Bayırbucak Türkmenlerine yardım götüren MİT TIR'larına yönelik operasyon emrini veren en üst düzey komutan Hamza Celepoğlu ile ilgili nihayet adım atıldı. Celepoğlu ifadeye çağrıldı. Gazeteci yazar Süleyman Özışık, konuya ilişkin 8 Eylül 2014 tarihli, 'Paralel yapı TSK'ya işte böyle sızdı!' başlıklı yazısında Celepoğlu'nun Tuğgeneral olma sürecindeki skandallar silsilesini anlatmıştı
İşte o yazı:
Türkiye, Kurmay Albay Hüseyin'in adını ilk kez 17 Aralık darbe girişiminden sonra duydu. Dönemin Başbakanı Erdoğan telefonda, "Albay Hüseyin'in durumu ne olacak?" diye soruyor, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, "Yüksek Askeri Şura'ya yetişecek efendim" diyordu.
Bugün size o kurmay albayın başından geçen korkunç olayları anlatacağım. Ancak o korkunç olayları daha iyi anlatabilmem için 3 yıl geriye, yani 2011 yılının 24 Kasım gününe gitmem gerekiyor.
O günün sabahında, Silivri 7 No'lu Kapalı Cezaevi'nde "suç örgütüne üye olmak, dolandırıcılık, rüşvet" suçlarından tutuklu Özgür Balcan'a babasının vefat ettiği, eğer isterse babasının cenazesine katılabileceği bilgisi ulaştırıldı.
Balcan cenazeye katılmak istediğini belirtince, Albay Hüseyin'in hayatını karartacak olaylar silsilesi de başlamış oldu.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Balcan'a "yol hariç 2 gün izin" verdi. Bir astsubay, bir uzman çavuş ve iki er, Balcan'ı 24 Kasım sabahı cezaevi aracıyla Tekirdağ Muratlı'daki cenaze evine götürdü.
Defin işleminin ardından geceyi geçirmesi için Tekirdağ F Tipi Cezaevi'ne konan Balcan, ertesi gün cenaze evine tekrar götürüldükten sonra tutuklu bulunduğu Silivri'ye geri getirildi.
"Tamam işte, bütün prosedür kanunlar çerçevesinde yerine getirilmiş. Aksilik ve yanlışlık bunun neresinde?" diyebilirsiniz.
Acele etmeyin, okumaya devam edin!
Ertesi gün memur suçları savcısı Mehmet Kurt, inanılmaz bir işe imza atarak Balcan'a refakat eden askerler hakkında tuhaf bir gerekçeyle soruşturma başlattı. Soruşturmanın konusunu merak ediyorsanız, söyleyeyim:
"Kamu görevinin sağladığı nüfuzu kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak!"
Yanlış duymadınız!
Soruşturma, hürriyeti zaten mahkeme kararıyla kısıtlanan bir tutuklunun hürriyetini kısıtlama gerekçesiyle başlatıldı!
Daha vahim olanı söyleyeyim!
Tutuklu Özgür Balcan, suçlanan şahıslardan davacı olmayacağını söyleyince, Cumhuriyet Savcısı Mehmet Kurt eylemi, "hürriyeti tahdit" kapsamında değerlendirerek res'en soruşturma başlattı.
Evet, yine yanlış duymadınız!
"Gece cenaze evinde kalması gerekirdi, siz en yakın cezaevinde konaklattınız" bahanesiyle açıldı o soruşturma...
Soruşturmaya, tutuklunun sevki sırasında kendisine refakat eden uzman çavuş, astsubay çavuş, sevk kararını imzalayan bölük komutanı yüzbaşı, sevk kararını bölüğe havale eden tabur komutanı binbaşı ve tabura sevk kararını mesaj emriyle gönderen İl Jandarma Alay komutan yardımcısı yarbay da dahil edildi.
Ve en önemlisi...
Soruşturmaya bir komutan daha eklendi. Zaten soruşturmanın başlatılmasındaki asıl amaç da buydu. O komutan, Başbakan Erdoğan ile Sadullah Ergin arasındaki telefon görüşmesinde adı geçen İl Jandarma Alay Komutanı Kurmay Albay Hüseyin Kurtoğlu'ydu!
Kurtoğlu'nun soruşturulabilmesi için 4483 Sayılı Yasa gereğince HSYK'dan izin alınması gerekiyordu.
HSYK bu konuda uyarıda bulununca savcılık, işlenen suçun "Adli görev suçu" olduğunu belirterek bu itirazı da reddetti. HSYK bu itiraz üzerine bir kez daha, "Adli görev suçu olsa bile yargılanamaz" diye uyarı gönderince savcılık bu kez, "Bu bir kişisel suçtur" diyerek soruşturma için izin alınmasına gerek olmadığını savundu.
Bir süre sonra savcının suç duyurusu kabul edildi ve mahkeme görülmeye başlandı. Burada ise bambaşka bir hukuk skandalı yaşandı.
Davanın görüldüğü mahkeme hakimi kısa süreli raporluyken başka bir hakim apar topar duruşmaya çıkarıldı. Bu hakim büyük bir görev aşkıyla dosyayı hemen inceleyip, tek duruşmada 6 sanığın da mahkumiyetine karar verdi.
Oysa tüm hakimler bilirler ki başka hakimin mahkemesine geçici olarak çıkılan duruşmalarda hakimler karar vermez, delilleri toplar ve kararı esas yetkili hakime bırakırlar. Basit düşme kararları bile esas yetkili hakimin iş yüzdesi etkilenmesin diye karara bağlanmaz yetkili hakime bırakılır.
Bu yapılmadığı gibi, yetkili hakim yerine karar veren diğer hakim 2 gün içinde 11 sayfalık bir gerekçeli karar da yazarak dosyayı kapattı..
Çıkan karar da dehşet vericiydi..
Sanıklar 1 yıl 6 ay cezaya çarptırıldı. Ancak erteleme, paraya çevirme ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması gibi bir durum yaşanmaması için, suçu işleyen şahısların birden fazla oldukları ve nüfuzlarını kullanarak bu suçu bilerek ve isteyerek işledikleri gerekçe gösterilerek cezalar iki katına çıkarıldı.
"Bu nasıl bir hukuk skandalıdır" diyorsunuz değil mi?
Durun daha durun!
Aşağıda bundan çok daha fazlasına tanık olacaksınız!
Dosya Yargıtay'a geldiğinde, bu karar ilgili daire tarafından Türk Ceza Kanunu'nun 53. maddesinin yanlış uygulanması nedeniyle düzeltilerek onandı.
Vallahi de billahi de yine yanlış duymadınız, bu karar yargıtay tarafından onandı.! Onama kararı bir süre sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın önüne gelince işin rengi değişmeye başladı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bu kararın hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle dairenin onama kararına itiraz edince dosya tekrar aynı dairenin önüne geldi.
Dairenin mevzuat gereği iki seçeneği vardı.
Ya “kararımız doğrudur” diyerek dosyayı Ceza Genel Kurulu’na götürecek, ya da “Biz bu kararı onayarak hata yaptık” deyip kararını düzelteceklerdi.
Yargıtay ilgili dairesi ikinci yolu seçerek yapılan hukuk faciasının genel kurul tarafından öğrenilmemesi için kendi kararını oybirliğiyle bozup, "Burada suç yoktur, sanıkların beraatine karar verilmesi gerekir" diye karar verdi.
Derin bir oh çekip, "Hele şükür, adalet nihayet yerini buldu" dediğinizi duyar gibiyim. Ancak hiç de öyle değil!
Buraya kadar anlattığım tüm bu dava süreci yaklaşık 3 yıl sürdü.
Kurmay Albay Hüseyin Kurtoğlu bu dava sürecinde açığa alındı. Açığa alındığı dönem onun Yüksek Askeri Şura kararlarıyla bir üst rütbeye terfi edeceği dönemdi. Albay Hüseyin Kurtoğlu’nun beraat etmesini bizzat Genelkurmay Başkanı Necdet Özel istemiş, Erdoğan da bu durumu dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin'e bildirmişti.
Eğer bugün terfi etseydi Türkiye ondan, "Tuğgeneral Hüseyin Kurtoğlu" diye bahsedecekti. Onun yerine bir başka isim terfi etti.
Kamuoyu, Hüseyin Kurtoğlu'nun yerine Tuğgeneral olan kişinin kimliğini aylar sonra, Türkiye'yi ayağa kaldıran bir olay sonucunda duydu.
O Tuğgeneral, 19 Ocak 2014'te MİT tırlarının Adana'da durdurulması emrini veren Adana Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Hamza Celepoğlu'ydu!
Ha!
Albay Hüseyin Kurtoğlu'nun hayatını karartan kararı veren mahkeme hakimi kim mi? Onun adı da Ahmet Türkeri.
Şu anda Diyarbakır'da görev yapan Ahmet Türkeri HSYK seçimlerinin yapılacağı şu günlerde adalet.org sitesinde, adaletin nasıl olması gerektiğinden bahsediyor, sabah akşam hükümeti topa tutuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder