Edebiyatımızın pek bilinmeyen büyüklerinden Şevket Arı'nın "Kırdan Bayırdan Hikâyeler" isimli kitabından (Ötüken, 1998) aldım. Bulabilirseniz tam Ramazaniyeliktir diyerek "Asker Kaçağı" adlı hikâyeye dönüyorum.
Mehmed, I. Dünya Harbi'nin sonlarına doğru silahı, fişekliğiyle birlikte askerden kaçıp, Marmara Bölgesi'ndeki köyü civarına gelip saklanıyor ve o günlerde âdet olduğu üzre civardaki çetelerden birine katılıyor. Asker kaçağı ama Mehmed iyi atıcı, cesur bir savaşçı olduğu için kısa zamanda çete içinde öne çıkıyor; bir zaman sonra güvendiği arkadaşlarıyla ayrılıp kendi çetesini kuruyor.
Mehmed'in millici bir tarafı var; diğer çeteler genellikle Türk köyleri üzerinde çalışırken Mehmed, Çerkez, Arnavut, Laz, Gürcü köyleri üzerinde ihtisas yapıyor, zira Türk köyleri harp sebebiyle adamsız, hâmisiz kalmış, kolay lokma hâline gelmiş. Mehmed'inki bir nevi mukabele-i bilmisil. Bu durum, diğer çetelerin kanına dokunuyor, Mehmed'i bastırmak için fırsat kolluyorlar ama Mehmed atik, yiğit; bana mısın demiyor.
Bu esnada Yunan, İzmir'e asker döküyor. "Ne oldum" demeden Mehmed'in köyü de işgal altında. Yunanlılar, çetelere teslim olun çağrısı yolluyor, Mehmed kabul etmiyor; düşüyorlar peşine fakat Mehmed her defasında Yunan müfrezelerine esaslı bir dayak çekip kurtuluyor baskınlardan. Yunan kumandanı, nizami askerle iş göremeyeceğini anlayınca diğer çeteleri sevk ediyor ama netice alamayınca bir nevi mütareke yapıyorlar Mehmed'le; o, Yunanlıya bulaşmayacak, Yunan da Mehmed'in köyüne ve civarına ilişmeyecek.
Mehmed'in zayıf noktası köyü; bunu yazın bir tarafa ilerde lazım olacak!
Bu durumda Mehmed, köyü ve civarındaki ahalinin ıslahıyla meşgul oluyor. Şapkayla gezen Rumları maskara etmek, teravihteki Müslümanları tâciz eden şımarık Rumlara ders olsun diye o köyün papazının sakalını zorla tıraş ettirmek, çizgiden çıkanları pataklamak gibi ıslahat hareketleri...
O sıralar civardaki çiftlikte zıraat uzmanı olarak bulunan, hikâyenin anlatıcısı Şevket (Arı) ile tanışıp kaynaşıyorlar. Şevket Bey, Mehmed'i Milli Mücadele'ye doğru çekip kazanmak hesabındadır. Ona akıl veriyor, taktik yardımlarda bulunuyor, hata yapmasını önlüyor. İşgal bölgesinde bir nevi Ankara müfrezesi gibi yönlendiriyor Mehmed'i.
Derken bizimkiler Sakarya hattında düşmanı duraklatınca, Yunan, yerli Rumları yanlarına çekmek için işgal bölgelerinde özerk idareler kurup ahaliyi silahlandırmayı düşünüyor. Bizimkiler de Mehmed'in ağzından bir bildiri kaleme alıp dağıtarak, Rumları milis yazılmaktan soğutmak hamlesine geçiyorlar. Bildiri etkili oluyor ama Yunanlılar Mehmed'i iyice mimliyorlar. Ardından haber yolluyorlar, "Eğer üç gün içinde teslim olursa canları bağışlanacak, yoksa köyünü yakacaklar!"
Mehmed'in zayıf yeri köyü, köylüsü... Ziraatçı Şevket Bey, "Aman ha yalandır, inanma, tuzak" dese de Mehmed'in aklı karışıyor. Uzatmayalım, üç gün sonra Mehmed ve çetesi Yunan'a teslim oluyor. Silahlarını almıyorlar fakat iki gün sonra tuzağa düşürüp arkadan vuruyorlar. Mehmed o'ssaat ölüyor, çete dağılıp gidiyor ama Yunan da iflah olmuyor. Birkaç ay sonra bozgun başlıyor; "Bunu haber alan millicilik sahtekârı çeteler de birer halâskâr çalımıyla, boş kalan kasabaya dolmuşlardı." diyor Şevket Bey acı acı. Çalımlı fakat korkaklardır. Yunan ricatini bozguna çevirecek bir köprünün yakılmasını üstlenmeye çekinirler, bahane bulurlar; o köprüden Yunan askeri rahatça geçip köprüyü yakar. Bizim takipçi kuvvetlere ise o köprü birkaç gün zaman kaybettirir; o esnada Yunan hayli köyde mezalim ve rezillik yapmak fırsatını bulacaktır. Vaktiyle H. İzzettin Dinamo'nun "Kutsal İsyanı"nda okumuştum yanlış hatırlamıyorsam, Çeteci-Kuvvacı takımından Müslüman ahalinin neler çektiğini...
Peki kıssadan hisse nedir; kıssa vardır ama hisse yoktur!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder