17 Mart 2015 Salı

Küçük bir sisal!



Biraz sağa sola kulak kabarttığınızda hemen hemen herkes "Türkiye nereye gidiyor?", "Türkiye nereye sürükleniyor?", "Faiz inecek mi, dolar çıkacak mı?", "Ekonomik kriz olacak mı?" ya da "Suriye başımıza dert açacak mı?" gibi onlarca sorunun cevabını arıyordu!
Bir de yaşadığı ülkede MEDYA gerçekleri göstermek değil de DERS VERMEKderdindeyse durum iyice karmaşık bir hal alıyordu!
Geleceğini bu topraklara bağlayanlar haklı olarak cevap istiyordu!
Ama kafaların da karıştığı muhakkak!
Bir de ÜST AKIL konusu vardı!
Belli ki televizyonlar gazeteler yetmiyordu! Doyurucu olmuyordu!
Bugün biraz biz de bu işe girelim...
Bakalım AKLIN altında üstünde kim vardı!


Önce güzel bir hikaye...



Dünyada tüketilen SİSAL'in büyük kısmı Meksika ile Antil Adaları arasındakiYAKUTAN'da yetişirdi... SİSAL, kenevire benzeyen, büyük yapraklı, bol elyaflı dokuma sektöründe kullanılan bir bitkiydi... Dediğim gibi, bu bitki sadece YAKUTAN'daüretilirdi! Taşlı, sert ve faydalı organik maddesi az toprağa bayılırdı! Amerikalı bir şirket bu bitkiye duyduğu ihtiyacı kolayca karşılamak ve daha çok kazanmak için tohumlarını alıp FLORİDA'da yatırıma girişti.
Özenle seçilen mükemmel bakımlı arazi tohumlara kucağını açtı! Bitki kısa zamanda serpilip büyüyünce şirket sahipleri bayram yaptı! "Yaşasın artık Yakutan çöktü!" diyerek egemenliklerini ilan etti...
Tabii zamanı geldiğinde mahsul biçildi. İşlenmek için fabrikaya götürülen bitkiler inanılmaz güzel görünüyordu!
Şirket sahipleri sevinçten havaya uçuyordu! Makinalar dönmeye başlayıncaYAPRAKLAR IN arasında bulunması gereken ELYAFTAN eser yoktu!
Sevinçleri kursaklarında kaldı!
Pes etmediler! Araştırdılar!
Sonuç yıkımdı! Çünkü bu bitki RAHATI hiç ama hiç sevmiyordu! SİSAL zorlukları yendikçe büyüyor, sert toprak, soğuk rüzgar ve sıcak güneşle mücadele ettikçe KENDİoluyordu!
Bulunduğu coğrafya ona güç ve karakter veriyordu! Orada yaşarsa verimli oluyor, orada yaşarsa SAVAŞLAR I kazanıyordu! "Türkiye nereye gidiyor?" diye soranlara küçük birSİSAL!
Tabii anlayana!
Bu küçük misalden sonra asıl konumuza gelelim... ÜST AKIL! Bakın bu cevabı kimse doğru ve net biçimde veremez! Vermez! Kabul edelim ki burası TÜRKİYE...
Herkesin kesinlikle biriyle ya da birileriyle ÇIKAR ilişkisi vardı! Bu yüzden lafı gevelemeye bayılırlardı! Biraz da bilgi eksikleri olduğu için, gazetecilik dışında işlere soyundukları için, kalemden koptukları için cevap kolay kolay bu medyadan çıkmaz, çıkamazdı!
Ne zaman yazdığımı hatırlamıyorum ama yazmıştım! Çok önemli bir dostum, devletin kendisine verdiği çok kritik bir görevi yerine getirirken yıllar önce YABANCI ve ÖNEMLİbir kişiyle PERA 'da buluştu! Konu bizim anlamakta ve anlatmakta zorlandığımız ÜST AKIL meselesiydi! Gelen yabancı benim çok değer verdiğim dostuma kritik bir soru sordu: "..... ailesini büyütmek istiyoruz!
Türkiye'deki güveneceğimiz bunlar olsun! Fikrin önemli. Sen ne dersin?" 
Aslında bu soru DOSTUMUN cevabını da beraberinde getirmişti! ÇOK ÖNEMLİ YABANCIYLA yapılan görüşmede aslında dostumdan cevap değil alınan karara uyması isteniyordu!
Bunu çok rahat anlayacak kadar akıllı biriydi! Bence olağanüstü biriydi!
Dostum sessiz kalarak ONAY verdi! O günden sonra Türkiye'nin kontrolü nefes alınacak kadar yer bırakmadan bunlara geçti! Ve PARA da buna göre sahiplerini buldu! Herkesin bir rolü vardı! İstemeden de olsa YANLIŞ yapan giderdi!
Gidiyordu da!
Ancak bizler, kendi halinde yaşayan insanlar, bu gerçeği bilmiyorduk! Devlet adamlarına saygı duyuyor, güveniyor ve her şeyin onların kontrolünde olduğunu sanıyorduk! Oysa defalarca söylediğim gibi PARAYI bilmiyorduk! Para yoksa sözün de yoktu! Ne yazık ki Türkiye bu gerçekle buluşmak istemiyordu!
Filmlerimizde, tiyatrolarımızda, kitaplarımızda, gazetelerimizde, programlarımızda bu yoktu! Oysa her şey çok açıktı! Tabii görene! Mesela... İstanbul cemiyet hayatının çok saygın bir ailesi vardı. Eşi, oğlu ve geliniyle birlikte yaşadığı ihtişam gazete ve dergilerde sayfalarca yer alırdı... Dededen zengindi! Çocukluğunda okula Mercedes'le giderdi! Şehzadelerden daha lüks bir hayatın içine doğmuştu! Nerede muhteşem bir parti varsa bunlar oradaydı!
Çocukluğu ve iş hayatının ilk yılları Ankara'da geçti. Ankara Üniversitesi İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ni bitirmek üzereyken terk etti!
Çok sevdiği dedesi vefat etmişti!
İstanbul'a gelip yerleştiğinde yıl 1985'ti...
Toptan gıda işine girdi!
Ancak bir dönem Türkiye'nin en zenginlerinden olan dedesi Ali Haydar Albayrak'tan miras kalan çok miktardaki gayrimenkulle sörf yapıyordu!
Dede, 1950'li yıllarda Türkiye ihracatının YÜZDE 15'ini tek başına yapıyordu! Torun, müteahhit olarak işleri büyüttü! Kazandığını arsaya, borsaya ve aldığı yeni fabrikalara yatırdı!
Parasının miktarını bilmiyor, sorduklarında net rakam veremiyordu!
Herkes gibi o da BANKA işine girdi!
İş hayatındaki en yakın dostlarından biri Cavit Çağlar'dı. Moris Sadioğlu, Vedat, İsak, Zeki Moreno ve Rober Susar gibi Musevi cemaatinden önde gelen işadamları da arkadaşlarıydı.
Musevi iplik tüccarı Nesim Malki'yi de iyi tanırdı! Malki öldürülünce, bankasına talip oldu! Kıbrıs'taki Tunca Bank'ı da satın aldı!
Ama öncesi de vardı...
Eurocredit Bank ismiyle Ali Rıza Çarmıklı'ya ait tek şubeli bir banka olan Yurtbank'ı istedi! Bir ortakla aldı! İsmi Yurtbank olarak değiştirilen bu bankanın bütün hisseleri 1997'de kendisine geçti. Çöküş başladığında ise ortada tam anlamıyla bir dram vardı!İki yıl sonra 1999'da bankasına el konulduğu tarihte kişisel servetini anlatırken; "Üzerime ve sahip olduğum şirketlere kayıtlı şu anda tek tek sayamayacağım menkul, gayr-i menkul, fabrika ve birçok projelerim mevcut. Kayıtlar incelendiğinde bunlar daha net olarak ortaya çıkacaktır.Ama benim bildiğim, üzerime kayıtlı olan bu mal varlığım yaklaşık 1.5 milyar dolar civarında" diyordu...
Sadece serveti gitmedi! Biricik oğlu da öldürüldü! Acının en büyüğünü yaşadı!
2000'de tutuklandı ve cezaevine konuldu!
Elleri kelepçeli olarak hakim karşısına geçerken paralarını kaybedenlerden işittiği hakaretleri hiç unutmayacaktı!
34 yıl hapis cezası alırken adeta haykırıyordu: "Devlet mallarımın satışını bana bıraksın, herkese parasını hemen vereyim..."
Hikaye çok ama çok acıydı!
Paranın mutluluk getirmediğini anlatan en iyi örnek bu aileydi!
Başkaları da vardı! Ama DOSTUMUN sessiz kalarak onay verdiği o AİLEYE ve mensuplarına kimse bir şey yapamıyordu! NEDEN? 34 yıl ceza alan bu dededen zengin işadamı videolu ifadesinde Türkiye'nin üzerinde durmadığı bir olayı açıklıyordu!
Çok az kişi bu konuda yorum yaptı! Oysa Türkiye'nin ŞİFRESİNİ KIRIYORDU! Belli ki"Ben gidiyorsam siz de geleceksiniz!" diyordu! Ama öyle olmuyordu! Peki, ne diyordu görüntülü ifadesinde... "Bizler 18 büyük aileyiz. Hepimizin bağlı olduğu bir başkanımız var. 18 büyük aile bir havuz oluşturduk. Tüm ekonomi bunların elinde toplanıyor.
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nı manipüle eden kişi bizim bağlı olduğumuz başkanımızdır... Tokyo Borsası'nda 800 milyon dolar kaybetti, bana mısın demedi."
Ya böyle işte!
Bu BAŞKAN da o ailenin yani seçilmiş ailenin değerli bir üyesiydi!
Toplumdaki karşılığı çoktu! Cemiyet hayatının vazgeçilmez isimlerindendi! AİLENİNgücünü hisseden ve hissettiren biriydi! İLİŞKİLERİ denizleri aşacak kadardı! Fransa ayağı mühimdi!
Ama Rothschildler'le bağlantısını yazan çizen yoktu! Keza ailenin de bu ilişkilerini kaleme alan yoktu! PARA YI takip edip, gücü keşfe çıkan kimseler ortada görünmüyordu! Ama okullarda ezberle çocuklarımız papağana dönüyor, gerçekle buluşmaları engelleniyordu!
Bunlara karşı çıkan hiçbir siyasetçi de olmadı, olamadı! Erdoğan hariç! Kavga bu!
Paradan çok, gücü paylaşmak istemiyorlardı!
Yazılı mıydı bunlar? Değildi ama bilen bilirdi!
Parayı taşıyanların BAĞLI olduğu merkezle milletin kavgasıydı bu!
Anlayana tabii...
Şimdiye kadar bunları yenen olmadı!
Sadece Erdoğan durdurabildi!
Bakalım bundan sonra ne olacak?
Benden bu kadar!
Kalanını da umarım başkaları anlatır!
Umarım!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder