7 Şubat 2015 Cumartesi

ERHAN GÖKSEL’İN SIR ÖLÜMÜ, DENİZ BAYKAL ,Adnan Kahveci KOMPLOSUNU


Erhan Göksel sabataist kesimle (Yahudi dönmelerle) ve İsrail’le içli dışlıydı. Hatta bazı kaynaklara göre onlarla akrabalık bağları vardı. Birtakım seçkin yeteneklerinden ve bu özel ilişkilerinden dolayı, Türkiye’de başbakanlardan Parti Başkanlarına, gizemli odaklardan yüksek bürokratlara kadar önemli makamlara danışmanlık yapmaktaydı. Özellikle gizlense de Recep T. Erdoğan bile bunlar arasındaydı ve Erhan Göksel’in görüşlerine ihtiyaç duyardı.
Ama Erhan Göksel, milli tavırlı, adalet ve hakkaniyet konusunda duyarlı ve tutarlı ve ülkesine sevdalı bir insandı. Bu yüzden, İsrail siyonizminin çıkarları için Recep Bey’in tavizlerine karşı çıkmış ve tabi dışlanmıştı. AKP’ye ve Deniz Baykal sonrası CHP’ye hakim olan malum ve mel’un odaklar, Onun sadece prestijini değil bütün ticari ilişkilerini bile tıkamış ve yıkmıştı. Onun günahı çok ağırdı,  çünkü Erhan Göksel Erbakan’a yaklaşmış, Onu öven ve takdir eden konuşmalar yapmıştı.
Evet, Erhan Göksel, Marksist ve Sosyalist bir geleneğin mensuplarındandı, ama izanlı ve vicdanlıydı. Erbakan Hoca’nın Milli ve haysiyetli duruşuna hayrandı. Hatta İstanbul’dan SP Belediye Başkan adayı gösterilmeye layık bulacak kadar Erbakan’ın güvenini kazanmıştı. Ancak bu kararın açıklanmasından bir hafta önce, ırkçı emperyalizmin Türkiye kolu gibi çalışan Siyonist ahtapotun, yani Ergenekon’un kahrına uğramış ve terörist ithamıyla gözaltına alınmıştı. Hemen serbest bırakılmıştı ama artık bahtı kararmıştı. Ergenekonculuk ithamıyla, yılların emeği bütün bilgi ve belge kayıtlarına ve dökümanlarına da el konulmuş, daha doğrusu elinden alınmıştı.
Türkiye’deki bütün girişim ve iletişim kapıları kapatılmıştı. İşte tam böylesine karanlık ve karamsar bir ortamda, Siyonist Yahudi Sermayesinin güdümündeki bir bankadan cazip bir teklif almış ve Amerika’ya kapağı atmıştı.
Bizim kanaatimiz, danışmanlık yaptığı kişi ve kurumlarla ilgili “bildiklerini açıklamasından ve Erbakan’a yarayacak tarihi bilgileri kamuoyuyla paylaşmasından korkan malum merkezler” bu New York davetini bir tuzak yemi olarak kullanmış ve Erhan Göksel de maalesef bu oltaya takılmıştı…
Çünkü Onun ortadan kaldırılma kararı çoktan alınmıştı.



Erhan Göksel kimdir?
Ankara'da 1959'da dünyaya gelen Erhan Göksel, 1976'da Hacettepe Tıp Fakültesi'ni kazandı. Ardından ekonomi doktora eğitimini yaptı. “Politik psikoloji” üzerine çalıştı. 1983-87 arasında Türkiye'nin yurtdışındaki lobi faaliyetlerini yürütmeye başladı. Politik danışmanlık hizmetlerine, 1989'da Verso Siyasal Araştırmalar Merkezi'ni kurarak Adnan Kahveci ile birlikte çalıştı. Sırasıyla Özal, Demirel, Çiller, Baykal, Mesut Yılmaz ve gizlense de Recep T. Erdoğan’a siyasi danışmanlık yaptı. 1998-2000 arasında ABD'de Başkan Yardımcısı Al Gore'a Ortadoğu danışmanlığı yaptı. Ocak 2010'da Ergenekon Soruşturması kapsamında gözaltına alınan Erhan Göksel daha sonra serbest bırakıldı.
Ve nihayet, Verso Siyasal Araştırma Şirketi Sahibi Erhan Göksel (51), ABD'de kaldığı otel odasında kalp krizi geçirdiği söylenerek bu dünyadan ayrılmıştı.
NEW Jersey Eyaleti'nin Edgewater şehrinde bulunan Comfort Inn Oteli'nde bir süreden beri yalnız kalan Erhan Göksel'i, otelin kat görevlileri odasında ölmüş bedeniyle karşılaşmıştı. Türkiye'nin New York Başkonsolosluğu'nda görevli iki kişi de otele gelerek bilgi almıştı.
Edinilen bilgilere göre Erhan Göksel, iki katlı otelin ikinci katındaki odasına sabah yerel saat ile 09,00'da kapısı çalınıp cevap verilmeyince, kahvaltılar görevli tarafından kapıya bırakılmıştı. Saat 09.30 sularında tekrar gelen kat görevlisi kapıyı açıp yatağında yatan Erhan Göksel'in kahvaltısını masaya bırakıp çıkmıştı. Saat 12.30 tekrar odaya giren kat görevlisi Erhan Göksel'in yatağındaki pozisyonunda bir değişiklik görmeyince şüphelenip durumu otel yetkililerine, daha sonra da polise ve sağlık ekiplerine ulaştırmıştı. Otele gelen ilk yardım ekipleri Göksel'in kalp krizinden vefat ettiğini açıklamıştı.
Erhan Göksel'in cenazesi daha sonra ambulans ile morga kaldırılmıştı. Erhan Göksel'in vefat ettiği haberi üzerine New York Başkonsolosluğu'nda görevli iki kişi de otele gelerek bilgi alması anlamlıydı.
Göksel'in kaldığı Comfort Inn Oteli, A Milli Futbol takımının kamp yaptığı otele 10 km mesafede bulunmaktaydı. Bu ani ölüm şüphe ve şaibe kokmaktaydı.
Erhan Göksel insani bir duyarlılık ve vicdani bir sorumlulukla “Türkiye Özal'ın ölümünden sonra daha beter IMF'nin kucağına itildi. Ve IMF sürecinde bugüne kadar geldik. Bu süre içinde, ekonomi sadece bir kere iyi yönetildi. O da Erbakan'ın Refahyol dönemidir. Geçmişte bunu anlayamamıştım, ama üzerinden 10 yıl geçtikten sonra, bunu çok net görmekteyim. Türk halkının, Türk müesses nizamının Refahyol dönemindeki ekonomi politikalarından dolayı, Erbakan'a özür borcu vardır. Ona karşı çıkma, ülkemiz için oldukça hayati ve hayırlı atılımlarına engel olma hatasını yaptıkları için”[1] diyen insandı.
Erhan Göksel, Türkiye’de tutunacak dal bırakılmadığı için, bir nevi mecburen gitmek zorunda kaldığı ABD New York’taki otel odasında ölü bulunuyordu. Oldukça Şüpheli ve şaibeli görünen bu ölümün gerçek nedeni henüz bilinmiyordu.
Erhan Göksel Turgut Özal’dan başlayarak (Bülent Ecevit hariç) işbaşına gelen tüm Başbakanlara danışmanlık yapmakla tanınıyordu.
“Tüm” kelimesini bilerek kullanıyoruz. Ve işte artık bu sırrın gün ışığına çıkması gerekiyordu.
Erhan Göksel’in danışmanlık yaptığı önemli bir isim de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan oluyordu. Erdoğan kritik her konuda Göksel’in görüşünü alıyor, özel mekânlarda özel görüşmeler yapılıyordu.
Danışmanlık ilişkisinin kopmasına neden olan isim ise İsrailli işadamı Sami Ofer olmuştu.
Türkiye, Ofer adını Tüpraş hisselerinin şaibeli satışı ve Galataport gibi tartışmalı ihaleler sayesinde öğreniyordu. İhale ilişkisini yöneten bizzat Başbakan Erdoğan’dı ve yıllardır bu ilişkiyi saklamaya çalışıyor, Göksel ise Başbakan’ın “yanlış yolda olduğunu” söylüyordu. Ancak Erdoğan Göksel’i dinlemiyordu.
Daha da ilginci Oferleri Türkiye’ye getiren isim Göksel'di.
Ofer - Hükümet ilişkileri çarpık hale gelince Göksel önce Başbakanlık danışmanlığından çekiliyor, ardından da Oferlerle sözleşmesini feshediyordu.
Bu aşamadan sonra Göksel televizyon kanallarında gazete ve dergilerindeki söyleşilerde hükümete yönelik sert eleştiriler yöneltiyordu. Öyle iddialar ve öylesine ciddi ifşaatlarda bulunuyordu ki Başbakan’ın öfkesini üzerine çekiyordu. Göksel’in milyonlarca insan tarafından takip edilmeye başlanması öfkeyi büyütüyordu. Göksel, yayına çıktığı her TV kanalında reyting rekorları kırıyordu.
Göksel’in etkili ve sert muhalefeti zaman içinde her siyasi partinin dikkatini çekiyor ve CHP’den MHP’ye pek çok muhalefet lideri gayri resmi olarak Göksel’den danışmanlık almaya başlıyordu.
Göksel’in son dönemde en fazla yakınlaştığı lider ise Necmettin Erbakan oldu. Erbakan Göksel’e 2009 seçimlerinde Saadet Partisi’nden İstanbul Belediye Başkan adaylığı teklifinde bulunmuştu.
Göksel, Marksist – solcu kişiliğini her zaman açıkça ifade ediyordu. Ancak Erbakan’ın teklifini de kabul etmekte beis görmüyordu. Çünkü “Erbakan’ın millici duruşunun büyük bir değer olduğuna” inanıyordu. (Erbakan’ın Milli, haysiyetli ve cesaretli tavrını açıkça takdir ediyor, bilgeliği ve birikimiyle O’nu örnek bir devlet adamı olarak gösteriyordu.)
İlginç olan ise belediye başkan adaylığının açıklanmasına günler kala Göksel’in başına gelenlerdi; Göksel, adaylık açıklamasına bir hafta kala gözaltına alınıyordu. Ergenekon savcıları Göksel’in “Ergenekon örgütüne üye olduğunu ve terörist faaliyetlere giriştiğini” iddia ediyordu.
Göksel, savcılık iddialarına hiçbir şekilde boyun eğmiyor, ama yakın çevresiyle önemli bir iddiayı paylaşıyordu. Gözaltına alınmasının sebebini Saadet Partisi’nden başkan adaylığına bağlıyordu.
Göksel’in ani vefatı herkesi şoke ediyordu.”[2]
Erhan Göksel en son bir dostuna şu maili atmıştı:
“Haziran sonu 10 gün(lüğüne Türkiye’ye) geleceğim.
Aybaşından itibaren sana buradan exclusive bilgi atacağım.
(Ergenekon bahanesiyle alınan) Teknik alt yapımı, hatta 8 telefonumu hala iade etmediler.
3 ülkedeki ofislerimi kapayıp, TR (Türkiye) Verso'yu da askıya aldım. 29 kişiyi (3 ülkede toplam) işten çıkarmak zorunda kaldım. Adalet duygumdan dolayı kimseyi ortada bırakmadım, Holdinglerin ödemediği kıdem tazminatı ödüyorum. Ayrıca SGK’dan maaş alsınlar diye ihbar tazminatı da ödedim. Burada kazandığım para onlara gidiyor.
Bu arada 10 gün önce (Ergenekon soruşturmasıyla ilgili) yasal olarak takipsizliği de tebliğ ettiler. Ama sonuç değişmedi.
Maalesef TR bitmiş. Bir adam suçlu ise 1 ayda iddianame hazırlarsın; değilse de 1 ayda takipsizlik verir (bitirirsin)
12 Eylül bile böyle değildi. Devrimci Yol davasından binlerce kişi yargılandı. Bir yılı geçmeden mahkemeye çıkmayan kalmamıştı.
Burada işlerim iyi. Dünyanın ilk 30 Bankasından birinin yönetiminde olmak hoş doğrusu.
2. Krizi de geçen sene söylemiştim hatırlarsan. 5 ay gecikmeyle de olsa ilk söyleyen olduğum için burada, paranın kalbinde bana büyük sükse yaptırdı. Şu sıra çok gözdeyim.
Neyse... Gelince arayacağım. Sevgiler. Sağlıcakla kal. Erhan"











Adnan Kahveci’nin oğlu Cihan Kahveci, babasının ölümü ile ilgili bomba açıklamalar yaptı. Kahveci babasının ölümünden ‘Erhan Göksel’’in sorumlu olduğunu iddia etti.
1993 yılında bir trafik kazasında hayatını kaybeden ünlü siyasetçi ve devlet adamı Adnan Kahveci ölümünün 22. yılında Kartal’daki mezarı başında dün anıldı. Anma törenine Adnan Kahveci’nin oğlu Cihan Kahveci’nin yaptığı açıklamalar damga vurdu. Cihan Kahveci; "Bunun bir kaza olmadığını, babamın katledildiğini ben kanıtladım. Kimin yaptığını, yaptırdığını buldum" dedi.

Cihan Kahveci’nin yaptığı bu açıklama gündeme bomba gibi düştü. Çağdaş Ses Kahveci’ye ulaşarak açıklamasının ayrıntılarını sordu. Cihan Kahveci’nin yanıtları olay yaratacak cinsten oldu. Kahveci babamın katilinin 2010 yılında vefat eden araştırmacı ‘Erhan Göksel’ olduğunu iddia etti.

Kahveci; “ Kaza Hollywood filmlerinde görülmemiş bir organizenin sonucuymuş. Düzenleyen aynı zamanda Özal’ı da zehirleyen, danışman kılığında yanaşan, daha sonra Verso Siyasal Araştırma Şirketi kurarak Anketler yapan, tüm siyasilerin yakından tanıdığı, bir çok lider ile yakın çalışarak Türk siyasetini de şekillendiren Erhan Göksel. O tarihte bu işi 10 Milyon Dolar için yapıyor.” diye konuştu.

İşte Cihan Kahveci’nin Çağdaş Ses’ten Erman Çimen’e yaptığı bomba açıklamalar:

Merhum babanızın ölümü ilgili olayın kaza olmadığına dair açıklamalarınla ilgili kanıtlarınız ve tespitleriniz nelerdir?


Kaza Hollywood filmlerinde görülmemiş bir organizenin sonucuymuş. Düzenleyen aynı zamanda Özal’ı da zehirleyen, danışman kılığında yanaşan, daha sonra Verso Siyasal Araştırma Şirketi kurarak anketler yapan, tüm siyasilerin yakından tanıdığı, birçok lider ile yakın çalışarak Türk siyasetini de şekillendiren Erhan Göksel. O tarihte bu işi 10 Milyon Dolar için yapıyor. Para karanlık paraların toplandığı İsviçre’de. En somut delillerden biri bu. Daha birçok delil ve belge var ve hukuksal olarak kanıtlandı. Kazanın olduğu yerde Erhan Göksel’in danışmanı olduğu Astaldi firmasının çalışmaları var. Yoldaki tabelaların onlar tarafından değiştirildiğini biliyoruz.. Tabi bu işin içinde o zamanki kara yolları da var..

Peki bu işi organize edenlerin amacı neydi?

Erhan Göksel’i kiralayan ise İsrail devleti, aracı olarak kullandığı Mossad’tan başkası değil. Amaçları çoklu çıkarlar, şu anki iktidar tarafından ihya edilmiş, ihale şampiyonu yapılmış Astaldi gibi firmalar, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin ilerleyişi (İsrail’in çıkarları) Delillerin %80 Erhan Göksel’in kendi ağzından edinildi, kaza sonrası aileye çok yakın durması şüphe çekmemesi ve yakalanmamasını sağladı. 2010’da O da ABD’de bir otel odasında ölü bulundu. Faili devlet değil, ailenin avukatı Vehbi Kahveci ile ben buldum. (Bir araya gelip taşları yerine koyduk) Ağustos 2014’te devlete ilettik. Ancak yayın yasaklarıyla bu güne kadar medyada yer almadı, ben Twitter’dan açıkladım.

Dünkü açıklamanızda farklı ilişkiler derken neyi kast ettiniz?

Farklı ilişkilerden kastım şu: Bu konun üstünün kapatılması, açığa çıkartmamak hükümetin ve özellikle Erdoğan’ın saklamak istediği bazı şeyler olduğunu gösterdi, dosyanın üstüne gittiğimde AKP’yi de aynı aktörün kurduğunu, isim babası olduğunu, ilk 6 yıl çok yakın ilişkiler ile beraber yol aldıklarını %100 somut olarak kanıtladım. Daha önce AKİT Gazetesi yazarı, zamanında Erdoğan’ın sağ kolu olan isim A.Dilipak AKP’nin İsrail projesi olduğunu itiraf etmişti, bu da kanıtı. (Özellikle bu konunun gizlenmek istenmesi)
Kılıçdaroğlu’na Doğan ve Erdoğan medya desteğinin perde arkası
Ertuğrul Özkök’ünden Yalçın Doğan’ına, sözde AKP iktidarı karşıtı ve sosyal demokratçı ne kadar yazar ve yorumcu varsa; Hürriyet, Milliyet, Star TV, Kanal D, CNN gibi Doğan Grubundan, ATV, NTV, Sabah, Zaman gibi tüm yandaş medyaya, aynı Siyonist mutfaktan beslenen herkesler ve dahi Baykal istifa ettiği gün timsah gözyaşları döken dönekler hep bir ağızdan Kemal kılıçdaroğlu’nun kerametlerini aktarıyordu.
Oysa:
1- CHP Kurultayında, o ağızlarına sakız yaptıkları demokrasiyi salona bile sokmamışlardı. Çünkü “blok liste” yapılmış, “çarşaf liste” yasaklanmıştı. Yani parti yönetimine kimlerin geleceği partililer ve delegelerce belirlenmemiş, parti merkez yönetimi kararıyla atanmıştı.
2- Bütün tezgah Baykal’ı saf dışı bırakmakmış.. Çünkü Önder Sav gibi eski kurmayların karanlık takımına hiç dokunulmamıştı.
3- Parti tüzüğü de aynen kalmıştı. Kısaca CHP’de bir demokratik değişim falan yaşanmamıştı. Sadece, hiç değilse dış politikada kısmen Milli ve haysiyetli bir tavır takınan Deniz Baykal ve ekibinden Yılmaz Ateş, Nur Serter gibileri dışlanmıştı..
4- Ve hele Rahşan Hanımın: “Artık bütün Ecevitçiler CHP’yi destekleyecektir” sözleri, bizce: “Sabataist şebeke, Baykal’ın devrilmesine sevinmektedir” şeklinde okunmalıydı. Yoksa DSP’yi çıkarırsak, geriye kalan Ecevit severler bir odayı bile dolduramazdı.
Ve tabi Deniz Baykal’a değil, ama malum odaklara emanetçi başkan” olarak CHP tahtına oturtulan Kemal Kılıçdaroğlu da sadece bir vitrin mankeni konumundaydı ve daha şimdiden şaşkındı. Çünkü:
a) Şayet Kemalist ve CHP çizgisine sahip çıksa, halkımızdan güven ve destek alamayacaktı.
b) Yok, eğer milli iradeye, halkımızın değerlerine ve demokrasiye sahip çıksa bu sefer de, ulusalcı ve sosyalist kılıflı Sabataist cuntayı ve Mason Localarını kızdıracaktı.
“Kemal Kılıçdaroğlu'nun adaylıktan bir hafta önce gerçekleştirdiği İstanbul ziyareti oldukça kritik ve karmaşıktı.
Kemal Bey’in Gürsel Tekin'le durum değerlendirmesi yaptığı yazılmıştı ancak, Kılıçdaroğlu İstanbul'da gizlice “bir şey” daha yapmıştı. Doğan Grubu yetkilileri ile bir araya gelip konuşmuşlardı.
Baykal'la görüşmesinde “aday olmayacağım” diyen Kılıçdaroğlu'nun İstanbul dönüşünden hemen sonra adaylığını açıklaması birlikte düşünüldüğünde mesele aydınlanmaktaydı. Yoksa “Parti Medyası”ndan “kesintisiz tam destek” sözü alınca mı aday olmaya karar verdi Kılıçdaroğlu?” sorusu haklılık kazanmaktaydı.
Yine bu medya grubu tarafından Kılıçdaroğlu'nun “sağına” yerleştirilen Gürsel Tekin'in de Doğan Grubu'nun üst düzey yöneticileri ile ileri derecede samimi ilişkisi olduğu bilinen bir ayrıntıydı.
Bize göre: Kılıçdaroğlu-Tekin ikilisi, Grup'tan açık çek almasaydı, Baykal'a karşı çıkma cesaretini bulamazlardı.
Daha düne kadar Baykal'ı yere göğe sığdıramayan “Parti Medyası”nın bir anda sırtını dönmesinin ve AKP yandaşlarının Kılıçdaroğlu reklâmına girişmesinin sebebi; Baykal'ın, “eşini aldatması” değil, Siyonist merkezlerin talimatıydı.
Grubun Kılıçdaroğlu'nu desteklemesinin asıl sebebinin, arsa-ihale ruhsatlarıyla ilgili olduğu bazı yazarlarca ifade edilse de Baykal'ın yüz üstü bırakılmasının sebeplerinden biri de Almanya'da aranmalıydı.
Doğan Grubu, bir süredir Almanya Yahudileri destekli olarak çalışmaktaydı. Grubun bir önceki en üst yöneticisi Aydın Doğan devlet nişanı Merkel'in elinden alıyordu.
Kılıçdaroğlu'na gönderilen belgelerin büyük bir bölümünün Almanya'dan servis edildiği biliniyordu. Adrese teslim servisi ise yandaşları kanalıyla gerçekleştirdiği söyleniyordu. Bu belgelerin de Alman istihbaratınca sağlandığı kulislere yansıyordu” diyenler haklıydı.
Holding basını, Fetullahçıdan Neoliberaline hepsi Baykal kasetlerinin reklâmını yapmaktan utanmıyordu. Sözüm ona hepsi de özel hayata pek “saygılı” geçiniyor ve dindarlık rolü oynuyordu. “Haber değeri tartışılmaz” diyen bu basının Türkiye için en hayatî haberlerde hiçbir değer bulmadığı da biliniyordu. Eğer Fetullah Gülen veya Tayip Erdoğan hakkında bir kaset olsaydı, nasıl davranacakları herkesin malumuydu. Basının tek merkezden yönlendirilen ortak kampanyası dahi, olayın bir “Gladyo operasyonu” olduğunu anlamaya yetiyordu.
Siyonist Yahudi Lobilerinin güdümündeki Larrabee Rand raporunda üç ay önce yazmıştı: “CHP’nin üst yönetimi değişmelidir”
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'a karşı yapılan komplo'nun izleri Stephen Larrabee'nin Şubat ayında ele aldığı RAND Raporunda açıkça görülüyordu. Raporun yazarı sıradan kişi değil, ABD Savunma Bakanlığı Pentagon ve CIA'nın en önemli strateji uzmanlarından biri oluyordu. ABD Dışişleri Bakanlığı'nın kilit adamı, Türk Dışişleri'nin 'başdanışmanı'. Pentagon'un Türkiye uzmanı ve "Tayyip Erdoğan'ı yönlendiren yedi Amerikalıdan biri."
Okyanus ötesi RAND Raporu CHP konusunda ABD'nin duyduğu rahatsızlığı bariz bir şekilde açıklığa kavuşturuyordu:
Deniz Baykal’a 1 Mart Tezkeresinden sonra güvenilmezdir
"Türk siyasetinde Amerika karşıtlığı net bir şekilde görülebilir. Özellikle ana muhalefet partisi CHP'nin siyasi evrimi buna en iyi örnektir. CHP geleneksel olarak en Batı ve Amerikan yanlısı partilerden birisidir. Ancak parti 2003 yılından bu yana (1 Mart Tezkeresi), giderek artan bir boyutta, daha millici ve Amerikan karşıtı bir duruş benimsemiştir. Bunun en büyük nedeni, ABD'nin Irak siyaseti ve Türkiye'nin PKK'ya karşı verdiği mücadeleye ABD'nin destek vermek konusundaki isteksizliğidir." (S. 17- 'Irak ve Kürtlerin Meydan Okuması / Iraq and the Kurdish Challenge' başlığı.)
RAND Raporu, CHP'nin AB'ye karşı tutumundan rahatsızlığı da dile getiriyordu: "Türk demokrasisi, güçlü bir laik muhalif partinin eksikliğinden dolaya, sıkıntı çekmektedir. Son yıllarda laik ana muhalefet partisi CHP,  giderek yükselen bir milliyetçi ve Batı karşıtı siyaset izlemektedir. CHP, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliği davasına öncülük etmek yerine, AB'ye en şiddetli eleştirileri yapar hale gelmiştir ve Türk ordusu için maşa olmaktan daha öte olduğu izlenimini vermiştir."(S.102- 'Sıkıntılı Ortaklık / Troubled Partnership' başlığı.)
CHP Batıcıların kalesi haline getirilmelidir
Larrabee Raporunda, CHP'nin aslında Batı sisteminin partisi olduğunu ise şu sözlerle hatırlatıyordu. CHP, TSK ile birlikte on yıllar boyunca Türkiye'deki Batılılaşma ve Avrupa ile sıkı bağlar kurma şampiyonu idi!" Ancak Larrabee, CHP'nin yerine yeni 'şampiyonun' AKP olduğunu belirtiyordu. Son yıllarda ise bu rolü AKP kaptı. AKP, AB adaylığının baş savunucusu olurken, askeriye ve CHP, başta Kürtlere verilen haklar ve askeriye üzerindeki sivil denetim konularındaki AB ile bütünleşme sürecine destek vermemiştir. (S. 65- Avrupa Boyutu / The European Dimension' başlığı.)
“Artık Baykal gitmelidir”
F. Stephen Larrabee, RAND Raporunda, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal konusunda ABD'nin rahatsızlıklarını ise şu sözlerle ifade ediyordu. Deniz Baykal 20 yıldır parti Genel Başkanıdır. Bu süre içinde CHP hiçbir seçimi kazanamamıştır. Buna rağmen, modası geçmiş parti içyapısı nedeniyle Baykal ciddi bir muhalefetle karşılaşmamıştır. Çünkü bu modası geçmiş yapıda delegeleri parti lideri seçer ve konumlarını parti liderine borçlu olan delegeler lidere görevine devam etmesi için oy verme zorunluluğu duymaktadır. Bu durum, Baykal'a parti üzerinde sıkı kontrol kurma imkânı vermiş; partinin modernleşmesi ve Türkiye'nin büyüyen siyasi ve sosyal sorunlarına cevap verme çabalarını engellemiştir."
F. Stephen Larrabee raporunda, ABD açısından Baykal'ın ve hatta CHP'nin üzerinin çizildiği açıkça belli ediliyordu: "CHP'nin değişime karşı direnci, partinin halk içindeki itibarını keskin bir şekilde düşürmüştür. Son seçimde parti yüzde 22-23'ü geçememiştir ve acil olarak bir siyasi gençleşmeye ve üst yönetimde değişikliğe gereksinimi vardır." (S. 102- 'Sıkıntılı Ortaklık / Troubled Partnership' başlığı.)
CIA’nın kalemşörüne göre “seks kaseti Türkiye’ye aydınlık bir gelecek açıyordu!”
11 Mayıs tarihli İngiliz The Guardian Gazetesinde, CIA'ya yakınlığı ile bilinen Stephen Kinzer Baykal'ın istifası üzerine bir makale kaleme almıştı. 13 Mayıs tarihli Radikal gazetesi makalenin tamamım çevirdi, ancak makalenin başlığını "Baykal'ın gidişi büyük bir fırsat" şeklinde yazdı. Milliyet Gazetesi ise aynı makaleyi, 'Baykal'ın gidişi kutlama nedeni' başlığıyla aktardı. Hâlbuki Kinzer'in makalesinin gerçek başlığı: “Sex tape opens a bright future for Turkey' yani Seks kaseti Türkiye'ye aydınlık bir gelecek açıyor’ olmalıydı.
Makaleyi aynen çeviren Radikal ve Milliyet Gazeteleri, hiç bir not düşmeden neden başlığı değiştirme gereği duymuşlardı. Kinzer'in makalesinin başlığı; kaset operasyonunun amacını açık bir şekilde ortaya koymaktaydı. New York Times'ın eski Ortadoğu büro şefi Stephen Kinzer'in 11 Mayıs 2010 tarihinde ele aldığı yazısından ilgili bölümler:
"Türkiye'deki ana muhalefet partisinin liderinin skandal görüntüleri, Türk siyasetinde son derece olumlu olabilecek bir karışıklık patlattı. Muhalefet lideri Deniz Baykal son 10 yılda ülkesinin modernleşmesini engellemek ve cumhuriyetin kurulduğu 1923'ten beri ülkenin hayatına hâkim olan ordu tekelindeki seçkinlerin vesayetini sürdürmek için herkesten fazla gayret gösterdi. Seks kaseti bu hafta ortaya dökülünce Baykal partisinin genel başkanlığından istifa etti.
"Olayların böyle şaşırtıcı bir hal alması, tam da ordunun 1980'lerin başındaki üç yıllık yönetimi sırasında Türkiye'ye dayattığı anti-demokratik anayasayı reformdan geçirmek yönünde ciddi çaba gösterildiği bir döneme denk geldiği için daha da önemli. Baykal'ın istifası ve temmuzda yapılması beklenen anayasal reform referandumu bir arada ele alındığında, Türkiye için parlak ve yeni ihtimaller doğuruyor. "
"En dikkat çekici eksiklerinden biriyse mantıklı bir muhalefet partisinin olmaması. Birçok laik Türk Erdoğan'ın dini eğilimli AKP'sine güvenmiyor ve demokrasiyle kapitalizme bağlı, fakat İslami siyasetle ilişkisi bulunmayan bir partiye oy vermeye hevesliler. Baykal partisini bu tür bir alternatife dönüştürebilirdi, fakat bunun yerine ülkenin en yozlaşmış ve anti-demokratik gruplarıyla ittifak kurdu. Milyonlarca Türk yeni bir liderin partiyi gerçekten demokrasi ve Avrupa yanlısı sosyal demokrat bir parti halinde (ki Türkiye böyle bir partiye hiç sahip olmadı) yeniden şekillendirmesini umuyor.
"Gerici politikalarla geçen yılların Baykal'ı alaşağı etmeye yetmemesi, bunun için esrarengiz bir video kaydının piyasa sürülmesinin gerekmesi utanç verici. Olumlu sonuca, son derece menfi bir yoldan ulaşılmış oldu. Bununla birlikte Baykal'ın Türk siyasetinden çekilmesi kutlama yapılmasını gerektiren bir gelişme. Mutlu bir tesadüfle, bu çok geç kalmış istifa Türklerin önlerine konan en kapsamlı anayasal reform paketi için sandık başına gitmeye hazırlandığı bir dönemde gerçekleşti."[3]
Şu mübarek ve muhterem DEMOKRASİ’nin en güzel tarafı da işte bu oluyordu. Yani Amerika’daki Yahudi Lobileri Deniz Baykal’ı değiştirmek ve CHP’yi dönüştürmek için bir karar alıyor, Türkiye’deki medya ve Mason Locaları bu kumpasın altyapısını hazırlıyor, ama senaryoda gönüllü figüranlık yapan safdirikler ve delegeler “Biz hür irademizle Genel Başkanımızı değiştirip partimizi yeniledik” diye seviniyordu. AKP’li dinciler (Din istismarıyla geçinenler) de, CHP’li devrimciler de, farklı düdük çalsalar da, aynı orkestranın elemanları olduklarını bile fark edemiyordu.
Zerre kadar imanı ve insafı olan Nur Suresinin şu ayetlerini okuyup aynaya baksınlar:
1- (İnsanların namus ve haysiyetlerini ve aile mahremiyetlerini korumak için) İndirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir suredir. İçinde, umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz diye apaçık ayetler indirmişizdir.
12- Onu (insanların namus ve iffetlerini karalayan haberleri) işittiğiniz zaman, erkek mü'minler ile kadın mü’minlerin hayırlı bir zanda bulunup kendi kendilerine: "Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür" demeleri gerekmez miydi?
13- (bu tür iddialarını ispatlamak için) Onun üzerine dört şahitle gelmeleri gerekmez miydi? Şahitleri getirmediklerine göre, artık onlar Allah Katında yalancıların ta kendileridir.
15- (Ne yazık ki) O durumda siz onu (iftirayı) dillerinizle (rastgele, sağda solda) aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla konuşup yaydınız ve bunu kolay sandınız (bu günahın ağırlığını ve acı sonuçlarını hesaba katmadınız); oysa o Allah Katında çok büyük (bir vebal)dir.
16- Onu işittiğiniz zaman: "Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Allah'ım) Sen Yücesin; bu, büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi?
19- Çirkin utanmazlıkların (fuhuşla ilgili yayınların, pornoların ve komploların) iman edenler içinde yaygınlaşmasından hoşlananlara, dünyada ve ahirette acıklı bir azap vardır. Allah (niyetinizi ve her şeyin mahiyetini) bilir, siz ise bilmez (ve dikkat etmez)siniz.
23- Namus sahibi, bir şeyden habersiz (ve iddia edilen kötülükle ilgisiz), mü'min kadınlara (zina suçu) atanlar, dünyada ve ahirette lanetlenmişlerdir. Ve onlar için büyük bir azap gerekir.
27- Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, yakınlık kurup (izin almadan ve ev halkına) selam vermeden (barış ve iyi niyet mesajı sunmadan içeri) girmeyin (ve hele özel görüntüleri çekmeye ve gizli ilişkileri deşifre etmeye sakın yeltenmeyin). Bu sizin için daha hayırlıdır; umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz.
28- Eğer orada (girmek istediğiniz evde, iş yerinde, ofiste, otel dairesinde) kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar artık oraya (gizlice veya zorlama ile) girmeyin; ve eğer "Dönün" denirse, siz de dönün, bu sizin için daha temizdir. Allah yaptıklarınızı bilendir.
30- Mü'minlere söyle: "Gözlerini (harama ahlaksız yayınlara ve mahremiyet ortamlarına çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. (Genel ahlakın ve temel insan haklarının böylece korunması lazımdır) Gerçekten Allah, yaptıklarından haberdardır. (Her şeyi gören ve kaydedendir)
Deniz Baykal ve taraftarları ise şu ayetleri okuyup gaflet ve cehaletten uyansınlar:
31- Mü'min kadınlara da söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini (vücutlarının dikkat çeken ve gözleri, gönülleri tahrik eden bölgelerini) açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni (el, ayak ve yüzleri) hariçtir. Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini (bakıldığında şehvet uyandıran ve erkeklerin kalbini bozan yerlerini), kendi kocalarından ya da babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından (üvey evlatlarından), kendi kardeşlerinden, kardeşlerinin oğullarından (yeğenlerinden), kız kardeşlerinin oğullarından, kendi mü’min kadınlarından, sağ ellerinin altında bulunanlardan, kadına ihtiyacı olmayan (ihtiyar veya iktidarsız) insanlardan, özel hizmetçilik yapanlardan ve kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. (kırıla döküle yürüyüp dikkat çekmeye çalışmasınlar) Hep birlikte Allah'a tevbe edin ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder