YAYLADAĞI ve sınırın hemen karşısındaki Suriyeli komşusu Keseb’i birbirinden ayırmak mümkün değil. Aynı dağın yamacındalar. Sanki sınır çizgisi elinden geleni yapmış da, onları ayıramamış gibi. Geçtiğimiz hafta Keseb’den Yayladağı’na düşen top mermisi bir camiye isabet etmişti. Camii kasabanın tam içinde ve harâbe hâlde. Yetkililer son bir hafta içinde bu bölgeye 60 top mermisi ve roket düştüğünü söylüyor. Keza sınır kapısındayken patlama sesleri sürekli kulaklarımda.
Malûm, son günlerde Keseb, Ermenilere yönelik saldırı haberleriyle dünya gündeminin tepesine oturdu. Üçte ikisi Ermenilerden oluşan kasabayı ele geçiren muhaliflerin, Errmenilere saldırdıkları iddia ediliyor. Hatta Ermeni diasporası başta olmak üzere bazı uluslararası çevreler, Türkiye’nin bu saldırılarda parmağı olduğunu ileri sürüyor. Önce resmi olarak Dışişleri Bakanı, sonra da konuştuğum üst düzey Dışişleri yetkilileri, bu iddiayı yalanlamışlardı. Aksine, bu çatışmalardan zarar gören ve görebilecek Ermenileri tahliye etmek istediklerini tüm mercilere bildirmişler. Başta Ermeni Cemaati ve Birleşmiş Milletler olmak üzere.
Malûm, son günlerde Keseb, Ermenilere yönelik saldırı haberleriyle dünya gündeminin tepesine oturdu. Üçte ikisi Ermenilerden oluşan kasabayı ele geçiren muhaliflerin, Errmenilere saldırdıkları iddia ediliyor. Hatta Ermeni diasporası başta olmak üzere bazı uluslararası çevreler, Türkiye’nin bu saldırılarda parmağı olduğunu ileri sürüyor. Önce resmi olarak Dışişleri Bakanı, sonra da konuştuğum üst düzey Dışişleri yetkilileri, bu iddiayı yalanlamışlardı. Aksine, bu çatışmalardan zarar gören ve görebilecek Ermenileri tahliye etmek istediklerini tüm mercilere bildirmişler. Başta Ermeni Cemaati ve Birleşmiş Milletler olmak üzere.
Köylüler etraflarında pervane
Önce geçen hafta Keseb’den Türkiye’ye sığınan ve Yayladağı’nda ağırlanan iki Ermeni kadını ziyaret etmek istiyorum. Ancak onlara ulaşmak deveye hendek atlatmaktan daha zor. Zira bölgedeki hassasiyetler bürokrasinin tüm seviyelerine yansımış durumda. Velhâsıl bugüne kadar Hatay’da mezhepsel bir çatışmanın yaşanmamış olması da bu sayede.
Uzun bir uğraştan sonra iki yaşlı kadına ulaşıyorum. Anlatıyorlar. Keseb’i ele geçiren muhalifler getirmiş onları. Sınırda muhaliflerden emanet alan köylüler ve yetkililer ise etraflarında pervâne. Kadınların ağzından hep aynı kelimeler dökülüyor: “Bize burada iyi bakıyorlar”.
Uzun bir uğraştan sonra iki yaşlı kadına ulaşıyorum. Anlatıyorlar. Keseb’i ele geçiren muhalifler getirmiş onları. Sınırda muhaliflerden emanet alan köylüler ve yetkililer ise etraflarında pervâne. Kadınların ağzından hep aynı kelimeler dökülüyor: “Bize burada iyi bakıyorlar”.
Türkiye’nin tek Ermeni köyünden
Hatay’daki tek Ermeniler bu iki yaşlı kadın değil. Türkiye’nin tek Ermeni köyü olan Vakıflı Köyü de burada. Musa Dağları’nın eteklerine uzanmış, 120 kişinin yaşadığı köy, Hatay’ın Türkiye’ye katıldığı 1938 yılından kalan tek Ermeni köyü. Daha öncesinde burada Ermeni tehcirinden hayatta kalanların yerleştiği yedi köy daha varmış. Ancak Hatay’ın iltihâkından sonra Türkiye’yi terk etmişler. Köylüler Türkiye’nin böyle bir saldırıda bulunduğu iddiasına “öyle olsa hükümet bizlere niye sahip çıksın” sorusuyla karşılık veriyorlar.
Mülteciler ne diyor?
Suriyeli mülteciler bu konudaki iddialara ne diyor? Yayladağı’nda Türkmen ve sonra Sünni Arapların kaldığı iki çadırkente gidiyorum. Hepsi de 2012’de Keseb’den iltica etmişler. Keseb’deki saldırıların özellikle Ermenilere yönelik olmadığını, tüm Suriye’de olduğu gibi tüm halkın mağdur edildiğini anlatıyorlar.
Ermeni tehciri ve Keseb
O zaman bu iddialar nereden çıkıyor? Esad uluslararası toplumun desteğini alabilmek için bugüne kadar terör kartını iyi kullandı. El-Kaide bağlantılı gruplara karşı kendi rejimini can simidi olarak öne sürerek. Şimdi de Ermeni kartını eline almış görünüyor. 20 Ocak’ta AFP’ye verdiği röportajda “Suriye’deki terör vahşeti, Osmanlıların 1,5 milyon Ermeni’yi öldürdüğü katliamları hatırlatıyor” derken de bunun sinyalini vermişti. Dünya da olayları Ermeni tehciriyle birlikte okuyor. Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan, geçen hafta Esad’a mektup yazarak bu olaylara karşı Ermeni nüfusunu koruduğu için teşekkür etti. Avrupalı ülkelerden de Türkiye’ye baskı yapmalarını istedi.
Tarihin cilvesi... Ermeni katliamından kurtulup Hatay ve Keseb’e sığınan Ermeniler, şimdi Türkiye’de bir arada. Her şeyden önemli olan ise her ne ırk ve dinden olursa olsun, Keseb’de mağdur olan herkese Türkiye’nin kapılarını açıyor olması. Sonra da, Türkiye’nin azınlıklara karşı refleksindeki değişim. Bu değişimi Ermenilere ve uluslararası çevrelere daha büyük adımlarla göstermek de bundan sonraki en önemli görev olsun.
Tarihin cilvesi... Ermeni katliamından kurtulup Hatay ve Keseb’e sığınan Ermeniler, şimdi Türkiye’de bir arada. Her şeyden önemli olan ise her ne ırk ve dinden olursa olsun, Keseb’de mağdur olan herkese Türkiye’nin kapılarını açıyor olması. Sonra da, Türkiye’nin azınlıklara karşı refleksindeki değişim. Bu değişimi Ermenilere ve uluslararası çevrelere daha büyük adımlarla göstermek de bundan sonraki en önemli görev olsun.
Anahtarlarımı teslim ettim
21 Mart’tan bu yana İslami ve Türkmen grupların eline geçen Suriye’nin Keseb köyünden Türkiye’ye sığınan 82 ve 84 yaşındaki Satenik ve Sirpuhi Titizyan kardeşler, Agos Gazetesi’ne de açıklamalarda bulundu. Kasabanın sivil nüfusu Lazkiye ve Tartus gibi şehirlere kaçmak zorunda kaldı. Lazkiye’deki Surp Hagop Ermeni Kilisesi’nde 60 kadar aile barınıyor, diğer aileler ise akrabalarının ve tanıdıklarının yanına sığınmış durumda. Türkiye’nin tek Ermeni köyü olan Vakıflı’da misafir edilen Titizyan kardeşlerin söyledikleri özetle şöyle:
Ermeniler Keseb’ten gideli bir hafta olmuştu. Sakallı adamlar evimize geldi. 10 kişilerdi. Saçları uzun, boylu poslulardı. “Korkmayın” dediler. Eve girdiler, evi karıştırdılar, “Silahınız var mı?” diye sordular. “Ne oğlumuz, ne kocamız var, ikimiz yalnızız, silahı ne yapacağız?” dedik. Gittiler sonra.
Türkçe konuşuyorlardı. Sadece biz ve Stalin adında komşumuz yaşlı bir adam kalmıştı Karaduran’da. Başka sakallı adamlar tekrar geldiler. Stalin’i çağırdık, çünkü bu sakallı adam Arapça konuşuyordu, anlamıyorduk. Stalin dedi ki, adam sizi yarın Lazkiye’ye giden Ermenilerin yanına götürecek. Ertesi gün adam dediği gibi sabah 7’de bizi götürmeye geldi arabayla. Evin kapısını kapattım, kilitledim sonra da anahtarımı adama verdim.
Vermeseydim biz gittikten sonra kapıyı kırıp girecekti. “Al senin olsun, sağlıkla kal sen de evimde” dedim. Bir şey demedi, anahtarı cebine koydu ve kafasını salladı. Sonra bizi Türkiye sınırına getirdi. Adama sordum, “Bizi Türkiye’ye mi götürüyorsun? Lazkiye’ye gidecektik hani” dedim. Bize kötü davranmadı. Sınır kapısından geçtikten sonra bizi büyük adamın (Yayladağ Kaymakamı) yanına götürdüler, parmak izimizi alıp fotoğraflarımızı çektiler. Tansiyonlarımıza baktılar, pasaportlarımızı aldılar, döndüğümüzde bize geri vereceklerini söylediler. Kağıtlar imzaladık, sonra bizi Vakıflı’ya getirdiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder