kız çocuğu doğar doğmaz bir çeyiz sandığı olurdu. Doğumunda dikilen, örülen güzel şeyler 'Çeyizine' denip o sandığa atılırdı. Teyzem ayrıca "Geliri Sabiha'nın çeyizine" deyip mercimek, nohut ektirmişti. Çok kıymetliydim, ailenin tek kızıydım. Çeyizim Gümülcine'de kaldı. 1941'de göç ettik Ege'ye. Giysiye, süse püse çocuk yaşımda bile çok düşkündüm. 
Yöresel giysilerle tanışma: İlkokul birinci sınıfta, 23 Nisan'da bir 'eğribaş' giydirdi annem. Bu, yöresel giysilere duyduğum ilgi, sevgi ve merakın temeli oldu. Göztepe Kız Sanat Enstitüsü'nün en güzel giyinen kızlarındandım. Şapkalar yapıp satardım. Kemeraltı'nda satılan taş kuklalara elbise dikerdim. Anadolu giysilerinden esinlenirdim. 
Müze fikri ve Piyer Loti kahvesi: 1963'teki Avrupa gezim çok önemli. O ülkelerde gördüğüm kostüm müzeleri çok ilgimi çekti. 'Tek bir Anadolu köyü kocaman müze olur' diye düşündüm. Viyana ve Paris'te gördüğüm kafelerde de aklım kaldı. Ülkeme döndüm. Mayıs 1964'te Piyer Loti kahvesini açtım. Çok tutuldu, sevildi, hâlâ unutulmadı. Eski Türk kahveleri gibi restore ettim. 1964 İstanbul'u akın etti. Yer bulabilmek için günler önce randevu alınırdı. 
Koleksiyon macerası: 1965'te gazeteci Haluk Tansuğ'la evlendim. Bodrum'a giderken otobüsümüz Milas'ta bozuldu. Tamiratı beklerken çevreyi dolaşıyordum. Birinci sınıfta giyip unutamadığım eğribaşla karşılaşmaz mıyım? Büyülenme yaşadım. 35 liraya aldım. Değişik yörelerde gördüğüm başlıkları hatırladım, 'Niye biriktirmiyorum?' dedim. Ve işte hayatımı adadım. 
Parada fotoğraf: 1968'de Galatasaray Yapı Kredi Bankası'nda 'Anadolu Kadın Başlıkları' sergisi açtım. O zamanki Darphane Müdürü Sait Tanaçan, "Bu başlıklardan biriyle fotoğrafınızı alıp madeni paralarımızdan birine basmak istiyorum. İzin verir misiniz?" dedi. Çok sevineceğimi söyledim. 'Ankara gelin başlığı'yla fotoğrafım çekildi. 'Karşılığında hiçbir talebim olmayacağına' ilişkin kâğıt da imzaladım. Üç yıl geçti. O sergiyi önce Japonya'ya, sonra Paris'e götürdüm. Paris'teyken kayınvalidem resmimin madeni 50 kuruşluk üzerine basılıp piyasaya çıkarıldığını söyledi. Birkaç gün sonra da bir 50 kuruşluğu mektupla gönderdi. Çok heyecanlandım. Kanatlanıp uçuverecektim sanki. Böyle bir şey dünyada ilkti. En sevindiğim olay, sanırım buydu... 



Çocuk dünyayı görmeyince...
Kültür Bakanı ne dedi?: 1974'te müze açılması için devlete başvurdum. Zamanın Kültür Bakanı telefon etti, "Tut bir kamyon, götür onları Topkapı'ya teslim et" dedi. Devletin ilgisi bu kadar işte! Semih Ünver, Strasbourg'da sefirdi. Bir yıldır Avrupa'da dolaşan sergimi davet etti. Öğle yemeğinde Fahrettin Kerim Gökay da vardı, söz yine bu müzeye geldi. Ünver duyduğu bir sözü bizlere nakletti, büyük yaradır benim için. "Sabiha hanım, yetkililer 'Biz bir kadına mı kaldık' diyor" dedi. O gün bu gündür hiç sesimi çıkarmıyorum.
İki kitap, 200'den fazla makale: Şevket Süreyya Aydemir, "Senin müzen kurulmayacak" demişti, "Senden sonra koleksiyonun yağmalanacak, kalanlar bir müzenin bir köşesine konacak, üzerine resmini asacaklar. Bu topraklarda devedikeni yetişiyor, adam yetişmiyor, seni anlamazlar Sabiha kız." Anlaşılmadım. Kısacası yok sayılıyorum. Birikimlerimi gelecek kuşaklara bırakmak istiyorum. Bunun için 'Türklerde Çiçek Sevgisi ve Sümbülname' ve 'Türkmen Giyimi' adlı iki kitap, 200'den fazla makale yazdım. Ama kimin umurunda?
Hırsızlar neler çaldı?: 1965'le 1980 arasında çok zengin bir koleksiyon oluşturdum. Haziran 2007'de en seçme 430 parçası çalındı. İçlerinde Anadolu vardı, değeri parayla ölçülmez. Kimvurduya gitti. Sen istediğin kadar koru, çok sıkı güvenlik önlemleri olmadıkça, bu tehlike her an mevcut.
En büyük üzüntü: En üzüldüğüm şey, koleksiyonumun müzeye dönüştürülmemesi, bu muazzam birikimden kimsenin haberdar olmayışı, bu kültürü dünyaya tanıtamamak, sosyolojik ve antropolojik çalışmalara kaynaklık edecek bu hazinenin gün ışığına çıkamayışı... Bundan büyük üzüntü mü olur? Çocuğu dünyaya getiriyorsun ama ona dünyayı göstermiyorsun!

1965 de başlayan Anadolu kadın başlıkları koleksiyonu 1967’de Viyana da sergilendikten sonra sergi dönüşü Amerikan Üniversiteliler derneğinde başlık defilesi ve 1969’da 40 Anadolu kadın başlıkları büstler üzerinde broşürü basılarak Beyoğlu Yapı Kredi Bankasın da Sergilendi ziyaretçi akınına uğradığı gibi basını da etkiledi. Sanat ortamında olay oldu ve Ankara gelin başlığı ile Darphane tarafından çekilen fotoğrafım 1971 Nisan ayında madeni 50 kuruşların üzerine basılarak para aktivitesine katıldı…Sonra her başlığın giysi türünü baştan ayağa tamamlamak için baştan aşağıya Anadolu’yu köy köy , kasaba, kasaba gezerek yerinde araştırılar yapıp , notlar alınıp halk dilinde giyim, dikiş, nakış adları tespit edip etüt yapıldı ve fotoğraflarla belgelendi.Bunun yanında Anadolu başlık ve giysi takıları , Türk Hamamı , Türk kahvesi geleneği konulu koleksiyonlar oluşturuldu. Ayrıca Osmanlı gelenekleri, Marmara ve Ege yöresi Kütahya Germeyanoğulları beyliği Orta Anadolu , Güney Anadolu , Doğu Anadolu, Karadeniz, Batı Trakya bu koleksiyonda yer aldı. 

İstanbul kültür şehri seçilince oturduğum Daireyi boşaltıp aynı cadde üzerinde kiraya çıkarak restore ederek ve sanatçıların dostların da yardımı ile modern bir müze hazırlandı.2o12 yılının sonbahar döneminde davetiyeler ile Sabiha Tansuğ Kültür ve sanat evi olarak resmi açılışa davetliler katıldı. Vitrinlerde sergilenen konular kış odasında yaşam , Kahve ikramı töreni , gelin hamamı , bebenin kırk hamam töreni ,1600 ile 1925 e kadar kadınların değişen sokak giysileri ve kadın erkek giyimlerinin zaman içinde gelişen değişimi belge ve bilgi ile fotoğraflar ile birinci salonda sergilendi. ikinci salonda Marmara, Ege, Yörük ,Türkmen ,Manav giyimleri oyalı hotozlar İstanbul ,Bursa , Ege ve Anadolu kadın başlıkları başa örtülen iğne oyalı bin bir çiçekli yazmalar sergilendi. Hediyelik eşya ve Tansuğ’un kitapları dergi yayınları butik bölümünde yer aldı. bir köşede ödüller vitrini serginin son bölümünü oluşturuldu ve sonra kütüphane sistemine göre numaralandırılmış kitap odasına geçilip ada manzaralı masada oturup bir Türk kahvesi veya çay ikramı ile ziyaretçiler kültür sohbeti içinde bu müzeden serginin bilgi donanımı içinde ayrılıyorlar.Yarım asır ve elli yıllık evrensel olan bir kültür çalışması teknolojinin gücü ile dünyaya açılıyor.

Sabiha Tansuğ Kültür Evi- Butik Müze


Sabiha Tansuğ Kültür Evi- Butik Müze

İstanbul çok acayip bir yer :) Benim kadar gezmeyi seven birini bile her an şaşırtabilecek sürprizler var burada. Nereden neyin çıkacağı belli olmadığından en iyisi kendinizi tesadüflere bırakmak…

İşte son keşfim: Türk kıyafet ve başlıklarının yer aldığı bir butik müze: Sabiha Tansuğ Kültür Evi... Yeri ise Mecidiyeköy Ortaklar girişinde.


Bu sergi, eski gazeteci ve araştırmacı Sabiha Tansuğ’un kişisel koleksiyondan oluşuyor, yeri Ortaklar Caddesinde bir apartmanın en üst katında. Elinizi kolunuzu sallayarak gidemiyorsunuz. Ancak bir gün önceden arayıp haber verirseniz, sizi güleryüzlü iki kişinin karşılayacağına emin olabilirsiniz: Sabiha Hanım ve Ayhan Kaptan. Tümüyle kişisel imkanlarla hazırlanmış bu butik müzeyi, onlarsız gezmenin de bir tadı olmazdı zaten. Kıyafetlere bakıp geçerdik, halbuki hikayelerini duyunca hayranlık duygusuyla doluyorsunuz.

Eski Türk kültürüne ve kıyafetlerine meraklı olanlar, kültür değişimimizi kıyafetler üzerinden takip etmek isteyenler, modaseverler… Hiç vakit kaybetmeyin ve burayı görün.

Benim nasıl haberim oldu derseniz... Almanya'dan gelen misafirlerim, İstanbul’a geldiklerinde orayı görmek istediklerini söylediler. Onlar söylemese asla bulamazdım zaten. Sabiha Hanım’ın numarasını buldum, aradım, randevu aldım ve misafirlerimle beraber, güneşli bir İstanbul sabahı yola koyuldum. 

Önce size Sabiha Hanım'dan biraz bahsedeyim, sonra da onun anlattığı konular içinde aklımda kalanlardan...



Sabiha Hanım, Yunanistan Gümülcine doğumlu bir Türk, mübadalede değiş-tokuş yapılmayan, İstanbul Rumlarına karşılık Yunanistan'da kalması kabul edilen 10.000 kişiden biri. Ancak 2.Dünya Savaşı çıkınca ve Almanlar ilerleyince, 1941'de zorunlu olarak Türkiye'ye göç etmek zorunda kalırlar. Aile, Ege'ye yerleşir. Bu göçten ötürü epey yokluk çekerler. Sabiha Hanım, o zaman 8 yaşında sarışın mavi gözlü küçük bir kızdır ve okuldaki diğer çocuklardan görünüm olarak çok farklıdır... Bir gün okul müsameresinde Eğribaş adı verilen bir gelin başlığı giydirilir, ona çok yakışan bu başlığı Sabiha Hanım çok sever. Annesine göstermek ister ama o zamanın imkan(sızlık)ları nedeniyle bu başlıkla bir fotoğrafı bile olamaz. Bu anı, onun yıllar sonra bu işe gönül vermesinin ilk noktasını oluşturur.
Daha sonra Kız Teknik Enstitüsünde okur. Müzede gördüğümüz dikiş makinasıyla yıllarca şapka, porselen bebek elbisesi diker. Bir yandan da gazeteci olarak görev yapar. Sonradan eşi olacak gazeteci meslektaşı Haluk Tansuğ (ki kendisi Osmanlı ailesinden gelen bir beyefendiymiş,Osmanlı'nın Mısır Valisi dedesiymiş) ile gazete yazıları için Türkiye'yi dolaşırken görev arabaları Milas'ta bozulur. Köy kahvesine girerler ve Sabiha Hanım yıllar öncesinden hatıralarında kalan o Eğribaş başlığının hala kullanılıp kullanılmadığını sorar. O başlığı bulur ve satın alır. Ondan sonraki hayatı, Anadolu'da hızla yok olan bu kültürü henüz kaybetmeden bulmak ve toplamak tutkusu ile şekillenir.
Pierre Loti kahvesini de 1964-1979 yılları arasında işleten Sabiha Tansuğ'nun hayatı bir romana eşdeğer diyebilirim. 1970'lerde 50 kuruşların üzerine Sabiha Hanım'ın portresi basılır. Bu, onun hayatındaki en gurur verici olaylardan biri olur.
Sabiha Hanım topladığı giysi koleksiyonlarını, yine 1970li yıllarda Japonya'ya götürür. Sergi büyük bir ses getirir, Sabiha Hanım ve eşi, İmparator nezdinde ağırlanır. Japonyanın en ünlü giysi araştırmacılarıyla çalışması sağlanır. Sabiha Hanım'ın yazdığı onlarca makale ve yazıyı, duvarlardaki THY Skylife'ın ve Cornucopia dergilerinin sayfalarında bulmak mümkün...

Sağdaki bir Alevi Gelini, yanındaki hanım ise yengesi. Gelinin duvağı yedi renkten oluşuyor, gökkuşağı gibi. Yanlarında duran bayrak ise yine 7 renkli ve düğün evine takılıyor. Yengenin başı bağlı, uzun bir yeşil duvağı var. "Başı bağlı", yani evli terimi buradan geliyormuş. Kıyafetler, Şaman kültürünü yansıtıyor. Hala Anadolu'da bazı Alevi köylerinde benzer kıyafetleri bulmak mümkünmüş.


Bu hanımlar yerleşik ve şehirliymiş. Neden derseniz... Kıyafetleri, ata binmeye veya fonksiyonel bir iş yapmaya hiç uygun değil. Ayakkabıları çok narin. Şalvarları o kadar büyük ki, kıvırıp beline sıkıştırmak zorunda kalmış. Bu tarz yandan, beline sıkıştırma, Romalılardan kalma kültürün bir devamıymış.


Bu çift bir Yörük çifti. Kıyafetleri neredeyse unisex. Birbirine çok benziyor ve ilikli düğmeli. Yani epey fonksiyonel. Şalvarları ata binmeye musait. Göçmen insanlar.

Dünyada bugün bile 3 çeşit giyim varmış:
1-Sarma giyim: Bugün Hintlilerin kullandığı gibi
2-Bağcıklı giyim: Romalılar, Yunanlılar ve Arapların kullandığı. Bizde, eski Anadolu'da, yerleşik kültürdeki şehirlilerin kıyafetleri. Kıyafetler büzülerek sabitleniyor.
3-İlikli düğmeli giyim: Nomadların, yani göçmenlerin giyimi. Fonksiyonel. Bugün modern dünyada neredeyse hepimizin kullandığı tarz. Pantalonlar, fermuarlar, düğmeler...

Bu köylü kızında karışık bir stil var. Üstü bağcıklı, altı şalvar. Yani üstünde bağcıklı yerleşik şehir giyimi varken, altında göçmen kıyafeti olan kullanışlı bir şalvar var. Farklı tarzların birbirine karıştığının simgesi.


İstanbul'da bayanların kullandığı "şapkalar" daha doğrusu yoşmaklar.Oyalarla süslü bu rengarenk yoşmaklar, evde giyiliyormuş, sokağa çıkarken kapanılıyor.



Bu da erkek başlığı. Yine İstanbullu bir erkeğe ait.
Şehirde, varlıklı bir aile yemek yiyor. Kaşıklar, kaplumbağa kabuğundan. Sini, yuvarlak. Soba yuvarlak, tabaklar yuvarlak... Duvardaki desenler de... Sabiha Hanım, Eski Türklerin güneşe taptığını ve güneşin kutsallığı nedeniyle, kültürümüzde dairesel formların hakim olduğunu anlatıyor bize... Sini, bir nevi güneş gibi parlıyor.






















İstanbul'da şehili bir kadın ve erkek. Kıyafetleri yine birbirinin aynısı. Eskiden kültürümüzde sadece kıyafetler değil, kadın ve erkeğin toplumdaki yeri de aynıymış. Halk danslarımızın beraber oynanıyor olması aslında bunu bizlere kanıtlıyor.


Misafir ağırlama
Bir misafir töreni. Oturan hanım, misafir. Küçük "kadın nargilesi"nden içiyor. Diğer 3 kişi ise ona hizmet ediyor. Hizmetkarlardan biri sadece tepsiyi tutuyor, biri kahve cezvesini, en sağdaki ise kahveyi boş fincana doldurup ikram ediyor. 

Hizmetkarların manşetlerine dikkat ederseniz, düğmeyle bağlı olduğunu görürsünüz. İş yaparken takılmaması gerekiyor. Misafirin ise manşeti yarık ve abartılı, uzun... Osmanlıyı anlatan dönem dizilerinde de görüyoruz, abartılı, uzun manşetler, evin hanımlarının kıyafetlerinde bulunuyor. 


Farklı örtünmeler

Bunlarda Osmanlı'daki farklı örtünmeler... 

Kırmızı olan ferace. Kadını oldukça güzel gösterdiği düşünülünce bu giyim bırakılmış ve başka örtünmeler benimsenmiş.
Ferace
Soldaki çarşaf, Nazım Hikmet'in babaannesine ait. Sarmalı giyim, yani Hint usulu bir giyim. Şehirli zengin kadın asla siyah giymezmiş, o yüzden bu çarşaf da beyaz ipek üzerine gerçek altın sırmalardan oluşuyor.
Nazım Hikmet'in babaanesinin çarşafı (sağda)
Alt soldaki çarşaf, İstanbul hanımefendilerinin batı giyimine benzeyerek oluşturdukları bir tarzmış. Başörtüsünü arkadan fiyonkla bağlayıp saçlarının yarısını açıkta bırakıyorlarmış. Etek de geç 19.yy Avrupa modasının bir örneğiymiş. Yani bir nevi "yasak deliyorlarmış". Daha sonra erkek ahalinin şikayeti üzerine padişah bu giyimi yasaklamış ve bu sefer, resmin sağında gördüğünüz Şam usulü Maşlah'a geçilmiş. Maşlah, kolay bulunan ve giyilen bir kıyafet olduğundan şehirlerde ve köylerde yaygınlaşması kolay olmuş. Sergide bulunan Maşlah, Sabiha Hanımın kayınvalidesine ait.
Cumhuriyet öncesi, Batı usulü moda ve maşlah

Sergiye ait küçük gezimiz burada bitiyor. Devamını orada görebilirsiniz.

Bundan sonrası için... Ben bile bu sergiyi tesadüfen bulduysam pek çok kişinin de aynı derecede, böyle bir hazineden habersiz olduğuna eminim. Bu sergi ve en önemlisi altında yatan onca bilgi ve araştırma, geniş kitlelere ulaşmazsa bu, ülkemiz adına çok büyük bir kayıp olur. Onca bilgi, ve toplanmış tarihi eserin korunması, Sabiha Hanım'ın ömrüyle sınırlı kalır.

O nedenle bu yazıyı okuyan herkese bir gün yarım saatlerini ayırıp orayı gezmelerini tavsiye ediyorum. Duyduklarınız ve gördüklerinizle beraber, bu geziden pişman olmayacaksınız, eminim. Şimdiden iyi gezmeler... :)
Misafirlerim ve ben... En sağdaki hanım, Sabiha Tansuğ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder