Zehirlenen Selçuklu Sultanı
Büyük Selçuklu tarihinin en parlak zamanı Sultan Alpaslan’ın oğlu Sultan Melikşah dönemiydi. Sultan Melikşah ile Vezir Nizamülmülk’ün icraatları sayesinde Selçuklu Devleti zaferden zafere koşuyordu. Ancak iktidar paylaşımı yüzünden hükümdarla vezir arasına kara kedi girdi.
Sultan vezirine “Eğer benim saltanatta şerikim, mülkümde ortağım isen bunun da bir hükmü vardır. Eğer vekilim ve benim emrimde isen onun icaplarını yerine getir” demişti. Nizamülmülk ise sultana, “Başındaki o sultanlık tacı bendeki divite bağlıdır. Bu ikisinin birlikte olması her şeyin dirliği ve saltanatının kıyamını temin eder. Bu divitin kapağını kapatırsam tacın kaybolur gider. Bir kapıyı kırmadan önce başına gelecekleri düşün” diye cevap vermişti.
Sultan Melikşah, bu ortamda Ekim 1092’de Bağdat’a doğru yola çıktı. Yolculuk öncesi Melikşah ile Nizamülmülk arasında şöyle bir konuşma geçtiği anlatılır: Sultan, vezirine korkup korkmadığını sorar. Nizamülmülk de, “Korkmam için bir neden yok. Çünkü dün gece rüyamda Peygamberimizi gördüm ve ona ne zaman öleceğimi sordum. Peygamber bana; ‘Allah senin canını senin istediğin bir zamanda alacak’ dedi. Ben de ona, ‘İnsanın ne zaman öleceğini bilmesi çok kötü bir şey, onun için Allah benim canımı sultanımın canından kırk gün evvel alsın. Çünkü sultanımın küçüklüğünü bilirim, benim elimde yetişti.
Onun ölümünü görmek beni üzer, Allah benim canımı ondan 40 gün önce alsın’ dedim. Peygamberimiz de bana, ‘Tamam, Allah senin canını sultanından 40 gün evvel alacaktır’ dedi” diye gördüğü ilginç bir rüyayı anlatmıştı. Bu yıllar, Hasan Sabbah’ın fedaileri Haşaşîler’in ortalıkta terör estirdikleri bir dönemdi. Bir fedai en büyük düşmanları olan Nizamülmülk’ü yolculuk sırasında 1092’de Nihavend yakınlarında hançerle öldürdü. Vezirin ölümünün ardından yola devam ederek Bağdat’a giren Melikşah, arası açılan Abbasi Halifesi Muktedi’den Bağdat’ı terk etmesini istedikten sonra bir ava çıktı. Ancak avdan hastalanarak döndü. Nizamülmülk’ün öldürülmesinden 35 gün sonra, 38 yaşındayken 1092’de vefat etti.
İkisi de öldü
Melikşah’ın yediği av etinden hummaya yakalanıp öldüğünü anlatan kaynakların yanı sıra sultanın zehirlenerek öldürüldüğünü iddia eden tarihçiler de vardır. Tarihçi Urfalı Mateos sultanın vefatını şöyle anlatır: “Herkesin babası, bütün insanlara karşı merhametli ve hüsnüniyet sahibi bir zat olan büyük sultan Melikşah öldü. O, Bağdat şehri içinde Semerkant sultanının kızı olan karısı tarafından ihanetle öldürülmüştür. O, bu muhterem zata zehir içirdi ve bu en büyük hükümdarın canına kıydı.“
Melikşah’ın, başka bir eşinden dünyaya gelen oğlu Berkyaruk’u veliaht ilan etmesi eşi Terken Hatun’un tepkisini çekmişti. Kendi oğlu Mahmud’u tahta çıkarmak için Terken Hatun’un bu suikastı gerçekleştirdiği söylenir. Sultanın zehirlenmesinde Nizamülmülk’ün ailesinin veya Abbasi halifesinin rolü olduğu iddiaları da vardır.
Anadolu’yu Moğollar’a istila ettiren ölüm
Türkiye Selçukluları’nın en parlak çağı Alâeddin Keykubad dönemiydi. Ancak sultanın hükümdarlığının sonlarına doğru Asya’yı baştanbaşa işgal eden Moğollar, Anadolu kapılarına dayanmıştı. Bu sırada Selçuklu tahtında da iktidar savaşı yaşanıyordu.
Sultanın İzzeddin Kılıç Arslan ve Gıyaseddin Keyhüsrev isimli iki oğlu vardı. Sultan ve sadık emirleri İzzeddin’i veliahtlığa layık görürken muhalifler Gıyaseddin’i destekliyordu.
Bayramda vefat etti
Alâeddin Keykubad 1237 yılı Ramazan Bayramı’ndaki törenler sırasında küçük oğlu İzzeddin Kılıç Arslan’ı kendisine veliaht tayin etti. Devlet adamlarına da oğlunun veliahtlığını tanımaları için yemin ettirdi. Ziyafet sırasında sultanın önüne bir av eti getirildi. Birkaç lokma yiyen sultan sancılandı. Saraya gittiyse de ağrıları arttı ve ishal başladı.
Sultan, Emir Celaleddin Karatay’a, “Benim işim herhalde sona erdi, kendimden ümidim kalmadı. Kemaleddin Kamyar’ı çağır, ona memleket meseleleri hakkında vasiyetler yapacağım” dedi. Fakat bir süre sonra konuşamaz oldu. Kemaleddin Kamyar gelince sultanın işaretlerinden bir şey anlayamadı. Sultan, o gece yarısı bayramın dördüncü günü vefat etti.
Kargaşa bitmedi
Alâeddin Keykubad öldüğü zaman 45 yaşındaydı. Sultanı, Şehzâde Gıyaseddin Keyhüsrev’in Sadettin Köpek gibi emirlerle iş birliği yaparak zehirlediği anlatılır. Sultanın zehirlenmesinde rol oynayan Sadettin Köpek ise bir süre sonra II. Gıyaseddin Keyhüsrev olarak tahta çıkan yeni Selçuklu hükümdarı tarafından 1239’da öldürtülecektir.
Babası tarafından tahta layık görülmeyen II. Gıyaseddin Keyhüsrev, Alaeddin Keykubad’ın haklı olduğunu icraatıyla ortaya çıkarmıştır. Büyük bir Türkmen isyanı olan Babaî ayaklanmasıyla sarsılan Selçuklu Devleti 1243’te Kösedağ Savaşı’nda Moğollar‘a mağlup oldu.
Bu mağlubiyet Anadolu’nun kapılarını Moğol istilasına açmış ve Osmanlı Devleti kurulana kadar Anadolu’daki kargaşa bitmemiştir.
Zehirlenen Göktürk Kağanı
Türk tarihinin en önemli yazılı belgeleri olan Orhun Abideleri’ni diktiren Bilge Kağan’ın şu seslenişini hemen hemen herkes bilir:
“Ey Türk! Üstte gök yıkılmaz, altta yer delinmezse senin devletini, töreni kim bozabilir?” Hükümdarlık dönemindeki icraatlarıyla tarihe geçen Bilge Kağan, 734’te Göktürk nazırlarından biri olan Buyruk Çor tarafından zehirlenmiştir.
Birkaç defa Çin’e elçi olarak gönderilen Buyruk Çor’un kağanın önde gelen adamlarından biriyken Bilge Kağan’ı niçin zehirlettiğini bilemiyoruz. Belki de Çin’in tahrikleriyle kağanı öldürüp, yerine Göktürk hükümdarı olmak istiyordu. Bilge Kağan, zehirlenmesinin ardından Buyruk Çor ve adamlarını cezalandırdı. 25 Kasım 734’te ise vefat etti. Bilge Kağan’ın cenaze merasimi yedi ay sonra, 22 Haziran 735’te yapıldı.
Zehir ve porselen
Osmanlı ve birçok devlet başkanının sarayında zehire karşı mavi-yeşil mertebanî porselen (Seladon/Celadon) kullanılırdı. Bu tür Çin porseleninden yapılmış tabaklara yemek konulduğu zaman içinde zehir varsa tabağın renginin değişerek durumu belli edeceğine inanılırdı.
Ortaçağ’da Zehir ve Cinayet
Avrupa’da Ortaçağ’da zehirle cinayet oldukça yaygın idi. Franck Collard, “Ortaçağ’da Zehir ve Cinayet” isimli kitabında Ortaçağ’ın bin yılı boyunca Batı dünyasında zehiri, zehirle cinayetin tasarlanışını, işlenişini, yöntemlerini ve esrarengiz yönlerini anlatır.
TARİHİN PUSULASI - ERHAN AFYONCU - BUGÜN GAZETESİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder