Melet ırmağında mevcut köprünün, 1912 yılındaki büyük selde yıkılmasından sonra yaylaya ulaşımı sağlayabilmek için, ırmağın iki yakası arasında kelek adı verilen altı düz sal şeklinde bir kayık yapılmış.
İnsanımız büyükbaş hayvanlarını suyun sığ yerinden geçirirken, küçükbaş hayvanları ile göçlerini bu keleklerle yaparlarmış. Kelek ırmağın her iki yakasına uzun halatlarla bağlı olup uzun küreklerle kullanılarak belli bir ücret karşılığında karşıdan karşıya geçmede kullanılıyormuş.
Uzun yıllar, köprüsüz ulaşımın sağlandığı bu yollarda dört nesildir yaylacılık yapan, kelekle karşıya geçip o yılları yaşayan bir büyüğümüzle birlikte Çambaşı Yaylası’na doğru yola çıktık. 1923 doğumlu yaşayan canlı tarih, Arapça, Osmanlıca, Fransızca bilen Keleşoğlu Durmuş Remzi Işık Amca, kızı Akademisyen Tülin Işık ve dayıoğlu Enis Kadıoğlu ile birlikte sabah erken yola çıktık. Hava şansımıza çok güzeldi.
Melet ırmağı üzerindeki Kocaali (Kocalı) köprüsünden geçerken Durmuş Amca kelek adı verilen kayıktan bahsetti, tazelenmişti. Başındaki kırmızı şapkayı suya kaptırmış, çok üzülmüş, daha dün gibi dedi, yollar hep at yolu imiş vasıta yok, ulaşım atlarla yapılıyor, çocuklar atların terkisinde sandıkların içinde yolculuk ediyorlar, üç-dört gün yollarda geçiyor, 150 kg ağırlığında keçeden çadır mola yerlerinde cankurtaran oluyormuş.
Sahilde sivrisineklerden bulaşan sıtma hastalığı salgını varmış, insanlar yaylalara kaçıyor. Hem hayvanlarını da sıcaktan kaçırmış oluyorlarmış. Yollarda eşkıyalar olduğu için köy halkı birlik olup kervan oluşturup birlikte yolculuk ediyorlarmış. Soygun için en tehlikeli yer gıli gıli denilen çeşmenin ilerisindeki her iki taraftan görülmeyen kör viraj en tehlikeli yermiş, oraya vatandaş soygun taşı adını vermiş. Bu arada gıli gıli çeşmesinin adının da nereden gelmiş olduğunu anlattı. Aslı dereden gelen suyun ilk çeşmesini, Gregor adındaki bir Rum yaptırmış dört şapşaklı olan çeşmeden binicisi attan inmeden dört at su içebilsin diye yapılmış.
Gıli gıliye gelmeden küp kırana gelince heyecanlandı Durmuş Amca, kaç küpün katilidir bu kayalar dedi. Devir atla ulaşımın yapıldığı devir, yollar dar. Mesudiye’nin Ilışar köyünden dev turşu küplerini atlara sağlı sollu yükleyen köylülerin atları daralan yolun kenarındaki kayalara küpleri sürterek gidince küpler kırılır turşular yollara saçılırmış.
Sohbetimiz öyle güzeldi ki Gavurbükü’nden Ertaş Balık Çiftliği’nin önüne gelmiştik, yolun üstündeki kilise yerini gösterdi. Eskiden Rumlar üç beş hane bile olsa hemen ibadet için kiliselerini yaparlardı, dedi. Hayıflandı Durmuş Amca, onlar kadar olamıyoruz, dedi.
Hümmetli’de yaşayan Hayranolarını anlattı. Şubat ayında yaylada hayvancılık yaban Müslüman aile Hayrano, otu tükenince Yukarı Semen Obası’nda stokta otu bol olan kilisenin papazından borç ot ister. Papaz, tamam veririm otu ama bir şartla, der. Kızını oğluma nikâhlarsan olur bu iş, demiş. Hayvanları açlıktan kırılan Hayrano kabul eder. Eve döner, kızına olayı anlatır, kızı üzülür, ağlamaya başlar. Kızın ağlamasıyla dışarıda bir rüzgar çıkar. Kız bu rüzgârı iyi bilmektedir. Vade rüzgârıdır. Aynı zamanda ilk cemrenin müjdecisi olan rüzgârdır. Ellerini semaya açar ve –Es Vade yeli es- Müslüman’ı Hıristiyan’ın kapısından kes, diye dua eder. Rüzgâr sabaha kadar eser, karların altından otlar görünür hale gelir hayvanlar açlıktan, genç kız da papazın oğluna gelin gitmekten kurtulur.
Semen Obası yanında hala ayakta olan kilisenin önünden geçerek Karagöl sapağına kadar hiç durmadan ilerledik. Karagöl’ü karşı karşıya görünce Tülin Abla, tamam az ilerden döneceğiz, dedi. Hedefimiz Durmuş Amca’nın dört kuşaktır hayvancılık yapıp her sene geldiği Keşkaya Obası’na varmaktı. Otların üzerinden araba izlerini takip ederek yolu olmayan obaya ulaştık. Arabayı 200 metre uzaklıkta bırakıp ellerimizde aldığımız azıklarımızla birlikte bizi kapıda bekleyen Durmuş Amca’nın diğer kızı Nilgün Abla’ya doğru ilerledik. Yayla peyniri ile gözlemeler yapılmış, dürme turşuları, mısır ekmekleri yapılmış, kuzinede patatesler haşlanmış, en güzeli soğuk yayla suyu ile yapılan çay hazır edilmişti. Koyunlar ve koyun köpekleri etrafımızı sardı. Yavrular çok güzeldi.
Keşkaya Obası Çambaşı’na 29 km. Obada Keleşoları ile Sıldıroları bulunmakta, obanın güneydoğusunda, Giresun’un en yüksek tepesi Karagöl Tepesi (3100), güneybatısında da Ordu’nun en yüksek tepesi olan Göndeliç Tepesi (2905) bulunmakta. Sınır obaları Araptamı, Yassıyurt, Rızvan, Yenice, Uzuncaen obaları bulunmakta. Obaya ait bir de güzle bulunmakta, oda Keşkaya’nın altında bulunan Çayıralan güzlesi kış birden bastırınca bir iki ay güzlede idare edilebiliyorlarmış. Obaya Keşkaya isminin verilmesinin sebebi de oba içinde bulunan kayaların keş gibi ufalanabilinmesi.
Zevkle gezdik, bilmediğimiz çok şeyi öğrendik, tazelendik. Sağ olasın Durmuş Amca, teşekkürler Tülin Abla, eline sağlık Nilgün Abla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder