Sultan II. Abdülhamid¸ Osmanlı'nın ve yakın tarihin en çok tartışılan¸ hakkında en fazla eser üretilen¸ en ziyade yergi ve iftiralara hedef olan¸ tarihimizin en muammalı liderlerindendir. Hakkındaki spekülasyonlar aslında onun gizemli âlemine nüfûz edememekten ve esrarlı kişiliğine vâkıf olamamaktan doğmuştur.
Sultan II. Abdülhamid¸ Osmanlı'nın ve yakın tarihin en çok tartışılan¸ hakkında en fazla eser üretilen¸ en ziyade yergi ve iftiralara hedef olan¸ tarihimizin en muammalı liderlerindendir. Hakkındaki spekülasyonlar aslında onun gizemli âlemine nüfûz edememekten ve esrarlı kişiliğine vâkıf olamamaktan doğmuştur. Bir kısım siyasî-entelektüel çevrelere bulaşan "Abdülhamid illeti"¸ büyük ölçüde çok yönlü politikalarını anlayamamaktan¸ etrafını kuşatan ağır şartları takdir edememekten ve nihayet dinî-geleneksel kaynaklardan beslenen şahsiyetine/tavırlarına duyulan alerjiden türemektedir.
Belki Yıldız'a hapsolmuştu; ama ufku¸ vizyonu¸ hayalleri¸ projeler ve yenilikleri Yıldız'ın duvarlarını ve çağını aşacak seviyedeydi.
Abdülhamid'in çehresini örten kalın örtü açıldıkça ve kişiliğine yönelik saldırıların katranı temizlendikçe "Gerçek Abdülhamid" olanca ihtişamıyla ortaya çıkmakta ve gözleri kamaştırmaktadır. Aşağıda zikredeceğimiz birbirinden çarpıcı bilgiler¸ Abdülhamid ile ilgili zihin kirliliğine son verip¸ daha sağlıklı ve sahici bir yaklaşım içine girmemizi sağlayacak ufuk açıcı ve ezber bozucu bir keyfiyeti hâizdir.
Muammalı Mizâcı ve Husûsiyetleri
Abdülhamid Han¸ "Kızıl Sultan" karalamalarını hak edecek mizaçta bir padişah değildi. Aksine son derece merhametli¸ yufka yürekli ve bağışlayıcı bir karaktere sahipti. O kadar ki¸ en büyük düşmanlarını bile bağışlayacak kadar şefkat ve merhametine yenik düşen bir hükümdardı. Gayet yumuşak huylu¸ hikmetli konuşan¸ karşısındaki hasmı bile olsa karizması¸ tevâzuu¸ insanlık ve nezâketiyle etkileme kâbiliyetine sahipti. İster halk ister devlet adamı olsun¸ huzurunda konuşanları sıkmaz¸ düşüncelerini açıkça söylemelerine imkân verir; kimseyi fikirleri veya ölçüsüz sözleri yüzünden cezalandırmazdı. Bâriz özelliklerinden biri de dengeli ve otoriter olmasıydı. İzlediği "denge siyaseti" ve devleti kurtarmak için aldığı koruyucu tedbirler bunun belirtisidir. Onu böyle davranmaya¸ devleti içine çeken anaforik şartlar ve saltanatının fevkalade karışık bir döneme rastlaması sevk etmişti. Diğer dikkat çekici yönü de oldukça tedbirli¸ temkinli ve uyanık olmasıydı. Nisbeten aşırıya kaçacak seviyede vehimli ve kuruntulu olduğu söylenebilir. Ancak bu da dönemin olağanüstü şartlarından¸ siyasetin kaypak zemininden ve etrafında güvenilir kişilerin bulunmamasından kaynaklanmaktaydı. Tahmin edilemeyecek kadar cesur ve atikti. Hâfızası pek kuvvetli¸ zeki¸ çabuk kavrayışlı ve hazırcevap idi. Derin düşünmeden¸ karşıdakinin görüşlerini anlamadan¸ devlet erkânı ve ulemânın görüşünü almadan herhangi bir konuda hüküm vermezdi. Özel hayatında ve devlet idaresinde israftan kaçınır¸ dengeli bir harcama yapardı. Aşırı saray masraflarını kısmıştı. Hatta bu yüzden "Pinti Hamid" suçlamalarına maruz kalmıştı.1
Mânevî Cephesi ve Dindarlığı
Sultan Abdülhamid'in kişiliğinin en baskın tarafı dindar olmasıydı. Hayatı boyunca ibadetlerini aksatmamış¸ abdestsiz evrak imzalamamıştı. Doğru ve tam bir îtikâda sahipti. Daima camilere giderdi. Sarayın hususî bahçesinde beş vakit ezan okuturdu. Şâzelî tarikatına intisap etmiş¸ Kâdirî tarikatına da ilgi duymuştu. Kadere inanışı fevkalade kuvvetliydi. Hacca gidemese de¸ Osmanlı'nın "Velî" padişahı olarak nitelendirilecek kadar dindar ve takvâ ehli bir sultanıydı. Sürekli Kur'ân-ı Kerîm okurdu. Buhârî-i Şerîf'i hususî surette bastırmış¸ bütün Müslüman memleketlere ve camilere hediye etmişti. Çanakkale Harbi'nde sürekli "Buhârî-i Şerîf" okuyarak dua etmişti. Ayrıca¸ Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve kutsal beldesine karşı duyduğu sonsuz sevgi¸ sadâkat ve hizmetleri; mânevî şahsiyetine ve dinin izzetine hakaret içeren Batı kaynaklı iftira kampanyalarına karşı adeta bir "heykel" gibi dikilmesi ve İslâm Dini'ni ve Müslümanları koruyup güçlendirmeyi esas alan icraatlarda bulunması onun güçlü mânevî yapısının göstergelerindendi.
İşte onun mânevî cephesini tasvir eden seçkin birkaç hadise: Abdülhamid Han¸ yatağının başında daima temiz bir tuğla bulundurur ve yataktan kalktığında çeşmeye kadar abdestsiz yere basmamak için teyemmüm amacıyla kullanırdı. Neden böyle hareket ettiği sorulduğunda şu düşündürücü cevabı vermişti: "Halîfe olarak biz sünnet ölçülerine dikkat etmezsek¸ Ümmet-i Muhammed bundan zarar görür!" Mâbeyn Başkâtibi Es'ad Bey'e¸ "Ben bu kadar zamandır milletimin hiçbir evrâkına abdestsiz imza atmadım." demişti. Başka bir ilginç hadise de şuydu: Abdülhamid zamanında¸ Yavuz Sultan'ın türbedarı şiddetli geçim darlığı yaşayınca dayanamayıp sandukaya hiddetle vurur ve şunu söyler: "Bir de senin evliyâ olduğunu söylüyorlar! Yıllardır türbeni beklemekteyim; hâlâ yoksulluk içindeyim!" Ertesi gün Sultan Abdülhamid onu hemen çağırtır ve bir yıllık ihtiyacını karşılar; çünkü gece rüyasında ceddi Yavuz Selim'i görmüş ve onun uyarısıyla türbedarın halinden haberdar olmuştu.
Mehmet Akif'in aktardığı şu hatıra ise onun "velî" olduğunun çarpıcı bir misalidir: Sultanahmed'e her sabah erkenden gelip¸ mihrabın bir köşesinde gözyaşıyla sürekli inlemekte olan¸ saçı-sakalı ağarmış ihtiyar bir zat Akif'in dikkatini çeker. Nihayet bir gün yanına yaklaşarak neden bu kadar derbeder olduğunu sorar. Israra dayanamayan adam halini gözyaşları içinde şöyle izah eder: "Abdülhamid devrinde binbaşı idim. Anam-babam vefat edince Sadrazamlığa bir dilekçe gönderdim. "Mallarımız var¸ bunların bir bakıcıya ihtiyacı var; kabul buyurulursa istifa etmek istiyorum." dedim. Bana doğrudan hünkârdan bir yazı geldi. "İstifan kabul edilmedi" deniyordu. Bizzat huzura çıkıp yüz yüze görüşmek istedim. Padişaha çıktım: "İstifamın kabulünü istirham edeceğim; durumum budur." dedim. Israrıma dayanamadı; öfkeli bir edâ ve elinin tersiyle: "Haydi! İstifa ettirdik seni!" dedi. Gece¸ mânâ âleminde ordunun teftiş edildiğini gördüm. Efendimiz (s.a.v.) Yıldız Sarayı önünde orduyu teftiş ediyordu. Abdülhamid¸ edeple Efendimiz'in arkasında duruyordu. Derken¸ benim birliğime geldi. Başında kumandan olmadığı için darmadağınıktı. Efendimiz: "Nerede bunun kumandanı?" diye sordu. Abdülhamid de: "Ya Rasulullah çok ısrar etti¸ istifa ettirdik." dedi. "Senin istifa ettirdiğini biz de istifa ettirdik!" buyurdu. İşte ben o gün bugündür bunun hicranı ve pişmanlığı ile gözyaşı döküyor¸ kederleniyorum."2
Renkli Hayatı ve İlginç Hobileri
Her gece uyumadan evvel kitap okutmak âdetiydi. Kitaba olan ilgisi fevkaladeydi. Sarayındaki kütüphanede¸ yabancı dillerde Türkiye hakkında yazılmış¸ tercümesi yapılıp telif hakkı ödenmiş 6 bin adet eser¸ roman¸ hikâye¸ coğrafya ve seyahatname koleksiyonu bulunuyordu. Tarih¸ siyaset ve hukuk alanında geniş mâlûmâta sahipti. Osmanlı tarihini değişik kaynaklardan okuyup incelemişti. Roman (polisiye) ve seyahatname okumayı çok severdi. Kütüphaneciliğimizin modern anlamda kurucusu oydu. Matbaa ve yayın işlerine de gayet meraklıydı. Avrupa'dan modern matbaa makineleri getirtip nefis divanlar bastırmıştı. Zayıf ve atletik bir yapıya sahipti. Ata biner¸ araba ve yelken kullanırdı. Kılıç ve tabancada gayet mahirdi. Silah koleksiyonu dahi yapmıştı. Atıcılık yapar¸ ava giderdi. Sarayda; resim salonu¸ fotoğraf atölyesi¸ musiki salonu ile marangoz atölyesi en çok bulunduğu yerlerdi. Marangozluğa özellikle ilgilisı vardı. Manzara ve çiçek resimlerinden hoşlanır¸ portre çizerdi. Güzel tablo koleksiyonları vardı. Fotoğrafçılığa da meraklıydı; döneminde bütün imparatorluğun fotoğrafını çektirmişti. Tiyatro ve konseri sever¸ hususî tiyatrosunda temsil ve konser verdirirdi. Musikişinas bir tabiatı vardı.3
Vatanına ve Haysiyetine Düşkünlüğü
Sultan Abdülhamid¸ tahttan indirildiğinde Selanik'teki Alatini Köşkü'nde mecburî ikamete tâbi tutulmuştu. I. Balkan Harbi'nde Selanik elden çıkınca İttihat Terakki Hükümeti şehri terk etmesini istemiş; ancak şiddetli bir tepkiyle karşılaşmıştı. Sultan'ın¸ ayağa fırlayıp bağırarak verdiği şu cevap haysiyetli bir Osmanlı liderine yakışır muhteşemlikteydi: "Balkanlarda bize karşı ittifak oldu öyle mi? Yunanlılarla Bulgarların birleşmesi nasıl olur? Çünkü onların birbirlerine düşmanlıkları¸ hepsinin bize düşmanlıklarından ziyade idi. Bu nasıl bir gaflettir! Aralarında kilise kavgaları vardı. Selanik¸ İstanbul'un anahtarıdır. Ecdat kanlarıyla sulanan bu topraklar nasıl düşmana terk edilir? Bırakıp gidersek¸ tarih ve ecdat bizim yüzümüze tükürmez mi? Bana bir tüfek veriniz; birlikte son nefesimize kadar müdafaa edelim. Ne olursa olsun bir yere gidecek değilim. Allah devletimi bu hale getirenleri kahretsin!" Lakin durumun vahameti ve padişah Mehmed Reşad'ın ricası tekrar iletilince¸ son derece şaşkın ve üzgün bir biçimde İstanbul'a dönmek zorunda kalacaktı. Sonraki yıllarda bu defa 1915'teki Çanakkale Savaşı'nda payitahtın Eskişehir'e taşınması gündeme gelmişti. Sultan Reşad¸ "Hazır olsunlar kendilerini Bursa'ya nakletmek icap edecek." haberini gönderince¸ Abdülhamid'in tepkisi Selanik'tekinden farksız olmuştu: "Hiçbirimiz payitahtı terk etmemeliyiz. En küçük ferdimize kadar memleketi müdafaa ederek ölmeliyiz. Ben Fatih'in torunuyum. Bizans İmparatoru Konstantin kadar olamayacak mıyız? İstanbul'dan katiyen çıkmam. Burada ölmeye hazırım!"4
Hayırda Rakipsiz Şefkat Âbidesi
Başkâtibi Tahsin Paşa¸ tebaasının dert ve sıkıntılarıyla nasıl hemhâl olduğu ve darda kalanların imdadına sınırsız bir şefkat ve lütufla nasıl "Hızır" gibi yetiştiği hakkında şöyle hayret-engiz bir vak'a nakleder: "Mâbeynde nöbetçi olarak kalmıştım. Gelen mektup¸ telgraf¸ rapor ve tezkereleri huzura çıkarmak üzereyken bir telgraf geldi. Bir Laleli postanesi memuru Yıldız'a çektiği telgrafta¸ karısının o gece doğum yapacağı ve doğumun çok zor geçeceğinden bahisle merhamet-i şâhâneye sığındığını bildiriyordu. Kıymet verip listeye almadım. Padişah her şeyi gözden geçirdikten sonra "Başka bir şey var mı?" dedi. Telgrafı söyleyip arza değmeyeceğini arz ettim. Emir verdi: "Hemen getiriniz." Dikkatle okudu ve derhal bir tabip ve yâverle doğumun kontrol altına alınmasını ferman etti. Gittik ve işimizi bitirip sabaha karşı döndük. Bir de ne görelim?! Hünkâr¸ odasından cama vurarak bizi çağırmıyor mu? Sabaha kadar uyumayıp beklediğini anladık. Kadının kurtulduğunu¸ ihsân-ı şâhânenin teslim edildiğini ve adamın ağlayarak ömür ve devletlerine dua ettiğini anlattım. Bizi ayakta dinledi¸ sadece bir "oh" çekti ve sabah namazına durdu." Başka bir seferinde de fırıncılar¸ 30 paraya satılan ekmeğin fiyatına 10 paralık zam yapmak istediklerinde Sultan onları çağırarak¸ zammı geri çektirecek şu etkili sözü sarf etmişti: "30 paraya satmaya devam edin; istediğiniz 10 parayı ben vereceğim. Ekmeğe zam yapılırsa bütün zarûrî ihtiyaçlar pahalılaşır ki¸ halkımız bundan büyük ıstırap çeker." Abdülhamid'in hayırseverliği din¸ ırk ve sınıf ayrımı yapmaksızın toplumun bütün kesimlerini içine alıyordu. Padişah hediyesi anlamına gelen "atiyye-i seniyyeler" bunun en çarpıcı örneğiydi. Hediyelerin bedeli büyük ölçüde padişahın kesesinden karşılanıyordu. Her kış mevsiminde evini ısıtamayacak durumdaki yoksul aileleri tesbit ettirir ve kömür dağıttırmayı asla ihmal etmezdi. Yine her tahta çıkış yıldönümünde¸ borcundan hapse düşenleri kurtarmak için şahsi hazinesinden para sarf etmeyi de itiyat edinmişti. 1894'deki büyük İstanbul depreminde halkın acısını dindirmek için adeta çırpınmış¸ bir yardım komisyonu kurdurup¸ 6.500 liralık ilk yardımı da kendisi yapmıştı.5
Çağını Aşan Vizyonu ve Reformları
Sultan Abdülhamid zannedilenin tersine yeniliğe ve gelişime açık "reformist" bir padişahtı. Batı'daki ilmî ve teknolojik gelişmeleri yakından takip etmiş ve devletin imkânları çerçevesinde intikal ettirmişti. Bu konuda¸ kendisini "gericilikle" suçlayan İttihatçıları bile utandırıp takdirlerini kazanacak kadar muazzam yenilikler gerçekleştirmişti. Zamanında yapılan reformlar¸ Osmanlı'nın son devrinde görülen ve hatta Cumhuriyet'e bile temel teşkil edecek çapta büyük/"mucizevî" reformlardı. Mesela¸ Osmanlı'ya ilk bisikleti¸ otomobili ve telefonu getiren o olmuştu. Yatırımlarını¸ modern bir imparatorluğa dönüşmenin temeli olarak gördüğü alt yapıyı geliştirme ve halkın eğitim seviyesini artırma istikametinde yoğunlaştırmıştı. Bu uğurda¸ memleketi demir ve kara yolları¸ telgraf hatlarıyla örmeye ve her kademeden okulla donatmaya çalışarak; Osmanlı'yı devletlerarası alanda yeniden söz sahibi yapacak yeni nesiller yetiştirme çabasına girişmişti. Fatih'ten sonra eğitim ve kültüre en fazla ehemmiyet veren padişahtı. Öğretmen yetiştirmeye büyük önem vermiş ve öğretmen okullarının sayısını artırıp her vilayete yaygınlaştırmıştı. Her köyde caminin yanına bir de ilkokul yaptırması en mühim icraatlarındandı. Yılda ortalama 400 ilkokul açarak ve okul sayısını 9.347'e çıkartarak bir rekor kırmıştı. Aynı şekilde¸ 250 olan ortaokul sayısını 900'e¸ lise sayısını da 109'a çıkarmıştı. Osmanlı'nın ilk üniversitesi "Dârü'l-fünûn" 1901'de onun zamanında tedrîsâta başlamıştı. Açılan öbür gözde okullardan bazıları ise şunlardı: Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin çekirdeği Mekteb-i Mülkiye¸ Hukuk Fakültesi'nin temeli Mekteb-i Hukuk¸ Ziraat ve Veteriner Fakültelerinin alt yapısı Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi¸ Mühendislik Fakültesi'nin esası Hendese-i Mülkiye Mektebi¸ Güzel Sanatlar Fakültesi'nin başlangıcı Sanâyi-i Nefîse Mektebi. Cumhuriyet devrinde yetişen bilginler¸ eğitimciler¸ kumandanlar¸ siyasiler¸ mühendis¸ doktor ve hukukçular; daha da önemlisi Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran komutan ve bürokratlar dahi hep onun kurduğu modern okullardan yetişmişlerdi. Bu mânâda yönetim şeklinin alt yapısının oluşması¸ siyasî-bürokratik kadronun yetişmesi ve kullanılan müesseseler itibariyle "Cumhuriyetin"¸ varlığını Abdülhamid'e borçlu olduğunu savunanların başında dünyaca ünlü tarihçimiz Kemal Karpat gelmektedir.
Diğer taraftan¸ Pastör¸ kuduz aşısını 1885'de ilk defa keşfettiğinde devlet başkanlarına mektup yazıp kuracağı enstitü için yardım talep etmişti. Rus Çarı¸ 2 metre boyundaki portresini yollamakla yetinirken Sultan Abdülhamid¸ enstitünün kurulması amacıyla bir heyet oluşturup Fransa'ya göndermişti. Bununla da kalmayıp Pastör'e 10 bin altın ve birinci derece Mecidiye Nişanı hediye etmişti. Verem mikrobunu ve ilacını bulan Alman tıpçı Dr. Robert Koch'un kapısını ilk çalanlardan biri de yine Abdülhamid Han olmuştu. Koch ile Berlin'de görüşmek üzere bir heyet teşkil etmiş ve ona birinci rütbe Osmanlı nişanı takdim etmişti. Osmanlı'ya "ilk denizaltını" da yine Abdülhamid almıştı: Avrupa'nın büyük silah tüccarı Basil Zaharoff¸ Nordenfeldt'ın 1885'te G. W. Garrett ile birlikte Stockholm'de inşa ettiği ilk denizaltını Yunanistan'a satınca bundan tehdit algılayan Abdülhamid¸ bedeli özel hazineden karşılanan iki denizaltı (Abdülhamid ve Abdülmecid) birden sipariş etmekten geri kalmamıştı. Bununla da yetinmeyen Abdülhamid¸ demiryoluna özel önem vererek 1865'te birkaç yüz kilometre olan demiryolunu 5.700'e¸ 13.750 kilometre olan karayolunu 20-25 bine¸ 28.115 kilometre olan telgraf hattını da 50 bine çıkararak taşrayı ve İslâm coğrafyasını İstanbul'a bağlamıştı. Asya ile Avrupa'yı bir "Boğaz Köprüsü" ile birbirine bağlama düşüncesi de ilk defa 1900'lü yıllarda yine Abdülhamid tarafından ortaya atılıp projelendirilmişti. Fernidan Arnoden isimli bir Fransız mühendise¸ boğazın Sarayburnu-Üsküdar ve Rumeli Hisarı-Kandilli arasında iki ayrı köprü projesi hazırlatmıştı. Köprünün üzerinde minareler¸ kubbeler¸ kuleler ve savunma amaçlı toplar da yer alacaktı. Proje bilinmeyen bir sebeple hayata geçirilemedi. Hayret verici bir gelişme de¸ 1891'de Osmanlı'nın ilk "deniz altından tüp geçit projesi"nin yine onun devrinde hazırlanmasıydı. Bu da meçhul bir sebepten ötürü gerçekleşmedi. Ancak¸ dünyanın ilk tüp geçidi olan "Manş Tüneli"nin yapımından 5 sene sonra¸ hem de "gerici" denilen Abdülhamid döneminde böyle bir "tüp geçit projesinin" tasarlanması bile başlı başına bir hadiseydi.6
İbretlik Manzaralarla Dolu Vefatı
Abdülhamid Han¸ vefat günü olan 10 Şubat 1918 sabahı kalkmış ve abdest alıp son namazını kılmıştı. Son ana kadar kendini kaybetmemiş¸ vasiyetini bile yapmıştı. Aynı gün akşama doğru ruhunu teslim eden "Son İmparator'un" vasiyeti harfiyen yerine getirilmişti. Tarihçi Ahmed Refik'in anlattığına göre¸ tabut içinde beyaz kefenler arasında¸ kemikleri sayılan göğsünde ahidnâme duası¸ yüzünde Kâbe örtüsüyle¸ aksakalıyla ve ebediyete kapanmış gözleriyle Hırka-i Saadet Dairesi'nde yatışı cidden elîm ve ibret vericiydi. Huşû içinde İlâhî Huzur'a gidiyordu. Cenazesinde¸ görülmemiş bir kalabalık vardı ve İstanbul böylesi bir kalabalığı görmemişti. Dost-düşman herkes cenazeye iştirak etmişti. Kendisine amansızca muhalefet edenler¸ her türlü çirkinliği yakıştıranlar¸ en azından son bir pişmanlık ve vicdan azabıyla cenazesine koşmuşlar; hayattayken göstermedikleri insanlık ve saygıyı¸ hiç olmazsa ebedî yolculuğunda göstermeyi başarmışlardı. Bunlar arasında elini yüzüne kapatıp hıçkırarak ağlayan Talat Paşa'nın hali içler acısıydı ve ibretlik bir manzaraydı. Nihayet¸ "Gök Sultan"ın naşı cenaze namazını müteakip "tahtta vefat etmiş hükümdar gibi" büyük bir merasimle Sultan Mahmud'un yanına defnedilmişti.7
Dipnot
1 Orhan Koloğlu¸ Abdülhamid Gerçeği¸ İstanbul 1987¸ s.430; Sultan Abdülhamid¸ Siyasi Hatıratım¸ İstanbul 1984¸ s.7¸ 207; Tahsin Paşa¸ Sultan Abdülhamid¸ İstanbul 1990¸ s.13; İsmail Çolak¸ Abdülhamid'i Yeniden Keşfetmek¸ İstanbul 2007¸ s.23-25¸ 29-30.
2 E. Ziya Karal¸ Osmanlı Tarihi¸ C.8¸ Ankara 1988¸ s.249-250; Ayşe Osmanoğlu¸ Babam Sultan Abdülhamid¸ İstanbul 1986¸ s.24-25; Mustafa Armağan¸ Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı¸ İstanbul 2006¸ s.85-87; Çolak¸ age¸ s.45-51.
3 İsmet Bozdağ¸ Sultan Abdülhamid'in Hatıra Defteri¸ İstanbul 1986¸ s.15; Osmanoğlu¸ age¸ s.22-33¸ 209; Tahsin Paşa¸ age¸ s.212-216¸ 396; Cemal Kutay¸ Türkiye İstiklal ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi¸ C.11¸ s.6299-6301¸ 6349-6351; Koloğlu¸ age¸ s.66-67¸ 122-123¸ 139; Armağan¸ age¸ s.57-91; Çolak¸ age¸ s.26-29.
4 Osmanoğlu¸ age¸ s.216-218¸ 230-231; Bozdağ¸ age¸ s.149-155; Fethi Okyar¸ Üç Devirde Bir Adam¸ İstanbul 1980¸ s.142; Çolak¸ age¸ s.30-33¸ 216.
5 N. Fazıl Kısakürek¸ Rapor 10¸ İstanbul 1980¸ s.90; Mehmet Genç¸ Mehmet Mazak¸ Fotoğraf ve Belgelerde 1894 Depremi¸ İstanbul 2000¸ s.47; Nadir Özbek¸ Osmanlı İmparatorluğunda Sosyal Devlet¸ İstanbul 2003¸ s.34-35; Bozdağ¸ age¸ s.65-66; Armağan¸ age¸ s.67-78¸ 124; Çolak¸ age¸ s.35-38.
6 Bozdağ¸ age¸ s.85¸ 200-202; Sultan Abdülhamid¸ age¸ s.195. Aydın Talay¸ Eserleri ve Hizmetleriyle Sultan Abdülhamid¸ İstanbul 1991¸ s.288¸ 309¸ 410; Koloğlu¸ age¸ s.7-8¸ 67¸ 428-429; Armağan¸ age¸ s.40-56¸ 227-353; Yahya Akyüz¸ Türk Eğitim Tarihi¸ İstanbul 1994¸ s.251-277; Bayram Kodaman¸ Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi¸ Ankara 1988¸ s.66-154; Özbek¸ age¸ s.166; "Prof. Kemal Karpat İle Tarih¸ Osmanlı ve II. Abdülhamid Üzerine..."¸ İlim ve Sanat Dergisi¸ Sayı: 44-45/1997¸ s.38; Aykut Kazancıgil¸ Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji¸ İstanbul 2000¸ s.286-287; Hayri Mutluçağ¸ "Boğaziçi Köprüsünün Yapılması Yolunda İlk Çabalar"¸ Belgelerle Türk Tarihi Dergisi¸ Ocak 1968¸ Sayı: 4¸ s.32-33; Çolak¸ Okuldan Çanakkale'ye Mahşerin İrfan Ordusu¸ İstanbul 2008¸ Nesil Yay.¸ s.13; Yunan İşgalinin Patronu Zaharoff¸ İstanbul 2005¸ s.36-37; Abdülhamid'i Yeniden Keşfetmek¸ s.158-168.
7 Ahmed Refik¸ Sultan Abdülhamîd-i Sânî'nin Nâşı Önünde¸ s.13; İ. Hakkı Uzunçarşılı¸ "Sultan II. Abdülhamid'in Hal'i ve Ölümüne Dair Vesikalar"¸ Belleten Dergisi¸ Sayı: 37-40/1946¸ s.729; Çolak¸ age¸ s.43-44
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder