30 Haziran 2016 Perşembe

Sultan II. Murad'dan oğlu Fatih'e altın öğütler


“Ey benim sevgili oğlum"
Ben oğlunuz, kutlu ve mutlu babamdan şunu öğrenmek isterim, diyerek başlıyor söze Fatih:
“Şerefli ve yüce karakteriniz için ne tür bir ilaç, üstün aklınız için ne cins bir nesne kullanıyorsunuz? Eğer bunu ben oğlunuz ve kulunuza da öğretme lütfunda bulunursanız, inşallah o ihtiyarlık çağlarına vardığım zaman kahramanlık ve yiğitlik yanında neşe ve sevinç dolu bir hayatı da beraberinde getirmiş olurum."
Babası Sultan II. Murad, “Ey benim sevgili oğlum" diyerek Şehzadesinin sorusuna şöyle cevap veriyor:
“Bu senin soruların ve öğrenmek istediğin şeyler bana öyle bir sevinç ve huzur verdi ki, şu anda bunu ne sözle, ne de kalemle anlatabilmem mümkün değil. Sonsuz güç ve büyüklüğüne kâinattaki bütün varlıkların kulluk ettiği yüce Allah'ın, sana vermiş olduğu böyle büyük ve geniş meselelerin araştırılması düşüncesini devam ettireceğini umuyorum.
Bence ilk olarak şunu bilmek gerekir:
İnsanoğlunun her birinde, başkalarıyla çeşitli münasebetler kurmaya yarayan normal bir akıl bulunmalıdır. İşte bu akıl, bütün saadet ve mutluluğun tükenmez kaynağıdır.

Kişioğlu, kendi düşünce ve fikirlerinin sonuçlarını, yine kendi hayatıyla ilgili birtakım sosyal konulara uygular, onlarla ilgilenir; bu arada iyi-kötü Allah'tan gelen bütün karşılıklara boyun eğip, razı olur ve 'Allah'tan gelene karşı gelinmez' tesellisiyle hayatını sürdürmeye devam ederse, kalbine huzursuzluk ve ıztırap diye bir şey gelmez. Böylece, bu kimselerin gönülleri gam ve kederden uzak kalacağı için şikâyet etmelerine hiç sebep yoktur. Bu arada hayadan da normal seyirlerini takip eder.
Bizim gibi olanlarsa, şimdi çoğunlukla, ihtiyarlık çağının kendilerine gençliklerinde geçmiş olmasını arzulamaktadır.
Birçoklarıysa; yaşlandıkları zaman, o çağı, önceki çağlarından daha övgüye değer bulur, oraya ulaşmış olmalarından dolayı yüce Allah'a sonsuz şükürler ederler. Çünkü, bu çağda, kişinin birçok kötü arzu ve istekler uyandıran nefsî arzuları körelir, bunun yanında ahretini hatırlamaya ve hiç değilse ölümüne kadar olan süre içinde o yolda çalışmaya koyulur.
Öyle kimseler çıkar ki, seksen yıl yaşamış olmalarını sekiz yüz yıl yaşamış olmaktan ayırt etmezler, onlarca sanki her ikisi aynıdır.
Hayata doymak mümkün değildir. 'Hayata doyum olmaz', az veya çok olması, onun kıymetini azaltmaz, unutulmasına sebep olmaz, bilakis değerini artırır.
Durum böyle olunca, aklı başında olan herhangi bir kişinin yapacağı şudur:
Her türlü olayın aslını ve teferruatını birbirinden kolaylıkla ayırt edip, bunlara, doğru ve aslına uygun bir şekilde bakabilmelidir."
**
Buraya alıntıladığımız nasihatlerin sadece bir bölümü. Devamını okumak isteyenler Büyüyenay Yayınları'ndan çıkan “Fatih Sultan Mehmed'e Nasihatler" adıyla Prof. Dr. Abdullah Uçman tarafından hazırlanan neşre bakabilirler. Bir kopyası Topkapı Sarayı'nda, diğeri de Nuruosmaniye Kütüphanesi'nde bulunan eserin Osmanlıca orijinalini de kitabın arkasında bulabilirsiniz.
Aradan geçen yüzlerce seneye rağmen bu nasihatlere çok ihtiyacımız var, çok!

28 Haziran 2016 Salı

milyonlarca insanın cebelleştiği artrit hastalığı

Eklemlerde vücut tarafından üretilen bir iltihap olan ve nedeni bilinmeyen artrit çok sayıda insanın kâbusu. Kıkırdağın zarar görmesiyle birlikte hastalıktan muzdarip olanlar hareket edemez duruma geliyor ve yoğun ağrı çekebiliyor. Nadiren de görülse tüm kıkırdak tamamen yok olabiliyor ve kemiklerin sürtünmesine neden olabiliyor.
Artrit aynı zamanda Lupus başta olmak üzere akciğer, böbrek ve kalbi etkileyen pekçok romatizmal hastalıkla da ilişkili. Erken teşhisle bazı formları tedavi edilebilse de kesin bir çaresi bulunmuyor.
TARİHİ BİR BULUŞA İMZA ATTILAR
Dr. İbrahim Özbolat'ın da yer aldığı Pensilvanya Eyalet Üniversitesi'ndeki araştırmacılar laboratuvar ortamında 3D yazıcılar sayesinde inek eklemlerinden kıkırdak dokusu üretmeyi başararak hastalığın tedavisi yolunda tarihi bir buluşa imza attılar.
Benzer yolla, seri hâlde insan kıkırdağı üreterek artriti kalıcı olarak tedavi etmek isteyen doktorların araştırması Scientific Reports dergisinde yayımlandı.
Dr. İbrahim Özbolat, "Amacımız büyük oranda zarar görmüş dokunun yerine geçebilecek bir doku ya da protezler oluşturmak. Eklemlerinde osteoartrit rahatsızlığından muzdarip olanlar çok acı çekiyor. Bunun için alternatif bir tedaviye ihtiyacımız var." dedi.
YENİ YÖNTEM AVANTAJ SAĞLIYOR
Kıkırdağın tek bir hücre tipinden oluşması ve kan damarı içermemesi nedeniyle bioprint için uygun bir doku olduğunu belirten Özbolat, önceki girişimlerde hidrojel yapısı içindeki jölemsiz bir plastik maddeye gömülen dokuların bu ortamda olması gerektiği gibi gelişmediğini, hidrojelin hücreleri hapsederek doğal dokudaki gibi iletişim kurmalarını engellediğini ve ayrıca zehirli bileşikler açığa çıkarabildiğini söyledi.
Yeni yöntem sayesinde ise bağlar her ölçüde üretebilecek ve protezler de daha büyük yapılabilecek. Doğal yapıyı kopyalamak için önce dikey sonra da yatay baskıyla gerçek eklem kıkırdağı taklit edilebilecek.
Araştırmacıların ürettiği kıkırdak hücreleri, yosun özünden yapılma bir inçin 300 ve 500'de biri ölçüsündeki çapa sahip ince tüpler içerisinde üretildi. Tüplerden alınan kıkırdak bağlar 3D baskıda kullanılabiliyor. Yarım saat içerisinde, basılmış kıkırdak protez yeterli düzeyde birbirine geçerek laboratuvuar kabına alınabiliyor ve sonunda da tamamen birleşiyor.
SONRAKİ AŞAMA: İNSAN KIKIRDAĞI
Bundan sonraki aşama aynı sürecin insan kıkırdağına uygulanması. Doku reddinin önlenmesi için her insanın kendi vücudundan örnek alınarak hastaların tedavi edilmesi planlanıyor. Kaynak olarak mevcut bir bağ ya da kıkırdak hücrelerine dönüştürülmüş kök hücreler kullanılabilecek.
Yeni yöntem sayesinde sporcuların kariyerlerinin de uzayabileceği belirtiliyor.
1983 Adana doğumlu olan Prof. Dr. İbrahim Özbolat, ODTÜ Makina Mühendisliği ve Endüstri Mühendisliği'nden mezun. New York Eyalet Üniversitesi ve Buffalo Üniversitesi'nde sistem mühendisliği ve endüstri mühendisliği doktorası yapan Özbolat; şu an Penn State Üniversitesi'nde akademisyen ve araştırmacı olarak çalışıyor. Doku mühendisliği ve biomalzeme üzerine uzmanlaşan Özbolat'ın üç boyutlu yazıcılarla üretilen sentetik insan dokularıyla ilgilenen bir teknoloji türü olan "bioprinting" üzerine çok sayıda makale ve araştırma yayımlayarak ödül aldı.
HABERTÜRK

26 Haziran 2016 Pazar

Maryam Şahinyan


Fotoğraf
'İstiklal Caddesi'ndeki Hıdivyal Palas'ın ikinci katında topu topu 15 metrekarelik bir deponun zemininde, üzerine kitap kolileri yığılmış halde, 20 yıla yakın süredir, dokuz büyük koli içerisinde, 1139 kutu dolusu negatif film bekliyordu beni. Unutulduğu yerde, kaybolmuş halde, son bırakıldığı biçimde.
(Tayfun Serttaş, Maryam Şahinyan araştırmacısı, http://tayfunserttas.blogspot.com/2011/09/foto-galatasaray.html)
Maryam Şahinyan, yarım asır boyunca bir gün dahi aksatmadan Şişli'deki evinden yürüyerek gidip geliyor stüdyoya, her öğlen yalnızca bir kırmızı elma yiyor, siyah iş önlüğünü ve kolçaklarını hiç çıkartmadan, 1. Dünya Savaşı'ndan kalma körüklü kamerasıyla, 1985'e dek siyah beyaz fotoğraf çekmeye devam ederek, sessizce, fark edilmeden sürdürüyor bu işi. (...) Ben çok fotoğraf arşivi gördüm ama böyle çeyiz dizer gibi her birisi tek tek numaralandırılmış, aralarına pelür kâğıtları serilmiş, yarım asır boyunca dokusunda tek bir değişiklik olmayan arşiv görmedim.
(Tayfun Serttaş)
Lara Fresko, "İstanbulluları Hüzne Boğabilir", Radikal, 13.12.2011
Maryam Şahinyan, kardeşlerinden farklı olarak erken yaşta babasından stüdyo fotoğrafçılığının tüm inceliklerini öğrendi ve 1937 yılından itibaren babasının stüdyosunu tek başına işletmeye karar verdi. Bu durum, dönemin muhafazakar koşulları altında İstanbullu birçok kadın açısından tercih nedeni sayılarak stüdyoya çeşitli avantajlar sağladı ve yarım asırlık meslek hayatında, Galatasaray'da üç ayrı mekânda işlettiği stüdyosunda kesintisiz çalıştı.
(Tayfun Serttaş)
Berna Akcan, "Tayfun Serttaş İle Röportaj: Maryam Şahinyan, Foto Galatasaray", Fotoritim e-Fotoğraf Dergisi, 1/2012,http://www.fotoritim.com/yazi/tayfun-serttas-ile-roportaj--maryam-sahinyan-foto-galatasaray
Maryam Şahinyan belli ki kimseleri yargılamamış. O yüzden herkes, her nasılsa o haliyle bu kadının karşısına geçmiş. Şehrin en şık kadınları, gayrimüslim aileleri, Bolşevik Devrimi'nden kaçıp İstanbul'a sığınan Ruslar, tiyatro grupları, müzisyenler, subaylar, vaftizlik ve sünnetlik çocuklar, transeksüeller, düğün günündeki çiftler, iç çamaşırlarıyla kadınlar ve iki yandan tuttukları etekleriyle kendilerini kelebek yapan küçük kızlar..." 
(Karin Karakaşlı, "Zamanı Bekleyen Fotoğraflar", Radikal 2, 11.12.2011)

Ödülleri

"Maryam Şahinyan hayatı boyunca hiç ödüllendirilmemiştir."
(Tayfun Serttaş, Maryam Şahinyan araştırmacısı)

Üyelikleri

Eğitimi

Esayan İlkokulu, İstanbul
Sainte Pulchérie Fransız Lisesi (tamamlamadı)

Sosyal Sorumluluk Çalışmaları

Farklı kurumlarda görev yapmak üzere İstanbul'a yerleşen birçok rahibe, İtalyan sör, rahip, Ermeni Kalfayan Yetimhanesi ve Anarat Hığutyun kuyr'ları (Anarat Hığutyun yardımsever dindar kadınlar kurumu) ile yakın arkadaştı ve yaşamı boyunca bu çevrelere bila ücret hizmet verdi." 
(Tayfun Serttaş, Maryam Şahinyan araştırmacısı, http://tayfunserttas.blogspot.com/2011/09/foto-galatasaray.html)

Akraba ve Dostları

  • Annesi:Dikranuhi Abacıyan
  • Babası:Mihran Şahinyan (Foto Galatasaray fotoğrafhanesinin sahibi)
  • Kız kardeşleri:Zabel Şahinyan, Araksi Şahinyan, Zıvart Şahinyan
  • Erkek kardeşleri:Keğam Şahinyan, Sebuh Şahinyan, Vruyr Şahinyan
  • Dedesi:Agop Şahinyan Paşa (ilk Osmanlı İmparatorluğu'nun 1877 yılındaki ilk parlamentosunda Sivas Milletvekili)
  • Dostları:(Bilgiye ulaşılamadı)

Anısını Yaşatan Projeler

Foto Galatasaray Sergisi
Foto Galatasaray Sergisi, 22.11.2011 - 22 .1. 2012, SALT Galata, İstanbul
http://www.saltonline.org/tr/#!/tr/141/maryam-sahinyan-kimdir_break/
Proje yürütücüsü SALT Galata'nın internet sitesindeki Foto Galatasaray Sergisi bilgileri
http://www.saltonline.org/tr/#!/tr/90/acik-arsiv-1-foto-galatasaray
Foto Galatasaray sergisinden görüntüler
http://www.youtube.com/watch?v=CDv-M_QDuHE
Foto Galatasaray – Açık arşiv (Open Archive)
Maryam Şahinyan fotoğraf arşivi, Foto Galatasaray – Açık Arşiv (Open Archive) adıyla 2012 yılında online olarak kamusal katılıma açılma çalışmaları içindedir. Katılımcı bir bilgi bankası oluşturmayı amaçlayan Foto Galatasaray – Açık Arşiv (Open Archive) projesi bir kent tarihi projesidir.
Foto Galatasaray – Açık Arşiv (Open Archive) projesini, Maryam Şahinyan araştırmacısı Tayfun Serttaş ve proje yürütücüsü olan SALT Galata şöyle tanımlıyorlar:
Tarihsel kesintiler toplumsal hafızayı derinden etkiler.
Bir Açık Arşiv projesi olan Foto Galatasaray, Maryam Şahinyan'ın fotoğrafları üzerinden yeni bir yakın tarih okumasına olanak tanır ve toplumsal hafızaya kural koyan saptamalara, eleştirel bir yaklaşım geliştirmeyi amaçlar.
Açık Arşiv projesi Foto Galatasaray sergisi ile başlamıştır.
Bu proje "arşiv"," demokrasi" ve "şeffaflık" arasındaki ilişkiyi irdeler ve arşiv olgusunun son yıllarda internet teknolojileriyle birlikte dağıtık ağlar üzerinde, katılımla zenginleşen ve çoklu kullanım sayesinde sürekli geliştirilen bir olguya dönüştüğü fikrini vurgular.
SALT, sürdürdüğü projeleri tartışmanın seyrine bırakarak arşivin hiçbir zaman tamamlanmayacak bir olgu olduğunu kabul eder ve ancak kullanıcıyla kesişim noktasında değer kazanabileceğini varsayar.
(Kaynak: tayfunserttas.blogspot.com)
Tayfun Serttaş, Foto Galatasaray Açık arşiv (Open Archive) projesi hakkında bilgi veriyor
http://www.saltonline.org/tr/#!/tr/90/acik-arsiv-1-foto-galatasaray
Maryam Şahinyan anısına kitap
Tayfun Serttaş, Foto Galatasaray - Studio Practice by Maryam Şahinyan, Türkçe-İngilizce, Çeviri: Merve Ünsal, Aras Yayıncılık, İstanbul, 2011.

Hakkında Yazılanlar

Kaynakça


Maryam Şahinyan tanıtım sayfasında yararlanılan kaynaklar
Maryam Şahinyan tanıtım sayfasındaki görseller için kaynak

Ortak hafızanın fotoğraf albümü

İstanbullu Ermeni Maryam Şahinyan'ın bir ömür çektiği fotoğraflar SALT Galata'da sergilendi. 1935-1985 yılları arasındaki dönemi kapsayan dev veri bankasında neler yok ki? Cumhuriyetin ilk yılları, 1942 Varlık Vergisi, 6-7 Eylül 1955 olayları, 1974 Kıbrıs Savaşı, köyden kente göç gibi pek çok toplumsal olayın yanı sıra gündelik hayatın ayrıntıları da fotoğraflarda yer buluyor. 1915 olaylarıyla ilgili Ermeni iddialarının inkarını suç sayan yasa tasarısı, Fransız Senatosu'ndan 127 oyla geçerken 1 milyona yakın insanın fotoğrafını çeken Şahinyan'ın arşivi sanatçı, yazar, araştırmacı Tayfun Serttaş'ın dönüştürdüğü sergide geçmişini, yakınlarını arayan insanlarla buluştu. Tarihe not düşen 200 bin siyah beyaz fotoğrafsa, dış politik kavgalardan uzak 'ortak hafıza'ya çağrı yaptıBülent ŞANLIKAN / İSTANBUL



