Lefke Kapı – Charles Texier 1850
(Texier, C., Küçük Asya Coğrafyası, Tarihi ve Arkeolojisi I-II-III, Enformasyon ve Dökümantasyon Hizmetleri Vakfı, Ankara 2002.)
İznik neden önemli?
Bursa İli'ne bağlı olan İznik, Marmara Bölgesi’nin Güney Marmara bölümünde bulunmaktadır. Bursa’ya uzaklığı 75 km.dir. Denizden 85 m yükseklikte kurulmuş olan İznik doğal güzellikleri, seramikleri ve tarihi ile ün yapmıştır.
Adı Yunanca “Eis Ten Nikaieon” (Nikaia’ya) anlamına gelen kelime grubunun “Eis” ve “Nik” kısımlarının “Eisnik”, “İsnik” olarak telaffuz edilmesiyle günümüze kadar gelmiştir[1] . Bir başka kaynakta ise İznik’in günümüzdeki adının kaynağı şöyle anlatılır; Nikaia civarına yerleşen Türk fetihçiler, Rum köylülere “Bu yol nereye çıkar?” ya da “Nereye komşu?” diye sorduklarında aldıkları cevap hep “Nikaia’ya” yani “İs-Nikean”olmuştur.Türkler bu cevabı bir kalıp olarak almış ve kentin ismini de ilkin “İsnikean”, daha sonra da kısaltarak “İznik” olarak benimsemişlerdir [2] .
İznik’in dört kapısından biri olan Lefke Kapı üzerindeki yazıtlardan “Nikaia”lıların kendi soylarını “Herakles ve Dionysos”a bağladıklarını biliyoruz [3] . Bununla birlikte Osmanlı menkıbelerinde İznik’in Nuh’un en sevgili oğlu “Sam” tarafından kurulduğuna inanılmıştır [4] . Strabon’dan günümüze İznik’in kent planı temelde değişmemiştir. Son dönemdeki arsızlıklar bu mirasa da ciddi zararlar vermektedir. Hellenistik şehirden hemen hemen hiçbir kalıntı kalmamış olsa da ana yolların doksan derece çakışması, Hippodamos prensiplerine dayanan bir antik çağ planının uygulanmış olduğunu göstermektedir. Günümüzde, Roma Dönemi’nden bir tiyatro ve MS 123 yılı civarında Hadrianus’un yaptırdığı ve MS 268-269 yılında Claudius Gothicus’un tekrar elden geçirdiği fakat bugün büyük bir kısmı 8., 10. ve 13. yüzyıl Bizans işçiliği olan şehir surları kalmıştır. Bunların dışında kalan Osmanlı öncesi yapıların çoğu Bizans döneminden kalmıştır.
Strabon’a göre İznik, yüz altmış beş stadia yükseklikte ve dörtgen bir yapıya sahiptir. Kentin caddeleri dik olarak birbirlerini öyle keserler ki Gymnasium’un ortasına konan bir taştan dört kapısı da görülebilir [5] . Yine Strabon’dan öğrendiğimize göre İmparator Diocletianus devrinde yaşayan Nikea’lı bir aziz kentin yerleşim yeri olarak seçilmesinin nedeni olarak, yerinin elverişliliği, ılımlı iklim, çepeçevre verimli arazi ve bolluk akıtan bir ırmak, salkım salkım üzüm bağları, zeytin yüklü ağaçlar, her yandan akan sular, sıra sıra değirmenler, bağlar, bahçeler ve her yanında hamamlar, suların aşılmazlığı, tapınakların görkemi, insanlarının seçkinliği, başka yerlerden gelen ve yanı başındaki gölden çıkan ürünlerin bolluğu ile bunlara ilaveten bir günden daha az uzaklıktaki denizden sağladığı yararlar olarak göstermiştir.
Hiç şüphesiz İznik’in öneminde Hellenistik dönemden günümüze kadar önemini koruyan İznik Gölü’nün yeri büyüktür. Hellenistik dönemdeki adıyla Askiana Gölü, Prehistorik Çağlarda da önemli yerleşmelere ev sahipliği yapmıştır. İznik’in coğrafi konumundan dolayı Karacakaya, Karadin, ve Çonga gibi Kalkolitik yerleşmeler ile Ilıcapınar, Höyücektepe, Çakırca gibi höyüklerle Prehistorik çağlardan beri iskan edildiği anlaşılmıştır. Örneğin Ilıcapınar kazıları sonucunda höyükte üst üste 11 tabaka belirlenmiştir ve en alt tabakadaki yerleşim günümüzden 7200 yıl öncesine yani Neolitik Çağ’a tarihlenmiştir [6] .
Hellenistlik dönemde İznik ilk olarak “Helikore” ismiyle anılmıştır. İznik daha sonra Büyük İskender'in generallerinden biri olan ve aynı zamanda Philippos’un oğlu Antigonos tarafından yeniden kurulmuş ve buranın ismi “Antigonia” olarak değiştirilmiştir [7] .
Kentin tarih sahnesine çıkışı Büyük İskender’in komutanlarından Antigonos zamanına rastlamaktadır. Bithynia Kralları şehri başkent yapmışlardır. Roma İmparatorluğu’nda Anadolu’nun en büyük merkezlerinden biri olarak parlayan şehir MS 325’te I. Hristiyanlık Konsili'nin toplantı yeri olarak milletler arası bir ün kazanmıştır. İznik’in başkent sıfatını ve ünvanını uzun süre koruduğu MÖ 120 yılına kadar taşımasından anlaşılmaktadır. O devirde İznik, Prokonsillerin karar merkeziydi [8]
MÖ 301 yılında Phygia’da Antigonos İpsos savaşında İskender'in generallerinden Lysimakhos’a mağlup olması ve yaşamını yitirmesiyle İznik Lysimakhos’un eline geçmiştir. Lysimakhos da kenti önceki durumundan daha fazla geliştirerek ismini karısına hitaben “Nikaia” olarak değiştirmiştir. Bithynia Krallığı döneminde Nikaia ve civarının MÖ 281 yılında Makedonya kralı Lysimakhos ile Suriye Kralı “Seleukos” arasında Kurupedion’da (Kyros Ovası) patlak veren savaş sonrasında Nikaia ve civarının Zipoites tarafından yeni kurulan Bithynia Krallığına bağlandığı anlaşılmaktadır. Bundan sonra I. Nikomedes ( 280-255), Ziaeles (255-230) ve I. Prausias (230-182) Krallığı yönetmişlerdir. MÖ 87-63 yılları arasında Mihridates Savaşları'nda geçici olarak kentin yönetimi el değiştirmişse de Nikaia Bithynia krallığının egemenliğine tekrar geçmiştir [9] .
MÖ 74 yılında Bithynia’nın son kralı III. Nikomedes Eupator ölünce krallığını vasiyet yoluyla Roma İmparatorluğu’na bırakmıştır. Bundan sonraki dönemde Bithynia bir Roma eyaleti olmasının yanında Roma’nın Anadolu’daki ikinci büyük kenti haline gelmiştir.
40-120 yılları arasında ünlü Prusalı (Bursalı) tarihçi “Dion Khrysostomos” verdiği önemli bilgiler ışığı altında “Nikaia ve Nikomedia kentleri arasında sürekli olarak mücadelelerin devam ettiği öğrenilmektedir. MS 194 yılında Nikaia iki Roma İmparatoru Septimius Severus ve Pescennius Niger arasında İmparatorluk’un tek hakimi olabilmek için yapılan savaşta taraf tutmuştur. Savaşta Nikaia’da yapılan “Niger’in tarafını tutanNikaia mağlup tarafta kaldığından dolayı kent Septimus Severus tarafından cezalandırılmıştır.
Nikaia, 257-258 yıllarında Güney Rusya üzerinden Karadeniz’i aşarak Bosphoros(İstanbul Boğazı) üzerinden Khalkhedon’a oradan da Nikomedia, Nikaia, Kios, Apemiave Prusa gibi bütün Bithynia kentlerine de saldıran Gotlar tarafından büyük bir istilaya uğramıştır [10] .
Bizans devrinde 787 yılında Nikaia’da tüm Hıristiyanlık aleminin katıldığı ve doğu kiliselerinin tanıdığı son Ekumenik konsülü (Nikaia’da yapılan ikinci genel olarak yedinci) yapılmıştır. İznik MS 959'da VII. Constantin döneminde imparatorluğun en zengin şehirlerinden birisi haline gelmiştir [11] .
1057’de İsaakios Kommenos ordusu ile İznik’e gelip VII. Mikail Ducas’a karşı üstünlük sağlayarak imparatorluğunu ilan etmiştir. 1071 yılında Bizans’ın Malazgirt Savaşı’nda Selçuklulara yenilmesiyle İznik üzerinde Türklerin baskısı artmaya başlamıştır. Bunun en belirgin örneği olarak Süleyman Şah’ın desteği ile 1078’de Mikail Parapinakes’e karşı Nikephoros Botanites’in önce İznik’e hakim olması daha sonra da İstanbul’da taç giymesi gösterilebilir.
Bu olayın ardından İznik’te kalarak imparatoru destekleyen Türkler 1080 yılında kendini Bizans İmparatoru ilan eden Nikephoros Melissinos’un tarafını tutarak Bizans taht kavgalarında belirleyici rol oynamışlardır [12] .
İznik’in Bizanslıların eline tekrar geçmesi 1097 tarihinde Godefray de Baullion komutasındaki Haçlı orduları sayesinde olmuştur. Kısa süreli olan Bizans egemenliği yaşanılan iç karışıklıklardan dolayı 1105 yılında I. Alexios’un şehri Kılıçarslan’a bırakmasıyla sona ermiştir. İznik’teki Selçuklu egemenliği 1147 yılına kadar sürmüş fakat daha sonraki dönemde Selçuklu Devletinin yıkılmasıyla egemenlik tekrar kısa bir aradan sonra Bizans’a geçmiştir. İznik’in Selçuklular elinde bulunduğu dönemde, kent Selçukluların idari merkezi haline gelmiştir.
İznik’te Bizans hakimiyeti kesintisiz olarak 1206 yılına kadar devam etmiştir. Aynı dönemde haçlı seferlerinin dördüncüsünde Haçlılar, Filistin’e gitmekten vazgeçip ani bir kararla kendileriyle müttefik konumunda olan Konstantinopolis’te zor kullanarak Latin Krallığı kurmuştur. Bunun üzerine Theodoros Laskaris, Bizans Tahtı’nı İstanbul’dan İznik’e taşımıştır.
Nikaia, İmparatorluk tahtını barındırması ve taç giyme törenlerinin gerçekleştirildiği yer olması bakımından imparatorluğun başkenti olmuştur. Theodoros I. Laskaris, Nikaia’yı yönetim merkezi yapmış ve buraya bir İmparatorluk sarayı inşa ettirmiştir [13] .
İznik kenti tarih içerisindeki en parlak dönemini Bizans İmparatorluğu'nun başkenti olarak 1206-1260 yılları arasında yaşamıştır [14] . Bu dönemde siyasal ve kültürel anlamda İznik, Bizans İmparatorluğunun merkezi olmuştur.
Nikaia’daki patrik o dönemde genel olarak tüm Ortodoks alemine karşı sorumluluk taşımıştır. Bu dönemde patriklik Bulgaristan, Rusya, Kıbrıs, Papalık ve Kafkasya ile diplomatik ilişki içerisine girmiştir. Aynı zamanda kentte biri piskoposluk biri patriklik olmak üzere iki dinsel kurum sürekli bulunmuştur [15] . İznik aynı dönemde önemli bir eğitim merkezi haline gelmiştir. Örneğin, Konstantinopolis İmparatorluk Okulu’nun ilk müdürü olan Georgioas Akropolites eğitiminin büyük bölümünü Nikaia’da almıştır.
İstanbul 1261 yılında Bizans İmparatoru VIII. Mikhael Palailogos tarafından tekrar ele geçirilmiştir. İstanbul’un Latin Devleti’nden geri alınmasından sonra başkent tekrar İznik’ten İstanbul’a taşınmıştır. Bu tarihten Nikaia, Moğollara ve Türklere karşı yeniden bir sınır kenti olmuştur. Bundan sonraki dönemlerde egemenlik Selçuklu ve Bizanslıların elinde sürekli el değiştirmiş Osmanlı egemenliği hakim kılınana kadar siyasal anlamda önemli bir istikrar sağlanamamıştır.
1307 yılında Nikaia’nın başına II.Adranikos’un kız kardeşi Maria (Moğol Hanımefendisi) vali olarak getirilmiştir. Bunun nedeni “Maria’nın” İlhanlı Hükümdarı Abaka’nın eski dul eşi olmasıdır. Osmanlıları korkutacağı düşüncesiyle yapılan bu harekete karşın Osman Bey Nikaia çevresindeki kaleleri güçlendirmiş, İznik’e yakın yerleşim birimlerini ele geçirmiş ve İznik’i kuşatmıştır. Kentin çevresindeki kuşatmayı kaldırmak için 1329 yılında III.Andranikos ve ordu komutanı Ioannes Kantakuzenos Osmanlı ordularına bir sefer düzenlemiştir. Yapılan büyük çatışmalardan sonra 1331 yılında Sultan Orhan İznik’i ele geçirmiştir [16] .
Orhan Bey, şehrin merkezinde bulunan Ayasofya Kilisesi'ni Cuma Camii’ne dönüştürmüş ve bir manastırı (Süleyman Paşa) medrese haline getirmiştir. Bu, Osmanlı topraklarında kurulan ilk medresedir. Orhan Bey, Yenişehir Kapısı’nın dışına bir de cami inşa ettirmiştir. Bu da Orhan Bey’in yaptırdığı ilk camidir. Caminin yapım yılı tam olarak bilinmemekle birlikte, İznik’in ele geçirilişinden sonra bir ya da iki yıl içinde tamamlandığı sanılmaktadır.
İznik’teki ilk camilerden biri de, 1345 tarihli Hacı Hamza Camii'dir. Bu camiye 1349 yılında adına kaynaklık eden Hacı Hamza Bey Türbesi eklenmiştir. İznik’te kesin olarak tarihi bilinen ilk yapı 1333 yılında inşa edilen Hacı Özbek camidir. Bunu caminin ana kapısında yer alan bir yazıttan anlamaktayız. Bu yazıt aynı zamanda bir Osmanlı yapısına ait olan ilk yazıt olma özelliğini de taşımaktadır.
İznik’in bir Osmanlı kenti haline gelmesinde etkin rol oynayan kişilerden biri de Orhan Bey’in eşi Nilüfer lakabıyla anılan Bayalun Hatundur. Nilüfer Hatun 1388 yılında ölünce, I. Murad, annesinin anısına Nilüfer Hatun İmarethanesi’ni yaptırmıştır. Nilüfer Hatun İmareti Osmanlı mimarisinin standart biçimlerinden biri olacak olan T-planlı yapıların ilk örneklerindendir.
İznik, Bizans’ın başkentliğini yaptığı dönemdeki siyasal ve kültürel merkez olma özelliğini, 1402’deki Timur’un kısa egemenliğini saymasak, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1453’teki İstanbul Fethi’ne kadar geçen sürede sürdürmüştür.
İznik bu nedenlerle önemlidir.
Yukarıda özet olarak aktarmaya çalıştığımız tarih İznik’in olduğu kadar dünyanın da tarihidir. Hepimizin tarihidir. İznik, doğal güzelliklerinin yanında, tüm bu özellikleriyle dünyada belki de hiçbir kentin sahip olamayacağı tarihi, kültürel ve siyasal bir öneme sahiptir. Dünyanın önde gelen çok sayıda medeniyetine ev sahipliği yapmış, bunlar arasındaki Bizans, Selçuklu ve Osmanlı gibi devletlere de başkentlik yapmış bir şehirdir.
İznik bu nedenlerle önemlidir.
Yukarıda özet olarak aktarmaya çalıştığımız tarih İznik’in olduğu kadar dünyanın da tarihidir. Hepimizin tarihidir. İznik, doğal güzelliklerinin yanında, tüm bu özellikleriyle dünyada belki de hiçbir kentin sahip olamayacağı tarihi, kültürel ve siyasal bir öneme sahiptir. Dünyanın önde gelen çok sayıda medeniyetine ev sahipliği yapmış, bunlar arasındaki Bizans, Selçuklu ve Osmanlı gibi devletlere de başkentlik yapmış bir şehirdir.
325’teki meşhur konsül İznik’te toplanmıştır. Bu konsülde Teslis Akîdesi, Pavlus Hıristiyanlığı’nın resmi doktrini olarak ilân edilmiştir. Kilisenin resmi İncilleri olarak Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri bu konsülde seçilmiştir. Barnaba İncili de dahil geri kalan bütün İnciller'in okunması ve elde bulundurulması yasaklanmıştır. Bizzat Constantinus’un katıldığı ve 20 Mayıs - 25 Temmuz 325’te toplanan Konsül’de ayrıca Airusçuluk da tasviye edilmiş ve Paskalya Yortusu kutlanmaya başlamıştır.
Bu, İznik’te toplanan son konsül olmayacaktır. 24 Eylül - 23 Ekim 787’de İmparatoriçe Eirene’nin çağrısı üzerine, İkonakırıcılık (İkonaklazma) tartışmalarını bir çözüme kavuşturmak için toplanan konsül, kutsal imge kullanımını tanıyıp, serbest bırakmış ve yeniden düzenlemiştir. Bu iki konsül, bugün dünyanın en fazla inananı olan semavi dini Hıristiyanlığın gelişmesinin, bugünkü inanç sistemini oluşturmasının ve Hıristiyanlık içinde bugüne kadar olan mezhep ayrılıklarının da başlangıcı olmuştur.
Bu konsüllerin tam olarak nerede toplandığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, ilkinin İstanbul Kapı’nın hemen güneyinde yer alan ve günümüze ulaşmayan sarayda toplandığı kabul görmektedir. Eirene’nin davetiyle toplanan ikinci konsül ise büyük olasılıkla Ayasofya’da toplanmıştır. Gerek mimarisi gerekse sanat tarihinde yeri dışında, insanlık tarihi için de oldukça önemli bir yapı olan Ayasofya bugün muazzam bir yıkımla karşı karşıyadır.
Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri - TAY Projesi kapsamında Bizans Dönemi yapılarını kapsayan bir envanter çalışması için Ağustos ayı içinde İznik’te çalıştık. Bu çalışmalarımız sırasında bizi her anlamıyla en çok etkileyen yapı İznik Ayasofyası olmuştur.
Burada çok uzatmadan, bizim ekibin İznik Ayasofyası macerasını anlatmak istiyorum.
Çalışmalarımız sürerken Ayasofya’nın kapalı olduğunu gördük ve içeriye girmek istediğimizde hemen yandaki Turizm Danışma bürosundan anahtarın “muhtemelen” kaymakamlıkta olduğu öğrendik. (Bu arada içerideki köpekleri ve bu köpekciklerle aramızda münasebeti geçen haftaki bölümde aktardığımız için burada tekrarlamıyoruz.) Kaymakam Bey geçen haftaki yazımızda da belirttiğimiz üzere (sanırım müfettişlerin sayısı fazlaydı) “kayıp” olduğu için gün içerisinde görüşemedik. Aradan birkaç gün geçti ve kaymakamlığın yönlendirmesi üzerine İznik Müzesi’ne gittik. Böcek Ayazması’na, Elbeyli’deki hipojeye ve en önemlisi Ayasofya’ya girmek istediğimizi belirttik ama isteğimizi belirttiğimiz yetkili, mesai saati olmasına rağmen müdürüne ulaşamıyordu bir türlü. Bekledik… Bekledik… Bekledik… Diğer yapılar için birkaç gün sonra gelmemiz gerektiği, fakat Ayasofya’nın anahtarının Belediye’de olduğunu söylemesi üzerine Belediye’ye gitmeye karar verdik. Hemen ardından bizimle görüşmek istemeyen Sayın Müze Müdürü’nün kadro eksikliğinden kaynaklı olarak diğer yapılara da gidemeyeceğimizi söylemesi gecikmedi. Zaten kendisini görmesek de telefonun çok sesli ahizesinden, gelmemizden ve böyle isteklerde bulunmamızdan pek hoşnut olmadığını duyabiliyorduk.
Çalışmalarımız sürerken Ayasofya’nın kapalı olduğunu gördük ve içeriye girmek istediğimizde hemen yandaki Turizm Danışma bürosundan anahtarın “muhtemelen” kaymakamlıkta olduğu öğrendik. (Bu arada içerideki köpekleri ve bu köpekciklerle aramızda münasebeti geçen haftaki bölümde aktardığımız için burada tekrarlamıyoruz.) Kaymakam Bey geçen haftaki yazımızda da belirttiğimiz üzere (sanırım müfettişlerin sayısı fazlaydı) “kayıp” olduğu için gün içerisinde görüşemedik. Aradan birkaç gün geçti ve kaymakamlığın yönlendirmesi üzerine İznik Müzesi’ne gittik. Böcek Ayazması’na, Elbeyli’deki hipojeye ve en önemlisi Ayasofya’ya girmek istediğimizi belirttik ama isteğimizi belirttiğimiz yetkili, mesai saati olmasına rağmen müdürüne ulaşamıyordu bir türlü. Bekledik… Bekledik… Bekledik… Diğer yapılar için birkaç gün sonra gelmemiz gerektiği, fakat Ayasofya’nın anahtarının Belediye’de olduğunu söylemesi üzerine Belediye’ye gitmeye karar verdik. Hemen ardından bizimle görüşmek istemeyen Sayın Müze Müdürü’nün kadro eksikliğinden kaynaklı olarak diğer yapılara da gidemeyeceğimizi söylemesi gecikmedi. Zaten kendisini görmesek de telefonun çok sesli ahizesinden, gelmemizden ve böyle isteklerde bulunmamızdan pek hoşnut olmadığını duyabiliyorduk.
Ayasofya’ya girme çabalarımız devam ediyordu. Belediyeye gittik fakat ilçedeki bütün resmi yetkililer gibi Belediye Başkanı da makamında yoktu. Acaba yapının içindeki gayet sağlıklı görünen, fakat bizlere karşı pek sıcak yaklaşmayan pitbull cinsi köpekleri kim besliyor olabilirdi, artık iyice merak etmeye başlamıştık.
Belediye Başkanı yoktu ve İznik’teki diğer bütün devlet dairelerinde olduğu gibi tek yetki ondaydı. Biz de… Bekledik… Bekledik… Bekledik… Tekrar Belediye’ye gittik ve beklemekten sıkıldığımızı, Adil Can Bey’in seramik atölyesine gideceğimizi, isteğimizin Ayasofya’nın içine girmek olduğunu, bu isteğimizi Başkan Bey’e iletmelerini ve bıraktığımız telefon numarasından bizi bilgilendirmelerini rica ederek ayrıldık. Hemen girişteki zabıtaların Ayasofya’nın anahtarının kendilerinde olduğunu söylemelerinden bu sefer Ayasofya’nın içini göreceğimizden emin olarak oradan ayrıldık.
Bekledik… Bekledik… Bekledik…
Telefondaki ses yapının anahtarlarının kendilerinde olmadığını, Kaymakamlıkta olduğunu söylediğinde, artık İznik’te yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğundan emindik. Bir iki telefon görüşmesinin ardından, Belediye Binası’na geri döndük ve kapısında “Başkan Yardımcısı” yazan odada Mustafa Bey’le görüştük. Mustafa Bey, anahtarın zabıtada olduğunu ve yapıya girebileceğimizi söylediğinde ekipteki yapıya girilecek-girilemeyecek şeklindeki iddialaşmalar da son buldu demiştik. Belediyeden bir yetkiliyle yapıya gittik. Konu biraz uzadı ama emin olun asıl komedi burada başladı:
Bekledik… Bekledik… Bekledik…
Telefondaki ses yapının anahtarlarının kendilerinde olmadığını, Kaymakamlıkta olduğunu söylediğinde, artık İznik’te yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğundan emindik. Bir iki telefon görüşmesinin ardından, Belediye Binası’na geri döndük ve kapısında “Başkan Yardımcısı” yazan odada Mustafa Bey’le görüştük. Mustafa Bey, anahtarın zabıtada olduğunu ve yapıya girebileceğimizi söylediğinde ekipteki yapıya girilecek-girilemeyecek şeklindeki iddialaşmalar da son buldu demiştik. Belediyeden bir yetkiliyle yapıya gittik. Konu biraz uzadı ama emin olun asıl komedi burada başladı:
Geçen gün bize İznik misafirperverliği hakkında fikir veren “Ayasofya’nın köpekleri”, şortlu, fanilalı ve terlikli birinin ayakları altında yatıyordu. Belediye’den gelen yetkili önde, biz arkada yapıya doğru yürüdüğümüz sırada köpeklerin sahibi ya da bakıcısı olan bu kişi önümüze geçti ve müteahhidin izni olmadan yapıya giremeyeceğimizi söyledi. Fakat, “Bu müteahhit kimdir, biz arayalım mı?” sorumuza sessiz kalmayı yeğledi. Daha da ilginç olan belediye yetkilisinin hiçbir şey demeden geri dönmesi oldu. Biz de Belediye’ye geri döndük. Başkan Yardımcısı olması muhtemel ya da en azından lafı oldukça dinlenen biri olduğu belli olan Mustafa Bey, hikayemizi duyunca çok şaşırmış olmalı ki, Başkan Bey’in odasından çıkan birkaç kişi bize yapıya giremeyeceğimizi, Mustafa Bey’in bundan haberdar olmadığı için bizi yanlış yönlendirdiğini söylemesi üzerine Mustafa Bey de yanımızdan ayrılarak kayboldu. Orada bize söylenen, tek yetkilinin müteahhit olduğu ve “Kaymakamlık, Müze, Belediye ve Müteahhit arasında yapılan bir protokolden” kaynaklı olarak kimsenin yapıya giremeyeceği oldu. Son olarak Başkan Bey de bizimle görüşmek istemeyince “yapıya giremeyeceğiz” diyen ekip arkadaşlarımızın inceden gülümsemeleriyle Ayasofya’nın içini göremeden oradan ayrıldık.
Bu yazdıklarımı ister bir suç duyurusu, ister bir gezi notu olarak kabul edin. Ama sormak istiyorum:
- Ülkemizin en önemli yapılarından biri olan ve dünya kültür tarihi açısından da oldukça büyük bir önemi olan İznik’teki Ayasofya nasıl olur da yetkisiz ve bilgisiz bir grup insanın inisiyatifine bırakılabilir?
- Kapıda bize “kesinlikle giremezsiniz” diyen kişi kimdir ve nasıl olur da Kaymakamlığı, Belediye Başkanlığı’nı ve Müze’yi tanımadığını söyleyebilir?
- İçerisi neden bizlere gösterilmek istenmemiştir ve içeride neler olmaktadır?
- Neredeyse bütün duvarlarından elektrik kabloları çıkan, üstü basit, iğreti bir kırma çatıyla örtülen, kubbelerinin üzerine beton dökülen , bütün açıklıkları camla kapatılan ve bu camlama işlemi için yapının özgün duvar örgüsüne büyük zarar verilen, minaresi alakasız bir şekilde yeniden inşa edilen, apsisin orta penceresi yıkılarak park tarafına kapı açılan ve hepsinden önemlisi çok kötü bir “restorasyon” uygulaması altındaki Ayasofya’nın akıbeti ne olacak?
- Yapıya kimseyi sokmayan müteahhit kimdir ve Kaymakamlıkla, Belediyeyle ve Müzeyle nasıl bir protokol yapmıştır?
- Basında ve çeşitli çevrelerde yapıda geri dönülemez etkiler yapan minarenin, üst örtünün yıkılma kararı çıkacak gibi haberlerin gerçeklik payı var mıdır?
- Bir yapı yapalım, güzelleştirelim derken bu kadar zarar veren bir zihniyet, acaba yaptığını yıkarken nasıl zararlar verecektir?
- Ayasofya neden restore edilmek istenmiştir, bu denli acele edilmesinin sebebi nedir?
- En önemlisi, Ayasofya’nın hali ne olacaktır?
- Daha da önemlisi İznik’in sonu ne olacaktır?
- Bu yol nereye çıkar?
- Eis Ten Nikaieon…
Özgen Kurt
Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri Projesi
Fotoğraflar: TAY Projesi Arşivi
Fotoğraflar: TAY Projesi Arşivi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder