Yedikıta dergisi, Sultan Vahdettin Han’ın dönemine ışık tutan geniş bir dosya hazırladı. Dosyada Anadolu direnişinin Sultan Vahdettin Han tarafından nasıl başlatıldığı anlatılırken, Sultanın yurtdışına çıkma sebepleri, karşılaştığı acı durumlar ve tarihi gerçekler bütün çıplaklığıyla ortaya konuluyor.
Yedikıta Tarih ve Kültür dergisi Aralık sayısında Sultan Vahdettin Han’ın dönemine ve özellikle de yurtdışına çıktıktan sonra karşılaştığı acı tablolara yönelik geniş bir dosya yayınladı. Tarihçi Yazar Ömer Faruk Yılmaz’ın kaleme aldığı ‘Sultan’ın Tabutuna Haciz’ başlıklı makalede Sultan Vahdeddin Han’ın kurtuluş hareketinin başlatan kişi olduğu yazıldı.
Vahdeddin’in ülkeyi işgalden kurtarma planı
Makaleye göre, Sultan Vahdettin Han, ülkenin kurtuluşunun işgal altındaki İstanbul’dan gerçekleştirmenin mümkün olamayacağını biliyordu ve bu sebeple işgalci güçlere karşı Anadolu’da teşkilatlanmaya karar verdi.
İngilizler, kendisinden işgalci güçlere karşı mücadele veren halkı teslim olmaya davet etmesini istiyordu. Bunu fırsat bilen Sultan Vahdeddin, görünüşte direnişleri yatıştırmak, esasında ise devleti kurtaracak teşkilatlanmayı başlatmak üzere Anadolu’ya bir heyet göndermeyi kararlaştırdı. Anadolu’ya giden heyet İstanbul’un tam desteği ile gitti. Heyet Anadolu’da padişah adına teşkilatlanmayı yapacak, padişah da uygun bir zamanda Anadolu’ya geçip devleti işgalden kurtarma yoluna gidecekti.
Saray halkı büyük destek verdi
Sultan Vahdeddin, Anadolu harekâtına el altından desteğini sürdürdü. İstanbul’dan silah, para, mühimmat ve insan gücü göndertti. Öyle ki, Hilal-i Ahmer Cemiyeti çeşitli yardımlar adı altında topladığı paraları ve muhtelif malzemeyi bir şekilde Anadolu’ya ulaştırıyordu. Hilal-i Ahmer’in bu yardımlarının içinde padişah ve ailesinin ve hatta bütün saray çevresinin yaptığı yardımların evrakı arşivlerde mevcuttur.
Padişahı dışladılar, saltanatı ve hilafeti kaldırdılar
Anadolu harekâtı İstanbul’un verdiği destekle teşkilatlanmasını sürdürmüş ve Osmanlı Devleti için bir kurtuluş ümidi yeşermeye başlamıştı. Fakat Anadolu harekâtı bir anda İstanbul’a karşı bir tavır içine girmeye, padişahı dışlamaya başladı. Son alınan kararlarla Osmanlı saltanatını kaldırma teşebbüsüne kadar giden bu tavır neticesinde Osmanlı saltanatı lağvedildi (1 Kasım 1922). İki sene sonra da Hilafet kaldırılarak Osmanlı Devleti’nin bütün resmî devlet hukuku tarihe intikal ettirildi (3 Mart 1924). Hilafetin ilgası kararı ile Osmanlı hanedan mensupları da sınır dışı edildi.
Hicretten başka yol bırakmadılar
Bu tarihten itibaren gerek basında ve gerekse resmî idarede İstanbul’a ve padişaha karşı çok ağır hakaretler ve sözler sarf edilmeye başlandı. Yalan ve uydurma haberler yaptırıldı. Padişahın istifa ettiği ve hatta gizlice kaçtığı söylendi. Bütün bunları yapanlar yine kendisinin yetkilendirip desteklediği kişilerdi. Bunlara karşı mücadele kendi evlatlarına karşı mücadele etmek olduğunu ifade ederek ‘şimdilik’ kaydıyla daha emin bir yere ‘hicret’ etmeyi uygun buldu.
Yanına tek kuruş para almadı
15 Kasım 1922’de bu isteğini İngiliz işgal makamlarına bildirdi ve 17 Kasım’da İngiliz Malaya1 Zırhlısı’na binerek bir daha dönüp dönemeyeceği meçhul bir yolculuğa çıktı. Yanına hazineden veya devletin malından tek kuruş para veya mücevher almadı. Bunlar milletime aittir dedi ve son okuduğu çok kıymetli ve mücevherlerle süslü bir kitabı bile hazineye iade etti. Gemi 20 Kasım’da Malta’ya vardı.
Mısır idaresi padişaha alaka göstermedi
Sultan Vahdeddin Malta Adası’nda bir buçuk ay kadar kaldı. Hicaz Kralı Şerif Hüseyin’in davet mektubu üzerine Malta’dan bir gemi ile Mısır’a gelmişti. Mısır idaresi padişaha hiç alaka göstermemiş ve karşılama bile yapmamışlardı. Buradan Süveyş’e oradan Mansura’ya, 15 Ocak 1923’te de Cidde’ye varıldı. Cidde’de bir müddet dinlendikten sonra Mekke-i Mükerreme’ye hareket edildi ve padişah burada bir aya yakın ikamet etti. Buranın havasına alışamadığını ifade ederek bir müddet Taif’te ikamet etti. Mekke-i Mükerreme’ye dönen padişah burada kalamayacağını İngiliz makamlarına bildirip Filistin’e gitmek istediğini söyledi. Hicaz’da İngilizlerin bir oyunu olduğunu ve burada kalırsa Hilafet makamını Şerif Hüseyin’e kullandırtacaklarını anlamıştı.
Yazdığı vesika ‘Âlem-i İslam’a Beyannâme’ dağıttırılmadı
Sultan Vahdeddin, Mekke-i Mükerreme’de bulunduğu sırada çok mühim bir vesika yayınladı. Bu vesika ‘Âlem-i İslam’a Beyanname’ ismini taşıyordu ve yaşadıklarını tek tek ortaya koyuyordu. Anadolu harekâtının nasıl başladığını ve kendisinin bu husustaki fikirlerini ve sonra kendisine ve Osmanlı saltanatına karşı yapılanların haksızlığını ortaya koyuyordu. Bu beyannamenin dağıtılmasına müsaade edilmedi.
Filistin’e gitmesine izin verilmedi
Sultan, Filistin’e gitmek istediğini bildirmiş fakat müsaade edilmemiştir. Sultan Vahdeddin Mekke-i Mükerreme’de bulunduğu sırada umre yapma fırsatı bulmuştu. Sultanın yeni ikamet yeri tam olarak belli edilmediği halde Hicaz’dan 20 Nisan 1923’te vapurla ayrıldı. Önce İskenderiye’ye oradan da 28 Nisan’da İtalya’ya hareket etti ve 2 Mayıs’ta İtalya’nın Cenova şehrine vardı.
Cenova’da bir otelde kalan padişah daha sonra San Remo şehrinde kiralanan Villa Nobel isimli mekâna yerleşti ve vefatına kadar burada kaldı. Sultan Vahdeddin, buradaki ikametini hiçbir zaman daimi düşünmemiş, bir gün mutlaka bir Müslüman memleketine döneceğini umut etmişti. Fakat şartlar ve bilhassa İngilizlerin bütün yolları kapatması buna müsaade etmedi.
El Ezher Şeyhini mektupla uyarmış
Mesela Mısır’da toplanmak isteyen Hilafet kongresine karşı Ezher Şeyhi Muhammed Ebu’l-Fazl’a şiddetli bir mektup yazarak, kendisinin halife olduğunu ve birtakım oyunlar ile halife arayışına girmenin doğru olmadığını, halife arayışına girmek yerine Müslümanların sıkıntılarını gidermek için çalışmalarını bildirmişti. Hatta mektubunda kendisine Müslümanların yanında kalabileceği bir yer bulmalarını bile söylemişti.
Sultanın vefatı ve tabuta konan haciz
Sultan Vahdeddin 16 Mayıs 1926 günü akşam geç saatte vefat etmişti. 65 senelik bir hayat ve Osmanlı Devleti’nin son padişah ve son halifesi artık veda etmişti. Padişahın naaşına otopsi sonrası bir tabuta konulmasının ardından acı dolu günler yaşanır. Alacaklılar cenazesinin haczettirirler. Villa’da ne varsa, şahsî eşyalar ve sair hepsine el konulur. Padişahın cenazesi eşyalarla birlikte bir ay kadar villanın giriş katında mahsur kalır.
Abdülmecid Efendi Fransa’dan bir miktar para gönderir fakat yetmez. Cenazenin haczinin kaldırılması Fransa’daki kızı Sabiha Sultan’a nasip olur. Sabiha Sultan elinde kalan mücevherlerinden birini ve bir çift küpesini satarak babasının haczini kaldırtır.
Kabri Türkiye dışında kalan tek sultan
Bir taraftan hacizle meşgul olan padişahın yakınları, diğer taraftan da padişahın nereye defnedileceğini araştırıyorlardı. Cenazeyi Türkiye’nin hiçbir şekilde kabul etmeyeceği belliydi. Ama ne yapılacaktı, bilinmiyordu. Nihayet yapılan araştırma ve yazışmalardan Suriye’nin Şam şehrinde Yavuz Sultan Selim’in yaptırmış olduğu caminin haziresine defnedilmesine karar verildi ve hemen resmi müracaatlar yapıldı. Suriye’de Sultan Abdülhamid Han’ın kızıyla evlendikten sonra ayrılan Ahmed Nami Bey devlet başkanı idi ve bu talebi kabul etti. Fakat Fransa işgalindeki bu topraklara defin için Paris’ten izin alınması gerekiyordu ve nihayet gerekli izinler alındı. Haczin kalkmasıyla padişahın naaşı bir arabayla istasyona getirildi ve Trieste’den gemiyle Beyrut’a ve oradan da trenle Şam’a nakledildi. Şam istasyonunda cenazeyi hanedanın eski damadı ve Suriye devlet başkanı Ahmed Nami Bey askerî merasimle karşıladı. Cenaze Yavuz Sultan Selim Camii’ne getirildi ve üzerine Kâbe-i Muazzama’nın örtüsü örtüldü. Ardından cami avlusunda açılan kabre defnedildi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder