5 Nisan 2015 Pazar

Inönü cenazeye niye gitmedi?


ATATÜRK'Ü İSMET İNÖNÜ ZEHİRLEDİ!
77 yıldır sadece dost meclislerinde gündeme gelen 'Atatürk ölmedi, zehirlendi' iddialarına ilişkin tarihi belgeler ortaya çıktı. 57 yaşında hayatını kaybeden Atatürk'ün doğal yollardan ölmediği, zamanın kudretli yöneticileri ve doktorları tarafından 'zehirlendiğine' ilişkin iddialar zaman zaman dillendirilse de bu, sınırlı bir tartışmanın ötesine geçmemişti. Yeni Şafak'ın ulaştığı belgeler zehirlenme hadisesinin gerçek olduğunu, bizzat İsmet İnönü tarafından tezgahlandığını ortaya koyuyor.

DNA TESTİ YAPILSIN
Son olarak Başbakan Bülent Ecevit'in doktoru Mücahit Pehlivan, 'Atatürk zehirlendi' diyerek kabrin açılmasını ve Mustafa Kemal'in naaşına DNA testi yapılmasını önermişti. Geçen hafta Fethullah Gülen'in 1960-1970'li yıllardaki ilişkilerini belgeleriyle ortaya çıkaran Yeni Şafak, 'Atatürk'e yönelik suikast' dosyasını da açıyor. Merkezinde 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek ile İçişleri Bakanları Şükrü Kaya ve Hıfzı Oğuz Bekata'nın olduğu yazışmalar Türkiye'yi derinden sarsacak, ciddi tartışmalara konu olacak.

'HER ŞEY YOLUNDA MERAK ETMEYİN'
İlk belge İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'nın 30 Haziran 1938'de, yani Atatürk'ün ölümünden 4,5 ay önce İsmet İnönü'ye gönderdiği yazı. Kaya, yazıda "Tahsis ettiğimiz doktorun görevini layıkı ile yaptığı kanısındayım" diyor. Kaya'nın Atatürk'ün tedavisiyle ilgili normal bir bilgilendirme metniymiş gibi görünen yazısı birkaç cümle sonra farklı bir boyut alıyor:

SİZİ REİS GÖRMEK İSTERİZ
"Her şey yolunda ve mecrasında seyir etmektedir. Sizleri Cumhurreisi olarak görmek arzusu hepimizde hasıl olmuştur. Hürmetle ellerinizden öperim efendim."
YABANCILARI UZAKLAŞTIRDI
Mektuba göre Atatürk, doktorlardan kuşkulandığı için yabancı doktorları kendinden uzaklaştırıyor ve "Beni Türk doktorlarına emanet edin" talimatı veriyor.

CHP'li eski İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, İnönü'ye gönderdiği mektupta Atatürk'ün yanına yerleştirilmiş doktorun 'görevini layıkıyla yaptığından' bahsediyor, "Sizleri yakında Cumhurreisi olarak göreceğiz" diyor.
Atatürk'ün zehirlendiği iddialarını güçlendiren belgenin tam metni şu şekilde:
"Çok kıymetli büyüğüm İsmet İnönü. Cumhurreisimizin hastalığı gün geçtikçe ilerlemekte, çevresinde size karşı bazı tedbirler aldığını duydukça çok üzülmekteyim. Tahsis ettiğimiz doktorun görevini layıkı ile yaptığı kanısındayım.
Cumhurreisimiz, doktorlardan çok şikayet etmiş, "beni Türk doktorlarına emanet edin" demiştir. Yabancı doktorları uzaklaştırmak istemektedir.
Her şey yolunda ve mecrasında seyir etmektedir. Sizleri Cumhurreisi olarak görmek arzusu hepimizde hasıl olmuştur. Hürmetle ellerinizden öperim efendim. Dahiliye Vekili / Şükrü Kaya."

İŞİNİ BİTİRİRLER
İkinci belge ise Atatürk'ün zehirlendiği tartışmalarının, 20 yıl sonra devletin zirvesindeki bazı isimlerin başını ağrıtacak ve ölüm tehditlerine bile sebep olacak şekilde yeniden gündeme geldiğini gösteriyor. CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, 26 Şubat 1959 tarihindeki yazısında daha sonra İçişleri Bakanlığı da yapacak olan Hıfzı Oğuz Bekata'yı nazik bir şekilde uyarıyor.

ALTINDAN KALKAMAYIZ
"Atatürk'ün zehirlendiğine ilişkin raporu" başkalarıyla paylaştığı için Bekata'ya tepki gösteren Gülek, "Bu konu seni de beni de aşar, altından kalkamayız. Sen de altında kalırsın ben de. Birileri de altında kalır. Geçmişte yapılan hataları telafi etmemizin ihtimali dahi olmadığını iyi bilmektesin" diyor. Gülek yazının devamında ismini vermediği bir kişinin MAH'ta (MİT'ten önceki istihbarat kuruluşu) adamları olduğuna dikkat çekiyor ve Bekata'ya "Senin işini bitirirler" diye gözdağı veriyor.
ATATÜRK'E 43 ŞİŞE KİNİN ZEHRİ VERİLMİŞ!
Bir dönem 'derin devlet' olarak anılan Encümen-i Daniş'in başkanlığını da yürüten Hıfzı Oğuz Bekata, Kasım Gülek'in 'nazikçe' uyarılarına rağmen Atatürk'ün ölümünün arkasındaki sırrı araştırmaya devam etti.

Yeni Şafak'ın ulaştığı bir başka belgede Bekata'nın İçişleri Bakanı olduğu 1962 yılında, CHP Genel Sekreter Yardımcısı Doktor Lebit Yurdoğlu'ndan destek istediği, Yurdoğlu'nun elde ettiği bulguları bir mektupla ilettiği görülüyor. Doktor Yurdoğlu, Bekata'ya yazdığı yazıda Atatürk'ün kesinlikle öldürüldüğüne dikkat çekiyor: Yurdoğlu tespitlerini şu şekilde sıralıyor:

43 ŞİŞE KİNİN ZEHRİ"Bu konuyu derinlemesine araştırdığımda sorunun sadece geç teşhis olmadığını teşhisle uyumlu ilaçlar kullanılmadığını tesbit ettim."
"Sıtma tedavisi için kullanılan Kinin ilacının 43 şişe kullanıldığını gördüm. Bu kadar Kinin kullanıldığında karaciğerinde onarılmaz yaralar açacağını her hekim bilir. Bunun sanki bilinçli kullanılmış olduğun izlenimi edindim."

"Eppinger, Bergman, Dr. Fissinger, Dr. Neşet Irdelp hekimlik görevlerini bilinçli bir şeklide eksik yaptıkları kanısı bende hakim olmuştur."



KARACİĞER SÖNDÜRÜCÜ
Lebit Yurdoğlu'ndan Hıfzı Oğuz Bekata'ya gönderilen 18 Ekim 1962 tarihli mektup şu şekilde:
"Sn. Hıfzı Oğuz Bekata. Bu konuyu derinlemesine araştırdığımda sorunun sadece geç teşhis olmadığını teşhisle uyumlu ilaçlar kullanılmadığını tesbit ettim. Atatürk'ün ilaçlarının alındığı eczanenin kayıtlarına baktığımda, o dönemlerde sıtma tedavisi için kullanılan Kinin ilacının 43 şişe kullanıldığını gördüm. Bu kadar Kinin kullanıldığında karaciğerinde onarılmaz yaralar açacağını her hekimin bilmesi gerektiği ama bunun sanki bilinçli kullanılmış olduğun izlenimi edindim.
Atatürk'ün tedavi amaçlı verildiği diğer ilaç 'piremidon'dur. İnsanlar üzerinde toksin 'zehirli' etkisi olduğu kesinlik kazanmıştır. 'Civalı diuretik' olan 'salyrgan' isimli ilacın ise 3 Ağustos 1938 tarihinde yapılan konsültasyondan önce kullanımının tehlikeli olacağı bilindiği halde bu ilacın kullanılmasına devam edilmiştir. Eppinger, Bergman, Dr. Fissinger, Dr. Neşet Irdelp hekimlik görevlerini bilinçli bir şeklide eksik yaptıkları kanısı bende hakim olmuştur.

Hürmet ve muhabbetlerimle.

C.H.P. Genel Sekreter Yardımcısı İzmir Milletvekili - Dr. Lebit Yurdoğlu"

Atatürk kriz geçirdiğinde İsmet İnönü neden gelmedi 

Gazeteci Mehmet Barlas, Sabah Gazetesi'ndeki köşesinde yayınladığı, ''2013'te yaşarken 1938'in 'gündem'ini anlamak zordur'' başlıklı yazısında Atatürk'ün hastalığı ile ilgili teşhis gecikmesini, ölümü sonrası yaşanan cenaze namazı krizi ve İsmet İnönü'nün Atatürk kriz geçirdiğinde neden İstanbul'a gelmediğini kaleme aldı.

Gazeteci Mehmet Barlas'ın''2013'te yaşarken 1938'in 'gündem'ini anlamak zordur'' başlıklı yazısı;
2013 yılında Atatürk'ü bir kez daha saygı, sevgi ve minnet duyguları ile anarken, O'nu kaybettiğimiz 1938'deki "Gündem"in bugünkünden ne kadar farklı olduğunu hatırlamalıyız.
Örneğin Atatürk'ün vefatı ertesinde "Gündem"in önemli bir maddesi: "Atatürk'ün cenaze namazı kılınacak mı" şeklindeydi.
O gün 1'inci Ordu Komutanı olarak cenaze töreninin güvenliğinden de sorumlu olan Org. anılarında bu gündem maddesini şöyle anlatır:
"Programa göre cenaze İstanbul'dan alınacak, 'ya gönderilecekti. Ankara'ya 'Cenaze namazı İstanbul'da mı yoksa Ankara'da mı kılınacak' diye sordum. Akşama kadar bir cevap alamadığım için akşam tekrar sordurdum. 'Yarın sabah Başbakan Celal Bey, oraya gelecek, görüşürsünüz' cevabını aldığım vakit hayret ettim. Acaba bunda görüşecek ne vardı? Ertesi sabah Bayar, geldi. Dolmabahçe Sarayı'nda görüştük.
"İstifa ederim" diyor
Bayar'a göre İstanbul'da veya Ankara'da cenaze namazı esnasında bazı dini olaylar meydana gelmesinden laik hükümet çekiniyordu. Kendilerine ben 'Bir şey olacağını sanmam. Bu gelenek olmuş bir dini vecibedir. Namaz kılınmazsa bu millet elli sene sonra, yüz sene sonra mezardan çıkarır, namazını kılar. Onun için namaz kılınmayacaksa, beni vazifemden affetmenizi rica ederim' dedim"
(Fahrettin Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası, İnsel Yayınevi, İstanbul, 1970) 1976'da Celal Bayar'la yaptığım, önce Günaydın'da yayınlanan sonra da kitaplaştırdığım söyleşide bu konuyu Bayar'a sormuş ve şu cevabı almıştım:
"Benim babadan kalma hocalığım da var ya... Cenaze namazının camide kılınmaması halinde istifa edeceğini söyleyen Altay'a, bunun farz değil farz-ı kifaye olduğunu anlattım.
Cenaze kaldırılmadan önce namazın kılınmasının şeriata aykırı olmadığını, yani dini hükümlere aykırılık bulunmadığını izah ettim. Böylece Dolmabahçe Sarayı'nda Vakıflar Müdürü (Şerafettin Efendi) tarafından Atatürk'ün cenaze namazı kıldırıldı." (Celal Bayar'ın Anıları, Günaydın Gazetesi, 9 Nisan 1976)
İsmet İnönü neden gelmedi?
Evet... 1938'in gündemi 2013'ün gündeminden çok farklıydı.
Bu gündemin diğer bazı maddelerini de o dönemde milletvekili olan gazeteci Asım Us'un 1966'da yayınlanan "Hatıra Notları"ndan aktaralım. (Vakit Matbaasıİstanbul, 1966) 29 Ekim 1938 günlü notta şunlar yazılı...
"Atatürk'ün ağır hastalığında İsmet İnönü'nün yakınlarından sayılan İrfan Ferit ile aramızda şöyle bir konuşma oldu:
'Atatürk'ün geçirdiği kriz esnasında İsmet İnönü İstanbul'a gelmeli idi, niçin gelmedi diye herkes merak ediyor' diye sordum. İrfan Ferit 'Nasıl gelsin? Recep Zühtü onu vuracağım diyormuş. İsmet birkaç defa hazırlandı... Sonra yine vazgeçti' cevabını verdi.
Atatürk'ün hastalığının teşhis edildiği 1938'in Temmuz'undan bir not şöyle: "Fransız mütehassız doktor Fissenger, Atatürk'ü muayene ettiği zaman, hastalığının 10 yıl önce başlamış olduğunu söylemiş. 'Bu kadar zaman içinde nasıl farkedilmemiş' diye sormuş.. Halbuki Doktor Neşet Ömer, her muayenesinde Atatürk'e 'Paşam kalbiniz ve ciğerleriniz, 25 yaşında bir gencinki kadar sağlam' demiş.
Yarım deli gazeteciler
O Temmuz'daki bir başka notta da şu bilgi var:
-Doktor Mazhar Osman, basın konferansında verdiği bir raporda, gazetecilerin tıbbi muayeneye tabi tutulmasını istedi. Yarım delilerin gazetecilik yapmaları bu suretle önlenebilecek...
Asım Us'un 4 Ağustos notunda "Atatürk'ün hastalığı sirozmuş...
Buna Araplar Teşemmu-u Kebed derler. Karında ve ayaklarda su olur" yazılı...
8 Ağustos'ta ise Ahmet Emin Yalman "Tan" gazetesinde "Atatürk hasta" diye yazdığı için, gazete üç ay kapatılıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder