8 Şubat 2015 Pazar

Netanyahu’nun Türkiye düşmanlığının bilinmeyen nedenleri!!!

Netanyahu’nun Gazze ve genel olarak Ortadoğu’daki saldırgan tutumunun yanı sıra Türkiye’ye karşı  olan özel düşmanlığının nedeni, sadece İsrail’in genel politikası ve Siyonizm’le açıklanamaz. Bunun şaşırtıcı tarihi kökleri ve bağlantıları vardır. 
Bension Netanyahu’nun oğlu olan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Likud Partisi’nin lideridir.Bu aşırı sağcı parti, 1925 yılında kurulan faşizan Revizyonist Parti’nin devamıdır.  Baba Netanyahu,  bu hareketin tarihsel önderi Vladimir (Zev)  Jabotinski’nin sekreteri olarak görev yapmıştır. Netanyahu ve Likud’un görüşlerinin fikir babası Jabotinski, Çanakkale Savaşı sırasında Osmanlı’ya karşı savaşan Yahudi Alayı’nın da kurucusudur. Ancak onun Osmanlı düşmanlığının tarihi 1915’ten eskidir.  Kendisi İttihat ve Terakki’nin en önemli ve ünlü gazetecilerinden biridir. Jabotinski daha 28 yaşındayken1908’de Odesa’dan İstanbul’a gelmiş ve genel yayın müdürü olarak ‘Jön Türk’ gazetesinin başına geçmiştir. Fransızca çıkan bu gazete o dönemin en çok satan yayın organıdır ve yazarları arasında  Yusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu gibi Türkçüler vardır. ‘Jön Türk’,   o dönemin elit kesiminin amiral gemisidir. O dönemde Siyonist sermaye hemen hemen her gazeteye para vermiş, bu yolla köşe yazarlarını ve editörleri etkilemeye çalışmıştır  (Bkz. Esther Benbassa’nın araştırmaları). 
Jabotinski, 1910’dan itibaren gerek Almancı İttihat Terakki’yle gerekse aşırı Siyonist görüşlere karşı çıkan Türk Yahudi Cemaati’yle ters düşmeye başlamıştır.  İsrail’in kurulmasının ancak Osmanlı’nın parçalanmasıyla mümkün olacağını söyleyerek İngilizlerin safına geçmiştir. 1918’de Jabotinski’nin  bizzat kendisi Ürdün cephesinde Türk askerine karşı silah kullanmıştır. Aşağıdaki satırlar Netanyahu’nun önder olarak kabul ettiği eski  Jön Türkçü Jabotinski’ye aittir: 
‘Türklerin egemen olduğu yerde ne güneş parıldar, ne de ot biter... Yahudiler hatta Siyonistler bile Türkleri İsmail dolayısıyla kardeşimiz olarak görüyorlar, halbuki Türkler Sami ırkından değil Turan ırkındandır, gerçi o ırktan olan Araplar da kardeşimiz değildir, onlarla hiçbir ruhsal yakınlığımız yoktur. Biz 2000 yıldır Avrupa’yı inşa eden bir ırk olarak, İsrail Devleti’ni kurup Avrupa’nın sınırlarını Fırat’a kadar uzatacağız.’(Jabotinski’nin otobiyografisi) 
İşte bu ırkçı ve kafatasçı zihniyetin sahibi Jabotinski tarih boyunca Yahudilere büyük kötülükler yapmış olan Batılıların hizmetine girmiştir, o kadar ki Rus Devrimi’nden sonraki iç savaşta Ukrayna’da Yahudi katliamları düzenleyen Petliura faşist çeteleriyle işbirliği yapmıştır. Jabotinski, aşırı sağcı tutumu nedeniyle 1925 yılında ana akım Siyonistlerden ayrılarak ‘Dünya Revizyonist Siyonistler Birliği’ni kurmuştur. Bu hareket faşizandır, içinden Mussolini ve Hitler hayranı fraksiyonlar çıkmıştır. Hatta Jabotinski,  1930’larda Avrupa Yahudilerinin Filistin’e göçünü sağlamak için başlarına büyük bir felaket gelmesinin iyi olacağı fikrini de savunabilmiştir. 
Jabotinski, Filistin’i kan ve ateşe boğan İrgun adlı terörist örgütünde kurucusudur. Bu örgüt, 1930’lu 40’lı yıllarda binlerce masum Filistinli sivili öldürmüştür ve Ortadoğu’da terörizmi Müslümanlar değil Yahudiler başlatmış, Filistinlileri topraklarından terörle sürmüşlerdir. Bu eylemlerdeki  ölümler nedeniyle İsrail asla özür dilememiş ve hiç kimse de ‘Musevi terörü’ ifadesini kullanmamıştır. Bugün, devlet terörü haline dönüşen bu eylemlerin asgari programı tüm Ürdün’ün ele geçirilmesidir, azami programı ise meçhuldür. 
Görüldüğü gibi Netanyahu çizgisi genel olarak  Müslümanlara  ve  özel olarak Türkiye’ye ve Türklere karşı nefret ve saldırganlık doludur. Bu çizgi, klasik Siyonizmin Ben Gurion gibi liderlerine, Türkiye adına Lozan’a giden Hahambaşı Hayim Nahum’a, Yahudilere büyük destek ve olanak sağlayan İttihatçılara bile düşmandır. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu insanlık suçlusu kişiye karşı haklı tepkilerini ele alırken, Netanyahu çizgisinin geçmişini de hatırdan çıkarmamakta fayda var.


kaynak: http://www.aksam.com.tr/yazarlar/netanyahunun-turkiye-dusmanliginin-bilinmeyen-nedenleri-c2/haber-373359


       ZİON KATIR BÖLÜĞÜ
(ZİON MULE CORPS)
    
Yahudi  Katır (Ester) Bölüğü, 1. Dünya Savaşı’ndaki “Yahudi Lejyonu”, İspanyol İç Savaşı’ndaki “Botwin Bölüğü” ve 2. Dünya Savaşı’ndaki “Yahudi Alayı”ndan önce kurulmuş ilk “diaspora” birliğiydi… Bu birlik, 2000 yıldan bu yana, Yahudi tarihinin "bir savaşa katılan ilk askeri birliği" olma şöhretini kazanacaktı.
Ancak, onların öyküsünü anlatmadan önce, Yahudiler'in I. Dünya Savaşı öncesinde "bir Yahudi devleti kurmak" adına çizdikleri eylem planlarından söz etmek gerekir.
*************************
Theodore Herzl, Siyonizm'in fikir babasıydı.   Henüz 44 yaşındayken kalp krizinden öldü...
Yahudilerin "vadedilmiş topraklar"a yönelik özel bir ilgisi veya dikkate değer bir söylemi olmamıştır. Babil sürgününden sonraki 1000 yıldan fazla süre içinde yerleşim tercihleri, ya ekonomik çıkarları nereye yönlendirmişse, ya da hangi egemenlik aygıtı onların yaşamasına izin vermişse öyle biçimlenmiştir. Ancak, 10. yüzyılda Avrupa ve özellikle Rusya'da yükselen antisemit dalga, Filistin'e yönelik yurt özlemlerinin yeniden hatırlanmasına yol açmıştır.
 Yahudiler'in bir kısmı, binlerce yıl önce kovuldukları Filistin'e dönmek için bir Mesih beklerken, diğer bir kısmı da buna gerek olmadığını, Filistin'e kendilerinin de dönebileceğini düşünüyordu. Bu kişilerden biri de 1896'da "Der Judenstaat" (Yahudi Devleti) adlı eseri yazan Theodore Herzl adlı Budapeşteli bir Yahudi'ydi. Yahudiler'in ancak bir Yahudi devleti kurarak özgürleşebileceklerini savunan Herzl, bu devleti kurmak için de üç şartın yerine getirilmesi gerektiğine inanıyordu: 1- Bir banka, 2- Filistin'de toprak satın almak için oluşturulacak bir Yahudi Ulusal Fonu, 3- Yahudileri birbirine bağlayacak bir siyasal örgüt (Dünya Siyonist Örgütü)...
Herzl'in bu önerisi, dünyanın dört bir yanına dağılmış Yahudiler arasında güçlü bir destekle karşılanacak ve bu sayede uluslararası Yahudi hareket, Siyonizm bayrağı altında çok büyük bir etkinlik elde edecekti.
I. Dünya Siyonist Kongresi'ni Basel'de toplayan Herzl, dünya Yahudileri'nin en zenginlerini seferber etti. İkinci girişimi ise Osmanlı devleti ile ilişki kurmak oldu. 1892 ile 1902 yılları arasında 5 kez İstanbul'a gelerek sarayla ilişki kurmaya çalıştı. Amacı, Filistin'deki topraklardan bir kısmını satın almaktı. Ödeyeceği parayla Osmanlı devletinin ekonomisinin düzeleceğini ve o günün parasıyla 30 milyon Sterlin'i bulan dış borçlarının ödeneceğini söyleyen Herzl'in arzu ettiği alanın sınırları da şöyleydi: Kuzeyde Kapadokya dağları, güneyde Süveyş Kanalı'na kadar olan bölge..
17 Haziran 1896'da, Abdülhamid'in yakın dostu ve Avrupa'daki ajanı Polonya asıllı Kont Phillip de Newlinsky ile İstanbul'a gelen Herzl'e Sultan'ın hasta olduğu söylendi ve görüştürülmedi. Daha sonra Newlinsky'nin aktardığı teklif üzerine de Abdülhamid'in şu yanıtı verdiği söylenir:
Eğer Mösyö Herzl senin bana olduğun gibi bir arkadaşın ise, ona nasihat et, bu konuda bir adım atmasın. Ben, bir karış bile olsa toprak satamam. Zira bu toprak bana ait değil, milletime aittir. Benim milletim bu imparatorluğu savaşta kanlarını dökerek kazanmışlar, onu kanlarıyla mahsüldar kılmışlardır. Bu toprak bizden sökülüp alınmadan evvel, biz onu tekrar kanlarımızla sularız. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne'de şehit düşmüşlerdir. Onlardan bir tanesi dahi dönmemek üzere muharebe meydanlarında kalmışlardır. Devlet-i Aliyye bana ait değil, Türk milletine aittir. Ben onun hiçbir parçasını veremem. Bırakalım Yahudiler milyonlarını saklasınlar. Benim imparatorluğum parçalandığı zaman, onlar Filistin'e hiç karşılıksız sahip olabilirler. Fakat, yalnız bizim cesetlerimiz parçalanarak bu ülke taksim edilebilir. Ben canlı bir vücut üzerinde ameliyat yapılmasına razı değilim..."
II. Abdülhamid, sadece Siyonistler'in teklifini reddetmekle kalmamış, büyük güçler nezdinde diplomatik girişimlerde bulunarak Yahudîler'in "Siyonistleşmesi"ni de engellemeye çalışmıştı. "Duhûliye Nizamları" hazırlatmış, Siyonistler'in yabancı himaye elde etmelerini önlemek için çaba harcamış ve Filistin’den Yahudiler'in arazi satın almalarını yasaklamıştı.
Aslında bu teklifin reddi, Abdülhamid'in vatanseverliğinin değil, temel meşruiyet dayanağı olarak geliştirilen pan-İslamist siyasetin zorunlu gereğiydi. Çünkü Abdülhamid, Osmanlı topraklarını vatan değil sülalesinin mülkü, kendini de tanrının yeryüzündeki gölgesi gören ve "Vatan, insanların ayaklarının bastığı yerdir. Onun uğruna ölmeyi anlamıyorum" diyen biriydi. Arapça'nın devletin resmi dili olmasını öneren ve kişisel parasını da yabancı ülkelerdeki bankalarda Ceb-i Hümayun Nazırı Agop Paşa'ya işlettiren bu Sultan, petrol kokusunu alınca Musul'u da özel arazileri arasına katmıştı...
Theodore Herzl, ısrarından hiç vazgeçmedi; Osmanlı sultanından sonra İtalya kralına gitti, ona da "yıkılmakta olan Osmanlı'nın toprağı Filistin'inin Yahudiler'e verilmesi için çalışırsa, İtalyanlar'ın Trablus'u almalarına maddi açıdan yardımcı olabileceklerini" söyledi. Ama aldığı yanıt olumsuz oldu. Bu sıralarda, Rusya'dan önemli sayıda Rus Yahudisi Filistin'e göçüyordu. Sayıları kısa zamanda 80.000'leri bulacaktı... Almanya ve Osmanlı devletlerinden yüz bulamayan Siyonistler, bu kez İngiltere'ye yöneldiler. Ancak, o dönemde İngiltere, yerel Arap egemenlerle ilişkide olduğundan Yahudi çıkarlarına uygun bir siyasetten kaçınmak zorundaydı. Bu yüzden İngiliz Başbakanı J. Chamberlain, Yahudiler'e Kenya'da bir yerleşim yeri kurma teklifi yaptı. Ne var ki, T. Herzl'in onayına rağmen, bu teklif de Siyonist Birliği'nce reddedildi...
1867 tarihli Osmanlı Arazi Kanunnamesi, Yahudiler'in Kutsal Topraklar’da arazi almalarını engellemiyordu. 5 Mart 1883’de çıkarılan yeni kanun, yabancı Siyonistler'in Osmanlı ülkesinde taşınmaz mal satın almalarını yasakladığı halde, Osmanlı vatandaşı olan Yahudiler'e herhangi bir yasak getirmemişti. Yahudiler bu açıktan yararlandı ve yerli Yahudiler'e Siyonist örgütlerce para verilerek, bölgede önemli bir miktar toprak parçasının Siyonistlerce satın alınmasını sağladılar. Bu şekilde Hayfa ve Akkâ’da Yahudiler'in iskânı sürekli hâle getirildi. 
Bu satışlara göz yumanlar da ne yazık ki, yöredeki Osmanlı idarecileri ve memurlarıydı. Çünkü, başkentten uzak ve yönetimin unuttuğu bu imparatorluk beldesinde bütün kapıları açan bir anahtar vardı: Rüşvet... Yahudiler, bu anahtarı kısa zamanda keşfetmekte gecikmediler; her türlü engele rağmen arazi almayı sürdürdüler. Ancak, hepsi de başarılı olamıyordu; bölgenin daha eski Yahudileri, sahip oldukları şeyleri kaybedecekleri korkusuyla yeni komşularını Osmanlı vatandaşı olmaya zorlarken, bir taraftan da Osmanlı ordusuna katılıyorlardı.
Abdülhamid'in devrilmesi sonrasında İttihat ve Terakki nezdinde önceki tekliflerini yineleyen Siyonistler, tekrar hayalkırıklığına uğradılar. Çünkü İttihatçılar, her ne kadar özgürlükçü ve halkçı olarak işe başladılarsa da, Balkan savaşları sonrasında merkeziyetçi ve Türkçü bir siyaset tutturmak zorunda kalmışlardı. Bu nedenle, Arapları bir de Yahudi meselesiyle ilgili olarak karşılarına almak istemiyorlardı. Yahudiler'e verilecek hakların bölgede zaten bir süredir kıpırdanmakta olan Araplar'ı da kışkırtacağı bilinmeyen birşey değildi. Bunun üzerine de Siyonizm, ABD'deki etkisiyle ve ABD üzerinden İngiltere'yi zorlamaya başladı.
Osmanlı hükümeti, Yahudiler'in Filistin'de oradan oraya göçmesine, seyahat etmesine, Arap çapulculara karşı kendilerini savunacak güvenlik birimleri oluşturmalarına izin vermiyordu. Sayıları giderek artan ve 80.000'e ulaşan bu göçmen Rus  Yahudileri'nin düşmanla işbirliği içine gireceğinden kuşkulanıyordu. Mısır'dan yapılacak bir İngiliz saldırısında, bu Yahudiler'in onlara yardım edeceğinden korkuluyordu. Gerçekten de, bu göçmen Yahudiler'in büyük kısmı, gizliden gizliye silah edinmeye ve İngilizler lehine casusluk yapmaya başlamıştı. (Hatta, Osmanlı ordusunda yıllarca çalışıp rütbe aldıktan sonra İngiliz ordusuna kaçan birçok Yahudi oldu...) Aaron Aaronson adlı bir Yahudi'nin yönetiminde kurulan NILI (netzah yisrael lo yeshaker-I Sam. 15:29adlı istihbarat örgütü hiç durmadan İngilizler'e bilgi uçuruyordu. Osmanlı yöneticilerinin bu duruma karşı takındığı tavır da sert oldu; birçok Yahudi yakalandı, öldürüldü veya Mısır'a göçe zorlandı. Çünkü, artık Osmanlı, bütün Yahudiler'e "casus" muamelesi yapmaya başlamıştı. Telaviv zorla Yahudiler'den arındırıldı. İngilizler de bu Yahudiler için Mısır'da çadır kamplar oluşturdular... Özellikle ABD bandıralı USS. Tennessee gibi içinde orkestra bulunan gemiler, bu Yahudiler'i İskenderiye'ye taşıyordu.
1914 yılının Aralık ayında, İskenderiye'de dörtte üçü Rus Yahudisi olan yaklaşık 12.000 göçmen toplanmıştı. Bunlardan Mısır Yahudi Topluluğu ve İngiliz askeri yetkilileri tarafından korunup kollanan 1200 tanesi, Mısır İçişleri Bakanlığı Mülteciler Masası Şefi Mr. Hornblower tarafından Cabbari ve Mafruzakamplarına yerleştirilmişti. Bu mülteciler, kendilerine verilen bir kimlik kartı sayesinde, günde üç öğün yemek yiyebiliyorlar ve kamp içinde çalışabiliyorlardı. Ancak, her yeni gelen mülteci grubu, Filistin'de kalanların "Türkler'den kötü muamele gördüklerine dair" haberler taşımakta ve bu haberler de kampta bekleşenleri öfkelendirmekteydi...
Mordehay Margolin
3 Mart 1915 akşamı, 8 kişilik bir Yahudi komitesi, Gabbari kampında, bir akaryakıt firmasının temsilcisi olanMordehay Margolin’in odasında toplandı. Bu adamlardan ikisi, daha birkaç gün önce tanışmıştı: Ze’ev Jabotinsky veJoseph Trumpeldor, o sıralarda Siyonist liderler olarak biliniyorlardı. Bu ikisi; fizikçi Dr. Weitz, Şarap Birliği temsilcisiVictor Gluskin, Amerikalı işadamı G. Kaplan, Anglo-Palestine Bankası’ndan Z. D. Loventin ve agronomist Akiva Ettinger’e yeni bir “Yahudi Lejyonu” planı sundular. Plan, 5 kabul, 2 red, bir de çekimser oyla kabul edildi. 12 Mart günü, Mafruza kampında, ahırdan bozma bir salonda toplanan 200 Yahudi'ye Jabotinsky’nin yaptığı duygulu bir konuşma da etkisini gösterdi; bir defterden yırtılmış A4 büyüklüğünde bir kağıda İbranice yazılan 7 satırlık kararı 180 kişi imzaladı.
*************************
Komite'ye bu planı sunan Ze'ev Jabotinsky, 1880’de Odessa’da doğmuş, Rusya’da eğitim almış ve 1898’de Bern ve Roma’da hukuk öğrenimi görmüştü. Geçimini gazetecilikle kazanıyor; iki Odessa gazetesine muhabirlik yapıyordu...
 
Vladimir Jabotinsky
1880-1940
1901’de Odessa’ya döndüğünde Siyonist hareketten iyice etkilenmiş durumdaydı. Ayrıca, Rusca, İbranice, İngilizce, Fransızca, Almanca ve Yiddiş dillerini bildiğinden, nereye gitse kalabalıkları yönlendiren bir güce sahipti. Bu nedenle, Siyonist kongrelerinde oldukça etkileyici oluyordu. Önceleri, Yahudiler’in Filistin’e yerleşmelerini ve Diaspora’daki politik ve eğitimsel eylemlerini destekledi. Doğu Avrupa ve Rusya'da Yahudi düşmanlığının toplu katliamlara dönüşmesi nedeniyle birçok Siyonist lider gibi o da Theodore Herzl'in düşüncelerine katılmıştı. Bu sırada çıkan 1. Dünya Savaşı nedeniyle gazetesi onu batıya gönderdi. Osmanlı İmparatorluğu Merkezi Güçler (Almanya-Avusturya-İtalya) yanında savaşa girdiğinde, Jabotinsky de “Avrupa’nın hasta adamı”nın artık yıkılacağını öngörmüştü. Bu öngörüsü onu, o ana kadar tarafsız olan Siyonist hareketin Filistin’le ilgili emelleri için, savaşta artık İtilaf Güçleri (İngiltere-Fransa-Rusya) yanında yer alması gerektiğine inandırmıştı.
Jabotinsky, 1908 Jön Türk devriminden sonra İstanbul'a gelmiş ve geniş bir çevre yapmıştı. Jön Türkler arasında da aktifti ve bu sayede Türkler'i de yakından tanıma fırsatı bulmuştu. Türkler'i, "büyük devlet adamları çıkaran ve asker yetiştiren, iyi kalpli ve misafirperver bir millet" olarak düşünmekteydi.
(Jabotinsky, 1917 yılında yayınladığı "Turkey and the War" [Türkiye ve Savaş] adlı kitabında, I. Dünya Savaşı'nın çıkış nedeninin, İtilaf devletlerinin iddia ettiği gibi Alman militarizmi değil, "şark meselesi" olduğunu ileri sürecekti. Savaşın Osmanlı Asyası'nı paylaşmaktaki ahenk yoksulluğundan çıktığını söyleyen Jabotinsky'ye göre Almanya, tüm Osmanlı'yı himayeye almak bahanesiyle Şark'ın zenginliklerine sahip çıkmak isterken; Fransızlar Suriye'ye, İngilizler Mezopotamya'ya, Rusya Doğu Anadolu ve Boğazlar'a, Yunanlılar ve İtalyanlar da İzmir'e göz dikmişlerdi.. Ona göre, Osmanlı İmparatorluğu artık parçalanmaya yüz tutmuştu. "Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasını isteyen, Türk halkının düşmanı değil dostudur" diyen Jabotinsky'ye göre, Osmanlı artık bölünmeli ve milli devletlerin kurulmasına izin verilmeliydi. Bu düşünceler ve Siyonizm davası, onda Osmanlı'ya karşı savaşma fikrini doğurmuştu; Jabotinsky de bu savaşı yüksek sesle öneren ilk kişiydi.)
Joseph Trumpeldor
1880-1920
Jabotinsky'nin İskenderiye’ye gittiğinde tanıştığı adam, Joseph Trumpeldor adında biriydi. Trumpeldor,   St. Petersburg Üniversitesi'nin Dişçilik Fakültesini bitirmiş, ancak kariyerini askerlikte yapmış bir Rus Yahudisi'ydi. 1904-1905 Japon-Rus savaşında, ünlü Port Arthur kuşatmasında Rus ordusunda savaşırken sol kolunu kaybetmiş ve bu nedenle Rus Çarı tarafından ülkenin en büyük 4 şeref madalyasıyla onurlandırılmış bir gerçek kahramandı.  Kendisine orduda tekrar görev verilmesine rağmen Trumpeldor Rusya'da rahat değildi;  Filistin'e yerleşerek toprakla uğraşmayı istiyordu.. 1914'te Filistin'e geldi ve burada, kendisi gibi göçmüş Rus Yahudiler arasında siyasi faaliyetlere girişti.
Jabotinsky ile Trumpeldor, ilk kez Aralık 1914'te, Mısır'da Cabbari mülteci kampında karşılaştıklarında aynı idealleri paylaştıklarını anlamışlardı.  Trumpeldor,  mültecilerden bir lejyon oluşturup bu birliği Türkler'e karşı İtilaf Güçleri'nin hizmetine sunmayı ve bunun karşılığında da İsrail’i kurmakta İngilizler'den yardım almayı savunuyordu. O da, yapılan savaşa katılmazlarsa, Filistin’i Türkler'den kurtarmak ve “Yahudiler’e vaadedilmiş ülke İsrail” yaratmak için asla talepkâr olamayacaklarına inanıyordu..
Trumpeldor ve Jabotinsky, İskenderiye'deki bu mülteci kalabalığından yararlandı; 1000 kişilik bir liste hazırlayıp bir dilekçeyle Mısır’daki İngiliz güçlerinin komutanı General Sir John Maxwell’e başvurdular.  Ne var ki Maxwell, 22 Mart 1915 günü aldığı bu dilekçeyi, “Filistin’e bir taarruzun şimdilik sözkonusu olmadığı”ndan başka, “İngiliz ordusu kurallarının yabancı ulusların mensuplarından askere almaya izin vermediğini” belirterek reddetti. Ancak generalin bir başka teklifi vardı; neden bu gönüllülerden diğer Türk cephelerinde kullanılacak bir katır ulaştırma birliği oluşturmuyorlardı? Hatta, bu birliğe bir de isim bulmuştu; "Asuri Yahudi Mülteci Katır Birliği"...
Jabotinsky ve komite üyeleri bu teklifi derhal reddettiler. Teklif ve birliğin adı onur kırıcıydı. İtilaf ordusunun içinde bir "katır taburu" olmayı içlerine sindirememişlerdi. Ama Trumpeldor, “herhangi bir anti-Türk gücün Sion yolunu açacağı”na kalpten inanıyor ve sadece Yahudiler’den kurulu böyle bir birliğin, İsrail’i özgürlüğüne kavuşturacak gücün başlangıcı olacağını iddia ediyordu:
"....Bir askerin bakış açısıyla... Filistin'e özgürlüğünü vermek için Türkler'i yok etmeliyiz. Ve onları nerede, güneyde mi kuzeyde mi yeneceğimiz sadece teknik bir mesele... Herhangi bir cephe bizi Zion'a ulaştırır..."
Alb. John H. Patterson
1867-1947
Tam bu noktada, sahneye Yarbay John H. Patterson adlı bir İngiliz subayı girdi. Kraliyet istihkamcılarından olan bu demiryolu mühendisi, 1898'de Uganda'ya gönderilmiş; Hintli Müslüman işçilerle Mombasa-Nairobi demiryolunu yapmıştı. Boer Savaşı gazisi bir İrlandalı'ydı. Hindistan ve Güney Afrika'da çok şöhret kazanmıştı. Özellikle Afrika'da yöre halkının "insan yiyen" adını taktığı iki aslanı öldürmüş, ama adı bir seks skandalına karışınca ortalıktan kaybolmuştu. Skandalın nedeni, bir subay arkadaşının karısıyla aşk yaşamasıydı...
Patterson'u Kahire'ye çağıran, General Maxwell'di. Onun Eski Ahit ve diğer dini kitapları okumuş, tarihi Yahudi kahramanları hakkında bilgi sahibi bir adam olduğunu biliyordu. Patterson Yahudiler’e de çok sempati duyuyordu. Bu nedenle kısa zamanda Jabotinsky ve Siyonizm destekçisi oldu. 19 Mart günü, Mafruza kampında göçmenlere hitaben yapılan bir toplantıda, Patterson; "savaşta ileri hatlara cephane ve malzeme taşıyan bir kişinin, ileri hatta düşmana kurşun sıkan kişi kadar cesur olması gerektiği"ni vurgularken, onlara eşlik eden Gen. Alexander Godley de, “Bugün, İngiliz halkı, Yahudilerle bir akit imzalamıştır” dedi…
 
Patterson, Hindistan ve G. Afrika'da görev yapmıştı. Afrika'da insan yiyen iki aslanı öldürmesiyle büyük şöhret kazanmıştı. Bu olayı, daha sonra kitap yaptı...
Böylece, Yahudi Katır Bölüğü, Mısır’da, 23 Mart 1915’te, Yarbay Patterson yönetiminde göreve başladı. Trumpeldor, birlikteki 2. komutandı. İkisi, Kahire’den Yahudi mültecilerin yaşadığı İskenderiye’ye gittiler ve Rue Sesostris 14 numarada bir karargah kurdular. 31 Mart’ta, Yahudi toplumunun önde gelenleri, özellikle de Hahambaşı Prof. Raphael de la Pergola’nın yardımlarıyla Cabbari’de gönüllü kaydettiler. İlk 500 kişiye yemin ettiren Hahambaşı Pergola, yaptığı konuşmada Patterson’u, “İsrail’in Mısır’dan Vadedilmiş Ülke’ye ulaşmasını sağlayacak 2. Musa” olarak tanıttı. Başlangıçta bu birliğe karşı olan Jabotinsky ise Avrupa'ya gitmeye karar verdi. Roma, Paris ve Londra’da, İtilaf Güçleri’nin içinde “tam teşkilatlanmış bir Yahudi lejyonu” kurulmasına destek vermeleri için birtakım devlet adamlarıyla görüşmeler yapmayı planlamıştı. Ama, görünürde pek de umutlu değildi.
Tam bu sırada, İskenderiye’deki Rus konsolosu Petrov, Mısır ve İngiliz yetkililerini uyararak, Rus Yahudileri’nin Rusya’ya geri gönderilmelerini istedi; çünkü bunlar Rus ordusunda kullanılacaktı. Ancak, Hahambaşı Pergola, Jabotinsky ve Yahudi banker Edgar Suarez’in de yardımıyla, ilişkilerini kullanarak bu konunun rafa kaldırılmasını sağladı.
Zion Katır Birliği'nin arması...
Bu yeni birlik, Mısır Seferi Gücü’nün bir birliği olarak tasarlandı. Birlik, 737 adam, 5 İngiliz ve 8 Yahudi subaydan oluşacaktı. 20 at ve 750 yük katırı, eyer ve yük sandıkları, her biri 4 galon su alan bidonlar İskenderiye’de temin edildi. Yahudi subaylar, İngilizler’den yüzde 40 daha az ücret alacaktı. Birlik, her biri iki subaylı 4 takıma, her takım, bir çavuş yönetiminde 4 bölüğe, her bölük de başlarında birer onbaşı olan alt birimlere ayrıldı.. Emirler İngilizce ve İbranice verilecekti. Hahambaşı da “onursal din görevlisi” olarak nitelendi. Subayların ve askerlerin birçoğu yüksek okul okumuş ya da öğretmenlik, avukatlık yapmış profesyonel insanlardı. Sıhhiye ekibinin başına getirilen Dr. Meshulam Levontin de bunlardan biriydi.
Yahudi Katır Bölüğü, 562 adamla 17 Nisan 1915 günü Anglo-Egyptian ve Hymettus gemileriyle Gelibolu’ya doğru yola çıkmış ve 25 Nisan 1915 günü de yarımadaya ayak basmıştı. Hepsinin yakasında da sarı renkli Davut yıldızı motifli birlik arması işliydi. Birlik ikiye bölünmüştü; yarısı ünlü 29. Tümen’le birlikte Seddülbahir’e, diğer yarısı da ANZAC Kolordusu’yla birlikte Arıburnu’na çıkarılmıştı. Ancak, bu ikinci grup, görünürde nedensiz,  Mısır’a geri gönderildi. Hamilton'un bir mektubunda belirttiğine göre, bu tasarrufun nedeni, Anzac askerlerinin, Katır Birliği mensuplarına "Türk zannederek" ateş etmeleriydi. Diğer grup ise, savaş boyunca Seddülbahir’deki tek ulaştırma birliği oldu ve yoğun ateş ve inanılmaz güç şartlar altında, ön cephelere su, cephane, yiyecek ve diğer ihtiyaçların ulaştırılması görevi yaptı.
Savaşa Gen. Ian Hamilton’un kurmay heyetinde görevli olarak katılan ve 1932’de “Çanakkale Askeri Operasyonu” adlı önemli kitabı yayınlayan Gen. C.F. Aspinall-Oglander, Hamilton’un Yahudi Katır Bölüğü için şöyle dediğini anlatacaktı:
Birlik, sahile indirilen malzemeyi katırlara yüklüyor...
Savaşta aynı ölçüde şöhret kazanan İngiliz ve Hint güçlerinin yanı sıra Yahudi Mülteci Katır Bölüğü (Zion Katır Bölüğü olarak bilinir), Suriye ve Filistin’deki mülteci Yahudiler’den kısa sürede teşkil edilmişti. Ağırlıklı olarak Rusya kökenli bu insanlar Mısır’a güvende olmak için gelmişlerdi. Albay Patterson, bunlar arasından 750 katırla 500 adam seçmekle görevlendirildi. Emirler kısmen İbrani, kısmen de İngiliz dilinde veriliyordu. Bu adamlar, 1915’te Süveyş Kanalı’ndaki savaşta Türkler’den ele geçirilen tüfeklerle silahlandırılmışlardı. Bu birlik, büyük bir olasılıkla, İsa’dan sonra 70’de Kudüs’ün düşüşü sırasında, Titus’un idaresindeki Roma ordusuna karşı savaşan Yahudi güçlerinden sonra savaşmış ilk Yahudi birliğiydi…”
 Savaş sırasında, uluslararası kamuoyu, cephedeki bu biricik Yahudi birliğine büyük ilgi gösterdi. New York’ta yayınlanan Yahudi gazetesi Der Tag, bu birlik hakkında Ian Hamilton’a başvurmuş ve bilgi istemişti. Hamilton şöyle yanıtladı Der Tag’ı:
 “Bildiğiniz gibi, burada emrimde savaşan bir Yahudi birliği var. Bildiğim kadarıyla da, Hıristiyanlık çağında böyle bir olay ilk kez oluyor.
Bu insanlar, Türkler tarafından, aileleri ile birlikte, acımasızca,  aç-bilaç Kudüs’ten kovulunca Mısır’a gelen kişiler…
Tüm birlik bu insanlardan oluşturuldu ve benimle burada Türkler’e karşı savaşıyorlar. Bu birlik resmi olarak Zion Katır Bölüğü olarak adlandırıldı; subay ve erleri yoğun ateş altında su, cephane taşımakta büyük cesaret gösteriyorlar. Bunlardan özellikle bir er için Majesteleri Kral’a DCM madalyası ile ödüllendirilmesi için teklif ettim. (Zaten 3 tanesine verilmişti) “
 Ne var ki, bu birlik için işler hep böyle iyi gitmedi. Birlikte, kimi zaman sonu herkesin önünde kamçıyla cezalandırmaya varan ciddi disiplinsizlik olayları görülüyordu. Ayrıca, Yahudi idealistlerle birlikte Mısır’daki mülteci kampının zor şartlarından kurtulmak için birliğe yazılmış olanlar arasında çatışmalar oluyordu. Bu da, “Trumpeldor’un Rusları" ile Sefarad Yahudileri’ni kavgaya sürüklüyordu. Ancak, Patterson’un iyi niyeti ve sabrı ile Trumpeldor’un fedakarlıkları bir çimento olarak bu birliği Gelibolu macerasının sonuna kadar bir arada tutmayı başardı. Gelibolu savaşı sona erdiğinde, birliğin 15 üyesi ölmüş, 25’i de yaralanmıştı. Katır kaybı ise 47'diydi. 1915’in Haziran ayında Patterson, adam toplama, bir üs kurma ve iki birlik daha oluşturması için İskenderiye’ye gönderildi ama Gelibolu’daki birlik Kahire’den sadece 150 kişilik bir takviye alabildi.
Amerikan Yahudi dergilerinde yayınlanan "Zion'un Kızı" posteri...
Zion Katır Bölüğü’nün görevine, bir destek birliği olarak 26 Mayıs 1916’da son verildi. Patterson, birkaç kez hastalanmış ve yaralanmıştı. Bu nedenle, İngiltere’ye döndü. Daha sonra, tıpkı Jabotinsky’nin arzu ettiği gibi, tamamı Yahudiler’den oluşan ve Yahudi Lejyonu adını alan bir muharip birlikle General Allenby’nin Filistin’deki harekatına katılacaktı. Bu kez, neredeyse dünyanın her yerinden gönüllü aranıyordu. Amerika Birleşik Devletleri'nde yayınlanan Yahudi dergilerinde boy boy posterler basılıyor, bu posterlerde Yiddish dilinde "Sion'un kızı... Eski ülkesini istiyor. Yahudi Alayı'na katıl!!!" yazıyordu.
Trumpeldor ise, 1917’de Rusya’ya dönerek Geçici Hükümet’e Rus ordusu içinde bir Yahudi alayı kurmak için yardım etti. Bu alay da Kafkas cephesinde Türkler'e karşı kullanılacaktı. Ancak bütün bu uğraşısı, Rusya’nın Almanya’yla 1918’de Brest-Litovsk anlaşmasını imzalamasıyla boşa gitti. Ertesi sene Filistin’e döndü ve bölgedeki Yahudi yerleşimcilerin Arap saldırılarına karşı kendilerini savunma çabalarına yardım etti. 1 Mart 1920’de, Tel Hai  adlı yerleşim yerinin savunulması sırasında da Araplar tarafından kalleşçe öldürüldü. Ölmeden önceki son sözleri “Ein davar, tov lamut be’ad arzenu” oldu.
Yani, “Boşverin, vatan için ölmek güzel…
Trumpeldor, Siyonistler ve İsrail için bugüne kadar bir kahraman olarak kaldı. 1923’te Litvanya’nın Riga kentinde Siyonist bir gençlik hareketi olarak kurulan ve üye sayısı 1938’de 90.000’e ulaşan oluşumun adı "BETAR"dı, yani “Berit Trumpeldor” (Trumpeldor Akdi)…
   Tel Hai'de Trumpeldor'un öldürüldüğü ev ve anısına dikilen anıt.
*****************************
Parçalanan Osmanlı'nın topraklarında kendilerine "vaadedilen ülke"lerini kurabileceklerini düşünen, çoğunluğu Rusya'dan göçme Yahudiler, İtilaf güçleri yanında Çanakkale Savaşı'na katılmakta fayda gördüler. Hesaplarına göre, İngilizler galip çıktıklarında, katkılarının karşılığı olarak bu toprakları kendilerine vermek zorunda kalacaklardı. Nitekim, biraz gecikse de sonuç böyle oldu.
  
Kuleli mezunu Mülazım-ı Sani Abdullah Abut Abigadol, birliğinin başında cepheye giderken (solda)... Dr. Abraham Abravanel ise, önce Çanakkale'de Harp Madalyası, sonra İstiklal Madalyası almış bir Osmanlı Yahudisi'ydi...
Yahudiler, savaşın garip bir cilvesi olarak, karşılarındaki siperlerde Osmanlı askeriyle omuz omuza savaşan Osmanlı Yahudileri'ne kurşun atacaklardı. Siyonist Yahudiler Osmanlı'nın yıkılmasını "yeni bir gelecek" olarak görürken, Osmanlı Yahudileri ise bu olayı "geleceklerinin mahvolması" olarak algılamışlardı. Yüzyıllardır askerlik bile yapmamış olan Osmanlı Yahudileri, kendilerini 400 yıldan beri kucaklayan devletin bu savaştan hasarsız kurtulabilmesi için cepheye de gitmişler, cephe gerisinde de hizmet etmişlerdi. Ama dünya siyaseti, yüzyılın başında onları cephede birbirine kırdırıyordu...
Yahudi katırcıların Gelibolu yarımadasında Türkler'e karşı savaştığı Filistin'de 4. Ordu Kumandanı Cemal Paşa'nın da kulağına gitmişti. Onu ve diğer Türk yetkilileri teskin etmek isteyen bölgedeki Osmanlı Yahudileri, cemaate bir duyuru yaparak, "İngilizlerle birlikte savaşa katılmanın doğru olmadığı"nı açıklamış ve hatta Kudüs'te bir protesto yürüyüşü bile düzenlemişlerdi. Ancak, cemaat olarak güvenilirliklerini bir kere yitirdiklerinden Osmanlı devletinin bölgedeki Yahudiler'e baskısı arttı ve bu tutum da, aslında bölgeye sonradan göçen Rus Yahudileri gibi devlete sadık Yahudiler'in Osmanlı yönetimine desteğini de yok etti.
Kuşkusuz, İngilizler, Yahudiler'i, onlara bir devlet yaratmak için kullanmamıştı. En baştaki korkuları, Filistin'e yayılmış yaklaşık 80.000 Yahudi'nin, Osmanlı'nın müttefiki Almanya ile anlaşıp kendilerine karşı savaşmalarıydı. Ama, Araplar'a olduğu gibi Yahudilere yapılan vaadler bu olasılığı engelledi. General Ian Hamilton bu duruma şu sözlerle açıklık getiriyordu:
"..... Yahudiler'i kendi çıkarlarımız için istismar edip Yahudi gazetecilerin ve bankerlerin çabalarını sağlardık. Yahudi gazeteciler bizim davamıza renk katar, Yahudi bankerler de kesemize para yağdırırdı..."
Jabotinsky ise hatıralarında şöyle anlatıyordu:
"Mafruza kampında bir hafta içinde mülteci gençleri topladık. İngiliz ordusu eninde sonunda Mısır'dan Filistin'e yürüyecekti. Yafa'dan hergün kötü haberler geliyordu; Türkler, sokaklardaki İbranice işaretleri bile yasaklamışlardı. Yahudi halkın liderlerini tutukluyor ve savaştan sonra hiçbir Yahudi göçüne izin vermeyeceklerini söylüyorlardı.
Yahudi Katır Birliği, görev başında...
Yahudi Katır Birliği mensuplarından birinin Gelibolu'daki İngiliz mezarlığındaki mezarı...
Ertesi gün delegasyon olarak General Maxwell'in karşısına çıktık. Trumpeldor bütün madalyalarını takmıştı... General onu dikkatle süzdü ve kısaca 'Port Arthur'dan mı?' diye sordu. Ama sözlerinin geri kalanı, bizi büyük bir hayalkırıklığına uğrattı. Bir diğer takıntımız da 'diğer bir Türk cephesi' ifadesiydi. Neden 'diğer' bir cepheye yollanacaktık? Bunun anlamı açıktı; bizi Filistin'e sokmayacaklardı. Bu yüzden bu teklifi reddetmeliydik. O gece sabaha kadar tartıştık. Biz siviller, şu 'Katırcı Birliği' ifadesini reddediyorduk. Tüm diaspora tarihindeki ilk Yahudi birliğinin Sion ve Katırcılar olarak anılacak olması utanç vericiydi.
Trumpeldor farklı bir düşüncedeydi; 'Cephede siperlerle ulaştırma arasında hiç fark yoktur. Her iki işi de askerler yapar. Biri olmazsa diğeri de olmaz ve tehlike her ikisinde de ciddidir. Sizin 'katırcı' sözüne takıldığınız belli, ama bu çok çocukça... Filistin'e özgürlük kazandırmak için Türkleri yenmeliyiz. Nerede yeneceğimiz, kuzeyde mi güneyde mi yeneceğimiz sadece teknik bir mesele... Hepsi de bizi Sion'a götürecek...' diyordu...
Ben tarih değil, kişisel hatıralarımı yazıyorum. Ben Gelibolu'ya gitmedim. O nedenle size Gönüllü Birlik'in hikayesini anlatamam. Ama şunu açıkça belirtebilirim: Trumpeldor, o zaman görüşlerinde haklıydı... Savaşmak amacıyla Gelibolu'ya giden 600 katırcı, Siyonizm'e yepyeni ufuklar açmıştır... Eğer biz 2 Kasım 1917'de Balfour Deklerasyonu ile Filistin'de yurt edinme konusunda söz aldıysak, buna ulaşan yol Gelibolu'dan geçmiştir.."
*****************************
Jabotinsky, her ne kadar böyle söylemişse de, İngilizler'den "Filistin'de yurt edinme sözü"nü o ya da Trumpeldor değil, yine bir başka Yahudi 1917 yılında alacaktı: Bu kişi, Theodor Herzl'in ölümünden sonra Dünya Siyonist Örgütü'nün başkanı olacak olan İngiliz Yahudisi, ünlü kimyager Haim Weizmann'dı...
Haim Weizmann
Alman kimyagerler kimyasal gaz üretmek için deney üstüne deney yaparken, İngiltere’de de Haim Weizmann isimli bir Musevi kimya profesörü, önemli bir kimyasal maddeyi bakteriyel fermantasyonla büyük miktarlarda elde etmeyi başarmıştı. Bu madde asetondu ve “cordite” isimli dumansız barutun üretilmesinde son derece gerekli bir kimyasaldı. Cordite, 19. yüzyılın sonlarında yine İngilizler tarafından bulunmuş bir patlayıcıydı. “Dumansız sevk barutu” olarak tanımlanabilecek bu patlayıcı, nitroselüloz ve nitrogliserin isimli patlayıcıların karışımından meydana geliyordu ve o günden beri de İngiliz İmparatorluğu’nun askeri amaçla top ve roketlerde kullandığı patlayıcısı olmuştu. Bütün kara ve donanma topçusu, mermilerinde bu patlayıcıyı kullanıyordu. Cordite, iki açıdan yarar sağlamıştı; hem mermiyi daha güçlü fırlatıyor hem de duman çıkarmıyordu. Bu ikinci yarar, top bataryasının yerinin düşman tarafından hemen belirlenmesini önlüyordu.
Cordite barutu
Kimya sektöründe “endüstriyel fermantasyonun babası” olarak anılan Weizmann, clostridium acetobutylicum adı verilen bakteri ile aseton üretme yöntemini 1912’de bulmuştu ama, o sıralarda kimse ticari olarak fazla önem vermemişti. Savaş çıkınca Weizmann, Lloyd George ve Churchill’le tanıştırıldı. Bu ikisi, Weizmann'ı Kraliyet Deniz Kuvvetleri Laboratuvarı’nın başına getirdi. Aseton önceleri tahıldan elde ediliyordu. Ancak, Çanakkale’nin geçilememesi ve bu nedenle Rus buğdayının Karadeniz’den çıkamayışı, bu kez İngiltere’de tahıl kıtlığı yarattı. Weizmann, kısa sürede buna da çözüm buldu; aseton için gereken nişastayı atkestanesinden üretti. Bu nedenle İngiliz Hükümeti, ilkokul çocuklarına savaş boyunca tüm ülkede atkestanesi toplatacaktı.
Theodore Herzl, Einstein ve Weizmann
Mucidi olduğu yöntemle çok ucuza aseton üreterek özellikle İngiltere’nin savaştaki ateş gücüne büyük katkı sağlayan Weizmann, İngiliz Hükümeti tarafından ödüllendirilmekte gecikmedi. Ödül töreninde kendisine “Dile İngiltere’den ne dilersen” diyen Başbakan’a Weizmann’ın yanıtı, “Halkım için bir vatan…” sözleri oldu… Bu “vatan”ın neresi olacağı da 2 Kasım 1917 tarihli ünlü Balfour Deklarasyonu’yla belirlendi.
Weizmann, Siyonizmin fikir babası Theodore Herzl’in Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid’den milyonlarca sterline alamadığı Filistin topraklarını, bu buluşuyla İngiltere’den bedavaya koparmış oldu…
Weizmann, tıpkı I. Dünya Savaşı’nda İngilizler’e yaptığı gibi, II. Dünya Savaşı’nda da Amerikalılar’a bir şıklık yaptı ve onlara 1942’deki buluşu sentetik lastiği hediye etti. Böylece, 1948’de İsrail devletinin kuruluşunu garantileyecek, ardından da bu ülkenin ilk cumhurbaşkanı seçilerek halkı tarafından onurlandırılacaktı…
Yetkin İŞCEN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder