Altan’la evlenmişim, Dormen Tiyatro’sunda çalışmaktayım. Ses Tiyatrosu’nun arka kapısı ( şimdilerde Ferhan Şensoy Tiyatrosu oldu) Abanoz’un (genelev sokağı) az ötesindeydi. Bu evler artık kapandı ama sokaktaki tüm kapıların üzerlerinde gözetleme delikleri hala duruyor.
Şakır, Şakır yağmur yağıyor; hani İngilizlerin gökten kedi köpek düşüyor dedikleri cinsten. Ben kulisteyim; oyun oynanıyor bir yandan. Eskiden Fransız Tiyatrosu olan Ses’te genelde yabancı dansözler oyun sonrası erkeklerle de buluşurlarmış. Hatta içlerinden biri, ‘’ Ayfer Hanım’ı görmek istiyorum’’ dediğinde, Ayfer Feray’ı çağırmıştık ama tanımadığı biriydi. Yani arka kapıyı dikkatlice açmak gerekiyordu.
Kapıyı araladım. Uzun, karmakarışık saçlı yüzünde derin hatları olan maksi bir etek giymiş, sırtında yerlere kadar uzanan yün şalıyla bir kadın duruyordu karşımda... Sırılsıklamdı... İçeri girmesini, kapının arasına ayağımı koyarak engelledim.
-Altan Erbulak’ı görmek istiyorum, dedi.
Hayli sinirlenmişti.
"Ben Altan’ın karısıyım, siz kimsiniz?" diye sordum.
Ben Cahide Sonku’yum.
Bayılacak gibi olup kapıyı ardına kadar açtım. Kendimi bir sinek gibi hissediyordum.
-Buyrun ablacım çok özür dilerim.
-İnsan gibi davranmak için adımı öğrenmen mi gerekliydi? Sen de oyunsusun, öyle mi?
Onu buyur ettikten sonra koşarak sahne katına çıkıp Altan’ı buldum. Perde arası olmuştu. Aşağıya indi; sarılıp öpüştüler.
-Altan’cım bana 1000 lira gerekiyor. Meyhaneye çok borçlandım.
-Ne demek , daha fazlasını getiririm.
-Sen ne biçim komiksin? Komikler, palyaçolar insan halinden anlar. Sadaka istemiyorum. Yeniden içebilmek için borcumu ödemek istiyorum.
Haldun Dormen de indi aşağıya. Gayet kibar ve mesafeli bir şekilde selamlaştı.
Eğer istersen birlikte çalışabiliriz, gibisinden bir şeyler geveledi.
Cahit Irgat ile evliyken, Haldun bey onlarla Küçük Sahne’de çalışmış.
Ben tiyatroyla vedalaştım; teşekkür ederim, dedi.
Kızı, ölümünden sonra tiyatrolarda oynanan Cahide Sonku uyarlama ya da denemelerini hoş karşılamamış, engel olmuştu. Son günlerde Fatoş Güney’e miras davası açan, Yılmaz Güney’in kızını da hem anlamak mümkün hem de kanımca oldukça zor.
Cahide abla çayını içti, etrafı süzdü, oyun resimlerine, duvardaki panoda asılı yeni oyun düzenlemelerine baktı.
-Hiç kimseyi tanımıyorum artık; eskiden bunca oyuncu yoktu. Hele kadın oyuncu hiç yoktu. Maşallah pıtrak gibi çoğalmışlar dedi.
Gözgöze gelmek için çırpındım bakmadı bir daha... Notumu vermişti.
Parayı alıp arka kapıya yöneldi. Dedim ki ;
-Cahide ablacım, Cahide Hoca, ... Ben kendimi çok kötü hissediyorum. İzin verirseniz ziyaretinize gelmek isterim. İnanın duyarsız biri değilim. Ama bu ayıbımı yaşadığım sürece unutmayacağım. Sizden öğrenebileceğim pek çok şeyim var. Gelebilir miyim?
- Senin insan olmak ya da iddia ettiğin gibi duyarlı olmak için pek çok fırın ekmek yemen gerekiyor. Ömrüm kifayet ederse ki hiç sanmıyorum; o zaman gelirsin. Önce insan sonra oyuncu olunmalıdır. Nice ünlü ve ne yazık ki iyi oyuncu, insanlık vasfını taşımaz. Kimi belli bir süre kimi de ölümüne dek...
Hızlı çıkıp gitti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder