31 Ocak 2015 Cumartesi

Hain Keklik



Gülen’in bu açıklamalarını dinlerken nedense aklıma şu hikaye geldi:

Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, tebdili kıyafetle Kuşlar Çarşısı’nı geziyormuş. Avcılar avladıkları kuşları, tuzakçılar yakaladıkları maharetli, eğitimli, güzelim kuşları satıyorlar. Bir ara gözü kekliklere ilişmiş padişahın. Bu grup kekliğin üzerindeki etikette 
“Tanesi 1 altın” yazıyormuş.
Hemen yanı başında asılı, adeta altın kafes içinde bir keklik daha varmış ki, fiyatı 300 altın. Padişahın gözü 300 altınlık kekliğe takılmış.
Hayırdır” demiş satıcıya, 
Bunun diğerlerinden ne farkı var ki, bunlar 1 altın, bu 300 altın?” Satıcı 
Bu keklik özel eğitimli, çok güzel ötüyor, ötmesi bir yana bunun ötüşünü duyan ne kadar keklik varsa hepsi onun etrafına doluyor” demiş. Sonra da eklemiş: “Tabi arada avcılar da o tarafa dolaşan keklikleri daha rahat avlıyorlar.”
Padişah, 
“Satın alıyorum bu kekliği, al sana 300 altın” demiş.
Sultan Selim parayı verip aldığı kekliğin kafasını hemen oracıkta koparmış.
Satıcı şaşkın tabii, padişahı da tanımamış: 
“Be adam! Na yaptın? En maharetli kekliğin kafasını koparttın” diye dövünmeye başlamış.
Padişah bunun üzerine adeta gürlemiş:
Bu kendi soyuna ihanet eden bir kekliktir. Bu gibilerin akıbeti er ya da geç budur.”
Fetullah ve Alevilik
Fetullah Gülen, ömrü hayatının son günlerinde, Alevilere kucak açtığını söylüyordu. Gülen alevilere sempatik görünmek için, “Alevilerin Diyanet’te görev alması gerekiyor” diyor, “Aleviler cem evleri açmalı”şeklinde konuşuyordu. Fetullah Gülen’in 35 yıllık yol arkadaşı ise, Gülen’in, “Türkiye için PKK’dan daha tehlikeli Alevilerdir”dediğini hatırlatıyor, onun söylemlerinde samimi olmadığını yine Gülen’in şu sözleri ile kanıtlıyordu:
“Türkiye’deki en tehlikeli akım, PKK’dan 100 kat daha şiddetli olan Aleviliktir.”
Fetullah Gülen, Aleviler hakkında esip gürlemeye her zeminde devam ediyordu. Gülen, “Güneydoğu Meselesi” konulu ev toplantısında; Alevilik ve Sünnilik arasında bir fark olmadığını, bunu eskiden Fars yani İran kendi adına bir farklılık olarak ortaya koyduğunu söylüyordu. Meydanı boş bulunca hızını alamayan Gülen, Alevilik adına hareket edenlerin Anıtkabir’i “Tavla” yani At Ahırı yapacaklarını şu sözler ile iddia ediyordu:
“Alevilerle Sünniler arasında bir farklılıktan bahsedilmemesine rağmen eskiden birileri Fars hesabına bir faklılık ortaya koyuyordu! İmaret hesabına, emirlik hesabına bir farklılık ortaya sürüyor, imaret farklılığını bir yönüyle alevilik gibi gösteriyor ve Sünniliği de düşman sayıyordu!
Şimdilerde bu meseleyi din adına değil de dinsizlik hesabına ateistler sahip çıkıp, bu ülkede beraber yaşayan insanların bir kesimini diğer kesimiyle vurdurmak istiyorlar… Tabii şimdiki biraz daha tehlikeli, bunlar laik görünüyorlar… Kemalist görünüyorlar, görünme; olmadan başka bir şeydir. Görünmeyi esas almadan insanın olması mümkün değildir…
Ve bir şey daha söyleyeceğim. Alevilik hesabına hareket ediyor görünenlerin ilk defa yapacakları şeyi söyleyeyim; Anıt Kabiri tavla yapacaklar. Şimdiye kadar demediğim şeyi diyorum. Ve buna kalıbımı basarım.”
Gülen, konuşmasında; “Bir Ateist nasıl Sünni olamaz, alevi de olamaz”diyor, bu sözlerini de Dev Yol’cu, Dev Solcu, kendi deyimiyle Markscı ve diğerleri için de geçerli sayıyordu.
Yezid; Alevilerin Fırlatması
Fetullah Gülen, Alevilerin ileri gelenlerinden senatörlük yapmış biri ve çevresi ile kahvaltı ve yemekte buluştuklarını, onlara; sizin cem evi, kütüphane ve benzeri yerler yapmanıza destek olalım , biz hiç gelmeyelim, görünmeyelim, bunları siz yapmış olun dediğini anlatıyor, ardından da Yezid için “Alevilerin fırlatması” tabirini kullanıyordu.
Gülen, Alevileri “Müfritlikle” suçluyor ve şunları söylüyordu:
“Bu Allah’ın işlerine bakıyorum, o kadar, bazen hayranlık duyuyorum ki, neticede şeytana tapma vardı, Yezidilerde. Ama bu meselede mebde itibarıyla bu bizim meşhur Yezid ile başlamıştır. Bu Yezid de avamca bir ifade ile söyleyeceğim, ne kadar çirkin belki, o alevilerin fırlatması Yezid’dir. Onu o hale getiren Aleviler olmuştur… O da bir tepki insanıdır.
Bazı güzel işlerini görünce öyle küçük küçük başlamış, ona sahip çıkma başlamıştır. Mesela biz hep Yezid deyince, Allah Yezid’in canını alsın. Allah Yezid’in belasını versin falan demişlerdir. Onun bazen böyle iyi yanları vardır. Arz ediyorum. Hep Hz. Müaviye Ukba Bin Naifin koluna zincir vurulunca gelin diyor. Hilafete babasından sonra açtırmış ona Afrika’nın Fatih’i demiş, zulüm olur hemen açın demiş. İşte böyle kadirşinas davrananlar, onun bu yanlarını gören insanlar da var.
Fakat gel gör ki, O müfrit Aleviler, hiçbir fazileti kabul etmiyorlar. Onlara göre tek fazilet Ali demek, Hasan demek, Hüseyin demek… Ali, Hasan, Hüseyin, demedikten sonra sen Afrika’yı feth etsen, Avrupa’yı da feth etsen yerin dibine batsın o fetih… İşte bakın bu da ifratkar bir tarzı telakkidir…”
Gülen, Aleviler hakkındaki bu düşüncelerini yazıp kitap haline getirmek istediğini söylüyor, ancak diyalog sürecinde şunla bunla uğraşmak zarar getirir gerekçesiyle yazmadığını belirtiyordu.
Gülen, Aleviler için;
“Ali sevgisi onları kurtaramamış” şeklinde konuşuyor ve Alevileri şu şekilde suçluyordu:
“Sizin çoğalmanızdan hezeyanlara kapılıyorlar…”
Peki, Fetullah’ın “Ali” dediği kim?
Peygamberimizin amcasının oğlu, damadı ve cennetle müjdelenen on sahabe’den biri.
Başka;
Gülen’in özlemini duyduğu Hilafet makamının üç numaralısı…
Gülen, hiç bir samimi Müslaman’ın hitap edemeyeceği bir şekilde Hz. Ali (ra) ye hitap ediyordu:
“Ali.”
Gülen’e soralım: Hz. Peygamberin torunları hakkında sanki mahalle arkadaşından bahseder gibi bahsetmek İslam ahlakının ne tarafına düşmektedir. Zerre kadar İslami terbiye alan biri onlar için herhangi biri gibi “Hasan, Hüseyin” diyebilir mi?
Gazi Olayları
Emniyet içindeki Fetullahçı yapılanmanın saldırısı sonucu hayatını kaybeden Dr. Necip Hablemitoğlu, “Fetullah Gülen’in istihbaratçılara olan özel ilgisi” başlıklı yazısında şunları anlatıyordu:
“Fetullah Gülen, ABD’ye hicret etmeden önce, Aktüel dergisine verdiği demeçte, kendisinin devletin istihbarat birimleri ile ilişkisini açıklama gereği duyarak, bu birimlere yaptıkları hakkında önceden bilgi vermekte olduğunu söylemiştir. Tabii, bu bilgi alışverişini, kendi müritleri dururken, laik hukuk sistemini savunan Cumhuriyetçi istihbaratçılarla yaptığına inanmak safdillik olacaktır.”
Gülen, Gazi olaylarının patlak vereceğini gösteren is tihbarat raporunun aylar önce kendisine verildiğini, kendisinin de bunu devletin başındaki insanın en yakınına 1,5 ay önce sunduğunu söylüyor ve şunları anlatıyordu:
“… Hatta burada yine bir kısım istihbarı raporlara dayanarak, demeye mezun muyum, değil miyim, bir hususun kapağını açacağım. Burada bir ukalalığımı da arz etmeme müsaade eder misiniz? Bunca, böyle bu işte saçlarını ağartmış adamların ukalalığı olabilir. Ben iyi bir insan değilim.
Gazi olayları olmadan evvel, Türkiye’nin her yerinde böyle bir patlama olacağını 1,5 ay evvel ben devletin başındaki insanın en yakınına verdim. Dedim, Türkiye’de bir şeyler planlanıyor, raporu okuyun, bana bir dostum verdi bunu. Aleviliği oyuna getirmek istiyorlar.
Türkiye’de bir kısım Alevi ocak ve bucaklarını kundaklayacaklar. Avrupa’da bu iş için çıkardıkları mecmualar var. 1,5 ay evvel ben bunu, raporu verdim, 25-30 sayfalık bir rapor. Alevilerden bazı yerleri vuracaklar ve Sünniler bizi vurdu diye Alevileri ayaklandıracaklar.
Verdim ve bekledim ki, devletin başındaki insanlar bu mevzuda çare ararlar. Sonra hata ettiğimi anladım. Mesela o, medyaya verilebilirdi. O mesele, o bir Samanyolu’nda bir Ayna programında benim de şahsen o arkadaşı bilmemden ötürü mütalaam alınarak değerlendirilebilirdi…”
Şayet Fetullah Gülen’i ve Fetullahçı yasadışı yapılanmayı tanımıyorsanız, bu kaseti izlediğinizde, mutlaka bir fikir sahibi olursunuz. Bir devlet düşünün ki, ulusal birliği ve bütünlüğü açısından tehdit altında. Bu, devletin istihbarat birimlerince saptanıyor ve raporlaştırılıyor.
Buraya kadar tamam; esas önemli olan buradan sonrası. Bu raporun, hiyerarşiye uygun bir biçimde makamlara sunulmasından sonra Emniyet Genel Müdürlüğü’ne, oradan İçişleri Bakanlığı’na ve konunun aciliyeti ve önemi açısından da Cumhurbaşkanlığı ve Milli Güvenlik Kurulu’na gönderilmesi gerekmez mi?
Bu devlet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olursa, iş değişiyor. Raporu hazırlayan istihbaratçı, raporunu gereği için Fetullah Gülen’e gönderiyor ve ancak onun “durumun vehametini idrak etmesinden” sonradır ki, aynı raporun kopyası, yine gayrı resmi “en üst makam” ya da cemaat hiyerarşisinde “Kainat İmamı” Fetullah Gülen eliyle, bir başka mutemete, yani halk arasında “Başbakan’ın Gölgesi” olarak ünlenen şahsa iletiliyor. Bu arada, devlet adına yaşanılan bir çelişkinin de altının çizilmesi gerekiyor:
Cemaat hiyerarşisine göre, bir polis memuru, bir bekçi üst bir konumda ise, cemaat hiyerarşisinde daha altta bulunan bir Emniyet Müdürü’nün devlet ya da kurum hiyerarşisini dikkate almaksızın, o kişiye “biat” etmesi, bir başka ifadeyle onun emirlerine harfiyen uyması gerekiyor.
Aynı şekilde, mübaşirin ya da zabıt katibinin “İmam” olduğu bir sistemde, bu mübaşirin ya da zabit katibinin mürit hakime emir vermesi, karar dikte ettirmesi gibi bir sonuç doğuyor. İşte, tarikatların ya da cemaatların güçlenip devlete sızdığı noktalarda, devlet hiyerarşisi resmen çöküyor, Türk Devleti, en önemli zaafını bu noktada yaşıyordu.
Neyse dönelim Gazi olaylarına; Gazi Mahallesindeki provokasyonun olduğu dönemde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkan Vekili koltuğunda Hanefi Avcı oturuyordu.
12 Mart 1995 tarihinde saat 20:40 sıralarında Alevi vatandaşların yaşadığı Gazi Mahallesi’nde bulunan kahvehanelere bir taksiden ateş açılıyor, altmış yaşındaki Alevi dedesi Halil Kaya hayatını kaybediyordu. Tam olaylar yatışmışken gece 03.45’de Polis panzerinden Cemevi’nin önünde bekleyenler üzerine ateş açılıyor, şakağından vurulan Mehmet Gündüz hemen orada yaşamını yitiriyordu.
Bu ölümün ardından olaylar patlak veriyor, çoğu polis kurşunu ileolmak üzere yirmi bir kişi hayatını kaybediyordu.


Imamin Ordusu Pdf

Kitaba Tiklayarak indiririniz

Fasildan yalana,Kur ana ìftiralar


Nasr Suresi’ni anlatan Gülen, surede geçen “Vel feth” ifadesini “Fethullahi” diye çevirdi, buradaki nükteyi ise Allah’ın insanları ‘hizmet ve cemaate’ sokması olarak yorumladı.


Gülen, Ayetteki ‘el-feth’i ‘Fethullah’a çevirdi
Ardı ardına ettiği beddualarla gündemden düşmeyen Fethullah Gülen, daha önce yazdığı kitaplarda da surelerdeki bazı ifadeleri hizmet hareketine yorumladığı ortaya çıktı. Fethullah Gülen Fasıldan Fasıla adlı kitabında, Nasr suresindeki “Vel feth” ifadesini “Fethullahi” olarak yorumlarken, Hz. İsa’nın dünyaya gelişiyle ilgili de farklı yorumlarda bulunuyor. Hz. Meryem kıssasındaki “Ruh” un Hz. Muhammed olabileceğine işaret ederken, kitabın başka bir yerinde ise nebilerin şehvet hissinin normal insanlardan çok daha fazla olduğunu söylüyor.
Cemaate katılımı anlamış
İşte Fethullah Gülen’in Fasıldan Fasıl adlı kitabından kafaları karıştıran ifadeleri:
*Nasr suresinin ilk ayeti “izaca e nasrullahi vel feth”. Nahiv kuralları açısından ma’tufda muzafu’n-ileyh hazf edilir ve ondan bedel kelimenin başına belirlilik takısı olan lam-ı tarif gelir. Dolayısıyla burada “ve’l feth” ve “fethullahi” demektir. Buradaki nükteye gelince; Allah’ın bizi yaratması, hizmet yoluna sevketmesi, halkın kalbini bize tevcih etmesi. Hepsi Allah’ın yardımı ve inayetiyledir.
*Aslında bu hangi seviyede ve nerede olursa olsun davayı temsil eden her fert ve cemaat için geçerlidir.
Fethullah Gülen’in, Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem’le Peygamberimiz Hz. Muhammed’i nikahlı olduğunu ima eden yorumu ise ‘Dinlerarası diyalog anlayışına zemin’ hazırlama olarak yorumlanıyor. İşte Gülen’in Ruh ve Hz. Meryem’le ilgili yorumu:
Hz. Meryem kimle nikaylıydı
“Acaba ne idi bu ruh?  *Bütün tefsirler bunu (ruh) Cebrail (as) olarak ifade ediyor. Fakat ayette “ruh” tabiri kullanılıyor. Bu ruhun tayininde ise ihtilaf vardır. İhtimalin sınırları ise, ihtilafın çerçevesini aşkın ve Efendimiz (sav) ruhunu da içine alacak kadar geniştir. Çünkü Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı, bu itibarla da gözlerinin içine bir başka hayalin girmemesi gerekirdi. Ayrıca efendimiz (sav) de, bir makamda onu kendisiyle nikâhlandığına işaret etmektedir. Bu açıdan da “ruh” Efendimizin ruhu da olabilir.
Şimdilik sokağa dökülmeyin
*Ayrıca, Allah lafz-ı celalin baş harfi olan “elif”, Ahmed’in de baş harfidir. Allah, Ahmed’de mütecellidir. Hizmet-i imaniye de bulunanlar şeffaf birer ayna hükmündedirler. Onlara bakanlar, asli olan peygamberlerini görürler. Tahriften evvelki Hıristiyan Hz. İsa’yı, Müslüman ise Hz. Muhammed’i görür. Bugün, hizmetteki bası hususiyetlerde evsaf-ı İseviye ne kadar ileri giderse gitsin, evsaf-ı Muhammediye daima hâkimdir. Zira Hz. Mesih, bir hadisin işaretiyle “Bazınız bazınıza imamsınız” buyurur. Bu: “Ben imam olamam” demektir. Bugün devrin getirdiği şartlar ve hizmetin stratejisi açısından bir yanağını vurana öbür yanağını çevir, karşılık verme, sokağa dökülme diyorsak, bir manada bu ruhu temsil gereğinden dolayıdır. İleride inşallah..”
Nebi, normal insan değil
Peygamberlere insani yönden olağanüstü güçler atfeden Fethullah Gülen şunları anlatıyor: “Nebi, kalbi, beyni, sinir sistemi ve bütün fakülteleri azami seviyede çalışan insan demektir. Bu sebeple, nebinin hayatı, normal insani buudların üzerinde cereyan eder. Onun duyması, sezmesi, hisleri, arzu ve istekleri hep zirve noktalarda dolaşır. Mesela, nebinin şehvet hissi, normal insanınkinden kat kat fazladır. Efendimiz’in (sav) bu hususta, “Ben, sizin her birinizden 25 kat daha güçlüyüm” buyurması, sahih bir hadiste ifade edildiği üzere, Hz. Süleyman’ın bir gecede 90 küsur hanımla mübaşerette bulunabilmesi, bunun bir göstergesidir.”
*Evlenmeyiş nedenini şöyle açıklamıştır: "Ertesi gün erken vakitlerde bir arkadaş geldi ve bana şunu nakletti: "Akşam rüyamda Efendimizi gördüm. Size selam söyledi ve "evlendiği gün, ölür ve cenazesine de gelmem" buyurdu." Bu bir rüyaydı ama şahsım adına bu işarete saygılı olmaya çalıştım." (Fethullah Gülen, Bkz. Küçük Dünyam sf. 63) 
Fethullah Gülen’in tasavvurundaki “ilâhi nizam”a giden yolun, iki önemli dönemeci bulunmaktadır: “tedbir ve istihbarat”, “maarif ve şirket”. Yasadışı fethullahçı yapılanma, bu iki dönemeci aşmış; nihai hedefe doğru, -her ne kadar şeyhleri A.B.D.’ne hicret zorunda kalsa da- yol almaya devam etmektedir. Yüzlerce şirketin sağladığı milyarlarca dolarlık bir ekonomik kaynağın desteğindeki yurt içi ve dışı yüzlerce okul, dersane, üniversite ile binlerce yurt ve onbinlerce ışıkevi!.. Diğer taraftan, yasadışı yapılanmanın silahlı gücünü oluşturan; düşmana korku, müritlere dokunulmazlık ve güvenlik ile ülke imamına ve istişare kurulu üyelerine, devlet kaynaklarından son derecede önemli ve kesintisiz istihbarat akışı sağlayan -T.S.K.’ne alternatif- kimi emniyet mensupları!..
Fethullah Gülen için istihbarat birimlerinde kadrolaşmak niye bu kadar çok önemlidir?!. En önemli neden, bir türlü yeterince sızmayı başaramadıkları Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı silahlı ve de yasal bir güce sahip olmaktır. Adliye ve mülkiye kadrolaşması ise, bu gücü daha da pekiştirecek ve devletin içten ele geçirilmesini ya da bir başka ifadeyle devletin “kansız” teslim alınmasını temin edecektir.
Fethullah Gülen ve de genel olarak tüm nurcular için, Atatürk ve İnönü dönemi polisiye takibatlarından kaynaklanan bir ürküntü, hatta yaygın korku sözkonusudur. Ancak, iyi (!) bir polisten gördüğü yardım, Fethullah Gülen’in istihbarat konusundaki ufkunu değiştirmiştir:
“Edirne’den gelirken dosyam dolu gelmişti. Takibe maruz idim. Peşimde daima bir polis bulunuyordu. Fakat Cenab-ı Hak’kın bir lütfu, bu polis İmam Hatib’in orta kısmından mezundu ve benim de hemşerimdi. Erzurum’luydu”
“Adliye’de, Mülkiye’de veya başka bir HAYATİ MÜESSESEDE bizin arkadaşlarımızın mevcudiyeti, öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp öyle değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim O ÜNİTELERDE GARANTİMİZDİR. Bir ölçüde onlar bizim varlığımızın teminatıdır” (4).
“Türkiye’de önümüzü kestiler. Yürüyemiyoruz, orada durgun sular gibi bir de gölleşme imajı uyandıracaksınız. Zorlayacaksınız, yerinde yürüyor gibi yapacaksın. Çünkü durmak, hem de durgunluk paslanma meydana getirir.... bu Mülkiye’de de, Adliye’de de her zaman sözkonusu olur. Yürümeli, eğer biz tüm nabzı, kalbi dinledik. Baktık ki, geriye adım attıracaklar, bence adım atmam beklerim, fırsat kollarım. Yani her şey bir oyundur. Kung Fu gibi bir oyundur. Taek-wando gibi bir oyundur. Yani her zaman insanın hasmını bir yumruk vurup, yere yıkması şeklinde değildir. Bazen hasmından kaçmak bile çok önemli bir manevradır. Kuvvet dengesi yoksa, kuvvete başvurmayın. Çok iyi planlayacak, ona göre yürüyeceksiniz. Dışarıdan bizi korkaklıkla itham edeceklerdir. Allah bizim çaremize bakacak” (5).
“Devletle çatışarak bir yere gidemezdiniz. Demek devletin de, bu çok yüksek gayeleri gerçekleştirmek için belli bir kıvama gelmesi lazım. Devletin belli ölçüde, o kıvama geldiğini söyleyebiliriz... Bütün bu farklı kanaatleriniz halihazırdaki zemini değerlendirme açısından, körü körüne devlet düşmanlığı yapmanızı, devletle çatışmacı bir tavra girmenizi gerektirmez... Bizler evrensel bir mesajın hizmetkârlarıyız” (6).
“Evet, tırmanma şeridindeyiz; yükümüz çok ağır ve zirvelerde bizi görmeye tahammülü olmayan bir sürü hasmımız var” (7).
“Dava insanlarının münferit hareket etmeleri son derece sakıncalıdır....davaya zımni ve kapalı bir ihanettir” (8).
“Bu adliye için de aynen söz konusudur. Yani siz hâkim değilseniz, başka kuvvetler var bu ülkede. Değişik kuvvetleri hesap ederek öyle dengeli, dikkatli, tedbirli, temkinli yürümekte yarar var ki, geriye adım atmayalım. Zıplayacaksın, yerinde yürüyor gibi yapacaksın. Çünkü durmak sende durgunluk, paslanma meydana getirir. Bu açıdan hiç durmamalı. İşler en kötü duruma göre hesap edilmeli. İyi çıkarsa hızlı yürürüz. İyi bir maratoncu gibi koşarız. Bakarız ki tıkanmalar var bu defa da zıplarız, yerimizde zıplarız öyle durma yok bizde” (9).
“Arkadaşlarımızın mevcudiyeti İslami geleceğimiz adına bu işin garantisidir. Bu açıdan Adliye, Mülkiye veya başka hayati bir müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp öyle değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ülkelerde garantimizdir. Bizim varlığımızın bunlar nabzıdır. Zayiata meydan vermeyin. Daha bunun neye ihtiyacı var, nasıl takviye edilmeli, bu demeli, sürekli o araştırılmalı, daha bir takviye edilmeli, fakat mevcuttan da bir ölçüde taviz verilmemeli derken yani fevkalâde korumaya alınmalı, katiyyen zayiata meydan verilmemelidir. Bu açıdan bizim ister bu dairede, ister diğer dairede arkadaşlarımızın korunması çok önemlidir. Bu koruma mevzuunda işte arz ettiğim gibi belki işin esnekliğinden istifade edilebilir. Esnek olun, sivrilmeden can damarları içinde dolanın. Bu açıdan, diğer taraftan bu kanun ve kuralları kullanma, biraz önce anlattığım esneklik içinde, diğer taraftan bir kanun ve kural adamı olma imajını uyarmak, yani harfiyen riayet ediyor bunlar denmeli, denmeli ki muntazam terfilerin arkasında bir ölçüde bu vardır. Ve sizin ilerki dönemde daha hayati, daha önemli yerlere gelmenizin arkasında da bu vardır. Yani sivrilmeden mevcudiyetinizi hissettirmeden çok ilerilere gitmek, iş de bu iki müessesede olduğu gibi hayati, dinamik bir kısım müesseselerde söz konusudur. Ta ilerilere gitme, böyle can damarları içinde dolaşma ve eğer dönülüp gelinecekse yara alınmadan, hissettirilmeden dönüp geriye gelme meselesi geleceğimizin adına çok esaslı hususlardır” (10).
“Hâlâ bu sistem devam ediyor ve bu sistem içinde arkadaşlarımız istikbale yürüyeceklerdir. Öyleyse o sistemin püf noktalarını bilmeleri lâzım, keşfetmeleri lâzım, aşmaları lâzım, hava boşluğu gibi bu da meselenin diğer yanıdır. Bir diğer yanı da, ister adliyede, ister mülkiyede arkadaşlarımız gittikleri yerlerde daha rahat iş yapmaları, tutunmaları, büyümeleri, kaymakam iseler vali olmaları, sıradan bir hakim iseler, şayet taktir toplayan bir hakim olmaları, biraz orada da böyle taşra teşkilâtında, siyasi güçlerle, siyasi kuvvetlerle de belli ölçüde bize yüzde yüz ters olan insanlarla açık bir diyalog olmasa bile onlarla da böyle çatışmamalı, fakat az buçuk böyle aynı cephe sayabilecekleri yani duygumuza, düşüncemize, siyasi mülahaza ile bile sıcak bakan ve sizi bütün, bütün ret etmeyen bir çevre içinde mütalaa edebileceğimiz siyasiler vardır. Refahtan bugünkü manasıyla, DYP’ye kadar yaşayan bir şeydir, siyasi yelpazedir. Bu insanlarla çatışmadan onlarla aramızdaki farkı, müşterekleri ortaya koyarak, o çizgide belli bir münasebet tesisinde yarar var bence” (11).
“Meselâ geldi Mahmut Efendi, sizin kafanız gide gide onların mübarek sarıklarına, cübbelerine takılır. O önemli bir vazife ...gören o zat, bana göre çok önemli, ama hayatı bazı ünitelerinde, bazı sahalarında, bazı kimselerin öyle olmasında yarar var yani, hazret o hususa kilitlenmiş olduğundan dolayı o işin dışındaki işler Allah kapalı tutuyor olabilir ona, neden yani, demiştir ki benim Mahmut’cuğum sen fazla dağılma o türlü şeylere, sen çarşafı, sen şalvarı, sen cüppeyi, sen sarığı propaganda et. Bu çok lüzumlu. Hakikaten gençler için fena duygulara, fena düşüncelere karşı sakal kadar koruyucu, başka bir sütre yoktur, şalvar da o sütre yanında ayrı bir sütredir, cüppe de ayrı bir sütredir. Mahmut Efendi’nin sizin gözünüze ilişen şalvarına, sarığına, sakalına, gözünüze iliştiği zaman bile bu meselenin makûl mahmilini bulacak, çözeceksiniz. Kaldı ki, onun için bu yana bakın, tenkit edeceğiniz yani sizin böyle olunca meselâ EMNİYET TEŞKİLÂTINA nasıl girecek bu insanlar, bu insanlar nasıl VALİ olacaklar, KAYMAKAM olacaklar, birader takılma, onu sen yetiştir, başkası yetiştirsin” (12).
“İster maddi güçleri bakımından, isterse kendi ülkelerindeki güç kaynakları ve gücü temsil eden kaynaklar bakımından, isterse maddi güçleri bakımından, isterse ilim mahfilleri açısından, isterse toplumun büyük kesimlerine, büyük kısımlarına, bu duygu ve düşünceyle ulaşma açısından, belli bir noktaya, belli bir kıvama gelecekleri ana kadar, bu şekilde hizmete devam etmeleri şart, zaruri, lüzumlu. Yanlış bir şey yapar, kıvama ulaşılmadan, özleriyle tam bütünleşmeden, gereken mesafe alınmadan, bir kısım erken huruç diyebileceğimiz çıkışlar yapılırsa, dünya başlarını ezer ve müslümanlara Cezayir’deki hadise gibi yeni bir hadise yaşatırlar. Suriye’deki gibi 82 vak’ası gibi bir fecaat ve fezaat yaşatırlar.... Bir yanlışlık bize falso yaşatır ve bu falso ile yediğimiz mağlubiyeti telafi edemeyiz, yanlışı telafi edemeyiz. Bu sefer onlar sizi kıskıvrak derdest eder, bir daha belinizi doğrultmanıza fırsat vermezler hafizanallah.... Dünya firavunlar çağını yaşıyor, toprak firavun bitirmek için pek münbit, öyle bir dönemde tam özünüzü bulabileceğiniz , kıvama gelebileceğiniz ana kadar, dünyayı sırtınıza alıp taşıyabilecek güce ulaşabileceğiniz ana kadar o gücü temsil edeceğiniz elinizde olacak ana kadar, Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar her adım, erken sayılır, her adım 20 gününü doldurmadan yumurtayı kırma gibi bir şeydir, civcivleri terk eden kuluçka gibi, civcivleri doluya, fırtınaya terketmek gibi bir şeydir ve burada yapılan şeyler mikro planda dünyayla bir gün hesaplaşacak bu arkadaşların, hesaplaşma yollarını öğretme işidir. Talim ve terbiye işidir, böylesine feleğin çemberinden geçenler inşallah geleceğin fikir işçileri olarak kendi dünyalarını kuracaklar, feleğin çemberinden geçmeyen insanlar kendi acemiliklerine, toyluklarına takılacaklar ve tabii kendi ülkeleri de kendilerinden zarar görecek. Biz buyuz, sesimiz soluğumuz bu, bunca kalabalık içerisinde duygu ve düşüncelerimi sözde mahremce anlattım ama size mahremiyete sadık, mahremiyet mevzuunda hassas duygularınıza sığınarak anlattım. Biliyorum ki, elinizdeki meyve suları, boş kutularını dışarı çıkarken, bir çöp kutusuna attığınız gibi bu düşünceleri de açık olma yoluyla çöp kutularına atıp gideceksiniz, arz edebildim mi evet, sırrım senin esirindir söylersen esiri olursun” (13).
hatırlatma, bir kere daha hatırlatma demektir. Arz edebiliyor muyum? İşte bu da düşmanı tahriktir, bence. Yani hasımlarınızı tahriktir, şimdi evlerinizde hani bu durumun çok iyi alınması, değerlendirilmesi her zaman sözkonusudur. Sizi biliyorlardır ama, merdivenleri çıkarken ben şahsen evlerde kaldığımız zaman ayaklarımın altının lâstik olmasına dikkat etmişimdir, yani tak tak takunyalarla değil, ayağımı bastığım zaman alttakine duyurmayacağım şekilde lâstik ayakkabılarla o merdivenleri inip çıkmaya tercih etmişimdir, o sandalyeye dikkat etmişimdir” (14).
“Ama her doğruyu her zaman söylemek doğru değildir.... Dünya sizi yakın takibe almışsa, böyle sadece söz yanı ağır, ağır olan, söz yanı ağır diyorum, iddia yanı ağır olan o tür şeylerle, koskocaman bir dünyayı tahrit etmiş, üzerinize saldırtmış, yaşama hatta dini neşretme şartlarını ağırlaştırmış, hizmet atmosferi içinde yaşanmaz hale getirmiş oluruz ki, o davaya samimiyet ve sadakatinizden daha çok, ihanetiniz manasına gelir...” (12).
“... Halbuki gündem belirlemek ve hadiselerin nabzını elde tutabilmek için devamlı fikir ve düşünce üreten bir ‘Kadro’ya ve bu düşünceleri pratiğe dökebilecek ‘dinamik insanlara’ ihtiyaç vardır. Tabii bütün bunlar, birer plan ve program gerektiren işlerdir. Sonra bu düşüncelerin hayata geçirilmesi için vasat ve ortamın müsait hale gelmesi de şarttır. Demek oluyor ki meselenin bir düşünce ve fikir olarak hazırlanması, bir de bu düşünce ve fikirlerin hayata geçirilmesi yönleri var. Biz bunların bütününe plan ve program diyoruz” (13).
“Dengeli bir hizmet eri, söyleyeceği şeyleri hemen söylemez. O bilir ki, söylenmesi gereken her şeyi şimdi söylerse, kendisine hayat hakkı tanımayanlar çıkabilir. Şartlar aleyhinde ağırlaştırılabilir, dolayısıyla da sıkıntılı bir atmosfere düşebilir” (14).
“Herhangi bir hizmette bulunan ve bir hizmeti temsil eden kimseler için, tehlikeli bir takım düşünce ve davranışlar vardır. Bunlar bazen çok masum görünseler de, hizmet erleri için tehlike arzederler... En gizli ve en masum düşünce ve mülahazalarımızın dahi ciddi bir kontrole tâbi tutulması gerekmektedir (Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla, C. 1, s. 145-46)”.
“Din-i mübin-i İslâm’a hizmet eden herkes neferdir. Dolayısıyla, bu hizmette askeri disiplin çok önemlidir. Şeklen asker değiliz ama, ruhen askeriz ve öyle de olmalıyız, hatta öyle olmak mecburiyetindeyiz. Bu sebeple, İslâmi hizmetlerde nefer olduğunu idrak edemeyen ve neferliğe ters tutumlar içine giren herkes, mutlaka, ama mutlaka bunun cezasını çeker” (15).
“Taktik ve stratejiler söylenmez. Söylendiği an, onun bir taktik olma hüviyeti ortadan kalkar. Stratejiler sadece tatbik edilir. Bazan da bu stratejinin işin başında bulunan insandan başka kimse tarafından bilinmemesi gerekir” (16).
“Nihai hedefe ulaşana kadar, yani sonuca ulaşıncaya kadar, her yöntem, her yol mübahtır. Bunun içerisine yalan söylemek de, insanları aldatmak da girer” (17).
“Siz bir sivilsiniz, silahlarınız yok, kuvvet ve kudretiniz de sermayeniz kadar ... oysa askerde tek başına bile olsanız, iktidarınız, silahınız, ferdi kabiliyet ve cesaretinizin yanı sıra, içinde bulunduğunuz birliğin kuvvet ve iktidarını da yanınızda bulur ve yerinde bir paşayı, hatta bir orduyu bile esir edebilirsiniz” (18).
“Öyleyse, geleceği kucaklayıp planlayanlar, oturup onu bekleyeceğine, kendilerini ona asker olarak yetiştirme gayreti içine girmelidirler. Tâ ki geldiğinde hazır olan askerinin başına geçebilsin” (19).
“Evet, Allah Rasülü etrafında her zaman işte böyle serdengeçtiler oldu, fakat o, hayatının hiçbir anında, ama hiçbir tedbirde kusur etmedi. Kuvvet dengesinin olmadığı bir yerde ortaya atılmasının hezimet ve mağlubiyetle neticeleneceğini herkesten iyi değerlendirdi ve bu sebeple de stratejisini hep temkin ve tedbir ile örgütledi” (20).
"İhtiyat, bir iş ve bir hamlede zarar ihtimallerine karşı ve maruz kalınan musibetler neticesinde ah u vaha düşmemek için ehemmiyetli bir davranıştır. Sebeplere tevessülde gerekli hazırlığı yapmamış nice müteşebbis vardır ki, neticede ya dizini döver ya da kadere taş atar.... Bir hamle ve teşebbüste hedef alınan netice ne kadar büyükse, o uğurda gerekli görülen tedbirlere riayet de o nispette ehemmiyetlidir.... İhtiyatlı olma, korkup geriye durmaktan tamamen farklı olduğu gibi, tedbirsizce davranışların da cesaret ve yiğitlikle hiçbir alakası yoktur.... Her kötü haslet gibi, sırf bir aldatmaca olan kitle ruh haletiyle yine kitle avına çıkmak, Batının bize armağan ettiği şeylerdendir. Bu sakat ve nesebi gayrisahih düşünceyi benimseyenlere göre, bir yumurtanın başında bir sürü 'gak gak gıdak' normal görülse de, bize göre her milli mesele, bir mercan sabrı ve sessizliği içinde, en kuytu yerlerde ve mercan kuluçkalarının ızdıraplı, fakat gürültüsüz hallerine uygun bir çizgide cereyan etmelidir" (21).
“Sizin gibi düşünmeyip farklı dünya görüşüne sahip karşısına acele çıkılmamalı... Yoksa bizim gibi düşünmüyorlar diye bir bir uzaklaştırılan veya uzaklaşan bu gayr-ı memnunlar, dev dev kitleler meydana getirerek karşınıza çıkıp sizi yerle bir edebilirler” (22).
“Evet, denge gözetilmediğinde, hezimet ve mağlubiyetin kaçınılmaz olduğu şartlarda kahramanlık gösterisi sadece ihanettir” (23).
“...bir yandan hasım cepheyi, mükemmel işleyen HABERALMA TEŞKİLATIYLA içinden tanırken, öte yandan da hasım cephenin aynı faaliyetlerine kendi içimizde sürdürmesine müsaade edilmemeli ve imkân tanınmamalıdır.... Evet, devlet ve milletin bekası ve hayatiyeti adına önem arzeden her dinamiğin üzerinde etraflıca durmalı, bu dinamikleri sistematik hale getirmeli, günümüzün teknolojik imkânlarından da faydalanarak bu faaliyetleri gerçekleştirmeli ... ve bilhassa HABER-ALMA hususunda her zaman hasım cephenin çok önünde olunmalıdır” (24).


“Cihad bir hayır kapısıdır; o kapıdan giren iki hayırdan birine mutlaka kavuşacaktır. Evet, ya şehid olup ebedi bir hayat, ya da gazi olup hem dünya, hem ukba nimetlerine kavuşacaktır. İşte bu cihadda bir de böyle bereket var.... Cihad sözcüğü; içinde bulunulan asır ve şartlara göre değişkenlik arz eden geniş kapsamlı bir kelimedir. Gün olur, mal-mülk her şey feda edilerek bu vazife yerine getirilir, zaman gelir, yollar gider bir can pazarına ulaşılır ve can alınır verilir”(40) .
“Cihad, bir müminin uğruna canını feda edebileceği en tatlı bir mefkûre ve en yüksek bir idealdir. Zira mümin kendi teri içinde boğulmaya veya kendi kanı ile abdest alma gibi bir payeyi ancak cihadla elde edebilir” (41).
“Bu mesuliyetin yerine getirilmesinde hayatımız bile söz konusu olmayabilir. Esasen bu mukavelenin önemli bir buudunu da ölümü göze almak teşkil etmektedir” (42).
“Evet, her ferd, ben niye fiili mücahedenin önünde, ön cephede, ölüm ilk defa kendine gelecekler arasında ... yerini alamadım dememesi ve bu teessürü vicdanında duymaması için şimdiden kendini şartlandırmalıdır. Evet, artık söz değil, hamle ve aksiyon devri” (43).
Fethullahçı takiyyecilerin iddia ettikleri gibi, cihaddan murat, insanın kendi nefsiyle mücadelesiyse, kanla abdest alma, can pazarında can alınıp verme, mezhep terörü, hizbullah övgüsü de, herhalde bu mücadelenin, masum (!) ve iyiniyetli (!) ritüel ve taktikleri olsa gerek...


Fethullahçı istihbaratçıların deyimi ile, “hocaefendiye ve ışık ordusuna dil uzatanlar, sonradan geleceklere de emsal olacak biçimde pişman edilmişlerdir”. İşte, Saral’ın Polis Akademisi ve Polis Koleji’ndeki fethullahçı örgütlenme ile ilgili değerlendirmelerini içeren, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yaptığı suçduyurusu niteliğindeki 30.04.1999 tarih ve 2691-99 (B.05.1.EGM.4.06.00.06) sayılı yazısından bazı alıntılar:
“IŞIK TARİKATI adı altında örgütlenen Fethullah GÜLEN ve teşkilâtımız içerisindeki uzantılarının Polis Koleji, Polis Akademisi ve Emniyet Teşkilâtı içerisindeki örgütlenmesi ile ilgili yapılan çalışmalarda;
Polis Kolejine ve Polis Akademisi’ne daha önceden özel olarak eğitilmiş örgüt içerisinde yer alan şahısların rahatlıkla girebildikleri, bu şahısların okul içerisindeki öğrenciler tarafından İmam olarak adlandırdıkları ve mezkûr yapılanma içerisinde yer alan sınıf komiserleri aracılığı ile ayrı ayrı sınıflara dağıtıldıkları, bu sınıflarda sınıf imamı veya devre imamı olarak faaliyet yürüttükleri, iyi bir aile terbiyesi ve din eğitimi almış öğrencileri samimi yaklaşımlarla taraflarına çekmeye çalıştıkları, imam olarak adlandırılan şahıslar tespit etmiş oldukları öğrencileri, başlangıçta, dışarıda sivil vatandaşların evlerine götürerek sıradan bir aile ya da muhabbet ortamı sağlamak suretiyle video filmleri izlettikleri, sonraki aşamalarda özenle hazırlanmış ev yemekleri ikram edildiği, çay sohbetleri yapıldığı, birlikte namaz kılındığı, böylelikle samimi bir ortam yaratılarak öğrencilerin geçmişi ve aile yapıları hakkında bilgi edindikleri, öğrenci imam olarak faaliyet gösteren öğrencilerin aynı yapılanma içerisinde bulunan sivil vatandaşlar ile sürekli irtibat halinde bulundukları, bu şahısların genelde üniversite öğrencisi oldukları ve kendilerine abi diye hitap ettikleri, ayrıca bu şahısların kod isim kullandıkları,
Zaman içerisinde faaliyetlerin daha rahat yürütülebilmesi için, örgüt içerisinde yer alan sınıf komiserlerinin aracılığı ile boş ya da kol faaliyetlerinin yürütüldüğü odalarda çay ve bisküvi ikram edilmek suretiyle uygun bir sohbet ortamı vasıtasıyla güven sağlanarak yakın arkadaşlık ilişkilerinin geliştirildiği ve kendilerine yakın hissettikleri öğrencileri de bu ortamlara çağırıp, cazip teklif ve telkinlerle ikna etmeye çalıştıkları,
İkna edilen öğrencilerin hafta sonu çarşı iznine çıktıkları zamanlarda, örgüt içerisinde yer alan esnafların dükkânlarından faydalanmak suretiyle resmi elbiselerini değiştirerek sivil elbise giydikleri, birer ikişerli gruplar halinde örgüt içerisinde yer alan sivil vatandaşların evlerine gittikleri, gidilen yerlerde Fethullah GÜLEN’in video kasetlerinin seyredildiği, namaz vakitlerinde birlikte namaz kıldıktan sonra Said-i Nursi’nin Risalelerini okuyup birlikte ders çalıştıkları ve Fethullah GÜLEN’in kitapları hususunda derinlemesine eğitime tâbi tutuldukları, genelde bu evleri 7-8 kişilik gruplar halinde kullandıkları, bu öğrencilerin kullandıkları evin, ev sahibini görmedikleri ve kasıtlı olarak tanıştırılmadıkları, bu evlerden sadece dışarıdan abi diye hitap ettikleri üniversite öğrencilerinden 1 ya da 2 kişinin bulunduğu, planlı bir şekilde hareket ettikleri, gizliliğe önem verdikleri, hafta sonu programları, devre imamlarının talimatı doğrultusunda sınıf imamları vasıtası ile öğrencilere iletildiği, okula dönüş saati yaklaştığında tekrar birer ikişer kişilik gruplar halinde evden ayrıldıkları ve tekrar üzerlerini değiştirdikleri esnaflara giderek resmi üniformalarını giydikleri, bu evlerin Işık Evleri veya Işık Kışlaları olarak adlandırıldığı ve tamamen bu yapılanma içerisinde bulunan öğrencilerin ihtiyaçlarının karşılanması için sivil vatandaşlarca tahsis edildiği, bir evde bulunması gereken her şeyin bu ışık evlerinde mevcut olduğu, Polis Akademisi’nde sahte belgeler ile evci çıkan öğrencilerin bu evlerde ikamet ettiği,
Ancak, Fethullah GÜLEN ve örgütünün deşifresine yönelik başlatılan çalışmalardan sonra tedbir gereği bu evlerin bir çoğunun boşaltıldığı, bazılarının aile evlerine dönüştürüldüğü ya da aile evleri ile okul içerisinde örgütlenme faaliyetlerine hız verildiği, buna paralel olarak hasım cephe ya da muhalif cephe diye adlandırdıkları kesimlere karşı hile , iftira, yıpratma ve saldırı kampanyalarını hızlandırdıkları, hatta daha da ileri giderek abi ve imam adı verdikleri şahısları gerek teşkilâtımız içerisinde, gerekse diğer bazı kamu kurum ve kuruluşlarının üst düzey yöneticileri ile bazı siyasi parti yetkilileri ve temsilcilerine göndermek suretiyle yanlış ifade ve telkinlerle konular çarpıtılarak hasım cephe diye adlandırdıkları kişiler aleyhinde yoğun bir kampanya başlattıkları,


Okul içerisinde imamlar haricinde öğrencilerin birbirleri ile irtibat kurmadıkları, ast üst ilişkilerine çok dikkat ettikleri, öğrencilerin sorunlarını imamlar vasıtasıyla aynı yapılanma içerisinde bulunan sınıf komiserlerine ilettikleri, kendilerine yakın olan kimselerin disiplin cezalarını iptal ettikleri, sınıf ve devre imamlarına okul içerisinde bir sorumluluk verilmediği, (Sınıf Mümessilliği, Baş Mümessillik, Yemekhane, Yatakhane Sorumluluğu gibi) ancak bu imamların uygun gördüğü öğrencilere okul idaresi tarafından bu tip sorumlulukların verildiği, hatta bu sorumlu öğrencilere birer oda tahsis edip örgütlenme faaliyetlerine kolaylık sağlandığı,
Polis Kolejinde kendi yanlarına çekemedikleri öğrencilere genelde komünist dedikleri, diğer öğrencilerin de onlara karşı cephe almalarını sağladıkları ve o şahıslarla arkadaşlık yapılmaması için ellerinden gelen her türlü gayreti gösterdikleri, ayrıca bu öğrencilere öğretmenler ile sınıf komiserleri aracılığı ile baskı uygulattıkları, sınıfta bıraktırma, disiplin cezası verdirme hatta okuldan attırma cihetine kadar gittikleri, böylelikle psikolojik bir üstünlük sağlayarak okul içerisindeki faaliyetlerini daha rahat yürüttükleri,
Yaz tatillerinde örgüt mensupları aralarındaki bağın soğumaması ve öğrencilerin sosyal yaşantı içerisine girmesini engellemek için ailelerinden izin alabilen öğrencilerin, Ege ve Akdeniz Bölgesinde bulunan, örgüt tarafından kiralanan Işık Kışlalarında yoğun bir eğitime tabi tutuldukları, haftada bir veya iki kere deniz sahilinin tenha bölgelerinde denize girmelerine müsaade edildiği, yine haftada bir veya iki kere pikniğe gittikleri, yaz programlarda sivil vatandaşlardan abi diye hitap ettikleri ve kod isim kullanan şahısların bu evlere gelerek eğitim faaliyetlerini kontrol ettikleri,
Okul içerisindeki yapılanmanın grup, sınıf ve devre imamı olmak üzere hiyerarşik bir şekilde oluşturulduğu, Polis Akademisi’ni bitiren öğrencilerin başlamış olduğu görev yerlerine göre, yeni gruplar oluşturularak imam kadrolarını belirledikleri, imamların genelde üst rütbeli şahıslardan seçildiği, mezun olan öğrencilerden maaşa geçtikten sonra, bekar olanlardan maaşının 1/5’i, evli olanlardan ise 1/10’u nispetinde himmet adı altında para topladıkları,
Son günlerde takiyye kuralı gereğince tedbirler geliştirerek komünist diye adlandırdıkları kendilerinden olmayan öğrencilere yakınlık göstermeye başladıkları ve onlarla dost olmanın yolunu aradıkları,
Yapılan sohbetlerde Kur’an-ı Kerim’den ayetler ve hadislerden örnekler verilerek Fethullah GÜLEN’i, ahir zamanda gelecek MEHDİ olarak gördükleri, zaman zaman Atatürk ve devrimleri aleyhinde konuşma, açıklama ve eleştiri yapılmakla birlikte 28 Şubat kararlarından sonra takiyye ve tedbir gereğince Atatürk sevgisi verir gibi davrandıkları, okuldaki namazların şafi mezhebindeki gibi, cem şeklinde yani öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsı namazını birleştirmek suretiyle kıldıkları, değişik ortamlarda birbirleri ile şifreli konuştukları,
Bu faaliyetlerde bulunan öğrencilerin Ankara’da Demetevler, Keçiören, Yenimahalle, Cebeci, Etlik, İskitler ve Dikmen bölgelerindeki evlerden faydalandıkları yolunda bilgiler elde edilmiş olup, konunun daha da netleştirilmesi ve belirlenen ışık evleri ile ilgili çalışmalarımız sürdürülmekte olup, gelişmeler peyder pey bildirilecektir”.
Yine Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün 18.3.1999 tarih ve 1820-99 sayılı bir başka yazısında, Fethullah Gülen’in polis adayı gençlere, Polis Akademisi ve Koleji’ne yönelik ilgisinin gerekçeleri, şu cümlelerle değerlendirilmiştir:
Fethullah GÜLEN, alışılmış “Din Adamı” profilinden uzak, din adına farklı söylemleri bulunan, kimi zaman “Sfenks” kadar sessiz, kimi zaman Atatürk’ü övmeye gerek duyan, kimi zaman 8 yıllık eğitime destek verecek kadar reformcu, rejim yandaşı ve aydın bir düşünür, kimi zaman farklı dinlerin temsilcilerine dünya barışı adına çağrılar yapacak, hatta papa ile fikir teatisinde bulunabilecek kadar da enternasyonal yanı güçlü biri olarak görüntüler vermektedir. Tarikat mensupları da, baş imam Fethullah GÜLEN’den aldıkları fetvalar doğrultusundaki davranışları ile, kendi düşüncelerinin zıttı olanlara karşı “hile mübahtır” yöntemi ile tedbirler geliştirmektedirler.

Kendisi de Polis Koleji ve Polis Akademisi’nde yedi yıl süreyle eğitim gören gazeteci Zübeyir Kındıra, yaşadıklarını ve araştırmalarını anlattığı “Fethullah’ın Copları” adlı kitapta, bu eğitim kurumlarındaki fethullahçı kadrolaşmayı, 1979’dan bu yana günümüze kadar getirmektedir. Kındıra, en güncel bilgi ve belgelerle de desteklediği kitabının “Sunuş”unda, konunun önemini şöyle vurgulamaktadır:
“Polis Koleji’nin uygun ikliminde, bir çoğumuz, daha ilk hafta sonu izninde, bu Fethullahçı topluluğun içinde, nereye ve neden gittiğini bilmeden bir ‘Işık Evinde’, ‘Said-i Nursi’ risalesi dinlerken buldu kendini Bazılarımız okula döner dönmez, üst sınıflara ya da komiserlere durumu anlatıp ‘korunmaya’ alındı. Ama yalanlarla, gizlice götürüldüğümüz o evleri, orada yaşadıklarımızı ve o günleri hiç unutmadık.
Ben de o evlerden birine götürülenlerdenim. Aradan 21 yıl geçmesine karşın, o günü hiç unutmadım. Daha sonra yaşadıklarım da o günün unutulmasına engeldi. İlk denemelerinin ardından, bu kişilerin gerçek niyetini anladım ve hemen uzaklaşıp, kurtuldum. Benim gibi bir çok arkadaşım da bu topluluktan uzak durdu. Ama benimle birlikte o gün o eve gidenlerin bir çoğu iyi birer Fethullahçı oldular. O gün, o evde, benim ilk namazımda yanımda duranlar ve onların anlayışı tarafından Emniyet Teşkilatı’ndan uzaklaştırıldım.
Yıllar sonra, gazeteci olarak o gün, o evde benimle birlikte olanların, Emniyet Teşkilatı’nın en kritik üst yönetimlerinde bulunduklarına, hiç de şaşırmadan, tanık oluyorum. Polis içine ‘Fethullahçı tohumu’ atılmasının ilk günlerine tanıklık etmiş daha sonra, ‘kendilerinden olmayanları saf dışı bırakma’ yöntemlerini yaşamış biri olarak, laik ve demokratik düzene yönelik tehlikelerden biri olduğuna inandığım, ‘bu arkadaşlarımın’, ‘eski mesletdaşlarımın’ gün ışığına çıkmadan, hak etmedikleri makamlarda oturmalarına ve toplumu yanlış yönlendirmelerine izleyici kalmak, en azından yaşadıklarıma haksızlık olurdu. Bu çalışmayı yapmaya karar vermemdeki en büyük etkenlerden biri de budur...
Polis içindeki Fethullahçıların bir bölümünü ve Polis Koleji ve Akademisi’nde bulunduğum yıllarda ‘Işık Evleri’ne giden ve öğrenci götürenleri anlatmaya çalıştığım bu kitap içerisinde, yaşadıklarım ve tanık olduklarım ve gazeteci olarak araştırdıklarım var. Bazı bilgiler doğrudan anılarımdan, büyük çoğunluğu ise polis içindeki dostlarımdan ve belgelerden...” (49).

Fethullahçılar, bugüne kadar A.B.D. derin devleti (NSA, CIA, FBI, SDDS, NSC vd.) ile ilişkilerini inkâr edecek bir açıklama yapmaktan sürekli kaçındılar. Hatta bu tür şüpheleri, hem de hocaefendilerinin ağzından ‘dünya jandarmasının arkalarında olduğu’ kanısını uyandıracak, kamuoyunda kendilerine daha bir olağanüstü güç hamlettirecek açıklamalarla artırmak için özel çaba sarfettiler (4).
Diyelim ki böyle bir durum yok, ileride takiyye yaparak bu girift ilişkiyi inkâr edebilirler. Şimdi, fethullahçı yapılanmasının istihbarat tekniğine dayalı kısa bir irdelemesi, sizleri olası bir inkârın tüm dayanaklarını ortadan kaldıracak verilere götürecektir. İsterseniz en basitinden başlayalım, daha teknik ayrıntı ve bilgileri DGM Savcısı ile Askeri Savcıya bırakalım:
a) Hocaefendilerin tümünü ‘masum’ varsayalım: A.B.D.'nde ikâmetin yasayla belirlenmiş katı koşulları bulunmaktadır. Hiç kimse yasal olarak, resmi başvuru yapmaksızın ve de gerekçesini belgelemeksizin -defactor statüsü hariç- bu ülkede altı aydan uzun bir süre kalamaz. Kaldı ki bu hocaefendilerin en ünlüsü, Haziran 1999'da Show TV'de Reha Muhtar'a yaptığı bir saati aşan açıklamada, 14 gün sonra Türkiye'ye döneceğini taahhüt etmiştir. Tabii ki hem de kamuoyuna yapılan bu taahhüt sahibi tarafından bugüne kadar hâlâ yerine getirilmiş değildir. Hocaefendilerin tümünün yeşil karta sahip olmaları teknik açıdan olanaksız, çünkü yasal koşullar uymamaktadır. Bu ülkede yaşayanlar, sıradan insanlar için lotarya şansı (!) dışında yeşil kart almanın zorluğunu ve formalitelerini çok iyi bilmektedirler. Gerçekte, ABD'de derin devlet koruması altındaki hocaefendilerin, ‘kaç!’ komutunu aldıkları andan itibaren CIA ‘İltica ve Taraf Değiştirme Departmanı’nın acil (exfiltration) planına dahil olarak kendilerine tanıdığı kolaylıklardan yararlandıkları bilinmektedir. Bu arada, Merve Kavakçı gibi ABD vatandaşlığına alınmışlarsa o başka. O zaman her şey apaçık ortada olacağı için bu irdelemenin ayrıca bir anlamı kalmaz. Bu arada, ABD Büyükelçiği ve Konsoloslukları, hocaefendilerini ziyaret amacıyla cemaatten usulüne uygun gönderilen tüm ziyaretçilerin vize problemini -10 yıllık vize vererek- çözümlemektedir. Cemaatten sızan bilgilere göre, cemaate dahil dış ticaretle iştigal eden tüm şirketler, temsilcilik açarak bu ülkeye sermaye aktaracakları taahhüdünde bulunmuşlardır. Hocaefendinin haleflerinden biri olan Amerika Kıta İmamı ve aynı zamanda cemaatin ABD Başkanı İ. İsmail Büyükçelebi, -Başkanlık (imamet ve riyaset) merkezi New Jersey'de bulunmaktadır- ülke (yeni vatan) çapındaki sistematik örgütlenme çalışmalarına 11 Haziran 2000'de ABD'nin en kuzeybatısındaki Seattle'daki bölge toplantısı ile start vermiştir. Bugüne kadar daha ziyade saf insanlarımızdan para çarpmak için düzenledikleri himmet toplantıları, örgütlenme toplantıları ile çeşitlilik göstermiş bulunmaktadır. Aynı toplantıların Kanada'yı da kapsayacağı, cemaatin burada da sermaye aktarımı yoluyla göçmen vizesi kolaylığından faydalanarak koloniler oluşturacağı önesürülmektedir. Zaman gazetesinden Nuh Gönültaş'ın deyimi ile ‘Amerika'nın zorunlu keşfi’ başlamıştır. Herhalde hocaefendileri, tarihe pekçok sapkınlıklarının yanısıra, müritlerinin ikinci Kristof Kolomb'u olarak da geçme niyetindedir...
b) Hocaefendilerin aldıkları ilkokul mezunu emekli maaşı ile bunca süre ABD'de nasıl -hem de Mayo Fethullahçı Kliniği dahil- tedavi görüp, 24 saat süreyle doktor gözetiminde nasıl kalabildiğini; çiftlikte rutin harcamaların yanısıra, kâhya, aşçı gibi personelin maaşlarını nasıl ödeyebildiğini; her hafta onlarca, bazen yüzlerce misafirin ağırlama masrafını nasıl karşılayabildiğini kerametle açıklayan müritlere inanmak ne derecede olanaklı?!. Keza, ilkokul mezunu olmanın verdiği yabancı dil düzeyi (!) ile İngilizcenin güncel terminolojisini de kullanarak ‘Fountain’ dergisine yazdığı akademik (!) düzeydeki makalelerin kerameti -her ne kadar inanmasak da- nereden geliyor? Amazon şirketi, ingilizce yazılmış kitaplarını nasıl pazarlıyor? CIA ile organik dayanışma içindeki ABD üniversitelerinden hangilerinde hocaefendilerinin bilimsel (!) çalışmaları ile ilgili onlarca doktora çalışması yürütülüyor? Paul Henze, Graham Fuller, Lois Freeh, Carey Cavanaugh gibi ünlü istihbaratçı ve malûm kişilerle, hatta çiftlikte beraber kalıp, eyaletleri birlikte gezdikleri istihbarat memurları (handolder) ile hangi dil düzeyi ile iletişim kuruluyor? Hiç şüphesiz bunlar küçük ve önemsiz sorular.
c) Fethullahçı yapılanma, CIA'nın öngördüğü tarikat (sözde sivil toplum cemaati) modeline -Mormon, Moon, Scientology vd. gibi- tıpatıp uymaktadır. Modelin amacı, tarikatları, birer sivil toplum örgütü (NGO) olarak yeniden yapılandırmak; küreselleşme sürecinde mevcut düzene karşı çatışma görünümü yaratmadan uysallaştırmak... Öncelikle müridin toplumsallaşması ile başlatılan süreç, suya bir taşın atılmasıyla oluşan halkalar gibi müridi kuşatan çevreler yaratmaya dayanıyor. Bu çevreler; sosyal çevre/yakın çevre olarak ailenin ve müridin içinde bulunduğu bir anlamda özel 
Fethullahçılar, bugüne kadar A.B.D. derin devleti (NSA, CIA, FBI, SDDS, NSC vd.) ile ilişkilerini inkâr edecek bir açıklama yapmaktan sürekli kaçındılar. Hatta bu tür şüpheleri, hem de hocaefendilerinin ağzından ‘dünya jandarmasının arkalarında olduğu’ kanısını uyandıracak, kamuoyunda kendilerine daha bir olağanüstü güç hamlettirecek açıklamalarla artırmak için özel çaba sarfettiler (4).

1. Fasıldan Fasıla kitabının 3. Cilt 144’üncü sayfasında şunları yazıyor: “Hâsılı, herkes kelime-i şahadeti esas alarak etrafındaki insanlara bakış açısını yeniden ayarlamalı. Hatta onun birini söyleyip diğerini, yani “Muhammed’ ün Resulallah”ı söylemeyen insanlara bile, rahmet, merhamet nazarıyla bakmalı. Çünkü hadislerde anlatıldığına göre, Allah’ın o engin rahmeti ahirette öyle tecelli edecektir ki, şeytan bile: “Acaba ben de istifade edebilir miyim?” diye ümide kapılacaktır. Şimdi böyle bir rahmet enginliği karşısında, cimrilik yapma, o cimriliği temsil etme bize yaraşmaz. Hem bize ne? Mülk O’nun, hazine O’nun, kul O’nun. Öyleyse herkes haddini bilmeli.”

2. Hoşgörü ve Diyalog İklimi kitabının 241. Sayfasında (Kitaba Ali Ünal ve Ahmet Kurucan önsöz yazmıştır) şöyle diyor: “Bakın Kur’an-ı Kerim, ehli kitaba çağrıda bulunurken: “Ey kitap ehli! Aramızda müşterek olan bir kelimeye gelin, Allah’ı bırakıp da bazılarımız bazılarımızı Rab edinmesin.” ( Al-i İmran/64) diyor. Dikkat edin, bu mesajda “Muhammed’ün Resulallah” yok.”

3. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın yayınladığı Küresel Barışa Doğru (Kozadan Kelebeğe-3) isimli kitabında da şöyle diyor: “Yahudileri ve Hıristiyanları azarlayan ayetler, ya Hazret-i Muhammed sav döneminde yaşayan ya da kendi peygamberleri döneminde yaşayan bazı Yahudi ve Hıristiyanlar hakkındadır.” Hz RESULULLAH S.A.V zamanında ve zamanımıza kadar gelen süreçte yaşayanlar. Ve zamanımızda bulunan Yahudi ve Hıristiyanlar bu azarlamanın dışındadırlar. (Sayfa 260) 

4. İnsanın Özündeki Sevgi kitabının 220. sayfasında şöyle diyor: “Bir Yahudi’nin Hazret-i İsa’ya, dolayısıyla İncil’e ve Hz. Muhammed’le birlikte Kur’an’a inanması gerekmez. Yani bir Yahudi bunlara inanmasa da dindar sayılabilir. Bir Hıristiyan da, Hz. Muhammed’e sav Kur’an’a inanmasa da dindar kabul edilebilir. Çünkü bu dinler kendilerinden sonraki ilahi sistemleri, kitapları şümullerine almazlar. Bu sebeple Yahudilik ve Hıristiyanlıktan çıkan geniş ilahi din yelpazesinde kendine bir yer bulabilir. Bu yelpazede sığınacağı bir kitap, bir peygamber her zaman vardır ve dolayısıyla o bütün bütün tefessüh etmez. Bir mütefekkirin dediği gibi (Üstad Bediüzzaman’ı kasdediyor) “Bozulmuş süt gibi olur ve bir ölçüde bir işe yarar.”

5. Fethullah Gülen’in bir mütefekkir diye bahsettiği kişi Üstad Bediüzzaman Said Nursi’dir. Yahudi ve Hıristiyanların dinlerinde kalabileceklerine delil olarak gösterdiği Üstad’ın yazısının bu konuyla alakası yoktur. F. Gülen, Üstad’ın yazısını çarpıtmış ve mana olarak da tahrif etmiştir. Üstad Bediüzzaman Yahudi ve Hıristiyanların kendi dinlerinde kalabileceklerini katiyen söylememiştir. 

İslam dışı şer güçler Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili Risale-i Nur’da da bazı tahrifatlar yapmışlardır. Üstad Bediüzzaman’ın İşaratü’l İcaz adlı kitabının tercümesinde de bazı tahrifatlar vardır. Mesela, İşaratü’l İcaz adlı kitabında Fatiha tefsirinde bunu görmekteyiz. İşaratü’l İcaz adlı kitabın aslı Arapça olup, Üstad’ın kardeşi Abdülmecid’in yaptığı tercümede: “Gayrilmağdubi aleyhim veleddallin”in tefsirinde “dallin: sapıtanlar” tüm Hıristiyanlar olduğu halde araya “BİR KISIM” kelimesi ilave edilmiştir ve bu “BİR KISIM” kelimesi Arapça aslında yoktur. Bu küçük görünen iki kelime ise manayı tamamen değiştirmiş; Hıristiyanların ancak bir kısmı sapık büyük çoğunluğu hidayettedir gibi, Ehl-i Sünnet inancı dışında batıl bir itikadi görüşün, inancın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Üstad’ın ifadesiyle “Siyonist Yahudi bir ifsat komitesi” özel olarak bu ifsat işleriyle uğraşmaktadır.

6. Aynı kitabın 186. sayfasında (Zaman gazetesi aynı mektubu 10 Şubat 1998 günü yayınlamıştır) Papa ‘ya yazdığı mektubun başlığı şöyledir: “Pek Muhterem Papa Cenapları!..” mektupta yer alan ifadelerin bazıları şunlardır: “Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi (KCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz… İslâm yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır… Amacımız bu üç büyük dinin inananları arasında hoşgörü ve anlayış yoluyla bir kardeşlik tesis etmektir…” 

Şimdi, yukarıdaki maddeler halinde sıraladığımız F. Gülen’in sözlerini tahlil edelim:

1. F.Gülen birinci maddede yukarıda verdiğimiz yazısında; kelime-i şehadetin ikinci kısmını yani “Muhamedün Resulallah” söylemeyen, yani Peygamberimiz Sav’ e inanmayan, onun tebliğ ettiği İslam dinini kabul etmeyen kâfir, Hıristiyan, Yahudi vs. gibi her çeşit gayr-i müslimlere “RAHMET” nazarıyla bakmamızı öneriyor. Dikkat edin “RAHMET” kelimesi İslami bir ıstılahtır. “ALLAH RAHMET ETSİN” demek, Allah acısın, günahlarını affetsin, cennetine koysun manalarına gelir. Bu manada kâfir olan, gayr-i müslim olan Yahudi ve Hıristiyanlar için, Allah’ın “RAHMET”i olamaz. Müslüman olmayan Yahudi, Hıristiyan vs. gibi kâfirlerin her çeşidi cennete giremez, ebedi cehennemliktirler. F. Gülen’in birinci maddedeki ifadelerini okursanız, bir din alimi gibi değil de, sanki bir diplomat, bir politikacı gibi konuşarak konuyu çarpıtmış, demagoji yapmış, ama yine de maksadını gizleyememiştir. O maksatta şudur: Yahudilik ve Hıristiyanlık nesh olunmamış, yürürlükten kalkmamış olup halen yürürlüktedir. Yahudi ve Hıristiyanlar da dinlerinde kalarak İslâm’a girmeden, Allah’ın “RAHMET”i gereği cennete gireceklerdir. Bu birinci maddedeki F. Gülen’in yazısını böyle anladım. Başka türlü anlayan ehli ilim varsa hatta kendisi de bunu kastetmiyorsa beni uyarsınlar. Eğer kendisi bunu kastetmiyorsa cevap versin. Bir diplomat gibi demagoji yapmadan bir İslâm alimine yakışır şekilde açıkça açıklasın.

2. İkinci maddedeki yazısında F: Gülen; Al-i İmran suresi 64. Ayetin mealini verirken; “Dikkat edin bu mesajda “Muhammedün Resulallah” yok, yani Muhammed’e Sav’a inanın demiyor” diyerek bizim birinci maddeyi doğru anladığımızı teyit ediyor ve olumlu tevil etme yolunu da kapatıyor. Yoksa biz Müslümanlar İslami camia içinde muteber dini liderlerin hata yaptıkları zaman tevil imkânı varsa onu tevil ederek, o kişi hakkında hüsn-ü zannımızı muhafaza ederiz.

3. Üçüncü maddedeki yazısında da muğlâk ifadeler kullanmıştır. “Kur’an’ın azarladığı Yahudi ve Hıristiyanların, hepsini kapsamadığını, zamanımızdaki Yahudi ve Hıristiyanları kapsamadığını” söylemektedir. Burada F: Gülen o zamanki Yahudilerin lanetlenme hükmüne sebep olan illetin şu andaki Yahudi ve Hıristiyanlarda olmadığını kastettiğini tahmin ediyoruz. Bakara suresi 88. âyete göre Yahudilerin lanetlenme hükmünün sebebi-illeti inkârlarıdır. Bu illet kâfirler için geneldir. Bakara suresi 89. âyete göre de “Allah’ın laneti tüm kâfirlerin üzerindedir.” Yani Asr-ı Saadetteki Yahudi ve Hıristiyanlar da Peygamberimiz Sav’ in peygamberliğini inkâr ediyorlardı, şu andaki Yahudi ve Hıristiyanlar da inkâr ediyor. O zamanki ve zamanımızdaki Yahudi ve Hıristiyanların ve tüm kâfirlerin lanetlenme sebebi-illeti küfürleridir. Yani Yahudi ve Hıristiyanları lanetleyen ayetlerin hükmü Peygamberimiz Sav’den günümüze kadar gelen tüm Yahudi ve Hıristiyanları kapsamaktadır. Gülen’in bu görüşü “tarihselcilik” sapıklığının bir tezahürüdür ve bu ehlisünnet âlimlerince reddedilmektedir. Asr-ı Saadetten bu tarafa yüz binlerce akaid, hadis, tefsir ve fıkıh âlimleri böyle bir şey söylememiştir. Kendisi bu görüşü söylerken kaynak, delil göstermemiştir. 

KARADENIZLI TEMELLE HRISTIYAN MISYONER

Elmalılı Hamdi YazırA’râf / 180
Oysa en güzel isimler Allah'ındır. Bundan dolayı Allah'a onlarla dua edin. Onun isimlerinde sapıklık eden mülhidleri (inkârcıları) terkedin. Onlar yakında yaptıklarının cezasını çekecekler.


Hristiyanlar İncil'i red eder
İncil Hz.İsa'ya Allahı Teala tarafından verilmiş '' bilgi, mesaj, kitaptır '' hz.İsa s.a.v öğretilerini bu bilgi ve kitaba göre yapmıştır. Hristiyanlar İsa'larına böyle bir kitap verildiğini red ile İncil'i red ederler, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna'nın yazdıklarına İnciller derler, burada yapılan İlahi kitabın ismini kullanıp aklınızın karıştırılmasıdır. Bir İncil'e bozuk veya sağlam İncil diyebilmeniz için öncelikle O kitabın Allah-ı Teala tarafından Hz.İsa'ya verildiği iddiası olması lazımdır, Hristiyanların bu iddiası yoktur,  Hristiyanların kitaplarına İnciller diye tarif etmeleri uyarılmalıdır ve kabul edilmemelidir.
.Temelimiz dalgın yolda giderken duyduğu

'' H. Misyoner ''- Kusura bakmayın beyfendi vaktiniz varmı, diyen çekik gözlü hoş aksanlı sevimli yüzlü bir yabancının ona hitabıyla kendine gelir.

'' sen, ben ''- Puyur uşağım kayipmi oldun, de bakayum nedur derdun, der

'' H. Misyoner ''- Beyfendi buyurmazmısınız size Rab'bin sözünü hediye edelim der yabancı,

'' sen, ben ''- Ula uşağum ne Rapi pen rapten falan anlamam ama eyü horon oynarsun derler daa baa, ula sen horon oynayacak yermi araysun,

'' H. Misyoner ''- Yok amca rap değil Rab, Rab

'' sen, ben ''- Uşağum raprap deyup durma daaa sevmem yabanci oyunlari deduk daa, horon horon de baa :)

'' H. Misyoner ''- Yok raprap amca Allah'ın Kelamı alıp okumazmısın,

'' sen, ben ''-- Uyyyyyyyyyy uşağum ne cüzelde ALLAH dedun haçan bi daha de pakayum, aferum uşağum cimdilerde ecnebü modasımı nedur zatanist matanist bişeler duyirum, kedimi kertenkelemi ne yilermiş, ula kedi pilerek yenurmi, hadi anladuk pazi uyanuklar lahmacuna felan kataylar ama piz oni kedi diye yemeyruk, uyyy uşağum anladum ki sen olardan değilsun, sen ALLAH' da disun, sen nede sevimlisun penim saa acaip kanum ısındi haçan namazda kılayrum de pizim evde kalmiş kızı vereyum saa olurmi,

'' H. Misyoner ''- Yok amca ben namaz kılmam,

'' sen, ben ''- Niye kılmaysun uşağum, Allah'ın Kelamini taşısunda niye namaz kılmaysun

'' H. Misyoner ''- Bizim namaz kılmak zorunluluğumuz yok amca

'' sen, ben ''- Uyyyyyyyy haçan ne disun Allahın Kelamı var elinde disun içinde yazmaymi namaz kılacasun diye, pak olim penum kızı almak istemeysen söle pişe değil, cünaha girme, nasil oli öle şey olurmi penüm evdeki ALLAH'ın Kelamında namaz kılacasun di daaa, Ula sen penle dalgami gecisun, yoksa Allaha inanmaymisun

'' H. Misyoner ''- Olurmu amca ALLAH'a tabiki inanıyorum,

'' sen, ben ''- HALLA HALLA, penum pilduğum ALLAH pize namazı emretmiş uşağum, ver pakayun sendeku şu citabi onda matpa hatasimi vardur

'' H. Misyoner ''- Buyur amca

'' sen, ben ''- Uyyyyyyy olim punda pesmeleyi unutmişler, koş cit parani geri al, öle ciddü hatami olur, hasupnallah

'' H. Misyoner ''- Yok amca bizim kitapta besmele yoktur

'' sen, ben ''- uyyyyyyyyyyyy ula uşağum sen demedunmi ALLAH'un Kelami, Allahın Kelami olurda hiç içinde pesmele olmazmi, sen heç pesmelesuz iş yapildiğini duydinmi uşağum, ula namaz yok pesmele yok sen hangi dinden bahsedisun, yoksa hapu pizum nataşalarun dinundenmisun, de uşağum korkma hapurasi islam ülkesi, purda adam paşka dinden diye kazuğa geçirup yakma olmaz uşağum, pize dinimuz hoşcöri öğretmiştur, de pakayum hangi dindensun,

'' H. Misyoner ''- öhm .... artık hangisi ise..... bunlardan biri

'' sen, ben ''- Peki uşağum de pakayum ba sen celduğun yerde inanduğum Tanruna ALLAH mi disun,

'' H. Misyoner ''- öhm, kem küm, yok amca orda GOD diyoruz,

'' sen, ben ''- uyyyyyyyyyy desena ayni nerdeysa pizim din, inanduğun yaratucuya isdeduğun en cüzel isimle çağırabilimusun. Uyyyy ama uşağum pen merakli adamim, merak ettum senun habu kelamda inanduğun Tanriya yazulduği orcinal lisanda ne diler göster pakayum da

'' H. Misyoner ''- öhm şey

'' sen, ben '' - hadi uşağum dedum ya purasi islam ülkesi, korkma uşağum haburda piz müslüman diye partilara oy veriruk olar camilerü kilise yapsada piz bişe demeyruk, ha ölada ceniş yürekliyuk, ne pok yeduğumuzu pazen pizde anlamayruk ya poşver, dur uşağum pizüm nataşa  sizin tanrinuz size pi isim verdi demişti, du bakayum ne demişdi, haaa haturladum Mısırdan Çuktuklarunda demiş imiş, üçünci pölüm on peş imidi aç pakayum uşağum

'' H. Misyoner ''- öhm, şey tamam

'' sen, ben ''- Hah işte orasi uşağum ne di oki pakayum

Exo.3:15 ...Yahve gönderdi.' Sonsuza dek adım bu olacak. Kuşaklar boyunca böyle anılacağım.

'' sen, ben ''- Pak uşağum sonsuza kadar adum pu olacak di Tanrunuz, ama du pakayum pizum nataşa, o ismun sesli harfleri kayip oldi demişti, ne zaman puldunuz olari, '' YHWH tanrının verdiği isimden geri kalan harfler sesli harfleri kaybolmuş günümüzde muamma nasıl okunacağı belli olmayan herkesin kafasına göre okuduğu bir isim durumuna düşmüştür, kısaca Tanrının burda verdiği isim kayıptır, SONSUZA KADAR ANILMAK İSTEDİĞİ İSİM'' poş ver eyü eyü puldunuz ise cözünüz aydun, ula ne köti lanettur Tanrinuzun verduğu adi kaypetmek hiç olurmi öle pişe, pi daha dikkat edün kaypetmeyun oni, ama pak uşağum senun Tanrun kuşaklar poyi pöle anulacağum di, yani olmadi sen Tanruna paşka isimle çağıramasun uşağum oni anlamadunizmi, oki pakayum nedur o isum

'' H. Misyoner ''Yahve

derkenden, bu arada Temelle misyonerimizin muhabbetini dinlemeye çevrelerine toplanan densiz cahillerden biri

'' sen, ben ''- Ne Kahve mi, hehehe, deyip gülerkenden Temelimizin kaşları çatılır gülene döner,

'' sen, ben ''- Uşağum ne cilusun, günahtur cülme da, günaha cirusun, sen habularun Tanrusuna culersan o da senunkine culer da der, misyonerimize döner,
'' sen, ben ''- Pak uşağum penum anlamaduğum Tanrun saa kuşaklar poyu pöle anulacağum diye isim vermiş cünaha cirme öle de daa, ama pen merak ettum, şimdi haçan piz haburada ota taşa tapsayduk da, pizum taptuğumuz tanrunun adu da '' KUKİRUKU '' olsaydi sen elundakine habu KUKİRUKUNUN KELAMİ mimudur diyecek idun, diye sorar,
'' H. Misyoner ''- öhm şey evet

'' sen, ben ''- oldimi uşağum, ama habu citap nede kalun uşağum, okimak zor değilmudur habuni daa

'' H. Misyoner ''- Bizim kitabımız eski ve yeni ahitten oluşur amca, yeni ahit İsa dönemini kapsar,

'' sen, ben ''- hımm demun cösterduğun yer nere idi uşağum,

'' H. Misyoner ''- ha orası eski ahitten amca,

'' sen, ben ''- ha anladum, şimdi cöster pakayum demun ki gösterduğum Tanrunun ismini yeni deduğun yerde, pakayum olarda şive problemi varmidur, ama orcinalini sole daa, pen severum orjinal işleri

'' H. Misyoner ''- öhm şey, yeni ahitte '' YAHVE '' ismi geçmez amca,

'' sen, ben ''- niye geçmi uşağum ayni Tanri göndermedimi sizun habu kitabi,

'' H. Misyoner ''- evet öyledir amca,

'' sen, ben ''- ula öle ise, sonsuza kadar hapu isimle anulmak isteyrum diyen Tanri vazmi gecdi o isimden peğenmedimi oni, yenisundakinin karşuluğu nedur de pakayum,

'' H. Misyoner ''- yeni ahitin ilk yazıldığı lisan Grekçe amca orda Greklerin Tanrılarına olan tanımı kullanılmıştır,

'' sen, ben ''- Ula pen duydum ki hapu Grekler taşlara yaptuklaru şeylere taparlar imiş, o taptukları şeylere verdiğu isimimi kullanisunuz yenu dediğunun orjinalinde, nedur o pakayum de, korkma uşağum, dedum ya çok merakliyumdur

'' H. Misyoner ''- şey öhm, ordaki karşılığı '' theos '' dur amca

'' sen, ben ''- hımm ula hapu döndü, demun deduğum işa da, demek Grekler Tanrularuna '' KUKİRUKU '' dese idi demek öle yazacakdi hemi, şimdi uşağum sen hapu citaplarun kaynağu aynu yer disun ama habu Tanrunin ismi yarusunda paşka diğer yarusunda paşka, penum aklim karişti ula, du pakayum sen İsa s.a.v leme inanimusun olim, o ciddi önemli pi peygamber idi habu işe kesin bişe demiştur daa

'' H. Misyoner ''- İsa'ya inanmazmıyız amca, İsa çok önemlidir evet, evet İsa bu isim hakkında birşeyler demişti gözüme çarpıştı,

'' sen, ben ''- Uy uy aç pakalum uşağum ne demiş merak ettum pak,

'' H. Misyoner ''- hımm bi dakka amca, der karıştırmaya başlar, öhm şey

'' sen, ben ''- ula nedur öhm kem küm ver pakayim, uy ne di orda

Yuhanna - Joh 17:6 "Dünyadan bana verdiğin insanlara senin adını açıkladım...
Yuhanna - Joh 17:11 Ben artık dünyada değilim, ama onlar dünyadalar. Ben sana geliyorum. Kutsal Baba,onları bana verdiğin kendi adınla koru ki, bizim gibi bir olsunlar.

'' sen, ben ''- uy uşağum senun adini açukladum di daa pak pak, olari cendi adınla kori di, olim, nedur İsa'nun açukladu ad ula merak ettum, söle pakayum hangi sayfadadur o

'' H. Misyoner ''- öhm şey, dedim ya amca Tanrı kelimesinin karşılığı '' theos ''

'' sen, ben ''- uyyy oldimi uşağum dedum ya saa o '' KUKİRUKU '' gipi bişedur daa, şimdi ortaya çıkan '' KUKİRUKU ''  gibi bişemi pizi koruyacak, ula Greklerin taşlara verduğu '' theos ''ismimi pizi koruyacak, uyy demek siz İsa'nun açukladum dediğu ismide ya kaypettunuz yada saklaysunuz, öyle olmadimi şimdi punun açıklamasi, ula uşağum merak ettum sence niye sizin İsa'nuz çok mühimdur de pakayim ba,
'' H. Misyoner '' - Evet amca İsa çok önemlidir bak sana Kitabı Mukaddesten şunları göstereyim ağzın açık kalır,
Jhn 5:37 Beni gönderen Baba da benim için tanıklık etmiştir.
Siz hiçbir zaman O'nun ne sesini işittiniz, ne de şeklini gördünüz.
1Yuhanna:4-12 Hiç kimse hiçbir zaman Tanrı'yı görmüş değildir....
Yuhanna:1-18 Tanrı'yı hiçbir zaman hiç kimse görmemiştir. O'nu, Baba'nın bağrında bulunan ve Tanrı olan biricik Oğul tanıttı.
 Yuhanna:6-46 Bu, bir kimsenin Baba'yı gördüğü anlamına gelmez. Baba'yı sadece Tanrı'dan gelen görmüştür.
'' sen, ben ''- Uyyyy uşağım doğrimi disun peni kızdırma pak şimdi babayı gösterirum sana, habu yazılar cidden sizin kitapta varmidur,
'' H. Misyoner ''- Aynen amca, İsa'dan başka kimse tanrıyı hiç bir zaman ne görmüş nede duymuştur, bu yanlızca O'na aittir, gördün demi ne kadar önemlidir,
'' sen, ben ''- Ula uşağum sen Hz.Musa s.a.v leme inanmaymisun,
'' H. Misyoner ''- Olurmu amca inanmaz olurmuyum, Tanrı Musa'ya on emiri vermiştir inanrız biz ona,
'' sen, ben ''- İyide uşağum Tanri vermiştir diyisunda, Tanri bu emirleri veriken konuşmayi kesdide el kol harektlerinlemi anlataydi olari ula, paksana gösterdiğun yerlerde ne di, '' Siz hiçbir zaman O'nun ne sesini işittiniz, ne de şeklini gördünüz. '' demimi ula, ula öle oldumi demekki Musa senin Tanri dediğunla konişmamış olmaymi, ne biçum pir mantuktur habu, ula gerçekten habu işe inanimisunuz, anlamiş değilum,
'' H. Misyoner ''- öhmm şeyyy, ya ama amca bak İsa ölüleri bile diriltti başka böyle bir mucize yapan yoktur, duydunmu böyle ölüleri dirilten daha önce
'' sen, ben ''- Ula habu işi senmi disun, elindeki kitaba göremi konişisun,
'' H. Misyoner ''- Herhalde elimdeki kitaba göre amca, İsa ölüleri dirilten tek peygamberdir,
'' sen, ben ''- Dur pakayum uşağum, ula aç pakayum şu çantandaki dizütimidur altimidur nedir, aç uşağum aç, varmidur içinde inanduğun kitabi araştiracak pişe,
'' H. Misyoner ''- Evet amca bir dakika var, buyur açtımda programı ne aramamı istersiniz
'' sen, ben ''- yaz pakayim Elişa eve vardi çocuğu öli buldi
'' H. Misyoner ''- Tamam amca bi dakka
'' sen, ben ''-  Ula uşağum sen karadenizlimisun ne dediğum gibi yazaysun, '' öli '' yazılmaz uşağum '' ölü '' yazılur, ula fer ba şunu, hah işte haburasi ne di,
2kr.4:32 Elişa eve vardığında, çocuğu yatağında ölü buldu. 2kr.4:35 Elişa kalkıp odanın içinde sağa sola gezindi, sonra yine dönüp çocuğun üzerine kapandı. Çocuk yedi kez aksırdı ve gözlerini açtı.
'' sen, ben ''- ne olmiş Elişa bi çocuği canlandirmiş hemi, hemde ne zaman olmiş İsa'dan öncemi, yani habu canlandirma işini pi İsa yapmiş diyemesun, tapi dersunda elindeki kitapa göre diyemesun, paşka varmidur tu pakalum, ula son modelde hapu alet nede hızlı çalışi du pakayim, uyyyy cel cel pak uşağum nedi senin kitapta pak, ula demin dediğin doğru isa habu alet yalan di ne disun habu iş cek oki pakayim
2Ki 13:21 Bir keresinde İsrailliler, ölü gömerken akıncıların geldiğini görünce, ölüyü Elişa'nın mezarına atıp kaçtılar. Ölü Elişa'nın kemiklerine dokununca dirilip ayağa kalktı. Eze 37:7 Böylece bana verilen buyruk uyarınca peygamberlik ettim. Ben peygamberlik ederken bir gürültü oldu, bir takırtı duyuldu. Kemikler birbirleriyle birleşiyordu. Eze 37:8 Baktım, işte üzerlerinde kaslar, etler oluşuyor, üstlerini deri kaplıyordu. Ama onlarda ruh yoktu. Eze 37:9 Sonra bana şöyle dedi: "Rüzgara*fç* peygamberlik et, insanoğlu, peygamberlik et ve de ki, 'Egemen RAB şöyle diyor: Ey rüzgar, gel dört yandan es. Bu öldürülmüşlerin üzerine üfle ki canlansınlar!" Eze 37:10 Böylece bana verilen buyruk uyarınca peygamberlik ettim. Onların içine soluk*fç* girince canlanıp ayağa kalktılar. Çok, çok büyük bir kalabalık oluşturuyorlardı.
'' sen, ben ''- Ula uşağum nerdeyse kasabaları canlandırmışler senin kitapa göre, ula nede çok canlanan olmiş hemi, ula dur bakayim haburda ne di cel uşağum haburda hatami olmiş

Luk.20: 36 Bir daha ölmeleri de söz konusu değildir. Çünkü meleklere benzerler ve dirilişin çocukları olarak Tanrı'nın çocuklarıdırlar.
'' sen, ben ''- Ula uşağum habu canlananlarun bi daha ölmesi söz konusu değil isa haçan nerde şimdi habu canlananlar, uy uyyyy  du pakayum ula nede çok canlanan var imiş ula,
Matta 27: 52 Mezarlar açıldı, ölmüş olan birçok kutsal kişinin cesetleri dirildi. Matta 27: 53 Bunlar mezarlarından çıkıp İsa'nın dirilişinden sonra kutsal kente girdiler ve birçok kimseye göründüler.
'' sen, ben ''- uyy uşağum habularda İsa zamaninda canlanmış, habularında bi daha ölmesi söz konusi değilse habularda nerdedur, ula uşağum sizin habu işda ciddi matpaa hatası var cibi geli pa, bu kadar ters işler denirmi ula,
'' H. Misyoner ''- ama amca bak bak İsa'nın en büyük özelliklerinden biride neymiş,
Col.1:18 Bedenin, yani inanlılar topluluğunun başı O'dur. Her şeyde ilk yeri alsın diye başlangıç olan ve ölüler arasından ilk doğan O'dur.
'' sen, ben ''- Ula uşağum haçan ha şimdi göstermedimmu saa nerdeyse dünyanin yarısı ölmiş canlanmiş, hemide seni kitapa göre, ya bu doğri diğeru yanliş, ya bu yanliş diğeri doğri, yani senin elindekü kitapa göre İsa ölüler arasundan ilk doğan dur diyemeyuz hemi, paksana penmi uydurirum habu canlananlari, görmimisun senin kitap İsa'dan önce kaç tane canlanan var di, öle dimi uşağum,
'' H. Misyoner ''- öhmm şeyy evet, ama bak amca anlamıyorsun, İsa bizim günahlarımızın kefareti için çarmıha gerildi, bizde bu irsi günah derdinden kurtulduk, duymadınmı,
'' sen, ben ''- uyyyyyyy uşağum sen ciddimisun, ula hangi mantık paşkasinin günahi içun masum pirini cezalandirurda o iş normal olir, pak uşağım, habu işte Kuran şunu der,
Elmalılı Hamdi Yazır
Nisâ / 157

Bir de "Biz Allah'ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" demeleridir. Oysa onu ne öldürdüler, ne de astılar. Fakat öldürdükleri kimse, onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, ondan yana tam bir kuşku içindedirler. O hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesinlikle öldürmediler.
'' sen, ben ''- gördünmü uşağum, habu ayeti aslunda şimdi daha iyi anlar insanlar, hani filimlerde oli ya, bi pakaysun adami şekli şemali değişi aynen öle pişe uşağum, ula habu iştende sakladuğunuz bişe varmidur kitabunuzda, ula habu teknolojide ne iyi iş demi uşağum cel cel, yaz pakayum '' görünüm değişti '' pakan pişeye denk geliruk senin kitapta, uyyyyyyy haçan dur orda ne der uşağum,
Matta(Matthew)17:2
Orada, 
gözlerinin önünde İsa'nın görünümü değişti. 

Yüzü güneş gibi parladı, 
giysileri ışık gibi bembeyaz oldu.
'' sen, ben ''- uyyy görmeymisun aynen muparek ayetun dediğu gibi ne olmiş İsa'nın görünimi değişmiş, uyy hemde ne zaman olmiş habu iş, çarmıh meselesinden önce hemi, ula pak pak, görünüm değiştikten sorada ne demiş talebelere cel oku uşağum,
Matta(Matthew)17:9 Dağdan inerlerken İsa onlara, «İnsanoğlu ölümden dirilmeden önce, gördüklerinizi kimseye söylemeyin» diye buyurdu.
'' sen, ben ''- ula haburasi pa biraz karıştırilmiş cibi celdi ama, ne anlayruk, İsa'nın görinimi değişmiş, habu işi kimseya demeyın di, sence niye cizli kalmasini isti habu işin uşağum. Ula hapu kitapta payaği merakli, ula siz neler anlatmaysinuz pize hayret bişe yaw, habular elinizde yazayken, pizum bakmayacağımizimi düşündunuz, du pakayum sizin kitapa göre hangi şekle girmişte kurtarmiş oni yaradan, uyyyyyyyy koş cek pak pak,
Yuhanna (John) 20:14 Bunları söyledikten sonra arkasına döndü, İsa'nın orada, ayakta durduğunu gördü. Ama O'nun İsa olduğunu anlamadı.
Yuhanna (John) 20:15 İsa, «Kadın, niçin ağlıyorsun?» dedi. «Kimi arıyorsun?»Meryem O'nu bahçıvan sanarak, «Efendim» dedi, «eğer O'nu sen götürdünse, nereye koyduğunu söyle de gidip O'nu alayım.»
'' sen, ben ''- Pak oğlum hergün İsa ile beraber olan Meryem pile iSA'ya pakayda oni tanimay bahcivan sanay, ula anlaşulan senin kitapa göre yaradan oni kurtarmak için pahcivan şekline sokmiş olmaymi, habu pahcivan gibi görünmesinin öldükten sonra olması piraz garip değilmi ula, öldükten sonra oni pahcivan şekline sokmanin mantiği nedur uşağum, acaba dirum habu bahcivan gipi gözükmesi çarmıh meselesinden önce başlamasun, olay yatışana kadar bahcivan şekliyle gezmiş olmasun, demi uşağum, pak yukarda senin dediğun çarmih meselesinden önce şekil değişip habu işi kimseye demeyun dediğunu hatırlaymisun, yoksa hamsi hafuzalimisun,
bak uşağum neler puldum senin kitapta pak pak
Yuhanna (John) 20:19 Haftanın o ilk günü akşam olunca, öğrencilerin Yahudilerden korkusu nedeniyle bulundukları yerin kapıları kapalıyken İsa geldi, ortalarında durup onlara, «Size esenlik olsun!» dedi.
Yuhanna (John) 20:20 Bunu söylediktensonra onlara ellerini ve böğrünü gösterdi. Öğrenciler Rab'bi görünce sevindiler.
pak oğlum habu karşılaşmada senun dediğun çarmih meselesinden sonra oli, ula uşağum habu talebeler hercün gördikleri İsa'yı niye şurasından purasundan tanıması lazım, düşünmeymisunuz, herhalde yaradanun değişmeduğu taraflar oralar olmasın, yüzüne pakan niye tanimey oni uşağum pi düşünseniza, uyyy ula uşağum habu kitap maden cibim, ne dersenuz tersinidi da uşağum pak pak
Yuhanna (John) 21:1>2 Bundan sonra Taberiye gölünün kenarında İsa öğrencilerine yine göründü....
Yuhanna (John) 21:4 Sabah olurken İsa kıyıda duruyordu. Ne var ki öğrenciler, O'nun İsa olduğunu anlamadılar.
 Yuhanna (John) 21:5 İsa, «Çocuklar, balığınız yok mu?» diye sordu.«Yok» cevabını verdiler.
Yuhanna (John) 21:6 İsa, «Ağı kayığın sağ yanına atın, tutarsınız» dedi.Bunun üzerine ağı attılar. O kadar çok balık tuttular ki, artık ağı çekemez olmuşlardı.
Yuhanna (John) 21:7 İsa'nın sevdiği öğrenci, Petrus'a, «Bu Rab'dir!» dedi. Simun Petrus O'nun Rab olduğunu işitince üzerinden çıkarmış olduğu üstlüğü giyip göle 
atladı. Yuhanna (John) 21:12 İsa onlara, «Gelin, yemek yiyin» dedi. Öğrencilerden hiçbiri O'na, «Sen kimsin?» diye sormaya cesaret edemedi. Çünkü O'nun Rab olduğunu biliyorlardı.
ula talebelere göziki, haburada da, pak pak, madem dediğuniz gibi ölmiş dirilmiş, pi daha ölmesi söz konusu değil, haçan niye kimsenin tanıyamacağı şekilde gezi ve hergün beraber olduğu talebeler oni tanımey, ula sesinden bilem anlamayler, ula anlaşılan sesidemi değişmiş nedur, uşağım düşünin ula.

'' H. Misyoner ''- valla amca Kitabı Mukaddesin Rab İsa'nın konuda dediği bu,
'' sen, ben ''- ula pak gene rap dedun, o zamanda da rapmi var idi pen sanaydum yeni adettur rap daaa, sizun İsa rapcimiydi uşağum, ne disun anlamayrum, pizüm pilduğumuz İsa s.a.v, öle raplarla vaküt geçirmemişti daa
'' H. Misyoner ''- yok amca, sen rapa taktın bak heceleyem sana R- A - B
'' sen, ben ''- R - A - B ula sen ne disun, uşağum cümrükten geceyken saa yanliş Türkçe öretmişler, RAB, ALLAH demektur uşağum, İSA haşa ALLAH değuldur, demeyun öle uşağum,
'' H. Misyoner ''- yok yok amca İsa Tanrıdır diyen Katolikler, biz Tanrı olmadığını biliyoruz, O Tanrının Oğludur,
'' sen, ben ''- uyyy olurmi uşağum ne disun, ula penle dalgami geceysunuz habu iş camera şakasimidur da, ula pilmeymisunuz pen pöle konilarda şaka sevmem daa

'' H. Misyoner ''- olurmu amca ne şakası İsa Tanrının Oğludur, o yüzden biz İsa'ya RAB deriz,
'' sen, ben ''- ula uşağum haböylemi yazay elindekü kitap, cel habunin orjinaline pakalum haçan kafam takildi habu işe, nedur habu Rab kelimesunun karşiliğu Grekce deduğunda

'' H. Misyoner ''- şey onun karşılığı kurios {koo'-ree-os} kelimesidir amca,
'' sen, ben ''- eyü cüzel olim, pak olim şimdi de ba, pak ALLAH pi yukarda değuldur ha, iki kişinun olduğu yerde üçüncü penum der, şimdi ona cöre dori de pakayim pa, habu kelime paşkalari için kullanilmişmudur habu yeni ahüt dediğin tarafta,
'' H. Misyoner ''- öhmm şey mesela

Mat 20:8 "Akşam olunca, bağın sahibi kâhyasına, 'İşçileri çağır' dedi. 'Sonuncudan başlayarak ilkine kadar, hepsine ücretlerini ver.'
Mat 21:40 Bu durumda bağın sahibi geldiği zaman bağcılara ne yapacak?"
Mar 12:9 "Bu durumda bağın sahibi ne yapacak? Gelip bağcıları yok edecek, bağı da başkalarına verecek.
Luk 20:15 Böylece, onu bağdan dışarı atıp öldürdüler. "Bu durumda bağın sahibi onlara ne yapacak?
Luk 19:33 Sıpayı çözerlerken hayvanın sahipleri onlara, "Sıpayı niye çözüyorsunuz?" dediler.

'' H. Misyoner ''bu alıntılarda ''bağın sahibi, hayvanın sahipleri '' için kullanılmıştır amca,
'' sen, ben ''- uyyyyyyyyy ne disun eee paşka pi örnek daha yokmidur mesala,
'' H. Misyoner ''- şey tabi dur bakam

Yuhanna - Jhn 4:11 Kadın, «Efendim» dedi, «su çekecek bir şeyin yok, kuyu da derin. Böyle olunca yaşam suyunu nereden bulacaksın?
Yuhanna - Jhn 4:15 Kadın, «Efendim» dedi, «bu suyu bana ver. Böylece ne susayayım, ne de su çekmek için buraya kadar geleyim.»

'' H. Misyoner ''bu alıntılarda da kullanılmış burdada «Efendim» diye tercüme etmişler amca,
'' sen, ben ''- iyi da uşağum pağ bahçe, eşşek sıpa sahiplerine çim RAB derki ula, iyida pak «Efendim» diyeda tercüme ediliyken niye İsa'ya çeldimi Rab diye tercüme eddunuz da,
'' H. Misyoner ''- şey amca Rab derken zaten biz «Efendim» demek istemekteyiz,
'' sen, ben ''- ula uşağum görisun pizum lisan piz fakir olsakda fakir değil daaa, niya RAB disun penumda aklimi karıştirisun, penum gibi hercün hamsi yiyanin pile kafa karişisa sen gerisini düşün, çimdi ne idi o Greklerde '' KUKİRUKU '' kelimesunun karşiliğu
'' H. Misyoner '''' theos '' mu amca
'' sen, ben ''- he işde o celime, o celime İsa'nuz için kullanilmişmi bari o yazularda, varmidur öle pi yer,
'' H. Misyoner ''- öhm, kem, küm, yok amca

'' sen, ben ''- neyse uşağum olir habu kadar hata üzülme daa, pak Tanrinuzun size verdiğu ismi koriyamamişsunuz amma, aferum isa'nunkini korimişsunuz, İsa demiştun demi uşağım, ula merak ettum hakkatten sizin kitapta İsa varmidur, o ismide biz yeruk diye değişmiş olmayasunuz

'' H. Misyoner ''- evet amca Türkçeye İsa diye tercüme etmişler,

'' sen, ben ''- ne demek uşağum, ismun tercümesimi olir, isim neyse odur da, ula, sizin memlekette İsa demeymisunuz yoksa ne disunuz

'' H. Misyoner ''- öhm şeyy bizde JESUS

'' sen, ben ''- iyide uşağum niye puraya geliken bu ismi gümrükte değişisun da pak ne cüzel penum şivemeda uygun daaa, CİZUS, haçan madem cizus idur ne diye İSA disun, pende sandum hz. İsa s.a.v dan bahsedisun, ula habu işleri kafamizi kariştırmak içinmi yapaysunuz, pak öle işler yapmak günahtur daaa, demedü deme, ula pen şimdi merak ettum, sizin habu pize gelup İsa dediğunuz isimda nedur, uşağum aç pakayum anasi ne diye çağırmiş ona

'' H. Misyoner ''-- öhm şey bakalım amca, aha evet

Mat.1: 25 ...Doğan çocuğun adını İsa koydu.

'' sen, ben ''- aferum uşağum şimdi piz yerük diye İsa etmisunuz oni hemi, halbukim piz paluklama sormadan pi hamsi yeruk pilmeymisunuz, neysa şimdi de pakayum, tercümeden önce yazulduğu lisanda nedur o isim,

'' H. Misyoner ''- şey, Iesous {ee-ay-sooce'} amca, olduğu yerlere örnek olarakda

Mat 1:25, Mat 2:1, Mat 3:13, Mat 3:15, Mat 3:16, Mat 4:1, Mat 4:7, Mat 4:10, Mat 4:12, Mat 4:17, Mat 4:18, Mat 4:23, Mat 7:28, Mat 8:3, Mat 8:4, Mat 8:7, Mat 8:10, Mat 8:13, Mat 8:14, Mat 8:18
buraları verebiliriz,

'' sen, ben ''- uyyy İsa dedun, Cısuz dedun yazmalarda çıkdı Izus, YOK YOK ben kesun pu hafta az hamsimi yedum nedur, kafam karişip duri, şimdi uşağım siz ne zamandur ettunuz bu Izus'u Cızus, anladığum sizde da bizim uşaklardan çokki C li konuşmayi seviler daa pak orasini sevdum, du pakayum, hamsiler oynamaya paşladi kafamda, ula gecenlerde pi filim ettiler, Papanuz, ha şimdi oldi, herşey aynen haboyle olmişti demişdi, pide orjinal lisanda idi demi o, nataşalara trabzoni gezdirmektan pek vakit pulup seyredemedum oni ula, ordaki ismi ne idi pu Cizus'un,

'' H. Misyoner ''- öhm şeyy orda kullanılan isimde Yeshua idi amca,
'' sen, ben ''- uyyyyyy niye öyla uşağum demun dedun ya kitapta anasi Izus '' Iesous {ee-ay-sooce'} '' demiş idi ona

'' H. Misyoner ''- şey öhm, Yeshua ibranicede kurtarıcı anlamında olduğu için O'da bizim kurtarıcımız olduğu için isim değişmiş amca,
'' sen, ben ''- ula habu sizin elunuzdaki yazmalar kutsal değilmidur değişisunuz, günahı yokmidur habu işin
'' H. Misyoner ''- ne değişmesi amca, olmazmı günahı uyarı bile vardır mesela bak

Mat 5:18 Size doğrusunu söyleyeyim, yer ve gök ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa'dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile yok olmayacak.

'' sen, ben ''- iyi da uşağum Tanrinizun sonsuza kadar habu isimle anacasunuz deduğu isimde sesli harfler citmiş, İsa dedun onida gittiğun memlekete göre değişdun, habu dediklerun değişmiş olmimi elundaki yazıları, ula de pakayım pa habu citap size Tanrunuzdan verilmeşmidur,
'' H. Misyoner ''- öhm şey tabi bey amca
'' sen, ben ''- merak ettum göster pakayum pa orayi,
'' H. Misyoner ''- öhmm bi dakka, ah buyur

2Tim.3:16 Kutsal Yazıların tümü Tanrı esinidir ve öğretmek, azarlamak, yola getirmek ve doğruluk konusunda eğitmek için yararlıdır.

undefined'' sen, ben ''- uyy pakayum, ula ne dii purda ''Tanrı esinidir '' Türkçenunda anasini ağlattiler habuni çoği anlayamaz, ula habuları pilerekmi yapaysunuz anlamadum, heç pöle tercümemi olir da de pakayum nedur uşağum '' esinidir '' ne esmiş, nerden esmiş, karayelmi çıkdi, anlat bakaym

'' H. Misyoner ''- şey amca esinlenmek işte, yani birine ilham gelip birşeyler yazması gibi birşey, ama görüyorsun bak, BU TANRIDAN ESİNLENİLMİŞ

'' sen, ben ''- yani, piri pa habu kitap Tanrıdanda verilmişdur demeymi ula ne disun, ula habu ne biçum dünyadur, pizdeki Kuran-ı Kerim Allahtan gelmiştur iddiasu var iken onu kabul etmeysunuzda, piri çıkmış pen esinlenupta yazdım demesinumi kabul edisunuz, ula uşağum sen heç hamsi yemeymisun,
'' H. Misyoner ''- bak amca bozulmamış İncil'in

'' sen, ben ''- ne İncil'mi dedun, hani nerdedur, saklamaktan vazmi geçtileroni, uy şükirler olsun,

'' H. Misyoner ''- evet amca işte deminden beri elimdeki kitap işte İncil,
'' sen, ben ''- uyyy ula uşağum sen cit saa habu Türkçeyi öğretenden parani ceri al senla dalga geçmiş uşağum, İncil deduğum muparek kitap esinlenup yazılmamıştur. Habu konuda pizum Mubarek kitabimuz şöle der

Maide(110)
Allah o günde şöyle buyuracak:
"Ey Meryem oğlu İsa,
sana ve anana olan nimetimi düşün;
hani seni Cebrail ile destekledim,
insanlarla hem beşikte hem de yetişkin iken konuşuyordun;
sana yazı yazmayı,
hikmeti,
Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. 
Hani Benim iznimle çamurdan kuş biçiminde birşey yapıyordun,
içine üflüyordun da Benim iznim ile bir kuş oluveriyordu;
anadan doğma körü ve abraşlıyı Benim iznimle iyi ediyordun;
hani ölüleri Benim iznimle diriltiyordun ve hani İsrailoğullarına açık delillerle geldiğinde,
onlardan inkar edenler:
"Bu apaçık bir büyüden başka birşey değildir."
demişlerdi de,
seni onlardan kurtarmıştım.
Allah bütün Resulleri toplayacağı o günde:
"Size ne cevap verildi."
diye soracak.
Onlar da:
"Bizim bir bilgimiz yok,
gizli olanları bilen ancak Sensin Sen!"
diyecekler.

yani ne anlayruk pundan, İncil deduğun şey Meryem oğli İsa'ya Allah-ı TEALA TARAFINDAN ÖĞRETİLMİŞTUR, yani sen elindeki kitaba pozuk veya sağlam incul demen içun önce ordaki yazıların İsa'ya Allah-ı Teala tarafından öretilmiş olduğuna iman etmen lazim, ama senin kitabinun orjinalinde  İSA ismi pile yok, de pakayim ba, sen incil derken ne demek istedun
'' H. Misyoner ''- şey bizim inancımıza göre internetlerde şuna yakın yayınlanır amca inancımız şudur

İncil Nedir ?

İncil, aslında Mesih İsa'nın getirdiği müjdedir. Demek ki bu sözcük İsa'nın tüm öğretilerini kapsamaktadır. Yunanca olan İncil'in anlamı 'Müjde'demektir.

Ancak İsa'nın kendisi hiçbir şey yazmamış ve hiç bir kimseye hiç bir şey yazdırıp dikte etmemiştir. Kasabadan kasabaya, köyden köye giderek bu Müjdeyi sözlü olarak bildirmiştir. Kendisini devamlı bir şekilde takip ederek sözlerini dinleyen Havarileri O'nun sözlerini ezberlemiş ve sonra yani Mesih İsa'nın ölümü ve Göklere yükselişinden sonra onları halka ilan etmişlerdir. Ve daha sonra bu 
şakirtlerden dördü İsanın birer hayat öyküsünü yazarakO'nun sözlerini de bu yazılarında kaydetmişlerdir. Bu dört şakirdin isimleriMatta, Markos, Luka ve Yuhanna'dır.
kaynak: http://www.alsancakkatolikkilisesi.net/sorular.htm

'' sen, ben ''- ula uşağum ama sen gene kitaba aykiri olarak İsa dedun pak pişe deyrum da, inancuna göre habu İsa bişe yazmamiş, kimseyede pişe yazdırmamiş disun, habu işe o zaman nasil güvenisunuz anlamadum, ama havariler deduklarıni ezperlemiş daha sora yazmiş disun, hadi o işi kapul ettuk diyelum, pizim uşaklar çatur çatur Kurani ezperli sizinkilerde herhalde o kadar işi ezperlemiştur, penum pilduğum hikayede habu havariler daha çokdi ama neyse, hancileri yazmış habu işi de bakayim,

'' H. Misyoner ''- ee dedik ya amca bak Matta, Markos, Luka ve Yuhanna.

'' sen, ben ''- uy haçan diğerlerinun ismi nedur, o konudada pilgi sahibi olayum uşağum, olarda varmi habu kitapta,
'' H. Misyoner ''- uu tabi olmazmi bey amca bir dakka, buyur,

Mt.10:2-4 Bu on iki elçinin adları şöyle: birincisi
01_Petrus adıyla bilinen Simun,
02_onun kardeşi Andreya,
03_Yakup ve
04-Yuhanna,
05_Filipus ve
06_Bartalmay,
07_Tomas,
08_Matta,
09_Alfay oğlu Yakup ve
10-Taday,
11-Simun,
12_Yahuda İskariyot.

'' sen, ben ''- hımm cüzel, paşka yerde varmidur uşağum
'' H. Misyoner ''- tabi bekle

Mk.3:16-18 İsa bunlardan on iki kişiyi yanında bulundurmak, Tanrı sözünü duyurmaya göndermek ve cinleri kovmaya yetkili kılmak üzere seçti. Seçtiği bu on iki kişi şunlardır:
01_Petrus adını verdiği Simun,
02_Yakup ve
03_Yuhanna,
04_Andreya, 
05_Filipus,
06_Bartalmay,
07_Matta,
08_Tomas,
09_Alfay oğlu Yakup,
10_Taday,
11_Simun,
12_Yahuda İskariyot.

'' sen, ben ''- aferum aferum pak pöle olunca daha güvenli oli demi, paşka varmidur uşağum
'' H. Misyoner ''- evet amca bir dakka

Lk.6:14-16 Gün doğunca öğrencilerini yanına çağırdı ve onların arasından, `elçi' diye adlandırdığı şu on iki kişiyi seçti:
01_Petrus adını verdiği Simun,
02_Andreya, 
03_Yakup,
04_Yuhanna,
05_Filipus,
06_Bartalmay,
07_Matta,
08_Tomas,
09_Alfay oğlu Yakup,
10_Simun,
11_Yakup oğlu Yahuda 
12_Yahuda İskariyot.

'' H. Misyoner ''- buyur, başka yerde de yok amca hepsi bu, elimizdeki nokta bile bozulmamış olduğuna inandığımız kitapta


 '' sen, ben ''- hımm pakayrum uşağum, pakayrumda hiç pi yerde habu dört havarisinden bu kitabi yazdıler dediğun Markos ve Luka isimlerini göremeyrum, ula hamsiye dayanmam lazım cözlerde görmimi nedur, uşağum, sen Markos ve Luka İsa'nın havarisi dedun, onun dediklerini yazdiler dedun ama ahada listede isimleri yok, ula ozaman demek pular onun talebesi değil idi, o zaman niye talebesi disunuz, aklimizi kariştirmayin ula, uyyyyyyy  ula dur bakayim uşağum bu liste pirpirinde desteklemi, pak pak, 2. listedeki  11_Yakup oğlu Yahuda verdiğun 1. listede yok,  bak bak 1. litedeki 10_Taday, 2. listede yok uyy, ula bu işde damı matbaa hatasi var.
uşağum habu işte matpaa hatası yok ise punun kaynağunda bi hata var ne disun bu işe, eğer habu listeler doğri isa hangisina inanacağuk uşağum celde şaşma, habu işi 24  saat hamsi yiyenunda kafasi çözmez.
Uşağum habu kitapa göre siz İsa'nın talebelerinun ismindende emin değilsunuz anladuğum,


'' H. Misyoner ''- öylemi ehm öhm. kem. küm,
'' sen, ben ''- pi dakka hacan pendekide şu merak yokmi, ula pak daha yeni nataşa kafilesi çelmiş daha olari alup cezdureceğum akşama hamsi oynatacağuk uşağum, yardımci ol hızlı cidelum, merak ettim aç pakayum habu Luka nasıl başlamış yazmaya
'' H. Misyoner ''- ehm tamam amca bir dakka, buyur

Luk 1:1 Sayin Teofilos, Birçok kişi aramızda olup bitenlerin tarihçesini yazmaya girişti. Nitekim başlangıçtan beri bu olayların görgü tanığı ve Tanrı sözünün hizmetkârı olanlar bunları bize ilettiler. Ben de bütün bu olayları ta başından özenle araştırmış biri olarak bunları sana sırasıyla yazmayı uygun gördüm.

'' sen, ben ''- ula habu Tilifos mi nedur kimdur o, paksana uşağım habu Luka dediğun habu koniyi araştırdım da yazayrum di, yani habu Luka bu işi daa önceden bilmi demektur uşağum bu, ula habu kadarini anlamaymisunuz, uyyyyy habumi idi esinlendilerde yazdılar hemide tanridan dediğun kitap uşağum, Markos dediğuni atlayalim uşağum o ismi sevmedum :) paksana zaten listelerde da gözükmi, aç pakayim Matta dediğuni hızlıca pakalum onada,
'' H. Misyoner ''- tamam amca bir dakka
'' sen, ben ''- uyy dur dur pakayum ne di orda

Matta (Matthew) 9:9 İsa oradan geçerken, vergi toplama kulübesinde oturan birini gördü. Adı Matta olan bu adama, «Ardımdan gel» dedi. Adam da kalkıp İsa'nın ardından gitti.

'' sen, ben ''- ula ne biçin pi anlatumdur habu da, pizde okul görmemişler habuni daha eyi yazardi,habulari yazan madem İsa'nun havarisi mattadur, uşağum niye - peni gördü, - pende kalkıp İsa'nun ardundan gittim demida sanki paşka pirinden bahsedi, olmadi habunide gözüm tutmadi, kim kaldi uşağum, o dört dediğundan,
'' H. Misyoner ''- Yuhanna var amca,
'' sen, ben ''- eyü aç pakayum onada, hah dur pakayim orda ne di

Yuhanna (John) 21:15
Yemekten sonra İsa, Simun Petrus'a, «Yuhanna oğlu Simun, beni bunlardan daha çok seviyor musun?» diye sordu.
Yuhanna (John) 21:16
İkinci kez yine ona, «Yuhanna oğlu Simun, beni seviyor musun?» diye sordu.....
O da, «Evet, Rab, seni sevdiğimi bilirsin» dedi....
Yuhanna (John) 21:17
Üçüncü kez ona, «Yuhanna oğlu Simun, beni seviyor musun?» diye sordu.
Petrus kendisine üçüncü kez, «Beni seviyor musun?» diye sormasına üzüldü....

'' sen, ben ''-ula uşağum purdada ayni iş var, niye habuni yuhanna yazdi ise bana sordi demi ida - Ona sordi di, habuda paşkasundan bahsedi, yani haburdaki anlatima göre, İsanin havarisi yuhanna değül bunu yazan, eğer yuhanna diye piri yazdiysa paşka yuhanna o uşağım, ula dört kişi yazdu dedun ama, kitap piraz daha kabarik duri cibi celdi ba,

'' H. Misyoner ''- evet amca İncil'in şey Kitabı mukaddesin yeni ahit bölümünün büyük çoğunlunu aslen Tarsus doğumlu olan yahudi asıllı Pavlus yazmıştır, belki duymuşsunuz Pavlusun Romalılara maktubuda çok meşhurdur,
'' sen, ben ''- ne disun ula, İncul dedun, diyemezsun çünki İnculun habu anlami var deduk düzelttuk,Tanrıdan esinlendiler dedun, onada pişe demeduk, şimdi iş mektuplarami düşti, dalgami gecisun uşağum habu işemi dünyanin yarisi inani, aç pakayım bu meşhur yazıyıda göreyum,
hah dur pakayum

Rom 1:1 İsa Mesih'in kulu, Tanrı'nın Müjdesi'ni yaymak üzere seçilip elçi olmaya çağrılan ben Pavlus'tan selam!

'' sen, ben ''- uyyyyyyyy ula essasdan dori imiş, ula habuda resmen mektuptur daaa, ula uşağum habu maktupta saa Tanrudan çelmemiş posta adresmi şaşırmış pak, mektup Romalılara yazilmiş, uy uy, dur dur pakayum

2Co 1:1 Tanrı'nın isteğiyle Mesih İsa'nın elçisi atanan ben Pavlus ve kardeşimiz Timoteos'tan Ahaya'nın her yanındaki bütün kutsallara ve Tanrı'nın Korint'teki kilisesine* selam!
Gal 1:1 İnsanlarca ya da insan aracılığıyla değil, İsa Mesih ve O'nu ölümden dirilten Baba Tanrı aracılığıyla elçi atanan ben Pavlus'tan ve benimle birlikte olan bütün kardeşlerden Galatya'daki kiliselere* selam!
Eph 1:1 Tanrı'nın isteğiyle Mesih İsa'nın elçisi atanan ben Pavlus'tan Efes'te bulunan kutsallara, Mesih İsa'ya ait olan sadıklara selam!
1Th 1:1 Pavlus, Silvanus ve Timoteos'tan Baba Tanrı'ya ve Rab İsa Mesih'e ait olan Selanik kilisesine* selam! Sizlere lütuf ve esenlik olsun.


'' sen, ben ''- ula uşağum siz resmen habu mektuplari toplamışda celmiş habular Tanridanmi disunuz, haçan habu işten pen bişe anlamadum, ula paktummi akillida pirine benzisun, demek akil pakmayla anlaşılmaymi nedur onida anlamiş değulum.

'' H. Misyoner ''- ama amca sizi kandırmışlar İncil Tevrat bozuldu diye, dur bak otur konuşalım, hatta senin inandığın Kurandan ayetler göstereyim sanaki önceki ilahi kitaplar bozulmadı diye,

'' sen, ben ''- evet uşağum pizi kandirilermi üzerimizde bir püyümü far onu pende anlamadum, amma, hamsi yememiş bi çok ilahiyatcımuzda anlamam, caireyelerindenmi vakit pulamayıp Allahın Kelaminı açıp bakip bize demezler, vede pizi ise aman anladığınız lisandan okumayın diye uyutirler ama habu bizim uşaklarında dediği eksuk çok şey vardur, pirinci dediğun gibi önceki ilahi kitaplar bozulmamiştir, SİZİN ELİNİZDEKİ BU KİTABA BAKIP SİZİN KİTAPTAKİ BOZUKLUĞU GÖRÜP, EVET ÖNCEKİ İLAHİ KİTAP BOZULMUŞTUR VEYA BU BOZUK OLANIDIR DEMEMİZ İÇİN, SİZİN BU KİTABIN ALLAHI TEALA TARAFINDA HZ.İSAYA VERİLDİĞİNİ İDDİA ETMENİZ LAZIM, görüldüğü gibi öyle bir iddianız yok, ama tabi bilirimde bilmediğim bir nedenden diyelimde kalbin kırılmasın, tutmuş bu kimin yazdığından emin olmadığınız bu yazıları ve sağa sola gönderilen mektupları toplayıp İncil demişsiniz ki, kelime anlamıyla onu demeye hakkınız zaten yok, burada anlaştık sanırım, şimdii bizim ilahiyatcıların yarım dediği derkende yüce yaradanımızı ADALETSİZ bir konuma koyduklarını bilmeden yaptıkları bir öğreti vardır oda şudur ki,

KEHF(27)
Rabbinden sana vahyolunanı oku!
O'nun sözlerini değiştirecek yoktur. 
O'ndan başka bir sığınakcak da bulamazsın!

Hicr (9)
Şüphe yok ki,
o Kur'an'ı Biz indirdik.
Biz;
her halde onu muhafaza da edeceğiz;!

bize hep bunu derler sizede yarım bilgilerinden dolayı bak Allah Kuranı Kerimi koruma sözü verdiğinden bozulmamıştır, halbuki sizin kitaplar için böylesi bir söz verilmedi derler, pek tabi sizde ya olurmu öle adaletsizlik diyebilirsiniz tabi ama, yüce yaradan o adaletsizliği yapmamıştır çünkü,

Maide (48)
Sana da (ey Muhammed) geçmiş kitapları tasdik eden ve onları kollayıp koruyan Kitab (Kur'ân)ı hak ile indirdik. 

bu ayetin bu bölümü bu gerçeği ortaya koyar ki, o gerçekte nedir, geçmiş kitaplarında Kuranın dolayısıyla Allahı Telanın korumasında olduğudur, şükür ki Kuranda bunu layıkıyla yapmaktadır, yaptığından dolayıda tarihte şimdiye kadar bir örnek çıkıpta işte bu hz. İsa'ya Allah'ı Teala tarafından verilen kitaptır iddiasında bulunmamıştır, zaten öylesi bir iddia olsa omudur değilmidir KURANA bakıp anlarız yani öyle sahteleri ayırt etmemizi Kuran sağlar, ama sizin yaptığınız ali cengiz oyunu, hem elindeki kitabı yazanlar başkaları diyecek elindeki kitaba görede bundan da emin olmayacaksın, işte orda devreye lanetlenmiş iblismi giriyor kim giriyor diyorsanız seçenek sizin, şunuda biliyoruzki, Kuran önceki kitaplar ortadan kalktığından veya ortada mümin kalmadığından dolayı gönderilmemiştir, yüce yaradanımız hiç kelamını, müminleri,  yok olsun diye bırakırmı, aksine kelamını desteklemek için gönderilmiştir, ve mubarek kelamıda açtığımızda bu gerçeği yüzümüze tokat gibi vurur, neresidir orası dersek,

Kasas(48)
Fakat şimdi onlara katımızdan gerçek (Kur'an) geldiği zaman:
"Musa'ya verilen (mucize) gibisi verilseydi ya!" dediler.
Oysa bundan önce Musa'ya verileni de inkar etmediler mi?
Onlar:
"Birbirini destekleyen iki büyü" dediler ve:
"Biz, hiçbirine inanmayız!" dediler.

Kasas(49)
De ki: "O halde eğer doğru söylüyorsanız, 
Allah katından bu ikisinden daha doğru bir Kitap getirin ben de ona uyayım!"

bu ayetlerde de gördüğümüz gibi Kuran önceki kitapları destek amaçlı gelmiştir, muhakkak o dönemde de ortaya sahte yazılar çıkmış insanlar eliyle yazıp bu ALLAHtandır demiştir, işte karşılarında bir büyü derecesinde onu destekleyen kitap geldiğinde şaşmışlardır, hz. Muhammed'de buyrun bu İKİSİNDEN daha doğrusu varsa diye bir cümle kurabilmiştir, yani ortada bozulmamış en az bir kitap daha olduğunu görmekteyiz.

AL-İ İMRAN- 78 - Kitap ehlinden öyle bir güruh da vardır ki, siz onu kitaptan sanasınız diye, dillerini kitaba doğru eğip bükerler. Halbuki o, kitaptan değildir. "Bu, Allah katındandır." derler; oysa o, Allah katından değildir. Allah'a karşı, kendileri bilip dururken, yalan söylerler.

Bakara (79) Artık o kimselerin vay haline ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz para almak için: "Bu Allah tarafındandır." derler. Artık vay o ellerinin yazdıkları yüzünden onlara! Vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!


şimdi Allahın Kelamındaki bu ve bu tip ayetlerdende haberimiz vardır, bu tip ayetler önceki kitapların bozulduğu anlamına gelmez, burdaki anlam birileri bozulmamış doğru kelama bakar yanlış okumaya çalışır, bu önceki kelamlar bozulmuş demek değildir, bu ortada gerçek kitap var ama doğru okumuyorlar demektir,  haaa siz hristiyanların elinde bozup bozup durduğunuz kelam zaten gördüğümüz gibi Allahın Kelamı değildir, Allahı Teala Kitabı Mukaddes diye bir kitap gönderdim dememiştir zatenHRİSTİYANLAR OLARAKDA SİZİN İDDİANIZ ELİNİZDEKİ YAZMALARIN ESİNLENİP YAZILMASI ve mektuplardan oluşmasıdır, yani vahy yoluyla gelmiş iddianız yoktur, şimdi sizin elinizde olan sizinde zaten bunlar İsa'ya verilmiş olan ilahi emirlerdir DEMEDİĞİNİZ için,bu kimin yazdığı sizinde emin olmadığınız yazmalara bakıp önceki kitaplar bozulmuştur iddiasında bulunacak mantık hatasında düşmeyiz. Ne zamanki elinizdeki kitaplar hakkında bunlar evet Allahı Teala tarafından Hz. İsa'ya verilmiştir iddiasında olursunuz, O ZAMANDA ÖNCEKİ KİTAPLAR BOZULDU DEMEYİZ, hayır bunlar onlar değildir deriz, çünkü Allahın Kelamındaki

KEHF(27)
Rabbinden sana vahyolunanı oku!
O'nun sözlerini değiştirecek yoktur.

olan bu ayetede iman etmişsizdir, fakat önceki kitaplarıda sakladığınızı bilmekteyiz bunuda bize kuran der,

Bakara (42) Hakkı bâtılla karıştırıp da bile bile hakkı gizlemeyin.
Bakara (140) Yoksa siz, "İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakub ile Yakuboğulları da yahudi, ya da hıristiyan idiler" mi diyorsunuz? De ki: "Sizler mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?" Allah tarafından kendisine ulaşan bir gerçeği gizleyen kimseden daha zalim kimdir? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
Bakara(159) İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti Kitap'ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var yaişte onlara hem Allah lanet eder, hem de bütün lanet etme konumunda olanlar lanet eder.


Al-i İmran (187) Hani Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu (Kitabı) mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diye sağlam söz almıştı. Fakat onlar verdikleri sözü, arkalarına atıp onu az bir karşılığa değiştiler. Yaptıkları bu alış veriş ne kadar kötüdür.

Al-i İmran 187 ise bize herşeyi tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır, '' "Onu (Kitabı) mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diye sağlam söz almıştı. '' denmesi GİZLENDİĞİNİN en açık delilidir. Konunun ve islamın özetine gelirsek, yine az hamsi yiyenlerden şikayet etmeden geçemeyeceğim, islamın ne olduğunun genel hatlarıyla tarifi olan Maide 48'de bize anlatılmamış, veya ilahiyatcılarımızın belirttiğim gibi bu ayeti görecek zamanı olmamıştır, yukarda örneğinden bir parça verdiğim bu ayetten verilen alıntıyı çıkarıp görmenizi istediğim cümleyi bırakırsak,

Maide (48)
Biz, 

herbiriniz için bir şeriat ve yol belirledik.
Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı,
fakat size verdiklerinde sizi denemek istedi. 

Öyleyse iyiliklere koşun

bizim anladığımız İslam budur, Allah-ı Teala her bir ümmete bir şeriat vermiş ve insanları ümmetlere ayırmış ki aramızda iyilik yarışında olacağımız guruplar belli olsun, bundan dolayı ne İslam nede yaşadığı dönemde Hz. Muhammed önceki şeriatlerin uygulanmasından korkmamıştır, Korkmadığı içinde

Maide 68) De ki: "Ey kitap verilenler, siz tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni uygulamadıkçahiçbir şey değilsiniz." Andolsun ki, Rabbinden sana indirilen -bu Kur'an-, onlardan birçoğunun azgınlığını ve küfrünü artıracaktır. O halde kafirlere acıyacağın tutmasın!

buyrun size verileni uygulayın diyebilmektedir. Hristiyan alemine mesajım, önceki şeriatleri ortaya çıkarmanızla islam potasında eriyeceksiniz korkunuz olmasın, islam sizdeki farklılıklarıda korumak için burda, çıkarın şu ilahi kitapları geçin müslümanların karşısına iyilik yarışınadır.

Makaleyi yukadaki Temelimizle bitirelim,

'' H. Misyoner ''- Amca benim anladığım sen bizim kitabı bilmiyorsun numarası çekdin bana doğru söyle öylemidir,

'' sen, ben ''- Uşağım şükürler olsun ben büyüklerimizin bize öğrettiği tek birşeyi yapmadım, oda nedur bilirmusun, O Kuranı Kerimi odanın bi duvarına uzanamayacağım bir yere asıp ona mal mal bakmadım, bide eskilerimiz aman aman tercümesi okumayın yorum yapmayın günaha girersiniz gibi bir mantık çakmıştılar bize, bense YARADANIM ne demiş merakına düştüm aldım tercümesi baktım, gördümki sevgiliden mektup imiş. O zamandır anladığım lisandan okur anlamaya çalışırım.

Sizin meseleye gelince, avrupa, afrika derken hristiyanlaştırılma sırasının bize geldiğinin ve memleketimizin hedef secildiğini bilmekteyiz, bizde sizin kitaba bakıp hazırlanalım diye pek tabi biraz hazırlandık, ama sizin gelmeniz o kadar sürdiki, başladık tersinden okumaya öyle okursak başka anlamlar varmıdır diye, durum vaziyet budur, içinizde yaradan korkusu varsa bence yapmanız gereken, dinsizleştirdiğiniz ülkelerdeki halkınızı dininize çevirme gayretine düşün, kendi halkını bırakıp bizi hristiyan yapmaya çalışmanızı bu saatten sonra yemeyiz evladım,

     Bak şimdi öncelikle sizin Hristiyanların durumunu anlamak için kafir kelimesindeki anlama, birkaçda ayete bakalım.
Kâfir Kime Denir? 

 
İslam dininin temel esaslarını kabul etmeyen, Hz.Peygamber'in, Yüce Allah'tan getirdiği kesin olarak bilinen hususları inkar eden kimsedir.
kaynak:http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dy/DiniBilgilerDetay.aspx?ID=2326
 Maide (72) Andolsun, "Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler kesinlikle kafir oldu. Oysa Mesih şöyle demişti: "Ey İsrailoğulları! Yalnız, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin. Kim Allah'a ortak koşarsa artık Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur."
  Maide (73) Andolsun, "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler kafir oldu. Halbuki bir tek ilahtan başka hiçbir ilah yoktur. Eğer dediklerinden vazgeçmezlerse andolsun onlardan inkar edenlere elbette elem dolu bir azap dokunacaktır.
 
 Tevbe (30) Yahudiler, "Üzeyr Allah'ın oğludur" dediler. Hırıstiyanlar ise, "İsa Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkar etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!

Hac (51) Âyetlerimizi geçersiz kılmak için çaba gösterenler var ya, işte onlar cehennemliklerdir.

Ankebut (68) Allah'a karşı yalan uyduran, yahut kendisine geldiğinde, gerçeği yalanlayandan daha zalim kimdir? cehennemde kâfirler için bir yer mi yok?
Kaf (25) (Allah şöyle der:) "Atın cehenneme, (hakka karşı) inatçı, hayrı hep engelleyen, haddi aşan şüpheci her kâfiri!"

Ali İmran(113) 
Hepsi bir değildir. 

Kitap verilenler içinde gece vakitlerinde allah'ın ayetlerini okuyup secdeye kapanan doğru bir topluluk vardır. 
Şüphesiz, iman edenler(le) Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiiler (den kim) Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (2 Bakara Suresi - 62)   
Gerçek şu ki, iman edenlerle yahudiler, Sabiiler ve Hıristiyanlardan Allah’a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. (5 Maide Suresi - 69) 

Ankebut(46) 
Kitap ehli ile zulmedenleri bir yana ancak en iyi bir şekilde mücadele edin ve deyin ki: 
"Biz, 
hem bize indirilene iman ettik, 
hem size indirilene ve bizim ilahımız ile sizin ilahınız birdir. 
Ancak biz yalnız O'na teslim olmuşuzdur." 
Nisa(171) 
Ey kitap verilenler, 
dininizde aşırılığa gitmeyin ve Allah hakkında yalnızca gerçeği söyleyin! 
Meryem oğlu Mesih İsa, 
yalnızca Allah'ın peygamberi, 
Meryem'e ulaştırdığı kelime'si ve ondan bir ruhtur; 
başka birşey değil. 
Gelin Allah'a ve O'nun peygamberlerine iman getirin ve "üçtür" demeyin.
Bundan vazgeçin; 
hakkınızda hayırlı olur!
Allah, 
ancak bir tek İlah'tır,
haşa O'nun bir oğlu olması asla düşünülemez. 

Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. 
Vekil olarak da Allah yeter.
Hadid(19) 
Allah'a ve peygamberlerine iman edenler, 
Rableri yanında tıpkı sıddıklar ve şehitler gibidir.
Onlara, 
onların mükafatlan ve nurları vardır.

Ayetlerimizi yalan diyenlere gelince, 
işte onların tümü cehennemin adamlarıdır. 

   Bu ayetleri görimusun uşağum '' "Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler kesinlikle kafir oldu.  '' lar ayrıca, '' "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler kafir oldu.  '' lar, '' Hırıstiyanlar ise, "İsa Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir.'' siz habu gerçek olmayan işleri söylemekten vazgeçin, kafir olmayın, habu Kuran Alemlerin Rab'bi Allah-ı Tealadan gelmektedir, O'nun ayetlerini Kelamını kabu edin yalanlamayın, O'nun ayetlerini geçersiz kılmaya uğraşmayın, eğer böyle ederseniz ne der Yaradan  '' Âyetlerimizi geçersiz kılmak için çaba gösterenler var ya, işte onlar cehennemliklerdir.  '' demekte gördün demi, gelin cehennemlik olmayın.
Alemlerin Rab'bi ''Ali İmran(113) Hepsi bir değildir. Kitap verilenler içinde gece vakitlerinde allah'ın ayetlerini okuyup secdeye kapanan doğru bir topluluk vardır. '' der, yani sizin içinizde de doğru insanlar olduğu söyler bize, onun içinde bu tip doğru insanlar her nerde var ise, '' Gerçek şu ki, iman edenlerle yahudiler, Sabiiler ve Hıristiyanlardan Allah’a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. (5 Maide Suresi - 69) '' der, yani bunlarDAN olanlardan kısaca hepsi değildir bu, bunlarDAN '' Allah’a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, '' haburayı iyi anlayın, gördünmü yüce yaradanın adaletini, sizlerde aklını kullanıp islamı duymamış görmemişde olsa doğru yolu bulana korku yoktur demektedir. Ama artık islamla temas ettiniz artık araştırın.
Şimdi bana bir Hristiyan herhangi bir müslüman cennete gidebilecekdir diyebilirmi, diyemez, çünkü Hristiyanlığa göre cennete gitmek için İsa'nın çarmıhta insanların günahı için öldüğüne iman vardır, buna inanmayan cennete gidemez öylemidir. Ama ne gariptir, Müslümanlar Hristiyanlarında kabul ettiği İsa dünyaya babasız gelmiştir inancınıda sahiptir, bak şimdi yahudi dediğin ise İsa'nın öylesi bir doğumuna inanmazlar töbe, O'na onun bunun çocuğu derler, şimdi siz Hristiyanlığa göre İsa'yı kabul bile etmeyen O'na böyle iftiralar atan yahudiler seçilmiş halktır onlar kesin cennetliktir der, onlara yaranmaya çalışmak için düşersiniz onların peşine, işte habu saçmalığı benimde kafam almayi, 
sizin durumunuzu bence gene sizin kitaptan İsa anlatmış bak ne der.
Mat 23:15 "Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Tek bir kişiyi dininize döndürmek için denizleri, kıtaları dolaşırsınız. Dininize döneni de kendinizden iki kat cehennemlik yaparsınız.
sağlıcakla


AÇIKLAMA
İslami inanca göre İncil kelimesine verebileceğimiz anlamı Maide(110)'da rahatlıkla görmekteyiz, burdaki anlamda Allahı Tealanın İsa s.a.v hitaben '' Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. '' demesindeki anlamdır. Kısaca İncil İsa s.a.v verilen bu bilgidir ve biz bu bilgiye müslüman olarak İNCİL demekteyiz.

İncil kelimesini en çok kullanan Hristiyanlar olsada ellerindeki yazmalara aykırıda olsa İNCİL'in VARLIĞINI KABUL ETMEZLER. Siz bakmayın Hristiyanlığı anlatırken bu incildir vs demelerine, ufak bir kaç örnekle hristiyanlığın İncil'i nasıl redettiklerine bakalım, öncelikle Maide(110)'da belirtileni unutmayın, orda İsa s.a.v Allahı Teala tarafından insanlara ulaştırması için verilen bilgi bir müjde vardır.

Kitabı Mukaddesin yeni ahit bölümünü İsa'nın havarilerinden veya şakirtlerinden diyebileceğimiz Matta, Markos, Luka veYuhanna'nın yazdığı ve bunların İsa'nın talebesi olduğu söylenip durulmaktaysada, pekde öyle olmadıklarını yine kendi ellerindeki yazmalara bakıp rahatlıkla gördük, İşte bu talebesi diye bize sunulan her bir kişinin yazdığı kitaba ingilizcede ''GOSPEL'' denir, şimdi dünyaca ünlü mümkün olduğunca tarafsız bilgi vermeye özen gösteren wikipedia.org web sitesine göre bu kelimeye verilen açıklamanın kısa bir tarifine bakalım.

A gospel is an account, often written, that describes the life of Jesus of Nazareth. In a more general sense the term "gospel" may refer to the Good News message of the New Testament. It is primarily used in reference to the four canonical gospels of Matthew, Mark, Luke, and John.kaynak:http://en.wikipedia.org/wiki/Gospel

tarif budur, yine aynı sayfadan verilen sayfayı Türkçeye çevirdiğimizde ortaya çıkan kısaca açıklama budur.

İncil, Hıristiyanlığın kutsal kitabı olan Kitab-ı Mukaddes'in, Yeni Ahit kısmının ilk dört bölümünün her birine verilen ad. Matta, Markos, Luka veYuhanna tarafından kaleme alınmış olan dört İncil, yazarlarının adıyla anılır. İncillerde, Hıristiyanlığa göre İsa'nın hayatı ve öğretileri anlatılır.kaynak:http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ncil

Lütfen unutmayın Türkçemize göre İNCİL Allahı Tealanın Hz.İsa s.a.v birebir verdiği öğretisinin müjdenin adıdır, BİRBAŞKASINA DEĞİL, mesela Hz.Musa'ya verilenin adı olmuş TEVRAT, Hz. Davud'a verilenin adı olmuş ZEBUR ve hepinizin bildiği gibi Hz.Muhammed'e verilenin adıda olmuş Kuranı Kerim. Kısaca Matta, Markos, Luka ve Yuhanna'nın yazdıklarını onlara Allahı Teala vermemiştir, garip olan Kitabı Mukaddesin içinde de gördüğümüz gibi Kitabı Mukaddesin tamamının esinlenerek yazıldığını iddia etmesi yani ortada bir vahiy yoktur. Şimdi bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demezlermi adama, nedenmi, şundan herhangi bir kimse elindeki yazmaya İNCİL diyorsa, bu Allahı Teala tarafından Hz. İsa'ya verilen bilgi, müjdedir diyor demektir, anlam itibariyle bunu diyen bizim anladığımız anlamda demiyorsa beynimizde İNCİL'in anlamı bu olduğu için bizim algılamamız ister istemez bu olmaktadır vede olacaktır.

Fakat görüldüğü gibi Hristiyanlar bizim anladığımız anlamda İsa'larına öylesi herhangi bir bilginin yaradan tarafından O'na verildiğini kabul etmezler, edilmiş olsa önümüze İsa'ya göre bir İNCİL koymaları gerekmektedir, ama yine görüldüğü gibi İsa'nın öğrenicilerinin yazdığı dedikleri ki ortada ciddi şüphelerin olduğu yine ellerindeki yazmalarda mevcut ken, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna'nın yazdıklarını NEDEN İNCİL DİYE ADLANDIRMIŞLARI bir düşünün. Ve unutmayın Matta, Markos, Luka ve Yuhanna'nın yazdıkları İsa'dan çok sonraları olmuştur ve kaç tarihlerinde yazmış olduklarıda hala daha tartışılmaktadır.

Burada bizim sormamız gereken İsa insanlara olan öğretilerini kendinden daha sonra yazılmış kitaplarla yapamayacağına göre neye göre yapmaktaydı olması gerekir. İyide sonradan yazılanlar O'nun dedikleridir de diyemeyiz, nedenine birazdan geleceğim.
Ufak bir hatırlatma yapalım, dört talebenin yazdığı bu kitabın her birine ingilizce ne deniyordu '' GOSPEL'' ve hadi onların saptırmasıyla gidelim, bunuda Türkçeye nasıl çevirmişlerdi İNCİL şimdi biz tek bir İNCİL vardır diye bilirken ortaya dört İNCİL çıktı ki bu şimdilik sorun değil. Öncelikle bu kelimeyi birazcık araştıralım bir örnek çekelim önümüze,

Mat 24:14 Göksel egemenliğin bu Müjdesi bütün uluslara tanıklık olmak üzere dünyanın her yerinde duyurulacak. İşte o zaman son gelecektir.

araştırmamız gereken kelime bu cümlede kullanılmış olan 'Müjde '' kelimesi olacaktır,

Türkçeye Arapçadan geçen kelimenin aslı Yunanca "Ευαγγετλιον" (Evangelion) şeklindedir ve 'iyi haber, müjde' anlamına gelir.
demiş wipediaşimdi bu Evangelion kelimesinin nerelerde kullandığına bakalım, yardımcı olması için kitabı mukaddes'te kullanılmış olduğu yerlerin tüm listesini verelim

Mat 4:23
Mat 9:35
Mat 24:14
Mat 26:13
Mar 1:1
Mar 1:14
Mar 1:15
Mar 8:35
Mar 10:29
Mar 13:10
Mar 14:9
Mar 16:15
Act 15:7
Act 20:24
Rom 1:1
Rom 1:9
Rom 1:16
Rom 2:16
Rom 10:16
Rom 11:28
Rom 15:16
Rom 15:19
Rom 15:29
Rom 16:25
1Cr 4:15
1Cr 9:12
1Cr 9:14
1Cr 9:18
1Cr 9:23
1Cr 15:1
2Cr 2:12
2Cr 4:3
2Cr 4:4
2Cr 8:18
2Cr 9:13
2Cr 10:14
2Cr 11:4
2Cr 11:7
Gal 1:6
Gal 1:7
Gal 1:11
Gal 2:2
Gal 2:5
Gal 2:7
Gal 2:14
Eph 1:13
Eph 3:6
Eph 6:15
Eph 6:19
Phl 1:5
Phl 1:7
Phl 1:12
Phl 1:17
Phl 1:27
Phl 2:22
Phl 4:3
Phl 4:15
Col 1:5
Col 1:23
1Th 1:5
1Th 2:2
1Th 2:4
1Th 2:8
1Th 2:9
1Th 3:2
2Th 1:8
2Th 2:14
1Ti 1:11
2Ti 1:8
2Ti 1:10
2Ti 2:8
Phm 1:13
1Pe 4:17
Rev 14:6
kaynak:http://www.blueletterbible.org/lang/lexicon/lexicon.cfm?strongs=G2098
 
karşımıza bu liste çıkmakta, bu kelimeye verilen ingilizce açıklamaya bakarsakta,
G2098 εὐαγγέλιον euaggelion yoo-ang-ghel'-ee-on From the same as G2097; a good message, that is,the gospel: - gospel.

görüldüğü gibi ingilizcede buna yani (Evangelion) kelimesine verilen anlam message Türkçeye çevirirsek mesaj, ileti, kısaca iletilecek mesaj. Şimdi Allahı Tealanın peygamberler aracılığıyla bize ileti mesaj verdiğini kabul etmekteyiz hatta peygamber denilince aklımıza gelende yaradandan gelen bu mesajlardır. Şimdi biz Hristiyanlara İsa'ya böylesibir mesaj ileti verilmişmidir diye sorduğumuzda, olurmu O'nun kendisi Mesaj Müjdedir der çıkarlar işin içinden. Bakın konuyu ellerindeki yazmalara göre araştırıyoruz değilmi, neydi bu dört yazarın yazdığı her bir kitabın adı (Evangelion) kelimesi bunu öne çekelim şimdi.

Mar 1:14 Yahya'nın tutuklanmasından sonra İsa, Tanrı'nın Müjdesi'ni duyura duyura Celile'ye gitti.

halla halla gelde deme, İsa ne yapıyormuş Matta, Markos, Luka ve Yuhanna'nın yazdıkları (Evangelion) ları yani İncilleri duyurmuyor Tanrının Müjdesini yani (Evangelion) gerçek İNCİL'i u duyuruyor yani söylüyormuş. Yani olay tamda Kuranın belirttiği gibi Allahı Tealanın İsa'ya verdiği bir bilgi mesaj ileti var O'da onu öğretiyor ki amenna, ve Hristiyanlarında hayır O'nun kendisi İncil müjdedir iddiaları pekde sağlam değilmiş. Bir kaç örnek daha ekleyelim kusura bakmayın vakitsizlikten hepsini analiz edemeyeceğim yukarda meraklıları için tüm listeyi verdim bakabilirler.


Mar 16:15 İsa onlara şöyle buyurdu: "Dünyanın her yanına gidin, Müjde'yi bütün yaratılışa duyurun. Rom 1:1 İsa Mesih'in kulu, Tanrı'nın Müjdesi'ni yaymak üzere seçilip elçi olmaya çağrılan ben Pavlus'tan selam!
2Co 9:13 Onlar, içtenliğinizi kanıtlayan bu hizmetten ötürü, açıkça benimsediğiniz Mesih Müjdesi'ne uyarak kendileriyle ve herkesle malınızı cömertçe paylaştığınız için Tanrı'yı yüceltiyorlar.


Bu alıntılarda da görüldüğü gibi İsa'ya Tanrı tarafından verilen bir mesaj ileti vardır, bunu Türkçeye Çevirirsek adı İNCİL dir, Hristiyanlar hayır İsa'ya böyle bir ileti verilmemiş derler kısaca İNCİL'i kabul etmezler, fakat bilinç altımızdan bize ulaşmak içinde Matta, Markos, Luka veYuhanna diye adlandırdıkları İsa'nın öğrencileri olduğu şüpheli kişilerin yazdığı yazmalarada İNCİL der önümüze çıkarlar.

Hristiyanlarla iletişimimizde İncil kelimesindeki anlam anlatılmalı yanlız ve yanlızca Allahı Teala tarafından Hz.İsa'ya verilen mesaja İNCİL denilebileceği anlatılmalı başkalarının yazdığınada ne derlerse desinler ilahi kitapların adı kullanılmadıkçada bizce sorun yok. Diğer taraftan inandıkları Tanrılarına sonsuza kadar anılmak istedikleri isimle hitap etmeleri telkin edilmelidir. İsa ismi ellerindeki yazmalarda zaten yoktur, ellerindeki yazmayı şu, lisana ondan diğerine vs vs çevirip önümüze İsa ismi çıkarmalarının anlamı yoktur, insan tanrı dediği Mesih dediği değerli varlıkların ismini adam gibi söylemeye çalışır, ne bileyim adam olan adamlar öyle yapar.


Bu açıdan baktığınızda Hristiyanlar görüldüğü gibi İNCİL'in varlığını bile inkar etmeyle İNCİL'İ saklamakta olduklarını ortaya koymaktadırlar, diğer yandan bilinç altınıza oynamak kafanızda kavram karmaşası yaratmak için İNCİL der dururlar, konuyu onların sunduğu bu saptırmalarla ele alır devam ederseniz sabahlara kadar münakaşanız bitmez, bu makale örneğinde verilen açıdan yaklaşımla pekde ciddiye alınacaklarını sanmıyorum, soracaklarınız, sormanız gerekenler ve alacağınız cevaplar ortaya konmuştur, karar sizin. --