PDF Link:
http://www.aku.edu.tr/aku/dosyayonetimi/sosyalbilens/dergi/II2/5-deniz-dogru.pdf
1853 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Şerif Hüseyin, Mekke’yi muhafaza etmekle görevli eski bir aileye mensuptu. 1856 ile 1858 yılları arasında dedesinin son emirliği döneminde Mekke’de kalmış, ardından tekrar İstanbul’a dönmüştü. Üç yıl sonra babasının vefatıyla amcası Emir Abdullah’ın yanına Mekke’ye giderek tüm eğitimini burada tamamlayan Şerif Hüseyin’in hayatı, 1908’de Mekke Emiri Şerif Ali’nin görevinden alınarak yerine amcası Abdullah Paşa b. Muhammed’in tayin edilmesi ile bir anda değişti. Zira amcasının daha Hicaz’a, görevinin başına gitmeden vefat etmesi bir müddettir vezir rütbesiyle Şûra-yı Devlet üyeliği yapan Şerif Hüseyin’e Mekke Emirliği yolunu açtı. Böylece 1908 yılının Kasım ayında Mekke Emiri tayin edildi.
İHANETLE GELEN SONSUZ ACI
Sultan II. Abdülhamit, Şerif Hüseyin’in İstanbul’da olduğu yıllarda kendisini yakından tanımak istemiş, kullanılmaya müsait bir şahsiyet olduğunu anlayarak onu kontrolü altında tutmak istemişti. Bu maksatla Şerif Hüseyin ve ailesine bir yalı bahşederek İstanbul’da kalmasını sağlamış, dış güçlerin oyuncağı olmasını engellemeye çalışmıştı. Bununla da kalmamış çocuklarını da en güzel okullarda okutmuştu. Şerif Hüseyin böylece görünüşte büyük imkânlara sahip olduğunu sansa da Sultan II. Abdülhamit’in iktidarı boyunca hep denetim altında tutulmuştu. II. Meşrutiyetin ilanı ile birlikte İttihat ve Terakki yönetimi Şerif Hüseyin üzerindeki denetimli kontrolü kaldırdı ve memleketine gitmesine göz yumdu. Bu yanlış politika ve ardından Şerif Hüseyin’in Mekke Emiri tayin edilmesi, Osmanlı’nın Arap topraklarında gelecekte yaşayacağı sıkıntıların da nüvesini oluşturmuştu. Osmanlı Devleti’nin Almanya yanında savaşa girmesi İngilizlerin Şerif Hüseyin’i kararlı bir şekilde desteklemesine neden oldu. Çünkü Almanya’nın Hindistan deniz yolu ve petrol bölgelerini ele geçirme riski bulunuyordu. 1914 yılına gelindiğinde Hicaz vali ve kumandanlığına tayin edilen Vehib Paşa, Şerif Hüseyin ile tam bir güç mücadelesi yaşadı. Vehib Paşa, Şerif Hüseyin’in bağımsız tavırlarından şikâyet ediyor, Şerif Hüseyin de bölgesel gücünü kullanıp Vehib Paşa’nın otoritesini sınırlandırmaya çalışıyordu. Hatta paşa, merkezi idareden, İngilizlerle Osmanlı Devleti’ni yıkmak için işbirliği içinde olan Şerif Hüseyin’in emirlikten azledilmesini ve İstanbul’daki mebus oğullarının şehirden ayrılmalarına müsaade edilmemesini talep etmişti.
Şerif Hüseyin, I. Dünya Savaşı başladığında Osmanlı Devleti ve hilâfeti için desteğini ilân ederken oğlu Abdullah da gizlice İngilizlerle görüşüyordu. Bu gizli görüşmede Abdullah, babasının Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanması karşılığında kurmayı hedeflediği Büyük Arap Krallığı için İngilizlerden destek istedi. Görüşmeler tarihte Şam Protokolü adı verilen bir mutabakatla sonuçlandı ve İngilizlerle Şerif Hüseyin Osmanlıya ihanet konusunda anlaştı. Cemal Paşa’nın Suriye’de görevli iken Beyrut ve Şam’da devlete ihanetle suçladığı bazı Arapları idam ettirmesini bahane eden Şerif Hüseyin, 1916 Haziran ayında Ecyad Kalesi’ne saldırmak suretiyle ihanetin ilk fitilini ateşledi.
İsyanı meşrulaştırmak için de İttihat ve Terakki yönetimini ‘dinsizlik’ ile suçladı ve taraftar kazanmaya çalıştı. Hicaz Bölgesi Arapları da isyanın destekleyicisi olmuşlardı. Önce Cidde’yi ardından Taif’i ele geçiren Şerif Hüseyin, 1916 yılının Kasım ayında kendisini Arap ülkelerinin kralı ilân etti. Ancak beklediği desteği bulamadı ve İngilizlerle işbirliği yaptığı için diğer Müslüman bölgelerin ileri gelenleri tarafından lanetlendi. 1918’de I. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından Arap krallığı kurma girişimlerine yine devam eden Şerif Hüseyin, 1919 yılında düzenlenen Paris Barış Görüşmelerinde aradığı desteği bir kez daha bulamadı. İngilizler klasik politikaları gereği verdikleri sözü yerine getirmemiş, Şerif Hüseyin’e sadece Hicaz bölgesinin krallığını vermişti. Büyük oğlu Abdullah’ı Ürdün kralı diğer oğlu Faysal’ı da Irak kralı yaparak Arap topraklarını parçalayan İngilizler, büyük Arap krallığı projesini de böylece ortadan kaldırmış oldu.
AH BEN NE YAPTIM!
Hala umutlarını koruyan ve bu yönde tehlikeli adımlar atabileceği kanaatine varan İngilizler, bir diğer büyük aile Suudlar ile de görüşerek Şerif Hüseyin’i Hicaz’dan kovma konusunda anlaştı. İngilizlerin etkisiyle başlatılan Suud İsyanı ile Şerif Hüseyin, Ürdün’e kadar kovalandı ve sonunda Kıbrıs’a kaçmak zorunda kaldı. Aldatıldığını geç de olsa anlayan Şerif Hüseyin’in Kıbrıs’taki sürgün hayatı, Osmanlıya ihanetinin vicdan azabıyla geçti. 1930 yılında Ürdün’de bulunan oğlu Abdullah’ın yanında kaldığı sırada vefat etti ve Kudüs’te defnedildi. KKTC I. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, aile dostu Şerif Hüseyin’in Kıbrıs’taki vicdan azabı günlerine tanık olmuş ve o günleri şu sözlerle anlatmıştı: “Babam onun elini öper, Şerif Hazretleri’de anlatmaya başlardı: ‘Ahhh, ben ne yaptım. Niye Osmanlı’ya ihanet ettik? Yaptığımızın cezasını çekiyoruz şimdi! Raif anlat şu İstanbul havalarını dinleyeyim’ derdi babama. Bana da ‘Rauf yanıma gel’ deyip el öptürür, avucuma bir altın bırakırdı.
1. AYAKLANMA OLAYI
Hicaz, Filistin ve Suriye cephelerindeki Arap ayaklanması;
Mekke Şerifi Hüseyin [1] ve oğulları tarafından 6 Haziran 1916 tarihinden itibaren Hicaz’da başlatılmış, 400 sene Osmanlı egemenliğinde bulunan Hicaz, Filistin ve Suriye topraklarının elden çıkması ile 25 Ekim 1918 tarihinde son bulmuştur.
Mekke Emiri Şerif Hüseyin, İngiliz ile Fransızların desteği ve Lawrence’ın [2] idaresinde başlatılan bu önemli ayaklanma harekâtı; ayaklanmanın sebepleri, ayaklanmanın cereyan tarzı, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ve Medine’nin boşaltılması ve sonuç başlıkları halinde değerlendirilecektir.
2. AYAKLANMANIN SEBEPLERİ
A. İngilizlerin, Doğu Akdeniz, Süveyş Kanalı, Sina Yarımadası ve Kızıldeniz’e hâkim olup, Hindistan ticaret yolunu açık bulundurmak,
ayrıca Orta Doğu’daki İngiliz menfaatleri için Irak ve Arabistan Yarımadası’ndaki petrol yataklarını ele geçirmek…
2 Ağustos 1914 tarihinde Türkiye ile ittifaka katılan Almanların Doğuya yayılmasını engellemek,
Osmanlı Devleti’nce ilan edilmesi beklenen “Cihad-ı Mukaddes” (Kutsal Savaş)’e karşı önlem almak istemeleri,
B. İngilizlerin yukarıdaki niyet ve maksatlarını gerçekleştirmek için de, Araplarla yakın ilişki kurmak, onlara her türlü araç, silah, malzeme ve para yardımında bulunmak, ayrıca onları örgütleyip eğitmek suretiyle Türklere karşı kullanmalarını sağlamak,
C. İngilizlerin müttefiki olan Fransızların da etnik yapısı itibariyle özellikle Lübnan’da ve Doğu Akdeniz’de nüfuzunu ve etkinliğini artırmak istemesi,
D. Türklerin Arap halifeleri zamanında orduda ve yönetimde önemli görevlere getirilmeleri, maddi ve manevi imtiyaz sahibi olmalarından dolayı da Arap halkı arasında hoşnutsuzluk yaratması,
E. Yavuz Sultan Selim tarafından 1517 tarihinden itibaren Mısır, Suriye ve Hicaz’ın fethedilmesi,
İslâm halifeliğinin Araplardan sonra Osmanlı padişahlarına geçmesi ve 400 sene kadar uzun bir süre halifeliğin Osmanlıların idaresinde kalması nedeni ile de Arap halkının Türklere karşı düşmanca duygulara saplanması… Türklerin hilafeti Araplardan “zorla” gasp ettiği inancını taşıması, ayrıca hilafetin “Araplardan başkasına ait olamayacağına dair” Muhammed’in bıraktığına inandıkları vasiyeti gerçekleştirmek için fırsat kollamaları,
F. Osmanlı Devleti tarafından 1839 yılında Gülhane Hattı Hümayunu ile başlatılan Tanzimat reformlarını, Arapların dinsizliğe yöneliş şeklinde görmeleri ve Türkleri İslâma, Kur’an hükümlerine ihanet etmekle suçlamaları…
Tanzimat fermanında yer alan özellikle “Hıristiyan ahaliye eşit ve kanun dairesinde muamele edileceği” konusundaki hükümlere istinaden Osmanlı Devleti’ni “halifeyi şeriata” yani kutsal yasalara aykırı iş görmekle suçlamaları, bunun yanında Arap halklarını ve Arap ülkelerindeki yüksek dereceli memurları Osmanlı padişahına karşı ayaklandırmaya teşvik etmeleri,
G. İngilizlerin; 1908 yılında İkinci Meşrutiyetin ilan edilmesini fırsat bilerek Bab-ı Ali üzerinde nüfuzlarını kullanarak Şerif Hüseyin’i Padişah II. Abdülhamit’in onayı ile Mekke Şerifliğine atandırmaları… Onun ailesi ve maiyeti ile birlikte bir İngiliz muhribiyle Cidde üzerinden Mekke’ye getirilmesi, onun ve oğullarının Hicaz, Sina, Filistin ve Suriye cephesi muharebeleri ile Arap ayaklanmasının sonuna kadar İngilizlerle yakın ilişkiler içerisinde bulunması, [3]
H. Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in Hicaz’a gider gitmez Osmanlı Devleti’ne karşı pasif direnmeye geçmesi,
Arap aşiretlerinin ayaklanmasını gündeme getirerek İstanbul Hükümeti’ni korkutmaya çalışması…
Ayrıca ikinci oğlu ve Osmanlı Parlamentosunda Hicaz milletvekili olan Abdullah’ı (eski Ürdün Kralı) daha 1912 tarihinde İngiliz Fevkalade Komiseri Lord Kitchener (Kişner) ile anlaşmak üzere Mısır’a göndermesi,
I. 22 Temmuz 1913 tarihinde fiilen son bulan Balkan Harbinde kaybedilen topraklardan sonra şimdi sıranın Suriye, Filistin, Hicaz ve Arabistan yarımadasındaki Osmanlı topraklarına geldiği hususunun İngiliz, Fransız ve Arap ileri gelenleri tarafından değerlendirilmesi, ayrıca Toroslar’a kadar uzanacak şekilde bağımsız bir Arabistan devletinin kurulmasının kararlaştırılması,
İ. Bir kısım Arap aydınının ise kendi halklarına ve batı dünyasına özetle; “...İslâm dinini geliştirmekten alıkoyan Türklerdir. Türklerin İslâmiyet’i kabul etmeleri ve Arap ülkelerini fethetmeleri sonucunda İslâm dini bozulmuş ve kendine özgü niteliklerinden uzaklaştırılmıştır... Araplar, Türk egemenliği altına girmemiş olsaydı, bugün yeryüzünün en ileri, en uygar ve güçlü bir toplumu olurlardı...” [4] İfadeleri etkisinde kalan bir kısım Arapların, Türkler hakkında olumsuz düşünmeleri,
J. Gizli Arap İhtilâl Cemiyetinin ise el altında yayınladığı beyannamelerde özetle; “…Şahit olunuz ki kıyama (ayaklanma) davet günündeyiz… Siz onların (Türklerin) elinde yünü alınır, sütü içilir, eti yenir bir sürüsünüz… Paralarınız İstanbul köşklerinde, içkilere, musikilere sarf ediliyor. Gençleriniz, Arap kardeşlerinizi öldürmek için Yemen’e, Kerak’a ve Huran’a yollanıyor. Türkler emrettiği zaman kardeşlerinizi öldürüyorlar. Ermenilerin yaptığı ve yapmakta olduğu gibi haklarınızı ve halkınızı korumak için kan dökmüyorsunuz… Ey Araplar kalkınız. Kılıçlarınızı kınından çıkarınız. Şahsınıza, cinsinize, lisanınıza düşmanlık gösterenleri memleketinizden temizleyiniz…” [5] Demesi,
K. Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in, 1. Dünya Harbi’ne ait seferberlik ilânında Osmanlı Hükümeti’ne bağlılığını bildirdiği halde, diğer yandan İngilizlerle işbirliğini geliştirmesi, ayrıca Arap yarımadasındaki diğer Arap liderlerini de Osmanlı devleti aleyhine kışkırtması,
L. İngiliz ve Fransız devletleri arasında Haziran 1915 tarihinde imzalanan Sykes-Picot Anlaşması ile Suriye’nin kuzeyi ile Güney Anadolu’yu içine alan bölgenin Fransızlara, Dicle ile Fırat nehirlerini içerisine alan Basra Körfezine kadar uzanan bölgelerin ise (bugünkü Irak) İngiliz kontrolüne bırakılması,
M. Mekke Şerifi Hüseyin’in;
(1) 14 Temmuz 1915 tarihinde İngiliz temsilcisi McMahon’a yazdığı mektupta “Mersin-Adana, Birecik-Urfa-Mardin dâhil İran sınırına kadar yerlerin Arap ülkesi olarak bağımsızlığının tanınması halinde Türklere karşı İngilizlerle yan yana savaşabileceğini” [6] beyan etmesi,
(2) Oğullarıyla birlikte, kendi sülâlelerinin idaresi altında Arabistan yarımadasında “Arabistan Krallığı” kurma düşüncesinde bulunmaları, bunu gerçekleştirmek için Türklerle savaşı göze almaları,
(3) 1916 yılında Suriye Valisi Cemal Paşa’nın düzenlediği bir kongrede kadınları bulundurması, onlara söz hakkı vermesi karşısında Osmanlı Devleti yöneticilerini dinsizlikle suçlaması, böyle bir davranışın Kur’an hükümlerine aykırı olduğunu belirtmesi, ayrıca Arap halkının, şeriata aykırı hareket eden Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanma hakkı ve görevi bulunduğunu açıklaması, [7]
(4) Kasım 1916 tarihindeki demecinde özetle “...Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmanın Araplar için ulusal, dinsel ve vatani bir görev olduğu, Osmanlı Devleti’nin İslâm’a aykırı davrandığını, İslâmı esaslara uymadığı, Araplara karşı suç işlediğini” [8] belirtmesi,
N. Arapların; 400 sene egemenliğinde kaldığı Türklerin, ne dilini, ne geleneğini, ne kültürünü ve ne de niteliklerini almamış olması, Türkleri içlerine sindirememeleri, kendilerinden olmayan bir ırkın egemenliği altına girmeleri, Hicaz, Filistin ve Suriye’deki ayaklanmaların önemli sebepleri olarak değerlendirilmektedir.
3. AYAKLANMANIN CEREYAN TARZI:
A. Ayaklanma Öncesi Faaliyetler
Araplar; Osmanlı Devleti’nin Gülhane Hattı Hümayun ile başlattığı Tanzimat reformlarına karşı tepkilerini, Nisan 1856 yılında Kudüs’ün kuzeyindeki Nablus kentinde Osmanlı bayraklarını sokakta yakmak suretiyle göstermişlerdi. Böylece ilk ayaklanma hareketine teşebbüs etmişlerdi.
Ayrıca 1860 yılında da Şam’da ayaklanarak, Arap olmayan Osmanlı tebaasında bulunan Hıristiyan ahaliyi kılıçtan geçirmişlerdi. Osmanlı Devleti bunun üzerine Suriye’de olağanüstü hâl ilan etmiş ve Fuat Paşa komutasında Şam’a gönderdiği askeri birliklerle asayişi yeniden sağlamıştı.
1909 yılında da Hicaz Valisi Fuat Paşa’nın, köleliğin kaldırılması konusunda Osmanlı Devleti’nin kendisine verdiği emri uygulamaya başlaması sırasında, Arap şeyhlerinin de teşvik ve tahrikleri ile Araplar Mekke-Cidde yolunu kapatmışlardı.
İtilaf devletlerinden İngiltere ve Fransa, daha Birinci Dünya Harbi başlamadan harp gemileri ile Kızıldeniz kıyılarını abluka altına almış, Arap Yarımadasındaki Türk Kuvvetleri ile İstanbul Hükümeti arasındaki irtibatı koparmaya çalışmış, ayrıca bölgedeki Arap aşiretlerini de ayaklandırma gayreti içerisine girmişti.
Mekke’nin 15–20 km kuzeydoğusunda Hade’de bulunan Türk birlikleri ile bölgede bulunan Urban (Arap aşireti) arasında, Temmuz 1914 ayı sonunda meydana gelen ve “Hade Olayı” olarak anılan çatışmada, Türk birliklerinden 9 şehit ve 12 yaralı verilmişti. Emir Hüseyin’in kışkırtması ile meydana geldiğinden şüphe olmayan bu olay, küçük çapta, ancak Hicaz’da silahlı ilk çatışma olması nedeni ile önem arz etmişti.
İngilizler; Birinci Dünya Harbi’nin başladığı 28 Temmuz 1914’ten bir müddet sonra 14 Ekim 1914 tarihinde, Osmanlı Devleti egemenliğindeki Akabe’yi bombalamış, 1 Kasım 1914 tarihinde ise Osmanlı Devleti ile siyasi ilişkilerini kesmişti. Osmanlı Hükümeti ise Arap yarımadasındaki Suriye ve Irak cephesi ile Filistin, Hicaz, Asir ve Yemen cephelerindeki birlikleri için 7 Kasım 1914 tarihinden itibaren seferberlik ilan etmişti.
Sultan Mehmet Reşat, bir yandan Türk Ordusunu harekete geçirirken, diğer yandan da Halifelik sıfatını kullanarak 11 Kasım 1914’te “Cihad-ı Mukaddes” (Kutsal Savaş)’i ilan etmek suretiyle, ortak düşmana karşı İslâm âlemini birlikte savaşa katılmaya çağırmıştı. Ancak Mekke Emiri Şerif Hüseyin, Hicaz’da kutsal savaşa razı olmamıştı. Şerif Hüseyin’in esas gayesi, Arapların Kralı olmak ve Halifeliği ele geçirmekti.
Kahire’deki İngiliz Genel Valisi Sir Henry McMahon ile Şerif Hüseyin arasında Temmuz 1915 ayı içerisinde yapılan ilk pazarlıkta, kurulması tasarlanan Arap İmparatorluğu sınırının;
Kuzey’de Mersin, Adana, Birecik-Urfa-Mardin dâhil, İran sınırına kadar, Doğuda, Basra Körfezi, Güneyde, Aden üssü hariç Hint Okyanusu kıyısı, batıda ise Kızıldeniz-Akdeniz (Mersin’e kadar) kıyılarını kapsayacak şekilde olması görüşülmüştü.
B. İngiliz ve Fransızların Araplara Yardımı
8 Haziran 1916’da Storrs başkanlığında ilk İngiliz heyeti Cidde’ye gelerek, Şerif Hüseyin’in küçük oğlu Zeyid ile görüşmüş, bu görüşmelerden sonra Müslüman subaylar komutasında ilk İngiliz yardımı olan iki dağ bataryası, bir makineli tüfek bölüğü, 3000 tüfek, cephane ve yiyecek yüklü üç gemi, 28 Haziran 1916’da Cidde’ye ulaşmış ve Arapların eline geçmişti. [9] Bu yardımlarla birlikte daha sonra alınacak olan para, silah ve malzemeler, ayaklanmada kullanılacaktı.
İngilizlerin yanında Fransızlardan da, Eylül 1916 ayı içerisinde Albay Bremen başkanlığında iki Fransız ve dört Müslüman subaydan ibaret bir askeri heyet Cidde’ye gelmiş, yapılan görüşmelerden sonra, dağ topçusu ve makineli tüfeklerle takviyeli bir müfreze Cidde’ye çıkarılmıştı.
Böylece İngilizlerden sonra Fransızlar da, Osmanlı egemenliğinde bulunan Arap topraklarındaki çıkarları için, Şerif Hüseyin ve oğullarına silah ve malzemelerin yanında 1.250.000. Frank para yardımında bulunmuştu. [10]
İkinci İngiliz heyetinin Cidde’ye gelişi de Aralık 1916 tarihinde gerçekleşmiş, bu heyetle birlikte tanınmış İngiliz ajanı Yüzbaşı Lawrence de gelmiş olup, Şerif Hüseyin ve oğulları ile tanışmış, Emir Faysalın kuracağı Arap ordusuna teknik danışman olarak görevlendirilmişti. Lawrence’ın ayaklanmadaki önemli faaliyetleri müteakip maddelerde belirtilmektedir.
C. Ayaklanma Hareketleri
Hicaz, Mekke, Medine, Cidde, Taif, Vech ve Civarındaki Arap Ayaklanmaları
Hicaz’daki ayaklanma sırasında, Şam’daki 4ncü Ordu’ya bağlı, Fahreddin Paşa (Korgeneral Türkkan) komutasında Kolordu seviyesinde Hicaz Kuvvei Seferiye Komutanlığı bulunuyordu. Bu sırada Şerif Hüseyin ve oğlu Abdullah Mekke’de, diğer oğulları Ali ve Faysal ise Medine’de bulunuyordu. Bunlar ayaklanma hazırlıkları içerisinde ve İngilizlerle işbirliği halindeydiler.
Haziran 1916 ayının başında ilk defa ayaklanan asiler, Suriye ile Medine arasındaki Hicaz demiryolunun Hedye (Hediye) kesiminde demiryolunu tahrip etmiş, 140’tan fazla telgraf direğini hasara uğratmışlardı. Asilerin maksadı, ilk aşamada Hicaz ile Osmanlı Devleti arasındaki irtibatı ve ikmal akışını kesmekti.
5–6 Haziran 1916’da Mekke Emiri Şerif Hüseyin ve oğulları Ali ve Faysal; önceden tasarladıkları plan gereğince, Arap aşiretleri ile birlikte yaklaşık 5–6 bin kişilik kuvvetle, Medine etrafındaki Türk karakollarına saldırıya geçmişti. Ancak alınan önlemler sayesinde Arapların bu ilk saldırıları etkisiz hale getirilmiştir. Bu çarpışmalarda ilk defa üç Türk askeri şehit verilmiştir. Şerif Hüseyin kuvvetlerinin Medine bölgesinde Türk kuvvetlerine karşı giriştikleri bu ilk silahlı saldırılar, Hicaz’da ayaklanma hareketlerinin fiilen başladığını göstermiştir.
Mekke batısında ve Kızıldeniz’in kıyısında bulunan Cidde şehri ve iskelesinin Hicaz bölgesine ikmali sağlayan önemli bir üs olması, stratejik değere haiz bulunması nedeni ile Şerif Hüseyin tarafından ilk taarruz hedefi olarak seçilmiştir. Mekke, Cidde ve Taif bölgelerinde 22 nci Bağımsız Türk Tümeni konuşlandırılmıştı. Ayrıca Cidde limanı, İngiliz donanmasına ait dört kruvazör tarafından abluka altına alınmıştır.
Mekke’deki ilk ayaklanma olayı, 10 Haziran 1916 günü sabahı Mekke, Taif ve Cidde arasında telefon ve telgraf bağlantılarının kesilmesi ve Mekke merkezine yarım saat mesafedeki kaleler ile Türk kışlasının, Şerif Hüseyin ve oğlu Abdullah ile birlikte Arap aşiretleri tarafından sarılması ile başlamıştır.
11 Haziran 1916 günü Arap asileri, Mekke’deki 22 nci Tümen’e ait Türk kale ve kışlaları ile önemli tesisleri ilk defa yoğun ateş altına almaya başlamış, karşılıklı açılan ateşler esnasında da şarapnel parçalarından birisi yanlışlıkla Kâbe örtüsüne isabet ederek örtünün yanmasına sebebiyet vermiştir. Bu olay Şerif Hüseyin ve oğlu tarafından suiistimal edilmiş, Türkler aleyhinde propaganda aracı olarak kullanılmış ve dolayısıyla Arap halkı tahrik ve teşvik edilmek suretiyle Mekke’deki birçok bina ve tesisler ateşe verilmiştir. Ayaklanma ile birlikte yangın sonucu su ve mühimmat tükenmiş, Türklerin mukavemeti zayıflamıştır. Sonuçta Mekke’deki Türk birlikleri de teslim olmak mecburiyetinde kalmış ve Mekke şehri de kışla ve yanındaki kale hariç Arapların eline geçmişti. Ayrıca şehir içerisindeki tümene ait erzak depoları da yağmalanmıştır.
Arapların Taif’e Saldırısı Cidde ve Mekke’nin Arapların Eline Geçmesi
Taif kentine ilk Arap saldırısı, 12 Haziran 1916 tarihinde Şerif Abdullah komutasındaki 5000 civarındaki Arap kuvvetleri tarafından, kentin etrafındaki tepelerden şehrin merkezine doğru yapılmak suretiyle başlatılmıştır. Ancak Taif’i savunmakla görevli takriben 1000 mevcutlu 129 ncu Alay’ın bu saldırıya mukabele etmesi ile çatışma 9 saat sürmüş, sonuçta Arap asileri, geldikleri istikamete çekilmek mecburiyetinde kalmışlardır.
9–16 Haziran 1916 tarihleri arasında İngilizlerin sevk ve idaresindeki Hint Deniz Kuvvetlerine mensup Hardiner Gemisi, Cidde kasabasının kuzeyindeki Türk mevzilerini bombalamış aynı zamanda İngiliz uçakları da Türklere ait çeşitli hedefleri tahrip etmiş, Arap kuvvetleri de karadan Cidde’ye saldırmışlardır. Sonuçta bu saldırılara Türk birlikleri karşı koyamamış ve Cidde kasabası; 16 Haziran 1916 tarihinde 45 subay, 140 er, 16 top ve makineli tüfekle birlikte ilk defa Araplara teslim olmuştur. Cidde’nin düşmesinde İngilizlerin yönlendirmeleri dışında Mısır’dan getirdikleri ve Arap kuvvetlerine tahsis ettikleri araç, silah ve malzemenin önemli katkısı olmuştur. [11]
Medine güneyindeki Bir-i Ali, Bir-i Derviş ile Bir-i Mâşi’de mevzilenmiş olan Arap asilerine karşı, Hicaz Kuvvei Seferiyesine ait Türk birlikleri, 25–26 Haziran 1916 tarihinde başarılı bir taarruz harekâtı icra etmiş ve belirtilen bu yerleri geri almıştır. Türklerin yaptığı bu ilk taarruz harekâtında ikisi subay olmak üzere 48 şehit, 5’i subay olmak üzere 126 yaralı verilmiştir. Asilerin kayıpları ise ölü ve yaralı olmak üzere 400’ü bulmuştur. Ayrıca ölülerden 3’ünün şeyh olduğu tespit edilmiştir.
Mekke merkezine yarım saat mesafede bulunan kışla ve kalelerin de teslimi istenmiş, red edilince de asiler; piyade, top ve makineli tüfeklerle kışla ve kaleleri yoğun ateş altına almış, sonuçta 9 Temmuz 1916 günü kışla komutanı Bnb. Derviş ve askerleri teslim olmak durumunda kalmışlardır. Kışlanın savunulması esnasında 21 Türk askeri şehit olmuştur. Teslim olan Türk askerlerinin sayısı ise Araplara göre 30 subay ve 1220 erden ibarettir. Teslim olan Türk askerleri, Cidde’ye oradan da Mısır esir kamplarına gönderilmek üzere İngilizlere teslim edilmiştir. Arap olanları da Mekke’de alıkonulmuştur. [12]
Taif Kentinin Düşmesi
16 Temmuz 1916 tarihinden itibaren Taif kentine İngilizlerin desteği ile Arap saldırıları yeniden başlamış, Taif merkezinde Türklere ait kale, kışla ve 22 nci Tümen karargâhı ile Hicaz Valiliği ve Komutanlığa ait konak, top ve makineli tüfeklerle yoğun ateş altına alınmıştır. Sonuçta durum değerlendirmesi yapan Hicaz Genel Vali ve Komutanı Ferik Galip Paşa (Tümgeneral Pasiner), 22 Eylül 1916 tarihinde ayaklanma lideri Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Abdullah ile yaptığı anlaşma gereğince Taif’i Arap asilerine teslim etmek mecburiyetinde kalmıştır. Taif muharebeleri sırasında buradaki Türk birliklerinden 138 şehit 238 yaralı verilmiştir. Teslim olan Ferik Galip Paşa ile 22nci Tümen mensubu subay ve erleri, Cidde üzerinden İngilizlerin kontrolündeki Mısır esir kampına sevk edilmişlerdir.
İngilizlerin Arap ayaklanmasını desteklemek amacı ile 13–15 Eylül 1916 tarihinde iki kruvazör, bir uçak gemisi ve iki uçak desteği ile Hicaz’ın Kızıldeniz üzerindeki Vech Limanı’na yaptığı çıkarma harekâtı da, buradaki Türk kıyı koruma birlikleri tarafından geri atılmıştır.
6 Ekim–22 Aralık 1916 tarihleri arasında da Medine batısında bulunan Cedid Boğazı, Bir-i Abbas, Bir-i Sait, Yanbu ve Biyarin Hasani bölgelerindeki Türk ve Arap kuvvetleri arasında yapılan çarpışmalarda, Fahrettin Paşa komutasındaki Türk birlikleri başarılı olmuş, sonuçta Medine’nin Arap asilerinin eline geçmesine meydan verilmemiştir.
Vech’e Yönelen Arap-İngiliz Ortak Taarruzu ve Vech’in Elden Çıkışı
İngilizler, Arap ayaklanmasını, Hicaz’dan kuzeye Filistin ve Suriye istikametinde geliştirmek amacında idi. Bu maksatla da içerisinde İngiliz İstihbarat servisinde görevli Lawrence’ın de bulunduğu bir İngiliz askeri heyetini, Şerif Hüseyin ile temas kurdurmuştu. Yapılan toplantılarda öncelikle Vech’in ele geçirilmesi ve Hicaz demiryolunun tahribi planlanmıştır.
Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Faysal, Kızıldeniz’de önemli bir liman kenti olan Vech’i ele geçirmek, Hicaz demiryolunu daha etkili bir şekilde tehdit etmek amacı ile bir dağ bataryası takviyeli 10.000 kişilik bir kuvvetiyle 18 Ocak 1917 tarihinde Yanbu’dan kıyı yolu ile Vech’e doğru hareket etmiştir. Tasarlanan plan gereğince de Kızıldeniz’deki İngiliz filosundan dört harp gemisi de Vech’e yaklaşarak 23 Ocak 1917 tarihinden itibaren bu kenti bombalamaya başlamış, ayrıca iki İngiliz gemisinden de 1000 kadar Mısır ve Sudanlı asker Vech’in kuzeyindeki Zaim mevkiinde karaya çıkarılmıştır. [13]
Vech’te bulunan Türk birlikleri; İngilizlerin bombardımanına ve Emir Faysal kuvvetlerinin saldırılarına daha fazla dayanamayarak geriye çekilmeye başlamış, sonuçta 26 Ocak 1917 tarihinde stratejik öneme haiz olan Vech kenti de düşmanın eline geçmiştir. Bu muharebede Türk birliklerinin ancak üçte biri kurtulabilmiş diğerleri esir edilmiştir. Ayrıca 63 Türk askeri de şehit olmuştur.
Vech’in düşmesi ile bu üssün elden çıkması, Medine’deki Türk savunmasını etkilemiş, düşmana askeri ve psikolojik yönden bir takım avantajlar sağlamış, Arap asilerinin Ürdün ve Filistin’e ilerlemelerine hız kazandırmıştı. Emir Faysalı hayal ettiği Suriye Krallığı’na biraz daha yaklaştırmış… Ayrıca Hicaz demiryolu ve istasyonlarının Arap-İngiliz işbirliği ile kolaylıkla tahrip olmasına, dolayısıyla ikmal akışının önemli derecede aksamasına neden olmuştur.
Medine ve Civarındaki Diğer Muharebeler ve Hicaz’ın Boşaltılması
Medine’de bulunan Fahreddin Paşa komutasındaki Kuvvei Seferiye Komutanlığı, Medine ve civarında Haziran-Aralık 1916 tarihleri arasında cereyan eden muharebelerde başarılı olmuş ve Medine’nin Arapların eline geçmesine meydan vermemiştir.
Medine ve etrafında 1917 yılı içerisinde meydana gelen muharebelerin ilki, 6 Mart 1917 tarihinde Medine’nin batısında bulunan ve Bir-i Ali’den Bir-i Derviş’e gitmekte olan 58 nci Tümen’e ait bir Türk birliğine 600’den fazla Arap’ın saldırması ile yeniden başlamıştı. Bu saldırı sonucu başta bölük komutanı olmak üzere 32 Türk askeri şehit olmuştur.
17 Mart–11 Nisan 1917 tarihleri arasında Medine civarında İngiliz desteğindeki Arap saldırıları devam etmiştir. Bilhassa önemli stratejik mevkilide bulunan Bir-i Maşi bölgesindeki çarpışmalarda Türk askerleri, bu saldırılara karşı cesur ve yiğitçe karşı koymuş, sonuçta Medine’yi ikinci defa Arap asilerine teslim etmemişlerdir. Bu bölgede yapılan muharebelerde ise 2’si subay olmak üzere 92 Türk askeri şehit olmuştur.
Başkomutan vekili Enver Paşa, Medine ve Hicaz demiryolunun (Medine-Maan arası) korunmasında kullanılacak birlikler hariç Hicaz’daki Türk kuvvetlerinin İngilizlere karşı kullanılmak üzere Filistin cephesine çekilmesine karar verilmiştir. Çekilme hazırlıklarına başlandığı sırada İngilizler de Sina ve Filistin cephesinde taarruzlara başlamışlardır.
Lawrence Yönetiminde Hicaz Demiryoluna Yapılan Düşman Saldırıları
Araplar ve İngilizler; Hicaz’daki askeri birlikler ve Hicaz halkı için hayati önem taşıyan, tek ikmal ve ulaştırma yolu olan Hicaz demiryolu ve istasyonlarının tahrip edilerek buradaki Türk kuvvetleri ile istasyonlardaki Türk karakollarını etkisiz hale getirmeyi, ayrıca Medine’nin kuzey ile bağlantısını kesmeyi amaçlayan demiryolu saldırılarını, harekât planlarına dâhil etmişlerdir.
İngiliz Yüzbaşı Lawrence’ın bizzat idare ettiği iki top ve ağır makineli tüfekle takviyeli 230 kişilik Arap asileri, 30 Mart 1917 günü Medine’nin 160km kuzeyindeki Hicaz Kuvvei Seferiye Komutanlığı sorumluluğundaki Ebülnaim İstasyonu’nu kuşatarak tahrip etmiş, ayrıca istasyondan geçmekte olan bir Türk katarının lokomotifini de hasara uğratmışlardır. [14]
Mart-Nisan 1917 ayları içerisinde Lawrence’ın önderliğinde demiryollarına, istasyonlara girişilen düşman saldırıları sonunda 29 Türk askeri şehit olmuş, 56’sı ise esir edilmiştir. Bu süre içerisinde 450 civarında ray, 10 kadar travers, 8km kadar telgraf teli tahrip edilmiştir.
Yüzbaşı Lawrence; 9 Mayıs 1917’de yanında Avuda (Akabe dolaylarındaki aşiretlerin başkanı) ve Emir Faysalın yeğeni Emir Nasır olduğu halde 50 kişilik bir Kafile ile Vech’teki Faysalın ordugâhından Tebük’e doğru hareket etmiştir. Kafilede demiryolunun tahribi için altı deve yükü dinamit ile bölgedeki kabilelere dağıtılmak üzere 160kg ağırlığında altın bulunuyordu. Lawrence, Arap asileri ile birlikte Tebük-Medayin Salik arasındaki demiryolunu, raylar altına yerleştirdiği tahrip kalıpları ile hasara uğratmıştır. [15] Bu suretle Medine ile Maan arasındaki irtibatın kesilmesi planlanmıştır.
Çeşitli zaman ve yerlerde Arap-İngiliz-Fransız işbirliği ile sürdürülen bu saldırılar, gittikçe artarak genişlemiş, Ağustos 1917 başından Aralık 1917 ayı sonuna kadar olan 5 aylık süre içerisinde Hicaz demiryollarına (Medine-Maan arası) girişilen kayda değer saldırı olayı 50’yi geçmiş… Bu saldırılarda 55 şehit, 63 yaralı ve 74 esir verilmiş, ayrıca 15 köprü, 3254 ray, 152 telgraf direği ile 10km’den fazla tel tahrip edilmiştir. [16]
Akabe’nin Asilerin Eline Geçmesi
İngilizler; batıda Nisan 1917 ayı sonu itibari ile Kanal Harekâtı’nda başarılı olmuş, Sina yarımadasını ele geçirmiş, İkinci Gazze Muharebeleri nedeni ile Alman Von Kress’in komutasındaki Türklerin 22 nci Kolordusu ile savaş halinde idi. Şerif Hüseyin’in liderliğindeki Arap ayaklanmasını, Hicaz’dan sonra Filistin’e ve daha sonra Suriye’ye yaymak istiyorlardı. Ancak henüz Türklerin elinde bulunan Kızıldeniz’de en önemli bir hareket üssü olan ve stratejik konumda bulunan Akabe Limanı ve körfezini ele geçirmeleri gerekiyordu.
Arap kuvvetleri; 28 Haziran 1917 tarihinde Maan-Akabe arasında ve Maan’a yakın tepelerde yerleştirilmiş bulunan bir Türk jandarma karakolunu esir almış, ayrıca 2 Temmuz günü Maan’dan buraya sevk edilen topçu ile takviyeli bir Türk piyade taburunu da etkisiz hale getirmek suretiyle Akabe yolunu açmıştı. Lawrence’ın bu ve bundan sonraki muharebelerde Arap birliklerinin teşkilatlanmasında, onların sevk ve idaresinde önemli katkıları olmuştur. Ayrıca Araplar; Akabe yolu üzerindeki Guveyra, Kethira ve Hufre’yi ele geçirdikten sonra, Akabe’de bulunan 1nci Kuvvei Mürettebe Kuvvetine bağlı 161nci Piyade Alayı’na teslim olmalarını önermiştir. Bu öneri başlangıçta red edilmiş, ancak Arapların bu bölgeyi kuşatmaları, ayrıca Lawrence’ın orada bulunan bir Türk subayına “...Bütün üslerin alındığı, Maan’dan da takviye olanağının kalmadığını...” söylemesi üzerine buradaki Türk birlikleri, fazla direnme göstermeden Akabe’yi 6 Temmuz 1917 tarihinde düşmana teslim etmiştir. [17]
Bu suretle Arap yarımadasında ve Kızıldeniz’de Türklerin elinde kalan son stratejik üs de Arapların eline geçmiştir. Akabe’nin düşmesinde Maan-Akabe ulaşımının asiler tarafından kesilmesi ve yerli Urban’ın (Milli Urban/Aşiret Bölüğü) hıyaneti önemli rol oynamıştır. Ayrıca İngiliz Lawrence de, Akabe’nin düşmesinde gösterdiği başarıdan dolayı binbaşı rütbesine terfi etmiştir.
Akabe üssünün Arapların eline geçmesi ile İngiliz donanması ve zengin İngiliz kaynaklarının Arapların hizmetine daha süratli ve kısa yoldan girmesi sağlanmıştır. Bu sayede donatılan silah ve malzeme gücü artırılan Emir Faysal idaresindeki Arap Kuzey Ordusu, ileride de görüleceği üzere batıda İngiliz kuvvetleri komutanı General Allenby emrinde, kuzeye yönetilmek suretiyle Filistin ve Suriye harekâtında Türklere karşı İngilizlerin sağ yanını (Doğu) korumaya görevlendirilmiştir.
Ağustos 1917 ayı içerisinde İngiliz Binbaşı Lawrence’ın teşvik ve çabaları ile Mısır- Kahire yakınındaki Süveyş’te bulunan “Dufferin” adındaki İngiliz gemisi ile Akabe’ye nakletmek üzere erzak, silah ve malzeme yüklenmiş, ayrıca 16.000 Sterlin altın parada; Osmanlı kuvvetleri ile Hicaz’da, Akabe ve Maan’da savaşan Araplara teslim edilmiştir. [18]
İngiliz Binbaşı Lawrence; Hicaz’da olduğu gibi Filistin ve Suriye cephesinde de Arap Kuzey Ordusu ile birlikte bu sefer daha modern silah ve araçlarla demiryolu ve istasyonlara saldırılara devam edecektir.
Filistin ve Suriye’deki Arap Ayaklanması ile Tafil, Amman ve Filistin
Topraklarının Elden Çıkması
Arapların Akabe’den sonra Kuzey’e Filistin ve Suriye’ye doğru ayaklanma hareketine başlamadan önce, batıda İngiliz kuvvetleri Başkomutanı General Allenby komutasındaki İngiliz Ordusu; Sina yarımadasına yerleşmiş, 7 Kasım 1917’de Gazze’ye girerek Filistin kapılarını açmış, 9 Aralık 1917 tarihinde de kutsal Kudüs şehrini ele geçirmiştir.
18 Mart 1918 tarihinde Maan’ın kuzeyinde Tafil’deki Türk kuvvetlerinin Amman’a çekilmesi üzerine Tafil Arap Kuzey Ordusu tarafından işgal edilmiştir. Ayrıca Maan’ın güneyinde Maan-Müdevvere arasındaki 7 demiryolu istasyonu da düşman eline geçmiştir.
Emir Faysalın emrindeki Arap ordusu; Albay Buton komutasındaki 300 kişilik bir İngiliz kuvveti ve ayrıca Fransız subayı Pisani’nin bataryası ve bir Hintli istihkâm birliği ile takviye edilmiştir. Bu karma birlik, 20 Ağustos 1918 tarihinde Amman’ı ele geçirmiştir. Amman’daki 8 nci Kolordu’ya bağlı 48nci Piyade Tümeni Faysal kuvvetlerine karşı başarılı olamamıştır.
11 Eylül 1918’de Faysalın bütün kuvvetleri, Amman’ın kuzeyindeki Zerka’da toplanmış ve 13 Eylül’de Dera istikametinde harekete geçmiştir. Lawrence’ın de katıldığı bu harekâtla; Dera, kuzey ve güneyindeki demiryolu bağlantısı kesilmek suretiyle tecrit edilmiş, Şam’a doğru harekete başlanmıştır. 15 Eylül 1918’den itibaren de batıda kıyı yolunu takip eden Allenby komutasındaki İngiliz ordusunun genel taarruzu, Yıldırım Orduları Grubu’na bağlı 7nci ve 8nci Türk Ordularının karşısında başarılı olmuş, sonuçta 21 Eylül’de Nablus, 23 Eylül 1918’de ise Akdeniz kıyısındaki Hayfa Limanı, dolayısıyla Filistin toprakları İngilizlerin eline geçmiştir. Türk birlikleri ise kuzeye Şam’a doğru çok zor şartlar altında, Şeria Nehri’nin doğusuna çekilmeye başlamışlardır.
Türk Ordusu, Dera ve Şam istikametinde kuzeye doğru çekilirken Dera Tafas köyü civarında Lawrence, yanında bulunan Arap birliklerine; “…Savaşçılar! İçinizde en iyisi, en çok Türk öldürecek olandır. Esir almayacaksınız. Teslim olmak isteyeni öldüreceksiniz. Hepsini öldürün! Hepsini öldürün!” demiş, bunun üzerine Arap kumandanlarından olan Tallal, Auda ve Nasır’da bedevi askerlerine aynı şekilde “Esir almak yok! Bütün Türkleri öldüreceğiz!” komutunu vermiş ve uygulamışlardır. Ayrıca Tallal, çekilen Türk askerlerini takip ederken yolda halsiz bir şekilde uzanan “su… Su…” diyen bir Türk askerinin başına ateş ederek onları öldürmüş, yol boyunca gücü tükenmiş diğer Türk askerlerini de adamları ile birlikte insafsızca katletmiştir. [19]
Türk Ordusunun Eylül 1918 ayı içerisinde Tafas çekilme harekâtında Lawrence, kinini ve öfkesini kontrol edemez haldeydi. Artık Türkleri hiçbir şeyin kurtaramayacağını biliyordu. Bütün benliği ile kendini o kanlı katliama vermişti. Korkunç çığlıklar atıyordu. Deli gibi bağırıyordu. Süngülü bir Türk erinin yüzüne ateş etti ve yere yığılan ölüyü atına çiğnetti. [20] Arap askerleri, Lawrence’ın kışkırtmasıyla Dera da terkedilmiş bulunan bir hasta trenindeki bütün yaralı ve hasta Türkleri merhametsizce öldürmüşlerdir. [21]
Şam ve Halep’in İşgal Edilmesi
Arap Kuzey Ordusu’nun karşısında bulunan Cemal Paşa komutasındaki 4ncüTürk Ordusu da, Dera’dan kuzeye Şam’a doğru çekilmeye başlamıştır. Araplar; yol boyunca çekilen ve bitap düşen Türk askerlerine Lawrence’ın de kışkırtması ile insafsızca saldırıyor, onları arkadan hançerliyordu. [22]
26 Eylül 1918’de nihayet Dera düşmüştür. Türk kuvvetlerinin durmadan çekilmesi, İngiliz ve Arap Ordusunun müştereken Şam üzerine ilerlemesini kolaylaştırmış ve sonuçta 1 Ekim 1918’de Şam düşman eline geçmiştir. Arap asi ordusu, batıdan ilerleyen İngilizlerin yan ve gerilerini koruma görevini iyi bir şekilde yerine getirmiştir. Şam’da bulunan Türk birlikleri, Halep istikametinde çekilmeye başlamıştır. Bu harekât sırasında Lawrence de, İngiliz ve Arap kuvvetleri arasında irtibatı sağlamada büyük başarı göstermiş, ayrıca Suriye topraklarındaki demiryollarına da sabotaj ve tahrip faaliyetlerini sürdürmüştür.
İngiliz kuvvetlerine ait 7nci Hint Tümeni, 8 Ekim 1918’de Beyrut’a varmıştı. Bu arada sahile yakın ve paralel bir rota takip eden Fransız ve İngiliz Donanması, Beyrut önlerine gelmişti. Hint kıtaatları ile birlikte Beyrut’a giren Arap ordusunun nizami birlikleri, Lübnan idaresini teslim almak üzere girişimlerde bulunmuştur. Ancak İngilizlerle Fransızlar arasında imzalanan Sykes-Picot Anlaşması hükümlerine göre Lübnan’ın Fransız idaresine terk edilmesi kararlaştırıldığı için Arap ordusu buradan çıkarılmıştır. Araplar bu suretle ilk defa İngiliz ve Fransızların oyununa gelmiştir. 14 Ekim 1918’de 4ncü Türk Ordusu lağvedilerek bu ordunun geri kalan kıtaları ile Karargâhı, Mustafa Kemal Paşa’nın komutasında bulunan 7nci Ordu’ya bağlanmıştır.
İngiliz 5nci Süvari Tümeni önce Humus’a daha sonra Arap nizami birlikleri ile birlikte 20 Ekim 1918 tarihinden itibaren Humus’tan Halep’e doğru harekete geçmiştir. Nihayet 25 Ekim 1918 tarihinde İngiliz ve Arap birlikleri Halep’e girmeye muvaffak olmuşlardır. Bu suretle Suriye toprakları da Türklerin elinden çıkmıştır. 7nci Ordu Karargâhı ise buradan çekilerek, Halep’in 40 km kuzeyinde bulunan Katmaya intikal etmiştir.
Sahilleri korumakla görevli 8 inci Türk Ordusu, geri çekilerek 26 Ekim 1918 tarihinde Adana’ya intikal etmiştir. Halep’in kuzey banliyösü sayılan Müslümiye mevkiinde Türk artçı kıtaatlarıyla İngilizler arasında şiddetli muharebeler cereyan etmiş, Türk artçı birliklerinin kahramanca savaşmaları sonucunda İngilizlerin ilerleyişi kesilmiştir. Ancak Türk kıtaları, gece karanlığından istifade ederek İskenderun istikametine doğru çekilmişlerdir. Bu muharebeden sonra da Mondros Mütarekesine kadar önemli bir harekât olmamıştır.
4. 30 EKİM 1918 MONDROS MÜTAREKESİ VE MEDİNE’NİN BOŞALTILMASI
Şam ve Halep’in düşman eline geçmesi ile Suriye cephesi çökmüş, İngiliz ve Arap Orduları karşısında direnebilecek kuvvet kalmamıştır. Birbirini izleyen bu acı ve acı olduğu kadar düşündürücü olan bu başarısızlıklar, Osmanlı İmparatorluğu hesabına olumsuz yönde gelişen olaylar zincirinin son halkasını teşkil etmiştir.
Osmanlı Devleti’nin o tarihlerde müttefiki olan Almanya ve Bulgaristan da yenilmişlerdir. Bu durum karşısında Osmanlı İmparatorluğu için mütareke masasına oturmaktan başka çare kalmamıştır.
Nihayet 30 Ekim 1918’de Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda İngilizlerin “Agamemnon” savaş gemisinde imzalan Mondros Mütarekesi’nin 16ncı maddesi gereğince; Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak’ın boşaltılmasına ve bütün garnizonların en yakın müttefik komutanına teslim edilmesine karar verilmiştir.
Medine’yi kahramanca müdafaa eden Hicaz Kuvvei Seferiye Komutanı Fahreddin Paşa Mondros Mütarekesi’ne rağmen, Medine’yi boşaltmak istemiyordu ve aradan birkaç ay geçmesine rağmen 12 taburluk kuvveti ile (10.500 kişi) direnmeye devam ediyordu. Ancak Fahreddin Paşa’nın karargâhındaki birkaç subay dışında çoğunluğu mütareke hükümleri karşısında dayanmanın bir sonuç getirmeyeceğine inanmıştı. Fahreddin Paşa’yı da buna inandırmak için çaba göstermişlerdi.
Fahreddin Paşa, 58inci Tümen Komutanlığı’na 10 Kasım 1918 tarihinde gönderdiği yazıda özetle;
“...Vazifemiz yüce ve kutsaldır. Kuzeyde ne olursa olsun biz yüce Tanrı ve Peygamberin ruhunun yardımına dayanarak Medine’yi koruyacağız ve Hazreti Muhammed’in ve Hazreti Fatma’nın mübarek kabirlerini İngilizlerin himayesine bırakmayacağız...” demiştir. [23]
Nihayet 58 nci Tümen Komutanı Albay Necip, kendisi gibi düşünen üst rütbeli birkaç arkadaşı ile beraber bir heyet halinde Fahreddin Paşa’yı ziyaret ederek, onu Medine’nin teslimi için ikna etmişlerdi. Teslim heyeti 5 Ocak 1919 tarihinde Medine civarındaki Bir-i Derviş’te bulunan Haşimi Kuvvetleri Başkomutanlığı karargâhına hareket etmiştir. Heyet, burada Şerif Hüseyin’in oğulları Haşimi Ordusu Başkomutanı Şerif Ali ve kardeşi Şerif Abdullah ile görüşmelere başlamış, 6 Ocak 1919 tarihinde bitirmiştir. Medine’nin işgal tarihi olarak 13 Ocak 1919 tarihi kabul edilmiş ve Şerif Hüseyin’in büyük oğlu Emir Abdullah aynı gün Medine’ye girmiştir.
Hicaz Kuvvei Seferiye Komutanı Fahreddin Paşa ise 13 Ocak 1919 günü Kahire’deki esir kampına gönderilmek üzere Yanbu Limanı’na sevk edilmiştir. Fahreddin Paşa, Yanbu Limanı’nda bekleyen bir İngiliz gemisi ile önce Mısır’a, 6 ay sonra da bir harp suçlusu olarak Malta’ya götürülmüş ve burada iki yıl Fort Salvatore (Pölvarista) kışlasında tutuklu kalmıştır. Fahreddin Paşa, daha sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından kurtarılarak tutuklu bulunduğu Malta’dan Anavatana getirilmiştir. Atatürk’ün “...Adını tarihine altın kalemle yazmış dostum...” iltifatı ile karşılanmıştır.
Medine’nin tesliminden itibaren Medine ve çevresindeki Hicaz Kuvvei Seferiye Komutanlığı’na ait Türk birlikleri Medine merkezinde toplanmış, silah ve teçhizatları alındıktan sonra, 17 Ocak 1919 tarihinden itibaren kafileler halinde İngiliz gemileri ile Mısır’daki esir kamplarına sevk edilmişlerdir. Bu suretle Arap yarımadasındaki 400 senelik Osmanlı egemenliği de son bulmuştur. [24]
Lawrence, “ Bilginin Yedi Temel Direği ” adlı kitabında özetle; “…İngiltere Hükümeti, Araplara savaştan sonra istiklâl vaat ederek onları bizim safımızda savaşa ikna etti. Araplar müesseselere değil şahıslara inanır. Beni İngiltere Hükümetinin bir temsilcisi sanarak bu vaatleri garanti etmemi istediler. İstiklâl vaadi yalandı. Ve ben bu yalana katılarak Arapların istediği istiklâlin kendilerine verileceğini söyledim. İki yıl süren silah arkadaşlığımızda Araplar bana itimat etmeye alışmışlardı. Ve hükümetimi de benim gibi samimi sanıyorlardı…” [25] Demiştir.
5. SONUÇ:
Osmanlı Devleti; çeşitli ırk, dil ve dindeki insan gruplarının yaşadığı Arap yarımadasında asimilasyon olayına girmemiş, ayrıca Arap halkına Türk kültüründen, örf ve adetlerinden, ülkü ve idealinden önemli bir katkıda bulunamamış, Arap halkı da Türkün bu meziyetlerini almaya istekli görülmemiştir.
Osmanlı Devleti’nin Balkan savaşından sonrasındaki Silahlı Kuvvetlerinin personel, silah, araç ve malzeme noksanlığı, Arap yarımadasındaki Türk birliklerini de etkilemiştir. Ayrıca ikmal merkezinin İstanbul’da bulunması, Hicaz demiryolunun tahribi sonucu ikmal akışında önemli aksaklıklar meydana gelmiştir. Bu suretle Arabistan’daki Türk birlikleri; teşkilatlandırılmış, eğitilmiş, kadrosu tamamlanmış İngiliz, Fransız ve Arap ordularının karşısında başarılı olamamıştır.
Türklerin Akdeniz ve Kızıldeniz’de hiçbir deniz gücünün bulunmaması, uçaklarının da yetersiz olması nedeni ile İngiliz ve Fransızlar, donanmaları sayesinde Kızıldeniz ve Akdeniz’deki limanlardan Arap yarımadasına personel ile birlikte her türlü malzemeyi çıkarmış, Arap ayaklanmasında Türklere karşı kullanmışlardır.
Hicaz’daki (özellikle Cidde, Mekke ve Taif’e) Arap ayaklanmasından önce, Türk birliklerince gerekli istihbarat ve İKK faaliyetlerinin yürütülmediği, ayaklanmaya karşı bilgi ve belgelerin toplanmadığı, askeri tedbirlerin zamanında alınmadığı, Mekke Şerif’i Hüseyin ve oğullarının niyet ve maksatlarının yeterli derecede değerlendirilmediği anlaşılmaktadır.
Hicaz’daki Türk birlikleri bünyesindeki bazı Arap asıllı askerlerle Şerif Hüseyin yanlısı askerlerin, kritik durumda Türklere ihanet ederek asilere katılması ile bazı Türk cepheleri zayıflamış ve güçsüzleşmiştir.
Şerif Hüseyin’in, 1919 yılları sonlarında Arap yarımadasında hiçbir Türk birliğinin kalmadığı bir sırada Arap Krallığı ve Halifelik iddiası, Necit Emiri İbni- Suud ve bazı Müslüman kabileler tarafından iyi karşılanmamış ve iki Arap lider arasında yapılan çarpışmalar sonunda Mekke, Ekim 1924 tarihinde İbni- Suud tarafından ele geçirilmiştir. İngilizler, ne garip tecellidir ki, Şerif Hüseyin’i değil İbni-Suud’u tutmayı tercih etmişlerdir. Şerif Hüseyin ve oğulları selameti kaçmakta bulmuşlar ve Türklere karşı kurdukları ihanet tuzağına kendileri düşmüştür.
Son olarak, Suudi Arabistan Hükümeti ve Kraliyet ailesince; Arabistan yarımadasında 400 sene hüküm süren Osmanlı İmparatorluğunun izlerini silmek için Mekke’de bulunan 1780 yıllarında inşa edilen tarihi Osmanlı eseri olan Ecyad kalesinin 3 Ocak 2002 tarihinde buldozerlerle yıkılması… Mekke, Medine ve Taife’deki Türk şehitliklerinin bir bölümünün de buldozerlerle harabeye dönüştürülmesi, ayrıca Arapları Türklere karşı kışkırtan İngiliz casusu Lawrence’ın o dönemde Cidde de kaldığı evinin müze yapılması, Arapların önemli bir kesiminin halen Osmanlı Devletine ve Türklere karşı tarihten gelen düşmanlıklarının devam etmekte olduğunu göstermektedir.
________________________________________
[1] Şerif Hüseyin, Peygamber soyundan olduğu iddia edilen Beni-Kutade ailesine mensuptur. İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra 1909 yılında Sultan Abdülhamit tarafından Mekke Emirliğine getirilmiştir. Faysal, Abdullah, Ali ve Zeyid isminde dört oğlu vardır. 6 Haziran 1916 tarihinde Hicaz’da İngiliz ve Fransızların desteği ile başlattığı Arap ayaklanmasını, Filistin ve Suriye’de sürdürmüş, sonuçta Arap yarımadasındaki Osmanlı egemenliğinin son bulmasına sebebiyet vermiştir. Ayaklanmadan sonra Arabistan Krallığı ve Halifelik hayalleri gerçekleşmemiş, Necit Emiri İbni- Suud ile Ekim 1924’te yaptığı çarpışmalarda yenilerek Mekke’yi oğulları ile birlikte terk ederek bugünkü Ürdün’e yerleşmiştir. Son zamanlarını Kıbrıs’ta geçirmiştir.
[2] Lawrence, kendi ülkesinde ve diğer batı ülkelerinde “Arabistanlı Lawrence” adıyla ün yapmıştır. Asıl adı Thomas Edward Lawrence’dır. 16 Ağustos 1888’de İngiltere’nin Carnarjon kasabası Tremadok köyünde doğmuştur. 1910 yılında Oxford’da öğrenim görmüş, arkeoloji doktorası yapmıştı. Mısır, Suriye, Filistin ve Ürdün’ün tarihi yerlerini gezmiş, arkeolojik hafriyatlarda bulunmuş, bu ardada Arapça yı da öğrenmişti. Mısır’da İngiliz karargâhında yüzbaşı rütbesi ile istihbarat görevinde kullanılmış, ayrıca Hicaz’da Şerif Hüseyin ve oğlu Faysalın askeri danışmanı olarak görevlendirilmiştir. Lawrence, İngilizlerin desteği ile Arapları örgütlemiş, onları eğitmiş, Türklerle Araplar arasında çıkan savaşlarda önderlik etmiş, bilhassa Hicaz demir yolu, tünel, köprü, vagon ve istasyonları tahrip etmek suretiyle Osmanlı Devleti’nin Arap yarımadası ile irtibatını zayıflatmıştı. Sonuçta Arap Ordusunun Halep’e kadar gelmesine, ayrıca İngilizlerin Türklere karşı batıdaki askeri harekâtın başarılı olmasına katkıda bulunmuştur. Lawrence, Arap ayaklanmasındaki başarılarından dolayı albaylık rütbesine kadar yükselmiştir. Ancak kendisi, 1922 tarihinde 34 yaşında iken albaylık rütbesini terk ederek İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetlerine er olarak katılmış ve bu arada adını da değiştirmiştir. Lawrence, Kraliyet Hava Kuvvetlerinde 13 yıllık hizmetini bitirdikten sonra 26 Şubat 1935 tarihinde 47 yaşında iken terhis olmuş, 19 Mayıs 1935 tarihinde tartışmalı bir motosiklet kazası sonunda İngiltere’nin Dorset eyaleti civarında Bovington kışlasında ölmüştür.
[3] Şükrü Mahmut Nedim (E.Tuğg) ; Çeviren Abdullah Es, Filistin Savaşı (1914–1918), Gnkur. ATASE Bşk.lığı Yayınları, Ankara, Gnkur. Basım Evi, 1995, s.28
[4] İlhan Arsel; Arap Milliyetçiliği ve Türkler, İnkılâp Kitap Evi, İstanbul, 1991, s. 8
[5] Naci Serez; Lawrence ve Arap İsyanı, Arkın Kitapevi, İstanbul, 1965, s. 58–59
[6] İhsan Arsel; s.190–191
[7] A.g.e. ; s. 175
[8] A.g.e. ; s. 194
[9] Hicaz, Asir, Yemen Cephesi ve Libya Harekâtı (1914–1918), Birinci Dünya Harbinde Türk Tarihi VI nci Cilt Gnkur. ATASE Bşk.lığı Askeri Tarih Yayınları, Seri No: 3, Ankara, Gnkur. Basım Evi, 1978, s. 151–152
[10] A.g.e. ; s.152
[11] A.g.e.; s.216-217
[12] A.g.e. ; s.228–229
[13] A.g.e. ; s.270
[14] A.g.e. ; s.346
[15] A.g.e. ; s.321
[16] A.g.e. ; s.354
[17] A.g.e. ; s.323
[18] Willy Bourgeois; Çeviren Nusret Kuruoğlu, Lawrence, İstanbul, 1967, s. 76–77
[19] Matthew Eden; Çeviren Kemal Kutlu, Casus Lawrence’ın öldürülmesi, Bayrak Yayınları, Çağaloğlu / İstanbul, 1991, s. 170
[20] A.g.e. ; s.173
[21] Willy Bourgeois; Çeviren Nusret Kuruoğlu, Lawrence, İstanbul, 1967, s. 135–136
[22] Hicaz, Asir, Yemen Cephesi ve Libya Harekâtı (1914–1918),Birinci Dünya Harbinde Türk Tarihi, VI nci Cilt Gnkur. ATASE Bşk.lığı Askeri Tarih Yayınları, Seri No: 3, Ankara, Gnkur. Basım Evi, 1978, s. 367
[23] a.g.e. ; s.371
[24] İzzettin Çopur; Hicaz, Filistin ve Suriye Cephesi’ndeki Arap Ayaklanması, Bu Ayaklanmada İngiliz Lawrence’ın Rolü, Gnkur. ATASE Bşk.lığı Yayınları, Stratejik Araştırma ve Etüt Bülteni, Eylül: 2001, Sayı: 1, s. 213
[25] Naci Serez; Lawrence ve Arap İsyanı, Arkın Kitapevi, İstanbul, 1965, s. 24
http://www.bilgisayarhastaneleri.com/izzettincopur'dan alıntıdır.