26 Mart 2016 Cumartesi

Mehmet Akif Ersoy ve Asım

Ersoy, 20 Aralık 1873 yılında İstanbul’un Fatih İlçesinin Sarıgüzel Mahallesinde doğdu. Babası Fatih Medresesi Müderrislerinden Mehmet Tahir Efendi, annesi ise Emine Şerif Hanım’dır. Babası ona ebcet hesabına göre ‘Ragıyf’ ismini vermiştir. Ancak bu kelime kullanıma pek uygun olmadığından herkes ona Akif der.

Dört yaşında Emir Buhari Mektebine başlayan Mehmet Akif, 2 yıl sonra iptidai (ilkokul) bölümünü okudu. Orta öğrenimini Fatih’teki Merkez Rüştiye’sinde okudu (1882). Bu arada babasından Arapça dersleri alıyordu. Zaten en çok dil derslerine düşkündü. Bu anlamda Türkçe ve Arapçanın yanında Farsça ve Fransızca da öğrendi. Rüşdiye’yi bitirdikten sonra 1885’te dönemin meşhur Mülkiye İdadisi’ne başladı. Ancak 1888 de babasının vefatı ve bir yıl sonra büyük Fatih yangınında evlerinin yanması neticesinde maddi imkânsızlıklardan dolayı bu okulu bırakmak zorunda kaldı. O yıllarda yeni açılan ve mezunlarına iş imkânı sağlayan Ziraat ve Baytar Mektebine kaydoldu. Bu mektebi bitiren Akif, Ziraat Bakanlığı (Orman ve Maadin ve Ziraat Nezareti) bünyesinde işe başladı. 25 yaşında evlendi, 3 kız ve 3 erkek olmak üzere toplam 6 çocuğu oldu.

Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edildi. Ülkedeki bütün aydınlar kötü gidişata bir hal çaresi arıyorlardı. İttihat ve Terakki Cemiyeti o yıllarda halka açılmış bir umut kapısı idi. Her ne kadar Akif, ‘’Emri bi’l-Maruf’’ üzere cemiyete kaydolduysa da, cemiyet yapısıyla uyuşmadı. Bu arada Almanya’ya, Berlin’e ve Necid’e görevli olarak gitti. Burada doğu ve batı dünyasını kıyaslama imkânı buldu.

Zamanın Müslüman aydınları ‘’Sebilurreşat’’ dergisi etrafında birleşmişlerdi. Akif bu derginin başyazarı oldu. Balkan Savaşı yıllarında Akif’in Fatih, Süleymaniye ve Beyazıt cami kürsülerindeki halka hitapları bu dergide yayınladı.

Osmanlı, işgal devletleri tarafından paylaşılmış ve Anadolu işgal edilmeye başlanmıştı. Osmanlı yönetimi pek ümit vermediğinden, bu son Haçlı saldırılarına karşı Müslüman halk neticeyi pek düşünmeden Ankara merkezli mücadeleye destek veriyordu. Mehmet Akif de onlardan biriydi. Gün uzun uzun düşünme günü değildi. Çünkü Haçlı ülkeleri olan İngiltere, Fransa ve İtalya kapıya dayanmışlardı. Bir şeyler yapmak için Ankara’ya gitti.

Halkı galeyana getirmek için hutbeler vermeye başladı. Sebilurreşat, İstanbul’dan Anadolu’ya taşındı. 1920’de Mehmet Akif, Burdur Mebusu olarak Meclise girdi.

İMAN DOLU GÖĞÜSLERİN EKTİĞİ BAHÇEDE YABANCI OTLAR
Kurtuluş Savaşı bitmiş, yeni Cumhuriyet asli rengini göstermeye başlamıştı. Meclisin muhaliflere hiç tahammülü yoktu. Hilafet kaldırılmış ve laik bir cumhuriyet tesis edilmeye çalışılıyordu. Hem halkın hem de Akif’in beklentisi bu değildi. İman dolu göğüslerin ektiği bahçede yabancı otlar bitmişti. Akif kırgındı. Mısır’a gitti. Orada uzun yıllar kaldı. Bu arada Kurtuluş Savaşının kazanılmasında gerekli manevi desteği veren ‘’Sebilurreşat’’ dergisi irtica damgası yemiş ve Şeyh Said kıyamından sonra tamamen kapatılmıştı. Akif açısından tam anlamıyla hayal kırıklığı yaşanıyordu.

Daha önce Diyanet İşleri Reisliğiyle varılan mutabakata göre Kur’an mealini hazırlayacaktı. Nitekim çalışmasını yaptığı Türkçe Mealini her ne kadar görmesek de, Akif gibi biri hazırladığından çok güzel neticelendiğini söyleyebiliriz. Ancak meali Diyanete teslim etmedi. Çünkü endişeliydi. Ezanı Türkçe okuyan bu güruh, meali Türkçe ibadete esas yapabilirdi. Bu nedenle tamamladığı çalışmasını ilgililere teslim etmedi.

Mısır’da hastalandı. Hava değişimi iyi gelir diye Lübnan’a, sonra da Antakya’ya gitti. Ancak çare bulamayınca İstanbul’a geldi.
27 Aralık 1936 tarihinde, İstanbul Beyoğlu’ndaki Mısır apartmanında ömrünü tamamladı. Ertesi gün gazeteler Akif’in ölüm haberini yayınladılar. Cenaze, Beyazıt camisine getirildi. Resmi görevlilerden kimsenin olmaması gözlerden kaçmadı. Ancak binlerce genç cenazeyi omuzlamıştı bile. Bu gençlerden birçoğu cenazeden sonra gözaltına alındı. Bunlar belki de Akif’in ‘’Asımın Nesli’’ değdi gençlerdi.

KURTULUŞ REÇETESİ

Sultan İkinci Abdülhamit’in dönemini müşahede etmiş. Balkan, Trablusgarp ve Birinci Dünya Savaşları gibi harpleri yaşamış ve kendi devrinde hilafetin ilgası ve laik cumhuriyetin kuruluşunu görmüş olan Akif’in elbette yarına söyleyeceği üç beş kelamı vardı.

Osmanlı’nın kurtuluşu için kendi döneminde 3 görüş öne çıkmaktadır.
- Türkçülük
- Batıcılık
- İslamcılık
Türkçülük, Ziya Gökalp tarafından bir doktrin olarak işlenmekte ve tüm Türk dünyasını içine alan Turancılık fikrini ön görüyordu. Ancak koca Osmanlı coğrafyasını bir arada tutan Ümmet bilincinin yerine ikamet edilmeye çalışılan Ulus fikri, Anadolu gibi Osmanlı coğrafyasının yanında küçücük kalan bir yerde bile Kürtlerle Türkleri kaynaştırmadı. Her gün ümmetin bu iki azası arasında yaşanan çatışma hepimizin gözü önündedir. Bunun en önemli sebebi Türkçülük fikridir. Çünkü Kürtlere empoze edilmeye çalışılan Türkçülüğe tepki olarak Kürtçülük gelişmiştir.

Batıcılık fikrini, Tevfik Fikret temsil ediyordu. Ona göre Batı ileri seviyedeydi ve ilerlememiz için Batıyı tüm yönleriyle kabul etmemiz gerekirdi. Bu anlamda düşüncelerini oğlu Haluk’ta ete kemiğe büründürmüştü. Oğlu Haluk’u Batıya göndermiş ve Batının tüm değerlerini kabul etmesini istemişti. Haluk bu şekilde yetişmiş ve neticede kökünden, dininden uzaklaşmış ve kısa bir süre sonra din değiştirmiştir.

ASIMIN NESLİ

İslamcılığı, Mehmet Akif temsil etmektedir. Ona göre batının ilmi alınmalı ama kültür ve değerlerinden şiddetle kaçınılmalıdır. Bütün bu düşüncelerini Asım adlı bir kişilikte somutlaştırmıştır. Asım, Safahat’ta 6. kitabın ismidir.
Eserde 4 kişi konuşturulmaktadır.

Hocazade: Mehmet Akif
Köse İmam: Ali Şevki Hoca–Mehmet Akif’in babası Tahir Efendinin eski bir öğrencisidir.
Asım: Köse İmamın oğlu
Emin: Hocazade’nin yani Mehmet Akif’in oğludur.

BİRİNCİ ASIM
Asım, aslında bir neslin projesidir. Kanaatimce Mehmet Akif, Asım’a Hz. Peygamberin sahabelerinden Asım bin Sabit’in şahsiyetini uyarlamaya çalışmaktadır.

Peygamberimiz (sav) kabilelerine İslam’ı öğretmek üzere öğretmen talebinde bulunan kişilerle beraber, aralarında Asım bin Sabit’in de bulunduğu 10 kişilik bir eğitici heyet gönderir. Ancak Reci denilen bir subaşında bu öğretmen sahabeler topluluğu Lihyan Oğullarının saldırısına uğrarlar. Lihyan Oğullarının amacı onları esir edip Kureyş’e satmaktır.

Bu nedenle onları sağ ele geçirmeye çalışıyorlardı. Fakat Asım, teslim olmamaya kararlıdır. O yiğitçe şöyle haykırıyordu: ‘’Ben müşriklerin himayesini ömrüm boyunca kabul etmemek üzere yeminliyim. Vallahi bu kâfirlere asla teslim olmam. Allah’ım Resulullah’ı durumumuzdan haberdar et.’’ Bir taraftan da ok fırlatıyordu. ‘’Ben ne diye çarpışmayayım. Gücüm kuvvetim yerinde, oklarım yanımda, yayımın kirişi kalın, enli temrünler sebebiyle kayıp gitmekte. Ölüm hak, dünya boş ve geçicidir. Takdir edilen elbette başa gelecektir. İnsanlar er geç Allah'a dönecektir.”

Bu kahraman sahabe birçok müşriki yere serdikten sonra, şehit olacağı esnada şu duayı yaptı: “Allah’ım Senin dinini korumaya çalıştım. Sen de cesedimi müşriklerden koru.” Müşrikler Hz. Asım’ın başını alıp Sülafa adındaki bir kadına satmak istiyorlardı. Sülafa Asım’ın kafatası ile şarap içmeye yemin etmişti. Ona yaklaştırıldığında bir arı sürüsü geldi. Cesedi korudu. Sonra görülmemiş bir yağmur yağdı ve cesedi sel alıp götürdü.

Akif’in Asım’ı:
Şimdi Mehmet Akif’in Asım’ına dönelim,
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla övemem
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem

Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum

Adam aldırmada geç git diyemem aldırırım
Çiğnerim, çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım
Bu dizelerden Asım’ın nasıl bir genç olması gerektiğinin belirtileri mevcuttur. Asım geçmişine sahip çıkan, çevresine duyarlı, hakkı haykıran bir gençtir. Tabi sadece bunlar yetmez.

Doğrudan doğruya Kuran’dan alıp ilhamı
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı
Kuru dava ile olmaz fakat ilim ister
Ben o kudrette adam göremiyorum sen göster
Burada Asım Kur’an’dan beslenmektedir. Hurafelerden arındırılmış din ile ilim bir araya getirilir ve yarının kurtarılmasına çalışılır.

Asım, Avrupa’nın ilmini almalıdır. Ancak İslam’ın hizmetine koymak için harcamalıdır. Mehmet Akif bu nesle güvenmektedir. Hele hele Çanakkale’de şehit olanların çoğunun medreseli, mektepli olması onu hayli ümitlendirmiştir.

Asım’ın nesli diyordum ya… nesilmiş gerçek
İşte çiğnetmedi namusumu çiğnetmeyecek.
Asım’ın Neslinin ilk Asım gibi Kur’an’a bağlı olması ve o iman ile cephelerde gösterdiği mukavemet ve İslam’ı korumaya çalışması, ilim ve İslam ile yoğrulmuş zihinsel yapısı tarihte yaşanan ihtişamlı günlere geri dönüşüm müjdesidir.

Elbette Akif, Asım’ın Nesli derken iman, irfan, bilgi ile donanımlı saygıya değer bir yapısı olan zulme karşı gelen, İslam’ı cenk meydanlarında koruyan Kur’an’ı yüceltmek için tüm imkânlarını seferber eden bir gençliğin somutlaştırması anlamında kullanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder