Necip Fazıl KISAKÜREK
Bilindiği gibi (cin), Kur’an’da belirtilen üç bilinçli varlıktan (melek, cin, insan) biri olmakla beraber, aynı zamanda görünmeyen varlıklara şamil bir isim. Bu manada görünen varlıkların (ins’in) zıddı olarak kullanılır. Üstad bu yazıda, Tanzimattan bu yana, Türk cemiyetinin ruh kökünü kemiren, mana iklimini kurutan, Türk insanını hareketsiz bırakan ve onun elini kolunu bağlayan bir (cin)den bahsetmektedir.
Öyle bir cin ki; “Mazlum müminlerin ellerini tutan ve zalimlerin ellerine hareket veren bir cin.” Bu (cin)in ne olduğunu biz söylemeyelim de, yazıyı okuyan herkes, kararını kendisi versin.
Öyle bir cin ki; “Mazlum müminlerin ellerini tutan ve zalimlerin ellerine hareket veren bir cin.” Bu (cin)in ne olduğunu biz söylemeyelim de, yazıyı okuyan herkes, kararını kendisi versin.
Ellerimizi Tutan Cin
(1967 Büyük Doğuları, sayı;2, sayfa;3)
33 milyon kabul edebiliriz kendimizi… Bunun en aşağı yarısı, namazında ve niyazında Müslüman… Kadroyu, kafa kağıdı ve musalla taşı Müslümanlığına kadar genişletecek olursanız, dersiniz ki, Müslüman olmayan yok!.. Demek ki, bu vatan tek kelimeyle Müslümanların yurdu… Ama bu yurtta Müslümanlık, dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir mezhebinden görmeyeceği baskı altındaymış; o başka!.. Yani karınca, akrep yuvasına tıkılsa düşmeyeceği tehlikeye kendi öz yuvasında uğramış bulunuyor! O mübarek hayvancık ki, değil kendi öz yuvasında yabancı böceklere yer vermek, ayrı bir oymaktan yine bir karınca görse, onu hemen öldürecek kadar hassas bir yaratılıştan gelmekte…
O halde bu nasıl oluyor; Müslüman, kendi öz bahçesinde, nasıl, etrafı tel örgüyle çevrili bir esir kampı hayatı yaşamaya mahkum edilebiliyor?
Bu hal, Tanzimat’tan beri gelen ve göğüslerinde İslam düşmanlığının mükafatı olarak kazandıkları madalyalar ışıldayan sahte kahramanların veya onlar tarafından çizilmiş yasakların, kurulmuş rejimlerin eseri değildir. Müessir rolünde olsalar bile onlar da birer eserdir ve asil olmak yerine vekil olarak iş görmektedirler.
Gerçek müessir, arkada ve göze görünmez bir plandadır… Gerçek müessir, Hıristiyanlık kırması, Yahudilik azmanı, (emperyalizm) veled-i zinası, (kozmopolitizm) emzirmesi, Batı hayranlığı beslemesi bir cindir; ve bütün marifeti, göze görünmeksizin, her tarafa sarî bir hava üflemek ve bu havanın büyüsü altında iradeleri körletmektir.
Müslüman-Türk topluluğunun fertleri arasındaki dayanışmayı güveler gibi diş diş yiyip söken, onları betonluktan çıkaran ve kül yığını haline getiren, aynı topluluktan devşirdiği ajanlara da ilk marifet olarak kendi kendilerinden İslam’dan tiksinmeyi ve her işi bu ölçüye göre yapmayı öğreten, kahramanlık ve inkılapçılık hünerini yalnız bu marifete bağlayan ve neticede efsanevi bir kuvvet telkiniyle, kelepçesiz ve zincirsiz, mazlum müminlerin ellerini tutan ve zalim Allahsızların ellerine hareket veren cin…
Bu cin, bir buçuk asra yakın bir zamandan beri, Yahudisi, masonu, dönmesi, köksüzü, misyoneri, bankeri, gazetecisi, politikacısıyla el ele, eski Haçlılar ordusundan daha kuvvetli ve tesirli olarak Batı tezgahlarında imal edilmiş bir manadır; ve Mustafa Reşit Paşadan, Ali, Fuad, Mithat, Talat Paşalar çizgisi boyunca Türkün ruh kökünü çürütme ve şahsiyetini Batıya feda etme memuriyetiyle gelenler, bu mananın civcivleridir.
Mana, folluk; kuluçka, Batı; civcivler de, tarihimizde ve içimizdekiler…
Nihayet bu civcivler, renk renk baba horozları ve şekil şekil kurumlu tavuklarıyla, yumurta-tavuk, tavuk-yumurta, Con Ahmet Beyin devr-i daim makinesi gibi, kendi kendisini üreten bir iklim kurmuş; ve mahut cin hesabına, alet alet notalarını çok iyi ezberleyici cehennemi bir orkestra şefliğinde, sahte şefin arkasında, gayet rahat ve engelsiz, icra-yı lubiyat a nazaret etmekten gayrı zahmet kalmamıştır.
Kimse parmağını kaldırıp kendi öz nağmesi olan edebiyat bestesini ihtar edemez. Eli bağlıdır! Çalgıcılardan da hiçbiri falsolu notaya parmak basamaz.Eli bağlıdır! Hatta, sahte orkestra şefliğine doğru talim görenlerden hiçbir fert, küçük bir insaf buhranına düşüp Batı senfonisine en basit milli rengi karıştıramaz.Eli, dili ve yüreği bağlıdır.
Sadece, yine aynı cinin müsaade, belki de emriyle, Müslüman geçinen gafilleri avlamak için, radyoda Kur’an veya Mevlüd, Cenab-ı Haktan niyaz ederiz! Edebiyatı ve öbür taraftan dini ve din ruhunu katletmek için ne lazımsa o…
Bu cin bir ruh baskısının diktiği korkuluktan ibarettir ve bir bakıma “hep” bir bakıma “hiç” tir.
Artık Müslümanların dış yüz ezberciliğinden çıkarak girift manaları kavramaya başlaması ve her şeyden önce bu cini öldürmek üzere ellerini çözmesi lazımdır. Bu cin geberdikten sonra, onun, tarihimizdeki ve hayattaki bütün maiyeti beraberce ölür.
Bir manadan başka bir şey olmayan bu cini öldürmekteyse kanuni suç yoktur!
Müslüman!.. Sana iki şey düşüyor: Hikmet ve hareket… Yani anlamak ve kanun çerçevesinde şahlanmak, davranmak!..
O halde bu nasıl oluyor; Müslüman, kendi öz bahçesinde, nasıl, etrafı tel örgüyle çevrili bir esir kampı hayatı yaşamaya mahkum edilebiliyor?
Bu hal, Tanzimat’tan beri gelen ve göğüslerinde İslam düşmanlığının mükafatı olarak kazandıkları madalyalar ışıldayan sahte kahramanların veya onlar tarafından çizilmiş yasakların, kurulmuş rejimlerin eseri değildir. Müessir rolünde olsalar bile onlar da birer eserdir ve asil olmak yerine vekil olarak iş görmektedirler.
Gerçek müessir, arkada ve göze görünmez bir plandadır… Gerçek müessir, Hıristiyanlık kırması, Yahudilik azmanı, (emperyalizm) veled-i zinası, (kozmopolitizm) emzirmesi, Batı hayranlığı beslemesi bir cindir; ve bütün marifeti, göze görünmeksizin, her tarafa sarî bir hava üflemek ve bu havanın büyüsü altında iradeleri körletmektir.
Müslüman-Türk topluluğunun fertleri arasındaki dayanışmayı güveler gibi diş diş yiyip söken, onları betonluktan çıkaran ve kül yığını haline getiren, aynı topluluktan devşirdiği ajanlara da ilk marifet olarak kendi kendilerinden İslam’dan tiksinmeyi ve her işi bu ölçüye göre yapmayı öğreten, kahramanlık ve inkılapçılık hünerini yalnız bu marifete bağlayan ve neticede efsanevi bir kuvvet telkiniyle, kelepçesiz ve zincirsiz, mazlum müminlerin ellerini tutan ve zalim Allahsızların ellerine hareket veren cin…
Bu cin, bir buçuk asra yakın bir zamandan beri, Yahudisi, masonu, dönmesi, köksüzü, misyoneri, bankeri, gazetecisi, politikacısıyla el ele, eski Haçlılar ordusundan daha kuvvetli ve tesirli olarak Batı tezgahlarında imal edilmiş bir manadır; ve Mustafa Reşit Paşadan, Ali, Fuad, Mithat, Talat Paşalar çizgisi boyunca Türkün ruh kökünü çürütme ve şahsiyetini Batıya feda etme memuriyetiyle gelenler, bu mananın civcivleridir.
Mana, folluk; kuluçka, Batı; civcivler de, tarihimizde ve içimizdekiler…
Nihayet bu civcivler, renk renk baba horozları ve şekil şekil kurumlu tavuklarıyla, yumurta-tavuk, tavuk-yumurta, Con Ahmet Beyin devr-i daim makinesi gibi, kendi kendisini üreten bir iklim kurmuş; ve mahut cin hesabına, alet alet notalarını çok iyi ezberleyici cehennemi bir orkestra şefliğinde, sahte şefin arkasında, gayet rahat ve engelsiz, icra-yı lubiyat a nazaret etmekten gayrı zahmet kalmamıştır.
Kimse parmağını kaldırıp kendi öz nağmesi olan edebiyat bestesini ihtar edemez. Eli bağlıdır! Çalgıcılardan da hiçbiri falsolu notaya parmak basamaz.Eli bağlıdır! Hatta, sahte orkestra şefliğine doğru talim görenlerden hiçbir fert, küçük bir insaf buhranına düşüp Batı senfonisine en basit milli rengi karıştıramaz.Eli, dili ve yüreği bağlıdır.
Sadece, yine aynı cinin müsaade, belki de emriyle, Müslüman geçinen gafilleri avlamak için, radyoda Kur’an veya Mevlüd, Cenab-ı Haktan niyaz ederiz! Edebiyatı ve öbür taraftan dini ve din ruhunu katletmek için ne lazımsa o…
Bu cin bir ruh baskısının diktiği korkuluktan ibarettir ve bir bakıma “hep” bir bakıma “hiç” tir.
Artık Müslümanların dış yüz ezberciliğinden çıkarak girift manaları kavramaya başlaması ve her şeyden önce bu cini öldürmek üzere ellerini çözmesi lazımdır. Bu cin geberdikten sonra, onun, tarihimizdeki ve hayattaki bütün maiyeti beraberce ölür.
Bir manadan başka bir şey olmayan bu cini öldürmekteyse kanuni suç yoktur!
Müslüman!.. Sana iki şey düşüyor: Hikmet ve hareket… Yani anlamak ve kanun çerçevesinde şahlanmak, davranmak!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder