FETÖ lideri Gülen bundan kısa bir süre önce bir açıklama yapıp “önemli kişilerin öldürülmesini” dile getirdi ki, bugün Balıkesir’de tam teçhizatlı bir suikast timi yakalandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 13 Haziran 2017 gecesi Ankara’da AK Parti İl Teşkilatı iftarında konuştu ve “2019 seçimlerine kadar kapısını çalmadık ev, sıkmadık el, tebessüm etmedik yüz bırakmadan çalışmalıyız” dedi.
Sayın Erdoğan bunları söylemesine söyledi ama teşkilatın bu lafları anlayabileceği ve yerine getirebileceği hususunda şahsen ciddi endişelerim var. Zira Anayasa referandumu sürecinde birçok il-ilçe teşkilatının “evet” bir yana, “hayır” için çalıştığına gözlerimle tanık oldum.
Erdoğan’ın 2002 yılından beri telaffuz ettiği “Yeni Türkiye” kavramına gönülden inanıp destek veren ve bu durumu gerek TV programlarında gerekse makalelerimde açıkça dile getiren bir akademisyenim.
2002 yılından bu yana Sayın Erdoğan sayılamayacak kadar fazla iç ve dış saldırıya maruz kaldı. Şahsım adına konuşuyorum 27 Nisan 2007 E Muhtırası, 2013 Gezi Olayları, 17/25 Aralık 2013 Yargı ve Emniyet Darbesi ve son olarak 15 Temmuz 2016 Darbesi esnasında dahi bugünlerde yaşadığım karamsarlık ve huzursuzluğu hissetmedim.
Gözaltına alınan yaklaşık 120 bin kişi ve tutuklu durumdaki 50 bine yakın FETÖ mensubunun savcılık makamlarında ve mahkemelerde verdiği ifadeleri görünce insanın kanı donuyor. Yalanın, riyakârlığın, ihanetin ve şerefsizliğin bini bin para.
Mahkemelerde durum çok tehlikeli bir hâl alıyor. Yaptıklarından zerre kadar pişmanlık duymayan FETÖ mensuplarından tutuklu olanlar kendilerini Hz. Yusuf’a, kaçak ve firar konumunda olanlar ise kendi durumlarını Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye Hicret edişine benzetiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu terör örgütüyle mücadele noktasında şüphesiz insanüstü bir çaba sarf ediyor. Ancak maalesef FETÖ ile mücadele konusunda gösterilen çaba ve gayretler, sadece ve sadece Erdoğan’ın yaptıklarıyla sınırlı. Erdoğan’ın en yakınında yer alanlar bile bu mücadeleye yeter derecede ehemmiyet göstermiyor ve olası bir iklim değişikliğine karşı pozisyonlarını koruma içgüdüsüyle hareket ediyor.
Cumhurbaşkanının bir şekilde pasifize edilmesi, suikasta uğraması veya öldürülmesi durumunda, Erdoğan’ın en yakınında bulunan kişilerin, aynı gün içerisinde Fethullah Gülen’e biat edeceklerinden emin olabilirsiniz. Hatta bu kişilerin Erdoğan’ın ölüm haberini alır almaz medya karşısına çıkıp; “Erdoğan çok korkunç ve acımasız bir diktatördü, korkumuzdan ağzımızı açamıyorduk, konuşanın kellesi gidiyordu” mealinden açıklamalarda bulunacağından da adım gibi eminim.
Hatta bazıları yalakalıkta sınır tanımayıp, Facebook ve Twitter’daki profil resimlerini meczup Fethullah’ın alık alık boşluğa bakan resimleriyle değiştirme yoluna bile gidecek. Pensilvanya’ya uçak bileti bulunmayacak. Gazete ve TV programlarının neredeyse tamamında “hocaefendi hazretlerinin” kerem, ikram, hoşgörü ve sevgisine yönelik yayınlar yapılacak.
15 Temmuz gecesi İstanbul ve Ankara’da kan gövdeyi götürüp, Marmaris’te Erdoğan’ın kaldığı otele darbeciler tarafından operasyon düzenlenirken ortalıkta görünmeyip telefonlarını dahi açmayan milletvekilleri, bakanlar, müsteşar ve bürokratlar, belediye başkanları, il ve ilçe teşkilat yöneticileri “ERDOĞAN’I SATACAK KİŞİLER LİSTESİ”nin ilk sıralarında yer alacak.
Erdoğan, 15 Temmuz gecesi kendisini yapayalnız bırakan böyle bir güruhla çalışma mecburiyetinde kalan bir Cumhurbaşkanı. Zira ülkede kimin ne mal olduğu belli değil. FETÖ devletin en kılcal noktalarına o kadar profesyonelce sızmış ki, herhangi bir kişi hakkında asla “bu adam FETÖ mensubu olamaz” dememek gerekiyor.
Erdoğan çaresiz.
Erdoğan ziyadesiyle yalnız ve korumasız.
Ortadoğu coğrafyasında bu kadar sorun bir arada yaşanırken, Suriye, Irak, Yemen, Mısır, Afganistan ve diğer tüm İslam beldelerinde Haç’a karşı Hilâl’in var olma mücadelesi verilirken, Erdoğan’ın olmadığı bir Türkiye ve dünya düşünülemez.
Türkiye’nin bu coğrafya için ne kadar önemli ve vazgeçilmez olduğu Katar krizinde bir defa daha kendisini gösterdi. Erdoğan olmasaydı Katar diye bir devlet bugün asla var olmayacaktı.
Bu coğrafyada tarih yeni baştan yazılıyor. Trans-Asya Demiryolu Hattı ile karada ve denizde yeni ve modern bir İPEKYOLU kuruluyor. Çin’den başlayıp Londra’da bitecek yeni demiryolu hattının en kritik ülkesi hiç şüphesiz Türkiye.
Önümüzdeki 10 yıl içerisinde Türkiye, Rusya ve Çin’in yanında yer alan ülkeler zenginleşirken Batılılar fakirleşecek.
Çin, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Rusya, İran, Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye ve bu güzergâh üzerinde yer alan diğer tüm ülke ve beldelerin malları, tıpkı bundan 500 yıl önce olduğu gibi Trans-Asya demiryolu vasıtasıyla Yavuz Sultan Selim Köprüsü üzerinden oluk oluk Avrupa’ya akacak.
Taşıma maliyetleri ve taşıma süreleri en alt seviyeye inecek. Yük ve konteyner gemileriyle Avrupa limanlarına iki üç ayda ulaşan Uzakdoğu malları, sadece iki hafta içerisinde Avrupa’nın göbeğine taşınacak.
İnşaatı büyük oranda tamamlanan bu demiryolu koridorunun bütünüyle çalışır hale gelmesi durumunda Çin ile Türkiye arasındaki mal sevkiyat süresi 30 günden 10 güne düşecek. Pekin’den Türkiye’ye deniz yolu ile 2 ayda teslim edilen ürünler, 7-8 gün içerisinde İstanbul’da olacak. Karayolu mesafesinde 3 bin kilometrelik azalma sağlanacak.
Marmaray, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Bakü-Tiflis-Kars ve Edirne demiryolu projeleri Modern İpek Yolu’nun orta koridorunu oluşturuyor. Batılıların temel endişe ve korkusu işte bu projeden kaynaklanıyor. 1488 yılında Bartlemeo Dias’ın keşfettiği ve Doğu ülkelerinin fakirleşmesine yol açan Ümit Burnu önemini gittikçe kaybediyor, kaybedecek.
Yeni İpekyolu’nun devreye girmesiyle birlikte Avrupa genelinde gemi ve konteyner taşımacılığı yapan şirketler, sigorta şirketleri, gümrük ve liman işletmeleri batacak, fabrikalar kapanacak, Kıta Avrupa’sında işsizler ordusu oluşacak.
Yeni İpekyolu’nun deniz ayağında ise Basra Körfezi ve Kızıldeniz son derece büyük önem taşıyor. Türkiye son üç beş yıl içerisinde her iki denizin lojistik güvenliğini temin açısından önemli adımlar attı ve Basra Körfezi’nde Katar’da, Kızıldeniz’de ise Somali’de askeri üsler kurdu. Bu askeri üsler, gerek Afrika ve Ortadoğu’nun deniz güvenliği, gerekse Katar hadisesinde görüldüğü üzere bu bölge ülkelerinin kendi güvenliklerini temin açısından son derece önem arz ediyor.
Ne mutlu ki tarih 100 yıl önceye döndü.
Osmanlı’nın Ortadoğu ve Afrika coğrafyasından çekilmek zorunda kaldığı 1918 yılından sonra ilk kez bir Müslüman ülke, bu coğrafyada tekrardan güvenliği temin eder duruma geldi.
İşte tüm bu gelişmeleri alt alta yazdığımda Batılılar açısından şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor; Ortadoğu ve Afrika coğrafyasını önümüzdeki bir 100 yıl boyunca yeniden sömürebilmek, var olan devletlerden yeni devletçikler yaratabilmek, Müslümanları köleleştirmek için ERDOĞAN’ın öldürülmesi gerekiyor.
İşte bu açıdan son derece gergin ve endişeliyim.
Erdoğan ve Türkiye son kaledir.
Erdoğan düşerse Türkiye düşer.
Türkiye düşerse Kâbe düşer, Mekke ve Medine düşer, Kudüs, Halep ve Şam düşer, Beyrut, San’a ve Kahire düşer.
Türkiye düşerse İslamiyet diye bir şey kalmaz.
İŞTE BU NEDENLE ERDOĞAN’I ÖLDÜRECEKLER
Erdoğan düşerse Türkiye dörde, Suudi Arabistan beşe, İran, Irak, Suriye, Yemen, Libya ve Mısır üçer beşer devlete bölünür.
İşte bu nedenle içim ürperiyor ve tedirginlik yaşıyorum.
İşte bu nedenle suyun uyuduğunu ancak düşmanın uyumadığını görüyorum.
İşte bu nedenle bir yandan PKK, HDP, YPG, JPG, DHKP-C, diğer yandan FETÖ ve onun siyasi ayağı konumuna dönüşen CHP saldırdıkça saldırıyor.
İşte bu yüzden CHP’nin genel başkanı, parti temsilcileri ve milletvekilleri sürekli olarak “Erdoğan’ı uluslararası mahkemelerde savaş suçundan yargılatacağız”şeklinde açıklamalarda bulunuyor.
İşte bu yüzden ABD, Almanya, Belçika, Hollanda, Avusturya, Fransa, İngiltere, İsveç gibi terör destekçisi ülkeler açık şekilde Türkiye’ye cephe alıyor.
Batılılar FETÖ liderine oldukça kızgın. Marmaris baskınında Erdoğan ve ailesi ele geçirilseydi, karanlık, pis ve izbe bir karakolda tıpkı Romanya’nın devrik lideri Çavuşesku ve eşine yaptıkları gibi kurşuna dizilerek öldürüleceklerdi.
Sultan II. Abdülhamit’in Ermeni Komitacıları tarafından 1905’de düzenlenen bombalı saldırıda öldürülememesi, Tevfik Fikret denilen şerefsiz şairi çok üzmüş ve bu üzüntüsünü “Bir Lâhza-yı Ta’ahhur (Bir anlık duraklama)” adlı şiirinde şu şekilde mısralara dökmüştü;
“Ey şanlı avcı, tuzağını boşuna kurmadın!
Attın… fakat yazık ki, yazıklar ki vuramadın”
Tevfik Fikret’in yazdığı bu şiirin yabancı versiyonunu “avcı” konumundaki Fethullah Gülen denilen kanı bozuk için kaleme alanlar epeyce çoktur ve şiir muhtemelen şu şekildedir;
“Ey şanlı hoca, tuzağını güzel kurdun!
Darbeyi yaptın, baskını düzenledin, fakat yazık ki yazıklar ki beceremedin”
711 yılında İspanya’ya ayak basan Tarık bin Ziyad, gemileri yaktıktan sonra askerlerine şu şekilde hitap etmişti; “Arkanızda düşman gibi deniz, önünüzde deniz gibi düşman. Nereye kaçacaksınız? Vallahi sizin için ancak sadakat ve sabır kalmıştır. Düşmanın silahı, teçhizatı ve erzakı boldur. Sizin silah olarak ancak kılıçlarınız, erzak olarak da düşmanın elinden sahip olabileceğiniz vardır.”
Evet…
Önümüzde ve arkamızda, içimizde ve dışımızda sayılamayacak kadar çok düşmanımız var ve inanın hiç ama hiç biri uyumuyor.
İşte korku ve endişem bundan.
Bu adamlar ERDOĞAN’ı ortadan kaldırmayı kafaya koymuş…
Bu adamlar Erdoğan’a bakınca tahtta oturan güçlü bir “hükümdar” görüyor.
Bu adamlar İslâm’ın bayraktarlığını üstlenmiş 21. Yüzyılın Selahattin-i Eyyubi’sini görüyor.
Milletçe dikkatli olmamız gerekiyor.
Peki Erdoğan’ı kimlerden koruyacağız?
Bence ilk başta ona en yakın olan yanıbaşındaki kişilerden korumak gerekiyor.
FETÖ ve yabancı istihbarat kuruluşlarının bu aşamadan sonra uygulayacağı taktik bu olacaktır. Erdoğan’a en yakın kişiler “ÇOK BÜYÜK PARALARLA” satın alınacak, alınmazsa tehdit edilecek, o da olmazsa şantajla montajla hainlerin safına çekilecek.
Allah Erdoğan’ın ve Türkiye’nin yardımcısı olsun
Dr. Mehmet Hakan
Dr. Mehmet Hakan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder