19 Ekim 2014 Pazar

Hamas'ın Hain Oğlu - Mosab Hassan Yousef


Gazze’deki HAMAS’ın kurucusu ve en saygın ismi Şeyh Hassan Yusuf’un oğlu Mosab Hassan Yousef’in anlatımıyla yansıtıyorum.
Mosab Hassan Yousef babasının yerini almak üzere yetiştirilmişti, babasının hemen hemen her toplantısında yanındaydı.
İşte onun satırlarından birkaçı:
2000 YAZI-İLKBAHARI
Filistinliler arasında bir zamanlar yükselen gücün sembolü olan HAMAS artık ayaklarını sürümektedir.
Filistin yönetimi HAMAS’ın silahlı kanadını yok etmişti.
Militan ve liderlerini hapse atmıştı.
Hapisten çıktıktan sonra bile gerek işgale (İsrail), gerekse Filistin yönetimine karşı duramaz hale gelmişlerdi.
Genç militanlar yorulmuştu.
Liderlerin arası bozulmuş, birbirlerinden şüphelenir hale gelmişlerdi.
25 Temmuz 2000’de Bill Clinton, Yaser Arafat ve Ehud Barak arasında yapılan Camp David görüşmeleri sona ermişti.
Barak, Arafat’a Batı Şeria bölgesinin yüzde 90’ını, tüm Gazze Şeridi’ni ve başkent olarak Doğu Kudüs’ü önermişti.
Ayrıca Filistinlilere kaybettikleri topraklar için tazminat ödemek amacıyla uluslararası bir fon oluşturulmuştu.
Bu “barış için toprak” teklifi, uzun süredir acı çeken Filistin halkı için hayal bile edilemeyecek bir fırsattı.
Ancak bu fırsat bile Arafat’a yetmemişti.
Yaser Arafat uluslararası şöhrette bir mazlum olarak iyice zenginleşmişti.
Bu mazlum rolünü bırakıp gerçekten faal bir toplum yaratmak Arafat’ın işine gelmiyordu.
Tüm mültecilerin 1967 öncesi topraklara geri dönmesinde ısrar ediyordu.
Arafat bu şartın İsrail tarafından kabul edilmeyeceğinden çok emindi.
Arafat’ın kabul etmediği tarihi fırsat, Filistin halkı için büyük bir kayıp olsa da o şahinler gurubuna istediğinden azına razı olmayan, dünyaya ve Amerikan başkanına meydan okuyan kahraman olarak dönmüştü.
Bu adam Filistinli Che Guevera olarak tanınmaya, krallar, başkanlar ve başbakanlarla arkadaş olmaya bayılıyordu.
Ben onu izledikçe “tarih kitaplarına gireceksin ama kahraman olarak değil, halkının sırtına çıkmak için vatanını satan bir hain, Robin Hood’un tersine fakirden alıp kendi cebine dolduran bir alçak ve Filistinlilerin dökülen kanlarıyla ışıklandırılan bir sahnedeki ucuz bir şovmen olarak” diye düşünmekten kendimi alamıyordum.
Arafat’a Ortadoğu’da barışın ve bağımsız Filistin devletinin anahtarları verilmişti ama o bu anahtarları fırlatıp attı.
Mosab Hassan Yousef daha sonra Arafat’ın gizlice HAMAS liderleriyle temas kurduğunu ve HAMAS’ı silahlandırarak yeniden İsrail’e karşı kullandığını yazıyor.
Şöyle diyor:
Arafat ayağa zorla  kaldırdığı HAMAS isimli boksörün çetin ceviz çıktığını fark etmişti.
Caddeler ve sokaklar HAMAS’ın doğal ortamıydı.
Boksör ayağa kendi ringinde kalkmıştı. Uzlaşma anlayışı çatışmanın dumanları arasında kaybolmuştu.


Adı: Mosab Hassan Yousef; diğer bir deyişle Mus'ab Hasan Yusuf. 1978 Ramallah-Filistin doğumlu. Hamas'ın 7 kurucusundan biri olan Şeyh Hasan Yusuf'un büyük oğlu. Desteği, veliahdı, sırdaşı. Bu ilk kimliği.. 

Kod adı: Yeşil Prens. 1996'da yapılan teklifi kabul etmesinin ardından 10 yıl İsrail adına casusluk yapmış Şin Bet ajanı. Kaç intihar bombacısını ihbar eden, babasını korumak için (?!) hapse attıran ajan. Bu ikinci kimliği... Hamas'ın Oğlu. 

Yeni adı: Josef. Ortadoğulu bir öğreticinin verdiği İncil'de okuduğu "Düşmanını sev." parolasının aradığı şeyin ta kendisi olduğu inancıyla tanrısı İsa'nın iyi bir takipçisi olup, hıristiyan olarak Amerika'ya yerleşen ve kitabının sonunda da "İsa'ya imanını geliştirebilmesi için" dua isteyen bir hıristiyan. Bu da üçüncü kimliği... 

"Hamas'ın Oğlu" 3 inancın özgürce (daha doğrusu ikisinin hür diğerinin asker ve bombalarla kuşatılarak) yaşandığı kent Kudüs'de 3 ayrı inanca da bulaşmış bir adamın hayat hikayesini anlatıyor. Kitaptan edindiğimiz bilgiye göre: Ramallah'ta dünyaya gelir Musab. Dedesinin okuduğu o büyülü ezan seslerini huzurla dinleyerek büyür. Babasının öğretileri doğrultusunda namaza başlar. Biraz serpilince her Filistinli çocuk gibi taş atma eylemlerine başlar, şehid cenazelerine katılır. Ama Musab bunlardan ürkmektedir. Zira samimi bir müslüman olan babası yahudilerden nefret etmektedir. Ve ülkelerinin özgürlüğe kavuşması için mücadele vermektedir. 14 yaşına geldiğinde Musab Kur'an'ı ezberlemeye başlar. 1989 yılında babası hapse girer ve tüm sorumluluk ve yük ona kalır. Babasının peşpeşe hapse düşmesini üzerine hepten nefretle dolar ve radikal fikirlere kapılır ve nefret ettiği İsrail'e karşı kendini daha iyi savunmak için silah almaya karar verir. Fakat silahları temin eden İbrahim dikkat etmez, telefonda silahlardan bahseder. Telefonların dinleniyor olması başlarına bela olur ve Musab 18 yaşında ilk defa hapse girer. Lise sınavlarını da kaçırmıştır. 

Dipçik ve tekmelerle hapse tıkılan Musab 45 gün kaldığı hapishanede adı Luay olan bir Şin Bet ajanı ile anlaşır. Bölgenin barışı için çalışacak olan Musab dikkat çekmesin diye hapishaneden hemen çıkarılmaz. 6 ayı tamamladıktan sonra serbest bırakılan Musab artık İsrail işbirlikçisi olmuştur. Fakat ne yazık ki Filistin halkı onu suçu silah kaçakçılığı da olsa İsraile kafa tutmuş saymakta ve kahraman addetmektedir. Bu inancın sağladığı samimiyeti kullanarak birkaç intihar bombacısını ihbar etmiş ve Hamastan kaç adamın tutuklanmasına ön ayak olmuştur. Böylelikle barışa katkı sağladığına kendini ikna eder; hem de 10 yıl... Birgün bir adam ona İncil verir. Ve İsa'nın "Düşmanını sev" prensibi onu çok etkiler. Zira kin dolu(!) Kur'an öğretilerine karşın çok doğru ve çok anlamlı gelir ve Musab, yavaşça Şin-bet'ten sıyrılıp Amerika'ya yerleşir. Ve bu kitabı yazmaya başlar. 

Hikayesi özetle böyle. Fakat yazar çocukluğunu anlatırken bile İsevi fikirlerinin etkisinde kalmış. Bu doğru değil! Zira o sıralar öyle düşünmüyordu ki.. Ayrıca bir Ortadoğulu olmasına rağmen tamamen Amerika ağzıyla yazmış. Mesela İslamı biliyormuşcasına anlatmaya kalkmış ama, doğrusu islamî bakış açısıyla değil, Batı tabirleriyle adlandırmış: 
"İslam hayatı bir merdivene benzer. Namaz ve Allah'a şükretmek en alt basamakta yer alır. Fakirlere yardım ve okul yaptırmak sosyal amaçlar hizmet gibi unsurlar bir üst basamakta yer alır. En üst basamakta ise cihat bulunur. Tipik müslüman dinin gereklerini yerine getirememekten üzüntü duyarak en alt basamakta yer alır. Kadın ve çocukları Allah ve Kuran adına öldürmekten çekinmeyen köktendinciler ise en üst basamakta yer alır. Bu iki basamak arasında ılımlı müslümanlar yer alır." 

Bu da ne demek Allah aşkına? İslam kendini ne zaman böyle tanımlamıştır? Burada bulunan kavramları yerli yerinde kullan-a-mamak cehaletten midir, yoksa bestseller listesine girdiği ülkenin bir getirisi mi? 

Yine, bir İsrail'li satıcının bıçaklanmasına uzunca değinilirken, tüm dünyanın ekranları başında şahit olduğu Muhammed Cemal Durra'nın (12) İsrail'li askerler tarafından kurşunlanarak öldürülmesini "serseri bir kurşun tarafından" diyerek geçiştirilmesi neyin ifadesidir? Bu tavır, zulmün ortasında büyümüş bir Ortadoğuluya ne kadar yakışık almıştır?  

Yahut, Hamas'a ısrarla terör, direnişçilere saldırgan, liderlere terörist, direnişe şiddet tabirleri kullanılarak, koca bir halk kelimelerle görmezden gelinmeye terkedilmiş olmuyor mu? Kitap boyunca satır aralarından, "Aha, ben içlerinden biriyim. Onlar terörist. İslam zaten terörizmi emrediyor. Bu şekilde barış gelmez." düşüncesi okunuyor. Ve gülünçtür ki, tek çare olarak "düşmanını sev" prensibi sunuluyor. O zaman sormazlar mı ki, bu prensibi neden diyen taraf uygulamıyor? 

Demem o ki; hayat hikayesinden ziyade bir taraflılık, bir suçlama hakim. Verilen bilgilerde nadiren kaynak konulmuş. Bir kaç olayda, elimdeki diğer Filistin bahisli kaynak kitaplarla da mukayese ederek ilerlediğim için farklılıklar bulduğumu belirtmeliyim. Yazar kitabı dini olarak yorumlamış, ve bunu İncil'den "düşünce ve ruhta yenilenin" ifadesiyle geçmisini sildiğini perçinlemiş.. Ben de dini taraflılığımla, bir müslüman olarak bakarsam diyeceğim şudur ki; mazlum ümmetin sorununu kendi sorunu bilen ümmeti Muhammed olarak Filistin sorunu doğru ve tarafsız yahut müslüman taraflı kaynaklardan okumadan, bu kitabı okumaya kalkarsak kafa karışıklığına neden olacaktır. Bizim de aklımıza Kur'an'dan Şura suresi ayet 13 düşüyor. Tefekkür ederken bir telefon görüşmesi beliriyor hayalimde. Şeyh Hasan Yusuf hapishanede. Hristiyan olup, onları terkeden oğlu Musab Amerika'dan arıyor. 

Merhaba baba. 
Merhaba. 
Sesini özlemişim baba! 
Amerika'daki hayatın nasıl? 
Harika baba! Bir kitap yazmaktayım. Ben Şinbet'e yıllarca çalıştım. 
Ne olursa olsun sen benim oğlumsun! Telefon kapandıktan sonra, Şeyh Hasan ağlıyor. Tüm mahkumlar ağlayarak biz senin oğlun oluruz diyorlar. Kitap bu olayla bitiyor fakat, Şeyh Hasan Musab halâ hapishanede ve halâ Ortadoğu'da kan akmaya devam ediyor.. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder