30 Nisan 2015 Perşembe

67 YILLIK SIRRI ORDU OLAY ÇÖZDÜ!

DENİZCİLER DONDURMANIN NEDEN BU KADAR LEZZETLİ OLDUĞU ARTIK “SIR” OLMAKTAN ÇIKTI!

Ordu’da “dondurma” denilince ilk akla gelen isim Denizcilerin dondurmasıdır. Çünkü o dondurma çok farklıdır. Ağızda yarattığı tat ve aroması ile tiryakilik yarattığı da söyleniyor. Hatta Ankara ve İstanbul’a da gönderiliyormuş.
Şimdiye kadar Denizcilerin dondurmasının yapılışı sır gibi saklanmıştı. “Meslek sırrı” diyerek hiçbir zaman bu sır açıklanmamıştı. Ta ki, Ordu Olay’a açıklanıncaya kadar, yani bize açıklanıncaya kadar.. Denizcilerin sahiplerinden Şener Beyle, yaza gireceğimiz bu günlerde bir röportaj yapalım, iyi olur diye düşündük. O’na ilk sözümüz “Sırrınızı, biliyorum söylemeyeceksiniz, o yüzden ısrarcı olmayacağım” dedim.. Şener Bey “Yok” dedi “67 yıldır kimseye söylemedik ama bugün size açıklayacağım” dediğinde heyecanlandım. Bu benim için bir şaşırtı oldu.

DENİZCİ AİLESİ
Ama önce dondurmayı yaratan Denizciler Ailesinden söz etmek istiyorum; Baba Mehmet Ağa(Denizci)’nın asıl mesleği ayakkabıcılık. Onlar kunduracılık diyor. Oğlu Münir de basit bir tezgâhla dükkânın önünde dondurma satıyor. Dondurmacılığı Perşembe’de Mehmet isimli birinin yanında çalışarak öğrenmiş.. Daha sonra 1948’de Merkez Ortaokulunun (şimdiki Cumhuriyet otoparkının bulunduğu yer) kenarındaki dükkânlardan birinde satış yapmışlar. O yıllarda soğutucular olmadığı için, kışın kuz yerlerde açılan derin kuyularda sıkıştırılarak saklanan  kar’ı kullanıyorlarmış.

KARDEŞLERİN AYRILIĞI
Baba Mehmet Ağa, ayakkabıcılığı bırakıp bakkal ve sebzeciliğe başlamış. Münir de o dükkânın önünde açtığı tezgâhla dondurma satışlarına devam etmiş. Daha sonraki yıllarda üç kardeş (Münir, Yılmaz ve Şener) sinemalarda, cadde ve sokaklarda seyyar dondurmacılık yapmışlar..  Bu beraberlik 1967 yılına kadar devam etmiş ve o yıl kardeşler birbirinden ayrılmış.. Yılmaz Denizci Fidangör’de şimdiki o köşede “Denizciler” dondurma salonunu açmış. Münir de kardeşi Şener’le birlikte “Penguen” dondurma dükkânında işe başlamışlar. Münir Denizci 31 Ocak 2014’te vefat etmiş. Şener Denizci, ölen abisinin oğlunu, yani yeğeni Hasan’ı yanına almış,şimdi  beraberce Penguen’i çalıştırıyorlar.

DONDURMANIN SIRRI
Gelelim o ünlü dondurmanın sırrına.. “Denizcilerin dondurması neden bu kadar ünlü ve özel?” Şener Bey şöyle anlatıyor: “Dondurmanın ana maddesi süt ve salep. Biz bu karışımın içine ithal (Yunanistan’dan) Damla sakızı koyuyoruz. Damla sakızı Yunanistan’ın Sakız Adasından geliyor ve biz bunu İstanbul Kapalı Çarşı’dan satın alıyoruz. Kullandığımız salep, Türkiye’de en pahalısı. Akdağmadeni’nde yetişiyor. Biz bu salepten başkasını asla kullanmıyoruz. Çünkü bir numara.. Bir de bu karışımın içine tarçın ve şeker ilave ediyoruz. Şöyle bir toparlarsak, süt, salep, tarçın, damla sakız ve şeker kullanmış oluyoruz.. Bütün bunları büyük bir kazanda 8’le 10 saat arasında kaynatıyoruz. Şöyle bir misal vermek gerekirse, düşünün l kilo sütün yarısı buharlaşana kadar kaynatıyoruz. İşte bizim sırrımız bu. Bu sırrı 67 yıl sonra ilk kez siz çözüp, kamuoyuna açıklamış oluyorsunuz…

LEZZET KALİTEDEN GELİYOR
Penguen dondurmada satışlara başlanmış. Şener Bey bize de ikram ediyor. Geçen seneye göre bu yıl fiyatlar birazcık artmış.. 28 lira olan 1 kilo dondurma, bu yıl 30 liradan alıcı buluyor.. Çünkü malzeme fiyatları çok artmış.. Örneğin salebin kilosu 300 lira.. Damla sakızının kilosu 670-700 liraya çıkmış.. Şener Bey “Ordu’da hiçbir dondurmacı bu fiyatlarla malzeme alıp dondurma yapamaz. Damla sakızını zaten bilemezler.. İşte bizim dondurmamızın sırrı bu” diyor.

ÖZEL FRİGO BUZ
Dondurması özel olan Penguen, farklı tatlarla da dikkati çekiyor. Frigo Buz da onların imalatı.. Frigo Buzun dışı çikolata kaplı, içi vanilyalı dondurmadan oluşuyor. Özel bir ambalaj içinde pazarlanıyor. Aslında Frigo Buz onların yeni imali de değil.. 40-50 sene önce sinemalarda da satmışlar.. Özellikle film aralarında sevilerek tercih ediliyormuş. Hatta söyleniyormuş ki, sırf frigo yemek için sinemaya gidenler varmış.

İKİ AYRI DENİZCİLER
Ordu’da Denizcilerin 2 ayrı iş yeri var. Biri Fidangör’de “Denizciler” adı ile diğeri Öğretmenevi’nin karşısında “Penguen” ismi ile hizmet veriyor.  Her ikisinin imalatı da ayni.. Yani ayni malzeme, ayni tat.. Yaz gecelerinde, işyerlerinin önünde dondurma almak için sıraya giren insanların elbette bir bildikleri var !.

DONDURMANIN İNSAN VÜCUDUNA FAYDALARI
Sıcak yaz aylarında en çok tüketilen yiyecekler arasında soğuk bir tat olan dondurma yer almaktadır. Dondurma yaz aylarında serinletici özelliği sayesin de herkes tarafından tercih edilmektedir. İçinde bulundurduğu süt ve süt ürünleri mineralleri sayesin de hem serinletir hem de sağlığa faydaları bulunmaktadır.
Doğal süt ile yapılmış dondurmanın sağlık açısından yararları oldukça fazladır. İçerisin de bulundurduğu protein, karbonhidrat, yağ gibi maddelerle yanında A, D, E, C, ve B grubu vitaminler ayrıca magnezyum, fosfor, sodyum, potasyum, demir ve çinko gibi mineralleri bulundurmaktadır. Bu mineraller ve vitaminler sağlık açısından oldukça büyük faydalar sağlamaktadır.
Özellikle bu mineraller ve vitaminler çocukların sağlığı ve gelişimi açısından çok önemlidir. Dondurma genel olarak sıcak havalarda tüketilen bir besindir. Ancak uzmanlar dondurmanın sadece sıcak havalarda değil, belli zaman aralıkları içerisinde de tüketilmesi gerektiğini belirtmişlerdir.

Röportaj: AHMET GÜRPINAR

Yıldız Holding İTÜ ile anlaştı

Yıldız Holding'in İstanbul Teknik Üniversitesi ile uzun yıllara dayanan ortak çalışmaları, Akademik İşbirliği Protokolü ile hız kazanacak
“Akademik İşbirliği Protokolü” nün imza töreni, 30 Nisan 2015 Perşembe günü İTÜ Rektörlüğünde gerçekleştirildi. Yıldız Holding adına Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ali Ülker, İTÜ adına Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca'nin imza attığı protokol ile üniversite – sanayi arasında çok aşamalı büyük bir işbirliği başlatılmış oldu. Törene, İTÜ Rektör Yardımcıları Prof. Dr. İbrahim Özkol, Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik, Kimya Metalurji Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Beraat Özçelik, Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Gürbüz Güneş, Genel Sekreter Prof. Dr. Tayfun Kındap ile Yıldız Holding Global İnovasyon Başkanı Ahmet Anbarcı da katıldı.
Global bir Türk gıda şirketi olma vizyonu doğrultusunda topluma ve dünyaya değer katacak çalışmalara destek olan Yıldız Holding, bu protokol ile üniversitelerle ortak çalışma platformlarını da çoğaltmış oldu. Eğitime, bilimsel araştırmaya ve toplumsal faydaya önem veren holding, İstanbul Teknik Üniversitesi ile uzun yıllara dayanan ortak çalışmalarını akademik işbirliği protokolü ile bir adım daha ileriye taşıdı.
İmza töreninde konuşan Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ali Ülker, kurumların bilim ve akademi çevreleriyle dirsek temasında olmasının, birlikte ortak projeler üzerinde çalışmasının önemini vurguladı. Ülker, “Global bir gıda şirketi olarak akademik işbirlikleriyle topluma fayda sağlayacak işler yapmak ve bu konuda da öncü olmak istiyoruz. Dünyanın mücadele ettiği sorunlara çözüm bulabilmek için yeni yaklaşımlar gerekiyor. Geleneksel entelektüel alanlar global toplumun karmaşık sorularına cevap bulabilmek için değişiyor. Global sorunlara çözüm üretirken ancak el ele verdiğimiz ortak çözümler etkili oluyor” şeklinde konuştu.
İstanbul Teknik Üniversitesi'nin gıda alanında yaptığı araştırmalarla dünyada da saygın bir yere sahip olduğuna işaret eden Ali Ülker, “Uzun yıllardır pek çok projede üniversitemizden destek aldık, birlikte araştırmalar yaptık. Bu çalışmayı şimdi bir protokolle kalıcı hale getiriyoruz. Protokolün ilk adımı olarak, uluslararası bilim, teknoloji ve sanayi paydaşlarının bir araya geldiği çok boyutlu bir çalışma üzerine yoğunlaştık.
Almanya'dan Kiel Üniversitesi ve Breko GmbH şirketi ile Türkiye'den İstanbul Teknik Üniversitesi ve Yıldız Holding'in inovasyon şirketi NorthStar Innovation, insanlardaki omega-3-yağ asitleri kullanımını arttırmayı hedefleyen fonksiyonel ürün üzerinde çalışacak” dedi.
'Üniversiteyi anlayan sanayi, sanayiyi anlayan üniversite'
Törende konuşan İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca, İTÜ'nün 250. Yılına doğru geri sayıma geçen bir üniversite olduğuna işaret ederek, “Amacımız tam bir araştırma ve inovasyon üniversitesi olarak İTÜ'yü geleceğe taşımak” dedi. Özellikle son 2 yıldır yeni atılan adımlarla girişimcilik ve inovasyonu destekleyen programlar geliştirdiklerine işaret eden Karaca, öğretim üyesi projelerine verilen destek miktarı ve proje sayısının artırıldığının da altını çizdi. Karaca, “Üniversiteyi anlayan bir sanayi, sanayiyi anlayan bir üniversite modeli kurmak arzusundayız. Ülke kalkınmasının sürdürülebilirliği için akademik ve endüstriyel gelişimin birbirini tamamlaması zorunludur” dedi. Karaca, İTÜ'nün işbirliği anlaşmalarına hassasiyetle yaklaştığını, dünya markalarıyla somut ve başarılı adımlar atmayı tercih ettiğini belirterek, “Bu açıdan da Yıldız Holding ile birlikte yürüteceğimiz projelerin yeni değerler üreteceğine inanıyor, bunun için heyecan duyuyoruz. Dünyanın en eski üniversiteleri arasında yer alan yükseköğretimdeki aralıksız 242 yıllık tarihiyle İTÜ ve dünya pazarındaki prestijli konumuyla başarılı uluslararası markaları bünyesinde barından Yıldız Holding'in, akademik çalışmalar ve ar-ge faaliyetleri yürütmesine ilişkin bu protokolün, öncü bir rol üstlenerek yeniliklere kapı açması amaçlıyoruz” diye konuştu.
Ortak projeler çoğalacak
Yıldız Holding son dönemde İstanbul Teknik Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü ile yağ-su emülsiyonlarının stabilitesinin arttırılması üzerine bir çalışma gerçekleştirilmişti. Gıda bilimi ve teknolojisinin sınırlarını genişleten bu çalışma ile elde edilen bilimsel veriler, Yıldız Holding'in ilgili kategorilerinde ürün geliştirme ekipleri tarafından yeni ürün geliştirme çalışmaları için yön verici oldu. Bir başka ortak çalışma ise, çikolatada doğal olarak bulunan ve çok sayıda bilimsel çalışma ile insan sağlığına olumlu etkisi kanıtlanmış olan bazı antioksidantların incelenmesi oldu. Protokolle bu ve benzeri ortak çalışmaların artırılması planlanıyor.
Protokol neleri kapsıyor?
Yıldız Holding'in, ulusal ve uluslararası fonlarla desteklenen projelerinde öncelikli tercih İTÜ'lü öğretim üyeleri ile işbirliği yapılması olacak. Yüksek lisans ve doktora tez çalışmalarını sürdüren İTÜ'lü öğrenciler, ortak ilgi alanına giren konularda Yıldız Holding tesis ve laboratuvarlarını kullanabilecek ve tez çalışmalarını gerçekleştirmek için hammadde, sarf malzeme desteği alabilecek. Ayrıca yüksek lisans çalışması boyunca 2 yıl süreyle, doktora çalışması boyunca 4 yıl süreyle öğrenciler Yıldız Holding bünyesinde yarı zamanlı çalışma hakkı kazanabilecek. Yıldız Holding'de kısa dönem staj yapan İTÜ'lü öğrencilerden staj sonunda seçilenlere 1 yıl boyunca yarı zamanlı çalışma imkânı, eğitimini tamamlayan öğrencilere ise tam zamanlı işe alımlarda öncelik sunulacak.
Yıldız Holding, geçtiğimiz yıl, dünyanın en köklü ve saygın bilim akademilerinden biri olan Harvard Üniversitesi Toplum Sağlığı Fakültesi'ne önemli bir bağışta bulunarak, bu alandaki araştırmaları destekleme kararı almıştı. 10 yıl boyunca Sabri Ülker Merkezi adıyla ve Gökhan Hotamışlıgil liderliğinde çalışmalarını sürdürecek olan merkez, kronik hastalıkların oluşmasını önlemek adına hem Türkiye'den hem dünyadan bilim adamlarının çalışmalarına ev sahipliği yapacak. Bu çalışmaların ışığında diyabetle ilgili ilk bulgularının da yavaş yavaş çıktığının müjdesi verildi.

29 Nisan 2015 Çarşamba

Vekil secilemeyince "Veryansin" kamikazesi


Meslekte irtifa kaybı

İyi ki dünkü, “benim 7 güzel adamım” yazısını yazmışım. Yazı ve sanat hayatımızda, benim için iz bırakan Ahmet Taşgetiren, Hüseyin Kutlu, İhsan Süreyya Sırma, İsmail Kara, İsmet Özel, Mustafa Kutlu, Mustafa Özel'i kısaca anlatınca okuyuculardan merak eden çok oldu.
Google'da da olsa araştırdılar, oradan yazı ve şiirlerini okudular. Sonra onların ne kadar güzel insanlar olduğunu anladılar. Daha nice güzel 7 insan var ülkemizde. Güzel insanları daha yaşarken, kıymetini bilmek ve onlardan bir şeyler öğrenmek bence önemli bir fırsat.
Dünkü yazının bir faydası daha oldu. Bir seviye ve kalite karşılaştırması yapma imkanı bulduk bu güzel insanlar sayesinde. Bir gazeteci ve köşe yazarı olarak, bir şair ve düşünür olarak, hattat ve sanatçı olarak yeni kuşaklarla karşılaştırıldığında, ciddi bir irtifa kaybı yaşadığımızı gördük.

Gazetecilikte durum vahim

Kendi mesleğim, gazeteci ve köşe yazarlığı açısından bakıyorum. Durum hepsinden daha vahim. Mesleğimiz hiç bu kadar seviye ve kalite kaybetmemişti. Gazetelerin manşetleri, birinci sayfaları, köşe yazıları ve haberleri 20 yıllık meslek hayatımda görmediğim kadar bir nitelik kaybı yaşıyor. İşin daha vahimi şu, bu kalite kaybı tüm medya kesimi için geçerli, sadece bir kısmı için değil.
Bir gazete düşünün ki her gün ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı'nı manşet yapıyor, saygısızca ilk ismiyle hitap ediyor, en alaycı, seviyesiz üslubuyla akla zarar suçlamalar ve hakaretlerde bulunuyor. Gazetenin diğer sayfalarında haber adına başka hiçbir şey yok. Ülkenin yöneticilerine hakaret ederek ve uydurma suçlamalarla tek sayfalık gazete yapıyorlar. Bu özellikte, bu seviyede en az 8 günlük gazete yayın yapıyor Türkiye'de.

Hakaretle beslenen köşe yazarları

Bu gazetelerin köşe yazarları, daha düşük bir seviyede, günlük olarak yine ülkenin yöneticilerine, bakanlarına hakaret etme zevkiyle yaşamlarını sürdürüyorlar. Bu insanlara sorsanız kendilerine gazeteci ve köşe yazarı diyecekler. Hakaret ve küfür ettikleri zaman mahkemeye verince de ülkede basın özgürlüğü yok diye bağırıyorlar arsızca.
Hükümet karşıtlığı değil, AK Parti nefreti üzerine siyaset yapan muhalefet olunca, aynı nefretle yayın yapan bir medyanın olması normaldir. Bunu anlarım. Bir de kendine “merkez medya” diyen, tarafsız olduğunu iddia eden gazete ve televizyonlar var. Onlarda da durum çok farklı değil. Amiral gemisi dedikleri gazetenin neredeyse tüm yazarları, hükümete çatmadan, eleştirmeden Nusr-et'e gidip, T-Bond yemiyorlarmış. O kadar öfkeliler yani.
Gün geçmiyor ki bir yalan habere, asılsız köşe yazısına tekzip gönderilmesin, dava açılmasın. Böylesine nefret, hakaret, seviyesizlik ve intikam duygusu hiçbir dönemde görülmedi.
Adını doğru koyalım, kimsenin gazetecilik ve yazarlık yaptığı yok artık. Ne araştırma gazeteciliği, ne yazısı dizisi, ne özel haber, ne derinlemesine analizler, köşe yazıları... hiçbiri yok. Her şey politize oldu, siyasete endekslendi ve onun çevresinde dönüyor artık.

Hükümet yanlısı medyada durum farklı mı?

Diğer medya mahallesinde durum böyle de, bizim mahallede çok mu farklı? İğneyi bizim tarafa batırıyorum. Üzülerek belirteyim çok farklı değil. Bizim mahallede de sürmanşet ve manşet iktidarın yöneticilerine ayrıldı mı, günü kurtarmış oluyorlar. Geride habercilik endişesi, insan yetiştirme derdi olan kimse pek yok.
Bir de nevzuhur yazarlar, gazeteciler, tv programcıları peydah olmuş bizim mahallede. Mahalleye dışarıdan taşınmalarına rağmen, hepimizden daha “İslamcı”, hepimizden daha AK Partili, hepimizden daha “Reisçi, Hocacı”. Fatiha okumasını bilmiyor ama sorsan “hafızım” diyecek kadar da cüretkarlar.

İktidara hakaret eden medyaya, köşe yazarlarına, muhalefete, bizim mahallede en çok bu insanlar hakaret ediyor. Hatta iktidara ve yöneticilerine hafiften eleştiri imasında bulunan kim varsa, bu nevzuhur yazarların hedefi haline geliveriyor. Ne bu üslup, ne bu nefret, ne bu tarz bizim adabımıza, edebimize uyuyor/yakışıyor. Bir tuhaflık var.
Kısacası diğer medya gibi, burada da araştırmacı gazetecilik örneği, özel haber, yazı dizisi ya da benzeri mesleki çaba görülmüyor (burada gazetemiz Yeni Şafak'ın belgelere dayalı habercilik yapma çabasının altını çizmek ve ayrı tutmak gerek).

Sosyal medya cinnet geçiriyor

Sosyal medyayı hiç anlatmayayım. Orası tam anlamıyla cinnet geçiren insanlarla dolu. Herkes birbirini hain, düşman, hırsız, katil ilan ediyor. Geziciler, paralelciler ve Aktroller birbirine karışmış, kimin eli kim cebinde belli değil. Normal yaşamda cinayet sebebi olacak akla zarar iftiralar, suçlamalar, hakaretler havada uçuşuyor, hesap soran kimse yok.
Özetle, Türkiye'de medya çok büyük irtifa kaybetmiş durumda. Daha uluslararası medyamızın olmaması konusunda girmiyorum bile. İddia ediyorum, ajanslar kapanırsa, Türkiye'de hiçbir gazete ve televizyon haber yayını yapamaz. O kadar çok meslektaşımızı işten attılar, o kadar çok kalitesiz, ucuz insan çalıştırıyorlar ki, tüm gazeteleri ajanslar çıkarıyor neredeyse. Bu yüzden gerçek gazeteciler yetişmiyor ve şimdiden gazeteleri bilgisiz ve dengesiz insanlar yönetmeye başladı. Bundan 10 yıl sonrasını düşünmek çok ürkütücü. Bugünkü Twitter fenomenleri, “amiral gemisi” gazeteyi yönetirse şaşırmayın, rota öyle gözüküyor.

Meslekte güzel adamlara ihtiyacımız var

İşte bu yüzden, hangi mahallede olursa olsun ayrım yapmıyorum, bizim güzel adamlara çok ihtiyacımız var. Onlar edeplerinden ve vakarlarından dolayı ön plana çıkmadığı için, meydan kifayetsiz muhterislere kalıyor. Bu güzel adamların, insan yetiştirmesine, yetiştirdiği insanların desteklenmesine ve mesleğimizi bunlara emanet etmemize ihtiyacımız var.
Şu anda meydanı dolduran kifayetsiz muhterislere destek veren herkes; gazete sahibi, iktidar sahibi, güç sahibi fark etmez, aslında kendine, ülkeye ve geleceğimize zarar veriyor, farkında değil.

28 Nisan 2015 Salı

Mayına dayanıklı yerli bot üretildi

Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İbrahim Halil Güzelbey ve ekibinin 12 yıl süren "Mayına Dayanıklı Asker Botu" projesi kapsamında ürettiği "Ediz" adı verilen bot, Sakarya'daki Otokar fabrikasında patlamaya eş değer düşürme testinden başarıyla geçti.Prof. Dr. Güzelbey, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 12 yıl önce başlattıkları ve birkaç kez kesintiye uğrayan projede son aşamaya geldiklerini söyledi.Proje ekibinde yer alan öğrencilerden Ediz Şavkın'ın bir trafik kazasında hayatını kaybettiğini belirten Güzelbey, botun adını da onun anısına "Ediz" koyduklarını ifade etti.
 
Patent almak için başvuruda bulunduklarını dile getiren Güzelbey, şöyle konuştu:
 
"Botumuzu hazırlayarak Otokar'da patlamaya eş değer düşürme testine götürdük. Bir mankenin ayağına giydirilen bot yüksekten platformla beraber düşürüldü. Bot, 20 gramlık İtalyan mayının etkisinin aynısının simüle edildiği testten geçti. Şimdi bir aşama daha var. Üst tarafından da şarapnelden etkilenmemesi için modifikasyon yapacağız"Testte, botun iki defa mayına basmaya dayanabileceğinin görüldüğünü aktaran Prof. Dr. Güzelbey, bunu da patlama testinde görmek istediklerini belirtti.
 
"Botun ayağın kopmasını engelleyeceğine inanıyoruz"
 
Botun üç aşamalı düşünüldüğüne işaret eden Güzelbey, şunları kaydetti:
 
"Patlamanın bir miktarını tahliye etmesi için alt tarafa şekil verdik çünkü patlama milisaniyeler içerisinde oluyor. Ortalama 5 milisaniye gibi bir zamanda patlama etkisini gösteriyor. İkinci aşamada patlamayı absorbe edecek ve şarapnel etkisini önleyecek 10 kattan oluşan malzeme kullandık. Bir de yüksekliğinin avantajı var. Üst tarafın içini de kaplayarak şarapnel etkisini ortadan kaldıracağız. Patlama sırasında ayakta morluk ve ufak tefek yaralanmalar olabilir ama botun ayağın kopmasını engelleyeceğine inanıyoruz."

2 tane tarihi Tevrat

Tarihi Tevrat'a film gibi operasyon!

ADANA'da geçen 25 Aralık'ta ele geçirilen 8 metre 78 santimetre boyunda 44 santimetre enindeki ceylan derisi üzerine yazılı, 1900 yıllık Tevrat olduğu tahmin edilen eser için polisin film gibi operasyon düzenlediği ortaya çıktı.

Operasyonun yapıldığı 5 yıldızlı otelde garson ve otopark görevlisi gibi davranan polisler, 30 milyon dolara satılmak istenen Tevrat'a el koydu, 4 kişiyi gözaltına aldı. Otelin güvenlik kameraları 4 saatlik operasyonu saniye saniye kaydetti
Adana Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, iç savaşın sürdüğü Suriye'den yasadışı yollarla tarihi eser sokulduğu bilgisini alarak harekete geçti. Oluşturulan özel ekip, araştırmalarını derinleştirip, 1900 yıllık olduğu öne sürülen ceylan derisi üzerine yazılmış Tevrat'ın 30 milyon dolara satılmak istendiğini saptadı. Takibi sürdüren polisler, şüphelilerin satış görüşmesi için merkez Yüreğir İlçesi'ndeki 5 yıldızlı otele geleceğini öğrendi. Bunun üzerine operasyon için hazırlıklara başlandı.
POLİSLER GARSON VE OTOPARKÇI KILIĞINDA
25 Aralık günü, şüphelilerin buluşma noktası otelde bazı polisler garson ve otoparkçı kılığında görev aldı. Otelin güvenlik kameralarının kontrol merkezinde görev alan polisler şüphelilerin her hareketini kaydetti. Otelin dışında da sivil polisler, kameralarla operasyonu baştan sona belgeledi.
Uzunluğu 8 metre 78 santimetre, genişliği 44 santimetre olan ceylan derisi Tevrat'a 'dünyada tek orijinal metin' diye müşteri arayan coğrafya öğretmeni T.N.'nin otele girmesiyle operasyon start aldı. Garson kılığındaki polis, oteldeki diğer müşterilere fark ettirmeden T.N.'yi gözaltına aldı. Otel önündeki otomobilde bekleyen Ş.C., Y.Ş. ile S.C.D. de otopark görevlisi kılığındaki polisler tarafından yakalandı. Otomobilde yapılan aramada rulo şeklinde sarılmış ceylan derisi Tevrat ele geçirildi.
'ESKİCİDEN ALDIM'
Tarihi eser kaçakçılığı suçlamasıyla gözaltına alınan 4 şüpheli sorgulanmak üzere Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Suçlamaları kabul etmeyen şüphelilerden Ş.C. "Tevrat'ı eskicilik yapan bir arkadaşımdan aldım. Tarihi olup olmadığını bilmiyorum. Arkadaşım olan T.N.'ye incelemesi için getirdim" dedi.
Coğrafya öğretmeni T.N. de ifadesinde "Arkadaşım beni telefonla aradı, görüşmek istediğini söyledi. Otelin yanında buluştuk. Yanlarında ceylan derisi olduğunu söyledikleri yazıtı getirip incelememi istediler" diye konuştu.
SURİYELİ SIĞINMACILAR MI GETİRDİ?
İstihbarat çalışmalarında tarihi Tevrat'ın İsrail'den işgal altındaki Filistin'e götürüldüğü, buradan da Suriye'ye kaçırıldığı, Türkiye'ye sığınan Suriyeliler arasındaki bazı kişilerin de yurda soktuğu kanısı ağır bastı.
Sorgularının ardından adliyeye sevk edilen 4 şüpheli, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Tarihi Tevrat ise uzmanların incelemesi için Ankara'ya gönderildi

2 bin yıllık Tevrat ele geçirildi

Balıkesir’in Bandırma ilçesinde 2 bin yıllık el yazması Tevrat ele geçirildi.

Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, Bandırma’dan Erdek ilçesine gitmekte olan F.K. ve M.K. isimli şahısların bulunduğu araçta arama yaptı. Yapılan aramada, yaklaşık 2 bin yıllık olan ve tahmini piyasa değeri 400 bin Amerikan doları olan İbranice el yazması Tevrat ele geçirdi. Ön ve arka kapağı ahşap, 68 yapraktan oluşan Tevrat’a el konuldu. Gözaltına alınan F.K. ve M.K, ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı. İHA

Patent+ 4 Cinli


Peidong Wang, Zhijun Chen, Zhihong Cheng ve Li Ying isimli aileler dünyanın en büyük servetinin sahibi olan Rothschildler'e dava açmanın hazırlığında! Belki de açıldı bile...Peki bu aileler KRALİÇE'nin en yakın dostu olan Jacob Rothschild'ten ne istiyordu!
Cevabı HAVADA arayalım...
İsmini saydığımız bu 4 Çinli, 8 Mart 2013'te kaybolan Malezya uçağında bulunuyordu.
Bu 4 isim Freescale Semiconductor firması'nın patent ortaklarıydı!
Peki Freescale Semiconductor şirketi kime aitti?
Evet! Rothschildler'e... Bay Rohtschild bu 4 Çinli ile birlikte bu şirkette 50'den fazlaPATENTİ toplamıştı! Hiç bilmediğimiz buluşlar bu şirketin kasasındaydı! 4 Çinli dışında söz sahibi olan tek kişi Rothschild'ti! Aralarında yaptıkları anlaşma ise uçak kazasından daha da ilginçti!
5 kişi "Hayatta kalan son kişi bütün patentlerin sahibi olur!" maddesine çekinmeden imza atmıştı! Hayat bu! Uçak kayboldu, bütün haklar Rohtschild'e geçti! Bu patentlerden biri uçakların düştüğü NOKTAYI anında gösteren bir cihazdı!
Kazadan sonra bu PAZAR tamamen Rothschildler'in oldu.
80 milyar dolarlık satış öngörülüyordu! Tesadüfe bakar mısınız? "Para"yı anlattık durduk! PARANIN gidemediği yere sen de gidemezdin! Ya da tersi! Sen gidemezsenPARAN da gidemezdi!
Türkiye hedeflerini açıkça ilan ettikten sonra içeride ve dışarıda küçük de olsa sıkıntılar baş gösterdi!
Göstermesi de doğaldı!
100 yıllık sistem değişecek, birileri altında kalacaktı!
Evlerinde oturup bekleyecek halleri yoktu! Bunu biliyorduk! En son İngilizler yine rahatsız oldu! ZİRAAT BANKASI bu kez onları çok ama çok kızdırdı!
Çünkü Türkler çok oluyordu! Ziraat kalkıp ETİYOPYA'ya gitti! Şube açmak için! Kimselere izin vermeyen Etiyopya devleti de İngilizler'in hedefi oldu! Afrika'ya gönderdikleri NOTTA "Neden HSBC değil de Ziraat kabul edildi! Bundan emin misiniz?"diye soruldu!
Bakalım Etiyopya karışacak mı! 

27 Nisan 2015 Pazartesi

Fethullah Gülen’in içtiği bardakta kalan suyu


Yeni kitabında Fethullah Gülen’e yüklenen kutsiyetinin ileri derecede abartıldığını yazan Hanefi Avcı, hocanın içtiği bardakta kalan suyun Cemaat mensupları aracılığıyla içildiğini söylüyor.
Bugün indirilmeye çıkacak meydana gelen kitabında Avcı, “17-25 Aralık darbe girişimi oldukça başarılı olsaydı, cemaate muhalif kimse kalmayacaktı” diyor.
Eski Güven Müdürü Hanefi Avcı, “Cemaat’in İflası / Hoca’nın Ayağının Kaydığı Yer” adlı yepyeni kitabında ‘paralel yapının’ yöntemlerini, yapılanmalarını ve hedeflerini anlattı. Tekin Yayınevi etiketiyle çıkan kitap ilk defa okuruyla İzmir Kitap Fuarı’nda buluşacak.
Paralel yapının hedef seçtikleri kişileri bertaraf etmek için ilk etapta kişilerin telefonlarını dinlediklerini kitabında ifade eden Avcı, örgütün ele geçirdiği bilgileri şahsılara karşı şantaj olarak kullandığını anlattı. Dinlenen şahıslardan ele geçirilen istihbari bilgilerin ve sırların karşılıklı olarak kullanıldığını ifade eden Avcı, amacın vatandaşlar içinde mesele çıkarmak ve bundan istifade etmek olduğunu dile getirdi.
ÖZEL YAŞAMSAL İNTERNETTE YAYDILAR
Paralel yapının dinlediği binlerce insanı özel hayatıyla şantaj yaptığına kitabında dikkat çeken Avcı, özel yaşamla ilgili bilgilerin örgüt aracılığıyla internette yayılarak tehdit arabayı olarak kullanıldığını dile getirdi. İnsanların onurunu zedeleyen paylaşımlar yapıldığını aktaran Avcı, örgütün birden fazla makamı itaate mecbur kılarak, istediğini yaptırdıklarını kaydetti. Avcı, örgütün dinleme ardından ele geçirdiği bilgileri hüküm üyelerinin aleyhinde kullandığını söylerken, çekilen saklı fotoğraflar ve kayıtlar ile birden fazla faaliyet yaptıklarını söyledi. Avcı kitabında paralel yapının 2. yol olarak ise telefonlardan elde ettikleri bilgiyi faydalanarak ihbarlarda bulunduklarını yazdı. Dinlenen bireylerin yeniden bizzat taraftarı müfettişler aracılığıyla incelendiğini ve şahıslara disiplin işlemleri uygulandığını ifade eden Avcı, disiplin suçlarıyla birden fazla kişinin tayin ve terfi işlemlerine müdahale edildi” dedi.
ORDU İÇERİSİNDE YARDIMCI GRUP
Cemaatin, Balyoz, Ergenekon, Casusluk, Fuhuş gibi operasyonlarda ordu içinde var meydana gelen ciddi bir grubun desteğini alarak zanlıların adreslerine yüzlerce askeri belge koyulduğunu ifade eden Avcı, Işık Koşaner’in nasıl dinlenildiğini ve servis edildiğini şu cümlelerle anlattı: “Cemaatin ordu içinde ciddi bir güç oluşturdu. Cemaatin ordu içinde meydana gelmiş birden fazla olayı eleştirip yazmış olması, saklı yapılmış olan toplantıların dışarıya sızdırılarak yayınlanması ve Genelkurmay Başkanı’nın bile konuşmalarının internette yayınlanmasının bunun göstergesi.”
GÖREVDEN ALMALAR 25 ARALIK’I ÖNLEDİ
18 Aralık’ta İstanbul Emniyeti’nin kilit şube müdürlerinin görevden alınmasının, 25 Aralık darbe planını önlediğini söyleyen Avcı, 18 Aralık’taki müdürlerin alınmadığı taktirde 25 Aralık planlarını mutlaka uygulayacaklarını kitabında anlattı. Avcı, planlarda mahkeme kararınıylari süreceklerini söylediği cemaatin Başbakan’ın yakınlarını bile gözaltına alacaklarını ve çoğunun tutuklanacağını anlattı.
TÜRKİYE CEZAEVİ OLACAKTI
Geniş çaplı tutuklamalarla hükümetinin düşürülmesinin planlandığını ifade eden Hanefi Avcı, ilk tutuklamalardan sonra büyük davaya başlama planlarının kurulduğunu yazdı. Yapının Selam-Tevhid davasını ortaya çıkarmayı planladığını ifade eden Avcı, bu planı şu cümlelerle anlattı: “İkinci adımda üst düzey bürokratlar, bakanlar ve MİT Müsteşarı dahil hepsi İran casusluğu yapmaktan gözaltına alınıp tutuklanacaktı. Türkiye genelinde İKK etkinlikleri adı altında muhalif herkesin susturulacaktı. Belirli suçlar isnat edilerek tüm toplumun hizaya getirilmesinin planlandı.” Kitapta anlattıklarının ne abartı ne de rivayet olduğunu yazan Avcı, İstihbarat Teşkilatı’nın İKK bilgilerinin açtığı taktirde herkesin planlananları tam olarak şekilde göreceğini de dile getirdi.
HER KESİMİ BİLİYORLAR ‘MAHREMLERE GİRDİLER’
Türkiye genelinde güven istihbarat birimleri, tüm kamu kurumları, siyasi partiler, STK, üniversiteler, basın mensupları, odalar, borsalar, dini gruplar, cemaatler ve kanaat önderleri konusunda tüm bilgilerin toplandığını kitabında ifade eden Avcı, dinlenen ve takip edilen kişilerin en mahrem sırlarına ulaşıldığını ve bunların dosyalar halinde hazırlandığını kaydetti. Avcı, İKK dosyalarında cemaatin hükümetten sonra 2. planda il, il bütün toplum kesimlerine karşı operasyonlarının hazırlık safhalarını da görmenin ve bunu bir fotoğraf gibi seyretmenin olanaklı olduğunu yazdı.
Başbakanlığı dinleyin talimatı Akkaş’tan
Hanefi Avcı kitabında cemaatin dinleme skandalını ve gerçeğin ortaya çıktıktan sonraki tavrını şu örnekle açıklıyor: “(Albay Hüseyin Kurtoğlu görevdeyken) Bir gün yardımcısının kendisine getirdiği bir evrakta 5 tane telefonun dinlenmesiyle ilgili mahkemeden dinleme kararı talep ediyorlar. Yardımcısına sorar “Bunlar neci, neyin nesi, niçin alıyoruz?” yardımcısı da “Telefonları Savcı Muammer Akkaş verdi, bir örgüt mensuplarıymış, onlarla ilgili karar alacağız” der. Konu Hüseyin Albay’ın dikkatini çeker “Peki kime aitmiş, araştırdınız mı, kim kullanıyor, nerede kullanıyor, nasıl etkinlikleri var?” diye sorar. Onlar da, “Savcı verdiği için araştırmadık, zaten karar alınmasında bazen zorluk çekiyoruz. Hiç olmazsa savcının kendisi verdiği için kolay karar alabiliriz diye öylece hemen, çabukça yazdık, getirdik” derler. Hüseyin Albay “Bunu araştırın, kim kullanıyor, nasıl kullanıyor, hangi faaliyetlerde kullanıyor, ondan sonra teklif edelim”der. Araştırıldığında bu 5 numaranın Başbakanlığa ait olduğu, Başbakanlık ve onlara yakın çevre aracılığıyla kullanıldığı anlaşılır. Bunun üzerine öyle bir dinlemenin uygun olmayacağını düşünerek savcıyı da rahatsız etmemek adına savcıya “Biz Jandarma Genel Komutanlığı’na her dinlememiz, her faaliyetimiz ile ilgili rapor vermek mecburiyetindeyiz. Bunlarla ilgili ne rapor verelim, ne yazmamız lazım?” diye sorar. Savcı, Jandarma Genel Komutanlığına böyle bir rapor verileceğini duyunca vazgeçin der ve telefon dinleme talebi yazısı iptal edilir.”
ÇÖPÜ BİLE KUTSAL
Cemaatin inancında Gülen’in kutsal bir kişi olduğunun düşünüldüğünü yazan Avcı, hocaya ilahi ilhamlar geldiğine inanıldığını anlatıyor. Gülen’de olağanüstü bilgiler ve kudret olduğuna inanıldığını söyleyen Avcı, cemaat içinde Gülen için ‘O ne diyorsa doğrudur. Hiç tartışılmaz. Nedeni Ise onda akıl üstü, ilahi irade aracılığıyla ona verilmiş bilgiler ve kutsanmış şeyler vardır” diye düşünüldüğünü söyledi. Gülen’e yüklenen kutsiyetinin ileri derecede abartıldığını da yazan Avcı, hocanın içtiği bardakta kalan suyun bile dökülmediğini belirtiyor. Cemaat üyelerinin bardak içinde kalan suyu içmeye çalıştıklarını da söylüyor. Avcı cemaatin aşırılığını şu örneklerle açıklıyor: “Hoca’nın çayından artan, bardağın altındaki çay parçası asla dökülmez. O çayı da herkes gıdım gıdım almak suretiyle bir menfaat sağlamak ister. Hocanın kullandığı hiçbir eşya boşa atılamaz, çöpe atılamaz. Hoca’nın dışarı bıraktığı gömleği, Hoca’nın bir tek kazağı, Hoca’nın bir tişörtü, Hoca’nın bir ceketi, cemaat için o kadar kutsal ve değerlidir ki onu getirip en değer verilen, en önemseyen bir kimseye hediye olarak verilecek kadar değerli bir hediye halindedir. Hoca cemaat içinde bu denli kutsaldır. Yaptığı her hareketin bir manası olduğu kabul edilir.”

Şeker hastalarına iyi haber


Çağın en büyük hastalıklarından biri olan diyabetten tamamen kurtulmak mümkün hale geldi. Şu ana kadar yüzlerce şeker hastasını tek bir ameliyat ile tedavi eden Op. Dr. Erol Vural, ince bağırsaklarda yapılan yer değişikliği sayesinde; kan şekerinin düşmesi, kan şekerine bağlı insülün salgılanmasının artması, pankreastaki insülün salgılayan hücrelerin çoğalmasına ve korunmasını sağlayabildiklerini açıkladı.
Vural, "Yemeklerin mide çıkışının onikiparmak bağırsağına yemek girişinin kapatılması ve ince bağırsaklarda yapılan yer değişikliği ile ince bağırsağın son kısmına gıdaların daha çabuk ulaşması, şeker hastalığının düzelmesinde en temel rolü oynuyor. Şeker Hastalığı ameliyatı da dediğimiz bu ameliyat, sadece klasik anlamdaki şeker hastalığını değil, aynı zamanda metabolik sendrom olarak bilinen hipertansiyon, kan yağı yüksekliği, karaciğer yağlanması, uyku apnesi ve obeziteyi de tedavi ediyor. Bu yönleriyle de adı 'metabolik cerrahi ameliyatı' olarak da biliniyor" diye konuştu.
Dünyada obeziteyle mücadele kapsamında uzun yıllar süren araştırmaların bilimsel bir sonucu olarak şeker hastalarının iyileşmesinin ortaya konulduğunu hatırlatan Erol Vural, "Bilimsel verilere göre, ameliyata giren hastaların 14 yıl inceleme altına alındıktan sonra, diyabetten tamamen kurtuldukları ortaya konmuştur. Yine bilimsel makalelere dayanarak, hastaların yüzde 83'ünde başarı sağlanmıştır. Burada yola çıkarak biz de şeker hastalığının tedavisiyle ilgili geniş çaplı araştırmalar ve ameliyatlar yaparak başar oranımızı artırarak sürdürüyoruz"ifadelerini kullandı.
İnsülün bağımlılığını tamamen ortadan kaldıran ameliyatın detayları hakkında da bilgi veren Vural, "Bu ameliyatların etki edebilmesi için pankreastaki insülün rezervinin yeterli olması gerekiyor. Tip1 şeker hastalarında bu mümkün değil ama tip2 şeker hastalarında yüzde 83 oranında bir başarı mevcut" dedi.

26 Nisan 2015 Pazar

Köylülerin "ters lale" nöbeti Van'ın Gevaş ilçesinde

Köylülerin "ters lale" nöbeti

Van'ın Gevaş ilçesinde köylüler, hüznün sembolü olarak bilinen ve ilkbaharda açtığında eşsiz görsel şölen sunan ters lalelerin çalınmaması için nöbet tutuyor.

Hazreti İsa'nın çarmıha gerildiği sırada boynunu büktüğü inancıyla Hristiyan dünyasınca kutsal sayılan ters laleler, yöre halkı tarafından da koruma altına alındı.

Gevaş'a 40 kilometre uzaktaki Aydınocak Mahallesi'nde bulunan mezarlıkta yetişen ters laleler, rengarenk görüntüsüyle yöre halkının yanı sıra fotoğrafçıların ilgisini çekiyor.

Aydınocak halkı, ender yetişen bir tür olduğundan yurt dışına kaçırılan bitkilerin başında gelen ters laleleri korumak için harekete geçti. Doğasever köylüler, halk arasında "ağlayan gelin" denilen ters lale soğanlarının sökülerek ticari malzeme haline getirilmesini engellemek amacıyla, lalenin yetiştiği alanda gece gündüz nöbet tutuyor.

"İlgili kurumlardan destek bekliyoruz"
Aydınocak Mahallesi Muhtarı Bahri Altıntaş, ters laleleri korumak için her gün bir kişinin nöbet tuttuğunu belirtti.

Zaman zaman bazı kişilerin ters lale soğanlarını çıkarmaya çalıştığını anlatan Altıntaş, "Onlara engel oluyoruz. Ancak tam anlamıyla koruma sağlayabilmek için mezarlığın bulunduğu alanın ışıklandırılması gerekiyor. Bu konuda yetkililerden destek istiyoruz" dedi.

Aydınocak İlkokulu Müdürü İsa Dumlu ise köydeki mezarlıkta yetişen ters laleleri kendi imkanlarıyla korumaya çalıştıklarını söyledi.

Ters lalelerin, köyün en önemli değeri olduğunu dile getiren Dumlu, şunları kaydetti: "Köylülerimiz, muhtarımızın da destekleriyle her gün nöbet tutuyor. Biz de bu konuda özellikle öğrencilerimiz ve yakın çevremizi uyararak, lalelerin korunmasının önemini anlatıyoruz. Öğrencilerimizde çevre bilincini oluşturursak, ters lalelerin geleceğini güvence altına almış oluruz. Korumanın etkili yapılabilmesi için mezarlığın çevresinin ışıklandırılması gerekiyor. İlgili kurumlardan bu konuda destek bekliyoruz."

25 Nisan 2015 Cumartesi

çareyi Türkiye'de buldu

Hollanda'da yaşayan 50 yaşındaki Namiye Er, safra yollarında tıkanıklık tespit edilince pek çok doktora başvurdu. Ancak doktorlar safra yollarındaki tıkanıklığın açılamayacağını, ilaç tedavisi verilebileceğini, ilaç tedavisi verildiğinde de ömrünün sınırlı olduğunu belirtti. Yapılan tetkiklerde safra yollarında tümör olduğu söylenerek ameliyata karar verilse de tümörün çok ileri olması sebebiyle ameliyattan vazgeçildi. Çaresizce kendi imkanlarıyla araştırma yapmaya başlayan Er, Türkiye'de safra yolu kanserinin İzmir Üniversitesi Tıp Fakültesi Medicalpark Hastanesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Ünal Aydın tarafından tedavi edilebildiğini öğrendi. Er, Türkiye'de tedavi şansının olduğunu doktorlarına açıkladığında ise, "Türkiye'ye gitmene gerek yok. O zamanını evde çocuklarınla geçir, az bir ömrün kaldı" cevabını aldı. Doktorlarını dinlemeyip Türkiye'ye gelen ve Doç. Dr. Ünal Aydın'a başvuran Naime Er, yapılan ön tetkiklerden sonra ameliyat şansı verilebileceğini öğrendi. Başarılı bir ameliyatla safra yollarındaki tümör ve tıkanık bölge çıkarılarak ince bağırsaktan yeniden safra yolları yapılan Er, taburcu edilerek Hollanda'ya döndü.

"MASADA KALIR DEDİLER"
Yaşadıkları süreci anlatan Namiye Er'in oğlu Harun Yıldırım, "Hollanda'da annemi ameliyat etmek için aldıklarında karın içerisindeki tümörün yayıldığını, organların birbirine yapışık olduğunu söylediler. Bu nedenle ameliyatın çok riskli olduğunu, ameliyata devam ederlerse masada kalma ihtimalinin çok yüksek olduğunu belirttiler. Ünal Hocayı internetten araştırdık, kendisine güvenip Hollanda'dan geldik. Sağ olsun güvenimizi boşa çıkarmadı. Annem bir hafta gibi kısa bir süre içerisinde eski günlerine geri döndü. Artık gülümsüyor, en önemlisi hayata umutla bakıyor. Ünal Aydın ve ekibine verdiği hizmet için teşekkür ediyoruz" dedi.

Karunların prensi



Savaşlar, ülkelerin fakirleşmesi demekti. Ancak aynı zamanda da bazı kişilerin KARUNgibi zengin olması demekti. Gerçi Karun'a, Allah kimya ilminin en büyüğünü vermişti. Altını topraktan çıkarmıyordu, tam tersine kimyasal formüllerle üretiyordu. Yaşadığı dönemde Musa Peygamber ile beraberdi, onun sağ koluydu. Topraklar o kadar genişledi ki, Musa Peygamber ona bir vilayeti verdi. "Burayı sen yönet" dedi.
Şehirde her yer altındı. Evler, saraylar ve eşyalar ama her yer.
Hazinelerinin saklandığı depoların anahtarlarını ancak bir bölük asker taşıyabiliyordu. Çünkü iki kimyasal reaksiyon ile üretim vardı. Ve derken bir kavim, Musa Peygamber'e savaş ilan etti. Tek sıkıntıları vardı. Musa Peygamber'in ordusu vardı ama onun sağ kolu KARUN da ayrı bir vilayette ALTIN ile beslediği devasa bir orduya sahipti.
Düşman kavim, "İki ordu birleşirse yenemeyiz" görüşündeydi. Karun'un kapısını çaldılar. "Biz senin Peygamberine savaş ilan ediyoruz. Senden tek bir isteğimiz var, bize katıl demiyoruz ama lütfen ordularınla karşımıza çıkma.
Savaş anında yaşadığın şehirden çıkma
" dediler. Karşılığında 1000 deve yükü altın hediye edeceklerini söylediler. Allah'ın kimyasal formülle AL TIN üretmeyi ihsan ettiği yeryüzünün en zengin adamı KARUN, Peygamberini bin deve yükü altına satıp, savaşa katılmadı. "Karun gibi zenginsin ama gözün doymadı" sözü taa o tarihten günümüze böyle taşındı. Ve tabii Karun'un genleri de hiç yok olmadı dünyada, günümüze kadar ulaştı. Yaşanan tüm savaşlarda KARUNLAR hep vardı ve olacak.





Karun'u yerle bir eden günah


Müslümanlar için ibretlik bir hadise olarak din kitaplarına intikal eden bu olaya sizde çok şaşıracaksınız. Musa Aleyhisselam'ın amcasının oğlu, bir rivayete göre eniştesi de olan Karun, Hz. Musa'ya samimi olarak inanan, gündüzleri oruç tutup geceleri ibadet eden, fakir bir kimseydi. Daha sonra çok zengin oldu. Dilimizdeki “Karun gibi zengin” sözü onunla ilgilidir.
Rivayete göre, Karun'un sadece hazinelerin anahtarları 70 ve 100 deve yükü idi.
Önceleri ibadet ve itaatına düşkün olan Karun, zengin olunca maalesef ibadetlerini önce gevşetmeye daha sonra da ihmal etmeye başladı. Kendisi çok aşırı bir zengin olduğu için, Hz. Musa ona Allah'ın emri olan zekat vermesini hatırlattı.
Karun'u yerle bir eden günah

Karun zekatını hesap edince, önüne büyük bir rakam çıktı. Bunu vermek istemedi. Musa Aleyhisselam kendisine ne kadar nasihat ettiyse de hiç kar etmedi. Zekat diye bir şey kabul etmiyordu.
Hatta Musa Aleyhisselam'a karşı gelerek, kendisinin haklı olduğunu isbata çalıştı. Hz. Musa'yı söz düellosuna çağırdı. Karşılıklı konuşalım, kimin haklı olduğu ortaya çıksın diyordu.
Bir taraftan böyle söylerken bir taraftan da fahişe bir kadını kandırdı. Ona bol mal vermeyi vadederek Hz. Musa'ya iftira etmesini teklif etti. Kadın da mal ve paraya tama ederek kabul etti. Hz. Musa konuşurken müdahale edilecek ve o kadınla zina ettiği söylenecekti.
Musa Aleyhisselam konuşma sırasında "zina edenlerin taşlanarak öldürülmesi gerektiğini" söylediği sırada, Karun müdahale etti. Dedi ki: - Ya Musa sen de zina etsen bu ceza sana da tatbik edilecek mi?
Hz. Musa, kim suç işlerse işlesin bu ceza ile cezalanacağını söyledi. Bunun üzerine Karun: - Ya Musa, sen işte şu kadınla falan vadide zina etmişsin. İstersen kendisi söylesin, hatta karnındaki çocuk da sendenmiş, dedi.
Kadının konuşması için fahişeyi ayağa kaldırdı. Fahişe, kendisine anlatılanları konuşmak üzere ayağa kalktı. Allah'ın bir hikmeti olarak, Musa Aleyhisselam'a iftira edeceği yerde, doğruyu konuştu:
- Ey İsrail oğulları! Hz. Musa'nın bundan haberi bile yoktur. Karun, bir çok mal vermek vadiyle Musa'ya iftira etmek için bana teklifte bulundu. Musa Allah'ın peygamberidir. Ona bu iftirayı atmaktan Allah'tan korkarım.
Musa Aleyhisselam, bunun üzerine celallendi. Karun'a: - Ey Allah'ın düşmanı! Bunları, zekat vermemek için mi yapıyorsun? Beni mahcup etmekle gayen nedir? dedi. Daha sonra Hz. Allah'a iltica ederek:

Karun'u yerle bir eden günah

- Allah'ım, Karun'un yaptıklarını sen biliyorsun, dedi ve onun aleyhinde duaya başladı. O sırada Cebrail Aleyhisselam: - Ya Musa, Allah yeri senin emrine verdi, dedi. Musa Aleyhisselam da yere emrederek şöyle buyurdu: - Ey yer, bunu yut.
Toprak, bunun üzerine Karun'u önce dizlerine kadar, sonra yavaş yavaş tamamen yutmaya başladı. Karun bu arada Musa Aleyhisselam'a yalvardıysa da Hz. Musa hiç aldırmadı. Böylece, adamlarıyla beraber gömüldü gitti.

Karun'u yerle bir eden günah

Bundan sonra Hz. Allah Musa Aleyhisselam'a buyurdu ki:
- Ey Musa, Karun sana dört defa yalvardı, sen kabul etmedin. Bana hiç yalvarmadı. Eğer bana bir defa yalvarsaydı, ben onu affederdim.
Bu, Allah'ın rahmetinin genişliğini anlatır. Karun toprak tarafından yutulduktan sonra, bazıları konuşmaya başladılar:
- Musa, Karun'un mallarını ele geçirmek için onun aleyhine beddua etti ve mallarına kondu.
Bunu duyan Musa Aleyhisselam: - Ya Rabbi, onun mallarını da yere batır, diye dua etti. Karun'un malları da yere battı.

"NUSRET" olmasaydi Çanakkale olmazdi


Çanakkale’de ilk ateş, 3 Kasım 2014’te İngiliz ve Fransız donanmalarıtarafından Seddülbahir Kalesi’ne açılır...
O gün; “81 er ve 5 subayımız şehit” düşer... Bu “ilk ateş”tir ama,“Çanakkale Cephesi”nin açılışı 19 Şubat 1915 günü olacaktır!..
O gün ve müteakip günlerde, İngiliz donanması; boğazı koruyan tabyalarısusturmak ve mayınları temizlemek için harekata başlar... Hedef, peyderpey boğazı koruyan tabyaları susturmak ve asıl Çanakkale Muharebeleri’nin nihai hedefi İstanbul’u ele geçirmektir. Tabiî, sadeceİstanbul’u değil, daha sonra da Bağdat’ı, Şam’ı, Mekke ve Medine’yi ele geçirip, “İslâm toprakları”na hakim olmayı plânlamaktadırlar!..
19 ve 25 Şubat’taki bu bombardımanlarda boğazın dışındaki Kumkale veOrhaniye Tabyaları ile karşılarındaki Ertuğrul ve Seddülbahir Tabyalarısusturulacaktır. Hedefin ikinci aşamasında ise Boğaz’ın iç tabyalarını susturmak için harekat devam eder. 
NUSRET OLMASAYDI
Hemen her gün Boğaz’a girip bombardıman yaparlar, işte bu Çanakkale Muharebeleri’nde denizden saldırı aşamasında “dönüm noktası” olarak tanımlayabileceğimiz çok büyük bir hadise gerçekleşir...
İngiliz ve Fransız donanması, boğaza her girişinde Erenköy Koyu’nda“manevra” yapar... Bu durum; boğazı savunan Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa ve kurmay subaylarının gözünden kaçmaz... Öyle ya; “hep aynı yerde manevra” yapmaktadırlar!..
Görürler ve anlarlar ki; bu durumda, Nusret Mayın Gemisi’ne büyük görev düşmektedir.
İngiliz donanması batırılacaktır!..
Mayın Grup Komutanı Binbaşı Nazmi Bey ve Nusret Mayın Gemisi Komutanı Yüzbaşı Hakkı Bey, kendilerine verilen görevi yerine getirmek için, “7 Mart’ı, 8 Mart’a bağlayan gece” harekete geçerler...
“Boğaz’ın, hiç kimsenin tahmin edemeyeceği” noktasına, yani İngiliz veFransız donanmalarının hemen her gün “manevra” yaptıkları Erenköy Koyu’na “26 mayın” döşerler!..
Nusret Mayın Gemisi’nin döşediği o 26 mayın, “savaşın seyri”ni değiştirir... Çünkü, İngilizlerin 3 büyük zırhlısı; 18 Mart günü, Nusret’in döşediği o mayınlara çarpar ve batar... Diğerleri de, “ağır yara” alarak çekilirler!..
Doğrusunu söylemek gerekirse; Nusret, o gün; “Türk ve dünya tarihine geçecek çok önemli bir vazife” ifa etmiştir...
Eğer Nusret; o gün “mayın”ları döşememiş olsaydı; kara muharebelerimuhtemelen olmayacak, müstahkem mevkinin her iki tarafındaki savunma düşecek, mayınlar temizlenecek ve İngilizler kendilerine belirledikleri hedefe yani İstanbul’a ulaşabilecekti!.. Tabiî oradan da Bağdat, Şam, Mekke ve Medine’ye!..
1915'de Çanakkale Deniz Savaşında İngiliz gemileri Irresistible ve Ocean, Fransız savaş gemisi Bouvet'i Çanakkale'ye gömen Nusret mayın gemisi 1955 yılında terhis edildi. Dahasonra çeşitli firmalar tarafından kuru yük gemisi olarak faaliyet gösterdi. Mersin limanında kaderine terk edilip yarı batık halde İskenderun Demir Çelik fabrikasına parçalanıp eritilmek için gönderilecekken Tarsus Belediyesi tarafından alınıp restore edildi, şu an şehrin girişinde güzel bir park alanının içerisinde müze olarak hizmet veriyor.

"Onlar" şimdi huzur içinde...

İngiliz Generali Oglander'in "Çanakkale-Gelibolu Askeri Harekatı" (Military Operations Gallipoli, Official History of the Great War)adlı eserinin 1. cildinden: "Pek uygun başlamış olan gün bu meçhul mayın hattının olağanüstü ve ortalığı kırıp geçiren başarısı yüzünden, tam bir başarısızlıkla sona erdi. Bu yirmi mayının seferin talihi üzerindeki etkisi ölçülemez."

Sir Ccolyen Corbet'in, "Deniz Harekatı" adlı eserinin ikinci cildinden: "Felaketlerin hakiki sebebi keşif ve tayin olununcaya kadar çok geçmedi. Gerçek şu idi ki, 8 Mart gecesinde Türkler, haberimiz olmadan Erenköy Koyu'na paralel olarak 20 mayın dökmüşler ve keşif gemilerimiz, aramaları esnasında bunlara rastlamamışlardı. Türkler bu mayınları özel amaçla manevra sahamıza koymuşlar, gösterdiğimiz bütün ihtiyata rağmen baş döndürücü bir zafer kazanmışlardır."

Bahriye Nazırı Winston Churchill 1930'da "Revue de Paris" dergisinde olayı şöyle yorumlamıştır: "Birinci Dünya Harbi'nde bu kadar insanın ölmesine, harbin ağır masraflara mal olmasına, denizlerde onca ticaret ve savaş gemisinin batmasına başlıca neden, Türkler tarafından o gece atılan o incecik çelik halat ucunda sallanan yirmi demir kaptır."

23 Nisan 2015 Perşembe

Satılmış gazeteciler

Dr. Udo Ulfkotte Almanya'nın önemli gazetecilerinden. Frankfurter Allgemeine Zeitung'da 17 yıl çalıştı. Alman derin devletinin faaliyetlerini en iyi bilen isimlerden. Ulfkotte Gazeteciler Böyle Yalan Söylüyorlar (So Lügen Journalisten) kitabıyla medya ticaretini anlatmıştı. Bu eseri çok ses getirmişti.

Almanya marktan avroya geçtiğinde halk büyük sıkıntı çekmişti. Bu değişikliğin bedelini Alman halkı çok ağır ödedi. Düşünce manipülasyonu halka pahalıya patlamıştı. “Sürekli şampanya patlatma keyfi içinde olan medyamız ekonomi sayfalarında kriz hakkında tahminde bulunmak istemedi. Bir tek Financial Times Deutschland gazetesinin o zamanki şef redaktörü Lionel Barber bundan dolayı gazetesinin ekonomik krizi uzun süre ne gördüğünü ne de anladığını söyleyip yurttaşları yanlış bilgilendirdiğini belirterek okuyucularında özür diledi.” Ulfkotte bunları Satılmış Gazeteciler (İmge Yayınları, 2015) kitabında söylüyor. Halka açık açık yalan yazan gazetelerin bedel ödemediğini ve hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi davrandıklarını belirtti.

Batı medyasının bir kısmının gizli servislerin kontrolünde olduğunu, onlarla beraber çalıştıkları bilinen bir gerçek. Biz bunları sürekli yazıyoruz ama Batıdan birinin bunu dile getirmesi çok önemli. Almanya'daki en önemli kurumların başında Atlantik Brücke geliyor. Bu dernek Spiegel'in 29 Ocak 1958 günlü baskısında “Savaş Sonrası Almanya'da Eski İşgal Görevlileri Derneği” olarak nitelendirilmiş. Brücke'ün onursal başkanı Volkswagen denetim kurulunda bulunan 1984-2000 yılları arasında yönetim kurulu başkanlığını yapan Walter Leiser'di. Bu dernekte David Rockefeller'in kurduğu Üçlü Komisyon'da bulunan Sosyal Demokrat politikacı Friedrich Merz de yer alıyordu. Atlantik Brücke'ün kasa sorumlusu Bank of Amerika'nın (Rothshild ailesinin varlığı) yöneticisi Andreas R. Dombert'ti.

Peki bu derneği kim kurdu? 1952'de eski Dünya Bankası Başkanı John McCloy. O kim? Rockefelleri'n bankası Chase Manhattan Bank'in yönetim kurulu başkanı. Ve Die Zeit'in kurucusu Marion Grafin Dönhoff, Atlantic Brücke'ün kurulcularındandı.
Atlantick Brücke'ün eski başkanlarından Arend Oetker vakti zamanında şöyle demiş: “ABD 200 aile tarafından yönetilmektedir ve onlarla iyi ilişkiler kurmak istiyoruz.” Zaten kurdular da. Alman medyası 1950'li yıllardan itibaren Amerika'nın sesi radyosu gibi çıktı. ABD'yi üzecek haberlere asla imza atılmadı. Atmak isteyenler de dışlandı.

Vernon A. Walters CIA operasyon şefiydi. 1973'de Şili'deki darbeyi örgütleyen oydu. Portekiz'deki Karanfil Devrimi'nin bastırılması eyleminden o sorumluydu. Güney Amerika'daki askeri rejimlerin suikastlar yaptığı operasyona Condor deniyordu. Binlerce insan kaçırılmış ve öldürülmüştü. 1964'de Joua Goulart'ı Brezilya'daki CIA darbesiyle indiren de Vernon Walters'tı. İşte böylesi karanlık bir adam adına Atlantic Brücke ödül veriyordu. İnanılır gibi değildi. Angela Merkel ve Bild'in yayın yönetmeni Kai Deikmann gibiler bu derneğin üyesiydiler.

BND'nin, CIA tarafından kurulduğunu söyleyen Ulfkotte, Alman Gizli Servisi'yle ilgili kendi başından geçen bir olayı şöyle anlatıyor: “BND, bana Frankfurt'a Frankfurter Allgemeine'a Kaddafi ve Libya üzerine bir haber yazdırmak için geldi. Kaddafi'nin Rabtha'da kimyasal gaz üretimi için fabrika kurmasına yönelik bir haberdi. Bu haber Frankfurter Allgemeine'da çıktıktan sonra tüm dünyanın televizyon ve gazetelerinde de yer aldı. Ama gerçekte benim hakkında hiçbir şey bilmediğim bir olaydı, gizli servis tarafından verilmişti. Büyük ihtimalle böyle bir fabrika hiç olmamıştı.”

Bu ve buna benzeyen belgeler Udo Ulfkotte'nin kitabında fazlasıyla var. Önceden hazırlanan ısmarlama söyleşiler, medyanın kimleri ön plana nasıl çıkartacağı, 2003 Irak işgalinde servis edilen ABD yanlısı haberler, rüşvetçi gazeteciler Ulfkotte'nin değindiği başlıca konular. Amerika ile Almanya arasındaki güç mücadelesini de anlatan bu kitap inanılmaz bilgileri içeriyor. Üstelik bunları yazan kişi birebir bunlara muhatap olan ve yaşadıklarını dile getiren kişi.

Alman medyasında birçok ismin NATO ve ABD tarafından özel olarak seçilmiş gazeteciler olduğunu öne süren Ulfkotte eseri yazma gerekçisini şöyle açıklıyor: “Ben ve meslektaşlarım, okura sadece Almanya değil, tüm Avrupa'da ihanet etmek için kalemimizi sattık. Savaşa sürüklemek için okura nasıl ihanet ettiğimizi anlatmak için yazdım bu kitabı. Ancak muz cumhuriyetlerinde olabilecek propaganda yalanlarıyla gırtlağıma kadar doluyum.”

“Satılmış Gazeteciler &Politikacılar, Gizli Servisler, Büyük Sermaye Almanya'nın Kitle İletişim Araçlarını Nasıl Kullanıyor?” herkesin ama herkesin okuması gereken bir kitap. Alman merkez medyasından bir isim bizde komplo teorisi olup küçümsenecek ilişkiler ağını deşifre ediyor. Bakalım bizdeki satılmış gazeteciler bu kitaba ne diyecekler?