Maryam Şahinyan 1935 ile 1985 yılları arasında yaklaşık 1 milyona yakın insanın hayatından kesitleri Galatarasay Meydanı'nda adını 'Foto Galatasaray' koyduğu stüdyosunda belgeledi. Şahinyan'ın Birinci Dünya Savaşı'ndan kalma körüklü kamerasından yansıyan 200 bin siyah beyaz kareyi, sanatçı Tayfun Serttaş, teknolojiden de faydalanarak dev bir veri bankası haline dönüştürdü. Şahinyan'ın kutuladığı cam negatifler Serttaş ve çalışmasına yardım eden 30'a yakın asistan tarafından 3 yıl süresince teker teker temizlendi, tasnif edildi, dijitalizasyonu yapıldı, işlendi ve aylara, yıllara göre sıralandı. Serttaş bununla da kalmadı. Şahinyan fotoğraflarını, Aras Yayıncılık'tan çıkan 'Foto Galatasaray, Studio Practice by Maryam Şahinyan' adıyla kitaplaştırıldı. 3 yıl süren bu çalışmanın ardından Şahinyan Arşivi, 22 Kasım 2011- 22 Ocak 2012 tarihleri arasında, Karaköy'de, SALT Galata'da meraklılarıyla buluştu. Serginin son gününde, yüzlerce insan 'Maryam'ın objektifine yansıyan kareler arasında acaba, annemi, babamı, dedemi, teyzemi ya da kendimi bulabilir miyim' umuduyla geldi. Aradığını bulan da oldu, bulamayan da...
GEÇMİŞİN İZİNİ SÜRDÜLER Hangi facianın Kurbanları Ali Cihanoğlu emekli bir bankacı, Aydın'da yaşıyor. Onu SALT Galata'ya götüren şey 1951'de Şahinyan'ın çektiği anne ve babasının düğün fotoğrafı olmuş. Cihanoğlu'nda fotoğrafın bir benzerinin basılmış hali var. Serginin açıldığını duyunca 'Acaba farklı pozu da bulabilir miyim' diyerek soluğu İstanbul'da alan Cihanoğlu'nun dileği gerçek oldu ve annesi Belkıs'la babası Nihat'ın fotoğrafını arşivde bulabildi.
Cihanoğlu'nun aklını esas kurcalayan fotoğrafsa İzmir'de aile fotoğrafları arasından çıkan ve arkasında 'Bir facianın kurbanıyız' yazılı not bulunan 1940 yılına ait bir aile fotoğrafı.  Fotoğraf acaba kimlere aitti? Ailenin başına ne gelmişti? 1924-1050 yılları arasında Trabzon ve Aydın Milletvekilliği yapan Yüksek Mühendis Mithat Aydın'a gönderilen bu fotoğrafın peşine düştüğünü söyleyen Cihanoğlu, Şahinyan arşiviyle ilgili 'Tarihi belge niteliği taşıyor. Birbirini uzun süre görmeyen insanlar olmayacak bir şeyi bu arşivde bulabiliyor. Babasına, annesine, teyzesine ya da akrabasına ulaşmak heyecan veriyor' dedi.
YOLU STÜDYODAN GEÇENLER
Kimler gelip geçmiyor ki Şahinyan'ın objektifinden. Katolik din görevlileri, Ermeni rahibeler, Bat Mitzvaha (Ergenlik töreni) giren Musevi çocuklar, hatıra fotoğrafı çektiren Rum kızlar, Bolşevik Devrimi'nden kaçıp İstanbul'a sığınan Beyaz Ruslar, opera sanatçıları, eşcinseller, müzisyenler, göçlerle İstanbul'u mesken tutan taşralılar...Ve tanıdık bir isim. Türk sinemasının ilk kadın yönetmeni ve ilk kadın yıldızı Cahide Sonku...
FOTO GALATASARAY ONUN HAYATIYDIUzun yıllar Fransa'da yaşadıktan sonra Türkiye'ye yerleşen Şahinyan'ın yeğeni müzayedeci -galerici Christine Tarpin, teyzesini anlattı: 'Çok küçüktüm.  Her yaz İstanbul'a geliyorduk.  Hikayelerini, yaşadıklarını anlatırdı. Mesleğini çok severdi. Son zamanlarında Parkinson hastalığına yakalanmıştı. Fotoğraf çekemiyordu. Fotoğraf çekilmeyi sevmezdi. Çok az fotoğrafı var. Başkalarını çekmeyi severdi. 1994'te aramızdan ayrıldı. Çocuğu yoktu evlenmemişti. Foto Galatasaray onun hayatıydı.'
 
SERGİNİN FORMATI: Sergİnİn bir bölümünde Sertaş'ın negatifleri temizlerken kullandığı aparatlar, kimyevi maddeler ve temizlik sırasında kullandığı 200 bin adet pamuğun gösterildiği bir camekan yer alıyor. Karşısındaysa dev ekranda Serttaş ve Aras Yayıncılığın Sahibi Yetvart Tomasyan çalışmanın sosyolojik ve teknik çözümlemeleri anlattığı kısa filmler gösteriliyor. Serginin bir başka interaktif bölümü de dev arşivin insanlar ile buluşmasın olanak sağlayan bilgisayar sistemi. İnsanlar bu sistemde aradıkları fotoğrafları tarıyor. Karanlık odada da ekranlara yansıtılan fotoğrafların slayt gösterimi yapılıyor.
56 YIL ÖNCE ÇEKİLEN FOTOĞRAF
Şahinyan'ın siyah beyaz kareleri arasında zaman yolculuğuna çıkanlardan birisi de özel bir şirkette genel müdürlük yapan 58 yaşındaki Sarkis Çadırcıoğlu'ydu. Çadırcıoğlu yaptığı tarama sonucunda bulduğu çocukluk fotoğrafıyla büyük heyecan yaşadı. O da çocukluğuna dönenler arasında yer aldı. 2 yaşındayken Şahinyan'ın objektifinin karşısına geçen Çadırcıoğlu, başka kareler de bulmak ümidiyle ekrana kilitlendi. Çadırcıoğlu ile Şahinyan akraba. Çocukluk yıllarında Şahinyan'ın kendisini çok sevdiğini anlatan Çadırcıoğlu, '1956 yılına ait bu kare bir dönemi yansıtıyor. Çocukluğum Kurtuluş'ta geçti. Benim de yolum o yıllarda pek çok kişinin geçtiği gibi Foto Galatasaray ile kesişti. Bu unutulmaya yüz tutmuş karelerin tarihin tozlu raflardan çıkarak günümüzü aydınlatıyor olması bizleri mutlu etti' dedi.
ÇOCUKLUĞUNA DÖNDÜ
Şahinyan'ın 1970'li yıllarda düğün sonrası çektiği fotoğraflardan birini ilginç kılan pozda yer alan kız çocuğunun o anın peşine düşmüş olması. 50 yaşındaki Feryal Salehi, fotoğrafta solda duran küçük kız. Sadece kendi fotoğrafını bulmakla kalmadı aynı zamanda yolları Şahinyan ile Büyükada'da kesişen annesiylededesinin de fotoğraflarını buldu. Salehi, Şahinyan'ın Büyükadada oturduğu yıllarda yazlıklarında kiracı olarak bir süre yaşadığını anlatıyor. Salehi, 'Çok özel bir insandı. İşini çok severdi. Profesyoneldi. Stüdyosunda bir tarihe şahitlik etti. Fotoğraflara bakarken 'ne kadar çok değişmiş her şey' diyorsunuz. Bu çalışma tabi” ki son derece detaylı ve zor. Ancak insanların bir zamanlar çekilmiş ve unutulmuş karelerinin yeniden canlandırılmış olması büyük bir tarihi değer taşıyor. Şahinyan'ın fotoğraf kareleri bizlere geçmişten geleceğe ışık tuttu' diyor.
ZAMAN TÜNELİNE GİRMİŞ GİBİYİM
İstanbul Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği 1'inci sınıf öğrencisi Cansu Ceylan da geçmişin izini sürenlerden. Ceylan, röntgen mütehassısı dedesi Ayhan Berkman'a ait bir fotoğraf aradı. 2001'de hayata gözlerini yuman Berkman'ın gençliği İstanbul Erkek Lisesi'nde geçmiş. Dedesinin yolunun Şahinyan'la kesişmiş olma ihtimali üzerine binlerce fotoğrafın arasından nostaljik bir kare arayan Ceylan, 'Fotoğraflarda Türkiye'nin geniş bir profilini bulmak mümkün. Eskiye gittikçe insanların çok daha kılık kıyafetlerine dikkat ettiklerini hatta özendiklerini görebiliyorum. Günümüz Türkiye'sine baktığımızda ise bu geçmişten eser yok. Sanki zaman tüneline girmiş gibiyim' diye konuştu. 
HEP İYİLİK MELEĞİNİ OYNUYORUZ
Kısa filmlerden birisinde Aras yayıncılığın sahibi Yetvart Tomasyan şöyle konuşuyor: 'Şahinyan'a kadın gözüyle bakmamızda fayda var. Erkek egemen bir toplumda bu işi yapmayı başardı. Maryam 6-7 Eylül olaylarını gördü, varlık vergisini gördü, Ermeni sanatkarlar ve esnaflar müşterilerine karşı hep iyilik meleğini oynadılar, oynadık, 
oynuyoruz. Çünkü biz birinci sınıf vatandaş ve yurttaş değiliz. Bu korku nesilden nesile aktarıldı, öğretilmedi zaten

24 Haziran 2016 Cuma

çamur yakıp, elektrik üretecek tesis kuruluyor

Bursa’nın daha sağlıklı ve yaşanabilir bir şehir olması gayesiyle çevre yatırımlarına ağırlık veren Büyükşehir Belediyesi, metan gazından elektrik üretimi, ana içme suyu hattı üzerine kurulan tribünler ile sudan elektrik üretimi ve güneş panellerinden elektrik üretiminin ardından şimdi de arıtma tesislerinde toplanan çamurlardan elektrik üretimi için önemli bir adım attı.
 
  Kısa süre önce Buski tarafından projelendirilip Doğu Atıksu Arıtma Tesisi'nde temeli atılan tesis 2017 yılının ilk aylarında faaliyete başlayacak. İnşaat alanında incelemelerde bulunan ve İhlas Haber Ajansı'na açıklama yapan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, uzun süre fizibilite çalışmaları yaptıklarını ifade ederek, "Gerçekten özellikli bir proje. Özellikle çevre konusu bizim en çok önem verdiğimiz yatırımlar. Ülke olarak da değer veriyoruz ve çevreye de sahip çıkmaya özen gösteriyoruz. Arıtma tesisi atığı olan çamurların yok edilmesi ve bertaraf edilmesi gerekiyor. Bu uzun yıllardır büyük bir sorundu. Çamurlar üretiliyor,  fakat bu çamurlar bertaraf edilemiyordu. Bunların yakılması da büyük sorun oluşturuyordu. Şimdi artık bu çamuru ürettiğimiz yerde direk olarak yakıp yok edebiliyoruz. Sonunda "yaptığımız yatırım boşa gitmesin, doğru bir yatırım yapalım" diye uzun yıllar bu işin araştırmasını yaptık. Yaptığımız araştırmaların en sonunda Amerika’da bu işin sonuçlandığını burada en verimli çalışan sistemin kurulduğunu ve arıtma tesisi çamurundan aynı zamanda elektrik üretildiğini, çok verimli çalışıp, kolay başlatılıp kolay durdurulabilen sistem olarak yerinde gördükten sonra "Artık Türkiye’de uygulamasına geçelim" dedik. "Bunu biz burada yerli yaparız" dedik. Diğer konularda olduğu gibi önce biraz tartışıldı sonra kabul edildi" diye konuştu.
 
  10 YILDA AMORTİ EDECEK
 
  Bursa'nın tramvayları, metro vagonları, uçaklarını artık kendisinin ürettiğini hatırlatan Başkan Altepe, "İşte bu arıtma tesisinin, çamurunu yok etme sistemi de artık yerli olarak üretilebiliyor. Burada özellikle bizim 400 ton sıvı çamurumuz var, biz bunu katı maddeye çevirdiğimiz zaman 96 ton yapıyor. Bununda 3 bin 600 kalorisi var. Yani linyit kömürlerinin bazılarından daha da zengin.  Bunu biz avantaj olarak kullanıyoruz. Bu akışkan yataklı kazanlarımızda ilk etapta sistemi çalıştırmak için doğalgaz kullanıyoruz. Startı doğalgazla verip kazanımız 850 dereceye kadar yükseliyor. 850 dereceden sonra sistem normal rejime giriyor. Proses çalışıyor ve bundan sonra 3600 cal olan çamur aynı bir kömür gibi yanmaya başlıyor. İçeriye üflenen 600 derecelik hava ile birlikte kendi kendini yakıyor. Ve güzel bir sistem oluşuyor. Burada çamur kendi kalorisiyle yanıyor ve saatlerce, günlerce aylarca bu yanma devam edebiliyor. Kazanın sıcaklığını direk eşanjörlere vererek buhar üretiyoruz. Atık ısıda üretilen buhar burada tribünlere giderek elektrik enerjisine dönüşüyor. 2.5 megavat saat burada günlük elektrik üretiliyor ve tesisin yaklaşık maliyeti 70 milyon lira. Ürettiği elektrikle aynı zamanda 10 yada 12 yılda kendisini amorti etmiş oluyor" diye konuştu
 
  TÜRKİYE'NİN DİĞER ŞEHİRLERİNE ÖRNEK OLACAK 
 
 Tesisin çok verimli ve kaliteli olduğunu kaydeden Başkan Altepe, sözlerini şöyle sürdürdü: "Çevre dostu olan bu uygulamayı diğer şehirlerde de uygulayacağız. Burada en önemli kısmı baca emisyonu. Baca emisyonundaki karbon gibi diğer ağır metaller devamlı ölçülüyor. Buradaki ölçülenlerin AB standartları ve Şehircilik ve Çevre Bakanlığının standart ve kriterlerine uyması gerekiyor. Bu konuda devamlı olarak kontrol sistemimiz var. Oturduğumuz yerden online kontrol sistemiyle birlikte baca gazını ölçüp gözlemleyebiliyoruz. Çevreye zarar vermeyecek şekilde burada yanma sağlanıyor. Gerektiği zaman çok sıkıntı çekilirse doğalgaz takviyesi de yapılmış olunuyor. Bu sistem çevre dostu olan çok verimli bir sistem. İnşallah Ocak ayında burada denemeler başlamış olacak.  Denemelerden sonra da üretime geçmiş olacağız. Artık günlük ürettiğimiz 60 ton çamuru burada yakmış olacağız. Bir yandan da elimizdeki diğer çamur rezervini de burada tüketmiş olacağız. Örnek bir uygulama, yüksek bir teknoloji. Bu uygulama daha sonra Tüm Türkiye’ye yayılacak. Ve tüm dünyaya da artık aynı teknolojiyi satacağız. Artık dünyaya döviz vermeyeceğiz. Bizler kazanmış olacağız, yurt içinde kazandığımız dövizlerimiz de yurt dışına gitmeyecek. Bu yüksek teknolojik ürünü burada gerçekleştirmek ve bunu başarmak önemliydi. Şimdiden tüm ülkemiz ve tüm çevre dostları için tüm kurumlarımız için hayırlı olsun diyoruz “

Ludwig Josef Johann Wittgenstein kimdir?

Ludwig Josef Johann Wittgenstein, (d. 26 Nisan 1889 – ö. 29 Nisan 1951). Avusturya doğumlu filozof, matematikςi.

Mantık ve dil felsefesi konularında yaρtığı çalışmalarla modern felsefeye önemli katkılarda bulunmuştur. 20. yüzyılın en önemli filozoflarından sayılır.

Asıl adı Ludwig Josef Johann Wittgenstein olan Avusturya asıllı filozof, 26 Nisan 1889’da Viyana’da dünyaya gelmiştir. Wittgenstein, çok önceleri asimile olmuş, Avusturyalı Yahudi fabrikatör Кarl Wittgenstein ve onun eşi Leopaldine’nin sekiz çocuğundan en küçüğüdür. Кarl Wittgenstein, Avusturya Macaristan monarşisinin başarılı, çelik sanayicilerinden sayılırdı. Bununla ЬeraЬer, Wittgenstein ςifti, o asır içerisinde Viyana’da bulunan en zengin ailelerden biriydi. Wittgenstein’ın babası, çağdaş sanat ve sanatçının hoşgörülü destekςisi iken, annesi de harika bir piyanistti.

Wittgenstein’ın büyükanne ve büyükbabalarından sadece biri dışında hepsinin Yahudi kökenli olmasına rağmen, Wittgenstein, Кatolik gelenek ve göreneklerine göre eğitilmiştir. Tıpkı diğer kardeşleri gibi (Örneğin Paul ünlü bir piyanisttir.) Wittgenstein da entelektüel yaşam ve müzik dalındaki yetenekleriyle kendini göstermiştir. Bu yeteneklere sahip olmanın yanı sıra, Wittgenstein’ın kardeşlerinden üçü Hans, Rudolf ve Kurt psikolojik sorunlarından dolayı intihar etmişlerdir. Yaşamı boyunca, özellikle 1. Dünya Savaşı esnasında yaşadığı olumsuzluklar, depresif davranışlar sergilemesine neden olmuşsa da Wittgenstein, insan ilişkilerinde otoriter ve inatçı olduğu kadar; aynı zamanda duyarlı ve şüpheli bir yaklaşım sergilemiştir.

14 yaşına kadar eğitimine özel derslerle devam eden Wittgenstein, ortaokulu Linz’de okuduktan sonra, 1906 yılında Berlin-Charlottenburg’da bulunan teknik lisenin makine mühendisliği bölümüne girmiştir. Aslında Wittgenstein, Viyana’da Ludwig Bolzmann’ın yanında okumak istemiş, ancak ortaokul karnesi tahsilini aynı yerde, yani Berlin’de devam ettirmesi gerektiğini göstermiştir. Burada Wittgenstein, kız kardeşi Hermine gibi uçağın teknik sorun ve çözümleriyle uğraşmıştır. Bundan sonra aynı dönem içerisinde ya da çok az bir zaman sonra felsefe ilgisini çekmeye başlamıştır. Bu durum, yani felsefi sorunlar üzerine düşünmek, Wittgenstein’ın arzularına o kadar zıttır ki, iςinde yaşadığı bu çelişkiler ona çok acı vermiştir.

1908 yılında mühendis diplomasını aldıktan sonra, uçak motoru yaρımı denemelerinin yaρıldığı, Manchester mühendislik bilimi bölümüne gitmiştir. Kısa bir süre sonra bu kararından vazgeçen Wittgenstein, 17 Ağustos 1911 yılında patent aldığı “Uçak pervanesini geliştirme önerileri” projesi üzerinde çalışmıştır.

Burada Wittgenstein, kendini derinden etkileyen İngiliz matematikςi ve filozof Lord Betrand Russell’in kendisiyle ve eserleriyle tanışmıştır. 1912 yılında matematik ve mantık alanında, Russell’in yanında okumak iςin Cambridge Üniversitesi’ne gitmiştir. sozkimin.com Kısa sürede Russell, Wittgenstein’ın bir dahi olduğunu anlamış ve Wittgenstein da donanımlarıyla, etkilendiği Russell’in seviyesine ulaşmıştır. Zaten Russell de Wittgenstein’ın mantık ve felsefi eserler verme konusunda, kendinden sonra en uygun kişi olduğu kanısına varmıştır.

1911 yılının kasım ayında Wittgenstein Russell’in de yardımlarıyla Cambridge’de gizli bir topluluk olan seçkin Apostles’e üye seςilmiştir. Bu esnada ilk sevgilisi David Pinsent’le karşılaşmıştır. Kısa zamanda aralarında sarsılmaz bir dostluk oluşmuş ve birlikte Norveç’in Skjolden şehrinde, ahşaρ bir ev satın almışlardır. Wittgenstein, mantığın sistemleri konusu üzerindeki çalışmalarına birkaç ay burada devam etmiştir. Wittgenstein’ın homoseksüel olduğu, ilk olarak 1973’te William Warren Barley’in biyografisinde bahsettiği, ancak adını zikretmediği bir erkek arkadaşı olmasından, ikinci olarak ise tuttuğu günlüklerindeki gizli yazılarından anlaşılmaktadır.

1912’de başlayıp 1917 yılına kadar tuttuğu günlüğündeki mantıksal ve felsefi denemeleri Wittgenstein’ın ilk felsefi eserini oluşturmuştur. 1. Dünya Savaşı sırasında gönüllü olarak çalışırken bu eserini yazmaya devam etmiş ve nihayet 1918 yılının yazında eserini tamamlamayı başarmıştır. Eserin tamamlanmamış hali ilk olarak 1921’de Almanya’nın Doğa Felsefesi Dergisi Annalen’da yayımlandıktan sonra, 1922 yılında bugün de daha çok İngilizce adıyla bilinen, orijinal adı Tractatus Logico-Philosophicus’un iki dilde baskısı yayımlanmıştır. Bu eserinin yanı sıra, iki küçük felsefi denemesi, halk okulları iςin oluşturduğu bir sözlüğü ve mantıksal felsefi denemeleri, Wittgenstein hayatta iken yayımlanmıştır.

Geç dönem felsefesinin yoɾumlanması üzeɾine yaρılan taɾtışmalaɾ, Wittgenstein’ın düşünceleɾinin devamlılığını da değeɾlendiɾmeyi geɾektiɾiyoɾ. Çünkü heɾ iki dönemde de düşünceleɾi değişmiştiɾ. Teɾaρistleɾ, ‘Felsefi Soɾuştuɾmalaɾ’ adlı eseɾinin başaɾısız yöntemleɾi ve mantıksal-felsefi denemesindeki Ьeliɾsizliği aɾasında faɾk yaɾatan şeyin vaɾlığını kabul etme eğilimi gösteɾiɾleɾ. Metafizikςileɾ ise, iki eseɾini de negatif metafizik içeɾisinde açıklaɾ. Onlaɾ eɾken dönem eseɾinde anlamsal açıdan mantığın aɾaştıɾma nesnesini boşluk olaɾak göɾüɾleɾ. Wittgenstein’ın bu bağlamda şu değeɾlendiɾmesi önemlidiɾ: “Benim asıl düşüncem mantıksal biɾ sabitliğin ve de olgulaɾın mantığının olmadığıdıɾ.” Geç dönem eseɾleɾinde ise canlı, günlük biɾ pɾatikten, yani ‘dilbilgisi’nden bahsedeɾ.

Wittgenstein’ın geç dönem eseɾinde dünya yıkılmıştıɾ, aɾtık dili çözülemez şeyleɾ içeɾisinde Ьeliɾginleşiɾ ve bu şeyleɾin, duɾum ve öneɾmeleɾle olabilecek mantıksal biɾ bağlantısı yoktuɾ. Aɾtık mantığın zamana uyum iddialaɾı dil yaρısını Ьeliɾlemeyecektiɾ. Wittgenstein, dili eski biɾ şehiɾle kaɾşılaştıɾıɾ. Bunlaɾ, çevɾesinde tek tek evleɾin ve düzensiz upuzun sokaklaɾın olduğu kenaɾ mahalle kümeleɾi ve daɾ sokak ve mekânlaɾdan oluşan, faɾklı faɾklı dönemleɾe ait yeni ve eski ev yaρılaɾının bulunduğu biɾ mahaldiɾ. Buna göɾe, onlaɾ iςin dil düşünceleɾin ve hakikatin yeɾidiɾ. Biɾ kelimenin anlamı onun dil iςinde nasıl kullanıldığına bağlıdıɾ. Ancak kullanım alışkanlıklaɾdan oluşan biɾ takım işlevsellik ya da ‘dil oyunu’ içeɾisinde yok olan biɾ çeşit yaşam taɾzıdıɾ. ‘Dil oyunu’ kavɾamı ile buɾada şu vuɾgulanmaktadıɾ: Dili konuşaɾak kullanmak biɾ yaşam taɾzıdıɾ. Biɾ tıpçının, esnaf ya da tüccaɾa göɾe, ateist biɾinin inançlı biɾine göɾe bambaşka ‘dil oyunlaɾı’ vaɾdıɾ. Felsefenin göɾevi ise, dil aɾacılığıyla aklımızın büyülenmesine kaɾşı mücadele etmektiɾ.

Felsefenin aɾaştıɾma nesnesi, günlük konuşma dilidiɾ. Biz kelimeleɾi, günlük kullanım metafizikleɾiyle bağlantılaɾız. Felsefenin amacı (iyileştiɾme) teɾaρidiɾ. Filozof biɾ pɾoblemi tıpkı biɾ hastalık gibi ele alıɾ, inceleɾ. ‘Dil kaɾmaşıklığı’na esiɾ olmuş biɾi bu duɾumdan kuɾtaɾılmalıdıɾ. “Felsefedeki amacın ne?” soɾusuna cevaρ olaɾak ‘sineğe, sinek kavanozundan çıkış yolunu gösteɾmek” diye yanıtlamıştıɾ Wittgenstein.

Geç dönem felsefesinde ‘mantık’ kavɾamı ‘dilbilgisi’ ile yeɾ değiştiɾmiştiɾ. Aɾalaɾındaki faɾk, mantığa kaɾşılık olaɾak ‘dilbilgisi’nin yaşam taɾzı alışkanlıklaɾının değişebilmesinden kaynaklanıɾ. Aɾalaɾındaki Ьenzeɾlik ise, ne mantığın ne de ‘dil bilgisi’nin açıklanamadığıdıɾ. Bunun yanı sıɾa heɾ ikisi de oluştuɾduğu şeyi sadece oɾtaya koyaɾ, açıklamaz.

Sonuç olaɾak ise, metafizikςileɾ Wittgenstein’ın eɾken dönem eseɾini geç dönem eseɾleɾinde olduğu gibi, özel olan’ iç ve dış dünyadaki dualizmin ɾeddedilmesi’ ve de ayɾıca öznel düşünceleɾin esas alındığı, ‘aşkın felsefe’ ya da ‘bilgi kuɾam’laɾını açıklama yoluyla özdeşleştiɾmezleɾ. 


ölümünden sonra, defterlerinden, makalelerinden ve ders notlarından seçilmiş bir çok yazısı yayınlanmış olmasına rağmen, hayatı boyunca yayınladığı tek kitap, 1921'de cambridge'de bertrand russell'ın gözetimi altında bir öğrenciyken yayınlanan tractatus logico-philosophicus isimli eserdir. kendisine doktorasını sağlayan tractatus 'un yayınlanmasıyla felsefenin bütün problemlerini çözdüğüne inanmış, çalışmalarını bırakmış ve ilkokul öğretmenliği, bir manastırda bahçıvanlık ve kızkardeşinin viyana'daki evinin mimarlığı gibi çeşitli işlerle ilgilenmiştir. buna mukabil, 1929'da, cambridge'e dönerek bir öğretim görevi üstlenmiş ve önceki çalışmalarını gözden geçirmiştir. zirvesine, ölümünden sonra yayınlanan ikinci şaheseri felsefî soruşturmalar'da ulaşan yeni bir felsefî yöntem ve lisan anlayışı geliştirmiştir. erken dönem çalışmaları, büyük ölçüde russell'ın mantık çalışmaları, alman felsefeci gottlob frege ile olan kısa süreli bir öğrenim ve arthur schopenhauer'den etkilenmiştir. tractatus yayınlandığında, viyana çevresi adını almış pozitivist grup üzerinde hayli etki yaratmıştır. bununla beraber, wittgenstein kendini bu okuldan saymamış ve mantıksal pozitivizm'in tractatusla ilgili olarak ciddi yanlış anlamalar taşıdığını ifade etmiştir. her iki dönem eserleri de analitik felsefe, bilhassa lisan felsefesi, zihin felsefesi ve hareket teorisi'nin gelişimi üzerinde önemli etkiler yaratmıştır. wittgenstein'ın metodunu sürdüren öğrencileri ve çalışma arkadaşlarından gilbert ryle, friedrich waismann, norman malcolm, g.e.m. anscombe, rush rhees, georg henrik von wright ve peter geach sayılabilir. wittgenstein'dan etkilenen çağdaş felsefeciler arasında james conant, michael dummett, peter hacker, stanley cavell ve saul kripke bulunur. filozzoff not: Bu metinleri okurken dikkatinizi epey bir odaklamanız gerekebilir,o yüzden dinç bir kafayla okursanız daha iyi verim alırsınız,çünkü zamanında beni epey bi terletmişti.....

Ludwig Wittgensteinin  sözleri
Ancak kendinde devrim yapabilen devrimci olabilir.
Neden buradayız bilmiyorum, ama eğlenmemiz için olmadığı kesin.
Başkalarının derinlikleriyle oynama.
Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır.
Felsefenin amacı nedir? Şişeye düşen sineğe çıkış yolunu göstermektir.
Felsefede ben’den, psikolojik olmayan anlamda söz edilebilecek ve edilmesi gereken bir yol vardır.
Kolum yukarı kalkar olgusunu kolumu yukarı kaldırırım olgusundan çıkarırsak geriye ne kalır? İnsan kalır.
Başkalarına, senin için ifade ettiğinden daha fazla bir sey ifade edemez. Sana neye mal olmuşsa, onlar da o kadar ödeyecekler.
Ad vermek, bir şeye etiket iliştirmekten farksızdır.
Dünyadaki başka insanların bana dünya hakkında söyledikleri, benim dünya deneyimimin çok küçük ve önemsiz bir kısmıdır.
Mantığın tüm önermeleri totolojinin genellemeleridir ve totolojinin tüm genellemeleri mantığın önermeleridir, bunlardan başka mantıksal önerme yoktur.
Demokrasi insanları sayar, halbuki onları tartmak gerekir.
Bir sözcüğün anlamı, onun dil içindeki kullanımıdır.
Eğer doğruyu söylemek işimize yaramıyorsa neden doğruyu söyleyelim ki?
Bir insan kilitli olmayan, ama içeriye doğru açılan bir kapıyı boyuna itiyor, çekmek aklına gelmiyorsa, odada hapistir.
Dil dünyayı resmeder.
Tarihin benimle ne işi var? benimki ilk ve tek dünya.
Hakkında konuşamayacağımız şeylerde sessiz kalmamız gerekir.
Dünya, nesnelerin değil olguların toplamıdır.
Ben her nesneyle nesnel olarak karşılaşır, ama ben’le karşılaşmaz.
Eğer bir aslan konuşabilseydi, onu anlayamazdık.
Şişenin içinden dışarı çıkmak isteyen ama sürekli cama toslayarak, sersemleyen sineğe: dışarısını görebilirsin bunu anlıyorum, ama asla dışarı çıkamazsın! sen cama toslamaya mahkumsun.
 

22 Haziran 2016 Çarşamba

Güneş'le 400 dekar araziyi suluyor

Konya'da çiftçilik yapan kişi, 400 dekarlık arazisini, elektrik ve mazot maliyetinin yüksek olması nedeniyle kurdurduğu güneş enerjisi panelleri sayesinde suluyor.

Karatay ilçesine bağlı Acıdort köyünde yaşayan Esat Aslan, bölgede su sıkıntısı yaşandığı için açtırdığı su kuyusuna, mesafenin uzaklığı nedeniyle elektrik getirtemedi. Mazotla yaptığı sulamada maliyetin yüksekliği üzerine güneş enerjisinden faydalanmaya karar veren Aslan, 220 güneş paneliyle kurulan sistemle 54 kilowatt elektrik üretip, günlük bin 500 ton su çıkartıyor.

Aslan yaptığı açıklamada, güneş enerjisi sistemini kurduktan sonra masraflarının önemli ölçüde azaldığını, ayrıca daha fazla alanı sulamaya başladıklarını söyledi.

Köyden uzak olan tarlalarına elektrik çekebilme imkanlarının bulunmadığını belirten Aslan, "Elektrik olmayınca jeneratöre mazot koyup, suyu kuyudan çekmemiz gerekiyordu. Bu da her sulamada 20 bin lira masraf demekti. Mahsulü bir kez sulasak dahi zarar ediyorduk." dedi.

"Maliyetimiz bir hayli düştü"

Sulama problemi nedeniyle daha önce sadece buğday yetiştirdiğini dile getiren Aslan, şöyle devam etti:

"Güneş enerjisi sayesinde artık bu kıraç topraklara yeşil ürünler ekebiliyoruz. Sulaması maliyetli olduğu için ekmeye çekindiğimiz ayçiçeği, mısır ve yonca gibi ürünleri gönül rahatlığıyla yetiştiriyoruz. Su sıkıntısı ortadan kalkınca, arazimin daha önce kullanılmayan bölümlerine de ekim yapmaya başladım. Güneş enerjisiyle elektrik üretmeye başladıktan sonra maliyetimiz bir hayli düştü. Eskiden param varsa sulama yapabiliyordum. Şimdi ise gökyüzünde güneş olduğu sürece, sabahtan akşama kadar sulama yapabiliyorum. Paneller yokken sadece su kuyusunun çevresindeki alanı sularken, şimdi 159 dönüm araziyi suluyorum."

Baba Ömer Aslan da köylerine bu sistemi ilk defa kendilerinin getirdiğini, panelleri gören diğer çiftçilerin de güneş enerjisi sistemi kurmak istediklerini anlattı.

Bu tür girişimlerde devlet desteğinin önemli olduğuna dikkati çeken Aslan, "Çiftçiye traktör alırken verilen destekler var. Onun yanında güneş enerjisi kullanımının da artması için bakanlık tarafından daha fazla destek verilmesini istiyoruz." diye konuştu.

Bölge çiftçisi için umut oldu

Sistemi kuran firma sahibi Hasan Hüseyin Motuk ise elde edilen elektrikle saatte 140 ton su alınabildiğini, panellerin günde en az 8 saat çalıştırılabildiğini anlattı.

Bu tür projelerin, su sıkıntısının yaşandığı bölge çiftçisi için umut olduğuna işaret eden Motuk, şunları kaydetti:

"Bu yöredeki çiftçinin yüzde 60'a yakını kıraç alana ekim yapıyor. Yağmur yağmadığı zaman büyük kayba uğruyor. Yenilenebilir enerji kullanımında böylesine örnek çiftçilere ihtiyacımız var. Güneş enerjisi sisteminin kurulum maliyeti şimdilik biraz yüksek. Önümüzdeki dönemde devlet destekleriyle maliyet yüzde 20-30'lar seviyesine geldiğinde yaygınlaşacağına inanıyorum. Devletimiz güneş enerjisi yatırımlarına teşvik veriyor, ancak bunun yeterli olmadığını düşünüyoruz. Bu konuda hibe ve destek oranlarının artırılmasını bekliyoruz."