Bugüne kadar Türkiye’nin savunma ihtiyaçları karşılanırken nasıl bir sistem işliyordu, biliyor musunuz?
Önce bir miktar para yardımı yapıyorlardı. “Askeri yardım” adı altında küçük küçük meblağlar veriyorlardı. Tabiri caizle bizi yemliyorlardı. Sonra da kaşıkla verdikleri bu paraların daha fazlasını kepçeyle geri alıyorlardı. Bir verirken, beş götürüyorlardı!
Sistem “bağımlı kılma” üzerine kurulmuştu. Bu bağımlılığın sonunda kaybeden hep biz oluyorduk. Batılı şirketler ile onların Türkiye’deki temsilcileri de amiyane tabiriyle malı götürüyordu.
Türkiye üzerinde çok güzel bir çark oluşturulmuştu...
Bu çark yıllar boyunca nalıncı keseri misali hep Batı hesabına yonttu. Biz çalışıp kazandık, onlar da bir güzel yedi!
***
Marshall Yardımı da böyle işledi...
Türkiye’ye “Biz size veririz, neden üretiyorsunuz?” dediler. Önümüze “Sen uğraşma yat, biz hallederiz” anlamına gelecek bir teklif koydular.
Biz o yıllarda Türkkuşu’nda uçak üretiyorduk.
Teklif cazip geldi ya da birileri “cazip” diye sundu; kabul ettik. Uçak fabrikalarımızı kapattık; mandıra haline getirdik. Yoğurt ve peynir ürettik. Uçaklar için de “Nasıl olsa bize verecekler” diye düşündük.
Haklarını yemeyelim, verdiler de...
Verdiler ama daha fazlasını geri aldılar. “Yedek parça” dediler, elimizi cebimize attık. “Bakım, onarım” dediler, sürekli sömürüldük. Sonra bir baktık ki, yaptığımız işin astarı yüzünden pahalıya geliyor!
Ama iş işten geçti. Çünkü bağımlı hale geldik. Tesislerimizi kapattığımız için, üretip İskandinav ülkelerine sattığımız uçakları bile parayla geri almak zorunda kaldık.
Unutmadan ekleyeyim, biz 1940’lı yıllarda, ABD’nin Körfez Savaşı’nda “teknoloji harikası” diye sunduğu hayalet uçakların ilk örneğini yapmış bir ülkeydik. Uçak üretimimiz devam etseydi, belki de bugün Airbus ya da Boeing ayarında üretim yapabilecek bir seviyeye gelecektik.
Olmadı, bizi çarklarının arasına alıp öğüttüler.
O çarklar da 28 Şubat, 12 Eylül ve 27 Mayıs gibi dönemlerde, çok güzel işledi. “Sömürülüyoruz” diyen çıkmadı. Bunu söyleyenler de “marjinal çevreler” olarak adlandırılıp, kafalarına vuruldu.
***
Nihayet, Türkiye bu çarkların arasından kendini sıyırmaya karar verdi. Füze savunma sistemini Çin’le birlikte yapmak için adım attı.
Sen misin bunu yapan!
Hep birlikte üzerimize yüklenmeye başladılar. Kimi, “eksen kayması” gibi gerekçelerle saldırdı. Kimi de “Türkiye bir NATO üyesidir. Çin’in silahları NATO standartlarına uymaz” gibi bahaneler üretti.
Tabii ki hepsi hikâye!
Aslında, yıllar boyunca yürüttükleri “tatlı kâr sistemi” yıkıldı.
Eğer, Çin’le yola devam edersek, üretimin yüzde 50’den fazlasını yerli kaynaklarımızla sağlayacağız. TAİ, TUSAŞ, HAVELSAN ve ASELSAN gibi milli kuruluşlarımız da projeye dahil olacaklar. Sistemi taşıyan araçların tamamı ülkemizden sağlanacak. Bizim mühendislerimiz, başından sonuna kadar sistemin içinde olacak. Çinlilerden teknoloji alacağız. Tecrübe kazanacağız. En önemlisi de sistemi denetleyebileceğiz. Ardından da kendi hava savunma sanayimizi geliştireceğiz.
Yine Batılılara dönersek, yıllardır yaptıkları gibi onlar üretecekler ve bize satacaklar. Sömürü çarkı devam edip gidecek...
Buna rağmen hiç utanmıyorlar. Bu gerçeğe rağmen bağırıp çağırıyorlar.
Neymiş, son derece kaygılıymışlar!
Oysa asıl kaygıyı bizim duymamız lazım. Asıl bağırıp çağırması gereken Türkiye. Çünkü sömürülen biziz. Sömürenler de bağırıp çağıran ve gürültü yapanlar. Tam bir “Yavuz hırsız, ev sahibini bastırır” örneğiyle karşı karşıyayız!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder