İzmir'i işgal ettiklerinde Yunan zulmü tavan yapmıştı bu topraklarda.
Kadınlarımıza, çocuklarımıza verdikleri zarar büyüktü. Ve dahası her yeri yakıp yıktılar. Yunan bu topraklardan kovulduğunda ortaya çıkan bilanço korkunçtu.
Öldürülen, tecavüze uğrayan sivillerin sayısı ağırdı.
Ve dahası tam 300 bin konut yerle bir edilmişti. Evet yıllarca "Yunan'ı denize döktük" diye kendimizi alkışladık.
Savaşı kazanmıştık onlara karşı...
Kazanan taraf masada karşısında oturana kaybettiren demekti.
Maalesef inanılmaz bir şekilde bunun tam tersi oldu. Lozan'da Yunanistan'ın sivillere ve binalara verdiği korkunç zararı ödemesi gerekiyordu. Ancak İsmet Paşa Atina'dan alınması gereken savaş tazminatını affetti. "Almıyoruz tazminatı, vazgeçtik" dedi. Aynı İsmet Paşa, Osmanlı'nın tüm borçlarını Lozan'da ödemeyi kabul ediyordu.
Dünkü yazımda "Liderler doğru yolda giderse Devletler büyür" demiştim. Lozan'da masaya otura liderimiz İsmet İnönü'ydü. Yanında danışman olarak haham Nayim Haum vardı. Lozan'da kalınan otelde asansör kapısı önünde sabah horozlar öterken nöbet tutmaya başlıyordu Haum.
İsmet Paşa asansörden çıkınca hemen koluna giriyordu. Heyetteki diğer Türkler'e ve yabancılara "Güç bende" mesajı veriyordu.
Aynı Haum Osmanlı bankası kasasına, basılan Türk Parası'nın karşılığı olarak bırakılan tonlarca altını İsviçre bankalarına kaçırmıştı. Kimse sormadı o altınları. Zaten Lozan dönüşü Haum da yeni kurulan Türkiye'ye dönmedi.
Gitti bu ülke topraklarından koparılan ve İngiliz sömürgesi haline gelen Mısır'a yerleşti. İngilizler'e iki savaş gemisi siparişi verdik.
Kadınlarımızın peruk imalatçılarına saçlarını kazıyıp satarak parasını ödedikleri iki savaş gemisinin üzerine kondu Londra.
Kraliçe'nin sarayına, o saç telleriyle ödenen savaş gemisi paralarını da soran olmadı bu ülkede. Lozan'da Musul'u alamadık kendi topraklarımıza. İngiliz kafayı fena takmıştı oradaki petrollere.
Sultan Abdülhamid, ileride bu topraklardaki petrollere başkaları konabilir diye Musul arazisini kendi adına üzerine alarak tapuda kayıtlara geçmişti.
Savaşlarda kaybedilse bile devlete ait toprakları alabilirdin ama kişilere ait mülklere dokunamazdın.
Ancak ittihatçı kafalar sonrasında Musul topraklarını devletleştirerek adeta İngilizlere savaş sonrası altın tepside sunulmasını sağladılar.
Filistin de aynı şekilde Sultan Abdülhamid'in kişisel mülkü altında korumaya alınmıştı. Orası da aynı devletleştirme modeliyle elden gitti.
Bu ülke bunları hiç konuşmadı. Musul elden gidiyor diye Irak hükümeti ile özel anlaşma yaptık. 25 yıl boyunca o topraklarda çıkan petrolün yüzde onu bizim olacaktı.
Ancak İsmet İnönü'nün iktidar dönemine denk gelen o 25 yılda oradaki haklarımızı ne arayan oldu ne de soran.
Bir gram bile alamadık hakkımızı.
Lozan'da "Kıbrıs'taki Türkler adayı belli sürede terk etmezse İngiliz vatandaşı olur" maddesini kabul ettik. Bu madde nedeniyle binlerce Türk adadan kaçıp Türkiye'ye sığındı.
Kıbrıs'ta Türk nüfusu azaldı. O dönemde binlerce Rum da Atina'da açlık var diye bizim Ege sahillerine sığındı.
Onlara liderimiz İsmet Paşa gemiler sağlayarak Kıbrıs'a yerleşmelerine yardımcı oldu. Adada Rum nüfusunu bizim LİDER artırdı.
Burada buna benzer örnekleri yaz yaz bitmez. Türkiye yıllarca Lider zaafiyetleri ile içerden vurularak hep kaybeden ve soyulan ülke oldu.
İlk defa bizi dört koldan sömürenlere DUR diyen bir LİDER çıktı bu ülkede.
Mustafa Kemal’in ölümü sonrası Cumhurbaşkanı adaylığı için
Mustafa Kemal taraftarları Atatürk’ün vasiyeti diyerek Salih Bozok, Kılıç
Ali, Hasan Rıza Soyak, Fevzi Çakmak’ı öne sürmüşlerken, genel çoğunluk
İnönü’yü aday göstermiştir. İnönü’nün daha önceki siyasi rakibi Bayar,
Atatürk’ün son zamanlarında Atatürk ile İnönü arasındaki irtibatı sağlaması,
ordunun Fevzi Paşa’nın Cumhurbaşkanlığını düşünmemesi sonrası İnönü’yü
istemesi ve İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde başbakanlığını devam
ettirebilmesi gibi nedenlerle İnönü’yü desteklemiştir. Bu desteğin semeresi
olarak İnönü Cumhurbaşkanı olunca da hükümeti kurma görevini Bayar’a
vermiştir. Artık CHP’de Atatürk taraftarları ile İnönü taraftarları şeklinde bir
ayrıma gidilmiştir. İnönü daha da ileri giderek 26 Aralık 1939’da CHP
olağanüstü kongresinde “Değişmez Genel Başkan ve Milli Şef” olmuştur.
İnönü bu dönemde Türk parasının üzerine Atatürk yerine kendi resmini
bastırtarak bir de “İnönü Ansiklopedisi” yayınlatmıştır. 26 Mart 1939
seçimlerinde Atatürk’e yakınlığı ile bilinen Rıza Soyak, Fuat Bulca, Neşet
Ömer İrdelp, Şükrü Kaya, Muhittin Baha Pars, Şakir Kesebir, Recep Zühtü
Soyak ve Kılıç Ali gibi kişiler CHP’den milletvekili adayı gösterilmeyerek
meclise girememişlerdir. Buna mukabil İnönü Mustafa Kemal’e muhalefet
eden tüm eski milletvekilleriyle yakınlaşmıştır. Örneğin Hüseyin Cahit
Yalçın İstanbul, Kazım Karabekir Çankırı, Fethi Okyar Bolu milletvekili,
Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele de CHP üyesi olmuştur. İnönü ile Mustafa
Kemal muhaliflerinin bu yakınlaşması CHP içindeki devletçi ve liberal
ekonomi çekişmesi nedeniyle kısa sürmüştür. Bu yakınlaşma Celal Bayar’ın
25 Ocak 1939 tarihinde seçimlerin yenilenmesi nedeniyle Başbakanlıktan
istifa etmesi ile son bulmuştur. Bunun sonucunda İnönü bir daha Bayar’a
hükümet kurma görevi vermemiştir (Koçak, 1997a: 124-126; Ahmed, 1994:
55-75; Shaw, 1982a: 468; Lewis,1988: 295; Uran, 1959: 337-348; Koçak,
1986a: 40-52,66; TBMM Zabıt Ceridesi, 1939a: 2,69; Ayın Tarihi, 1939: 26-
37; Cumhuriyet,1939;CHP, 1939: 30-35; İnönü, 2000: 254; İnönü,1987:298-
299; Düstur1:926; Düstur2:870)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder