31 Aralık 2014 Çarşamba

Gölge etme başka ihsan istemem


Büyük Iskender, cihan hâkimiyeti kurmak için tüm Anadolu‟yu ele geçirdikten sonra ordusuyla Orta Asya bozkırlarına, $u ‟nun memleketine doğru yönelir.
$u Destanı‟nda adı geçen ünlü Türk hakanı $u ‟ya Iskender‟in ordusuyla yaklaĢtığı haber verilir. Ancak $u , hiç tepki vermeyerek ördeklerin içinde yüzdüğü suni havuzunu getirmelerini söyler. Bu havuza ördekler bırakır ve seyreder. Bu sırada $u , dünyanın belki de ilk sava$ büyüsünü yapmaktadır. Iskender‟in askerleri $u ‟nun memleketine yaklasınca ġu, gönderdiği bir avuç savasçıyla iskender‟i bozguna uğratır, çünkü Iskender‟in askerleri yapılan büyünün tesiriyle yürümeyi bile becerememektedirler. ilk yenilgisini alan iskender geri çekilir. Yenilginin alındığı 
zaman dilimi soğuk bir kı$ günüdür ve Diyojen güne$ gören bir mağarada ısınmaya çalı$ır. Bu sırada Yunan Kralı iskender mağaranın ağzına doğru eğilerek 
-“Üstadım, şimdi ne buyurursunuz, ne istersiniz?” diye sorunca o da me$hur sözü olan 
-“Gölge etme başka ihsan istemem” der.

 Sinoplu filozof Diyojen’in ünlü sözleri arasında elinde feneriyle gündüz vakti ne aradığını soranlara ‘Dürüst insan arıyorum’ demesi yer alıyor.

Türk mucitten müthiş icat


Denizli'de evinde kurduğu atölyede elektronik cihazların parçalarıyla daha önce çorba karıştırıcısı ve kahve makinesi yapan 39 yaşındaki Şadi Başer, bu kez de doğalgazda tasarruf sağladığını söylediği bir cihaz geliştirdi. Adına 'Tasarruf cihazı' diyen ve yazılımını da kendisi yapan Başer, geliştirdiği cihazının kombiden çıkıp peteklere giden sıcak suyu, elektrik frekansıyla üç katına kadar daha çabuk ısıttığını söyledi.


İlkokul mezunu olan ancak çocukluğundan bu yana kendini elektrik ve elektronik konusunda geliştirip, makine tasarlayan evli ve 1 çocuk babası Şadi Başer, evinin bir odasını atölyeye dönüştürdü. doğalgaz projelendirme işi yapan Başer, atölyesinde yazılım geliştirip, elektronik makinelerin parçalarıyla çeşitli cihazlar yapıyor. 5 aydır doğalgaz tasarruf cihazı üzerinde çalışan Şadi Başer, elektronik devreler ve mikroçipler kullanıp, yazılımını kendi yaptığı cihaz ile kombi kullanılan doğalgazda faturaları düşürecek cihaz geliştirdiğini söyledi. Evindeki kombiye de geliştirdiği cihazı takıp test yapan Başer, başarılı olduğunu belirtti.

300 LİRALIK FATURA YERİNE 100 LİRA
Kombiden çıkan sıcak su borusunu cihaza takan Başer, cihazın suyu elektrik frekansıyla üç katına kadar daha fazla ısıttığını, bu sayede kombinin uyku moduna geçtiğini ve sıcak su ısıtmak için daha fazla doğalgaz tüketmesine gerek kalmadığını söyledi. Başer, cihazının ortalama aylık 300 liralık doğalgaz faturasını 100 liraya indireceğini savundu.
Geliştirdiği cihazın patentini almak için başvuruda bulunduğu belirten Şadi Başer şunları söyledi: "Doğalgaz üzerine tasarruf ne yapabilirim derken yola çıktım. Cihazı geliştirip testlerini yaptım. Cihazın kaç kw elektrik tükettiğini ölçtüm. Bir evde 5 ayrı kalorifer peteği üzerinden gidersek, yaptığım cihaz saatte 0.7 kw elektrik tüketiyor. Emsal cihazlar ise saatte 8- 9 kw tüketiyor. Kombiler, ısı termostatlarının sağladığı sıcaklık değerine göre açılıp kapanır, çalışır. Benim cihazım suyu sürekli sıcak tuttuğu için kombi uyku haline geçiyor. Kombi çalışmıyor, sadece su sürkülasyon pompası çalışıyor. Bu sayede de suyu ısıtarak tekrar devam ettiriyoruz. Kombi de uyku pozisyonuna geçtiği için doğalgazda tasarruf sağlıyor. Ayda 300 liralık fatura ödeyen bir aile, bu cihaz sayesinde ayda 100 lira gibi fatura ödeyecek. Cihazın üretilip piyasaya sürülmesi için bir firma benimle görüştü. Cihazı beğendiler."

30 Aralık 2014 Salı

Şırnak'ta oto tamircisi otomatik vites otomobil yaptı


Şırnak'ın Uludere ilçesinde, oto tamircisi Gürgin Babat, iş yerindeki parçalardan yararlanarak üstü açık, otomatik vitesli otomobil yaptı.

İLKOKUL MEZUNU

Babat, çocukluğundan beri otomobile büyük ilgi duyduğunu bu nedenle oto tamircisi olduğunu söyledi. İlkokul mezunu Babat, çok sevdiği otomobile parası yetmediği için bugüne kadar sahip olamadığını anlattı.

"İSTANBUL'DA OLSAM DAHA İYİSİNİ YAPARDIM"

Babat, bu nedenle iş yerindeki atıl parçalardan araç yapmaya karar verdiğini ifade ederek, şöyle konuştu: "Çalışmalarım sonucunda iş yerimdeki parçaları birleştirmek suretiyle otomatik vites otomobil yaptım. Aracı gören bazı vatandaşlar benden kendileri için de otomobil yapmamı istedi. En kısa zamanda bir tane daha yapacağım. Uludere'de imkan çok kısıtlı olduğu için istediğim şekildeki otomobili üretemedim. İstanbul'da olsaydım daha güzelini yapardım."

HEDEFİNDE HELİKOPTER YAPMAK VAR

Hedefinin helikopter yapmak olduğunu dile getiren Babat, "Kısıtlı imkana rağmen helikopter yapacağım ve Uludere semalarında uçacağım" dedi.

Öz ve 3 savcı


Cumhuriyet savcıları Zekeriya Öz, Celal Kara, Muammer Akkaş ve Mehmet Yüzgeç, haklarındaki soruşturma sonuçlanıncaya kadar Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) 2. Dairesince görevlerinden uzaklaştırıldı.
HSYK 3. Dairesinin "17-25 Aralık soruşturmaları"nın savcılarıyla ilgili aldığı soruşturma izni kararı, HSYKBaşkanı da olan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ tarafından onaylanmıştı. HSYK 3. Dairesi, savcılarla ilgili soruşturma sonuçlanıncaya kadar görevden uzaklaştırılmaları talebinde de bulunmuştu.
HSYK 2. Dairesi, müfettiş raporlarında meslekten ihraçları talep edilen savcılarla ilgili karar vermek üzere toplandı. Daire, Cumhuriyet savcıları Zekeriya Öz, Celal Kara, Muammer Akkaş ve Mehmet Yüzgeç'in hakkındaki soruşturma sonuçlanıncaya kadar görevden uzaklaştırılmalarına karar verdi.
Savcılar hakkındaki soruşturma tamamlandıktan sonra meslekten ihraç edilip edilmeyeceklerine karar verilecek.
2. Daire Başkanı'nın açıklaması
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) 2. Dairesi Başkanı Mehmet Yılmaz, savcılar Zekeriya Öz, Celal Kara, Muammer Akkaş ve Mehmet Yüzgeç'in görevde kalmalarının, "yargı erkinin nüfuz ve itibarına zarar vereceği" sonucuna vararak, soruşturma sonuçlanıncaya kadar görevden uzaklaştırıldıklarını bildirdi.
Yılmaz, Daire kararına ilişkin basın mensuplarına yaptığı açıklamada, HSYK 3. Dairesi'nin 4 savcı hakkında tedbir ve soruşturma raporunu tamamladığını hatırlattı. 
Savcılar hakkında, soruşturma tamamlanana kadar görevden uzaklaştırılmalarına ilişkin tedbir kararına,HSYK 3. Dairesinden bazı üyelerin muhalif kaldığını anlatan Yılmaz, muhalefet eden üyelerin imzaları tamamlanmadığı için dosyanın görüşülmek üzere Daireye intikal edemediğini söyledi. 3. Dairenin, 26 Kasım 2014'te dosyayı gönderdiğini belirten Yılmaz, 2. Daire'nin soruşturmaya konu savcılarla ilgili resen tedbir kararı da verebildiğini kaydetti. 
Daireye soruşturma izni ile gelen her evrakta dört işlem yaptıklarını belirten Yılmaz, gelen dosyayı işlemden kaldırıp kaldırmamaya, eylemin suç oluşturup oluşturmadığına baktıklarını ifade etti. Suç oluşturduğuna karar verilen eylemin, adli bir kovuşturma gerektirip gerektirmediğine de baktıklarını söyleyen Yılmaz, bu durumda gerekirse kovuşturma izni de verdiklerini hatırlattı.
Yılmaz, "Eylemler nedeniyle tedbire gerek var mı buna da bakıyoruz. Alınacak tedbir ya görevden uzaklaştırma ya da yer değiştirme şeklinde oluyor. Soruşturma yapılanın göreve devamı, soruşturmanın selametine veya yargı erkinin nüfuz veya itibarına zarar vereceği itibarı oluşursa bu iki tedbir kararından birini veriyoruz" diye konuştu.
2802 sayıl Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun, 77. maddesinde, "hakkında soruşturma yapılan hakim ve savcının göreve devamının, yargı erkinin nüfuz ve itibarına zarar vereceğine kanaat getirilirse, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca geçici bir tedbir olarak görevden uzaklaştırılmasına karar verilebileceği"nin hüküm altına alındığını hatırlatan Yılmaz, "Burada, savcıların yürüttüğü soruşturma tamamlandığı için soruşturmanın selameti açısından değil, 2802 sayılı yasanın 77. maddesindeki 'yargı erkinin nüfuz ve itibarına zarar' söz konusu. Bu nedenle 4 savcının, 77. madde gereğince görevden uzaklaştırmalarına karar verdik" dedi.
2. Daire Başkanı Yılmaz, karara üyeler Mahmut Şen ve Mustafa Kemal Özçelik'in muhalif kaldığını açıkladı.
Savcıların bu karara itiraz hakkı bulunduğunu hatırlatan Yılmaz, yeniden inceleme talebinin, daireleri tarafından görüşüleceğini, yeniden inceleme kararına yapılan itirazın ise Genel Kurul'da ele alınacağını bildirdi.
Yılmaz, "Kararımız, savcıların yaptıkları görevleri nedeniyle değil, hukuken davranmaları gereken şekilde davranmamaları, soruşturmaları Ceza Muhakemesi Kanunu'nun kurallarına uygun ve tarafsız yürütemedikleri kanısına varıldığı için verildi" dedi.

29 Aralık 2014 Pazartesi

Sudanlı Zenci Musa

Ailesi Sudanlı olan Zenci Musa Girit’te dünyaya gelmişti. Savaşların arka arkaya patlak verdiği o zorlu yıllarda, Zenci Musa’nın Türk topraklarını düşmana karşı savunmak için katılmadığı savaş, savaşmadığı cephe kalmamıştı.
1900’lü yılların başında Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarına hakim olmak isteyen İtalya, Fransa ve İngiltere, Osmanlı topraklarını kendi topraklarına katmak için fırsat kolluyordu. Aralarında paylaşmak için gizli gizli çeşitli planlar yapıyorlardı. İşte bu planların dahilinde 1911 yılında İtalya, İngiltere ve Fransa ile anlaşma yaptı. Osmanlı’ya savaş açarak, Trablusgarp’a asker çıkardı. Trablusgarp’ın İtalyanlarca işgal edildiğini öğrenen Osmanlı ordusunun genç subaylarından bir bölümü Trablusgarp’ı savunmak için gönüllü olarak cepheye gittiler. Mustafa Kemal, Binbaşı Enver Bey, Nuri Bey (Conker), Fethi Bey (Okyar) de bu subaylar arasındaydı. Zenci Musa da bağlı olduğu birlikle beraber bu savaşta İtalyanlar’a karşı yüreğini koyarak savaştı.Trablusgarp savaşı devam ediyordu ki 1912 yılında, bir yıl sürecek Balkan Savaşı patlak verdi. Trablusgarp’ta savaşan askerler, Balkan Cephesi’nde görevlendirilmek üzere İstanbul’a gönderildi. Zenci Musa da Trablusgarp’tan sonra bu sefer Balkan Cephesi’nde savaştı vatanı için.1913 yılında Balkan Savaşları yeni bitmişti ki, 1914 yılında tüm dünya milletlerini etkileyecek 1. Dünya Savaşı başladı. Osmanlı İmparatorluğu da dört yıl gibi çok uzun bir zaman sürecek bu savaşın içinde buldu kendini. Türkler, Çanakkale cephesinde, Kafkas, Irak ve Kanal cephelerinde işgal kuvvetlerine karşı var gücüyle savaştı. Çanakkale cephesinde korkusuzca savaşan askerler arasında yine Zenci Musa vardı.Zenci Musa, o dönem Teşkilât-ı Mahsûsa’da görev alan Kuşçubaşı Eşref Bey’in emrinde de çalışıyordu. Vatana hizmet etmek için zorlu görevler üstleniyordu. Teşkilât-ı Mahsûsa, günümüzdeki Milli İstihbarat Teşkilatı’nın karşılığıdır.Eşref Bey’in emrinde çalışan Musa’ya, bir gün 300.000 altını Yemen’de Tevfik Paşa’ya teslim etme görevi verildi. Altınlar, düşman güçleri ile savaşan Türk kuvvetlerine silah alımı için kullanılacaktı. Bu altınların, düşman askerlerinin eline geçmeden, eksiksiz olarak Tevfik Paşa’ya teslim edilmesi gerekiyordu. Her tarafta işgal kuvvetlerinin askerleri kol geziyor, ajanları kulaklarını dört açmış, duydukları her haberi değerlendiriyordu. Bu zorlu şartlar altında Zenci Musa, altını yerine ulaştırarak, kendisine verilen görevi başarıyla yerine getirdi. İşgal güçleri komutanı General Harrington bu tür zorlu ve güven gerektiren görevlerin Musa’ya emanet edildiğini öğrendi. Musa’yı kendi saflarına çekmek isteyen General, Musa’yı yanına getirtti. General, Musa’nın gözlerinin içine bakarak, “Türkler için değil bizim için çalışırsan, seni altına boğacağım”dedi. Bu sözler üzerine çılgına dönen Musa, öfkeyle General Harrington’a dönerek “Her teklif herkese yapılmaz. Bu sözleriniz benirencide eder; benim bir devletim, bir bayrağım var, ay yıldızlı bayrak; bir kumandanım var, Eşref Bey” cevabını verdi. Bu sözler üzerine general, karşısında duran bu zenci Türk’ün sadakati, vatanına duyduğu sevginin büyüklüğü ve vefakarlığı karşısında hayretler içinde kaldı.Daha sonra Zenci Musa, Anadolu’daki Millî Mücadeleye destek için İstanbul’a geldi. Galata gümrüğünde hamallık yapıp, gece Anadolu’ya silah kaçırıyordu. Tüm bu çalışmalar sırasında vereme yakalandı. Onun bu durumunu gören Ali Paşa ona emekli maaşı bağlamak istedi. Zenci Musa, çok hastaydı ve parasal olarak ihtiyaç içerisindeydi. Buna rağmen “Paşam, ben bu fakir milletin emekli maaşını alamam” diyerek teklifi geri çevirdi. Zenci Musa öldüğünde, bavulundan; bir Osmanlı haritası, Kuşçubaşı Eşref ‘in resmi, bir de kefen çıkmıştır.Zenci Musa ve onun gibi bu vatan topraklarının bağımsızlığı ve biz gelecek nesiller için canlarını hiçe sayarak savaşan, çalışan, vatanın çıkarlarını, kendi kişisel çıkarlarının üstünde tutan, vatanını, milletini büyük bir sadakatle seven milyonlarca ismini bilmediğimiz kahramanımız büyük “vatansever”lerdir. Onların vatanları için yaptıkları bunca fedakarlığın yanında bizlere onları ve verdikleri mücadeleyi hiç unutmamak, ülkemiz ve milletimiz için çok, daha çok çalışmak düşüyor.arastırmacı yazar:Şule KILIÇARSLAN

Çanak antenlerin dönemi bitiyor

Türksat Genel Müdürü Ensar Gül, TÜBİTAK Teknoloji ve Yenilik Destek Programları Başkanlığı (TEYDEB) finansal desteğiyle Ar-Ge çalışması yaptıklarını belirterek, prototipi ve testleri tamamlanan antenin ticarileştirilme çalışmalarının yapılacağını söyledi.

Televizyon yayınları için Ar-Ge çalışması yapılan düz antenin prototip çalışmasının 4’ü mühendis olmak üzere 6 kişilik bir ekip tarafından 1,5 yılda tamamlandığını anlatan Gül, prototip boyutunun 35x35 santimetre olduğunu, kazancı daha yüksek yeni bir versiyonun çalışmalarına da başladıklarını kaydetti.

Çanak antenlerin çok büyük, montajının da zor olduğunu söyleyen Gül, daha estetik ve küçük düz antende montaj sıkıntısının yaşanmayacağını belirtti. Gül, binaların ya da evlerin duvarlarına yerleştirilebilen ve istenilen renge boyanabilen düz antenin görüntü kirliliğini ortadan kaldıracağını ifade etti.

Düz antenlerin, sinyal bakımından diğer antenlerden hiçbir farkının olmayacağına dikkati çeken Gül, “Çanak antenlerdeki performansın aynısını düz antende de görebileceğiz. Teknolojisi farklı olan düz antenin sadece yapısı değişik. Anten üzerinde 256 tane 16x16 boyutunda küçük antencik var. Bunlardan gelen sinyal noktaları birleştiriliyor. Bu antende ileri teknoloji kullanıldı" diye konuştu.

Dünyada düzlemsel antenlere doğru bir trendin olduğunu belirten Gül, özellikle araç üzeri kullanımla ilgili anten ihtiyacının olduğunu, düz antenin üretim maliyetinin düşmesiyle düz antene ilgide artış yaşanacağını söyledi.

Türksat'ın üretici bir firma olmadığını dile getiren Gül, düz antenin üretimini yapacak firmalarla görüşmeler yapacaklarını anlattı. Gül, söz konusu üretimle ilgilenen firmalar ile anlaşıp, düz antenin lisans haklarını satacaklarını kaydetti. 

Tasarım ve ticarileşme haklarının verileceği firmanın, düz antenin satış fiyatını belirleyeceğini bildiren Gül, Ka-Bant uydu internet terminali için de anten çalışmalarına başlayacaklarını sözlerine ekledi.

24 Aralık 2014 Çarşamba

DÜNYANIN DEĞERİ KAC LIRADIR?

Akdeniz'deki şirin illerimizden birinde iki sene önce görev görev yaparken emir subayına görev veriyor. "Ramazan ayındayız, git bu şehrin en fakir insanını bul" diyor. Ertesi gün emir subayı geliyor; "Buldum paşam, şu mahallede oturan 75 yaşında bir teyzemiz var.
Tek başına hayatla mücadele ediyor" 
diyor.
General, erzak paketi hazırlayıp o yaşlı teyzenin kapısını çalıyor. İftara yarım saat var. Hemen gelen erzaklarla sofra kuruluyor.
İftar'da General yemeğe başlıyor.
Ev sahibi yaşlı teyze sofraya oturuyor ama yemeklere dokunmuyor.
Paşa "Haydi teyze sen de orucunu aç" diyor. "Evladım ben Alevi'yim oruçlu değilim, siz devam edin" cevabı geliyor.
Buraya kadar anlattıklarından sonra General'in söyledikleri çok çarpıcıydı; "Ben bu şehrin en fakirine Ramazan'da iftar açacak diye yardım etmeye niyetlendim. Allah beni bu oruç tutmayan teyzemizin evine gönderdi.
Hiçbir şey tesadüf değildir." 
Paşa evden ayrılırken yaşlı teyzeye "Bir isteğin var mı" diye soruyor.
Teyze "Daha önce bir apartmanda kapıcı olarak çalışıyordum.
Yaşlandığım için işten çıkarıldım.
Sizden ricam eğer mümkünse işe geri alınmamı sağlayabilir misiniz" 
diyor.
General "Kaç para maaş alıyordun oradan" sorusunu yöneltiyor.
Sıkı durun, cevap çok ilginç. "Ayda 50 lira maaş alıyordum." Evet sene 2012...
Ve o 50 lira maaş o teyzenin DÜNYASI...
Onun için çok önemli. "DÜNYANIN DEĞERİ 50 LİRA" dedi Paşa.
Ve ekledi; "Neyin kavgasını yapıyoruz? Bu ülke Alevi'siyle Sünni'siyle, Türk'üyle Kürdüyle, Laikle muhafazkarla, sağcısıyla solcusuyla hepimizin. Hepimiz, hepimize lazımız.
Ama bizi bölmek, parçalamak yutmak için dışarıdan akıl almaz DOLAPLAR çeviriyorlar. Bunun için de hep aynı argümanları ve piyonları kullanıyorlar.

21 Aralık 2014 Pazar

Tahşiyecileri sorgulayan savcı kimdi, biliyor musunuz?

14 Aralık Pazar günü başlayan ve birçoğumuzun ilk kez duyduğu Tahşiyeciler operasyonuyla ilgili soruşturma gazetecileri de kapsadığı için Batı’dan büyük bir tepkiyle karşılaştı. Daha ne olduğunu dahi bilmeden, otomatik, aynı zamanda son derece oryantalist ve patronluk taslayan yorumlar yapıldı. Ancak ben bunun altında komplo aramıyorum. Cemaat gelişmeleri tahmin ettiği için uzun zamandır Batı’da lobi faaliyeti yapıyor. Batı da cemaatin söylediklerine inanmaya hazır, zira zaten bizzat cemaatin emniyet ve yargısının operasyonlarıyla yapılan hukuksuz tutuklamalar bir bir ortaya çıktığı için hikâye hazır. İronik bir şekilde kendi günahları üzerinden kendine koruma sağlamaya çalışıyor paralel yapı.
Buna fırsat vermemek için operasyon farklı şekilde yapılamaz mı? Zira iddialara bakınca ortada savcı-polis-hâkim üçgenini görüyoruz. Üzerinde polisin parmak izi olan silahlar var. Tamam, emniyet ayağı da soruşturuluyor ama ya yargı ayağı? Bu kanıtlar üzerinden yürüyen bir savcı ve Tahşiyecileri cezaevine gönderen bir hâkim var. Neden önce onlardan başlanmıyor? Kamuoyu neden onlar üzerinden öğrenmiyor bu hikâyeyi?
Mesela ben yargı ayağına bakınca çok ilginç bir ayrıntı yakaladım: Tahşiyeciler soruşturmasını yürüten savcının ismi Kadir Altınışık. Kim bu savcı biliyor musunuz? Hanefi Avcı’yı Devrimci Karargâh’ta sorgulayan savcı! Bu savcıyla ilgili 2010 yılında Aydınlık’ta yayımlanan şöyle birhaber var: “Hanefi Avcı 25 Eylül’de İzmir’de yaptığı açıklamada ‘Her şeyi (cemaatin emniyetteki yapılanmasını kastediyor-NA) 30 Eylül’de açıklayacağım’ dedi. Bunun üzerine 26 Eylül Pazar Günü Devrimci Karargâh örgütüne yönelik soruşturma kapsamında İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Kadir Altınışık, Avcı’nın mevcutlu olarak getirilmesi kararını verdi... Savcı Altınışık, gelmediği takdirde Avcı’nın zorla getirilmesini emretti...’
Altınışık aynı zamanda Cumhuriyet gazetesine konan bombaları Ergenekon ile bağlayan iddianameyi yazan ve İrtica ile Mücadele Eylem Planı Davası’nda Taraf gazetesine gelen belgelerle ilgili ifade alan savcı. Son derece şüphe uyandırıcı bir üçgen söz konusu. Neden önce buradan başlanmıyor?

Eski HSYK 3. Daire’yi kasıtlı kilitlemiş
Yargı mensuplarının bir nevi dokunulmazlıkları var. Bu, dünyada da böyledir ve haklı sebepleri vardır ancak bizimki gibi durumlarda işin içinden çıkılmaz bir sorun olarak karşımıza geliyor bu koruma kalkanı. Bu ülkede son yıllarda herkese dokunuldu ama hâkimlere, savcılara bir türlü dokunulmadı. Acaba bu zorluk nedeniyle mi sıra onlara gelmiyor? Nedir işin prosedürü?
Bu soruları Ergenekon, Balyoz ve Poyrazköy davalarında avukatlık yapan Hüseyin Ersöz’e sordum.
Sorum şuydu: Yargı mensupları hakkında soruşturma nasıl açılır?
Dedi ki: Görev suçu söz konusu değilse herkes gibi adli soruşturma açılır ancak görev suçu ise adli soruşturma için önce HSYK 3. Daire soruşturma izni veriyor. Sonra Yargıtay’ın ilgili dairesi karar veriyor. Ancak oradan bir şey çıkması çok zor, zira özgürlük kısıtlayıcı kararlar çok ince elenip sık dokunuyor. Bu hep böyle oldu. Bir de idari soruşturma boyutu var. Onun için de HSYK’nın 3. Dairesi bir şikâyet üzerine ya da resen inceleme başlatıyor. Sonra süreç Teftiş Kurulu’nun atadığı başmüfettiş tarafından delil toplanıp daireye sunulması ve gerekli görülürse 2. Daire’ye oradan da 1. Daire’ye intikal ettirilmesiyle devam ediyor.
Hüseyin Ersöz şunu söylüyor: Ergenekon ve Balyoz davalarında şikâyetler hep 3. Daire’de takıldı, hiç ilerleyemedi. Soruşturma izni vermediler. Şimdi bu davalarla ilgili birçok hâkim ve savcı için şikâyet başvuruları var. Onlar ele alınacak ancak eski HSYK’nın 3. Dairesi bu günleri öngörerek uzun bir süre işlem yapmamış ve binlerce dosya birikmiş. Özellikle kilitlemek istemişler daireyi. O nedenle çok uzun sürüyor şikâyetlerin işleme konması.
Ersöz’ün söyledikleri çok vahim ve şayet doğruysa böyle bir yapının varlığını kanıtlayan başka bir delil. Kendi kendini her yönden korumaya almış bir yapıyla karşı karşıyayız. O nedenle bu iş çok zor.

Malatya Zirve Yayınevi Davası’nı da unutmayalım
Bunu İlker Başbuğ ve Hurşit Tolon başta olmak üzere bu davalarda birçok ismin avukatlığını yapan İlkay Sezer de söylüyor. Cuma günü karşılaştığım Sezer’e 14 Aralık operasyonunu sordum. O da benim gibi yanlış yerden başlandığını düşünüyor ancak şunu da söylüyor: Şimdiki savcılar son derece iyi çalışıyor. Üstelik o yapı ortadan kalkınca önüne geleni tutuklama furyası da bitti. (Ekrem Dumanlı’nın serbest bırakılmasına yönelik olarak) Ancak Sezer’in hatırlattığı başka bir dava daha var: Malatya Zirve Yayınevi Davası. O dava da son derece şaibeli bir tanık üzerinden yürüyordu hatırlarsanız. Anlattığına göre paralel yapı hâlâ o davaya hâkim. Gözlerin Malatya’ya da çevrilmesi şart. Bu davayla ilgili Sezer’den dinlediğim son gelişmeleri daha sonra yazacağım. Ancak belli ki son dönem kamuyu ilgilendiren bütün davaların altından benzer bir düzenek çıkacak gibi görünüyor.
Tabii bütün bunları daha erken görmemiz gerekirdi ancak hiçbir şey için geç değildir. Bütün tuhaflıkların peşine düşeceğim. Sondan başa doğru ortak isimler ve ortak şikâyetleri tespit etmeye çalışacağım. Zira belli ki Türkiye’de esas temizlenme şimdi başlıyor

Kod adı Kral


Paralel yapının eski Adana-Hatay hayalet abisi Tamer Barış Terkeşli önceki gün tutuklanan Hidayet Karaca’nın örgütsel yapıdaki rolü hakkında bomba ifşaatlarda bulundu. Serdar Adalı’nın Şike soruşturmasından tutuklanmasına engel olmak için İstanbul’a geldiğinde kendisini uyaran ismin Hidayet Karaca olduğunu söyleyen Terkeşli, “Adalı ile ilgili savcılarla görüşmek için geldiğimde İbrahim Üstünoğlu beni karşıladı. Üstünoğlu, Hidayet ağabeyimiz ‘siz bu konudan uzak durun İstanbul’un verdiği karara müdahale etmeyin’ şeklinde buyurdu’ diyerek beni uyardı. Soruşturma savcısı da benzeri tepkiyi gösterdi” dedi.  Karaca’nın Fetullah Gülen’le doğrudan temas kurma hakkı olan birkaç isim arasında olduğunu söyleyen Terkeşli, soruşturmalarda tutuklanacaklar listelerinin Karaca aracılığıyla Gülen’e gönderildiğini belirtti. 
“KRALDAN GELEN TALİMAT” İFADESİ KULLANILIR
17 – 25 Aralık ve Cübbeli Ahmet Hoca’ya kurulan kumpastan, Aziz Yıldırım’dan talep edilen himmete kadar bir çok önemli ayrıntıyı aylar önce Akit aracılığıyla kamuoyunun dikkatine sunan hayalet abi Tamer Barış Terkeşli, 14 Aralık operasyonunda tutuklanan Hidayet Karaca ile ilgili kan donduran açıklamalarda bulundu. Detaylı ifadesinin çatı soruşturmasına da dahil edildiğini hatırlayan Terkeşli, Karaca’nın yapılanmadaki rolü hakkında bilinmeyenleri anlattı: 
“Hayalet yapıdaki kod adı ‘Kral’dır. Operasyonlarda aktif görev alan görece alt kademedekiler kendileri arasında “Kraldan gelen talimat” ifadesini kullanır. Çok sakin, mülayim ve kendi halinde görünen ancak olağanüstü kıvrak zekaya sahip bir abidir.  İlk olarak kendisi ile 1999’da tanıştım. Daha sonra 2005’te de TCK’nın ilgili maddeleri değiştiğinde İstanbul’da toplantı yapılınca tekrar görüşme fırsatı buldum. Tepe noktada olduğu için doğrudan ulaşma imkânımız yok zaten. Birimlerin sorumlularıyla yapılan bir toplantı olursa görüşebiliriz.
TOP SAKAL ÇETESİ ONUN TALİMATIYLA YAZAR 
Fetullah Gülen cenahında çekirdekte yer alan 20 mollayı aşabilen kişidir. Gülen’in, sayıları birkaç tane olan sağ kolundan biridir. Doğrudan temas kurma hakkı olan sayılı kişilerdendir. Bir operasyon yapılacağı zaman takriben birkaç ay önce medya operasyon birimi Hidayet Karaca’nın talimatıyla algı operasyonuna başlar. Bu operasyonun legalleşmesi için gerekli algı oluşturulur. Kendileri ile irtibatlı, bir çoğu kripto, bir kısmı ise gerçekten de sadece habercilik amaçlı temas kuran gazeteci ve yazarlara doneler aktarılır adeta infaz operasyonu yapılır. Daha sonra düzmece ihbarla başlatılan operasyon sonrası bu şahısların yazıları işaret edilerek ‘Emre Uslu yazmıştı’, ‘Baransu aylar önce uyarmış’… türünde başlıklar atılır. 
KARAR VERİLMEDEN YAPILAN “TUTUKLANDI” HABERLERİNDEKİ ESRAR DA DEŞİFRE OLDU
Tutuklamalarla ilgili listeyi Pensilvanya’ya ulaştıran, Pensilvanya’dan onaylanıp geri gelen listeleri de savcı, polis ve hakimlere bakan abilere ileten kişidir. Kamuoyu hatırlar, bazı Ergenekon ve Balyoz sanıkları ‘tutuklandığımıza ilişkin haber, mahkemenin kararından önce Samanyolu’nda alt yazı geçti’ şeklinde açıklamada bulunmuştu. Bunun nedeni basit bir senkron hatası. Tutuklama kararları sanık ifadesine göre ya da elde edilen delile göre değil, Pensilvanya’dan gelen bu liste doğrultusunda verilir. Yani anlayacağınız kimin tutuklanacağı daha şüpheli sorguya alınmadan bellidir. Savcı o listeye göre tutuklama talep eder, hakim o listeye göre tutuklar. İşte bu noktada yapılan basit bir zamanlama hatası ise sanıkların ‘daha sorgudayken Samanyolu’nda tutuklandığıma ilişkin yazı gördüm’ ifadelerini izah eder.  
HİDAYET AĞABEYİMİZ UYARDI 
Daha önce gazetenizde yayınlanan Şike soruşturmasına ilişkin haberde beni uyardığını belirttiğim kişi de Karaca’dır. Adalı ile ilgili savcılarla görüşmek için geldiğimde İbrahim Üstünoğlu beni karşıladı. Üstünoğlu, Hidayet ağabeyimiz ‘siz bu konudan uzak durun, İstanbul’un verdiği karara müdahale etmeyin’ şeklinde buyurdu’ diyerek beni uyardı. Soruşturma savcısı da benzeri tepkiyi gösterdi. Algı operasyonları, medya operasyonları onun bilgisi dışında olmazı. 
EKREM DUMANLI, HİDAYET’İN ALTINDADIR 
Fetullah Gülen’le birebir telefonla görüşebilen bir avuç abiden biridir. Dikkat edin, Ekrem Dumanlı’nın Fetullah Gülen’le bir konuşması var mı? Ekrem Dumanlı, Fetullah Gülen’e doğrudan ulaşma kudretine sahip biri değil. Ekrem, yapıya sonradan dahil olduğu için hiçbir zaman en tepeye yerleşemez. Ancak Hidayet, yapının çekirdekten yetiştirdiği bir isim olduğu için doğrudan ulaşabilen isimlerdendir. Bunların bilgisini çatı soruşturmasına bakan birimlere anlattım.”

Gülen’i eleştirince nelermi oldu?

Mısır'daki eğitimden sonra 2006'nın sonunda Türkiye'ye dönen Halis Bayancuk, 2007'de Fethullah Gülen'i eleştirdikten sonra uğradığı 3 kumpasın hikayesini şöyle anlatıyor: "İlk operasyon 2008'de yapıldı, 13 ay cezaevinde kaldık sonra çıktık. Dosyada tek bir delil yoktu. Tape'ler üzerinden suçladılar. Mesela bana, 'İnsanlar telefonda sana niye hoca diyor, bu örgüt lideri olduğunu göstermez mi?' diyor. En ufak bir şey bulamamalarına rağmen, 600 kg. patlayıcı yakalandı, silah bulundu falan dediler. O zaman da emin olun yine eşimin ders notları ve kitap almışlardı. Hatta, savcının 'Sanıkların suç işleme potansiyeli vardır' gibi ifadesi de vardı. Türkiye'de sadece biz değil, Gülen cemaatine muhalif ya da farklı olan gruplara operasyon yapılıyor ve onlara El Kaideci deniyor. Fakat bütün dosyaları inceleyebilirsiniz. Ceza verilen insanlara yönelik El Kaide ile ilgili tek bir delil yok. Bu çok ağır bir iddia.. Şunu çok tekrar edeceğim, bir ülkenin Başbakanına, cumhurbaşkanına bile çelme takmaya cesaret eden bir savcının, normal insanlara yapamayacağı bir şey yoktur." 

EL KAİDE TÜRKİYE LİDERİ (!)

"Evim basıldığında siz buradaydınız ve şahittiniz, kitaptan, kalemden, defterden başka ne gördünüz burada. Ama biliyorsun haber olarak ne dendi; patlayıcı, bomba, dokuman falan.. Bir önceki operasyonda kapı komşum şahittir yine, 500 kilo patlayıcı çıktığını söylediler, adam da biraz yerel mahalli bir adam, ağzı da bozuk, 'Yahu ne 500 kilo patlayıcısı 500 kilo kitap çıktı evden' diye tepkide bulundu. Bu insanlar nasıl bu kadar pervasızca insanlara iftira edebiliyorlar, siz o olayda şahitsiniz, burayı görmeseydiniz o haberlere inanacaktınız. Peki bu şekilde acaba kaç gruba, kaç kişiye zulmedildi.. Ki bu adamlar beni El Kaide Türkiye Sorumlusu olarak yansıtıyorlar basına, bir de diğer insanları düşünün. Girişi çok ciddi yapıyorlar sonrasında geri adım atamıyorlar, 'bari bir ceza verelim' diyorlar, 'verelim' dedikleri de en az 5 sene.. Tam 5 sene 8 ay ceza aldım. Birinci mahkumiyette bir yıl yattım çıktım, Yargıta'ya gitti, Yargıtay dosya eksikliğinden iade etti.."

EL KAİDECİ OLMADIĞNI BİLİYORUZ

"Polis sorgusunda, biri bana şunu söylemişti; 'Biz senin El Kaideci olmadığını biliyoruz, hatta El Kaidecilerin seni sevmediğini de biliyoruz.' Ben de Allah'tan korkmuyor musunuz demiştim. O da 'yapacak bir şey yok' demişti. 2011'in Nisan ayında ikinci operasyon oldu. El Kaide lideri ve silahlı terör örgütü kurmak suçundan yargılandım. Birinci operasyonda polisler, bana '10 -15 yıl hapistesin. En az 5 yıl hapistesin senden kurtuluyoruz' demişlerdi. Hatta 'İstersen sana kolaylık sağlayalım Afganistan'a git' demişlerdi. Wikileaks belgelerinde yer alıyor: ABD'lilere bir brifingde, polis diyor ki; 'Bunlar El Kaideci değil, ama biz yaptığımız operasyonları bu isim adı altında yapıyoruz."

SEYYİD KUTUB'UN KİTABI DA SUÇ

"İkinci operasyonda el konulan kitaplar arasında, Seyyid Kutub'un 'Yoldaki İşaretler'i vardı, Abdullah Azzam'ın kitaplarını, benim yazdığım kitapları suç saydılar. Bandrollü çıkardığım kitaplarımı, yasal dergimizi suç unsuru gördüler. Gözaltına alınan bir arkadaşımız emniyete götürülürken, polis arabada Gülen'in dersini anlatıyor.. Arkadaşımız, 'Sizi de dinliyor olabilirler' dediğinde polis, 'Korkma, dinleyen de bizden' diyor. Emniyette genelde, Gülen'le ilgili sorular sorulurdu. Bir keresinde polis, 'Sen Hocaefendi'nin Buhari'yi ezbere bildiğini biliyor musun, onu dinledin mi, görüşleri için ne diyorsun?' gibi sorular sormuştu.. Anladığım kadarıyla, bunlara bir ihale verilmiş bu da Ilımlı İslam.. 2011 operasyonunda 2 yıl cezaevinde kaldıktan sonra mahkeme başkanı değişti ve serbest kaldık. Hakim bana 'Bu defa gizliliğe riayet etmişsiniz' dedi. Ben de kendisine, 'Hakim bey, 'Eve gelirken çay al'ı 'TNT al' diye, 'baba' ifadesine farklı anlam yüklerseniz ne yapabiliriz. Ben de artık telefon kullanmayı bıraktım' dedim."

YATAK ODASI İLE TEHDİT EDİYORLAR

"Polis bana, evleri dinlerken, evler tek odadan ibaret değil demişti. Mahrem hayatla ilgili bir çok arkadaşıma tehditte bulunmuşlar. İnsanları mahrem konuşmalarıyla bile tehdit ediyorlar."

24 YAŞINDA LİDER

1984 doğumluyum, aslen Bingöllüyüz. Diyarbakır'da doğdum. İmam hatip lisesini Diyarbakır'da tahsil ettik. Katsayı problemi vardı. Mısır'da 4 yıldan fazla kaldım. 2008 ve 2011'deki operasyonlarda 'El?Kaide lideri' iddiasıyla, 2014'teki operasyonda ise IŞİD ve El Kaide lideri suçlamalarıyla yargılandım. Tek bir delil bulanabilmiş değil.

ELEŞTİRİNCE DÜĞMEYE BASTILAR

Gülen'in şahsından çok zihniyetine itirazımız vardı. 2007'de 'Dinler arası diyalog'la, ilgili bir ders yapmıştım. Dinlerarası Diyalogun insanın itikadını bozacağını, bunun bir Vatikan projesi olduğunu söylemiştim. İkincisi; İslam dünyası kan ve işgal altında iken 'Onun İsrailli çocuklara ağladım' sözlerini eleştirmiştim. Üçüncüsü; din istismarcılığı yaptığını, İslam ümmetinin yanında neden görmediğimizi sormuştum. Çok geçmedi ilk operasyon yapıldı. Bunlar tabi kendileri gibi düşünmeyenleri potansiyel suçlu görüyorlar. Mesela Tahşiyecilerin lideri denilen Mehmed Doğan Hoca, o da Nurcu, ama onlar gibi düşünmediği için kumpasa uğradı. Mesela Van'da savcı; 'Senin Fethullah Gülen'le alıp veremediğin nedir?' diye sormuştu.. Hanefi Avcı'nın bir sözü var ya; "Emniyette hukuksuzluk yapılırsa savcılıkta çözersiniz, orada yanlış olursa mahkemede, olmadı, Yargıtay'da.. Ancak baştan sona paralel ise, hakkınızı arayamıyorsunuz."

EN SON İHALE BANA KALDI

Benden önce yazar Mustafa Kaplan'ı El Kaide lideri yapmışlardı. Tam bir komedi, Türkiye'de kaç El Kaide lideri var ve niye birbirlerini tanımazlar.. Bildiğim 6-7 kişi lider suçlamasıyla hapse girdi. En son ihale bana kaldı. Yaklaşık 4 yıl hapiste kaldım.. Somut bir delil ortaya konulmadı.. Yargılandığım iddialara ilişkin tek bir delil ortaya konulsun bu cezaları hak ettim diyeceğim. Allah'ın kaderine razıyım ama zulme razı değilim. Hakkımı helal etmiyorum. Cezaevlerinde 24 saat bu yapıya yönelik sürekli beddua yükseliyor. Onlara fikri, itikadi olarak muhalif olduğum için cezaevinde yattım. Ama hukukta bunun tanımı olmadığı için bize örgüt yaftası vurdular. Dergimiz var, yayınevimiz var, haber sitemiz var. inandığımızı insanlara bu yolla anlatıyoruz. Yazarak, anlatarak davetimizi yapıyoruz.

TÜM DOSYALAR RAFTAN İNMELİ

2003 yılından itibaren açılmış tüm dosyaların yeniden görülmesi lazım.. Bir kurul kurulup yeniden ele alınırsa bir çok dosya bozulacaktır. Bütün dosyalar raftan indirilirse çok şeyin ortaya çıkacağını düşünüyorum. Araştırmalar Fırat'ın doğusuna geçerse, faili meçhullere yönelik paralel parmak bulunacak, pis işlere bulaştıkları da görülecektir. 2003 öncesi 90'lı yılların çirkinliklerinde de bunların parmağı var. Asıl orada eğitim alıp örgütlendiler.

Kaynak: Star

STV'nin dizisi MHP'nin kasetleri


Paralel Yapı'ya yönelik 14 Aralık'ta gerçekleştirilen "Tahşiye" operasyonunun ana gövdesini, STV dizisi Tek Türkiye'nin senaryosu oluşturdu. Cemaat medyası da STV Ceo'su Hidayet Karaca'nın tutuklanmasıyla son bulan Tahşiye operasyonunu itibarsızlaştırmak için "Senaryo operasyonu" adını taktı.

ÖNCE TAHŞİYE OPERASYONU

Oysaki "Tahşiye" operasyonu STV dizilerinin ilk müneccimliği değildi. 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri öncesinde MHP yönetiminde 10 istifaya neden olan seks kaseti skandalından hemen önce de STV'nin Ergenekon olaylarını anlatan dizisi "Kollama"da kasetler uzun uzun anlatıldı. Ardından da MHP'yi ve Türkiye'yi sarsan kaset skandalı yaşandı. 14 Aralık Paralel Yapı Tahşiye Operasyonu'nun ana gövdesini, STV dizisi Tek Türkiye'nin "Tahşiye" senaryosu oluşturdu. Her şey Fethullah Gülen'in 6 Nisan 2009'daki Herkül.org sitesindeki Tahşiyeciler grubunu hedef alan sözleriyle başladı. Gülen'in bu konuşmasından sadece 3 gün sonra 9 Nisan 2009'da Tahşiyeciler terörist olarak gösterildi. 2010 yılında da tıpkı Tek Türkiye dizisinin, Tahşiye operasyonunda senarist, yönetmen ve Hidayet Karaca'nın ret ederek ortada kaldığı senaryosundaki gibi Tahşiye Grubu terör operasyonu gerçekleştirildi.

GAZETEPORT FARK ETTİ

Fakat bu STV dizilerinin ilk operasyon faaliyeti değildi. 25 Mayıs 2011 tarihinde Gazeteport adlı internet haber sitesi, "Müneccim gibi dizi" başlıklı bir haber yayınladı. Aynı haberi Milliyet.com.tr gibi yayın kuruluşları da kullandı. Habere göre; "MHP'yi sarsan kaset depremi konusunun bir ay önce Samanyolu TV'de yayınlanan ''Kollama'' dizisinin 18 Mart'ta yayınlanan 120. bölümünde ''Kaset olayları'' konu ediliyor.

Kaddafi'nin 200 milyar dolarının peşindeler

Politikacıların, iş adamlarının, oyuncuların, mankenlerin veya sporcuların servetlerini araştırması ile ünlü Celebrity Net Worth's isimli site ilginç bir araştırmaya imza atmıştı. Bin yıl geriye gidilen araştırmada dünyanın gelmiş geçmiş en zengin 25 kişisi belirlenmişti. Enflasyondan arındırılmış listedeki milyarderlerin toplam servetleri 4 katrilyon 317 trilyon dolar olarak hesaplandı. Listenin birinci sırasında günümüzde yaşasaydı serveti 400 milyar dolara ulaşacak olan Batı Afrika Kralı Mansa Musa vardı. Listedeki isimlerden şimdi sadece üçü hayatta. 25 kişi içinden akıllarda en çok Muammer Kaddafi kaldı. 20 Ekim 2011'de doğum yeri olan Libya'nın Sirte kentinde linç edilerek öldürülen Kaddafi, 200 milyar dolarlık kişisel serveti ile listenin yedinci sırasındaydı. Gazeteye göre dünyanın en büyük mirası olan bu paralar Johannesburg ile Pretoria kentleri arasında tutuluyor. Aynı zamanda dünyanın en büyük nakit para stoğu olan milyarlar, yedi farklı gizli sığınak ve depoda saklanıyor. Paraların başında ağır silahlarla donatılmış güvenlik ekipleri bekliyor. Paraların Libya'dan Güney Afrika'ya 62 farklı uçakla taşındığı ileri sürüldü. Para transferini de Güney Afrika'daki ırkçı dönem olan Apartheid'de görev yapan eski özel kuvvet askerlerinin yerine getirdiği kaydedildi. 

HAZİNE AVCILARI 

200 milyarın dışında Kaddafi'ye ait yüzlerce ton altın ve 6 milyon karat elmasın da Güney Afrika'da olduğu belirtildi. Bir de Cape Town ve Johannesburg'da Kaddafi ailesine ait oteller ve diğer gayrimenkullerden söz ediliyor. Haberde Güney Afrika lideri Jacob Zuma'nın Nisan 2011'de Libya'ya yaptığı ziyaret hatırlatıldı. Zuma ile birlikte beş kişilik ekip, Kaddafi ile görüşmeler gerçekleştirmişti. Müzakereler için NATO, Zuma'ya özel olarak Libya'daki uçuşa yasak bölge uygulamasını kaldırdı. 10 Nisan 2011'de Zuma, Kaddafi'nin muhaliflerle arasında patlak veren krizi bitirecek yol haritasını kabul ettiğini açıkladı. Ancak ilerleyen günlerde Zuma'nın heyeti tekrar Libya'ya gidemedi. NATO, bir daha Güney Afrika uçaklarının Libya'ya gitmesine izin vermedi çünkü. Zuma da daha sonra birçok kez NATO'yu, görüşmeleri kasıtlı şekilde sabote etmekle suçladı. Sunday Independent'ın iddialarının ardından yayımlanan diğer haberlere göre milyarların peşinde sadece Afrikalılar yok. ABD ve bazı Avrupa ülkeleri, bu milyarlara ulaşmak istiyor. İşin içinde bir de 'modern hazine avcıları' var. Devrilen siyasi liderlerin kayıp paralarının izini sürenlere 'modern hazine avcıları' deniliyor. Günümüzde bu işi, başında eski istihbarat ajanlarının, suçlularla ilgili finans uzmanlarının, büyük şirket avukatlarının ve hatta eski gazetecilerin bulunduğu şirketler yapıyor. Bunların birçoğu ABD merkezli. Bu avcılar, diktatörlerin ülkelerinden kaçırdıkları servetleri ortaya çıkarıp yeni kurulan hükümetlere teslim ediyor. Karşılığında ya yüzdelik pay ya da çok yüklü miktarda başarı ödülü alıyorlar. Modern hazine avcılarının tüm oluşumları yasal. Yani hükümetlerin onlarla işbirliği yapmasında hiçbir engel bulunmuyor. 

LİBYA'DA DURUM KARIŞIK 

Libyalı yetkililerin de çoktan Kaddafi'nin milyarlarını bulmaları için modern hazine avcıları ile anlaştığı biliniyor. Sunday Independent gazetesi, ABD merkezli Washington African Consulting Group (WACG) isimli bir şirketin kendilerini Libya hükümetin resmi temsilcisi olarak gösterdiğini duyurdu. Malta merkezli Sam Serj isimli bir diğer firmanın da, Kaddafi dönemine ait mal varlıklarının Libya'ya iadesi için Güney Afrika hükümeti ile temaslara başladığı söyleniyor. Ancak Libya'da durum çok karışık. Kaddafi'nin devrilmesinden bu yana istikrarlı bir hükümet kurulamadı. Hatta şu an ülkede iki başbakan, iki hükümet ve iki ayrı parlamento bulunuyor. Arkalarına NATO desteğini alarak Kaddafi'yi devirenler şimdilerde 'düşman' oldu yani. Kendilerine Libya'nın Şafağı diyen silahlı bir grupbaşkent Trablus ile Bingazi'nin doğusunu kontrol ediyor. Kendi hükümetlerini kurdular. Uluslararası arenada tanınan Başbakan Abdullah es-Sinni hükümeti bu bölgelerde kontrolü yeniden sağlamak için uğraşıyor. Libya'nın Şafağı grubundan ayrı hareket eden başka militan gruplar da var. Dolayısıyla, Kaddafi'nin servetine ulaşmak isteyen şirketlerin Libya'da hangi gruplarla işbirliği yaptıkları net olarak bilinmiyor. Bazı haber kaynaklarında da Libya'da Fransa destekli grupların ABD merkezli diğer şirketlerle kendi başlarına işbirliği yaptığı belirtiliyor. Libya'nın Şafağı grubundan bağımsız hareket eden silahlı oluşumlara yakın olan ve Kaddafi'nin devrilmesinde aktif rol oynayan Abdülhekim Belhac ile İbrahim Cadran'ın da Güney Afrikalı yetkililerle görüşmeler yaptığı biliniyor. Ancak profesyonel modern hazine avcılarına göre Kaddafi'nin servetine ulaşmak hiç de kolay olmayacak. Kaddafi'nin eski Petrol Bakanı Şükrü Ganem, iki yıl önce Tuna Nehri'nde ölü bulunmuştu. Kaddafi'nin servetinin tamamının yerini bilen eski danışmanı Beşir Salih'ten de uzun süredir haber alınamıyor... 

MİLYARLAR SIĞINAKLARDA

Devrileli üç yılı geçen Kaddafi'nin dudak uçuklatan servetinin nerede olduğu hâlâ bilinmiyor. Hatta bazı komplo teorisyenlerine göre Kaddafi aslında milyarları, elmasları ve altınları yüzünden Batı tarafından öldürülmüştü. Güney Afrika basınında ise gelmiş geçmiş en zenginler listesinde yer alan Kaddafi'nin mal varlıkları hakkında ilginç bir iddia dile getiriliyor.Sunday Independent gazetesindeki haberde Çöl Tilkisi lakaplı Kaddafi'nin 200 milyar dolarının Güney Afrika'da saklandığı ileri sürüldü.

MOSSAD’ın köstebeği


İsrail’in İstihbarat ve Özel Operasyonlar Enstitüsü’nün (MOSSAD) Lübnan’da Hizbullah örgütüne ajan sızdırdığı ortaya çıktı. Washington Post’ta yer alan bir haberde Mossad’ın Muhammed Şavraba isimli ajanını 2006 yılında köstebeklik yapmak üzere yolladığı ve üç hafta önce deşifre edilen ajanın, Hizbullah lideri İmad Muğniye'ye yönelik 2008 yılında düzenlenen suikastte çok önemli rol oynadığı kaydedildi. 
BEŞ MİSİLLEMEYİ İHBAR ETTİ 
Şavraba'nın yakalanana kadar örgüt içinde dış operasyonlar birimini yürüttüğü belirtildi. “Ünite 910” adlı Hizbullah’ın İsrail’i hedef alan bölümüne sızan ajanın  ayrıca Muhammed Amadar’ın ihbar edilmesi ve Hasan Nasrallah’la ilgili bilgi sızdırılması gibi görevlerde rol aldığı tahmin ediliyor. Şavraba’nın örgüt içinde gerçekleştirdiği casusluk faaliyetleri Hizbullah içindeki en büyük güvenlik çatlaklarından biri olarak görülüyor. Hizbullah, Şavraba’nın ajanlık yaptığını ise ancak Muğniye’nin öcünü almak için İsrail’i hedefleyen 5 misilleme saldırısının başarısız olmasının ardından anladı.
Şavraba ile birlikte tutuklanan 4 yardımcısı, Hizbullah mahkemesinde yargılanıyor. İsrail ile Hizbullah arasında  yaşanan 2006 yılındaki Lübnan savaşı  esnasında İsrail’in grubun içine köstebek sızdırmanın yanı sıra telekomünikasyon ağlarına dinleme cihazları yerleştirmek gibi casusluk faaliyetleri yürüttüğü de biliniyor.
BM’den İsrail’e ağır fatura
12 Temmuz 2006'da İsrail'in kaçırılan askerlerini almak için Hizbullah'a yönelik başlattığı saldırılarda binin üzerinde Lübnanlı sivil öldürülmüş,  Beyrut enkaz yığınına dönmüştü. 
Nasrallah’ın korumasıydı
İsrail’in olası bir suikastine karşın çok sıkı korunan Hizbullah lideri Hasan Nasrallah (solda), son olarak 17 Kasım’da Beyrut’ta taraftarlarına seslenmişti. İsrail ajanı çıkan Muhammed Şavraba’nın bir dönem Nasrallah’ın korumalığını da yaptığı belirtiliyor.

20 Aralık 2014 Cumartesi

Devredilmeyen nöbetle engellenen bir darbe:"Annen vefat etti, senin nöbetini biz tutarız"


17 Aralık günü, Paralel Yapı'dan olmayan 1 Numaralı Özgürlük Hâkimi, nöbeti devretmeye yanaşmayınca Bilal Erdoğan ve diğer isimler için yakalama kararı çıkmadı. Paralel darbe de gerçekleşmemiş oldu.
17 Aralık 2013 günü Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde hummalı bir koşuşturmaca yaşanıyordu. Paralel Yapı'ya yakın savcılar 17 Aralık'ta bütün operasyonu tamamlayıp hükümeti tek darbede devirmek niyetindeydi. Ancak o süreçte bir hâkimin nöbeti devretmeme inadı tarihin kırılma anlarından biri oldu. Paralel Yapı'nın planına göre, aralarında 'dönemin Başbakanı' dedikleri Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın da bulunduğu isimler, 25 Aralık'tan önce, 17 Aralık'taki ilk dalgada gözaltına alınacak ve darbe gerçekleştirilmiş olacaktı. Tam da 17 Aralık günü İstanbul Adliyesi'nde 1 Numaralı Özgürlük Hâkimi nöbetçi hâkimdi. 1 Numaralı Özgürlük Hâkimi, Paralel Yapı'nın kontrolünde olmayan bir hâkim idi. Paralel örgüte yakın savcılar bu yüzden bu hâkimin nöbeti devretmesini istiyordu. Hatta "Annen vefat etti, senin nöbetini biz tutarız" diye ısrar ettiler ancak hâkim, "Ben nöbetimi tutarım" dedi. Nöbeti paralel savcılar devralamayınca da Bilal Erdoğan'ın da aralarında bulunduğu isimler hakkında yakalama kararı çıkarılamadı. 17 Aralık'ta darbe girişimi böylece engellenmiş oldu.
'BİLAL'İ GETİRİRSENİZ...'
17-25 Aralık soruşturmalarıyla o dönemde Ankara'da görev yapan polis müdürü Ali Fuat Yılmazer de yakından ilgileniyordu. Sık sık İstanbul'a gelen Yılmazer, 17 Aralık soruşturmasının gerçekleştirildiği günlerde bir grup polis müdürü ile toplantı halindeyken, iddiaya göre Bilal Erdoğan'ı kast ederek, "Bilal'i buraya getirirseniz bu iş biter" demişti. Bu konuşması kapı aralığından duyuldu. Operasyonun Savcısı Celal Kara, Bilal Erdoğan'ın yanı sıra aralarında 4 bakan, 3 bakan çocuğu, bürokratlar ile banka yöneticilerinin bulunduğu kişileri 'rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık' iddiasıyla tutuklamak istedi. Ancak devlet, bunu bir darbe girişimi addedip operasyonu yürüten polisleri görevden aldı. Soruşturmayı yürüten savcıların görev yerleri de HSYK kararnamesi ile değiştirildi. Önce Celal Kara'nın, ardından da aralarında Zekeriya Öz'ün de bulunduğu 166 hâkim ve savcının görev yeri değiştirildi. Paralel Yapı, operasyonu 12 Haziran 2007'de başlattığı Ergenekon operasyonlarına benzer bir kurguyla gerçekleştirdi. Dosya Paralel Yapı'ya yakın savcılar ve hâkimlere verildikten sonra yine paralel polisler tarafından operasyon başlatıldı. Eş zamanlı olarak soruşturmayla ilgili bilgiler Paralel Yapı'ya yakın medya organlarında yayımlanıp kamuoyu yönlendirilmeye çalışıldı. Soruşturma kapsamında gözaltına alınan 71 kişiden 24'ü tutuklandı. Tutuklanan kişiler, Paralel Yapı'ya mensup olmayan hâkimler tarafından 28 Şubat 2014'te serbest bırakıldı. Hükümetin isteğiyle de 17 Aralık'tan sonra soruşturmalarda adı geçen bakanlar görevden ayrıldı. 17 Aralık komplosu, Gülen örgütünün devleti ele geçirme stratejisiyle yürüttüğü 40 yıllık operasyonun nihai halkasıydı. Buna göre paralel devlet örgütlenmesinde en önemli unsur, mahrem hizmetler adı verilen özel sınıf. Harp okulu, siyasal bilgiler, hukuk ve polis akademisinden mezun olanlar paralel devlette bu sınıfın mensubu olarak görülüyor. Bu sınıfın mensuplarına özel önem veriliyor. Devlet içinde, ama devlet hiyerarşisinden ayrı biçimde örgütlenmiş yapının en önemli kurumu ise imamlık. SABAH'ın ulaştığı bilgi ve belgelere göre Gülen örgütü, devletteki örgütlenmesini, Osman Hilmi Özdil'in Emniyet imamı görevini devraldıktan birkaç yıl sonra gücü tamamen kendinde topladığı dönem olan 2005'ten itibaren hızlandırdı.
'DEVLETİ MİLLETTEN ÇALMAK İSTEDİLER'
Avukat Mustafa Doğan İnan, 17 Aralık yargı darbesi girişimini SABAH'a şu sözlerle değerlendirdi: "17 Aralık ve 25 Aralık suç soruşturması değildir. Üzerinde çalışılmış, siyasi iradeye yönelik bir linç operasyonudur. Türkiye'deki sistem içinde yapıyı ele geçirmede yargı, tarih boyunca en önemli sopa olmuştur. Bu olayda da aynı şey yaşanmıştır. Asıl amaçları devleti milletten çalmaktı. Organizasyonun sacayakları buna göre yapılmıştı. Siyasi iradeyi terbiye etmek istediler, fakat bunu başaramadılar. Başarsalardı tam bir korku imparatorluğu kuracaklardı."
(Sabah)

Mustafa Suphi yi kim öldürdü?

Mustafa Suphi, 1883’de Mustafa Kemal’in doğumundan iki yıl sonra Giresun’da doğdu. Babasının görevi nedeniyle Kudüs ve Şam’da, ortaöğrenimini Erzurum’da gördü. İstanbul’da Hukuk Mektebi’ni bitirdikten sonra Fransa’ya gitti.  Paris’te Siyasal Bilgiler Yüksekokulu’nda öğrenim gördü (1910). Ahmed Ferit (Tek) tarafından çıkarılan ve Milli Meşrutiyet Fırkası’nın sözcülüğünü yapan İfham gazetesinde, yazı işleri müdürü olarak çalıştı. İstanbul’daki ilk yıllarında İttihat ve Terakki yanlısıyken, baskıcı uygulamaları nedeniyle, sonradan bu örgüte muhalif bir çizgi izlemeye başladı.

Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesinden sonra Sinop’a sürüldü. 1914’te birkaç arkadaşıyla birlikte Rusya’ya kaçtı. Ekim 1917’deki Sovyet Devrimi’nden sonra Moskova’ya gitti. Tatar-Başkırt devrimcileriyle birlikte Yeni Dünya gazetesini çıkardı. Moskova’da I. Türk Sol Sosyalistleri Kongresi’nin ( 25 Temmuz 1918) ve I. Müslüman Komünistler Kongresi’nin (Kasım 1918) toplanmasına ön ayak oldu. 10 Eylül 1920’de yine Bakü’de toplanan, TKP I. Kongresi’nde, sosyalistlerin birliğini sağlamaya yönelik etkin girişimlerde bulundu.
10 Eylül 1920`de Bakü`de kurulan TKP`nin kurucu kadrosu partinin yasal çalışmaları için zemin yaratmak için Anadolu`ya geçerler. 28 Aralık 1920`de yanlarında yeni Sovyet Elçisi Budu Mdivani ile birlikte Kars`a gelen TKP heyeti resmi törenle karşılanır. Tarihçilerin Mustafa Suphiler için değil Sovyet elçisi için yapıldığı görüşünde birleştikleri resmi törenin ardından heyet üç hafta boyunca Kars`ta kalarak çeşitli görüşmeler yapar. 18 Ocak`ta Ankara`ya geçmek için Erzurum`a doğru hareket eden heyet, dört gün süren tren yolculuğundan sonra 22 Ocak`ta Erzurum`a vardı.
Buradan sonrası için Birgün gazetesinden okuyalım:
`Onbeş Kesik Baş, Onbeş Arkadaş, Yoldaş…`
Erzurum`da Mustafa Suphi ve yoldaşlarını karşılayanlar gericilerdir. Şehre gelmelerinden önce örgütlenen karakalabıklar nedeniyle Erzurum`a girmelerine izin verilmeyen heyet Bayburt`a gönderilir. TKP heyetine önce Trabzon`a oradan İnebolu`ya oradan da Ankara`ya gidebilecekleri söylenir. Bayburt`tan önce Maçka`ya geçen heyet, 28 Ocak`ta Trabzon`a ulaşır…
Başından sonuna kadar Kazım Karabekir tarafından yönetilen olaylar sonucunda yol boyunca kışkırtmalar sonucu türlü hareketlere ve saldırılara maruz kalan Mustafa Suphi ve yoldaşlarını Trabzon`da Kâhya Yahya ve çetesi beklemektedir. TKP`li heyetin yolunu kesen Kâhya Yahya ve çetesi, heyeti limana doğru yönlendirir.
Mustafa Suphiler Trabzon`da
Burada yine kışkırtmalar sonucu saldırganlaşan Trabzonlu gericilerin gösterileriyle karşılaşan Mustafa Suphi ve yoldaşları uzun yolculuğa elverişli olmayan bir tekneye bindirilirler.
`Türkiye Komünist Gençler Birliği Azalarından Abdülkadir`in, Komüntern Arşivi`nde bulunan ve TÜSTAV Yayınları`nın `TKP MK 1920-1921 Dönüş Belgeleri-2` kitabında yer alan 1 Ekim 1921 tarihli yazısında Mustafa Suphi ve yoldaşlarının ölüme nasıl gittiklerini anlattığı satırlar:
`Mustafa Suphi Müdafaa-i Milliye reisine ve valiye hitaben söylediği ki: Biz Ankara`ya gideceğiz, Mustafa Kemal Paşa`ya arz-ı ubudiyet için geldik. Lütfen müsaade ediniz. Muhabere edelim. Ondan sonra, diyorken arkadan birisi tekme vurdu. Suphi yoldaş çamurlar içine yuvarlandı. Hamallar derhal taarruz ederek yüzüne tükürmek, çamur atmak ve döğerek motora sevk ettiler, artık arabadan indirilmiş arkadaşları birer birer döğerek tükürerek motora bindirdiler.` [1]
On beş komünist, Topal Osman`ın adamlarından Trabzon İskelesi kayıkçılar kâhyası olan Kâhya Yahya`nın çetesi tarafından Karadeniz açıklarında öldürülür. Cinayetin işlendiği o geceyi Nâzım Hikmet`in `Kan Konuşmaz` isimli romanında şöyle anlatır: `Karadeniz sağa, sola, ileriye bomboş uzanıp gidiyor alabildiğine. Ne bir vapur dumanı, ne bir yelken.
- Burada hepsini, Değirmendere`de, geceleyin bir motora bindirmişler. Ocak ayının 28`inde oluyor bu iş. Burada bir Yahya Kâhya var, kayıkçılar kâhyası, it mi, it. Topal Osman`ın adamı. Suphi`lerin motoru az açıldıktan sonra, Yahya Kâhya adamlarını başka bir motora yüklüyor. Bunlar Sürmene açıklarında rampa ediyor öteki motora. Suphi`ler 15 kişiydi diyorlar.` [2]
Trabzon`da işlenen cinayetin ardından Sovyetler, Mustafa Suphilerin akıbetini resmen sorar. Türkiye`den verilen resim cevap şöyledir: `bir deniz kazasında öldüler`… Olay kapanır! Mustafa Suphi ve yoldaşlarının cinayeti, sorumluların ortaya çıkarılması iki ülkenin `yüksek çıkarları`nın arasına sıkışıp kalır…
Cinayet zinciri
Cinayetin ardından tıpkı diğer `faili meçhul` cinayetlerde olduğu gibi garip tesadüfler peş peşe gelir!.. 3 Temmuz 1922`de bu kez Kâhya Yahya `faili meçhul` bir cinayete kurban gider. Olayı araştıran Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, cinayetin Atatürk`e yakınlığı ile bilinen Topal Osman Ağa`nın (Muhafız Birliği Komutanı) adamları tarafından işlendiğini ileri sürer. Katiller öldürülmüş, cinayetin üzerindeki sır perdesi bir daha kalkmamacasına örtülmüştür. Ancak garip tesadüfler devam etmektedir. 27 Mart 1923`te Ali Şükrü Bey, Atatürk` ile ters düştüğü gerekçesiyle Topal Osman tarafından öldürülür. Bu kadar tesadüf de olmaz diyenler varsa henüz `tesadüflerin` bitmediğini belirterek devam edelim. Baştan beri Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katlini planlayan Topal Osman da 2 Nisan 1923 tarihinde Topal Osman, kendisini tutuklamaya gelen askerler tarafından çatışmada `ölü ele geçirilir` ve TBMM`nin kararı ile Ulus Meydanı`nda ayağından darağacına asılır. Böylece Mustafa Suphilerden, Ali Şükrü Bey`den ve onların ölümünden sorumlu olan Kâhya Yahya ve Topal Osman`dan kurtulunmuştur!
Mustafa Suphi ve yoldaşlarını acımasızca katleden çetelerin cinayetleri, Cumhuriyet tarihi boyunca sürmeye devam eder. Kâhya Yahya, Trabzon`u haraca kesen, Topal Osman`a bağlı çetenin reisidir. Topal Osman`a gelince; kendisi Ermeni Tehciri sırasında birçok Ermeni`yi katleden, soyan çetenin reisi olarak, Trabzon`da Rum çetelerine karşı dövüşüyorum diyerek, şehirdeki bütün azınlıklara hayatı zindan eden, onları öldüren, mallarına el koyan biri olarak bilinmekte.Topal Osman`ı kimileri `kahraman` olarak ilan ederek geçtiğimiz yıl Giresun`a heykeli diktiler. Heykeli yaptıran kişi ise tanıdık, Ergenekon Davası sanıklarından emekli General Veli Küçük… Çetelerin, çetecilerin `kahraman` sayıldığı ülkemiz daha ne kadar `kahraman` yaratacak bilinmez ama bilinen tek gerçek cinayetlerin `faili meçhul` olmadığıdır. Çünkü artık mızrak çuvala sığmıyor!..
Komüntern Arşivi`ndeki belgeler arasında yer alan `Türkiye Komünist Gençler Birliği azalarından Abdülkadir Yoldaş’ın 1921 yılında Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Trabzon`da katledilmelerini anlatan `Abdülkadir Yoldaş’ın Layihası Kopyası` isimli yazısından bir bölümü, TÜSTAV Yayınları`nca yayınlanan Yücel Demirel`in çevirdiği `TKP MK 1920-1921 Dönüş Belgeleri-2` kitabından 28 Kanunisani [Ocak] 1921 günü Trabzon`dayız, Abdülkadir Yoldaş anlatıyor…
`Suphi yoldaş çamurlar içine yuvarlandı`
Saat 9`da gelecek olan heyet saat yarımda geldi. Halkın kısm-ı azamı gitmişti. Yağmur yavaş yavaş yağıyordu. Hava dahi soğuk idi halkın dağılmaları üzerine derhal inzibat ve polis memurları yolları keserek halkın gitmelerine mani oluyorlardı. Fakat halk mahalle aralarından savuşuyordu. Saat yarımda kafile göründü. Değirmendere`de vali Müdafaa-i Milliye reisi ve azaları, polis müdürü bulunuyordu. Kafilenin takarrübünde ilk evvel bir zabit elindeki evrak ile Müdafaa-i Milliye reisi ile görüştü. Derhal zabıt tevkif edilerek sevk olundu. Esbabı sonradan anlaşıldı. O sırada Kâhya Yahya dahi rüsûmat dairesinden on tane hammal ve beş altı tane rençber on onbeş tane sepetli hammal çocukları dizerek geldi. Kafilenin takarrübünden beş dakika evvel tellal bağırdı. Gelen kafileye hakaret, tükürmek, çamura batırmak gibi birşeylerin yapılması hususunu teşvik etti.
Kafileden ilk evvel Mustafa Suphi çıktı. Derhal bir zabit karşı durarak şu suretle hitap etti. Mustafa Suphi, Mustafa Suphi bak 16 arkadaştan yalnız ben kurtuldum. Bakü`de Türkistan`da binlerce üsera kardeşlerimizi sen mahvettin, bunun üzerine teşvik edilen halk, hamal, rençberler, istemeyiz diye haykırdılar. Mustafa Suphi Müdafaa-i Milliye reisine ve valiye hitaben söylediği ki: Biz Ankara`ya gideceğiz, Mustafa Kemal Paşa`ya arz-ı ubudiyet için geldik. Lütfen müsaade ediniz. Muhabere edelim. Ondan sonra, diyorken arkadan birisi tekme vurdu. Suphi yoldaş çamurlar içine yuvarlandı. Hamallar derhal taarruz ederek yüzüne tükürmek, çamur atmak ve döğerek motora sevk ettiler, artık arabadan indirilmiş arkadaşları birer birer döğerek tükürerek motora bindirdiler. Bu suretle cereyanı arasında Kâhya adamlarından birisi Mustafa Suphi`ye fena bir lisanda bulundu. Nihayet halk birer birer dağıldı. Motor henüz iskelede duruyordu. Motorcunun bunları yalnız götüremeyecek, üzerine motora müsellehan on beşe karib asker bindirildi. Halk dağıldıktan sonra saat bir buçuk raddelerinde motor hareket etti. Bende oradan çekilerek aynı vakayı mümessil Ali Oruç yoldaşa şifahen anlatıyordum. Saat 4-5 raddelerinde motorun geriye döndüğünü haber aldık. İskeleye gittim, fakat hiçbir kimse ile temas ettirmiyorlardı. Geri dönmeye mecbur oldum. Artık sabah olduktan sonra görmek mümkün olur diye zannediyordum. Sabahleyin erken iskeleye gittiğimde motorun orada olduğunu (olmadığını) gördüm. Oradaki kayıkçılardan sordum. Motorun hareket ettiğini söylediler. Gündüz saat 8 raddelerinde motor boş olarak avdet ettim (etti). Tekrar motora avdet ettim. Fakat hiç bir tayfa ile temas ettirilmiyordu. Birkaç gün sonra tayfaların birisinden aldığımız malumata nazaran Sürmene açıklarında ayakları ve elleri bağlı olarak denize attıklarını söylediler. Yalnız Suphi yoldaşın ailesini geri döndüğü zaman Kahya tarafından çıkarıldığını haber aldık.[3]
O günden beri Mustafa Kemal’in olaydaki rolü aydınlanmadı. Yıllar sonra Mustafa Kemal ile yolları ayrılacak olan Kâzım Karabekir uzun bir süre yasaklı kalan anılarında, bu olayla ilgili olarak, “hayatımla ve namusumla oynadılar” diyecekti.
Yine yıllar sonra Mustafa Kemal’in Muhafız Taburu Komutanı İsmail Hakkı (Tekçe) Bey, Yahya Kâhya’yı, 27 Mart 1923’te Mustafa Kemal’in yeminli muhalifi Ali Şükrü Bey’i öldürecek olan Giresunlu Topal Osman’ın iki adamıyla birlikte kendisinin öldürdüğünü açıkladı. Bu konuda bir makale yazan Yalçın Yusufoğlu’na göre, Yahya Kâhya’nın oğlu, Mete Tunçay’a gönderdiği mektupta, babasının “o zamanki koşullara göre vatani vazifesini yaptığını ve asıl katilin bugün tapınılan bir kişi olduğunun bir gün mutlaka anlaşılacağına” inandığını yazmıştı. Halil Berktay’ın dedesi Halil N. Berktay da olayın Ankara’dan gelen şifreli bir telgrafla emredildiğini ve şifreyi çözmüş subayla sonraları tesadüfen tanıştığını söylemişti.
Mustafa Suphi ve arkadaşlarının 88. ölüm yıl dönümünde Agora Kitaplığı’nın yayımladığı “Mustafa Suphi’yle Yoldaşlarını Kim Öldürdü”  adlı Emrah Cilasun imzalı kitapta Mustafa Suphi ve Ankara hükümeti arasındaki yakın ilişkinin TKP’nin Ermeni tehcirine yönelik yaklaşımında açıkça görüldüğünü belirten yazar, bu uzlaşmacı tavra rağmen kendilerini Ankara’nın gazabından kurtaramadıklarını söylüyor. Kitap Suphi ve arkadaşlarını ölüme götüren siyasal süreci ve cinayetin işleniş şekline ilişkin bilgiler de veriyor.
Onbeşlerin kanlı öyküsü, sonraki yıllarda türkü ve marşlara dönüşerek dilden dile dolaştı. Öldürme emrinin kim tarafından verildiği hala çeşitli tartışmalara konu olsa da, Nazım Hikmet’in bu katliam için yazdığı satırlar olaydan 88 yıl sonra bugün hala aynı sıcaklığını korumakla beraber olayın kimi karanlık yönlerini açıklığa  kavuşturuyor.
Onbeşlerin Kitabesi
Kazıdık onbeşlerin ismini,
Kanlı kızıl bir mermere!
Bir çelik aynadır gözlerimiz,
Onbeşlerin resmini
Görmek isteyenlere,..
Nazım Hikmet / 1925
Kalbim
Göğsümde onbeş yara var!…
Saplandı göğsüme onbeş kara saplı bıçak!..
Kalbim yine çarpıyor,
Kalbim yine çarpacak!…
Göğsümde onbeş yara var
Sarıldı onbeş yarama
Kara kaygan yılanlar gibi karanlık sular!.
Karadeniz boğmak istiyor beni,
Boğmak istiyor beni
Kanlı karanlık sular!!!
Saplandı göğsüme onbeş kara saplı bıçak
Kalbim yine çarpıyor
Kalbim yine çarpacak!
Göğsümde onbeş yara var!
Deldiler göğsümü onbeş yerinden,
Sandılar ki vurmaz artık kalbim kederinden.
Kalbim yine çarpıyor,
Kalbim yine çarpacak!
Yandı onbeş yaramdan on beş alev,
Kırıldı göğsümde onbeş kara saplı bıçak…
Kalbim,
Kanlı kızıl bir bayrak gibi çarpıyor,
Çar-pa-cak!..
Nazım Hikmet / 1925
Kanunu Sani
– Ta ta aa ta ta Ha ta tta ta
Tarih
sınıf-ların
mücadelesidir.
*
– 1921
Kanunusani 28
– Karadeniz
– Burjuvazi
– Biz
– On beş kasap çengelinde sallanan
On beş kesik baş
– On beş arkadaş
– Yoldaş
Bunların sen
isimlerini aklında tutma
fakat
28 kanunusaniyi unutma!
*
– “Siyah gece
“Beyaz kar
“Rüzgar
“Rüzgar
– Trabzon’dan bir motor açılıyor
– Sa-hil-de ka-la-ba-lık!
– Motörü taşlıyorlar
– Son perdeye başlıyorlar!
– Burjuva Kemal’in omuzuna binmiş
Kemal kumandanın kordununa
Kumandan kahyanın cebine inmiş
Kahya adamlarının donuna
– Uluyorlar
– hav…hav… hak…tü
– Yoldaş unutma bunu
Burjuvazi
ne zaman aldatsa bizi
böyle haykırır:
– hav…hav…hak…tü
– Gördün mü ikinci motörü?
– İçinde kim var?
– Arkalarından gidiyorlar.
– İkinci motör birinciye yetişti
– Bordoları bitişti
– Motörler sarsılıyor
– Dalgalar sallıyor
Sallıyor dalgalar
– Hayır
iki motörde iki sınıf çarpışıyor.
– Biz
Onlar!
– Biz silahsız
Onlar kamalı
– tırnaklarımız
– Kavga son nefese kadar
– Kavga
– Dişlerimiz ellerini kemiriyor
– Kamanın ucu giriyor
– girdi…
– Yoldaşlar, ey!
artık lüzum yok fazla söze:
Bakın göz göze
– Karadeniz
On beş kere açtı göğsünü,
On beş kere örtüldü.
Onbeşlerin hepsi
Bir komünist gibi öldü.

Nazım Hikmet