AYTUNÇ ERKİN
Fethullah Gülen'in 40 yıllık yol arkadaşı, ikinci adamı, Nurettin Veren'le geçen hafta yaptığımız söyleşi, toplumun tüm kesimleri tarafından ilgiyle karşılandı. Veren, "Fethullah Gülen ölüm emrimi verdi" kapak haberimizde, cemaatin içyüzünü açık bir şekilde ortaya koydu. Aydınlık'a, röportajın Gülen cemaatını sarstığı, kimilerinin "Yok canım olmaz" dediği, kimilerinin de "Biz de konuşmalıyız ama konuşursak zarar veririz" endişesi taşıdığı bilgileri ulaştı. Cemaat içinde görüştüğümüz kişilerin ortak sözleri şunlar:
"Nurettin Veren'in yaşadıklarını az çok, ama ucundan da olsa, çoğundan da olsa yaşadık. Ama bunları bugüne kadar konuşmadık. Hocaefendi'ye zarar veririz, hizmeti sekteye uğratırız, dedikodu olur diye düşündük. Bu anlatılanların doğru olduğunu biliyoruz. Bizim açıklayamadığımız en önemli olay, Hocaefendi'nin Amerika'da neden yaşadığıdır. Buna hiçbir şekilde cevap veremiyoruz."
Cemaat içinden tepkiler böyle. Bir de, telefonla arayıp, "Biz de mağdur olduk, konuşmak istiyoruz" diyenler...
TÜRKİYE'NİN BAĞIMSIZLIĞI MESELESİ...
Tabii, tehdit telefonları da aldık. Şunun iyi bilinmesinde yarar var: Bizim kimseyle kişisel bir kan davamız yok. Kimseyi de "Gözünün üstünde kaşın var" diyerek haber konusu yapmıyoruz. Meselemiz Türkiye meselesi, Türkiye'nin bağımsızlığı meselesi. Bu yüzden, yıllardır, Amerika tarafından yönlendirilen bir cemaate ayna tutmaya çalıştık. Nurettin Veren de böyle düşünüyor. Kimseyle kişisel bir kavgası olmadığının altını çiziyor.
Veren'le İstanbul'da yaptığımız görüşmenin ardından kendisiyle telefonda defalarca görüştük. Gelişmeleri masaya yatırdık. Veren'in sıkıntısı devam ediyor. Üzülüyor, ama mücadelesinden vazgeçmeyeceğini her fırsatta belirtti.
Yüzlerce destek mesajı aldığını söyledi Veren. Tabii hakaret dolu, tehdit dolu mesaj gönderenler de olmuş. Bu süreçte, Veren'le görüşen gazeteciler, televizyoncular da olmadı değil. Ama nedense! bu isimler, görüşmelerini yayınlamadılar. Nurettin Veren, bize verdiği ikinci röportajında kendisiyle görüşen ama haber yapmayan gazetecilerin de ismlerini açıkladı. Kendisine destek verenlere teşekkür etti.
Geliyoruz en önemli noktaya: Fethullah Gülen, Nurettin Veren'i 24 Kasım gecesi saat 02.00'de Amerika'dan aradı ve görüşme yaptı. Daha sonra da Zaman gazetesinin eski Müdürü Alaaddin Kaya'yı Veren'le görüşmek üzere evine gönderdi. Şimdi, Fethullah Gülen'in yol arkadaşı Nurettin Veren'e mikrofonu uzatıyoruz?
AYDINLIK- Sayın Nurettin Veren, www.nurettinveren.org. adlı internet siteniz çökertilmişti. Son bir haftada neler yaşandı?
NURETTİN VEREN- İnternet sitesi çökertilmeden önce iki kez bloke edildi. Sonra, herkese internet sitesi yapan Kaynak A.Ş'ye tehdit telefonları geldiğini öğrendim. "Bu siteyi kapat yoksa seni deşifre ederiz" tehdidinde bulunuyorlar. Sayfayı yapan şirketin yetkilisi beni aradı "Bana baskı var, şiddetli tehdit var. Bu sayfayı kapatalım, sen başka bir şirketten sayfa yaptır. Ben bu baskılara dayanamam" dedi. Bunları telefon kayıtlarından devletimiz bulabilir. "Tamam. Sen işini gücünü kaybetme" dedim. Şimdi öğreniyorum ki, siteyi kapattıranların savunmaları şu: "Biz kapatmadık, Kaynak A.Ş kapattı." Bana bu siteyi yapan şirket, "Sen de aynı isimle www.nurettinveren.net veya com olarak açtır" dedi. Ve biz başka bir şirkete müracaat ettik, "net" ve "com" olarak. Bir gün sonra o şirket bize, "net ve com isimleriyle, nveren isimleri başkası tarafından satın alınmış" dedi. Yani anlayacağınız, bizim konuşma hakkımız yok onlara göre. Bu baskıları yapan isim, Aksiyon grubunda çalışmış Yasin Kesen. Bunu da çok önemsemedik. Ulusal Kanal, İstanbul bağımsız milletvekili Emin Şirin, Gözcü yazarı Saygı Öztürk, Cumhuriyet yazarları ve bağımsız, hür gazeteciler, isimler; bize yapılan baskıları ve zulümleri, yürekli bir şekilde, rating endişesi taşımadan, ülkemizin insanlarına sunmayı bir görev bildiler. Emin Şirin Bey işi sahiplendi ve bunu Meclis gündemine taşıma cesaretini gösterdi. Ülkenin menfaatlerinden ve rejimin korunmasından sözedenler ise Fethullah Gülen'in sansürüne boyun eğdiler.
"SAYIN FATİH ALTAYLI, GAZETECİLİK KUTSAL BİR GÖREVDİR"
AYDINLIK- Siz kimlerle görüştünüz? Ve kimler bu görüşmeleri yayınlamadılar?
VEREN- Uğur Dündar, Oktay Ekşi, Mehmet Ali Birand gibi isimlerle görüştüm. Ama ses çıkmadı. Fatih Altaylı Bey'in talimatıyla, Kanal D adına "Sizinle röportaj yapmak istiyorum" diyen Kürşat Okutmuş'la 2.5 saat görüştük. Görüşme ana haber stüdyosunda oldu. Bir hafta önce çekimler, Sayın Altaylı'nın önüne sunuldu. Yayına koyma cesaretini gösteremediler.
Gerçekleri sadece duyurmak görevi olan bağımsız medya, tribünlerdeki bir olayı günlerce manşete taşırken, bütün dünyayı ilgilendirecek boyuta ulaşmış, ülkenin bütün istikrar ve asayişini riske sokan AKP'yi sarsacak, bu riskli ve çok tehlikeli olayı haber niteliğinde görmedi. Olayı örtbas etme yolunu tercih etti. Altaylı'nın sütünunda hergün döktürdüğü inciler var. "Biz ne zaman adam oluruz" diyor Altaylı. Ben de şöyle birşey yazmasını tavsiye ediyorum: "Gazetecilik şov yapmak için değil, tarafsız ve kutsal görev bilinciyle yapıldığı zaman adam oluruz." Altaylı'ya tavsiyem budur.
"GECE 01:30 SULARINDA HOCAEFENDİ BENİ ARADI"
AYDINLIK- Fethullah Gülen cemaatinden bir tepki gelmedi mi?
VEREN- Bugün (25 Kasım 2004) bir gelişme oldu. Hiçbir şekilde benimle irtibata geçmek istemeyen, kesinlikle bu olaya bulaşmak istemeyen Alaaddin Kaya (Zaman gazetesini bize satmıştı ve Hocaefendi'nin en etkili beş isminden biri) beni aradı. Hal hatır sordu. Ön giriş yaptı. "Bir isteğin var mı?" dedi. "Uzun zamandır hiç alakan yokken aramanın sebebi nedir?" diye sordum. "Hatır sorayım" dedi. "Teşekkür ederim" dedim.
AYDINLIK- Neden icap etmiş?
VEREN- Bir gece öncesini anlatmak istiyorum. Aslında buna daha karar vermemiştim ama sizinle yaptığımız görüşmelerin etkisi oldu şimdi anlatacaklarımda. Gece 01:30 sularında Cevdet Türkyol Amerika'dan beni aradı. Eşim telefona çıktı. Ben uyuyordum. Beni uyandırdı ve "Fethullah Hoca görüşmek istiyor" dedi. Hayretle telefonu elime aldım, karşımda Fethullah Hocaefendi. Donakaldım. Hocaefendi, "Buyur Nurettin Bey, benim sesimi duymak istemişsin" dedi. Ben şöyle dedim: "Evet Hocam sesinizi duymak ve size ulaşmak için, aramızda olan bu üzücü olayı, bana yaptıklarınızı bir gün telafi etmeyi düşünürsünüz diye tam beş yıl bekledim. Beş yıldır sizinle ilk defa telefonla konuşma imkanım oldu. Keşke bunu beş yıl önce yüzyüze konuşabilseydik." Hocaefendi şöyle konuştu: "Her namazımda sana dua ediyorum ve senin faziletli bir insan olduğunu biliyorum. Biraz sonra kendime insilün iğnesi yapacağım. Izdıraplarımla ve hastalıklarımla uğıraşıyorum. Sana her namazımda dua etmeye devam ediyorum. Sen de benim hakkımda söylenecek ne varsa söylemişsin."
"Başına bu kadar olay gelmiş insan nasıl katlanabilir beş sene" dedim. Hocaefendi devam etti: "Bu işi düzeltmek için ne lazımsa aramızda halledelim. Kiminle, nasıl görüşmek istersen sana onu göndereyim." "Ben sizin uygun gördüğünüz kişiyle görüşebiliriz" dedim. "Alaadin Bey'i istersen onu göndereyim" dedi.
"HOCAEFENDİ ŞEREFİ ÜZERİNE YEMİN ETTİ"
AYDINLIK- Alaaddin Kaya geldi mi, yoksa telefonla mı aradı?
VEREN- 25 Kasım sabahıydı. Önce telefonla aradı. Sonra sabah 10:00 civarında evime geldi. Ve saat 17:00'ye kadar beraberdik. Oturduk konuştuk. Şunları söyledim:
"Bizim isteğimiz, eğitim kurumlarını, zarar görmeden, yozlaştırılmadan, kimsenin gizli maksatlarına alet edilmeden devam ettirilmesi. Gerek Türkiye'de, gerekse yutdışındaki siyasi odaklardan gelecek tekliflerde, pazarlık unsuru olmaması önemli. Kiliselerin, papazların gizli maksatları için kullandırılmaması, uluslararası hesaplarda pazarlık konusu olmaması, devlet içinde devlet olmamak üzere, açık ve net şekilde faalitleyet göstermemiz gerek. Benim bu yaşananlara müdahale edebilmem için, sıfırdan kuruluşunda bulunduğum Zaman Gazetesi, Samanyolu Televizyonu, Asya Finans ve Gazeteciler Yazarlar Vakfı gibi müesseselerde, hisselerimin bana iade edilmesini istiyorum. Denetimler tarafımdan yapılmalı."
Alaaddin Bey benim yanımda Hocaefendi'yle konuştu. Hocaefendi, "Ben ona beş vakit namazımda dua ediyorum. Bağrıma basmak, kucaklamak istiyorum. O'nun faziletli bir insan olduğunu, beni zor duruma sokmak istemediğini de biliyorum. Fakat cemaatten gelebilecek tepkilerden korktuğum için, iki-üç aylık bir süre sonunda bu müesseselerin yönetimini Veren'e teslim edebiliriz. Benim şerefime güvenir, şerefim ve namusum üzerine söz veriyorum. İki-üç ay daha bu işle ilgili bir talepte bulunmasın" demiş. Alaaadin Kaya'ya sorulabilir. Sabah 10:00'dan akşam 17:00'ye kadar konuştuk.
"DEVLETİME SUÇ DUYURUSUNDA BULUNUYORUM"
AYDINLIK- Daha başka neler konuştunuz Alaaddin Kaya'yla?
VEREN- Siz de görmüşsünüzdür. "29 Ekim'de, bilboardlardaki posterleri. Hocaefendi'nin resmi ve 'Hasret bitiyor' yazısını. Kendisinin parayla reklam edilmesini, bütün Türkiye'de duvar ilanlarının olmasını Hocaefendi kabul ediyor mu?" dedim. Arkasından ekledim: "Benim bildiğim hocaefendi buna 'evet' demez." Kaya şöyle konuştu: "Mahsurlu olduğunu düşünmüyorum." "Kendisinin haberi var mı?" diye sordum, şu yanıtı verdi: "Bunlardan haberi yok. Türkiye'deki ilanlardan haberi yok."
"O zaman, Türkiye'deki resimleri bilgisi dışında asılmışsa, bu daha büyük bir tehlike. O zaman hiçbir gerçek kendisine ulaşmıyor. Siz, Hocaefendi'nin etini-kemiğini sıyırıp, resmini, kitabını, gözyaşını, paraya tahvil ediyorsunuz."
Bakın, bu posterlerin altında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın imzası var. Yani bunu vakfın başkanı Harun Tokak finanse ediyor. Tokak Kaya'ya demiş ki, "Nasıl posterler güzel olmuş mu?" Ben de dedim ki, "Hocaefendi, milletin vermiş olduğu hayır ve yardım paralarını, benim kurucusu olarak bulunduğum, hatta Yenişafak başyazarı Ahmet Taşgetiren'in de kurucularından olduğu, diğer üyeler ve bize destek, para veren insanların, paralarını bu şekilde kullanılmasından razı mı?" Kaya, "Ben çok mahsurlu olduğunu düşünmüyorum" dedi.
Alaaddin Kaya, Hocaefendi'nin teklifinin güzel olduğunu ve benim düşünmem gerektiğini söyledi. Ve ayrıldık. Ayrılmadan önce Kaya'ya şunları söyledim:
"Bu kadar vurdumduymazlığın karşısında kamuoyunu harekete geçirmek için, aile içinde çözülmeyeceğine inandığım bu durumu MGK üyelerine bildireceğim. Noter kanalıyla can güvenliğimin olmadığını, bana gönderilen e-postaları onlara ileteceğim. Bu olaya açıklık getirmelerini isteyeceğim. Devlet büyüklerinden ve kademelerinden de destek almaya çalışacağım. Bunları, Hocaefendi'ye ilet. Bu işin yapıcı tarafındayım, bunu kamu vicdanına sunmaya mecbur kaldım."
NURETTİN VEREN'İN FERİT İLSEVER'E YAPTIĞI AÇIKLAMALAR
'İkinci Fethullah Gülen hareketi değiliz,devletin kontrolünde olmalıyız'
"Fethullah Gülen cemaati, yurtdışı kaynakların pazarlık unsuru oldu! Bizim felsefemizde bir boşluk var, bundan yararlandılar. İslami felsefeye göre, 'Yaptığınız işin üstünde oturmayın' derler. Örneğin, Özbekistan'da görevlendirilmiş Bilkent mezunu bir öğretmen 150 dolar maaşa çalışıyor ve bu öğretmene 'Helal olsun' denildiğinde öğretmen şunları söylüyor: 'Ben yapmadım Hocaefendi yaptı.' Fethullah Gülen de, 'İstemem yan cebime koy' tavrında tabii..."
Aydınlık baskıya girmeden önce Nurettin Veren'le, Aydınlık Yayın Grubu Başkanı Ferit İlsever bir görüşme yaptı. Veren, İlsever'e yine çarpıcı açıklamalarda bulundu. Şimdi, Fethullah Gülen'in 40 yıllık yol arkadaşının, İlsever'le yaptığı görüşmeyi sizlere sunuyoruz:
"HÜSEYİN GÜLERCE BENİ BOY HEDEFİ YAPMAK İSTİYOR"
"Ben hiçbir zaman bir partiye üye olmadım. Fethullah Gülen olayına da, siyasi parti gibi bakmadım. Bu meseleler sol-sağ meselesi değil. Siyasi olarak baksaydım, bana gelen bakanlık teklifini kabul ederdim. Biz yola, yoksul gençlere destek ve eğitim seferberliği için çıktık. Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce beni boy hedefi haline getirdi. Bütün Türkiye'ye ve cemaate beni boykot ettirmek istiyorlar. En yakınlarımı bile arattırmıyorlar. Beni tecrit etmek istiyorlar. Dün beni Alaaddin Kaya aradı, ne oldu da aradı? Üç ay önce görüşmüştük zaten!
"GÜLEN BÜYÜDÜKÇE İMPARATOR OLACAĞINI GÖRDÜM"
"Okulları devletin en üst kademeleri sahiplendi, destek verdi. Ama bu destek maddi anlamda bir destek değildi. Örneğin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, şahsıma güvenerek, beni çeşitli ülkelerde tanıttı. Okulların açılması için destek verdi. Okuldaki çocuklarımızı eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı'ya götürdüm. 'Bu okullar devletin kontrolünde olsun' dedim Sayın Karadayı'ya. Yekta Güngör Özden'e, eski DGM Savcısı Nusret Demiral'a götürdüm çocuklarımızı. 'Sizin bizden haberiniz olsun' dedim. Ama okullar büyüyüp cemaat büyük güç haline gelince, bazıları haset yaptılar, fitne soktular. Fethullah Gülen büyüdükçe, imparator olacağını gördüm. Kutsallık, dokunulmazlık zırhına büründü. Gülen niçin sorgulanmasın? Herşeyi cemaat ve devlet bilsin! Doğrusu budur!
"GÜLEN BANA MEKTUP YOLLADI, 'YOLLARIMIZ AYRILIYOR' DEDİ"
"Biz ikinci bir Fethullah Gülen hareketi değiliz. Sahneye böyle birşey için çıkmıyoruz. Şeffaflık içinde, devlet ve kamuoyu bizi yargılasın istiyoruz. Cemaat içinde bunları yapamadım. Fethullah Gülen bana 'Yollarımız ayrılıyor' diye mektup yazdı. Mektup, Kuran harfleriyle yazılmıştı.
"KASETLERİ NURETTİN VEREN SATTI YALANI"
"Cemaat içinde tepki koyunca başıma bunlar geldi. Kenara çekildim. Kenarda durdukç da beni 'döneklikle' suçladılar. Cemaata beni, 'Fethullah Gülen'in kasetlerini para karşılığı sattı' diye lanse ettiler. Kuryeler gönderdiler. Arkadaşlarımla irtibatlarımı kestiler. Kampanya yürüttüler hakkımda. Çocuklarımı parayla satın alıp, benden ayrılmaya zorladılar.
"BİZİM HİZMET PRENSİBLERİ ÇİZELGEMİZ VARDI"
"Şimdi bakın, Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce'nin 25 Kasım tarihli yazısının başlığı 'Fitne'. Gülerce'nin ölçüleri doğrudur. Ama kendisi bu sıfatların içinde bulunmaktadır. Fethullah Gülen'in bir çizelgesi var. Çizelgenin adı, 'Hizmet Prensipleri'. Bizim yemin metnimiz var. Cemaatin yasalarını kendisi koydu. Kırmızı çizgilerimizi kendisi belirledi. O gün ne kararlar alındı? Bugün neler uygulanıyor? Bunları göstereceğim! Bizim derdimiz, üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil!
"FETHULLAH GÜLEN ABD'YE SIRTINI DAYADI, VATİKAN OLMAK İSTİYOR"
"Bizim girişimimizi siyasi bir güç haline getirmek yanlıştır. Fethullah Gülen cemaati, yurtdışı kaynakların pazarlık unsuru oldu! Bu güçlerin pazarlık unsurları olarak kullanılmak yanlış! Bizim felsefemizde bir boşluk var, bundan yararlandılar. İslami felsefeye göre, 'Yaptığınız işin üstünde oturmayın' derler. Bu hem iyidir hem kötü. Boşluklara yol açıyor. Örneğin, Özbekistan'da görevlendirilmiş Bilkent mezunu bir öğretmen 150 dolar maaşa çalışıyor ve bu öğretmene 'Helal olsun' denildiğinde öğretmen şunları söylüyor: 'Ben yapmadım Hocaefendi yaptı.' Fethullah Gülen de, 'İstemem yan cebime koy' tavrında tabii... Bu durum cemaat içinde büyük rahatsızlığa yol açtı. Gülen, buralardan aldığı güçle, uluslararası dengelerde oynamaya başladı. Amerika'ya sırtını dayadı. Vatikan gibi olmak istedi. Vatikan da bu desteği verdi zaten! Arkasından, Yahudi, Ermeni desteğini de aldı.
Fethullah Gülen'in şu andaki beklentisi şudur: 17 Aralık'tan sonra kendisine kimse birşey yapamayacak. Amerika'da bunu kullanmaktadır. Başedilmez bir güce ulaştığı mesajını vermek istiyor! Medyada da büyük ölçüde kontrolü aldılar.
"İSTEDİKLERİ HER YERDE TARTIŞMAYA HAZIRIM"
"Son mesajım şudur: İstedikleri bir televizyon kanalında, Hüseyin Gülerce ve O'nun gibi 100 kişiyle karşı karşıya tek başıma geleyim ve tartışalım. Buradan kendilerine çağrı yapıyorum!"
GÜLEN VE ARKADAŞLARININ "HİZMET PRENSİBLERİNİ" AÇIKLIYORUZ
'14. madde: Şeriat fikrinin müdafii olma...'
"12 arkadaşımız ve Fethullah Gülen yola çıktık. Gülen'in hazırladığı yazılı metin ve yemini kabul ettik. O zamanki çizgimizi görmeniz gerekiyor..." Aydınlık, özellikle 9 ve 14'üncü maddelerin altını çiziyor... Önümüzdeki hafta, Gülen'in Nurettin Veren'e "Kuran yazısıyla" yolladığı mektubu yayımlayacağız...
Fethullah Gülen'in muavini Nurettin Veren, dergimiz baskıya girmeden önce çok önemli bir belge yoladı.
Sözü Veren'e bırakıyoruz:
"1970 yılında, Fethullah Gülen ve 12 arkadaşımızla birlikte toplanarak aldığımız kararların yazılı metnini ve Fethullah Gülen'in hazırladığı ve hepimizin okuyarak kabul ettiği yemini, ilk günkü samimi çizgiyi görmeniz açısından aşağıda sizinle paylaşıyorum:
"1.Finansman kaynaklarının tekele verilmesi, şahsi tasarruflar yapılmaması;
"2. Finansman kaynaklarının derneğe verilmesi;
"3. Lüksten kaçınmak, israf yapmamak;
"4. Dershanelere nezaret eden arkadaşlar, evde kalanlara her türlü adap ve edep kaidelerini öğretecek;
"5. Şahsi işlerimizi dahi görüşüp kararın varıldığı istikamette o işleri yapmak;
"6. Dahilde ve hariçte kim vazifelendirilirse o vazifeye o gidecek, başkası o işe karışmayacak;
"7. Herkesin nereye, ne zaman gideceği bir sisteme bağlı olarak yürütüleceki (dışarıya gitmeler, içteki ziyaretler);
"8. Kusurlarını birbirine hatırlatmak için kardeş edinme;
"9. Bu kadroyu etrafa empoze etme, kuvvet kazandırma, çok kuvvetli gösterme (içte ve dışta olacak);
"10. Arkadaşların birbirlerini kabul ettirmesi ve ittifak ettikleri o mevzuda aynı şeyleri söylemesi;
"11. Onbeş günde bir araya gelip arıza ve pürüzlere bakılması (Pazar günü ikindi-akşam arası);
"12. Bilumum dışarıya giden arkadaşların tenkidinin 15 günlük toplantıda görüşülmesi;
"13. Acil durumlarda o mevzu ile alakalı olan arkadaş toplantı gününü beklemeksizin Hocafendiye duyurabilir;
"14. Şeriat fikrinin müdafii olma, Risale-i Nur ve Üstadı şeriata muvafık şekliyle arzetme, Tesbihat ve evrad-ı ezkara ehemmiyet verme, bunların büyüklüğünü anlatma;
"15. Karara bağlanan bir şeyin hiçbir zaman aleyhinde bulunmama (ima ihsas yoluyla dahi olsa). Aksine fikir olursa hakk-ı hayat tanımama;
"16. Her arkadaşın resmi, gayriresmi bir işinin olmasına ihtimam gösterme;
"17. İstişareden sonra fikir beyan etmeme, alınan kararları infaz etme. İstişareyi kimlerle yapacağını bilme (Ashab-ı rey);
"18. Kendi kardeşlerimize hakta öncelik tanıma. Bir kardeşin aleyhinde söylenecek söz vs'de onu müdaafa, söyleyeni de toplu olarak istintaka tutma, şiddetle bu iftirayı reddetme.
"Not: Bu şartlardan birine riayet etmeyen kendi kendini azletmiş olacak, talebe durumuna düşecek. Bu kadro evdekilerden ve halktan gizli tutulacak, kimse bilmeyecek."
Fethullah Gülen ve arkadaşlarının yemin metni
Nurettin Veren, Aydınlık'a, Fethullah Gülen ve 12 arkadaşının (kendisi de 12 kişiden biri) yemin metnini gönderdi. Yemin metni şöyle:
"Gücüm yettiği kadar Kur'an'ı (bu orjinal metinde Fethullah Gülen'e idi. Sonra tepki çeker, uygun olmaz görüşü ile Kur'an olarak değiştirildi) hayatıma gaye edineceğime;
"Kardeşlerime karşı sadakat izinde bulunacağıma;
"Halkın ve talebe arkadaşların izzet ve onurlarını izzetim ve onurum kadar yükseltmeye çalışacağıma;
"Kusurlarımın hatırlatılması karşısında memnuniyet ihzar edeceğime;
"Dahilden ve hariçten gelen bilumum taarruz ve tenkidleri nefsime yapılmış gibi red edeceğime, bilumum karar listesindeki esaslara riayette bulunacağıma;
"Hizmet adına uhdeme aldığım vazifeleri veya kararla bana tahmil edilen mükellefiyetleri itirazsız yerine getirmeye çalışacağıma;
"Kur'an'a (bu orijinal metinde Fethullah Gülen'e iken, sonradan değiştirilmiştir) sadakatten hiçbir surette ayrılmayacağıma;
"Münferid hareket edip bu kararlara muhalif davrandığım an ihtiyarımla bu kadrodan kendimi iskat edip herhangi bir talebe gibi dershanede gibi vazifeme devam edeceğime;
"VALLAH-BİLLAH kasemleriyle yemin ediyor ve bu yeminin La Yenkatı olmasına CENAB-I HAKKI istişhadda bulunuyorum.
"Bu geriye dönüşü olmayan La Yenkatı (kefaretle geri dönüşü olmayan) yemin tescil edildi. Ve görüldüğü gibi, vatana, millete, bayrağa sadakat, şöhret, ganimet ve menfaat olmamak üzere deklare edildi. Ancak bu metin ihtilal dönemlerinde ele geçmemesi için, Fethullah Gülen'in emriyle, tedbir olsun diyerek bütün arkadaşlardan alınıp yırtıldı, yakıldı veya yaktırıldı. Tesadüfen bir tek bendeki bu nüshası bir yün yumağının içerisinde yıllar sonra ortaya çıktı. Eşim bunu yırtıp atmaya kıyamamış, lazım olur düşüncesiyle bir yün yumağının içerisine sarmış ve saklamış. Sonra çocuklar el işi öğrenmek için yumak kullanırken bu metinler ortaya çıktı. Başka nüshası olmadığını zannettiğim bu metni, çok büyük işler yapma telaşında olan Fethullah Gülen ve arkadaşları tarafından unutulmuştur düşüncesiyle, hem hizmetteki arkadaşlarımıza yeniden bir hatırlatma olsun diye, hem Fethullah Gülen'e, hem de bu işe sempati ile bakan ve emeği geçen, katkısı bulunan samimi, duru insanlara, çizginin nereden nereye kaydığını, kendi özgür vicdanlarıyla hizmetin mukayese, muhasebe ve özeleştirisini yapmaları için size veriyorum."
kaynak: Aydınlık dergisi, kasım 2004Tehditleriniz vız gelir!
ABD'nin Türkiye'deki 5. koluna karşı mücadelemiz sürecek? Kapak haberimizde ne kadar sıkıştıklarını okuyacaksınız. Fethullah Gülen, Nurettin Veren'e "Aman sus. Aramızda halledelim" diyor? Cemaat sarsıldı! Gelecek hafta da "devlet içindeki örgütlenmelerini" açıklayacağız.
Geçen hafta dergimize tehdit telefonları yağdırdılar. Susturmak, daha fazla yazmamıza engel olmak telaşındaydılar. Oysa çok da iyi biliyorlar, biz Aydınlıkçıları "halk için gerçek haber" yapmaktan alıkoyamayacaklarını! Buradan bir kez daha sesleniyoruz: Tehditleriniz vız gelir bize!
Tarihi Türk milleti adına ABD emperyalizmine karşı mücadelelerle dolu Aydınlık, arkalarını Washington'a yaslamış, batıcı irticaya karşı verdiği mücadeleyi tüm kararlılığıyla sürdürecek.
Kaynak: Aydınlık, ayni sayı.Eski Sağ Kolu Veren´den İddia: "Fethullah Gülen Ölüm Emrimi Verdi"
Fethullah Gülen'in sağlık sorunları sebebiyle ABD'de bulunduğu savlanıyor.
Nurculuk hareketinin lideri olduğu iddia edilen din adamı Fethullah Gülen'in adı bir kez daha Türk medyasında ilk sıralarda.
Gülen'in uzun yıllar "sağ kolu" diye bilinen ve bir süre önce araları bozulan Nurettin Veren, geride bıraktığımız haftalarda bir dizi iddiayla gündemde.
Veren, adını taşıyan internet sitesindan sonra bu kez de Aydınlık dergisine Gülen hakkında iddialarda bulundu.
Veren, iddialarını sıralarken, şunları dedi: "Fethullah Gülen bir gün avazı çıktığı kadar bağırdı; 'Nurettin suikast yapmaya geldi, beni öldürecek.' O'nu öyle inandırmışlar. 'Senin buraya, beni öldürmeye geldiğini bilmiyorsam ben eşekoğlueşeğim.' dedi. Ben de 'Yazıklar olsun Hocam' diye karşılık verdim. Şömine demirini kaptı, öldürmek için üzerime yürüdü. Etrafın dakilere de 'Öldürün bunu, öldürün bunu' diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu."
'Gülen, ölüm emri verdi'
İşçi Partisi (İP) Genel Başkan Yardımcısı Turan Özlü , Fethullah Gülen 'in yardımcısı Nurettin Veren hakkında ölüm emri verdiğini ileri sürdü.
Özlü, Aydınlık dergisinin son sayısında yayımlanan Fethullah Gülen'in, yardımcısı Nurettin Veren'in açıklamaları üzerine dün basın toplantısı düzenledi.
Tepebaşı'ndaki İP binasında gerçekleştirilen toplantıda konuşan Özlü, ''40 yılda Türkiye'yi bir örümcek ağı gibi saran Cumhuriyet düşmanı tarikatın içyüzü, yıllarca Gülen'in yakınında bulunmuş kişinin tanıklığıyla gözler önüne seriliyor'' dedi.
Veren'in açıklamalarının cemaatin Amerikan Conisi gibi kullanıldığını ortaya çıkardığını kaydeden Özlü, ''Veren, Gülen'in 'Türkiye'de askerden ve rejimden gelebilecek tehlikelere karşı sırtımızı Amerika'ya dayamak bizi emin kılar' dediğini söylüyor'' diye konuştu.
Veren'in açıklamalarının tarikat içindeki kargaşanın ''hain ilan etme'' , ''adam öldürme'' boyutlarına ulaştığını ortaya koyduğunu söyleyen Özlü, Veren'in ''Fethullah Gülen beni hain ilan etti. Amerika'da 50 kişinin önünde öldürülmemi emretti' dediğini kaydetti.
Nuretin Veren'le Aydınlık Dergisi'nden Aytunç Erkin konuştu.
Söyleşiyi alıntılayarak aktarıyoruz:
40 yıldır, Fethullah Gülen tarikatında yöneticilik yapmış, Gülen'in en yakınındaki isimlerden biri olmuş Nurettin Veren, Aydınlık'a konuştu.
Bayramın ilk günlerinde internet sitesi www.nurettinveren.org"la harekete geçen Veren'le, İstanbul'da bir yolculuk öncesinde görüştük. Veren dertli, Veren sıkkın, Veren hayal kırıklığı yaşamış. Bize yaptığı açıklamalarının başlangıç olduğunu söyledi ve ekledi: "Fethullah Gülen benim söylediklerimi yalanlayabiliyorsa buyursun gelsin."
CAMİ AVLUSUNDA BAŞLAYAN ARKADAŞLIK
AYDINLIK- Nurettin Veren kimdir?
NURETTİN VEREN- Nurettin Veren, 1966'dan bu yana Fethullah Gülen'le beraber. İzmir Kestanepazarı Camii'nde, kaderin sevkiyle karşılaştık. Bir Cuma namazası sonrasıydı. O 26, ben de 16 yaşındaydım. Hocaefendi'nin genç bir vaiz olması, İzmir'e yeni gelmiş olması, bize ciddi alaka gösterip, küçük tahta kulübesine davet edilmemiz hoşumuza gitti. Bazı meseleleri konuşup, çay içmek için misafir olduk. Böyle başladı yol arkadaşlığımız.
NEFİ AKYAZILI'NIN DESTEĞİ...
AYDINLIK- Bu tanışmada başka kim vardı yanınızda?
VEREN- Yakınımızda, aynı mahallede oturduğumuz Ali Candan diye bir arkadaşım vardı. Motor-Sanat Lisesi'nde aynı okuldaydık. O, benden bir sınıf alttaydı. O dönem, milliyetçi-muhafazakar bir çizgide, orta halli bir ailenin çocuklarıydık. Üniversiteye girdiğimizde, gündüz çalışıp gece okuyorduk. Eğitimin zorluklarını bildiğimiz için, Fethullah Hoca'nın bize yaklaşımı, zorluklar içinde okuyan talebelere sıcaklığı, talebe faaliyeti ilgimizi çekti. Anadolu'dan gelen fakir talebelerin okumaları zor olduğu için, talebelere burs verme, cami yapmadan çok onlara yurt hazırlama yönündeki teklifi cazip geldi. O gün benim yerimde kim olsa aynı şeyi düşünürdü. Sağ-sol çatışmaları hâkimdi, böyle bir zeminde sakin talebe yurdu bulmak çok zordu. Aileler, anarşiden korktuğu için çocuklarını yüksekokula göndermek istemiyordu. Böyle bir ortamda biz ev-yurtlar, beş-altı talebenin kalacağı evler hazırladık. Böyle bir, iki derken, 70'li yıllarda 12 evimiz oldu. Bu evleri örgütledik. Onların her sıkıntısında yanlarında olduk.
70'li yıllarda, evini kiraladığımız Nefi Akyazılı amcamız vardı. O dönemde, Kestanepazarı Kuran Kursu, Fethullah Hoca'nın üniversite talebeleriyle ilgilenmesinden dolayı O'nu dışlamıştı. Hocaefendi, Kestanepazarı'ndan ayrılıp faaliyetlerini tek başına yürütmek ve platform oluşturmak istiyordu. Kiracısı olduğumuz Nefi Akyazılı'nın bize enteresan teklifi oldu. Meşhur Çalıkuşu romanının yazıldığı Pembe Köşk, dedelerinden kalmış ama harap. "Onun arsasını size vereyim, bu hayırlı işinize ben de destek olayım" dedi. Öncülük yaptı ve ilk dernek kuruldu. Bizler, maddi manevi, sırtında taş çimento taşıyarak bir talebe yurdu meydana getirdik beş yıl içinde.
HOCAEFENDİ'NİN YÖNETMELİĞİ
AYDINLIK ?Kimler vardı bu çalışmanın içinde?
VEREN- Ali Candan, İlhan İşbilen (o gün berberdi), Halil İbrahim Uçar, Mehmet Atalay, Mehmet Kadan, Kemalettin Özdemir, Abdullah Aymaz, İsmail Büyükçelebi, Ahmet Kemerli, Zafer Ayvaz, İsa Saraç, Nurettin Veren ve Necdet Başaran. Bu arkadaşlarımızın gayretiyle, herkesin birkaç arkadaşıyla, 12 talebe evi ve arkasından Nefi amcamızın bize öncülük ettiği Akyazılı Vakfı...
Bizim Hocaefendi tarafından konulan kurallarımız, bir yönetmeliğimiz vardı. Yapacağımız işler ve görevlerimiz sıralanmıştı. Bunları da internet sitemde önümüzdeki günlerde yayımlayacağım.
AYDINLIK- Siz şu anda bir kuruluştan bahsediyordusunuz. Fethullah Gülen tarikatı kuruluyor.
ÇEKİRDEK KADROYA YEMİN
VEREN- Ciddi bir işe davet edildik. Bugüne kadar gönülle yapıyorduk, ama artık daha ciddi bir hareket olmamız gerektiğini söyledi bize. Belli bir çekirdek kadronun oluşması gerektiğini, belli prensipler etrafında, yemin ve and içerek hareket etmemizi istedi. Hiçbir meselede tek başına karar almayacaktık; üzerimize alacağımız ceketin rengine kadar, birbirimize danışacaktık.
AYDINLIK- Fethullah Gülen söylüyor bunları.
VEREN- Yazılı hale geldi. Bütün arkadaşlarımız bunun üzerine yemin ederek ve bu yeminin bozulmayacağına da yemin ederek, bu işe başladık. Nefi amcanın yurdu örnek alınarak Ege'de yurtlar açmaya başladık. Manisa, Aydın, Denizli, Afyon, Menemen, Nazilli gibi yerlerde yurtlar yaptık. Yeni açılan hizmet turnikesine halk destek verdi. İnançlı nesiller yetişsin diye halkın ilgisini yaşadık.
"ÖZAL BİZİ DESTEKLEDİ"
1981 senesinde, 81'i geçmiş yurt açtık. Kenan Evren Paşa'nın "Kendi okulunu kendin yap" kampanyasıyla okul teşviği çıktı. Dedim ki Gülen'e "Hocam bu yurtlardan bazılarını okul yapamaz mıyız?"
"Biz böyle şeylere giremeyiz. Bunlar devletle teması gerektirir. Biz, böyle birşeyin altında kalkamayız" dedi.
Turgut Özal döneminde, vakıflara okul kurma hakkı verildi ve ben Gülen'e, bizim okul kurabileceğimizi, bizden olmasa da milliyetçi-muhafazakarların bunu yapabileceğini söyledim. "Destek alıp yapabiliriz" dedim. Okul dönemine geçildi. Tereddütle başladığımız yurt döneminden Yamanlar Koleji dönemine geçtik. Türkiye'ye yayıldık. Buna paralel olarak üniversiteye hazırlık kurslarını kurduk. İş dünyası destek verdi. O günkü anarşi ortamından kurtarmak için millet bize çocuklarını verdi.
Halkın bu kadar desteği bizi şüpheli noktalara getirdi. "Bu kadar önemli şeyleri nasıl başarıyorlar" sorusu sorulmaya başlandı. Endişeler ortaya çıktı. Bu aşamada, bu kadar müesseseleşmiş olayın, devlete anlatılmadan olamayacağını düşündüm. Devletin desteği olmadan, daha ne kadar götürebiliriz? Yaptıklarımızı bilmezse, devlet endişebilir, sapla saman karışabilir, suçlu muamelesi görebiliriz diye düşünüyordum.
Turgut Özal, Naim Süleymanoğlu'nu Türkiye'ye getirmişti. O günlerde, Avusturya'daki Olimpiyat yarışmasında öğrencilerimiz, matematik, fizik gibi bilimsel konularda ödüller kazandılar. Ama gazetelerde küçük haberler çıktı. Canım sıkıldı. İlk defa dünya başarıları getiriyoruz ama kimse bundan haberdar değil. Biz sesimizi duyurmalıydık. "Nasıl olur?" dedi Gülen. "Alalım çoçukları, götürelim cumhurbaşkanına" dedim. "Peki" dedi. Kapalı bir yapıydık. Özal'dan randevu talebim oldu. Yamanlar Koleji öğrencilerini Özal kabul etti. Bizim devlet ricaliyle tanışmamız böyle. Özal'la başladık diyebilirim. Profesör Şerif Ali Tekalan'la beraber Özal'a gittik, çocukları takdim ettik. Özal, bu işi desteklediğini, Hocaefendi'yi tanıdığını, daha önce vaazlarını dinlediğini söyledi.
"DEVLETLE RİCALİYLE GÖRÜŞMEM GÜLEN'İ RAHATSIZ ETTİ"
AYDINLIK- Yollarınız neden ayrıldı Fethullah Gülen'le?
VEREN- Ben ayırmadım. Fethullah Hoca'nın bana yüzde yüz güvendiğini düşünüyordum. Ama bu parlak görüşmelerden sonra, başarılı çalışmalardan sonra, Fethullah Hoca benden endişe etti. Benim devlet ricaliyle yakın temasım, her an irtibatta olmam, arkadaşlar arasında haset yarattı. "Neden siyasilerle Nurettin Bey görüşüyor" dediler. Bunu normal karşıladım. "Ekip halinde hareket edelim" dedim. Şerif Ali Bey'i, Latif Hoca'yı, İsmail Büyükçelebi'yi, Hüseyin Gülerce'yi, Alaaddin Kaya Bey'i alıp, Demirel ve Tansu Hanım'la görüştürdüm. Fotoğrafları da var. Onlara dedim ki, "Yurtdışına gittiğim zaman bu arkadaşlar size gelecek".
Bu arada, benim ön plana çıkmış olmam Hocaefendi'yi rahatsız etmişti, bu isimleri öne çıkarıp beni geriye çekmeyi düşünüyordu. Ben de onu büyük olarak görüyor ve bunu doğal karşılamıştım. Elimle bu isimleri Demirel ve Tansu Hanım'a götürdüm, tanıştırdım. Severek, inanarak götürdüm. Ama anladım ki, bunlar önceden planlanmış. Benim bu kadar ön plana çıkıp, kendisinin yerine geçeceğimi ya da bu işi berbat edeceğimi düşündü. Bu yüzden Gülen beni uzaklaştırmayı planlamış.
"28 ŞUBAT'TA GÜLEN'İ 56 GÜN KAÇIRDIM"
AYDINLIK- 28 Şubat öncesinde yanında mıydınız?
VEREN- Fethullah Gülen duvar ilanıyla aranırken, ben 56 gün boyunca, şoförlüğünü yaparak, O'nu kimsenin bulamayacağı yerlere götürdüm. Aranıyordu o zaman. Bütün bunlara rağmen neden böyle yaptı anlamadım. Olanlar oldu. Amerika'ya gitti. Karar aldı ve gitti. Burada, istihbarattan bilgi alan insanların getirdikleriyle daha da körüklendi gitme duygusu ve Amerika'ya gitti.
AYDINLIK- Kaçtı.
VEREN- Evet kaçtı. Bu kaçışı halka anlatmak için sağlık problemlerini öne sürdü. Ama inandırıcılığını yitirdi. Sağlık sorunlarından gitmedi. Birkaç yıl bunu kullandı. Cemaat "Bir bildiği vardır Hocaefendi'nin" diyordu. Ama daha sonra bu durum halk nezdinde değişti.
"VİDEO KASETLERİNİ BENİM SATTIĞIMI YAYDILAR"
AYDINLIK- Siz ne yaptınız?
VEREN- Ben, cemaat içindeki hadiselerde, tasarruflarda, Hocaefendi'nin bilgisi dışında bir şey olmasını engellemek istedim. "Kontrolsüz bir yönetim olmasın" dedim. O'nun ismi kullanılarak yanlış yapıldığını düşündüm ve yeni bir yapılanma gerektiğini farkettim. Bunu O'na söylemek istedim. 20 sene, aylık toplantılarımız devam etmişti ama bugün bu toplantılar olmuyordu. Eski arkadaşlarımızı toplayıp, yeni bir yapılanmanın içine girmek gerekiyordu.
Bunları kendisine söylemek için New York'a gittim. Bana Washington'a gittiğini söylediler. Beş saat kara yoluyla, yanımda doktor Uğur Es'le birlikte Washington'a gittik. Uğur Es, şu anda İstanbul'da görevli, kalp cerrahı. Bana dediler ki, "Hocaefendi sizi kabul etmiyor. Geriye dönün". Uğur Es'le birlikteyim. Nasıl olur? "Yıllarımız beraber geçmiş, hep yanındaydım. Kendisi bana söylesin. Böyle bir nezaketsizlik yapmaz" dedim. Şeref Ali, İsa Saraç dedi ki, "Aynen böyle söylüyor. Geriye dönüyorsunuz". Ben geri döndüm. Doktor da çok kırıldı. Aynı gün, hiç dinlenmeden New York'tan Washington'a, oradan Türkiye'ye...
Selam almadan geri döndüm. Şefkat, sevgi, hoşgörü abidesinin en yakın arkadaşına yaptığı bu. Uğur da şahit. Arkadaşlara, hizmetin içinde ve gönlü kırık arkadaşlara, benim Hocaefendi'yle görüşmemi isteyen arkadaşlara, "Beni perişan ettiniz ve gönül yarasıyla döndüm" dedim. Üç sene kadar kendi işlerime bakıp, karışmamaya çalıştım. Fakat sonra, benim organizasyondaki gücümü, söylebilenecek lafları en keskin şekilde söyleyebileceğimi düşündükleri için, Hocaefendi'nin de yurtıdışında bulunmasını fırsat bilerek, beni tamamen devre dışı bırakmak için, Hocaefendi'yle ilgili yayınlanan video kasetlerini benim para karşılığı sattığımı yaydılar.
"KEMALETTİN ÖZDEMİR'İN GÖREVİ POLİS İÇİNDE ÖRGÜTLENMEYDİ"
AYDINLIK- Kim bunlar?
VEREN- Sakarya Üniversitesi'nde, şimdi profesör olmuş K.Ö ve Zaman gazetesi yazarı Abdullah Aymaz. K.Ö.'e verilen bir görev vardı, polislerle ilgili. Bu arkadaş bunları güzelce örgütleyip, bütün istihbaratı günü gününe Hocaefendi'ye götürüyordu. Hizmet namına. Kutsal işti, O'na göre. Hocaefendi de bu istihbaratı istedi. İstemeseydi, olmazdı. Bizim, siyasetten uzak durmamız istenirken, devletin en mahrem (istihbarat) ünitelerine burnumuzu sokmamız, devletin bize olan güvenini sarstı.
"DEVLETİN BİRİMLERİNDE YAPILANDIK"
AYDINLIK- Devletin birimlerinde, askerin, polisin içinde bir yapılanma mı bu? Yok deniliyordu...
VEREN- Evet. Bizim en büyük hatamız, "aydın insan yetiştireceğiz" diyorduk, ama bu karara 180 derece zıt çalışmalar yaptık. Bir elinde Kuran bir elinde topuz olmaz. Biz eğitim seferberliği yapıyorsak, siyaset olmaz. Siyasete girmedik ama, devletin en mahrem ünitelerine müdahale etmeyi mahsursuz gördük. Bu da Hocaefendi'nin tek başına aldığı kararla oldu.
AYDINLIK- Siz diyorsunuz ki, "Fethullah Gülen beni hain ilan etti. Amerika'da 50 kişinin huzurunda öldürülmemi emretti". Nedir bu olay?
VEREN- Kaset olayı çıktı. Ben köşemde duruyordum. Bize böyle öğretilmişti. Ama kaset olayı çıktı ve halkın nazarında etkisiz hale getirilip tam anlamıyla sıfırlanmamı istediler. Çok mütevazi olmaya gerek yoktu. İkinci defa Amerika'ya gidip, bu iftirayı yapanları deşifre edip, ortaya çıkarmak istedim. Israrla istedim, ısrarla engellediler. İzmir Bozyaka'da Barbaros'a gittim, "Beni görüştür" dedim.
"130 DÖNÜM ÇİFTLİK, VİLLALAR..."
AYDINLIK- Barbaros kim?
VEREN- Barbaros Kocakurt. Yamanlar Koleji'nin Genel Müdürü. 15 gün boyunca Barbaros'un yanından ayrılmadım. Israr ettim. Gittim Amerika'ya. Benim oraya gitmemden hiç memmun olmadılar. 30 gün Amerika'da durdum. Bana "Hoşgeldin" bile demedi Fethullah Gülen. Pensilvanya'da, 130 dönüm çiftliğin içerisinde, kendine ait villa, yedi-sekiz tane ayrıca villa var. Sadece yüzüme baktı ve kapıyı kapattı.
AYDINLIK- Kimler var villada?
VEREN- Ali Ünal, Cevdet Türkyolu, Necdet Başaran, Polis Arif, Ahçı Murat, İsmail Büyükçelebi, Sait Bey kod adlı Sürmeli Aksoy... Esnaftan bazı isimler, doktorlar. 30 gün konuşamadım. Oraya teslim olmak üzere gittim ve bu fitneyi ortadan kaldırmak için bekledim. 31. gün fitneyi yapanları söylemek istedim. O gün cinnet noktasına gelmiş Hocaefendi.
"GÜLEN BAĞIRDI: NURETTİN BANA SUİKAST İÇİN GELDİ"
AYDINLIK- Fethullah Gülen cinnet noktasına geldi.
VEREN- Evet. Hiç hayatımda görmediğim şekliyle avazı çıktığı kadar bağırdı. "Nurettin suikast yapmaya geldi, beni öldürecek." O'nu öyle inandırmışlar. 35 yıl aynı çatı altında beraber olduğumuzu unutmuş ve beni canavar gibi görüyordu. Ya ilaçların ya da anlatılanların etkisiyle, o kadar insanın önünde avazı çıktığı kadar bağırıyordu: "Senin buraya, beni öldürmeye geldiğini bilmiyorsam ben eşekoğlueşeğim." "Yazıklar olsun Hocam. Ben sana, anamdan babamdan, çocuğumdan daha yakınken, bunları nasıl söylersin. Bana bunu söylecek insan daha anasından doğmadı. Ben bunu kabul etmem" dedim.
O sırada şömine demirini kaptı ve üzerime öldürmek üzere yürüdü. Etrafındakilere de "Öldürün bunu, öldürün bunu" diye defalarca avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Polis Arif bana yalvarıyor, "Ağabey ne olur uzaklaş buradan". Beni tekme tokat, İsmail Büyükçelebi de dahil; o gölgesinden korkan herif, benim 30 yıllık arkadaşım, Büyükçelebi, boğazımı sıktı, tekmek tokat dışarı çıkardılar. Necdet Başaran'ın arabasına tekme tokat bindirdiler, şahsi eşyalarımı alamadan döndüm.
Döndükten sonra, bu olayı K.Ö. ve Abdullah Ayvaz'ın yaptığını bana Necdet Başaran söylemişti: "Hocaefendi'ye, senin bu kasetleri sattığını inandırdılar." Hiç kimseye söylemeden, K.Ö. ve Abdullah'ı aradım. Abdullah Aymaz, "Böyle bir şey yok. İftira" dedi gülerek, sırıtarak. Görüşmek istemedi. K.Ö.'i aradım o da görüşmedi. Şerif Ali Bey'e gittim, "Sen doktorsun. Bu arkadaşlarla görüşemedim. Ama Hocaefendi cinnet noktasında. Doktorsun, ne yapmamız gerektiğini söyle" dedim. Ben bu sır dairesi içinde bunu çözmeye çalıştım. Üç sene bunu kimseye söylemedim. Sadece Şerif Ali biliyordu. Hocaefendi, belki pişmanlık duyar. "Cinnetten dolayı yapmıştır bunu ve çözeriz" diye düşünüyordum.
"GÜLEN, AİLEMİ ALDI ELİMDEN"
AYDINLIK- Çözüldü mü?
VEREN- Esas, felaket noktasına geliyorum! Benim üniversitenin son sınıfında iki kızım var. Fatih Üniversitesi'nin son sınıfındalar. Onun büyüğü bir oğlum var. Onun da bir büyüğü ve iki de küçükleri olmak üzere, altı çocuğum var.
Bana çocuklarımdan çok enteresan bir teklif geldi: "Baba biz seninle kesinlikle ayrı yaşamak istiyoruz." 35 yıllık evliyim, çocuklarım ve anneleri benden ayrılmak istediler. Gülen'le kavga başladıktan üç yıl sonra. "Neden?" dedim.
Hocaefendi'yle yaşadığım sıkıntıdan dolayı bana yapılan bir boykot var. Eğer beni terkederlerse, hesaplarına para gönderileceğinin ve destek olunacağının teminatını almışlar. Sordum,"Kim dedi bunu size?" "Hacı Muhammet'le görüştük İstanbul'da" dediler.
Bu paraların, Üsküdar Pamukbank'taki hesaplarına, Ümmü Selem ve Ümmü Haram adına, çocuklarımın isimleri bunlar, paranın yattığını tespit ettim. Belgeli, hesap cüzdanları var. Hiç tanımadığımız isimler üzerinden para yatırmışlar. Bir ay içerisinde, tek celsede beni mahkemeye verip, ailem beni boşadı. 35 yıllık evimde hiç münakaşa olmadı ama boşadılar. Bunu nasıl izah ediyorsunuz?
Çocuklarımdan üç yıldır haber almıyorum. Hiçbiriyle görüşemiyorum. Bundan haberdar olmadığını söyleyebilir mi Fethullah Gülen? Hacı Muhammet'i aradım, beni ölümle tehdit etti. Hocaefendi bu durumu çözemez miydi?
"DAHA FİRAVUNCA İŞLERİ VAR"
Aradan bir yıl geçti... Bana Alaaddin Kaya, Harun Tokak, Ali Bayram, Suat Yıldırım geldiler, "Biz bu kırıklığı çözeceğiz" dediler. Benimle ayda bir görüşeceklerini söylediler. Benim tepki verip, bu olayları cemaate anlatacağımdan çekindiler. İsmimi tekrar gazeteye yazdılar. Zaman gazetesinde, logoda, Genel Koordinatör olarak ismim bir yıl boyunca çıktı. Ama gazeteden tek Allah'ın kulu aramadı beni. Bir sene sonra tebligatta bulunmadan ismimi çıkardılar, çünkü endişeleri geçmişti.
Harun Tokak, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Genel Müdürü, Ali Bayram ise bütün diyalog, Avrasya şirketlerinin perde arkasındaki isim, kasa ve Gülen'in yakın akrabası... Suat Yıldırım, Hocaefendi'nin Edirne'den yakın arkadaşı, profesör. Ben anladım ki, bu olayları yüksek sesle anlatmazsam, hain ilan edilmiş olacağım. Onun için internet sayfasından anlatma kararı aldım. Ben bunları kamuya, devlete sunacağım.
Daha diktatör, daha kötü, firavunca işleri var. Benim gibi mağdur olmuş çok kişi var. İnternet sayfasına mecburen başvurdum, çünkü kendisi medyanın bütün gücünü kullanıyor. Bana e-maillerde hakaret edenler, acaba 35 yıllık yuvaları Hocaefendi tarafından yıkılsaydı ne yaparlardı?
"ASKERDEN GELECEK TEPKİLERE KARŞI SIRTIMIZI AMERİKA'YA DAYAMALIYIZ"
AYDINLIK- "Orta Asya'daki eğitim seferberliğimiz Amerikan conilerinin akıncısı olma şekline dönüştü" diyorsunuz. Fethullah Gülen tarikatı, Amerikanın conisi mi oldu?
VEREN- Cemaat olmadı. Gülen, Amerika'nın gücünü kullanıp daha fazla hizmet edileceği yönünde mesajlar veriyor. "Amerika'ya dost olmak, sırtımızı dayamak, bizi daha emin kılar. Dolayısıyla Türkiye'de de askerden ve rejimden gelebilecek tehlikelere karşı sırtımızı güçlü bir yerlere dayamış oluruz" deyip, cemaate fısıltı şeklinde brifingler vererek, empoze ediyor. Cemaat, farkında olmadan Amerikan conisi gibi kullanılıyor şu anda.
AYDINLIK- Gülen tarafından.
VEREN- Evet.
"GÜLEN'E İSTİHBARAT NERDEN GİDİYOR?"
AYDINLIK- Ilıcakların Tercüman'ında Fethullah Gülen, "Önümüzdeki günlerde suikastlar olacak" dedi.
VEREN- Bir kere manşetin kendisinde bir sakatlık var. Nazlı Ilıcak, "Fethullah Gülen çok iyi bir istihbaratçıdır" diyor. Fethullah Hoca, benim bildiğim gönül insanıdır! Daha önce İhsan Kalkavan da "Her yerde en iyi Atatürkçü olduğunu ispatlarım" dedi. Bir karar verilmesi gerekiyor: Fethullah Hoca çok iyi istihbaratçıdır, çok iyi bir Atatürkçüdür, çok iyi bir diyalogcudur. Hoca, bunlardan birini kabul edip kimliğini ortaya koymalı. Amerika'da yaşayan, 70'ine merdiven dayamış, hasta, gözleri yaşlı bir insan, Türkiye devletini uyaracak kadar istihbaratı nereden, nasıl alır? Herkesi uyandırıyor! Amerika'da yaşadığı halde, Türkiye'nin en mahrem meseleleri nasıl O'na gidiyor? O zaman, devlet ona mı çalışıyor? İstihbarat raporları nasıl gidiyor? Bir Hoca'nın bunlarla ilgilenmesi doğru mu? Vatikan'ın pozisyonunu, Papa'nın pozisyonunu mu istiyor? İslam dünyasında Halife, dünyayı kurtaracak tek aslan mı olmak istiyor? Eğer böyleyse, meczupluk hayalleri yaşıyor!
"YABANCI AJANLAR BİZİ ÖLDÜRÜP BİRBİRİMİZE DÜŞÜRMESİN"
AYDINLIK- Söz alalım, Ulusal Kanal'da canlı yayın için...
VEREN- Eğer, kendisi canlı yayına çıkmak isterse görüşürüz. Benim son vefa borcumdur bu. Biz hep beraber söz vermiştik: Bu okullar, bu üniversiteler, dünya çapında üniversiteler olduğu zaman, biz Hocaefendi'nin Korucuk'taki köyünde hep beraber oturup çorba, çay içecektik ve beraber yaşlanacaktık.
Biz buradayız. Aynen Arafat gibi. Bin tane ölüm tehdidi alıyorum ama buradayım. Öldürülürsem burada öldürülürüm. Ama ne Amerika'ya kaçarım, ne sağlık problemimi bahane ederim, ne de kimseden yardım isterim. Gelsin, hep beraber burada öldürülelim. Türkiye'de öldürsünler bizi. Değişik ülkelerin ajanları bizi öldürüp, bizi birbirimize vurdurmasın!
Bu söylediklerimden bir tanesine yalan diyebiliyorsa Fethullah Hoca, yarından itibaren konuşmayacağım!
Kaynak: sansursuz.com/23 Kasım 2004
Ve itiraflar
Fethullah'ın sisteminin nasıl işlediğini bir itirafçıdan dinleyelim isterseniz. Ne oyunların döndüğünü ve nasıl insanların kandırıldığını kendi gözlerinizle görün.Itiraflar...
Ben bir "ortaokul sakirt"iyim.
Yani en kidemli Fethullah talebelerinden biriyim.
Asagida anlattiklarimi bizzat yasadim. Sizinle paylasmak için yine kendim yazdim.
*
1990'lar ;
Orta birinci siniftaydim ve Cuma namazlarina düzenli olarak giderdim.
Beni ayni semtte bulunan okulumdan ve gittigim camiden takip ederek fisleyen ve bir gün okul bahçesinde top oynamak bahanesiyle yanima gelen o kisi ilk "agabeyim" idi.
Daha sonra bana ve okuldan seçtikleri fen, matematik ve türkçe derslerinin toplam notu 21 (10'luk sisteme göre) olan arkadasima cami kütüphanesinde ders vermek bahanesiyle yakinlik gösterdiler.
Yakinlik daha bir samimiyete dönüsünce evlerine davet ettiler.
Dersler evde devam etti.
Bu arada bizimle oyunlar oynuyor ve bol bol sohbet ediyorlardi. Bastan futbol içerikli bu sohbetler yavas yavas dini mevzulara geldi.
Allah'i tanimak, namaz kilmak derken "Ögretmenin Not Defteri" gibi kitaplari okumamizi istiyorlardi.
Buna "Sizinti" okumalari ve adini henüz bilmedigimiz o hocanin banttaki ses kaydini toplu olarak dinlemelerimiz eslik etti.
Bize yeterince itimat kazandiklarinda o sesin "Hocaefendi" ye ait oldugunu ve kendisinin çok "mübarek" bir insan oldugunu anlattilar.
Artik "isi" biliyorduk ve bize adam lazimdi.
Okuldaki arkadaslarimizi nasil "kafalayarak" agabeylerin huzuruna getirecegimizi ögrenmistik.
Yillar bizi orta üçüncü sinifa getirdiginde artik sinavlara hazirlanma vakti de gelmisti.
Bu tarihlerde Kuleli Askeri Lisesi'ne girmenin ne kadar önemli ve saygin bir is oldugu sürekli telkin ediliyordu bize.
Derken tanidigimiz birkaç arkadasimiz orayi kazandi.
Biz ise devlet lisesine devam ettigimizde okuldan arkadas "kafalamak" en büyük hedefimiz haline gelmisti.
Okulumuzun hemen yaninda bulunan "nur evi"ne ders çalisma bahanesiyle getirdigimiz arkadaslarimiza yemekler veriyor onlari mümkün oldugunca bu evlerde tutmaya çalisiyorduk.
Bu kisilerle okulda ve baska yerlerde de "ilgileniyor" yörüngemizden uzaklastirmamaya çalisiyorduk.
Bunlarin durumlarini her hafta düzenlenen "istisare" toplantilarinda agabeylerimize anlatiyorduk.
Onlar da bize ne yapmamiz gerektigini, hangi yollari adim adim takip etmemiz gerektigini, yapmamiz gereken jestlere ve takinmamiz gereken mimiklere kadar anlatiyordu.Yil sonlarinda gelen "Sizinti koçanlari" ni bitirmemiz ve onlarca, hatta yüzlerce kisiyi Sizinti'ya abone etmemiz her birimizden bekleniyordu.
Biz ise kimisinin parasini kendi cebimizden vererek bu en kutsal yolda birbirimizle kiyasiya yarisiyorduk.
'Zaman' aboneligi de yine bu sekilde cereyan ediyordu.
Haftada okumamiz gereken Kuran miktari, Risale-i Nur ve Hocaefendi Kitaplari (Pirlanta Serisi) miktari belliydi.
Bunlara ek olarak o zamanki adi "Tuna Kirtasiye" olan "NT Magazalari"nda kaçak olarak çogaltilan ve agabeyimizin adini kullanarak arka bölümden aldigimiz "Hocaefendi Vaaz Kasetleri"nden de agabeyimizin seçtikleri dogrultusunda dinlememiz isteniyordu.
Bunlarin hepsinin ortak adi "keyfiyet" idi.
Bunu bir çetele halinde agabeyimize her haftaki "istisare" de sunmamiz isteniyordu.
Hiç müzik dinlemezdik, kola içmezdik ve hep kumas pantolon giyerdik.
Kiz arkadasimiz asla olmazdi, okulda yüzlerine bile bakmazdik. Sokakta hep yere bakarak ve hizli hizli yürürdük.
Agabeyimizin dedikleri ana-babamizdan önemliydi.
Mehmet Kafkas'in "Geçmisi Bilmek" ve "Milli Mücadelede Öncüler" adli kitaplarini okuyorduk.
Atatürk masondu, deccaldi. Atatürk Kemal'di, Kemal Aga idi.
Atatürk bas eglencemizdi.
Okuldaki hocalarin bazisi "duruma uyanmisti", biz "tedbir dairesini" genisleterek okuldan çikinca arka sokaktan dolasarak nur evine gidiyorduk, içeri birer ikiser giriyorduk ve asla toplu çikmiyorduk.
Bize göre iki çesit adam vardi;
"Müspet ve Solcu".
Solcunun bir adi da "kom" du. Kom, "komünist"in kisaltilmisiydi.
Ve okuldaki bazi hocalar komdu.
Özelikle de felsefeci.
Üniversite hazirlik dershanesi olan Fem'e lise ikinci sinifta da kayit yaptirdik.
Amaç hem iyi bir üniversite hem de "hizmet" para kazansin idi.
Ortaokuldan beri ailelerimizi alistirdigimiz "agabeylerle ders çalisma" için onlarda kalmaya gitme faaliyetlerimize ayri bir önem vermeye baslamistik.
Bu kalma dönemlerine biz "kamp" diyorduk.
Kamplarda ders çalisilir ve uzun vadeli projelerimizi agabeylerimize anlatarak onlarin direktifleri dogrultusunda yasamimizi planlardik.
Ailelerimizle agabeylerimizi ne zaman ve nasil tanistiracagimizi ve her iki tarafin ne yapmasi gerektigine varincaya kadar her sey planlanirdi.
Öyle ki tüm bu insanlara bir üstündeki "not" verirdi.
Evlerin bir imami vardi, yani evden sorumlu olan kisi. iki ya da üç ev bir semte ve semt imamina bagliydi.
Semtler bölgelere, bölgeler büyük bölgelere, büyük bölgeler ilçelere, ilçeler sehirlere, sehirler ülkeye, ülkeler kitalara, kitalar da en sonunda Hocaefendi'ye bagliydi.
Hatta öyle ki; O Muhterem Zat'a Dünya yetmez ve evrende baskalari da varsa oralari da "hizmet"e katmak için ne gerekiyorsa yapilmali idi.
Bu insanlarin hepsi birbirini denetler, not verir ve bir üstündekine durumu iletirdi.
Yani sikir sikir isleyen koskoca bir sistem vardi.
Lise sonda Fem'in yurdunda kalmaya baslamistik.
Çekebildigimiz kadar arkadasi Fem'e kayit ettirmistik nasil olsa sonra "ilgileniriz" diye.
Yurtta, odadaki durumdan pek haberi olmayan diger kisileri de namaz kilma, çay içme ve türlü türlü bahanelerle yanimiza çekmeyi basariyorduk.
Yani agabeylerle danisikli dövüs seklinde "adam kafalama" tüm hiziyla devam ediyordu.
Her birimizin "ilgilendigi" arkadaslar da zamanla "sakirt" olma yolunda ilerliyordu.
Agabeylerimizin düzenledigi maçlar, mangal partileri, çigköfte partilerine artik not ortalamasina falan da bakmaksizin islami görüse yakin ailelerden çocuklari seçerek getiriyorduk.
Kola serbest oldu, kot pantolon giydik.
28 subat sürecinde Hocaefendi'nin video ve ses kasetlerini, kitaplarini evlerden alarak kendi evlerimizde sakladik ve evlere Atatürk ile ilgili kitaplar doldurduk.
Evlerin çogu yer degistirdi.
Bazi agabeylerimiz "tedbir" geregi takma isim kullanmaya basladi.
Cep telefonlarinin pilini istisarelerde söktük.
Telefonda "Hocaefendi, hizmet, sohbet" gibi kelimeleri kullanmayi yasakladik.
Bunlarin yerine "maç yapmak, çay içmek, çorba içmek" gibi önceden kodladigimiz filleri kullanmaya basladik.
Aslinda yapilan her sey "istisare" adi altinda yukardan gelen emirlerin bize verildigi toplantilarda kararlastiriliyordu .
Yani "istisare" yoktu, belki teferruatta vardi, ama her sey bir emir zinciri vasitasiyla bizim önümüze konuyordu.
2000'ler ;
Üniversiteye girince artik biz de "agabey" olmustuk.
Evlerde kalmaya ve sistemi bizzat kendimiz daha büyük sorumluluk üstlenerek yürütmeye baslamistik.
Talebelerimiz vardi, onlarla ilgileniyorduk.
Aksiyon okuyorduk, artik bandrollü ve sakincali yerlerinden temizlenmis Hocaefendi kasetlerini koli koli alarak herkese ama herkese dagitiyorduk.
Hocaefendi hakkinda yine "hizmet"in baska yayin evlerinden çikmis kitaplari "mütevelli olmus esnaf agabeylerimizin" katkilariyla kolilerce alip dagitiyorduk.
Kitaplar binlerce satiyordu.
Ramazanda zekât, kurban bayramlarinda deri topluyorduk, kurbanlik parasi topluyorduk.
Amerika'dan, Hocaefendi'nin yanindan gelen agabey gelmisti bir seferinde.
O anlatiyordu biz agliyorduk.
Ardindan adam basina toplayacagi büyükbas kurbanliklarin sözünü almaya ve kayit ettirmeye baslamisti.
Her birimizden 60-70 belki de 100-120 büyükbas kurban parasi getirmemizi istiyor ve pazarlik bu rakamlardan açiliyordu.
Bazi tanidiklarimizin yaptigi hiçbir is yoktu.
Evde de kalmazlardi.
Sonradan bu kisilerin görevinin "çok özel" oldugunu ögrendik.
Bunlar Türk Silahli Kuvvetleri'ne girmek üzere olan ögrencilerle askeri okuldayken "ilgileniyorlar" idi.
Hocaefendi'nin "en önemli on görevden biri" saydigi bu is için seçilmis insanlardi.
Hepimizin en nefret ettigi yer Ordu idi.
Bir toplantimizda bir agabeyimizin Ordu, Danistay ve diger "solcu" kurumlar için yaptigi tanimlama ilginçti.
Agabeyimiz bu gibi kurumlar için "artik fitne kurumlasarak üzerimize geliyor, biz de bir an önce kurumlasarak karsi koymaliyiz" diyordu.
Gazetemizi sürekli okumamiz gerektigi de bir diger telkin idi.
Özkök Pasa'nin Genelkurmay Baskani olacagi günleri ip ile çekiyorduk.
Aksiyon Dergisi'nin bir sayisinda "Ergenekon" diye bir grup kapak yapilmisti.
Bu sayidan çok sayida fotokopi çekerek hepimizden okumamiz istenmisti.
Yazida, devlet içinde gizli bir birimin olusturuldugu ve bu birimin amacinin Arjantin benzeri sosyal patlamalarin önüne geçmek, devlete zarar verebilecek olusumlara müdahale etmek oldugu yaziliydi.
Agabeylerimiz bunun bize de müdahale edecegini söylediler.
Bu benim için bir dönüm noktasiydi.
Biz bu devletin bekasina, milletin dertlerine derman olmaya çalismiyor muyduk?
Bizi solcular engellemiyor muydu?
Bizim mücadelemiz iman kurtarmak degil miydi?
Bize ne toplumsal patlamalarin önüne geçmek ve devleti korumak için kurulmus bir gizli teskilattan?
Devlet hepimizin devleti degil miydi, neden korumasinlar ki?
Hem bize ne diye düsman olsunlar ki?
Uyanisim;
Artik her sey saçma geliyordu bana.
Biz bir emir kuluyduk ve ne denirse yapiyorduk.
Çünkü toplu olarak cennete girecektik.
Sorgulama yoktu, körü körüne baglanma ve emri ne kadar çabuk yerine getirdigine bagli olarak sahte bir samimiyet vardi.
Ama bu sahtelik genellikle bize emir verenler ve onlarin üstünden basliyordu.
Tabani samimi ve bir o kadar da cahil (beyni etkisizlestirilmis anlaminda) insanlar olusturuyordu.
Bu insanlar dürüst, çaliskan ve edepli insanlardi.
Ama uyuyorlardi.
Üstelik biz uyutmustuk yillarca çocuklarini, kendilerini, karilarini, tüm yakinlarini.
Sirf "solcularla" inatlasma ugruna yaptigimiz birçok saçma is vardi.
Bunlara en iyi örnek Yeni Yüzyil gazetesinde Hocaefendi'nin röportajinin çiktigi zamandi.
Bu gazeteyi sirf solcular "Hocalarinin röportajina bile sahip çikmiyorlar" demesinler diye balya balya aldik ve Zaman gazetesinin depolarinda çürümeye biraktik, sonra da imha ettik.
Bazi yerlerde Zaman gazetesinin içine koyarak dagitildigini duyduk.
Gazete hiçbir yerde bulunmaz olmustu.
Üç günlük röportaji on bes güne yayarak ve tirajini da ona katlayarak gazete büyük kar etti sayemizde.
Bir sefer de Süleyman Demirel'in Fatih Üniversitesi' nin açilisinda "burayi doldurabilir misiniz" demesi üzerine is-güç, okul-sinav demeden kostuk ve doldurduk orayi.
Hocaefendi istiyor diye daha yeni okudugumuz kitaplari bir kere daha okuduk.
Hocaefendi çagiriyor diye pilimizi, pirtimizi topladik Amerika'da yasamaya gittik bazilarimiz.
Buna da "hicret" deniyordu.
Bir keresinde, bir arkadasima giden biri hakkinda ne zaman dönecegini sorunca bana güldü ve dedi ki "hicret bu, dönmek olur mu".
Benim bildigim hicret sayfasi dinen kapanmistir.
Hele Türkiye gibi ibadetlerinizi rahatça yapabildiginiz bir ülkede.
Merakim su:
Türkiye'de halkin %99'u Müslüman.
Amerika ise kendi deyimiyle Müslümanlara karsi bir haçli savasi baslatmis durumda.
Nasil oluyor da burada rahat olunamiyor, lakin orada istedigimizi yapmamiza izin veriliyor?
ABD her yere ajanlar sokarken, iki kisi bile kendi karsisinda ciddi bir seyler yapmaya kalktiginda haberi olurken bu nasil denli büyük bir olusuma müsaade ediyor?
Üstelik bu olusumun biricik görevi insanlari Müslüman yapmak iken.
ABD'nin yoksa insanlari Müslüman yapmak gibi bir gizli amaci mi var?
Yoksa Hocaefendi ABD'ninde mi üzerinde büyük bir güce sahip ki bizimle ugrasamiyor?
Garip isler bunlar.
Bizden ABD'ye hicret etmemizi Fatih Koleji'ndeki bir barkovizyon gösterisi sonrasi Hocaefendi'nin yanindan gelen bir agabey istemisti.
Ben de düsünmüstüm; bu resmen bir beyin göçü ve sermaye göçü...
O zamanlar Hocaefendi için evden bile disari çikmiyor denmisti.
Agabeylerimiz diyormus ki;
"Hocam zaten çok hastasin, bari bir çik bahçede dolas" ama Hocamiz hiç çikmiyormus.
Ayni yillarda yesil.org adli internet sitesinde Hocaefendi'nin boy boy disarida çekilmis resmi yayinlaniyormus da haberimiz yokmus.
Biz Hocamiz'a üzülüp dua etmekle vaktimizi geçiriyorduk.
Bir de tabi gelen emirleri eksiksiz yapmakla.
Hocaefendi'nin Latif Erdogan'a yazdirdigi "Küçük Dünyam" adli kitabindan en az bir kere yazili sinav olmamis sakirt tanimiyorum ben.
Anlamadigim bir nokta da bu iste.
Yani sen ta Amerikalardan "digergamlik" üzerine, "Hizmette önde Mükâfatta geri durma" üzerine gögüslerimize salvolar savur, sonra da çikip kendini anlatan kitaptan bizi belki bes belki on kere imtihan et.
"Imtihan Dünyasi" bu olmasa gerek.
Halen "hizmette" aktif olan ve son derece de teslimiyetçi bir arkadasim bir seferinde sunlari söylemisti, ben de yanlisi o zaman fark etmistim:
"Ne bu Hocaefendi, Hocaefendi ya... Allah var, Peygamber var ya"
Hocaefendi, Hocaefendi, Hocaefendi.. .
"Hocaefendi ne diyor bu konuda,
Hocaefendi'nin çok mühim tespitleri var bu konuda,
Hocaefendi bugün ne diyor,
Hocaefendi'nin dediklerini artik herkul.org sitesinden günü gününe
takip edebilecegiz arkadaslar,
Hocaefendi çok ciddi uyariyor,
Hocaefendi çok mübarek,
Hocaefendi bizzat ilgilenmis,
Hocaefendi adini bizzat kendi koymus,
Hocaefendi derhal yapilsin istemis,
Hocaefendi, arkadaslar dikkatli olsun demis,
Hocaefendi, arkadaslar artik evlensin demis,
Hocaefendi, çocuk yapin demis,
Hocaefendi, isHAD'i güçlendirin demis,
Hocaefendi, gazete tirajinin bu haliyle karsima çikmayin demis, Hocaefendi basi açik "ablalar" la da evlenilsin istemis,
Hocaefendi, bir dua etmis maçin ikinci yarisi Galatasaray iki gol atarak Real Madrid'i devirmis,
Hocaefendi, Allah depremde ikitelli Medyasi'ni "çiftetelli" gibi sallardi ama içlerinde mübarek gazeteler de var demis,
Hocaefendi üzülmüs,
Hocaefendi çok kederlenmis,
Hocaefendi hastalanmis,
Hocaefendi, Asya Finans Kredi Karti alin demis;
Ulusal Televizyon ihalesi yapilacagi gün Asya Finans'in
kasasinda o kadar para yokmus, para lazimmis,
Hocaefendi sunu demis,
Hocaefendi bunu demis..."
Bu konusma tarzina siradan bir "isik evi"nde her gün rastlayabilirsiniz.
Nurettin Veren'e gelince;
"O ne pis bir adam öyle, tipi kayik, pis bir çikarci o, yalanci herifin teki" gibi yakistirmalar yapiyorlar.
(Nurettin Veren: (35 yil boyunca Fettullah Gülen'in sag kolu iken, sonradan Fethullah Gülen tarikatinda yasanan iç hesaplasma sonucu tarikatin gerçek yüzünü de gözler önüne seren kisi..)
Ve size su kadarini söyleyeyim, bu insanlari asla sartlandirildiklari haricince bir seye inandiramazsiniz.
Belki size abarti gelir ama ben biliyorum ki;
Hocaefendi bugün atlayin ve ölün dese sayilari binlere varabilecek kadari bu emri de hiç çekinmeden yerine getirir.
Nurettin Bey bu konuda ne söylese azdir.
Hiçbir sey bu gerçek kadar sira disi degildir, yine bu gerçegin
tasvirleri bile.
Sonuç ;
Akli basinda herkesin de anlayabilecegi gibi bu bir karsi devrim örgütlenmesidir.
Devlet içinde koskoca bir devlettir.
ABD ve AB çikarlarina kosulsuz hizmet etmektedirler.
Ayrica birçok yerde yazildigi gibi dergileri, radyolari, televizyonlari, üniversiteleri, vakiflari, isik evleri vs. her seyleri vardir.
Öyle ki; savcilari, kaymakamlari, valileri, emniyet müdürleri, ögretmenleri, doktorlari, istihbaratçilari (ki bu konuya doymak bilmeyen bir istahla yanasmaktadirlar) , askerleri, milletvekilleri, bakanlari vardir.
Hemen hemen her büyük partinin de destegi ile bu noktalara gelinmistir.
Bence yegâne çözüm bu örgütün tüm malvarligina el konmasindan geçer.
Ama sorun su ki; kim koyacak?
Diger insanlardan tüm bu olan biten son derece profesyonelce saklanmaktadir.
Hatta çikan yalan haberler bile buna en güzel sekilde hizmet etmektedir.
Yok, Fethullah komandolari varmis;
Yok, kendilerini patlatacaklarmis,
Yok, hücre evleri varmis; tabancalar, tüfekler, bombalar varmis...
Bu atmosfer onlara en çok yarayan ortami olusturuyor ve kendilerinin terörist olmadigini "muhabbet fedai"leri oldugunu insanlara yaymalarina yariyor.
Bu kisilerin ne yapmaya çalistiklari çok iyi bilinmeli ve o kanaldan mücadele verilmelidir.
Örgüt desifre edildiginde, ABD yerine baskasini bulmak için faaliyete geçecektir ve bu zannimca on yil on bes yil kadar bir zamani alacaktir.
Bu bir bölünme süreci olarak da yansiyabilir Fethullahçilara.
Çünkü kurulu mekanizma en güzel sekilde isletilmektedir.
Bir daha böyle bir mekanizmayi kurmak çok çaba gerektirir.
Bölüp bir kismini yine ABD emriyle kamuoyunda kötülemek diger kismiyla yola devam etmek ile de bu mücadeleyi verebilirler.
Her ne yapilacak ise bu darbeden hemen sonra yapilmalidir.
Yani bir daha güçlenmesine firsat verilmeden "meydana getirdigi bosluk" doldurulmalidir.
Ama dedigim gibi ilk is; oyunu açiga çikarmak ve "Agababasi" olan ABD'nin islerligini yitiren bu besinci kolunu gözden çikarmasini beklemek olacaktir...
__________________________
Nurettin Veren KiMDiR?
Nurettin Veren, internet sitesinde kendisini söyle anlatiyor:
Gülen'in 1966 yilinda izmire geldigi ilk günden itibaren, 35 yil gece gündüz beraber oldugu arkadasi.
Zaman Gazetesi'nin kurucusu, genel müdürü, genel koordinatörü ve
Feza Gazeteciligin noter belgeli en yetkilisi.
Samanyolu televizyonu kurucusu, hissedari ve yönetim kurulu baskani.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfi'nin kurucusu, mütevelli heyeti baskani.
Azerbaycan, Kirgizistan, Gürcistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan, ispanya'daki müesseselerin kurucusu.
Fatih Üniversitesi kurucusu ve baskani.
Cumhurbaskani Sayin Süleyman Demirel'in ülke cumhurbaskanlarina Nurettin Veren'in sahsina verilen resmi mektuplar ile bunlar hayata geçirilmistir.
Gülen'i ilk defa Tansu Çiller'le gizlice konutta,
Özer Çiller'le Altunizade ve Bozyaka'da dört defa,
Süleyman Demirel'le, Hikmet Çetin'le evinde,
Bülent ve Rahsan Ecevit ile evinde,
Hüsamettin Cindoruk'la Meclis'te (50.000 Dolarlik saat hediye edilerek) görüstüren...
Aydin Dogan'la ve Hürriyet ekibiyle Hürriyet Plaza'da,
Nazli ve Mehmet Ali Ilicak'la gazetelerinde görüstüren kisi...
Asya Finans kurulusu için, Özer Çiller ile Altunizade FEM Dersaneleri'nin besinci katinda,
Izmir Yamanlar Koleji'nin besinci katinda gizlice görüstüren.
Semra Özal'la Altunizade'de,
Cem Karaca ile Dedeman Otel'deki Gazeteci ve Yazarlar Vakfi toplantisinda,
Baris Manço ile Ali Çelik'in evinde,
Galatasarayli futbolcularla Altunizade FEM Dersanesi'nde,
Recep Tayip Erdogan'la belediye baskani iken Atunizade de görüstüren...
Ve simdi yollarini ayiran, Gülen'in hain ilan ettigi, ABD'de 50 kisinin huzurunda öldürülmesini emrettigi kisiyim.
------------ --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- -----
Fethullah Gülen'in sag kolundan itiraflar Fethullah Gülen'in 1960'lardan beri yaninda olan, siyasi ve ticari baglantilarini saglayan Nurettin Veren, tarikatin iç yüzünü anlatmaya basladi.
Veren, Gülen'in ABD'nin bir taseronu olmasindan dolayi tarikatla arasinin açildigini belirterek, Gülen'in Türk Cumhuriyetleri' ne baslattigi egitim seferberliginin, Amerikan taseronu olmaya dönüstügünü belirtiyor.
Fethullah Gülen'in sag kolundan itiraflar
Fethullah Gülen tarikatinda yasanan iç hesaplasma, tarikatin gerçek yüzünü de gözler önüne serdi.
Gülen'in dava arkadasi ve sag kolu olarak bilinen Nurettin Veren, kendine bir internet sitesi açarak 35 yillik "gizli" iliskileri de gün yüzüne çikartti.
Veren'in iddialari, Gülen'in siyasi ve ticari iliskilerini de belgeledi.
Veren, Gülen ile ters düstükleri için öldürülme korkusu da yasadigini, bazi bakanlara yazdigi mektupta dile getirdi.
Nurettin Veren, Gülen'in adeta bütün iliskilerini kuran kisiydi.
Ta ki, Gülen'in ABD'ye gitmesinden sonra görüs ayriligina düsene dek.
O andan itibaren Gülen'in kendisinin ölüm emrini verdigini iddia ediyor Veren.
Bütün bu gelismeleri anlatmak için kurdugu www.nurettinveren. org adresindeki internet sitesinde fotograflarla, belgelerle Gülen tarikatinin iç yüzünü anlatiyor.
Dün Cumhuriyet gazetesinde Hikmet Çetinkaya'nin da kösesine tasiyarak ilk defa kamuoyuna duyurdugu bu sitede Veren, Gülen'in "sirlarini" neden ifsa ettigini söyle açikliyor:
"Hem bütün yetkililere hem de bütün samimiyeti ile Allah, vatan ve millet için fedakarlik yapan genç kusaklara, olaylarin gerçek yüzünü açiklamaya basladim.
Sirk ve dikta sistemi ile, yobazlik ve meczupluk haline getirilmek istenen, tek adam, tek lider ve kontrolsüz güç haline gelen bu durumu gözler önüne sererek, Hosgörü, diyalog ve uzlasma diyerek kendini ve kitleleri yozlastirmaya hayir diyorum."
Veren, son zamanlarda Gülen'in Vatikan ziyareti ve Papa Jan Paul ile yakin temasi, Yahudi ve Ermeni kiliselerinin bas haham ve papazlari ile iç içe olusu, ve en yakin olan 35 yillik dava arkadaslarindan dahi gizleyerek ABD'ye hiç sebepsiz kaçarak siginmasinin kendilerini soka soktugunu belirtiyor.
ABD'nin askeri oldu
Bu gelismelerin tarikat içinde ciddi çatlamalara ve parçalanmalara sebep oldugunu anlatiyor.
"Hastalik yalani ve bahanesi ile bunu izah etmeye kalkismasi ise, kendisine karsi ciddi güvensizlik olusturarak korkunç tartismalari ve kavgalari daha büyük boyutlara tasidi" diyen Veren, bu gelismeler sonucunda Gülen'in Türk Cumhuriyetleri' ne baslattigi egitim seferberliginin, Amerikan akincisi ve taseronu olma sekline dönüstügünü belirtiyor.
Veren, Gülen'in elindeki tüm imkanlari ABD için kullandigini da ifade ederek sunlari söylüyor:
"Zaman gazetesi, Samanyolu TV ve bütün cemaate ABD yandasligi ve faydalari istikametinde iç bünyede brifingler ve fisiltili gizli toplantilar düzenleyerek telkin edildi.
Bu ise karsi çikanlar ise; degisik tehdit, ciddi ödüllendirme veya yurt disina tayin metotlari ile dagitildi.
Bu husustaki girisimlerim ve kendisi ile olan tartismalarim bir netice vermedi.
Ayrica ciddi ölüm tehditleri ve bütün cemaatin boykotu ile üzerime gelindi."
Bakanlar olayi kapatti
Veren, bu tartismalar sonucunda kendisinin ölüm fermanin bizzat Fethullah Gülen tarafindan imzalandigini iddia ederek, Adalet Bakani Cemil Çiçek, içisleri Bakani Abdülkadir Aksu ve Sanayi Bakani Ali Coskun'a, eski dava arkadaslari olduklari için bir mektup yazdigini ifade ediyor.
Mektupta, can güvenligi ve koruma talep ettigini, ama bu bakanlarin siyasi kaygilari dolayisiyla mektubu görmezlikten gelerek, olaylari kapatmak istediklerini belirtiyor.
Veren, Adapazari ilahiyatta görevli Prof. dr. Suat Yildirim, Zaman gazetesi eski sahibi Alaattin Kaya, Fatih Üniversitesi baskani Prof. Dr. serif Ali Tekalan, Gazeteciler Ve Yazarlar Vakfi Baskani Harun Tokak ve Gülen'in akrabasi ve bütün sirketlerin yöneticisi, gizli kasa durumunda olan Ali Bayram'in kendisini susturmak için baski yaptiklarini da ileri sürüyor.
BAKANLAR'A MEKTUP
''Ben Nurettin Veren,
Siz beni Fethullah Gülen ile 35 yillik cemaat hizmetlerimden yakindan tanirsiniz.
Çünkü sizlerle birlikte çok zaman ayni dini hizmetlerde kosturduk.
Birlikte hizmetleri yaparken Fethullah Gülen ve arkadaslariyla çekilmis fotograflarimiz bunun ispatidir.
Fethullah Gülen'e, bilginiz üzere benden baska kimse itiraz edip fikir beyan edemezdi.
Özellikle ABD'ye kaçis konusuna siddetli itirazim nedeniyle cemaatten aforoz edilmis ve ölüm tehditleri almaktayim.
Sizden eski bir dava arkadasim ve yetkili bakanlar olarak güvenligimin tesis edilmesine yardimci olmanizi istirham ediyorum.
Sayet can ve mal güvenligime herhangi bir sey olursa bunun sorumlulugu, benim onlarca kisinin önünde öldürülmemi emreden Fethullah Gülen'e aittir.
Devletin en üst sorumlulari ve eski dostlar olarak gerekli hassasiyeti hem cemaat tarafina hem de resmi olarak göstermenizi istirham ediyorum.
Bilgilerinize arz ederim.''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder