techir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
techir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Nisan 2014 Pazar

Milletimi lekeden kurtarmak istiyorum


Mehmet Celal Bey’in yazıları, ‘fiilin mesuliyetini bütün Türklere teşmil etme’ çabasına da cevap niteliğindedir.

İleri gelen dostlardan bazıları Ermeni olayları hakkındaki malumat ve görüşlerimi yazmaklığımı tekrar tekrar hatırlattılar. Gazete muharrirlerinden tanıdığım bazı muhterem kişiler de bu mesele hakkında mülakat yapmak için müracaatta bulundular. Bendeniz, karşılaştığımız müşkülleri ve anlaşmazlıkları arttırmamak için şimdilik susmayı tercih etmiştim. Fakat geçen gün Jamanak gazetesi yazarlarından bir zat ile görüştüm. Konuşmamızda Ermenilerden birçoğunun son fiilin mesuliyetini bütün Türklere teşmil etmek istediklerini de anladığım için milletimi böyle bir lekeden kurtarmak maksadiyle kendisine biraz izahat vermiştim. Muharrir görüşmemizde not almadığı için fikirlerimi tamamiyle söylediğim gibi gazete sütununa geçirememiş. Diğer yandan şu çirkin hadisenin örtülecek ve tevil edilecek hiçbir noktası kalmamış olduğundan Ermeni olaylarını bildiğim bütün tafsilatıyla, bütün iğrençliğiyle hakikat meydanına koymayı, her şeyi gördüğüm, anladığım gibi naklederek verilecek hükmü medeniyet ve insaniyatın takdirine havale etmeyi münasip gördüm.
Tesadüf beni daha meşrutiyetin başlarında Ermeniler hakkında doğru incelemelerde bulunabileceğim bir mevkiye sevk etmişti. 31 Mart hadisesinden sonra Erzurum Valiliğine tayin olundum. Ve iki sene orada kaldım.

Erzurum’da gördüğüm toplumsal düzen

O zamanlar Ermenilerle Kürtler arasında bazı anlaşmazlıklar vardı ki bunların en mühimi arazi meselesi idi. Bütün fertlerine eşit haklar bahşeden bir memlekette çeşitli unsurlar arasında barışı temin için öncelikle bu anlaşmazlıkları her tarafın hoşnutluğunu gerektirecek bir tarzda halletmek, herkese hakkını vermek, her şahsın yetkisini kanunen temin, fertlerin diğerlerine tecavüz ve zorbalığını men etmek, memlekette kanunu -yalnız kanunu- hâkim kılmak lazım idi. Ben de bu gayeyi takip ettim.
Öncelikle anlaşmazlık sebeplerini, memleketi ve halkı layıkıyla anlamak için incelemelerde bulundum. Herkesle görüştüm. İfadelerini dinledim. Tekrar tekrar vilayetimin her tarafını dolaştım. Çadırlarında Kürt beylerine, köylerinde Ermeni çorbacılarına misafir oldum. Erzurum vilayetinde bir iki gün durup kalmadığım bir nahiye merkezi yoktur.
Bu incelemelerin neticesinde anladım ki, unsurlar arasında esaslı bir ihtilaf yok. Bilakis Türkler ve Kürtler ile Ermineler arasında asırlardan beri yerleşmiş bir dostluk, karşılıklı bir emniyet, mevcut. Hamallık, bekçilik yapmak üzere İstanbul ’a, İzmir’e giden Kürtler, çoluk çocuğunu komşusu Ermeni’nin himayesine ve ticaret için Rusya’ya, Amarika’ya giden Ermeniler de ailelerini Türk ve Kürtlerin korumasına tevdi ediyorlar ve iki taraf da bu emanetleri iyi korumaya çalışıyor, bütün vilayette yalnız iki sınıf halk vardı. Biri başkalarının hakkına tecavüzle menfaat temin eden mütegallibe, diğeri bir mütegallibenin kötü zulümleriyle ezilmiş, mukavemet kuvvetini kaybetmiş olan zulüm görenler yani Türkler, Kürtler ve Ermeniler.
(…)
Bu vilayetten iki sene devam eden memuriyetim, Müslüman olmayan kavimler arasında bize en yakın olan ve bizimle beraber yürümeye en müsait bulunan kavmin Ermeniler olduğuna dair olan kanaatimi takviye eyledi. Erzurum Ermenileri arasında vatan endişesiyle kalpleri titreyen ve memletin her türlü mukadderatından cidden alakadar olan pek çok tacirler tanırdım. Bu adamların hiçbiri bugün hayatta değildir. İstisnasız olarak cümlesi ya Erzincan’ın isimsiz izbelerinde ya Diyarbekir’in kızgın çöllerinde elîm ve feci surette hayatlarını terk etmişlerdir. Bu tafsilatı vermemin nedeni, Ermenilerin hiç olmazsa hepsine yakın bir büyük ekseriyetinin ruhen ve fikren bu memlekete bağlı, memleketin her halinden bizim kadar müteessir oldukları hakkında, tecrübe ve müşahadeye dayandığı için inkâr edilemez kesin kanaatimi bir defa daha tekrar etmek maksadına yöneliktir.

Ermeni facialarının doğurduğu sonuçlar

Şüphe yok ki Ermeni faciaları ve bunun doğurduğu felaketler, Harbi Umumi’nin doğurduğu musibetlerden daha büyüktür. Ve bu cinayetler ve bir de Suriye’de tatbik edilen mecnunca siyaset olmasa idi mağlup olmakla beraber cihan medeniyeti ve insaniyete karşı bu derece üzücü ve müşkül vaziyette bulunmazdık.
Tahminen beş asırdan beri Ermenilerle bir arada yaşıyoruz. Eğer son senelerde gördüğümüz elem verici hadiseler o zamanlarda zuhur etmiş olsa idi şimdiye kadar bu memlekette ya Ermeni ya Türk kalmazdı.

ERMENİ OLAYLARI VE SEBEPLERİ VE TESİRLERİ (2)
Zeytun’da neler oldu?

Harbin başlamasında Halep Valiliğinde bulunuyordum. Vilayetin umum nüfusuna nazaran pek az olan Ermeniler, sükûn ve emniyet içinde iş ve güçleriyle meşgul oluyorlardı. (…) Yalnız Zeytun’da yirmi otuz kadar Ermeni asker firarisi vardı. (…) Ve firarilerin Yemen ve sair uzak yerlere sevk edilmeyerek askerlik hizmetlerinin yakın vilayetlerde yerine getirilmesine müsaade edilmek şartıyle teslim olmalarını temin etmiştim.
(…)
Meselenin iyi surette halledileceği bir sırada Maraş sancağının Halep’le bağı kesilerek müstakil liva kabul edildi. Ve vilayetin Zeytun üzerine müdahale hakkı kalmadı. Hiç lüzum yok iken Zeytun’a asker sevk edilerek oradaki ahali çoluk çocuklarıyla beraber çıkarılıp Konya’nın ağır havasıyla meşhur olan Sultaniye (Karapınar) kazasına nakledildi. Her taraftan Ermeni tehciri başladı. Başlangıçta öteden beriden gelen Ermenileri Konya’ya gönderiyor idik. Sonradan bunların Konya’ya değil Deyrizor’a gönderilmelerine dair emir aldık.

Halep’ten Ankara ’ya oradan Konya’ya niçin nakledildim

İtiraf ederim: Ben bu emirlerin, bu icraatın Ermenileri mahva yönelik olduğuna kani değildim. Çünkü hiçbir hükümetin kendi tebaasını ve memleketin en büyük serveti sayılması gereken insan sermayesini bu suretle imhayı gerekli göreceğine ihtimal vermiyordum.
(…)
Adana ve sair yerlerden art arda Ermeni kafileleri geliyordu ve neşrolunan Tehcir Kanunu gereğince vilayet dahilindeki Ermenilerin de çıkarılması için pek şiddetli emirler veriliyordu. Antakya’daki Ermenilerin tehciri hakkında iş’arı (emri), vilayet valisi sıfatıyla Halep vilayetinde hiçbir Ermeni’nin cebren meskeninden çıkarılarak uzak diyarlara sürülmesini icap ettiren bir kabahat işlemediklerini bildiğim için infaz etmedim. Bu itaatsizlik, Halep’ten Ankara’ya naklime ve üç dört gün sonra da Konya’ya gönderilmeme sebep oldu.
(…)

Asırlarca telafisi mümkün olmayacak

Ermeniler hakkında yapılan muamelenin her bakımdan mukaddes vatanın yüce menfaatlerine aykırı olduğunu mütemadiyen telgraf ve yazışmalarla Babıâli’ye yazmakta idim. Bunlar arasında mensup olduğum Nezaretin nazırına yazdığım gizli ve hususi bir yazıda “Ermeni kavmi nüfusu memleketin ehemmiyetli bir kısmıdır. Umumi servetin belki dörtte biri Ermeniler elindedir ve memleketin teşebbüs kuvvetinin yarısına yakını miktarına bunlar sahiptir. Mahvlarına çalışmak memleket için asırlarca telafisi mümkün olmayacak derecede büyük bir zarardır. Bütün dünyadaki düşmanlarımız toplanıp aylarca düşünseler bize bundan büyük bir fenalık edemezler” demiştim. Görüşlerimin hiçbiri dikkate alınmadı. Konya’da iki gün kaldıktan sonra İstanbul’a geldim. Selahiyet sahibi olanlara bu teşebbüsün zararlarını anlatmaya çalıştım. Maalesef kimseye meramımı anlatmak mümkün olmadı.

Konya yolunda gördüğüm feci manzaralar

Ermeniler hakkında tatbik olunan siyasetin mukaddes vatanımızın hayati yüce menafaatlerine tamamiyle aykırı olduğu kanaatinde bulunan namuslu bir adam, tabiatiyle bu icraata iştirak edemezdi. Bu bakımdan Konya’daki Ermeniler de çıkarılacak ise oraya bu gibi işleri yapabilecek başka bir adam göndermelerini söyledim. Çıkarmayacaklarını temin ettiler. (…) Vilayetin ilk istasyonu olan Akşehir’e vardığımda kasabadaki Ermenilerin evlerinden çıkarılarak sevk edilmek üzere İstasyonda toplanmış olduklarını gördüm. Ilgın ve diğer istasyonlarda da aynı hali müşahade ettim. Bu biçarelerin cümlesini evlerine gönderdim.
Ilgın’da gördüğüm feci bir manzarayı ömrüm oldukça unutamayacağım: Sevk edilmek üzere istasyonda toplanmış ve günlerden beri tren bekleyerek açıkta bırakılmış olan kadın, erkek, genç ve ihtiyar yüzlerce nüfus arasında kuyruk sokumu hizasından itibaren iki bacaktan mahrum bir biçare de vardı. Altına bir meşin parçası bağlamış ve ellerine bir nalın geçirmiş, boynuna boyacı kutusu asmış olan bu zavallı, hayatını dilencilikle ve müşteri bulursa kundura boyamakla kazanıyordu. Uğradığı muamelenin sebebini katiyyen anlayamayan bu talihsiz de sürülecekler, kovulacaklar arasına dâhil edilmişti. Vilayet merkezine vardığımda Konya Ermenilerinin de bu biçimde istasyona indirilmiş olduğunu ve bundan başka İzmit ve Eskişehir ve Karahisar’dan gelen binlerce halkın açıkta ve bezden, yorgandan, keçeden yapılmış çadıra benzeyen örtüler altında ve yürekler yaralayacak derecede mahrumiyet ve sefalet içinde geleceklerini beklemekte olduklarını gördüm. Diğer yerlerden gönderilenler hakkında doğrudan doğruya bir şey yapamazdım. Yalnız Konyalıları evlerine iade ettim ve diğerlerine göçmenler tahsisatından yevmiye verdirmeye başladım.

Ellerimle, tırnaklarımla tutabildiklerimi kurtardım

Benim Konya’daki halim elinde hiçbir tahliye vasıtası olmadığı halde nehir sahilinde duran adamın haline benziyordu. Nehirde su yerine kan akıyor ve binlerce masum çocuklar, kabahatsiz ihtiyarlar, aciz kadınlar, kuvvetli gençler bu kan akıntısı içinde yokluğa doğru akıp gidiyorlardı. Ellerimle, tırnaklarımla tutabildiklerimi kurtardım ve diğerleri zannederim bir daha dönmemek üzere akıp gittiler.
Konya’da Doktor Dod (Deyvid ?) isminde Amerikalı bir misyoner tabip vardı. Sefalet neticesi olarak hastalanan Ermenileri tedavi ediyor ve gücü yettiği zamanlarda bazılarına sıcak çorba veriyordu. Az müddet zarfında bu zat ile aramızda dostluğa yakın bir yakınlık hasıl oldu. Bir iki defa hastaneye gittim ve gösterdiği insanca muameleden dolayı kendisine teşekkür ettim. Bu insaniyetli doktoru da ben Konya’dan çıktıktan sonra memleketine kovduklarını sonradan haber aldım. Haydarpaşa’dan gelen trenler her gün binlerce Ermeni getiriyor, Konya İstasyonu’na yığıyordu. Ve bunların daha ileri sevki için mütemadiyen İstanbul’dan emir tebliğ ediliyordu. Ve ben vagon verilmedikçe sevkıyatın mümkün olamayacağını söyleyerek özür diliyordum. Şu hal haftalarca devam etti ve bu müddet zarfında ancak bir iki kafile Ermeni Ereğli’ye kadar sevk edilebildi. Sevkıyatı hızlandırmak için çeşitli vasıtalarla resmî ve gayri resmî makamlardan her gün tazyik edilmekte idik. Muhacirler ve Aşiretler Umum Müdürünü bu işleri yoluna koymak için memur etmişlerdi. Bize onun tebligatını Nezaretin emri gibi telakki etmemizi bildirmişlerdi. Ben fikrimi hiçbir vakit saklamadım. Bu teşebbüsü memleket için zararlı addettiğimden iştirak edemeyeceğimi İstanbul’da ve Konya’da herkese söyledim. O zamanlar Konya’da bulunan vilayet mebuslarına da aynı surette beyanatta bulundum.
MEHMET CELAL BEY KİMDİR?

Mehmet Celal Bey, 1863’te İstanbul’da doğmuş, 1883’te Mülkiye Mektebi’nden mezun olmuştur. Ticaret ve Ziraat Nezareti tarafından Almanya’ya öğrenime gönderilmiştir. 1908’de Mülkiye Mektebi müdürlüğünde bulunmuş, 1910’da Erzurum Valiliği’ne atanmıştır. 1911’de de Dâhiliye Nazırlığına getirilmiştir. Aynı yıl Edirne Valisi olmuştur. 1913’te de Ticaret ve Ziraat Nazırlığı yapmış, 1914-1919 arasında Halep, Konya ve Adana valiliklerinde bulunmuştur. Mehmet Celal Bey, 1923’ten sonra İstanbul Reji Başmüdürlüğüne getirilmiş, 1926 yılında İstanbul’da ölmüştür. Cenazesine kalabalık bir Ermeni nüfusu da katılmıştır. Taksim Meydanı civarındaki mezarı 1940 yılında bölgede yapılan geniş çaplı düzenlemeler sonucu üzerinden yol geçilerek yıkılmıştır. Celal Bey’in yazısının önemi, Ermeni göç ettirme olayını vali olarak Halep’te ve Konya’da yaşamış olmasından kaynaklanmaktadır. Tehcir sırasında gördüğü kanunsuzluklara karşı çıktığı için de görevinden alınan birkaç idareciden biridir.

Ermeniler gibi Biz Türkler de davacıyız!



Mehmet Celal Bey, ‘mefkure’ yani ‘ideal’ uğruna yapıldığı öne sürülen ‘Tehcir’e karşı, ‘Hangi mefkure’ diye sorar ve yapanlardan, sadece Ermenilerin değil Türklerin de davacı olması gerektiğini söyler.
Merkezi Umumi Ermeni sevkini milli mefkûre saymış
Mehmet Celal Bey, tehciri memleket için zararlı addettiğini iştirak etmeyeceğini İstanbul ve Konya’da bulunan vilayet mebuslarına söylediğini dile getiriyor ve sonrasını şöyle anlatıyor: “Bu mebuslardan biri İstanbul’dan dönüşünde Merkezi Umumi azasından bir zatın selamıyla beraber ‘Bu işin Merkezi Umumiyece enine boyuna düşünülerek kararlaştırılmış olduğundan değiştirilmesinin mümkün olamayacağını ve Ermenilerin bu suretle sevki millî mefkûre icabaplarından olduğundan kendi kanaatimi feda etmekliğim lazım geleceği’ hakkındaki ifadesini tebliği etti ve kendi tarafından da ‘Bu noktada onların görüşlerine muhalefet edersem beni kaldıracaklarını ve Konya’nın benden mahrum kalacağını’ söyledi. Hangi millî mefkûre? Türkler ve Müslümanlar icra edilen bu cinayetlerden dolayı kan ağlıyorlar. Fakat önlenmesine çare bulamıyorlardı. Böyle zulümlere millî mefkûre demek millet için en büyük bühtan ve hakarettir.”
Tabii bu tehditler benim görüşlerimi değiştiremedi. Kanaatim dairesinde harekete devam ettim. Dâhiliye Nezareti’nden, akrabalarından isimlerini hatırlayamadığım dört beş kişinin İzmir’e iadesi hakkında emir elde etmiş olan İzmir mebusu İhsan(?) Onnik Efendi’nin delaletiyle adı geçenin akrabasından olan ve olmayan Ermenilerden on beş yirmi biçare kurtarılarak İzmir’e gönderilmiş idi. Ancak bunların bir kısmı yolda Karahisar mutasarrıfı tarafından tevkif olunarak hakkımda İstanbul’a bir jurnal verildiğini Dâhiliye Nezareti’nin soruşturma telgrafından anladım. Cevaben “İhsan Onnik Efendi’nin dayızadeleri iade edildiği halde mesela emmizadelerinin iadesinde mahzur tasavvur etmediğimden bu suretle hareket ettiğimi” yazdım. Bu yazışma dosyaları Dâhiliye Nezareti’nde, Konya Vilayeti’nde korunuyor olmak lazım gelir. Kocaları ve velileri askerde bulunan kimsesiz Ermeni ailelerinin şimendifer müstahdemleri ile çoluk çocuklarının, Ermeni Katoliklerinin tehcirden istisnalarına karar verilmişti. Bu kararı mümkün olduğu kadar Ermenilerin lehine yorumladım. Bu da pek kolay olmadı. Mesela Konya şimendifer memurlarından Efkaryan Efendi’nin Ermeni Katolik milletine mensup olan hemşiresini Konya’ya getirtebilmek, Ankara Vilayeti’ne dört beş telgrafname göndermekle mümkün olabildi. Her vesileden istifade ederek diğer yerlerden gelen Ermenilerden yaklaşık otuz bin kadarı Konya’da bırakıldığı gibi, asıl Konyalı olanlar da yerlerinden çıkarılmadı. Fakat benim yerime gelenin görev yerine giderken Akşehir ve Ilgın’dan geçtiği sırada orada o mebusların tehciri için emir verdiğini ve binaenaleyh bunların da sevk edildiğini sonradan işittim.
İşte yerlerine iade edilmekte olduklarını gazetelerden okuduğumuz Ermeniler, benim Konya’da ve Faik Ali Bey’in Kütahya’da alıkoyabildiğimiz Ermenilerdir. Ve bunlar bırakılmış olsa idi zannederim bugün yerlerine iade edilecek Ermeni bulunamayacak idi.
‘Aynı anda görevden alındım ve istifa ettim’
Ermenilerin en hafif tabiriyle tehcirini gerekli bulanlar ve bu işe teşebbüsü millî mefkûre olarak adlandıranlar, benim kendileriyle işbirliği yapamayacağımı nihayet anladılar ve azlimi istediler. Ben de memuriyetime devamımın kabil olamayacağını anlamıştım. Azledilme kararıyla kaldırılmaklığım için vuku bulan müracaatlarım aynı zamana tesadüf etti ve Konya’dan ayrılarak İstanbul’a geldim.
Daha hareketim günü akşamı Konya’daki Ermenilerin sevkine memur olanlardan ikisinin İstanbul’daki Ermenilere “Babanız gitti, siz de gideceksiniz” dediklerini İstanbul’da haber aldım. Şu felaketin önünü alabilmek için İstanbul’da mümkün olabilen her şeyi yaptım. Herkese müracaat ettim. Hiçbir fayda sağlanamadı. Bilakis “sen kanaatini millî mefkûreye feda etmedin” diye terslendim.

ERMENİ OLAYLARI
VE SEBEPLERİ VE
TESİRLERİ (3)
Maksat imha idi

Biraz da şu kararı almaya ve uygulamaya selahiyattar olan kişileri sevk eden sebepleri araştıralım: Ermeni vatandaşlarımız da itiraf ederler ki harbin başlarında henüz hiçbir Ermeni’nin burnu kanamamış olduğu bir zamanda, Ermeniler çeteler teşkil ederek ordunun erzak kollarını vurmakta ve İslam köylerini yakıp yıkmakta idiler. (…) Bu açıdan bakılırsa pek çok günahsızlar bulunmakla beraber, Şark harp mıntıkasındaki Ermenilerin tehcirleri hakkındaki karar ve tehcirden dolayı, belki kendilerini müdafaa edebilirler. Ancak kararın her tarafa yayılmasından ve icra suretinden dolayı mesuliyetten kurtulamazlar.
Evet, birtakım Ermeniler düşmana yardım ettiler. Bazı Ermeni mebusları da çeteciliği mebusluğa tercih ederek birçok cinayetlerde bulundular. Hükümetin vazifesi, failleri yakalamak ve yalnız onları cezalandırmak ve bu suretle mümkün değil ise o havalideki Ermenileri düşmanca değil, dostça ve muvakkaten başka yerlerde iskân etmekti. Bir çeteci her şeyi yapabilir. Çünkü çetecidir. (…) Fakat teessüf olunur ki o zamanın hükümet ileri gelenleri komitacılık ruhunu asla kaybetmemiş olduklarından bu tehciri en cüretkâr ve hunhar çetecilerin de yapamayacağı bir tarzda tatbik ettiler. O zamanki hükümet erkânı, Rusların Sakarya vadisine taarruzda bulunacaklarını ve Ermenilerin kendilerine yardım edeceklerini tahkik ettiklerinden, ihtiyat olmak üzere tehciri Ankara, Konya ve Eskişehir’e kadar yaydıklarını söylüyorlardı. O zamanlarda Rusların yeni diretnotları henüz tamamlanmamış olduğundan Yavuz ve Midilli ile bir dereceye kadar Karadeniz’e hâkimdik. Bu şartlar altında Rusların Sakarya havzasına asker çıkarmaları mümkün değildi. Haydi bu ihtmali de kabul edelim. Acaba Bursa ve Edirne’de ve Tekfurdağı’ndaki (Tekirdağ) Ermeniler niçin çıkarıldı? Bunlar da Sakarya havzasına mı dahildi? Halep’te vilayet nüfusunun yirmide biri derecesinde bile olmayan Ermenilerden ne istendi? Doğru, yanlış, vatanın selameti için Ermenilerin bulundukları yerlerden çıkarılmaları lazım addedilmiş ise iş bu tarzda mı tatbik edilir? Ermenileri Zor’a sevk edin diye emir veren hükümet bu biçarelerin oralarda Arap göçebe kabileleri arasında meskensiz, gıdasız nasıl barınabileceklerini düşündü mü? Düşündü ise soruyorum: Oralara ne kadar gıda maddesi gönderdi? Göçmenlerin iskânı için kaç ev yaptırdı? Ve Ermeniler gibi asırlardan beri yerleşik bir hayat süren bu kavmi, ağaçtan, sudan ve hü türlü inşaat malzemesinden mahrum olan Zor çöllerine sevk etmekte maksat neydi? Maalesef meseleyi inkâr ve tevile imkân yok. Maksat imha idi ve imha edildiler. Gene gizlemesi ve saklaması mümkün değildir ki, bu kararı İttihat ve Terakki Merkezi Umumisi’nin bazı önde gelen mensupları aldı ve o merkezi umuminin tabii azası olan hükümet tatbik etti.
(…)
Rumeli’deki nüfus arasındaki farkı değiştirmek için Bulgarları, Rumları ve Sırpları mahva imkân yoktu. Onun için Basra’daki İslam muhacirleri getirmeye teşebbüs ettiler. Anadolu’da ise bu külfete olsun lüzum görmediler. Ermenilerin mahvını gerekli gördüler.
Bunu yalnız Merkezi Umumi değil, o zamanki hükümet de gerekli gördü. Böyle olmasa idi kıtale (öldürmeye) iştirak etmeyen kaymakamlar itlaf edilmez (öldürülmez), mutasarrıflar ve valiler azledildikleri halde icraata iştirak edenler terfi ettirilmezdi. Ve tehcir işleri İttihat ve Terakki mensuplarının nezaretleri altında cereyan etmezdi.
Şimdi, bence meselenin en mühim addolunan noktasına geliyorum. Şu hercümercden, şu kıtal ve cinayetlerden Müslümanlar ve bilhassa Türkler de mesul müdürler? Yoksa beri (temiz) midirler?

‘Suçlu olan Türkler değildir’

Osmanlı memleketlerinde yaşayan bütün kavimlerden daha ziyade mağdur, daha ziyade biçare ve zulme uğramış olan zavallı Türklerin alnı bir de vatandaş kanıyla lekelenecek mi? Yoksa Türkler bu cinayetlerden beri (beraat etmiş) mi sayılacak?!
Benim vicdani kanaatimce Müslümanlar ve Türkler, bu meselede tamamen berielzemmedir (suçsuzdur). İddiamı birkaç vaka ile aydınlatmak isterim.
Halep’te iken oraya tehcir edilen Ermenilere yerli Müslümanların yardım ettiklerini birçok defalar gözlerimle gördüm.
Bazı çiftlik sahipleri bana müracaat ederek kendi arazilerinde de Ermeni iskân etmekliğimi söylediler.
Gerek Halep’te ve gerek Konya’da ulema ve eşraftan birçok kişi Ermeniler hakkındaki muameleden dolayı, bana tekrar tekrar teşekkür ettiler ve onları himaye(nin) şer’an lazım olduğunu söylediler.
Gerek Halep’te, gerek Konya’da hiçbir Türk(ün), Ermenilerin mallarına tecavüz ettiğini görmedim ve işitmedim.
Görüştüğüm Türkler ve Müslümanlar arasında şu cinayetleri uygun gören, hatta bütün kuvvetiyle takbih etmeyen bir ferde rastlamadım.
Konya’dan dönüşümden sonra tanıdıklarımın cümlesi beni tebrik ettiler ve memuriyetten ayrılmamın memuriyete tayinimden daha şerefli olduğunu söylediler.

‘Zöhrap Efendi İttihatçıları evinde saklamıştı’

Zöhrap ve Varteks Efendiler Diyarbekir’e sevk edilmek üzere mahfuzen Halep’e gönderilmişlerdi. Kendileri için tayin olunan akıbeti hisseden bu iki zavallı pek üzüntülü idiler. İslamlardan birçok kişi bana ve o sırada Halep’te bulunan Cemal Paşa’ya müracaat ederek Zöhrap ve Varteks Efendilerin Halep’te kalması için iltimasta (kayırılmaları isteğinde) bulundular. Bu iki zat, dostlarımdandı. Kendilerini elimle ölüme gönderemezdim. Özellikle Zöhrap, kalp hastalığına yakalanmıştı. Halep’te kalmaları için İstanbul’a yazdım. Cevap alamadım. Mamafih ben Halep’te kaldığım müddetçe kendilerini göndermeyeceğimi vaat ettim ve vaadimi yerine getirdim. Varteks ve Zöhrap efendiler, benim ayrılmamdan bir gün sonra sevk edildiler.
Bu iki zavallı o zamanki hükümet ileri gelenlerinin en samimi dostlarından idiler. Varteks’i sık sık evinde ziyaret ederler, dostça ve ahbapça görüşürlerdi. Ve hatta boynuna sarılıp öperler idi.
Zöhrap ise Otuz Bir Mart Vakası’nda rahatını ve belki hayatını tehlikeye koyarak İttihat ve Terakki ileri gelenlerinden ve kendilerinin sürüldüğü zaman kabine azasından olan bir zatı hanesinde saklamıştı. Mamafih bunlar da ölüme sevk edildiler ve öldüler!..

Memlekette iki sınıf halk var: Ezilenler ve ezenler

Tahminime göre en az dört yüz bin Ermeni öldü. Bu kadar kanı akmış bir milletin feryat ve şikâyete hakkı vardır. Bu hakka kimse itiraz edemez. Fakat yalnız Ermeni ölmedi. İki milyondan ziyade Türk ve Arap da telef oldu. Türkler ve Araplar da Ermeniler kadar mağdur ve biçaredirler. Onların da şikâyet ve feryada hakları vardır. Ben Osmanlı memleketlerinin bugünkü halini Erzurum vilayetinin yukarıda tasvir ettiğim haline benzetiyorum. Yani bütün memlekette iki sınıf halk var. Biri başkalarının hukukuna tecavüzle menfaat temin eden mütegallibe, diğeri bu mütegallibenin şu tecavüzleriyle ezilmiş olan Türkler, Araplar, Ermeniler.

‘Biz Türkler de davacıyız’

Hepimiz mağduru felaketi bir!... Vatandan ayrılarak yollarda ölen veya öldürülen Ermenilerle Elcezire ve Suriye çöllerinde, Erzurum galesiyelerinde (dağlarında?) açlıktan, hastalıktan, soğuktan, sıcaktan telef olan veya telef edilen Türklerin ve Lübnan’da, Suriye’de açlıktan sokaklarda inleye inleye hayatını teslim eden Arapların ve Cemal Paşa’nın kanunu adaleti gereğince ipe çekilen ve sürgünlerde sefalet içinde sönüp giden zavallıların mukadderatı müşterektir. Ve bunları bu hale getiren meş’um (uğursuz) kuvvet aynı kuvvettir. Binaenaleyh Türkler de Araplar da Ermeniler gibi davacıyız. Biz de adalet istiyoruz. Birbirimize kusur bulmaktan ise el ele verip medeniyet dünyasında adalete el uzatmak (adalet istemek) ve asırlardan beri kardeşçe yaşamış olan Arapları, Türkleri ve Ermenileri bu hale getirenlerin cezasını istemek ve henüz vakit geçmemiş ise bundan böyle yine kardeşçe yaşamaya çalışmak pek uygun olur. (Son)


*Tarihin en ayıplı medeniyetleri Emperyalist Batı Medeniyetleridir. Ama onlar Mart kedileri gibi hep haklı çıkmaya kendilerini şartlandırdıkları için kendi ayıplarını hiç söylemezler. Ortaya çıkanları da örterler. Nitekim bu örtünün altında bırakılanlardan birisi de Ermenilere yaptıklarıdır. Hemen söyleyelim.Tarihte Ermenileri en büyük tehcire tabi tutanlar Doğu Romalılar-Bizanslılar-dır. Kendi egemenliklerini i ve bu arada Ortodoksluğu kabul etmedikleri için Ermenilerin yaşadığı topraklar yakılıp yıkılmış ve Ermeniler Ortadoğu ve Kafkaslar Coğrafyasının her tarafına dağıtılmışlardır. Roma-Bizans hakimiyeti dönemi Ermeniler için bu açıdan kara dönemdir.
*Onun içindir ki Müslüman Türklerin Anadolu’ya yerleşmeleri ile başlayan dönem Ermeniler için huzur dönemidir. Türkler ve Ermeniler Malazgirt öncesinden 1800’lü yılların ikinci dönemine kadar neredeyse kardeşçe denebilecek bir ilişki sürdürmüşlerdir, Yaklaşık 9 asırlık bu dönem Ermeni toplumunun Müslüman Türk çoğunluk tarafından Sadık Teba olarak görüldüğü ve diğer azınlıklara göre neredeyse ayrıcalıklı muamele gördüğü dönemdir.
*Özellikle 1820’lerden itibaren yoğunlaşan Amerikan Misyoner okullarının diğer azınlıklar yanında Ermeni azınlık arasında yaptığı yıkıcı ve ayrılıkçı çalışmalarla başlayan  sonrasında başta Çarlık Rusya’sı, İngiltere ve Fransa olmak üzere Osmanlı’yı tarih sahnesinden silmek isteyen dönemin Emperyalist devletlerinin gizli ve açık tahrikleri ile Ermeni toplumu içinde bir kısım guruplar ayrılıkçı faaliyetlere ve bu arada isyan hareketlerine başlamışlar ve ondan sonra da iki toplum arasında ip kopmaya başlamıştır.
*Başlangıçta Çarlık Rusya’sının desteği ve bu arada ABD, İngiltere ve Fransa’nın Doğu Anadolu’yu da içine alan bir Büyük Ermenistan kurdurma vaatlerinin de tahrikiyle Ermeni isyancılar_Taşnaklar, Hınçaklar ve diğerleri-başta Doğu Anadolu olmak üzere ülkenin bir çok yerinde korkunç bir Müslüman Türk katliamına-soykırımına başlamışlardır. Başta Van, Erzurum, Erzincan, Muş, Bitlis, Bayburt, Ağrı, Kars, Iğdır olmak üzere Doğu Anadolu’nun büyük bölümünde Ermeni isyanları döneminde katledilen insan sayısının 550 bin civarında olduğunu söylersek durumun ciddiyeti anlaşılır. Bu katliamlardan kurtulmak için bölgeyi  terk eden yüz binlerce insan da işin çabasıdır. Açıkça Doğu Anadolu’daki  Müslüman Türk nüfus bölgeden çıkartılarak bölge boşaltılmak ve Ermeni nüfusun bölgeye hakim olması sağlanarak Büyük Ermenistan kurulmak istenmiştir.
*O dönemOsmanlı yönetimi için bu şartlar altında Tehcir yani zorunlu göç tabir caiz ise bir zorunluluktur. Yoksa ülkenin bir bölgesi kaybedilmek üzeredir.Ve tehcir kararı bu şartlar arasında alınır.
*Tehcir döneminde ve sonrasında Ermeni toplumu şüphesiz birçok acı yaşamıştır. Nitekim, oTehcir sırasında gerek başıboş çetelerin veya intikam peşinde koşan gurupların saldırıları gerekse hastalık, açlık vs sebeplerle tarafsız tarihçilerin ve gözlemcilerin ifadesiyle 250-300 bin civarında Ermeni hayatını kaybetmiştir. Bu arada 500 binden fazla Ermeni yurtdışına göç etmiş, en az birkaç yüz bin Ermeni de din değiştirme, Müslümanlarla evlenme, yerel aşiretlere sığınma gibi yollarla bu topraklarda kalmıştır. Bu arada özellikle İstanbul ve diğer Batı illeri başta olmak üzere önemli bir Ermeni nüfus da tehcir dışı tutulmuştur.
*Gelelim işin püf noktasına ve iki cümle ile özetleyelim.
Birincisi şu: En büyük özrü hak edenler  bu topraklarda 900 yıla yakın sürede Ermenilere dostça ve kardeşçe davranarak onlara sıcak kalplerini açan ve onları ayrıcalıklı azınlık olarak görüp devletin en önemli kademelerinde görev verecek kadar kollayan, sosyal ve ekonomik hayatın önemli noktalarına gelmelerini sağlayan, sonra da Ermeni toplumunun bir bölümünün arkadan hançerlemesine muhatap olan Müslüman Türk milletidir.
İkincisi de şudur. Evet Ermenilerden birileri özür dilemelidir. Ama bunlar, huzur içinde yaşadıkları bu topraklarda onları kışkırtarak başlarına bu felaketin gelmesine sebep olan, başta ABD, Rusya, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerle o günün Hınçak, Taşnak vb Ermeni Komitacı örgüt yöneticilerinin torunlarıdır.  Gerisi hikayedir.
Ve son söz: Barış her zaman iyidir. Düşmanlıkları kıyamete kadar sürdürmek akıl dışıdır, hele bu işin tarafları bu coğrafyanın komşu toplumları ise. Ama barışın da adil olması şartıyla. Ve bu işin asıl mağduru konumunda olan Müslüman Türk milletinin vicdanı ve hukuku incitilmemek şartıyla.

13 Eylül 2013 Cuma

Ermeni techiri ve Beyaz Türkler

Geçenlerde iktisat tarihi yazanların Ermeni tehcirine hiç değinmediğini, bu konuyu kapalı bir sayfa olarak tuttuğunu; böyle bir iktisat tarihi kitabının da doğru bilgi veremeyeceğini belirttim. Bunun üzerine konuya farklı bir boyutta Engin Ardıç açıklama getirdi. Ardından bu iki yazıya Prof. Taner Akçam (Taraf) ufak tefek ekler yapmak istediğini söyledi. Şimdi Akçam'ın eklerine ek yapmak istiyorum.
Akçam "Ermenilerin büyük çoğunluğu Kürt bölgesinde yaşıyordu. Malların önemli bir kısmı, bu bölge insanı tarafından da yağmalandı. Bunlar beyaz Türk değildi" diyor yaptığı eklerde. Ve kısaca yağmayı büyük oranda o bölgede yaşayan Kürtlerin yaptığını söylüyor. Olayı bu şekilde görmek yerleşimin yoğunluğu açısından doğru fakat eksik bir değerlendirme olabilir. Çünkü Ermeni mallarının yağmalanması aracılığıyla beyaz Türk imalatı yapıldı aslında. Beyaz Türklerin bir kısmı doğu Anadolu'da, bir kısmı batı Anadolu'da imal edildi. Örneğin Çukurova bölgesinde tehcirin ardından sebepsiz zenginleşmelerle pek çok beyaz Türk imalatı yapıldığı açık bir gerçek olarak ortada duruyor.
Gelelim beyaz Türk imalatının nasıl yapıldığına... Bu imalata bir örnek verelim hemen. İstanbul'da Hagop Mateosyan matbaası Cumhuriyet Gazetesinin sahibi Yunus Nadi'ye kılıfına uydurulup ederinin çok altında devrediliyor. Yine Yunus Nadi'nin Almanya'dan dürbün ve eğer ithal ederek orduya sattığı ve bu parayla Cağaloğlu'ndaki İttihat ve Terakki'nin eski Merkez-i Umumi binası olan Kırmızı Konak'ı aldığı ileri sürülüyor. Ardından orduya satılan dürbünlerin bozuk, eğerlerin çürük olduğu iddiası ortaya atılıyor. Kısaca beyaz Türk imalatında hem Ermeni mallarının haksız edinimi hem de devlet bütçesinden kaynak aktarımı bir yöntem olarak kullanılıyor. Bu arada batı Anadolu ve İstanbul'da yağmalanan Ermeni mallarının iktisadi değer olarak Doğu'daki mal varlıklarından daha yüksek olduğunu da hatırlatmakta fayda var.
Peki neden anlattık bütün bunları. Şundan anlattık. Başbakan Erdoğan, kimsenin bu güne kadar cesaret edemediği bir haksızlığı giderdi. İktisat tarihi kitabı yazanların korkudan yazamayıp kapalı tuttukları sayfayı açtı. Ve devletin el koyduğu Ermeni, Rum diğer azınlık vakıflarına ait malları sahiplerine iade etme kararı aldı, uygulamaya da başladı. İşte o gün bu gün Erdoğan hakkında beyaz Türkler yoğun bir karalama kampanyası başlatıp onu diktatör gibi göstermeye başladılar.
Oysa diktatör olan kişi yönettiği devletin tasarrufu altındaki malları dağıtmaz. Aksine çoğaltmaya çalışır. Böylece otoritesini güçlendirir, tespitimizi tekrar edelim.
Hal böyle olunca beyaz Türklerin Erdoğan'a son dönemde birdenbire saldırmasının nedeni "devletin el koyduğu Ermeni mallarını iade ediyor, ardından bizim el koyduğumuz Ermeni mallarını da iade etmeye kalkarsa endişesi olmasın sakın" diyoruz. Ve bu tespitimizin hatalı olmadığını düşünüyoruz


kaynak: http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/yasar/2013/09/13/beyaz-turk-imalati-nasil-yapildi