15 Haziran 2016 Çarşamba

SEYYİD BURHÂNEDDÎN-İ TİRMİZÎ (Mevlâna’nın Hocası)

Seyyid Burhâneddîn-i Tirmizî, Sultânu’l-Ulemâ’nın Horasan’daki müridlerindendi. Bahâeddin Veled’e intisap ettikten sonra bir müddet kırlara düşüp, tecelli nurlarının çokluğundan kararsız olmuştu. Riyâzeti pek sever, daima perhiz yapar, nadiren yemek yerdi. Kalplerdeki sırları söylediği için Horasan, Buhara, Tirmiz ve civarında “Seyyid-i Sırdân” diye tanınırdı. Baha Veled’in Horasan’dan göç edişinden sonra Tirmiz’e gitmiş ve orada inzivaya çekilmişti. Seyyid, günlerden bir gün kuşluk vaktinde birdenbire; “Eyvah! Şeyhim bu toprak âleminden göçtü” diyerek feryat ile ağlamaya başladı. Günlerce ıstırabını, kederini teskin edemedi. Sonra bir gece rüyasında Sultânu’l-Ulemâ’yı gördü. Şeyhi hiddetle bakıyor; -Burhâneddin, nasıl olur da bizim Hüdevendigârı (Mevlâna) yalnız bırakır, yanına gitmezsin? Bu atabeklik vazifesine yakışmaz, diyordu. Uykudan üzüntü ile uyanan Seyyid Burhâneddin hemen hazırlanıp, birkaç yakını ile birlikte yola koyuldu ve 1211 senesinde Konya’ya ulaştı. O sırada Mevlâna Celâleddin yedi sene boyunca oturdukları Lârende’ye bir seyahat yapmıştı. Hüdâvendigâr’ı bulamayan Seyyid-i Sırdan bir mektup yazarak dönmesini rica etti. Mevlâna mektubu alınca öpüp, gözlerine sürdü ve derhâl Konya yolunu tuttu. Kavuşma çok heyecanlı oldu; her ikisi de kendilerinden geçtiler. Seyyid Burhaneddin, delikanlı Celâleddin’in bilgide eşi olmadığını görmüş; bâtınında da işlenmemiş mâdenler bulunduğunu keşfetmişti. Sevgiyle yürüyen hocalık-talebelik devresi tam dokuz yıl sürdü. Seyyid, Mevlâna’nın büyüklüğünü çok iyi biliyor, onu çok seviyordu. Bunun için ; -Benim onun üzerinde hakkım vardır; ama onun benim üzerimdeki hakkı binlerce misli fazladır, buyuruyordu. Dokuz sene tamam olduktan sonra yine bir sevgi havası içinde Seyyid zaman zaman Mevlâna’dan Kayseri’ye gitmek için izin istemeye başladı. Mevlâna’nın gönlü ise bir türlü gitmesine rıza göstermiyordu. Bir gün Mevlâna dostlarından bir grup Seyyid’i bir katıra bindirerek bağlara götürmüşlerdi. Kayseri yolculuğunu düşünen Burhâneddîn-i Tirmizî birdenbire hayvanın sıçraması ile yere düştü ve ayağı kırıldı. Şehre döndükleri zaman sitemli bir tebessümle Mevlâna’ya; -Ne güzel mürid; mürşidinin ayağını kırıyor! dedi. Sonra; -Niçin gitmeme izin verilmiyor? diye sordu. Mevlâna bu soruya soruyla karşılık verdi; -Neden beni bırakıp gitmek istiyorsun? Cevap şu idi: -Buraya kuvvetli bir arslan yöneldi (Şems-i Tebrizî); olabilir ki birbirimizle geçinemeyiz. Benim görevim artık bitti. Bunun için gitmek istiyorum. Seyyid Burhâneddîn Kayseri’yi seviyordu. Oraya yerleşecek, inzivaya çekilecek, köşesinde gece gündüz Hak’la bir olacaktı. Nihayet Mevlâna’nın müsâdesiyle, o zaman Darü’l-Feth denilen Kayseri’ye yollandı. Hayatının geri kalan günlerini Kayseri’de geçiren Burhâneddîn-i Tirmizî, 1220 senesinde bir gün, hizmetine bakan müridinden bir testi sıcak su getirmesini istedi. Su gelince, müride; -Kapıyı kapa ve garip Seyyid göçtü diye dışarda selâ ver, buyurdu. Suyu getiren mürid, çıkar çıkmaz, efendisi ne yapacak diye, içerisini gözetlemeye başladı. Seyyid abdest almış, elbisesini giymiş, odanın bir köşesine kıvrılmıştı. -Ey, bana bir emanet veren hâzır ve nâzır Allah! Lûtf edip bu emaneti al. İnşaallah beni sabredicilerden bulursun (Kur’an, XXXVII, 102), âyetini okuyarak ruhunu Hakk’a teslim etti. Seyyid-i Sırdan’ın vefat haberi etrafa yayılınca büyük küçük herkesi hüzün ve acı kapladı. Hâfızlar Kur’an okuyor, şeyhler zikrediyor, selâlar veriliyordu. Seyyid bu şekilde toprağa verildi. Sahip Şemseddin, Seyyid’in Türbesini yaptırdı. Fakat çok kısa zaman içinde türbe harap oldu. Tekrar yaptırıldı; yine yıkıldı. Bir gece Sahip Şemseddin, Seyyid’i rüyasında gördü; üzerine türbe yapılmasını istemiyordu. Bir müddet sonra Mevlâna’ya mektup gönderildi. O zaman otuz dört yaşında olan Hüdâvendigâr dostlarıyla beraber Kayseri’ye geldi; Burhâneddin-i Tirmizî’nin kabrini ziyaret etti. Seyyid Burhaneddin'in türbesi bugünkü şekliyle, 1892'de Mesnevi şarihi ve zamanda Ankara Valisi olan Abidin Paşa'nın yardımıyla yapılmıştır

Seyyid Burhaneddin Hazretleri'nden Veciz Sözler

  1. Sevgi bilgisi Tanrı'ya aittir; kimden Tanrı sevgisi bilgisini duyarsan bil ki o, Tanrı dostudur.
  2. Şevk, sevgi ağacının ışığıdır; aşk da meyvesidir.
  3. Zikir, korkunun üstünlüğüyle ve sevginin şiddetiyle gaflet meydanından müşahede genişliğine çıkmaktır.
  4. Ne mutlu o kişiye ki, gözü uyur da gönlü uyumaz.
  5. Bilgi, marifet bilgisidir. Hiçbir şey bilmesen bile, kendini tanıdın, bildin mi, bilginsin, arifsin.
  6. Akıllar, yaratılışta noksan olabilir. Fakat çalışmakla bir yere varır, olgunluğa kavuşur.
  7. İnsan, halkla ne kadar karışır, uzlaşırsa o kadar Hakk'a yaklaşır.
  8. Sağa, sola selam vermenin manası şudur:  Ey inanan kardeşlerim, siz benim şerrimden, hainliğimden eminsiniz.
  9. Şeyh, kendi varlığından ve benliğinden kurtulmalıdır ki, başkalarını görsün ve gözetsin.
  10. Baş koyan, başlara taç olur; kendisini aşağı gören, bütün aleme üst kesilir.
  11. Allah, beni aziz etmiş; ben kendimi hortlatamam ki. Böyle iş yaparsam, bu zulüm olur.
  12. Kimde hakikat derdi yoksa, hakikatı istemiyor demektir.
  13. Herşeyden kaçmak kolay da, kendi nefsinden kaçmak, zordur.
  14. İbadetin özü, nefsin erimesidir; geri kalanın hepsi de ibadetin kabuğudur.
  15. İsteğine, şehvetine uydukça rezil olur gidersin.
  16.  Sen, yalnız şu şarabı haram sandın; nice şehvetler vardır ki, adamı sarhoş eder.
  17. “ Sevgi bilgisi Tanrı’ya aittir; kimden Tanrı sevgisi bilgisini duyarsan bil ki o, Tanrı dostudur”. (s.41)
    ” Şevk, sevgi ağacının çiğidir; aşk da meyvasıdır” (s.20)
    “ Zikir korkunun üstünlüğüyle ve sevginin şiddetiyle gaflet meydanından müşâhede genişliğine çıkmaktır.” (s.66)
    ” Ne mutlu o kişiye ki gözü uyur da gönlü uyumaz.” (s.64)
    “Bilgi, maarifet bilgisidir. Hiçbir şey bilmesen bile, kendini tanıdın, bildin mi, bilginsin, arifsin” (s.18).
    “Akıllar, yaratılışta noksan olabilir. Fakat çalışmakla bir yere varır, olgunluğa kavuşur.” (s.22)
    ” İnsan, halkla ne kadar karışır, uzlaşırsa o kadar Hakk’a yaklaşır.”  (s.63)
    “ Sağa sola selam vermenin manası da şudur: Ey inanan kardeşlerimiz benim şerrimden hainliğimden eminsiniz.” (s. 7)
    “Şeyh, kendi varlığından ve benliğinden kurtulmalıdır ki, başkalarını görsün, gözetsin.” (s.37)
    “Baş koyan, başlara tâç olur; kendisini aşağı gören, bütün âleme üst kesilir.” (s.43)
    ” Allah beni aziz etmiş; ben kendimi horlatamam ki, Böyle iş yaparsam bu zulüm olur.” (s.53)      
    ” Kimde hakikat derdi yoksa, hakikati istemiyor demektir.” (s.21)
    ” Her şeyde, kaçmak kolay da kendi nefsinden kaçmak pek zordur.” (s.69)
    “ İbadetin özü, nefsin erimesidir; geri kalanın hepsi de ibâdetin kabuğudur.” (s.I9) 
    “İsteğine, şehvetine uydukça rezil olur gidersin.” (s.45)
    “ Sen, yalnız şu şarabı haram sandın; nice şehvetler vardır ki adamı sarhoş eder.”  (s.48)
     “Kim, kendi dileğine bağlanmışsa, yaptığı işler, küle benzer, savrulur gider. ” (s.71)
    “Haset, nefis köpeğinin sıfatıdır.” (s.59)
    ” Din ağacı, terbiye vasıtasıyla kuvvetlenir. Şimdi daha tazedir, küçüktür (henüz kuvvetlenmemiştir). “ (s.25)
    ” Suçu terk etmek, itaatin ta kendisidir.” (s.25)
    “İnsanlar, kötü gönüllü oldular mı? Küçücük bir derede boğulurlar; ama cesaretle, erlikle koskoca denizleri aşarlar.” (s.42)
    ” Birinin ayıbını, hünerini araştırmak istersen, bir bahane bul, önce onu konuştur.”  (s.42)
    “ Ey genç, bilgiyle malı bir arada elde et. Bunlar olmadıkça ömür, adamı kör ve rezil eder.” (s.40)
    “Zenginlik, gönül zenginliğidir nefis ve mal zenginliği değil.” (s.24)
    “Yılan balığına benziyorsun, ne yılansın, ne balık; sen bir münafıksın; ne yapıyorsun? Ya yılan ol, ya balık.”  Maârif, s.54 (Bu beyit Senâinin Divânında da geçmektedir, bk. Dîvân-ı Senâi. Tahran.1320 hş. S.531).
    “Kendisine Allah Teâlâ tarafından kesin delil verilen, aydınlatılan kişi, Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin sünnetine uyar.” (Maârif (Tefsir-i Sure-i Muhammed). 81.  
     “Denizi, denizdeki canavarı görüp de şaşma, kendi içindeki nefis canavarını gör de şaş. “ (s.21)
    “İnsafı, insaf sahibine buyurmak gerek; insafsıza söylemek, hikmete uymaz.” (s.56)
    “İnsanoğlu meşguluyetsiz duramaz; şayet meşgul değilse, ölmüş demektir.” (s.72)  
    “Mücâhede, Hakk’ın rızasında, nefsi harcamaktır.” (s.20)
    “Zikri göbekten yukarıya doğru, içten, candan çıkar.” (s. 62)
    “Beden yok olur ve ölür gider; ruh yok olmaz, ölmez. Bu dünyada akıl ve iman esastır. Bedenin ölmesi, ruhun doğmasıdır.” (s.17)
    “Şeyh aynı zamanda gayretli ve olgun kimsedir “Sen ne kadar başkalarından bağları koparır, onlardan nazarını kesersen, şeyh daha fazla seni görür. Şeyh aşın gayretli ve kıskançtır. Şeyhin saçı tamamıyla ağırmış, hiçbir siyah kıl (halk) kalmamıştır.” (s.35)
    “İnsanlar, kötü gönüllü oldular mı, küçücük bir derede boğulurlar; ama cesâretle, yiğitlikle koskoca denizleri bile aşarlar, geçerler. Kötü gönüllü olmamak gerek. ”  (s.42-43)
    Kaynak: Seyyid Burhâneddin, (Tirmizî), Ma’ârif (Mecmua-i Mevâiz ve Kelimât-ı Seyyid Burhâneddin Muhakkak-ı Tirmızî be Hemrâh-ı Havâsî ve Ta’likat, Tefsir-i Sûre-i Muhammed ve Fetih), nşr. Bedı el-Zaman Furûzânfer, Tahran. 1339 hş. trc. Abdülbûkî Gölpınarlı, Ankara, thz.Sh: 80-81

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder