19 Temmuz 2017 Çarşamba

Stevia,Burhaniye şeker otu üretim merkezi oldu

Burhaniye+%C5%9Feker+otu+%C3%BCretim+merkezi+oldu

Balıkesir’in Burhaniye ilçesinde, Emekli Albay Selahattin Güvenç, 10 yıl önce 20-30 fide ile başladığı Paraguay menşeili stevia (şeker otu) üretiminde, yıllık 100 bini geçerken, önümüzdeki yıl da yaklaşık 14 milyon fide üretmeyi planlıyor. Şeker otunun diyabet ve obezite ile mücadelede önemli olduğunu belirten Güvenç, stevianın kuru yaprağının şekerden 25 kat daha tatlı olduğunu söyledi.

Selahattin Güvenç, Çoruk Mahallesi yakınlarında kurduğu seralarda stevia fidesi üretimine başladı. Geçtiğimiz yıl 40 bin fide üreten Güvenç, bu yıl 120 bin rakamına ulaştı. 
Yurdun değişik yerlerine fide gönderen Selahattin Güvenç’in hedefi önümüzdeki yıl üretimi 14 milyona çıkarmak. Stevianın şeker hastaları ve obezite ile mücadelede umut olduğunu anlatan Selahattin Güvenç, ”10 senedir stevia üretimine başladık. 20-30 fide ile başladığımız üretim her yıl arttı. Şu anda, üretimimiz 100 binin üzerine çıktı. Stevianın bu şekilde üretiminin süratle artması dolayısıyla halkın umut ışığı oldu. Obezite için en önemli olan stevia, ülkemiz için de çok güzel bir döviz kaynağı olacaktır." diye konuştu. 
Halkın basın yoluyla ne kadar sağlıklı ne kadar faydalı olduğunu öğrendiğini belirten Güvenç, "Gıda maddelerinde kullanılmaya başlandı. Onun için bu ürünle gurur duyuyoruz. Geçen yıl 40 bin civarında fidan üretimine rağmen, bu seneki üretimimiz 120 bin civarında oldu. 2018 yılı için sadece Anadolu Holdingin 2 bin 500 dönümlük arazisi için 12 milyon 500 bin adet fide üreteceğiz. Diğer çiftçilerimiz için de 1-1,5 milyon daha üretim yapmayı planlıyoruz. Stevianın kuru yaprağı, şeker pancarından elde ettiğimiz şekerden 25 kat daha tatlı. Ekstratı çıkarıldığında ise şekerden 300 kat daha tatlı. Bu tabi sanayi tipi üretimde kullanılacak. Bu şu demektir. Diyabetliler için artık şeker özlemi bitmekte. Aynı zamanda kalorisi sıfır olduğu için de obezite ile mücadelede ilk sırayı almaktadır” dedi.(İHA)

12 Temmuz 2017 Çarşamba

24 Temmuz darbe planı.

Büyükada baskınıyla çöken 24 Temmuz darbe planı
7 Temmuz'da 'da bir otele düzenlenen baskınla Uluslararası Af Örgütü üyesi 10 kişi gözaltına alındı. Yakalananlar arasında 1 Alman ve de 1 de İsveç vatandaşı yer aldı. Türkiye gazetesi bugün manşetinden gizemli toplantının perde arkasını aydınlattı. Batuhan Yaşar imzalı manşette, Büyükada'da 24 Temmuz tarihi için nasıl bir  planı yapıldığı gözler önüne serildi. İşte Yaşar'ın yazısından çarpıcı satırbaşları:

24 TEMMUZ ÖZGÜRLÜK GÜNÜ!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Almanya'da Büyükada gözaltıları sorulunca "Onlar 15 Temmuz'un devamı niteliğinde bir toplantı için bir araya geldiler. İstihbarat üzerine gözaltına alındılar" demişti. Büyükada olayını araştırırken birbirinden ilginç olaylarla karşılaştık... Güvenilir kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler bizi önemli sonuçlara ulaştırdı. İstihbarat birimlerinin Büyükada'daki toplantıyı ta hazırlık aşamasındayken izlemeye başladığını belirtelim hemen. Burası çok önemli çünkü. Yani nefes alışlarına kadar haberdarlar. Af örgütü başkanının bağırıp çağırması bu yüzden. Gözaltına alınan Alman ve İsveç vatandaşlarının geçmişleri dikkat çekici. Alman Peter S. ayaklanma eğitmeni.

Düşünebiliyor musunuz. Adama soruyorsun mesleğin ne?

- Abi ben ayaklandırırım...
- Nasıl yani?
- Sosyal hareketlendirmeler yaparım.
- Anlamadım.
-Ya Gezi gibi filan yani. Hatırlasana gezi olaylarını. Ondan işte.
- Haaa…

Diğeri İsveç vatandaşı Ali G. O da atölye kolaylaştırıcı. Yani ayaklanmanın kolaylaştırılması için gereken enstrümanları sağlıyor! WhatsApp grupları var…

Grubun ismi çok ilginç:

"24 TEMMUZ'DA BİRLİKTE ÖZGÜRÜZ"
Soruşturma sürüyor. Ele geçirilen telefon ve cihazlardaki araştırma ve çözümleme işlemi devam ediyor. Zaten bu iki kişi oradaki 8 Türk'ü eğitiyor! Soruşturma devam ettiği için gözaltındaki Türk vatandaşlarının isimlerini yazmıyoruz. İsimleri, bağlantıları hepsi elimizde mevcut.

GRUP ÜYELERİNİN FETÖ İLİŞKİSİ..
Edindiğimiz bilgilere göre, gözaltına alınanların telefon ve haberleşme trafikleri de dikkat çekici. Hepsi bir şekilde ByLock kullanan 'cülerle ilişki içerisinde. Uzunca bir süredir hem de. Bu kadarı da tesadüf olabilir mi...

Biz devam edelim:

Büyükada'daki otelde görünürde dikkat çeken bir şey yok aslında! Alman ve İsveç uyruklu iki kişi, Türkleri toplamış eğitim veriyor...

- Bilişim teknolojileri
- Kapasite artırımı ve güvenliği
- Stres yönetimi

EMNİYET BASKINI OLURSA…
Ama kazın ayağı pek öyle değil… Güvenilir kaynaklardan ulaştığımız bilgiler bize eğitimin resmî adıyla gerçeğin çok farklı olduğunu gösteriyor:

- Güvenlik güçlerinin teknik takibinden kurtulma yöntemleri
- Emniyet baskınları sırasında verilerin hızlı bir şekilde gizlenmesi
- Mobil cihaz güvenliği, güvenli uygulamalar ve güvenli haberleşme

AKLINIZA BİN BİR SORU GELİYOR DEĞİL Mİ?
Ne alaka. Sen niye gelirsin?.. Niye Büyükada'yı seçersin?.. Suçlu musun ki teknik takipten kurtulma yöntemlerini öğrenmeye çalışırsın?.. Ne oldu bak… Tomografin çekiliverdi. Hem de ilaçlı tomografi… Sakladığın, gizlediğin her şey ortaya çıktı. Yürüyüşle birlikte FETÖ'cü elebaşların hesaplarından bir hazırlık içindelermiş izlenimi vermeye çalışılıyor. Her şey birbiri ile bağlantılı. Sokağı harekete geçirmek için sebep üretme çabalarını da göz ardı etmeyelim. Legal görünümlü altyapı hazırlık çalışmalarına dikkat diyoruz... Büyükada'daki toplantı ile ilgili kararı bağımsız Türk mahkemeleri verecek…
.

10 Temmuz 2017 Pazartesi

FETÖ ile mücadele ve iş dünyası

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz, FETÖ denen Türk tarihinin gördüğü en azgın terör örgütü ile tüm unsurlarıyla ölümüne mücadele ediyor. Sayın Müsteşarımız Hakan Fidan'ın liderliğinde Millî İstihbarat Teşkilatımız gece gündüz 24 saat bu hain terör örgütünün tüm kılcal damarlarına kadar gire gire âdeta savaş veriyor Fetullah çetesiyle. Diğer devlet kurumlarımız ve yargımız da bu alçak terör örgütü ile kanlarının son damlasına kadar mücadele etme gayretindeler.
Fakat maalesef iş dünyasından ve özellikle de odalar&borsalar camiasından devletin FETÖ ile ölümüne mücadelesine yeterince destek gelmiyor. Bazı iş adamları ve iş dünyası temsilcileri eyyam yaparak bu hayati meseleyi geçiştiriyorlar. Bu durum asla kabul edilemez bir durumdur.
Dün Sabah gazetesinde okuduğum bir haber gerçekten FETÖ ile mücadele konusunda Ankara Ticaret Odası adına çok endişe verici bir haberdi. Ankara Ticaret Odası Başkanı Gürsel Baran, kesinlikle bu konuda geri adım atmak ve FETÖ ile mücadele konusunu savsaklamadığını göstermek mecburiyetindedir. Önce haberi dikkatle okuyalım...
"Ankara Ticaret Odası'nın (ATO) bu ayki Meclis toplantısına FETÖ tartışması damga vurdu. FETÖ'nün ATO imamı Ayhan Atalay'ın referansı ile işe alındığı iddia edilen 9 kişi eski Başkan Salih Bezci tarafından görevden alınmıştı. Kurumdan atılan 9 kişiden 8'i işe dönüş davası açarken dava açmayan bir kişinin yeniden ATO'da işe başlatıldığı iddia edildi. ATO Meclis üyesi Ercan Kahraman, 'Ayhan Atalay referansı ile işe girmiş ve FETÖ gerekçesi ile işten çıkarılmış 9 kişiden 8'i geri dönüş için mahkemeye veriyor. Bir kişi vermiyor… Bu arkadaş yeniden işe alınıyor. Hangi gerekçeli kararla bu insanlar yeniden işe alınıyor? Hangi gerekçe ile işten çıkartıldı? Hangi gerekçe ile işe alındı? Ben meclis üyesi olarak bilgi edinme hakkımı kullanıyorum' dedi. ATO Başkanı Gürsel Baran ise, 'İşin aslı şudur: İşe aldığımız bu arkadaşımız FETÖ yapılanması içinde olacak birisi asla değildir. FETÖ'cüleri temizledik görüntüsü oluşturmaya dönük bir hareket olarak birtakım sözde referans listeleri hazırlanarak yapılmış bir işlem söz konusu idi geçmişte. İşten çıkarıldıktan sonra işsizlik maaşı da ilgili kurum tarafından ödenmiştir' dedi. Baran 'İşten atılan 11 arkadaşın 10'u mahkemeye müracaat etti. İşe iade davasını kazanan bize gelecek. Biz de uygun gördüğümüzü, tahkikatını yaptırıp ihtiyacımıza göre işe alıp almayacağımıza bakacağız. İşe aldığımız bu arkadaşımız, kurumla mahkemelik olmamak için dava açmadı' diye konuştu."
Ankara Ticaret Odası Başkanı Gürsel Baran'ın öve öve bitiremediği ve işe yeniden aldığı o kişi G.B. kod adlı bir şahıstır. Devletimizin ilgili tüm istihbarat ve güvenlik kayıtlarında Fetullahçı örgüt ile 17-25 Aralık darbe teşebbüsü sonrası da intisakı net olan bir kişidir. Nitekim şu an kaçak olan FETÖ'cü terörist Ayhan Atalay bu şahsı ATO'da işe yerleştirmiştir. Bu yüzden de 15 Temmuz ihaneti sonrası apar topar Salih Bezci tarafından işten atılmıştır. Ayhan Atalay denen kaçak FETÖ'cü teröristin adamı olan ve bu yüzden FETÖ'nün ATO'da işe yerleştirdiği birine şu anki ATO Başkanı Gürsel Baran'ın sahip çıkması ve bu kadar övmesi akıl alır olay değildir. Üstelik bu şahıs "Ben FETÖ'cü değilim" diye mahkemeye bile de başvurmamıştır. Yani bir nevi mevhumu muhalifinden Fetullahçı örgüt ile intisakını kabul etmiştir. FETÖ imamı Ayhan Atalay'ın adamı olduğu konusunda hiçbir kuşku yoktur. Eski ATO Başkanı Salih Bezci gibi FETÖ'cüleri işten atmak konusunda ihtiyatlı bir adam bile bu şahsı net FETÖ bağlantıları sebebiyle 15 Temmuz sonrası ATO'dan kovmuştur. Fakat Gürsel Baran bu kadar somut bulguya rağmen "Tanırım, iyi çocuktur" diyerek Ayhan Atalay'ın adamı G.B.'yi ATO'ya yeniden almıştır. Gürsel Baran'a sormak istiyorum: Bütün bu anlattığım tablo skandal değil de nedir? Kaçak FETÖ imamı Ayhan Atalay'ın adamlarını korumaya ve kollamaya niye çalışıyorsunuz?
15 Temmuz öncesinde İstanbul Ticaret Odası Başkanı İbrahim Çağlar'ı da FETÖ'nün anayasa hukukçusu gibi çalışan İstanbul Ticaret'in profesörü Mustafa Erdoğan konusunda çok uyarmıştım fakat Çağlar beni dinlememişti. Erdoğan FETÖ TV'lerine çıkmaya ve "FETÖ lafı yalandır. Gülenciler meşru sivil toplum örgütüdür" diye kara propaganda yapmaya sonuna kadar devam etti ve 15 Temmuz gecesi de Facebook'tan alenen askerî darbeyi ve darbecileri destekledi. Sözde hukukçu özde darbeci Erdoğan 15 Temmuz gecesi camilerimizden okunan sala seslerinden bile rahatsız olduğunu yazmaktan utanmadı. İbrahim Çağlar bu rezalet üzerine hemen Erdoğan'ı attı ama çok geç kalmıştı. Hem Ankara Ticaret Odası Başkanı Gürsel Baran hem de İstanbul Ticaret Odası Başkanı İbrahim Çağlar FETÖ ile mücadele konusunda aşırı duyarlı ve yürekli olmak zorundadır. 15 Temmuz ihanetinden bir yıl sonra bile hâlâ "Tanırım, iyi çocuktur" kafası ile devletimizin FETÖ ile mücadelesi sulandırılamaz

15 Temmuz’u NATO ve Pentagon biliyordu

ÖZÜNDE SAİD NURSİ İLE HİÇ İLGİSİ OLMADI!
-Hakan bey, örgütü yıllardır takip eden bir akademisyen olarak ilk şunu sormak istiyorum. FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişimi sizin için sürpriz oldu mu?
15 Temmuz darbe girişimi benim için sürpriz yönleri olmakla beraber şaşırtıcı olmadı. Bunun altını şöyle doldurabiliriz. Türkiye'deki İslami oluşumlar, kendi tarihsel devlet geleneği ile barışık bir anlayış içerisindedir. Buna biz Türkiye Müslümanlığı diyoruz. Türkiye Müslümanlığı olarak adlandırdığımız İslami algılamanın üç önemli ayağı vardır: Yunus'un sevgisi, Mevlana'nın hoşgörüsü ve Hacı Bektaş'ın akılcılığı. Bu üç ayak içinde devlet ve toplumsal istikrar son derece önemlidir. Burada 1980'lerde başlayan tek farklı hareket Gülen örgütüdür. Her ne kadar Nurculuk'tan beslense de özünde bu Said Nursi'nin öğretisi ile hiçbir ilgisi olmadığı ortaya çıktı.

ULUSLARARASI SİSTEMİN GÖNÜLLÜ TAŞERONU OLDU!
Dış faktörlerin etkisine ne zaman girdi?
Evet İzmir'de Kestanepazarı ve ya Edirne'de çekirdeği atılan hareket yerel kaynaklarla istediği güç ve iktidarı ele geçiremeyeceğini görünce kendisine uluslararası destek bulmak için arayışa girdi. Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle ve özellikle bazı devletlerin arzuladığı "ılımlı İslam" projesine destek vererek bir dizi ilişki ağı kurdu. FETÖ yapılanması lider eksenli olmasına rağmen uluslararası alanda "ağlar şebekesi" şeklinde çalışır. Gülen uluslararası alanda kendisine destek bulmaya başlayınca uluslararası sistemin taleplerine uygun bir yöntem izlemeye başladı. Zamanla uluslararası gücün taleplerini Türkiye'ye taşımaya başladı. Talepleri taşıdıkça güçlendi ve yeni yapılanmalara gitti. Düşünün FETÖ'cü bir emniyet görevlisi tek başına ABD'nin İstanbul Konsolosluğuna giderek Türkiye'de güvenlik sorunları hakkında sunum yapıyor. FETÖ yapılanması zamanla hedefleri uğruna dış ağların içine sızarken aynı dış güçler FETÖ ve FETÖ üzerinden Türkiye'nin en hassas alanlarına sızmakla kalmadılar "koloniler" inşa ettiler.
İRADEYİ VE BİREYİ YOKEDEN BİR LİDER SİSTEMİ
-Nasıl bu kadar güçlendiler?
İç eğitim ve bu eğitimde yetiştirilen "tek-tip şakirt modeli" hareketin güçlenmesi ve örgütlenme yapısını anlamak için önemli. Bu çok küçük yaşta başlıyor ve bu insanlara "ikili hayat" tarzlı bir yaşam öğretiliyor. Yani, hem hoşgörülü hem de gaddar; hem şefkatli hem de zalim; hem ümmetçi hem de sadece FETÖ eksenli düşünen şakirtler. Hem içki içecek hem de dini bir cemaatin unsuru olarak tam Müslüman olduğuna inanacak. Burada gardolopcı Müslüman tipi var. Yerine göre ve gerekiyorsa içki içecek veya eşi gerekiyorsa bikini giyecek. Kısacası, kamu alanında modern ve laik bir imaj çizerken aslında aidiyet olarak ordu mensubu değil abilerin kontrolünde "asker elbiseli bir şakirt" var. Bu arada iktidarı ele geçirmek için tüm araçlar meşru görülmeye başlanmış. Şakirtin temel hedefi FETÖ elemanı olarak verilen görevi yapmak. İradelerini yok eden; egoyu silen ve yerine lider ve liderin belirlediği hedefleri amaç edinen ve tedbir endişesiyle şekillenen din kaynaklı siyasi-sosyal bir yapı bu. Bu yapının ana taşları aynı olsa da inşa edilen yapının sıvası sürekli koşullara göre yenilenebiliyor.

MASONLUK, OPUS DEİ VE SCIENTOLOGY'Yİ BİLMEDEN FETÖ ANLAŞILAMAZ
-Dünyada FETÖ benzeri yapılar var mı?
Gülen hareketi klasik bir dini hareket değil. ABD'deki Scientology veya Opus Dei veya Masonik ağlar bu yapıya çok benziyor. FETÖ'yü anlamak için bunları bilmek gerekir. Gizlilik prensibi, erkek egemen yapısı, dışarıya güvenilmemesi, "tedbir" esasında hareket edilmesi, en mahrem işlerin kendi aralarında halledilmesi, parasal ilişkileri, istihbarat yapısına benzer çalışmaları, insanları yerine göre tehdit etmeleri, soru çalmaları, evrak düzenlemeleri ve kendi adamlarının yükselmesi için diğer insanlara iftira atılması ve yargıyı topyekun kontrol etmeleri ekseninden bakınca dünyada böyle bir hareket yok. Gülen hareketi 2007'den sonra ve özellikle de 2010 Anayasa referandumundan sonra tamamen siyasi bir örgüte dönüştü. Masonik yapılardan da esinlendiğini görüyoruz. Mesela P2 Mason locası ile çok benzerlikler gösteriyor. Sızma yöntemleri ve daha sonra devletin yaptığı operasyonlar da FETÖ ve P2 mason locasının birbirine çok benzediğini gösteriyor. Çok farklı eylem alanları var ama temel hedefi güç ve iktidar.
FETÖ, HALKI İKNA EDEMEYECEĞİNİ BİLDİĞİ İÇİN SİYASİ PARTİ KURMADI
-Örgütün baştan bu yana güç ve iktidara koştuğunu söylediniz. Peki bunu ele geçirmek için illegal yöntemlere ne zaman başvurdu?
FETÖ'nün en başarısız olduğu alan sivil toplumdur. Devleti ele geçirmek kolay ama sivil toplumu ele geçirmek zor. Sivil toplumu ancak devleti ele geçirince kontrol edeceğini hesapladı. Devlet desteğini almak için her zaman devletçi göründü ve devletin ihtiyaçlarına göre şekil aldı. Siyasette bağımsız bir parti kurma yöntemini tercih etmedi ve var olan partileri kullanarak devlete sızmaya çalıştı. Çünkü halkı ikna etmek ve oy istemek zordur. Siyaseti medya, eğitim, polis ve yargı ile kontrol etmeye çalıştı ve başardı da. Bence Gülen'in hedefi siyasi partilerle değil de bürokraside kurduğu hakimiyetle devleti kontrol etmekti. Polis gücünü ele geçirince yargıyı ele aldı ve yargıdaki hakimiyeti sağlayınca bu ikisinin verdiği destekle orduya yöneldi. Tabi, Gülen bu süreçte enformasyona yani medyaya önem verdiler. Üçüncü hedefi finans sektörüydü. Parayı yönetmezlerse gücü kontrol edemeyeceklerini biliyorlardı. Belli alanları ele geçirince, dahası işgal edince orada bir arınma politikası uyguladı. Yani kendisi gibi düşünmeyenleri o kurumlardan bir şekilde tasfiye etti.

ANA KARARGAH ANKARA POLİS AKADEMİSİYDİ
-En güçlü olduğu alan neresiydi?
40 yılda hiç ummadığı alanları ele geçirdi. Karargahı da Ankara'daki polis akademisiydi. Polis akademisine girerek kriminal birçok işe bulaştı. Yasadışı dinlemeler, kasetler, kumpaslar her buralarda hazırlandı. Çünkü FETÖ'cü polislerin kafası böyle çalışıyordu. Gülen ise büyük amaçlar için her türlü araç meşrudur ilkesini şiar edindiği 15 Temmuz darbesi ve sonrasında gördük. En iyi sonuçları polis akademisinde kurulan kumpaslarda alsa da aslında farkında olmadan kendi sonunu hazırladı. Polis Akademi ve buradaki akademisyenlerin yön vermesiyle hareket dönüşüme uğradı ve FETÖ'laşma süreci başladı.
ERDOĞAN OLMASA FETÖ'NÜN BELİNİ KİMSE KIRAMAZDI!
-Devleti ele geçirme girişimi Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan geri döndü. Belki de dirayetli bir lider olmasaydı belki de başarılı olacaklardı.
Kesinlikle öyle. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Aralık 2013 operasyonlarına kararlı mücadele etmesi ve özellikle 15 Temmuz esnasındaki dik duruşu FETÖ'nün belini kırdı. Tabi halk Cumhurbaşkanı'nı yalnız bırakmadı ve büyük bir direniş gösterdi. 15 Temmuz FETÖ için bir intihardı. Ama yapabilecekleri başka da bir şey yoktu. 40 yıldır büyük bir gizlilik içinde bürokrasi, iş dünyası ve medyada güçlü bir ağ kurmuşsunuz. Bu gücün getirdiği şımarıklık ile FETÖ tüm devleti kontrol etmek istedi. 2011 seçimlerinde 100 milletvekili talepleri o dönemin başbakanı olan Erdoğan tarafından reddedildi. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan siyasi otoriteyi başka bir güçle haklı olarak paylaşmak istemiyordu. FETÖ'nun bürokraside hükümet işlerini yavaşlatmaları; 2012 MİT krizi ile Cumhurbaşkanı bu örgütünün amaçlarını daha iyi gördü. Eğer darbe yapmasalardı, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın FETÖ'ye son darbeyi vuracağını biliyorlardı. Polis ve yargıdan temizlenmişlerdi. Ellerindeki tek silah orduydu. 15 Temmuz'da harekete geçmeselerdi 30 Ağustos'ta YAŞ kararları ile hepsi ordudan atılacaktı. Ellerinde tek bir mermileri vardı ve 15 Temmuz'da o mermiyi sıktılar.

ABD VE NATO DARBEYİ BİLİYORDU
-Peki bu darbeyi dış destek olmadan gerçekleştirmeleri mümkün mü?
Bu darbeyi FETÖ gerçekleştirdi. Bu konuda hiçbir tartışma yok. Peki dış destek var mı? Evet 15 Temmuz'un çok ciddi bir dış ayağı var. Darbenin dış ayağı üzerine düşünmek gerekiyor. Darbeden ABD'nin haberi vardı. NATO yetkililerinin de bilgisi vardı. Zaten NATO'dan yapılan "muhataplarımız tutuklandı" açıklaması bunun bir itirafı. Ama sadece bunu ABD ile açıklamak zor. Birleşik Arap Emirlikleri ve Almanya faktörlerini de unutmamak gerekir. Ama burada komploculuğa kaçarak her şeyi dış faktörlerle açıklamak Türkiye'deki siyasi analizcileri tembelliğe sürüklüyor. Onun için önceliği iç dinamiklere vermek gerekiyor.
ABD FETÖ GERÇEĞİNİ ANKARA'DAN DAHA İYİ BİLİYOR!
-ABD yönetimi 15 Temmuz ve FETÖ gerçeğini biliyor ama FETÖ okullarının ülkesinde faaliyet göstermesine izin vermeye devam ediyor.
Evet burada bir çelişki var gibi görünebilir. Ama ABD yönetimi FETÖ'yü sadece Türkiye için bir tehdit olarak görüyor. Kendisine yönelik bir tehdit gibi algılamıyor. Tekrar ediyorum: ABD yönetimi ve Pentagon 15 Temmuz darbesinin arkasında FETÖ olduğunu biliyor. Hatta Türkiye'den daha iyi biliyor. Bunu bilmek ayrı ama diplomatik dil ayrı. Elbette Türkiye'nin iddiaları karşısında ikna edilmek için veri isteyecek. Gülen'in iadesi için sunulan dosyanın içeriği çok tartışmalı. ABD'de Gülen'in faaliyetleri mercek altında. Ama ABD'deki bazı kurumlar Gülen hareketine çok yatırım yaptı. 1995'den beri ABD'de güçlenen en önemli Türk hareketiydi. Özellikle Türk devleti ile ilişkilerde Gülen hareketi önemli roller oynuyordu. Aynı zamanda Washington'a gelen Türk devlet adamlarının görüşme programlarını elçilikten daha çok Gülen hareketi düzenliyordu. ABD'de birtakım geri çekilmeler var. Ama ABD'nin FETÖ ile tamamen yollarını ayırması biraz zaman alacak.
BU DARBE DİĞERLERİ İLE KIYASLANAMAZ. AMAÇ İÇ SAVAŞTI!
-FETÖ başarılı olsaydı 16 Temmuz'da nasıl bir Türkiye'ye uyanırdık?
Bunu düşünmesi bile korkunç. 15 Temmuz darbesi başarılı olsaydı iç savaş çıkar ve Türkiye Suriye'ye dönerdi. Belki de Mısır gibi olurdu, bilemiyorum. Ama kesin olan şu. Darbe başarılı olsaydı aylar süren bir iç savaşın içerisinde bulabilirdik kendimizi. Bu darbe girişimini diğerleri ile kıyaslamamak gerekir. Çünkü karşınızda bir asker yok. Bütün kişiliğini bir lidere teslim etmiş asker kılıklı şakirtlerden oluşan bir örgüt var. Ben o yüzden 15 Temmuz'a askeri darbe demiyorum. Siviller yani FETÖ abileri bu darbede kritik rol oynadılar.
15 TEMMUZ DARBE DEĞİL FETÖ İŞGAL HAREKETİYDİ
-Biraz açar mısınız? 15 Temmuz askeri darbe değil derken neyi kastediyorsunuz?
Biz bu topraklarda birçok askeri darbe gördük. Bazılarını yakın tarih kitaplarından okuduk. Bakın 15 Temmuz darbesi kesinlikle bir askeri darbe değil. 15 Temmuz sivil FETÖ'cü imamların kurguladıkları bir darbeydi. Asker kılıklı FETÖ'cülerin yaptığı bir kalkışmaydı. Bunlarda en ufak bir acıma yoktur. FETÖ'nün geleceği için ülkenin geleceğini hiç acımadan ateşe attılar. Orduyu darma dağan ettiler. Bu yüzden 15 Temmuz bir askeri darbe değildi diyorum. Peki ne oldu? Siyasi-ekonomik güce sahip, gizlilik esasında şekillenen yapının devleti ele geçirme projesine direnen Cumhurbaşkanı'nı yok etmek için girişilmiş bir kalkışmaydı. Yıpranan da TSK oldu. Bu konuda çok dikkatli olmamız lazım. Balyoz ve Ergenekon sürecinde yıpranan ordunun psikolojisi daha fazla bozulmamalı.
DARBE PLANI GÜZELDİ AMA ERDOĞAN VE HALKI UNUTTULAR
-Polisi, yargıyı, bürokrasiye ve TSK'yı ele geçiren FETÖ, 15 Temmuz'da neden başarısız oldu?
Cumhurbaşkanı ve halkı göz önünde bulundurmadılar. Siyasetin ve halkın direneceğini gözardı ederek bir darbe planı yaptılar. Cumhurbaşkanı'na suikast başarılı olsaydı ve darbe gece 3'te gerçekleştirilebilseydi bugün bambaşka şeyler konuşuyor olacaktık. Ama kader onlara bu izni vermedi. 16 Temmuz sabahı Gülen örgütünün Türkiye'deki son günü oldu.
YURTDIŞINDA FETÖ-PKK-ASALA İTTİFAKI VAR
-Yurtdışındaki FETÖ firarilerini gözlemleme imkanınız oldu mu?
Çok zor şartlar altında yaşayanlar da var California'ya gidip ciddi yatırımlar yapanlar da var. Dış destekle bir mutasyona uğrayan bir diaspora hareketine dönüşüyor. Yurtdışında özellikle Türkiye karşıtı ülkelerde daha rahat hareket ediyor. Türkiye'ye istediklerini söyleyemeyenler bunları FETÖ üyelerine söyletiyorlar. Yani örgüt ile Türkiye karşıtı ülkeler birbirini kullanıyor. ASALA, PKK ve FETÖ üçlüsü arasında ciddi ittifak var. Kısacası, aşırı milliyetçi Ermeni teşkilatları, PKK ve FETÖ artık ortak hareket ediyor ve Türkiye'yi seven insanlara ve kurumlara karşı bu ucu ortak hareket ediyor.
GÜLEN ÖLMEDEN MADDİ BAĞIMLILIĞI OLANLAR ÇÖZÜLMEZ
Sizce ne yapmalı?
İlk önce suçlu ve suçsuz ayrımı yapılmalı. Adalet çok hassas çalışmalı. Bazı kişilerin bu ortamı fırsat bilerek masum insanları düşman edinmemek lazım. Gülen hareketine mensup ailelerin 2000 civarında çocuğu ABD'de eğitim görüyor. Nasıl olur bilmiyorum ama bunları da bir şekilde kazanmak gerekir. Bazıları durumdan sonradan haberdar oldu. FETÖ üyeleri giderek Türkiye ile bağlarını koparmış görünüyor. Haklarında tutuklama kararı var. Belki de vatandaşlıktan da çıkarılacaklar. Aileleri ile ilişkileri büyük ölçüde koptu. Fethullah Gülen'in ölümünden önce maddi bağımlılığı olan örgüt üyelerinin kolay kolay kopacağını düşünmüyorum. Gülen öldükten sonra diğer kapalı topluluklarda olduğu gibi FETÖ'de de hızlı bir çözülme görülecektir. Onun için değişik stratejiler lazım. Ülke içinde FETÖ yapısına karşı kullanılan dil ile dışardaki farklı olmalı.
FETULLAH'IN BİR GÜN PKK VE ASALA'YI DESTEKLEYECEĞİNİ KİM TAHMİN EDERDİ?
-Fethullah Gülen'in ölümünden sonra dış güçler için FETÖ kullanılabilir bir örgüt olmaktan çıkar mı?
Ermeni örgütler, PKK ve FETÖ birbirinden kopuk yapılar değil. Dünyanın birçok ülkesinde bu 3 örgüt birlikte hareket ediyor. Washington'da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı bu üç örgüt protesto etmişti. FETÖ 1915 olayları ile ilgili olarak Ermenilere tam destek verdi. Aynı desteği PKK'dan da esirgemedi. Kim derdi ki Fethullahçılar gün gelecek Asala ve PKK ile birlikte hareket edecek? Bunu da gizlemeden açık açık yapıyorlar. Sosyal medyada FETÖ'nün ileri gelen isimleri tweetler atarak bu desteklerini açıklıyorlar. Hatta Ermeni iddialarına karşı büyük mücadele veren Amerikalı Türkler ve dernekleri bu üçü tarafından saldırı altında. Örneğin Ermeni iddialarına karşı en büyük mücadeleyi veren Yalçın Ayaslı bugün bu yapılarca hedef haline getirilmiş durumda.
ÖRGÜT ÖZELEŞTİRİ YAPMAKTAN KORKUYOR ÇÜNKÜ…
-Bu kadar ihanet yaşandı. Özeleştiri yapan hiç örgüt üyesine rastlamadınız mı?
Bu yapılarda özeleştiri zordur. Sorgulamaya başlarsan inancını yitirirsin ve dışlanırsın. Mesela Zaman ABD sorumlusu Ali Arsan bir tweet attı. Soruları çalanlar gitsin hesap versinler dedi. Gerekirse Gülen de yargılansın dedi. Hemen susturdular. Maddi bağımlılığı olan beyaz yakalı FETÖ'cüler için burası bir ekmek kapısı. Hala ABD ve AB ülkelerinde ciddi yatırımları var ve orada çalışabiliyorlar. İkincisi ise bunlarda çok ciddi bir zihin yıkama var. Çok küçük yaşta beyinleri yıkanıyor. Küçük yaştan itibaren Gülen'i bir kurtarıcı olarak görüyorlar. Kurtarıcıyı terk etmek çok zor. Üçüncüsü ise korkuyorlar. Birey olurlarsa kaybolup gideceklerini düşünüyorlar. Mesela koca generallerin verdikleri mahkeme ifadelerine bakın. Hepsi örgüt ağzı ile aynı ifadeyi veriyorlar. Nazi generalleri de müebbet cezası almadan önce böyle ifadeler vermişlerdi. Kendilerini değil örgütlerini koruyorlar. Kendilerince büyük davaları uğruna ömürlerinin geri kalan kısmını cezaevinde geçirmeyi göze alıyorlar. Bir başka faktör ise korkuları var. Örgütün kendilerine kötülük yapmasından korkuyorlar. Bütün bu ihtimaller bir araya gelince maddi bağımlılığı olan FETÖ'cülerin örgütten ayrılması zorlaşıyor. Bu konuda üniversitelerimizi büyük görev düşüyor.
ÜNİVERSİTELER FETÖ KONUSUNDA CİDDİ ÇALIŞMA YAPMIYOR
-Üniversiteler FETÖ ile mücadelede ne yapabilir?
Yurtdışında FETÖ ile mücadele etmek zor bir süreçtir. Devlet üniversitelerinde FETÖ hakkında kaç çalışma yazıldı, kaç rapor hazırlandı, kaç sempozyum düzenlendi. FETÖ gibi sosyolojik bir olay üniversitelerin konusu değil mi? Üniversitelerden doğan boşluğu SETA dolduruyor. SETA dışında bu konuda akademik çalışma yapan yok. Sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sorunu ve davası değil bu. Bütün Türkiye'nin konusu olmalı.
CHP BENİM İÇİN BÜYÜK HAYAL KIRIKLIĞI
-FETÖ ile mücadele CHP'nin görevi değil mi?
CHP konusu tam bir hayal kırıklığı benim için. Cumhurbaşkanı'na olan düşmanlıkları CHP'nin gözünü kör etti. FETÖ'ye destek vermelerini ben başka türlü açıklayamıyorum. 15 Temmuz ile ilgili bir sayfa rapor bile hazırlayamadılar. CHP'nin içinde şu anda FETÖ yapılanmasının kırpıntıları var. Milletvekili, danışman ve yerel yönetimler düzeyinde var. FETÖ'den aldıkları dosyaları kullanarak 17/25 Aralık sürecinde siyasi üstünlük sağlayabileceklerini düşündüler. CHP zavallı bir durumda. Bugün CHP'nin geldiği nokta çok üzücü. Bu yürüyüşün çıkış noktasına bakın. MİT Tırları davası gibi FETÖ ile sembolleşen bir davadan sonra adalet yürüyüşü başlatılması bile FETÖ'nün içinde bulunduğu kafa karışıklığını ortaya koyuyor. Keşke 15 Temmuz'un yıldönümünde FETÖ darbesine karşı demokrasi için yürüyebilselerdi. Ama CHP tam tersini yaptı. Ben CHP tabanının da FETÖ ve HDP siyaseti ile birlikte hareket eden Kılıçdaroğlu'ndan çok memnun olmadığını düşünüyorum.
DARBENİN ARKASINDA BİR KOALİSYON DEĞİL FETÖ VAR
Yayın aşamasında olan ve 15 Temmuz darbesi ve FETÖ konulu "Turkey's coup and the Gulen Movement: Piety to Violence" kitabinizdan bahseder misiniz?
Amerikalı işadamı Yalçin Ayaşlı beyin desteklediği ve yönlendirdiği Turkish Coalition of America 2007 yılından beri University of Utah'daki Türkiye üzerine çalışmalar yapıyor. Ermeni sorununda en ciddi ve bilimsel çalışmaları bu destekle yaptık. 2015 sonrasındaki projelerimiz daha çok 19 yüzyıl Rusya'daki Türk-Müslüman toplulukları üzerine. Tabi Türkiye'nin daha iyi anlaşılması ve anlatılması bu projenin ana amacı. İşte bu eksende 15 Temmuz darbesi sonrası, Gülen, Gülen Hareketi, Hizmet Hareketi, ve FETÖ olarak adlandıracağımız konularda çalışma yapan ve kitap yayınlayan 23 uluslararası uzmanı University of Utah'a çalıştay'a taya çağırdık. İki gün suren tartışmalar ışığında FETÖ yapılanması ve bu yapının darbedeki rolü ele alindi.
Ne gibi sonuçlara vardınız?
Toplantıda üç ana tartışma konusu belirdi: Gülen hareketinin özünde, yani kuruluşunda, şiddet veya amaç için şiddeti meşru gören bir normative kodu var mıydı? İkinci soru kümesi ise daha çok Gülen hareketinin yapısı ve lider kadrosuyla ilgiliydi. Üçüncü soru ve konu kümesi ise darbe ve darbedeki rolü oldu.
Bir başka konu ise darbenin ordu içinde bulunan fraksiyonların bir araya gelmesiyle kurulan bir koalisyonun isi olduğu yönündeki tez. Akademisyenlerin vardığı sonuca göre güvenlik açısından bu kadar hassas bir konuda FETÖ'cülerin kesinlikle başka gruplarla çalışmayacağını ve onlara güvenmeyeceğini belirttiler ve bunun bir koalisyon isi değil tamamen FETÖ yapısını işi olduğu üzerinde uzlaşma var.
TÜRKİYE'NİN ABD'DE LOBİ FAALİYETLERİNE YÜKLENMESİ GEREKİR
15 Temmuz darbesi Türk-Amerikan ilişkilerini nasıl etkiledi? Sizce Türk-Amerikan iliskileri Trump döneminde nasıl bir yol izleyecek?
Türk-Amerikan ilişkilerinin dayanağı ekonomi veya kültürel ilişkiler değil daha cok güvenlik eksenli oldu. Dahası, ABD-Türkiye ilişkileri askeri ilişkilerin ötesine geçmedi. Son yıllarda ABD'deki Türk toplumu bir takım girişimlerle askeri ilişkilerin ötesinde sosyal, kültürel ve ekonomik ilişkilere vurgu yapan calışmalara girişti. Bunun en iyi örneği Turkish Coalition of America oldu. Türkiye'nin daha iyi tanıtılması için Amerikalı öğretmenlerin Türkiye konusunda eğitilmesi, Türk tarihi ve kültürü konusunda burslar verilmesi, ve tabi en önemlisi ABD'deki siyasi elitlerin Türkiye konusunda eğitilmesi için Türkiye'yi ziyaret etmelerinin sağlanması oldu. Bence artık lobi çalışmalarını tek başına bir şirkete vermek doğru değil. Amerikalı Türklerin lobi faaliyetlerini yüklenmesi gerekiyor. Tabi, Türkiye Cumhuriyeti devleti ile koordineli bir şekilde bunun yürütülmesi şart. Trump ne yazık ki yalnız bir adam ve ABD kurumlarının güvenmediği bir başkan. Onun icin Türkiye'nin başkan dışında kongre ve senato ile ilişkilerini geliştirmesi şart.

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Ali Şükrü Bey cinayeti ve hakikati

Necmettin Alkan ve Uğur Üçüncü’nün hem hazırlayıp hem de esaslı makalelerle katkı sunduğu, Murat Yılmaz, Sonay Üçüncü ve Muzaffer Başkaya’nın ciddî makalelerinin yer aldığı Ali Şükrü Bey Mücadeleyle Geçen Bir Ömür isimli kitabın ikinci baskısı son zamanlarda ses getiren yayınlara imza atan Kronik Yayınları’ndan çıktı. Türkiye, bugünü yakın tarihle, yakın tarihi bugünle iç içe geçmiş olan bir ülke. Bu sebeple yakın tarihe dair söylenen şeylerde ideolojik yaklaşım, hissiyat, aktüel siyaset ve maslahat kaygısından mücerred pek fazla çalışma yapılamamaktadır. Salt ilmî kıstas ve soğuklukla hazırlanmış kimi eserler bile kötü niyetli insanların itham ve iftiralardan azade kalamıyor.
Ali Şükrü Bey ve cinayeti yakın tarihimizin tesiri bugün de hissedilen mühim ve feci bir vakasıdır. İlk defa bu çalışmada Ali Şükrü Bey derli-toplu ele alınmış, yazarlar meseleye sadece salt tarih ilmi ve hakikatin açığa çıkması zaviyesinden yaklaşmışlardır. Bu eser, kanaatimizce Necmettin Alkan’ın hazırladığı ve yine Trabzon Büyükşehir Belediyesi hizmeti olan Ali Şükrü Bey’in Makaleleri-Tarih, Medeniyet ve Siyaset unvanlı çalışmayla birlikte mütalaa edilmelidir. Ali Şükrü Bey-Mücadeleyle Geçen Bir Ömür unvanıyla ikinci baskısı yapılan bu kitaptaki kimi bilgi ve tespitlerin bigâne kalınmayacak kalitede olduğunu zannetmekteyiz. Mesela Uğur Üçüncü›nün ‘Ali Şükrü Bey’in İttihadçılığı ve İttihadçılarla İlişkisi Hakkındaki Tartışmalar’ unvanlı makalesi bu evsaftadır.
Kitabın ilk baskısında yer alan birkaç zühul eseri ve esasa müessir olmayan maddî hata da tashih edilmiş ve eser tam bir kaynaklık vasfı kazanmıştır.
BÜYÜK VE MUKADDES CİHAD
Cami/Vaaz Kürsüsündeki İslamcı İttihadçılar çalışmamızda daha teferruatlı olarak incelediğimiz isimlerden biri olan Ali Şükrü Bey’in dinî hassasiyetleri hayatı ve siyasî faaliyetleri ele alınırken merkezî bir yer işgal etmektedir.  Kendisi Hüseyin Kazım Kadri ve Mehmed Akif gibi cami/vaaz kürsüsündeki heyecanlı irşadıyla da maruf biriydi. Hüseyin Kazım Kadri, İttihat ve Terakki devrinde Selanik Valisi olarak kürsüye çıkardı. Akif’in bilhassa Kastamonu ve havalisindeki, Ali Şükrü Bey’in de Kayseri’deki vaazı millet ve memleket yolunda ciddî hizmetlerdi. Merhum Kadri ve Mehmed Akif gibi Ali Şükrü Bey’in de ayetleri meallendirişinden yola çıkarak söylersek kendisi de Arapçaya vakıf ve hâkim biridir. Millî Mücadele’nin en hararetli hengâmında Kayseri Ulu Camii’nde verdiği ve bilahare “Anadolu’nun Büyük ve Mukaddes Cihadı” unvanıyla 24 Eylül 1337[1921]’de Sebilürreşad’da yayınlattığı vaazı tek kelimeyle nefistir. Kanaatimizce üslubu korunarak ama lisanı biraz sadeleştirilerek ortaokul ve liselerde ders olarak okutulmalıdır.
Merhum, bu vaazında her vesileyle İngilizlerin nasıl “alçak” ve “aşağılık” olduklarından bahsetmekte, Müslümanları İngilizlere karşı tetik ve teyakkuzda olmaları hususunda ikaz etmektedir. İslam âlemindeki ve bilhassa Mondros Mütarekesi ertesinde yurdumuzdaki vaki işgaller hep İngilizlerin işidir. Mondros Mütarekesi’ndeki hükümlerle bilahare tatbik edilen işler arasında muazzam bir fark vardır. İngilizler, Türkleri mahvetmeden, yeryüzünden silmeden İslam dünyasında tam manasıyla hâkimiyet tesis edemeyeceklerini bilmektedir. Şükür ki, İslam âlemi de bunun farkındadır ve bilhassa Hint Müslümanları, hilafetin ve Türk Milleti’nin kurtarılması için her açıdan İngilizleri tazyik etmektedir.
Anadolu’daki işgale karşı mukavemet gösterenler hakikî Müslümanlardır. İngilizler parayla tıyneti, karakteri bozuk bazı Müslümanları ve idarecileri satın almış ve bunlar başlarda İngilizlerin emrine girip hizmet etmişlerse de, onlar artık Millî Mücadele’ye zarar veremeyecek bir hale gelmişlerdir. İngilizler dessas, sahtekâr, yalancı, tezviratçıdır. Musul’u, İstanbul’u bu şekilde işgal etmişlerdir. Merhum Ali Şükrü Bey, İstanbul’un işgalinden bahsederken “İstanbul işgal ediliyor. Makâm-ı Hilafet esir ediliyor, Meclis-i Millî dağıtılıyor, münevverler teb’id ediliyor ( uzaklaştırılıyor) ve İngiliz uşaklarından mürekkeb bir Ferid Paşa kabinesi tekrar işleri eline alıyor” demektedir.
Ali Şükrü Bey, İngiliz Muhibleri Cemiyeti hakkında belki de bugüne kadar söylenen en ağır sözlerden birini sarf ediyor. Hatta bazı çalışmalarda bu cemiyette taktik gerekçelerle bulunmuş olabileceği ima edilen eski Dâhiliye Nazırı Mehmed Ali Bey bile Ali Şükrü’nün öldürücü oklarından azade kalamıyor.
HAİN-İ DİN VE VATAN OLANLAR
Ali Şükrü Bey, sadece vatanın kurtarılmasının tam bağımsızlık için yetmeyeceğini, memleketin nüfuz mıntıkalarına bölünmesinin de kabul edilemeyeceğini, çünkü kapitülasyonlar var oldukça hakikî bağımsızlığın mevcut olamayacağını vurgulu şekilde ifade etmektedir. Ali Şükrü Bey, İngilizlerin halifeyi zorladıklarına, ona bazı işleri zorla yaptırdıklarına kanidir, ancak ne olursa olsun bu kabul edilebilir şey değildir. Millî Mücadele aleyhindeki fetvayı yayınlayan Şeyhülislam’ı bir cami kürsüsünde olmasına rağmen Hint Müslümanlarının lisanıyla bir güzel haşlamaktadır. Merhum bir gazete haberinden yola çıkarak İngilizlerin niyetinin Halifeye, Şeyhülislam’a ve namussuz hükümet adamlarına dayanarak, kendilerini fazla zahmete sokmadan işgali oldu-bittiye getirmek olduğunu söyler ve şöyle devam eder: “Allah cümlesini ve cümlemizi ıslah eylesin. Hain-i din ve vatan olanları kahr etsin!”.
Hem artık tarihin konusu olan İttihadçılık hem de kıyamete kadar varlığını ve tesirini devam ettireceğini zannettiğimiz İslamcılık ülkemizde hem yanlış bilinmekte hem de haksız, insafsız itham, hatta iftiralara maruz kalmaktadır. Ali Şükrü Bey İttihadçı bir İslamcı ya da İslamcı bir İttihadçı idi. Millî Mücadele’nin 1919-1922 aralığında bazı Trabzonluların suikast ve cinayetlere maruz kalmalarının yegâne ya da esas sebebi onların İttihad-ı İslam bayraktarı olan Enver Paşa’ya olan alaka ve muhabbetleriydi.